İlk Madde nasıl kendiliğinden var oldu?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde Ümit Zafer Bağcı tarafından oluşturulan İlk Madde nasıl kendiliğinden var oldu? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 25,909 kez görüntülenmiş, 233 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı İlk Madde nasıl kendiliğinden var oldu?
Konbuyu başlatan Ümit Zafer Bağcı
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan ÇaresizDüşünen

flzf

Filozof
Yeni Üye
Katılım
12 Mar 2009
Mesajlar
850
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
nede çok şey düşünür olmuşuz,daha kendi yaratılışımızın farkında olmadan..

tanrının her şeye gücü yettiği ve her kötü olaya anında müdahale ettiğini düşünelim;

canlıların birbirini katletmesi kötü bir şey,o zaman vahşi doğada hiç bir hayvanın (buna canlıların en vahşisi insanı da katıyorum) birbirini yemesine müsaade etmezdi..hayvanlar açlıktan ölürdü..

bitkiler canlı organizmalar değil mi?onların tanrısı yok mu?tanrı yine her şeye gücü yeten olarak eyyy koyunlar durun yediğiniz otlar canlıdır onları yiyemezsiniz mi diyecek,ne kadar saçma....

neden tanrıyı hep insan ırkının tanrısı olarak görürsünüz ki,develere aşırı yük yüklenmemesi emrini veren yine bir dinin peygamberi değil miydi.?

akarsudan abdest alırken bile suyu israf etmeyin diyerek doğa kaynaklarının boş yere sarf edilmemesini isteyen yine aynı peygamber değil miydi?

tanrı iyilik sever biri olarak her canlının hakkını arayacak olsa dünyada canlı türü olmaması lazım.........

insanlarda hayvanlarda bitkilerde hayatta kalabilmek için beslenmek zorundadır...bu bir yaşam döngüsüdür,siz buna doğa kanunları diyorsunuz biz de tanrı...

Allah'ın sopası olsa önce insanı döverdi,çünkü hiç bir hayvan yada bitki zevki için beslenmiyor yada birbirini yemiyor...eşrefi mahlukat denen bizim gibi sefil yaratıklar dünyayı böyle yaşanmaz hale getirdi ve kötülükleri yaydı...Allah değil...sözde akıllı bir türüz ya.!!! hadi aklınızı görelim de dünyada yaşanan bunca açlığı zulmü katliamı durdurun...

her ağzımız açıldığında Afrika'da ki açlardan bahsederiz, biz Afrika'daki aç çocuklar için ne yaptık klavye başında kalemşörlük yaparak.......

geçiniz efendim,çok basit olacak ama imtihan diyoruz biz buna...

dünyada yaşanan her şeyden haberimiz oluyorsa bence her şeyden sorumluyuz..kanada daki fok katliamı da adeviye meydanındaki insan katliamıda bana göre aynı...dünyada ki bütün zulümler insan elinden çıkıyor tanrı ne yapsın.?adam olun diye yaratmış biz hayvanlaşıyorsak bu tanrının suçu mu?

Sakal çok daha başka kötülüklerden adaletsizliklerden bahsediyoruz aslında her parafına bir cevabım var ama çıkmak zorundayım sonra devam ederim.
 

geceinci

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
11 Ağu 2013
Mesajlar
25
Tepkime puanı
0
Puanları
0
[video=youtube;itM_NeS9Mus]http://www.youtube.com/watch?v=itM_NeS9Mus[/video]

Bu videoyu ilk izlediğimde çok gülmüştüm inanın, algı seviyesi o kadar düşük ki, bu videonun açıklamasını yapmak istedim çünkü ne yazıkki bu salakça benzetme evrimi tesadüflerin teorisi sanan onca insanın aklına yatıyor, bunu daha görsel ve basit anlatan bir video vardı fakat bulamadım onu bulursam mutlaka paylaşacağım :) Bir de artık size ayak uydurmaya başladım konudan konuya atlıyoruz mübarek :) Evrim'e ne ara geldik :)

Evrim anlaşılması kolay bir mevzuu değildir, ciddi emek ister. Bilim ve biyolojiden az buçuk anlamak gerekli bir şansınızı deneyin :)

Bugün, pek çok bilim düşmanı Evrim karşıtlarının sıklıkla düştükleri birkaç önemli betimleme hatasından bahsetmek istiyoruz. Richard Dawkins Tanrı Yanılgısı isimli kitabında, bunlardan ikisine hayli güzel ve biraz da sert bir dille değinmişti. Biz de bunlar üzerinden geçerek, temel bir algı yanlışını hafızalardan silmek istiyoruz. İnsanlarımız ne yazık ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak konusunda çok hevesliler ve dar görüş açıları dahilinden, bilim tarihinin gelmiş geçmiş en büyük bütünleştirici kuramlarından biri olan Evrim Kuramı'nı yorumlamaya, daha da beteri nihai bir şekilde yargılamaya çalışıyorlar. Doğal olarak, bu da, "Boeing 747" ya da "Mona Lisa Tablosu" gibi rezaletlerle, gülünçlüklerle ve cehalet örnekleri ile sonuçlanıyor. Bu yazımızda bu üzücü ve tamamen hatalı benzetmelere değinecek ve esasında Evrim Kuramı'nın anlaşılması için metaforik olarak kullanılabilecek bu örneklerin, konu hakkında hiçbir bilgisi olmadığı halde bolca önyargısı olan insanların elinde nasıl manipüle edilebileceğini göreceğiz.

Evrim karşıtları, Evrim Teorisi’ni "çürütebilmek" hayali ve umutları içerisinde Evrim Kuramı üzerinde çalışan bilim insanlarının tarih boyunca hiçbir zaman söylemediği ve söylemeyeceği bir şeyi sanki söylüyorlarmış gibi aktarmak ve hedef şaşırtmak konusunda uzman olmuşlardır. Çünkü bilimden uzak bu beyinler, bilimsel yöntemlerle bu kuramı çürütemeyeceklerini ve Evrim'in bir doğa gerçeği olduğunu bildikleri için, kendi hayal dünyaları içerisinde ancak bu şekilde kitleleri bilimden ve gerçeklerden uzaklaştırabileceklerini düşünmektedirler. Üstelik iddialarının gülünç tarafı, bu iddiaların Evrim Kuramı ve içeriğinde söylenenler ile taban tabana çelişmesidir. İlk olarak konuyla ilgili olan betilemeleri tanıtalım.


1) "Fırtına Giren Hurdalıktaki Boeing 747" Betimlemesi

Hayal gücü oldukça geniş; ancak eğitilmemiş olan zihinlere sahip bilim düşmanlarının hayallerinde canlandırdıkları "Evrim" betimlemesi şu şekilde:

Bir hurdalık hayal edin, karmakarışık ve her türlü malzeme mevcut olsun. Bunların arasında uçak parçaları, araba parçaları, motor parçaları, beyaz eşyalar, rulmanlar, şaftlar, demir parçaları, vs. aklınıza ne gelirse var. Bu hurdalık öylece dururken bir gün, şans eseri bir kasırga (hortum, artık ne derseniz) vuruyor ve her şeyi alt üst ediyor. Rüzgarın etkisiyle hurdalıkta bulunan bu milyonlarca parça dört bir yana savruluyor, birbiriyle çarpışıyor ve sonunda kasırga sona erdiğinde, mükemmel bir şekilde birleşerek, kendi kendilerine, tamamen şans eseri bir Boeing 747 oluşturuyorlar. Bütün parçaları eksiksiz ve muhteşem bir şekilde, yerli yerinde.

Evrim Karşıtları'na göre yukarıdaki bu betimleme, Evrim sonucu oluşan canlıları betimlemek için kullanılabilmektedir. Şimdi, hiçbir açıklama yapmadan, ikinci bir betimlemeye değinelim:


2) "Rastgele Çizilen Mona Lisa Tablosu" Betimlemesi

İkinci betimleme ise genel olarak “ressam betimlemesi” olarak adlandırılabilir ve iddia edilme sıklığına göre 2 alt başlıkta inceleyebiliriz. Biri, “masanın üzerinde duran boyalar” ve diğeri “resmin ressamı” olarak adlandırılabilir.

Masanın üzerinde duran boyalar” betimlemesine göre, bir masanın üzerinde duran renk renk boya, yanlışlıkla, yine masanın üzerinde duran kağıdın üzerine devrilir ve şans eseri renkler mükemmel bir oranda karışarak bir Picasso tablosu ya da bir "Mona Lisa" tablosunu oluştururlar. Bu betimleme, Evrim Karşıtları tarafından yine Boeing 747 gibi, Evrim Teorisi’ni sözde betimlemek için kullanılır.

İkincisi ise daha geniştir ve genelde bir yaratıcı gücün ihtiyacını tanımlamak adına kullanılır. O da şöyledir: “Resmin ressamı” betimlemesine göre, nasıl ki hiçbir resim kendiliğinden ortaya çıkmıyorsa (ya da hiçbir insan imalatı olan ürün), insan da (ya da daha büyük boyutta evren de) bir yaratıcıya ihtiyaç duymalıdır. Mantık budur. Bunun pek çok çeşitli versiyonunu duyabilirsiniz, örneğin "Bir fabrika tıkır tıkır işler ve mutlaka bir yaratıcısı (mühendisi, işçisi) olmalıdır". Örnekler böyle uzar gider. Hatta yeri geldiği için, bu yazıyı düzenlediğimiz sıralarda sayfamıza gelen bir yorumu buraya kopyalamak istiyoruz, durumun vehametini anlamanız açısından. Okurumuz şöyle diyor:

"Bir odaya bir kalem ile kâğıt koysak ve ikisini tam bin sene baş başa bıraksak. Acaba tek bir ‘A' harfinin kâğıtta vücut bulması mümkün müdür? Evet, bir harf kâtipsiz, bir masa ustasız ve bir resim de ressamsız olamaz. Bir harfin kâtipsiz olamayacağını kabul eden insan, nasıl olur da şu kâinat kitabının kâtipsiz ve bunca fiillerin failsiz olacağına hükmeder?"

Evet, gördüğümüz bu açıklama tam olarak anlatmak istediğimiz betimlemenin güzel bir örneğidir. Sanıyoruz ki bu örnekle birlikte bilim düşmanlarının Evrim Kuramı hakkındai kafa yapısını biraz daha net anlamışsınızdır. Şimdi bir diğer sık karşılaşılan örneğe geçelim:


3) "Şempanzelerin Yazdığı Shakespeare" Betimlemesi

Bu betimleme de özellikle Hıristiyan dünyasında sıklıkla rastlanan bir betimlemedir; ancak yeri geldiği için buraya da koyalım. Betimleme şu şekilde:

Düşünün ki tamamen "bilinçsiz" (ki sinir sistemi olan her hayvan gibi şempanzeler de son derece bilinçli canlılardır; ancak betimleyiciler burada canlıyı bilinçsiz kabul etmektedirler) şempanzeleri bir daktilonun başına koyalım ve rastgele tuşlara basmalarını isteyelim. Bu rastlantısal tuş basımları sonucunda herhangi bir maymunun Shakespeare'ın yazdığı Hamlet'i yazması, bu eserin kendiliğinden ortaya çıkması mümkün müdür? Demek ki her eserin bir yaratıcısı olmalıdır ki canlıların da vardır.

Aslında bu betimlemenin sahipleri ufak bir teknik noktayı unutuyorlar: Hamlet'i yazan zaten bir maymundur. O da "maymunlar" (Simiiformes) infratakımına ait bir insan bireyi olan Shakespeare'dır.

Her neyse, sonuçta betimlemenin amacı karmaşık ve insan türü için anlam ifade eden edebi bir eserin rastgele basılan tuşlardan oluşamayacağıdır. Dolayısıyla bilim düşmanları bu betimleme arkasına sığınarak Evrim gibi "rastgele" olan bir süreç sonucunda da, insan gibi mükemmel (!) bir canlının oluşamayacağını iddia edeler.



Bu kadar betimleme (ve saçmalık) şimdilik yeter. Artık açıklamalara geçelim ve bunların neden Evrim'i betimlemekten çok uzak, manipülatif iddialar olduklarına bir göz atalım. Ancak öncelikle dikkatinizi çekmek istediğimiz bir nokta var: Betimleme hangi şekilde üretilmiş olursa olsun, dikkat ederseniz hepsinin ortak noktası aynıdır: Karmaşık bir yapının bir seferde, birdenbire, kendiliğinden ve bilinçsiz bir kuvvetin etkisi altında oluşuvermesi. Ancak, önemli ve can alıcı nokta gözden kaçırılmaktadır:

Evrim Kuramı, hiçbir zaman kompleks bir canlının, daha basit olan parçaların ani ve tesadüfi bir birleşimi sonucunda oluştuğunu iddia etmemiştir, iddia etmemektedir ve iddia etmeyecektir! Evrim Teorisi’ne göre, Doğal Seçilim dahilinde, aynı türün farklı bireyleri arasında yavaş ve kademeli olan bir eleme vardır. Bir "seçilim" mekanizması vardır. Bu mekanizma rastlantısal değildir; ancak bu mekanizmayı etkileyen çevre koşullarının değişimi, şimdilik bildiğimiz kadarıyla rastlantısaldır; daha doğrusu o kadar çok parametre, o kadar farklı şekilde etki eder ki bu, yaşamın kendisine bir rastlantısallık unsuru ekler. Dolayısıyla Evrim de rastlantısal olarak değişen çevre koşullarında işleyen bir mekanizma gibi görülür. İnsanların kasti ya da bilmeden düştükleri hata budur. Ancak bilinmesi gereken, Evrim Kuramı içerisinde hiçbir zaman, birimlerin rastgele birleşiminden bahsedilmez. Diğer yazılarımızda bahsettiğimiz gibi, aminoasitler, şekerler, nükleik asitler birdenbire "doğru dizilim" ile birleşerek bir canlı meydana getirmemişlerdir. Hepsi, çok küçük adımların uzun yıllar boyunca seçilip elenmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Boeing 747 örneğinde, var olan basit parçalar, “kasırga” sebebiyle alt üst olmuş ve şans eseri bütün parçalar yerli yerine oturarak bir uçak ortaya çıkmıştır. Bunun, Evrim Teorisi ile ilgisi olmadığı çok açıktır.

Aslında ilginç bir şekilde, Evrim Kuramı'nın doğru olamayacağını iddia etmek için ileri sürülen betimleme, iddia sahiplerinin şahsi inançları olan "doğa üstü gücün var etmesi" ile tıpatıp aynı içerikte ve aslında onların iddia ve inançlarının bilimsel geçersizliğini ortaya koymaktadır: Baksanıza, her şey olduğu gibi duruyordu, birden bir güç (kasırga) her şeyi “Pat!” diye dağıttı ve birden ortaya çeşit çeşit canlılar çıkmaya, adeta “fışkırmaya” başladı, tıpkı hiçbirşeyin ortasından (middle of nowhere) birden bir Boeing 747 oluşması gibi. Yani ortada herhangi bir şey yokken, durup dururken, bilinmez bir sebeple, her şey var oldu. Bu, tabii ki bilimsel olarak geçersiz bir iddiadır ve bilimde artık Evren'in nasıl var olduğunu neredeyse tam olarak biliyoruz. Canlılığın nasıl var olduğu konusunda ise kesine yakın açıklamalarımız var. Ancak çeşitlilik ise, çok çok büyük bir yüzdeyle, çok farklı açılardan açıklayabildiğimiz ve kesinlikle birdenbire ortaya çıkma fikrinin geçersiz olduğunu bildiğimiz bir alan. Yani bu Boeing 747 betimlemesini ileri sürenler, kendi tuzaklarına düşmektedirler. Evrim, her şeyin kademeli olarak gelişerek, çok uzun süreçlerde ve çok yavaş bir şekilde ortaya çıkabileceğini söylerlerken, yukarıdaki iddiaların sahipleri her şeyin bir anda, "Pat!" diye, "bizim anlayamayacağımız" bir güç tarafından, birdenbire var edildiğini iddia etmektedirler. Evrim'i saçma bulup bu fikri mantıklı bulanları akılcı olmaya davet ediyoruz.

Ancak bunu evrim karşıtları elbette görmezler. İşin acı yanı, dindarları dinleyen tarafsız ve Evrim Teorisi’ni anlamamış kitleler, bu asılsız iddiaların sahiplerine kulak ve hak verirler. Halbuki dediğimiz gibi, Evrim Teorisi böyle bir anilikten bahsetmez, böyle bir “kasırga gücünün her şeyi var etmesinden” bahsetmez. Değindiğimiz gibi, bu şekilde bir var oluştan bahseden, evrim karşıtlarının kalesi olan doğaüstü güçlere dayanan inançlardan başkası değildir. İddia sahipleri, çoğu zaman olduğu gibi hedef saptırmaya çalışmaktadırlar.



Yukarıdaki Betimlemelerin ve Benzerlerinin Ortak Hatası

Peki, bu örneğin Evrim Teorisi’ni karşılamamasının ardında yatan asıl neden nedir? Ya dabetimleme nasıl yapılmalıydı?

İlk olarak şunu unutmamalıyız ki, bilim ispatlanmış ya da mantık kurallarına uygun olarak oluşturulmuş ön kabul argümanları üzerinden ilerler. Pek çok bilgi türü için bu geçerlidir. Örneğin dini argümanlarda da önkabuller vardır ("Tanrı vardır" gibi). Ya da felsefi tartışmalarda da bunu görürüz ("Varlık, var olan bir şeydir." gibi). Ancak bilimin bu bilgi türlerinden farkı, gerçeğe en yakın olabilmek amacıyla bu ön kabullerini de ispatlamak ve mantık temellerine oturtmak zorunluluğudur. Yani herhangi bir dindar Tanrı'nın varlığını ispatlamak zorunda hissetmez kendini ve istisnasız bütün dinini ve dini argümanlarını ispatlanmamış bir "Tanrı vardır." argümanı üzerine kurar. Benzer şekilde tartışma içerisinde, tartışma sınırlarını çizmek amacıyla ve nihilist (hiççi) bir bakışa kaymamak adına varlığın var olduğunu argüman olarak ileri süren bir filozof, kendisini bu argümanını teknik bir biçimde ispat etme yükümlülüğü altında hissetmez. Ancak bilimdeki ististnasız her argüman, bilimsel veriler, doğa gerçekleri ve akılcı bir mantık yürütümü ile desteklenmek zorundadır.

İşte bu sebeple, "canlı" ve "cansız" kavramları yukarıdaki betimlemeler ve Evrim bağlamında önem arz etmektedir. İlgili yazılarımızda açıkça ortaya koyduğumuz üzere atomik ve moleküler boyutta teknik olarak "canlı" ile "cansız" arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Canlıları da, cansızları da oluşturan her bir atom, her bir element, her bir molekül tamamen bilinçsiz olarak atfettiğimiz, üzerine etkiyen fizik ve kimya yasaları etkisi altında çeşitli ve çoğunlukla rastlantısal olarak (çünkü bu yasaların etkisi rastlantısal olarak, katrilyonlarca parametrenin etkisi altında değişmektedir) hareketlerini ve varlıklarını sürdürmektedir. Canlıları en küçük yapıtaşlarına böldüğümüzde, ortada herhangi bir "canlılık" unsuru ile karşılaşmayız. Her şey, Evren'in her köşesinde bulunan "cansız" atomlardan ibarettir.

O yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, "canlı" ve "cansız" kavramları, insanların doğayı inceleyip, varlıkları kategorize etme merakından doğmaktadır. Esasında doğada böyle bir ayrım bulunmasa da, insanlar birbirleriyle anlaşabilmek adına lisanlar geliştirmiş ve bu lisanlar dahilinde varlıkları kategorize edip isimlendirmişlerdir. İşte "canlı" ve "cansız" ayrımı da böyle doğmaktadır.

Açıkçası, bu ayrıma gittikten sonra, bilimsel olarak bu ayrımı incelediğimizde, başta değindiğimiz gibi iki varlık tipinin tamamen aynı temel yapılara sahip olduklarını görürüz. Ancak bize böyle bir kategorizasyon imkanı sunduklarına göre, aralarında bir fark olması da beklenmektedir. İşte bu fark, bizim ilgili yazımızda "organizasyon" ve "aktivite" olarak etiketlediğimiz iki temel unsura dayanır. Aslında bu iki unsur da, geri kalan tüm unsurlarla aynı ve "cansız" yapıtaşlarından oluşmaktadır. Fakat bu ikisinin bir arada bulunabildiği varlıklara biz "canlı" deriz. Çünkü bu ikisinin varlığı, tıpkı az sonra değineceğimiz atomaltı boyut ile atom üstü boyut arasındaki fiziksel kuvvetler farklılığı gibi, "canlılar" ile "cansızlar" üzerine etkiyen doğal kuvvetler arasında (fiziksel olmak zorunda değildir) farklar doğmasına sebep olmaktadır. Canlılık ile daha fazla bilgi almak için "Canlılığın Evrimi" yazı dizimizi okuyabilirsiniz.

İşte bu betimlemelerde, bilimsel bir önkabul olarak aralarındaki fark ispatlanmış (ancak yine de kategorizasyon merakı ile sınırlı olan) bu "canlı" ve "cansız" kavramlarının bilimsel önemi göz ardı edilmektedir. Evet, canlı ile cansız arasında yapıtaşları açısından bir fark yoktur; ancak bu ayrıma gidilip, iki varlık tipi üzerine etkiyen kuvvetler arasındaki farklılıklar ortaya koyulduktan sonra, geri dönüp "canlı" dediklerimizi "cansız" varlıklar üzerinden açıklamaya kalkarsak hata etmiş oluruz. Çünkü yapıtaşı açısından farksız olan bu iki kavram; işleyiş biçiminden farksız olmak zorunda değildir -ki farklıdır da. Bu farklılıklara ve cansızlıktan nasıl bizlerin bugün "canlı" olarak nitelediği varlıkların oluştuğuna, bunların temelde halen nasıl "cansız" olduklarına Canlılığın Evrimi yazı dizimizde değinmekteyiz.

Dolayısıyla bu betimlemelerin ilk hatası, metodolojik bir hataya düşüyor olmalarıdır. Canlılar, belirli bir organizasyona ve o organizasyon dahilinde belirli bir aktiviteye sahiptirler. Bu organizasyon ve aktivite tamamen cansız yapılarla sağlanır; ancak bu iki unsur bir varlıkta bir arada bulunuyorsa, o varlığa "canlı" deriz. İşte bu iki unsura sahip olan varlıkların Evrimsel süreçler dahilinde oluşumunu açıklamak için, bu iki unsura bir arada sahip olmayan varlıkların kullanılarak betimleme yapılması tamamen saçmalık ve ciddi bir hatadır. Yani metodolojik hataya düşüşmesinden ve bilimsel metoda aykırı bir yaklaşım sergilenmesinden (ön kabullerle çelişen argümanlar üretmekten) doğan hata, bu betimlemeleri anlamsız kılan birinci noktadır.

İkinci nokta ise şudur: Açıkçası, betimleme çok doğru bir yerden konuyu ele almıyor, her ne kadar güzel bir örnekmiş gibi gözükse de. Çünkü Kuantum Mekaniği göstermiştir ki, mezo-boyuttaki etkileşim, tepkime ve olaylarla mikro/nano boyutlardaki etkileşim, tepkime ve olaylar aynı şekilde işlememektedir! Öncelikle bu boyut kavramlarını bir açalım. Aslında bu boyutlar, 2. boyut, 3. boyut ile aynı anlamda değillerdir. Temel olarak "uzunluk" veya "büyüklük" birimleri arasındaki farklılıklarla ilgilidirler. Buradaki önemli nokta şudur: Bu boyutlarda etkin olan Fizik kuralları birbirlerinden farklıdır! Şöyle ki:

Makro-Boyut: Astronomik büyüklükteki cisimlerin etkileşimlerini inceleyen boyuttur. Genellikle uzunluk birimleri "ışık yılı" ile ölçülür (ışığın 1 yılda aldığı yol miktarı). Temel olarak gök cisimlerini kapsarlar. Bu boyuttaki cisimler için şiddetli olarak etki eden Fizik kuralları, diğerlerinden oldukça farklıdır. Örneğin bir gök cismi (Güneş ya da Jüpiter gibi) uzay-zamanı bükerek ışığın hareketini etkileyebilir. Bu etkiye aslında her varlık sahiptir; ancak kütle (daha doğrusu yoğunluk) oranları, bu kuvvetlerin etkin bir şekilde gözlenmesine izin vermez. Makro boyutta etkin olan cisimlerde ise bu kuvvetlerin etkisi kolaylıkla görülür.

Mezo-Boyut: Temel olarak bizlerin içerisinde yaşadığımız boyuttur. Genellikle uzunluk birimleri milimetreden kilometreye kadar değişmektedir. Fakat çoğunlukla metre uzunluğundan bahsedilir. Bu boyutta bildiğimiz Newtonyen Fizik Kuralları aktif olarak işlemektedir. Daha doğrusu Newton'un keşfettiği Fizik Kuralları'nın en doğru sonuçlar verdiği boyut budur. Günümüzde Newton'un keşfettiği bu fizik hala mezo-boyutta belli bir hata payıyla uygulanmaktadır; bu oldukça mantıklıdır, çünkü Newton da mezo-boyutta yaşamış bir canlıdır ve gözlediği pekçok cisim de aynı boyuttadır (o zamanlarda atomları gözlemek olanaksızken, gök cisimlerini gözlemek de son derece zordu), dolayısıyla Newton da, mantıklı bir şekilde sadece mezo-boyuta ait cisimleri ilgilendiren, bu boyutta daha baskın olan ilişkileri kendince kurdu. Dolayısıyla, bilimden uzak kimseler her şeyi bu mezo-boyuttaki, bildiğimiz temel kuvvetlerle açıklamaya çalışırlar. Halbuki sonraları atomun ve devasa gök cisimlerinin hareketlerinin ve özelliklerinin gözlenebilmesiyle keşfedilen Kuantum Mekaniği, mezo-boyutu da içine alan, Newton Fiziği'ne göre kat be kat (yaklaşık 1000 kat) doğru sonuçlar vermektedir; ancak Kuantum ile ilişkili bazı kuvvetlerin etkileri, Newton Fiziği'nde gördüğümüz kuvvetlerin etkisi yanında önemsenmeyecek kadar küçük boyutta kalmaktadır ve göz ardı edilmektedir. Halbuki bu kuvvetler üzerimize her an etkir; çok düşük etkileri olsa da. Ancak bilimden uzak kimseler bu modern bilimi bilmedikleri için, halen her şeyin hareketini mezo-boyutu açıklamakla sınırlı olan Newton Fiziği ile açıklamaya çalışırlar. Yukarıdaki betimlemelerin ortak hatası burada yatmaktadır.

Nano-Boyut: Atomlar ve molekülleri kapsayan, temel birimin nanometreden (metrenin milyarda biri) mikrometreye (metrenin milyonda biri) kadar değiştiği boyuttur. Bu boyutta temel olarak Kuantum Mekaniği işlemektedir ve bizlerin mezo-boyutta deneyimlediği kuvvetlerin etkisi göz ardı edilebilir hale gelmektedir. Örneğin mezo-boyutta "yüzey gerilimi" kuvvetinin etkisi çoğu zaman ihmal edilebilecek kadar küçüktür. Ancak nano-boyuta indiğimizde bu kuvvet, en önemli kuvvetlerden biri haline gelir. Benzer şekilde atomik boyutta etkiyen kuantuma ilişkin birçok kuvvet çok ciddi önem kazanır. Örneğin elektronlar, bizlerin mezo-boyutta kullandığımız fizik kurallarına göre hareket etmezler. Hareketlerini anlamak için Kuantum Mekaniği'ni ve kurallarını anlamamız ve uygulamamız gerekir.

İşte bu boyut farkı ve boyut farkına bağlı olarak oluşan kuvvetlerin etkinlik farklarından ötürü atomik boyutta düşünmemiz gereken bir olguyu eğer mezo-boyutta düşünürsek hata yaparız. Benzer şekilde mezo-boyutta daha gerçekçi olarak modellenebilecek bir olguyu farklı bir boyutta değerlendirirsek, Fizik biliminin bize gösterdiği gerçeklerden ötürü hataya düşmüş oluruz. İşte Evrim Karşıtları verdikleri örneklerde bu hatalara düşmektedirler. İzah edelim:

Yüzlerce cıvata ile bir somunu (mezo boyuta ait cisimlerdir) alıp yan yana koyarsanız, 1000 yıllık bir süreçte hiçbiri birbirine uyacak şekilde bağlanmayabilirler (gerçi matematiksel olarak bağlanabilirler de ama bu aşırı küçük olasılığı göz ardı ediyoruz, az sonra açıklayacağımız gerekçeyle). Ancak yüzlerce atomu (örneğin H, C, O, N, P atomlarını; atomlar nano-boyuta aittir) aynı kaba koyarsanız, 1000 yıl içerisinde, binlerce farklı kombinasyonla birbirine bağlandıklarını görebilirsiniz (bkz: Miller-Urey Deneyi). Peki neden yüzlerce somun ve civata birbiriyle etkileşmezken, yüzlerce atom birbiriyle etkileşmektedir? Sebebi açıktır: Çünkü iki farklı boyutta , etkin olan Fizik yasaları birbirinden farklıdır.

Örneğin Boeing 747 ve parçaları (somunlar, cıvatalar, vs.), atomlar ve moleküller arasındaki etkileşimlere sahip değillerdir. Boeing, bizim "mezo-boyut" olarak adlandırdığımız ve bizlerin de içinde yaşadığı, temel ölçü birimi metreler olan boyuta aittir ve buradaki fizik yasaları, atomların içerisinde bulunduğu nano dünyadaki yasalardan çok farklıdır (daha doğrusu yasalar aynıdır; ancak şiddetleri ve etkileri farklıdır). Hiçbir somun ve civata birbiriyle birleşmek için diğerini kendisine doğru çekmez; ancak Hidrojen atomu ve Oksijen atomu, serbest haldelerse, birleşmek için güçlü bir şekilde birbirlerini çekerler. Üstelik, belirli bir moleküle, öyle her önüne gelen atom da bağlanamaz. Örneğin H2O olarak bildiğimiz suya, kimi nadir durumda bir Hidrojen atomu daha bağlanıp kararsız bir molekül oluşturabilirken, bir diğer Uranyum atomu asla bağlanmaz. Üstelik, dediğimiz gibi, bazı moleküller, ortam koşullarına karşı bir doğal teste tabi tutulurlar ve ortama en uygun olanlar varlıklarını korurlar. Bu, en mikro haliyle Doğal Seçilim'in başlangıcıdır. Bu şekilde birikerek, yüz milyonlarca yıl içerisinde daha karmaşık varlıklar oluşur. Ancak aralarında bu çekim kuvvetini barındırmayan somun ve civatalar bir Boeing 747 oluşturamazlar. Üzerlerinde ne Doğal Seçilim baskısı vardır, ne çekim kuvvetleri, ne başka bir şey...

Bunun da sebebi çok açıktır: Boeing 747'yi oluşturan parçalar, insan mühendisler tarafından, tamamen kararlı yapıda olmaları için, o şekilde üretilmişlerdir. Bozunmazlar, ters bir durum olmadıkça tepkimeye girmezler ve yıllarca oldukları durumu koruyabilirler. Halbuki doğa bir mühendisin elinden çıkamayacak kadar kaotik, dengesiz ve hatalarla doludur (öyle ki bu hatalara bir insan mühendis bile düşmeyecektir). Şu anda gördüğümüz lokal düzen, Evren içerisindeki sonsuz kaos içerisindeki ironik bir yanılsamadır. Evren'in büyük bir kısmı ciddi bir şekilde "kaynamaktadır" ve "düzen" kelimesi, bu Evren için kullanılabilecek son kelimedir. Ne var ki Evren'in büyüklüğünden ötürü bazı kısımlarında geçici düzenli bölgeler oluşmaktadır ve bizler var olabildiğimize göre, demek ki bu göreceli olarak düzenli bölgeler içerisinde madde farklı formlar var edebilmektedir. Cansızlıktan canlılığın oluşumu, daha doğrusu varlıkların organizasyon ve aktiviteyi bir arada bulundurabilmeleri de bunlardan biridir.

Evrimsel Biyoloji'nin ve Abiyogenez Kuramı'nın ortaya koyduğu canlılığın cansızlıktan evrimleşip, bugüne kadar çeşitlendiği gerçeği, pek de "kararlı", "düzenli", "dengeli" yapılara dayanmaz. Bir canlı içerisindeki atomlar sürekli olarak tepkime halindedirler. Asla kararlı bir yapıda kalmazlar ya da sadece lokal olarak kararlı bölgeler bulunur. Bunun haricinde bizlerin "canlılık fonksiyonları" dediğimiz, aslında tamamen "cansız tepkimeler" olarak hücre içi faaliyetlerin tümü, her an, aktif bir şekilde gerçekleşmektedir. Bunlarda meydana gelen hatalar, özellikle de genetik materyal dediğimiz kimyasallar üzerindekiler, nesiller boyu farklılaşmaya sebep olabilmektedirler. Hele ki çevrenin de etkisiyle yine genetik materyallerden olan, basit kimyasallar olarak görebileceğimiz genlerin belirli yönlerde birikiyor olmaları, yani "seçilim"leri, Evrim'i doğurmaktadır. İşte betimlemelerin ikinci hatası da budur: Kararlı ve stabil varlıklardan yola çıkarak, içlerinde tamamen kararsız ve dengesiz yapılar barındıran unsurların betimlemesinin yapılması. Emin olun bir uçak parçası radyoaktif ve kimyasal olarak aktif bir maddeden yapılsaydı, asla sabit ve stabil kalamazdı. Bu yüzden mühendisler üretimde kullanılacak malzemeleri özenle seçerler.

Şimdi yukarıda verdiğimiz betimlemelere geri dönerek neden saçmalık olduklarından ve Evrim Kuramı'nı aslında nasıl desteklediklerinden bahsedelim. Her birinde farklı bir bilgi öğretmeye çalışacağız:

1) Boeing 747 Betimlemesi Neden Saçmadır?
Boeing 747′yi insan gibi kompleks bir yapıya benzetiyorsanız ve hurdalıktaki parçalar bizim hücrelerimiz ya da organlarımızsa, hayır, hiçbir güç onları rastgele ve doğru bir şekilde birleştiremez. Bunu ancak bilim dışı ve asılsız, yanılgısal hipotezlerle açıklayabilirsiniz (örneğin her şeyin "Puf!" diye bir "güç" tarafından var edilmesi gibi) ve asla ispatlayamazsınız.

İşte burada atlanan konu Doğal Seçilim’dir (ya da herhangi bir diğer seçilim mekanizması; ancak temel olarak Doğal Seçilim). Eğer betimleme içerisinde şöyle bir benzetim sırası gözetiliyorsa:

Boeing 747 = Günümüzde yaşayan karmaşık bir canlı (İnsan gibi)
Hurdalıktaki parçalar = Esasında atomik boyutta olani atomlar

Evet, bu durumda 400-500 milyon yıl gibi uzun bir süre sonucunda, binlerce deneme-yanılma ve her seferinde bulunulan ortama en adaptif olanların seçilimi ve diğerlerinin elenmesi sonucunda yani Doğal Seçilim sayesinde, bu parçalardan bir Boeing 747 görmeniz mümkündür. Buna güleceksiniz; çünkü muhtemelen yukarıda verdiğimiz iki basamaklı benzetim sırasını tam olarak anlamadınız. Boeing 747 bir insan değil ve hurdalıktaki parçalar da atom değiller! İşte can alıcı nokta burası! İnsanı hataya düşüren nokta burası! Boeing 747 bir “canlı varlık” değildir. Çünkü Boeing 747 veya onu oluşturan herhangi bir mekanik parça, canlılığın başlangıçta geçirdiği kimyasal evrimi geçirmemiştir. Onlar, bizlerin "cansız" olarak kategorize ettiği varlık tipine aittirler. Dolayısıyla bir Boeing 747 vahşi doğada "yaşamaz". Boeing 747 "hayatta kalmaya" ya da "üremeye" çalışmaz. Bunu başaramayanlar elenip, başaranlar varlıklarını sürdürmez. Bir varlık olarak Boeing 747 (ya da bir resim ya da bir Hamlet) cansızdır, statiktir, belli bir aktivitesi yoktur. Dolayısıyla onu hayatta tutan özelliklere sahip olamaz, zaten bir hayatı da yoktur. Dolayısıyla Doğal Seçilim ve Evrim işlemez. Dolayısıyla betimleme, yanlıştır.

Fakat betimlemeyi Evrim Kuramı lehine çevirecek bir gerçek vardır: Hiçbir Boeing 747 (ya da herhangi bir diğer uçak, araba, makina, vs.) birdenbire, olduğu gibi, son haliyle oluşmamıştır! Tam da Evrim Kuramı'na uygun bir şekilde, upuzun bir Evrim sürecinden geçmiştir. Bunu iki aşamalı inceleyebiliriz:

a) Uçağın Üretim Aşamaları: Bir uçağın üretiminde yüzlerce ara basamaktan geçilir. Her birinde bir parça oluşur ve sonrasında bu parçaların en uygunları, en iyi üretilenleri seçilerek birbirleriyle bütünleştirilirler. Bu süreçte yüzlerce, binlerce mühendis "doğanın görevi"ni üstlenirler: Seçerler, biçerler, elerler, ellerindekinin en iyisini üretmeye, üretemiyorlarsa elde olanı değiştirmeye çalışırlar. Doğa yoktan bir yapı yaratamaz; ancak elindekini zaman içerisinde, bilinçsiz de olsa deneme-yanılma ve içinde bulunulan doğa koşullarına tabi tutarak son derece başarılı bir şekilde değiştirip geliştirebilir. Dolayısıyla uçağın üretimi bile bir Evrim aşaması gösterir. Asla bir uçak son haliyle var olmaz. Dolayısıyla betimleme, Evrim Kuramı'nı destekler gibi gözükmektedir. Bunu hatta "mikro-evrim" olarak düşünebiliriz.

b) Uçağın Model Olarak Gelişimi: Boeing 747 asla ilk baştan beri bugünkü olduğu haliyle var olmamıştır. Hatta genel olarak "uçak" bazında bakarsak, sürekli bir Evrim görürüz. Zira bir uçak üretilir; bir süre başarılı olur, "doğa koşulları" (bu durumda teknoloji ve insanların beklentileri) zaman içerisinde değişir, eski uçaklar bu testte başarısız olurlar ve her zaman daha başarılı olanlar tutarlar. Bu şekilde, sürekli bir yenileme ve elenme sürecinden geçilir. Sonunda ise yüzlerce ara model geçtikten sonra günümüzdeki uçaklara ulaşılır. Bir zaman, günümüzdeki uçaklar da "yetersiz" ve "eski" olacaklardır. O zaman bu modeller içerisinden en iyisi geliştirilerek güncellenmeye devam edecek ve uçak tipleri değişecektir. Bu yüzden uçakların isimleri sürekli kademeli olarak değişir; çünkü teknoloji, bilim ve dolayısıyla ürünler zaman içerisinde evrimleşmektedirler. Bunlara en son örneğimizde geri döneceğiz. Ancak bu açıdan da, uçakların hiçbir modelinin son haliyle var olmamasından ötürü betimlemenin Evrim'i desteklediğini görebiliriz.

İkinci betimlememize geçelim:


2) Ressam Betimlemesi Neden Saçmadır?
“Boyaların dökülmesiyle oluşan resim” benzetmesiyle başlayalım. İlk olarak, Boeing 747 gibi, resim de canlı değildir ve Doğal Seçilim’e uğramaz, dolayısıyla Evrim de çalışamaz. Bu sebeple, Boeing 747′yi çürüttüğümüz sebeplerle, bu betimleme de çöpe gider. Dediğimiz gibi, Evrim Teorisi tamamen “rastgelelikler” üzerine kurulmamıştır, rastgelelikler sadece mutasyonlarda veya Genetik Sürüklenme gibi mekanizmalarda gözükür, bunlar da hayatın gerçekleridir (nasıl ki beklenmedik anda yağmurun yağması, rastlantısal bir hava değişimiyse, bu da öyledir). Ancak mutasyonlar ve benzerleri, Evrim’in küçük bir parçasını oluştururlar, temelini oluşturmak bir yana dursun…

Burada, daha eğitici olması açısından "resmin ressamı" betimlemesine gelelim. Bu çok gülünçtür, çünkü aslında bu betimleme de, Evrim Teorisi’ni destekler. Ancak olayları ve fikirleri çarpıtmakta uzman olan Evrim Karşıtları, bu durumu dahi insanların inanacağı kılıfa sokup, pazarlamaya çalışmaktadırlar.

Açıklayalımi: İnsanın “var ettiği ve anlam kazandırdığı” hiçbir şey -şimdilik- “canlı” değildir ve dolayısıyla Evrim Teorisi, cansızlar üzerinde işlemeyeceğinden, betimleme otomatik olarak düşer. Hatta, Miller-Urey deneyinde, cansız bir varlıktan, canlı bir varlık “yaratılmıştır”, daha doğrusu oluşumun ilk adımları net bir şekilde gözlemlenmiştir, tam da Abiyogenez Teorisi’nin iddia ettiği şekilde. Ancak bu, “insanın yarattığı” bir canlı değildir. Çünkü bilimin temeliyle çelişir. Çelişki şuradadır: İnsan, zaten bütün canlılığın özü olan canlıyı aramaktadır. Yani bundan yaklaşık 3.8 milyar sene önce canlılığa başlangıç veren canlıyı aramaktadırlar. Elbette ki deneylerin sonucunda, bu canlıların bir benzeri oluşacaktır. Yani var olan bir şey, tekrarlanmış olur. Burada bir “yaratım” söz konusu değildir.

Aynı şekilde, bir resim de “yaratılmamaktadır”. Var olan malzeme, değiştirilerek kullanılmaktadır. Ki bu Evrim Teorisi’ni iki yönden destekler. Birincisi, Evrim Teorisi de, zaten var olan maddelerin (atomların) fiziksel ve kimyasal yasalar dahilinde birleşmesinden ve Doğal Seçilim’den ötürü gelişmesinden bahseder. İkincisi ise, hiçbir ressam -en azından ünlü olanları- kafasında bir resmi olduğu gibi canlandırıp, kağıda aktarmaz. Bir yerinden başlar ve resim, çizilme süreci boyunca yavaş yavaş gelişir, hata yapılan yerler adım adım düzeltilir ve tablo, son halini alır. Burada önemli olan nokta, ressamın bir "yaratıcı" olmaktan çok, bir "yön verici güç" olduğudur. Zaten Evrim de, doğa üstü sebeplere ihtiyaç duymadan (ressam da doğa üstü bir güç değildir zira, Evrim'i çürütmez, destekler), kendi yönlendirici güçlerine (Evrim Mekanizmaları'na) sahiptir.

Burada ilginç bir gerçekle karşılaşıyoruz: Aslında Evrim Karşıtları'nın verdikleri betimlemeler, demagoji yapmaları sebebiyle zaten başından hatalıdır. Bir resmin ressamının, bir iğnenin ustasının olmasının, doğanın kendisinin bir tasarımcısı olması gerektiği anlamına gelmez. Zira resmi yapan ressam da, resmin kendisi de, iğneyi yapan usta da, ustanın kendisi de doğal varlıklardır. Doğanın içerisindedirler ve doğanın içerisinden gelmektedirler. Öyleyse doğanın kendisinin neden doğa üstü bir tasarımcıya ihtiyacı olsun ki? Bu saçmalıktır. Doğa, kendi devinimi içerisinde bugünlere gelmiştir. Bu devinim, Fizik yasalarının etkisi altında, milyarlarca yılda olabilmiştir ve olmaktadır. Birey isterse Evren'in başlangıcındaki Fizik yasalarının oluşumunu "doğa üstü" olarak görmek isteyebilir; ancak bu da hayal gücü olacaktır. Zira Fizik bilimi artık bize Fizik yasalarının nasıl oluştuğu ve ayrıştığı ile ilgili bilgiler de vermektedir ve bu süreçler de "doğa-üstü" bir tasarımcıya yer vermez; sadece henüz bilmediğimiz ancak gün geçtikçe öğrendiğimiz doğal süreçlere işaret ederler. Gördüğümüz gibi bir resmin oluşumu da, bir iğnenin üretimi de asla bir anda olmaz; kademeli olarak, şekillenerek, hatalar ayıklanarak, beğenilmeyenler atılarak, beğenilenler üzerinde daha çok geliştirme yaparak son ürün elde edilir. Ancak ressam yaşadığı sürece son ürün de gelişime açıktır. Bu, bizim Evrim örneğimizde Evren'e tekabül eder. Evren ve bu Evren içerisindeki yasalar bu şekilde oldukça, Evrim devam edecektir!

Evrim de aynen resmin oluşması gibi işler. Basit bir noktadan başlar, adım adım gelişir, zayıf ve kötü olanlar elenir ve sadece güçlü olan hayatta kalır. İşte bu sebeplerle, evrim karşıtları kazdıkları kuyuya düşmektedirler. Benzer bir şekilde, bir fabrikanın işleyişinin arkasında mutlaka bir mühendisin tasarımı olduğunu arama fikri, sanki Evrim'e uyarlanabilirmiş gibi gelir ve insanları yanlış düşüncelere sürükler. Halbuki Evrim, "canlılık bilimi" olan Biyoloji'nin bir dalıdır. Mühendislik ve Mimarlık ise "uygulamalı bilimler" olarak geçer, yani temel bilimlerin cansız dünyada uygulanması olarak düşünülebilir. Daha en baştan, canlılar ile cansızları kıyaslamakla Evrim'i çürütmeye çalışmak anlamsız ve hatalıdır. Zaten dediğimiz gibi, bilimsel olarak canlılar ve cansızlar arasındaki tek fark, başlangıçta geçirilen kimyasal evrimdir. Evrim karşıtları ise, bu kimyasal farkı göz ardı ederek, iki varlık tipini birbirini anlatmak için betimleme olarak kullanmaya çalışırlar ki bu son derece yanlış ve bilim dışıdır. Fabrika örneğinde de önemli olan, hiçbir fabrikanın bir anda kurulmadığıdır. Her fabrika, tek bir tuğlanın konulmasıyla başlar ve zamanla gelişir. Fabrikayı tasarlayan mühendis ve mimarların da kafalarındaki tasarım, düşünsel bir seçilim yoluyla, en iyiye ulaşacak şekilde, zaman içerisinde oluşur. Yani aslında yine "doğa üstü bir yaratıcı ve tasarımcı" yoktur. Her şey doğanın içerisinde, doğa yasaları ile var olmaktadır.


3) "Hamlet Yazan Şempanzeler" Betimlemesi Neden Saçmadır?

Shakespeare, elbette ki Hamlet'i rastgele tuşlara bakarak yazmamıştır. Çok uzun düşünme süreçleri ve iç dünyasındaki eleme-seçme mekanizmaları sonucunda var edebilmiştir. Aslında teknik bir bakış açısından bakacak olursak Shakespeare, Boeing'i tasarlayan mühendislerin yaptığı gibi, "doğanın işlevi" rolünü üstlenmiş ve eserini yaratırken bir "seçilim" (Doğal Seçilim gibi) uygulamıştır. Şöyle ki:

Shakespeare, kelimeler ve cümleler denizi içerisinden kendisini ifade edebilecek en iyilerini sürekli bir seçmeye tabi tutmuştur. Anlatımı sırasında en güzel, yani buluancağu cümleye en "adapte" olan kelimeleri seçip, diğerlerini elemiştir. Böylece her bir harfi, her bir kelimeyi, her bir cümleyi yazdıktan sonra bir "seçilim" uygulayarak, basit bir harften başlayarak, dev bir esere ulaşmıştır. Hamlet, asla bir seferde, son haliyle var olmamıştır. Belki Shakespeare'in kafasındaki seçilim, doğadakinden çok daha seri işlemiştir; ancak burada sorunumuz zaman değildir. Sorun, kullanılan betimlemelerin Evrim'e karşı değil, Evrim'i destekler nitelikte olduğu; ancak manipüle edildiğidir.

Betimlemenin doğrusu nasıl olmalıydı? Çok basit. Eğer ki bu "yapay örnek"te doğanın rolünü üstlenen bir ek konulsaydı, o zaman sonuca ulaşılırdı. Yani şempanzelerin sürekli olarak tuşlara bastığını varsayalım. Ve çıkan rastgele harf kalıplarının birçoğunun mantıksız; ancak bazılarının rastlantısal olarak mantıklı, daha doğrusu bizim belirlediğimiz çevre koşullarına (örneğin bizim seçtiğimiz konuşma diline) uygun bazı kalıplar (kelimeler) oluştuğunu varsayalım. Eğer ki bu kelimeleri bir güç (örneğin doğa ya da bu örnekte bir kontrol mekanizması, bir insan) seçecek olsaydı ve geriye kalan tüm anlamsız harf ve kelimeler silinecek olsaydı, o zaman elimizde bir dolu anlamlı kelime olurdu. Daha sonra bu anlamlı kelimelerin oluşumları sırasında, rastlantısal olarak anlamlı kelime öbekleri ve hatta cümleler oluşturanları seçseydik (örneğin şempanzeler artık harflere değil de, devasa ve hayali bir klavye üzerinden, kendi ürettikleri anlamlı kelimelere basıyor olsalardı ve biz çıkan cümle kalıplarını seçiyor olsaydık), bir süre sonra elimizde anlamlı cümleler görmeye başlardık.

İşte Evrim de bu şekilde işler. Evrim'de oluşan ürünü seçen mekanizma bilinçli değildir. Bu da Evrim'in yararlı (ya da bize anlamlı gelen) ürünler üretmesi için gereken süreleri kat be kat arttırmaktadır. Eğer ki bu mekanizma bilinçli olsaydı, bir canlı türü birkaç milyon yılda değil, birkaç saniyede oluşabilirdi. Ancak etrafımızda birkaç saniyede oluşan tek bir canlı görmezken, tüm canlıların evrimleştiğini görmekteyiz. Demek ki, bir güç tarafından birdenbire var oluş iddiası bilimsel olarak anlam ifade etmezken, canlıların kademeli değişimi her an gördüğümüz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Şempanzelerin kelimeleri üzerinde bilinçsiz de olsa bir seçilim mekanizması yaratabilseydik; o zaman milyonlarca yıl sonrasında anlamlı cümleler ve hatta kitaplar elde edebilirdik. Çünkü doğada bu seçilim mekanizması Fizik kurallarına bağlı olarak, istesek de, istemesek de vardır ve bir doğa gerçeğidir. Dolayısıyla betimlememizde bu doğa gerçeğine yer vermek zorundayız; yoksa betimleme hatalı olacaktır.


Cansızlar Üzerinden Giderek Doğru Bir Evrim Betimlemesi Nasıl Yapılmalıdır?
Son olarak, kafalardaki soru işaretlerini silmek adına, illa ki cansızlık kullanılarak Evrim betimlenecekse nasıl doğru bir betimlemenin yapılacağını gösterelim:

İlk olarak aynı türden farklı bireylerin olduğu bir alan seçilmeli, hatta aynı “aileden” demek biyolojik anlamda daha doğru olur: Otomotiv sektörü “ailemiz” olsun. Ayrı ayrı, Ford, Renault, Opel, Toyota ve diğerleri de “cinslerimiz” olsun. Her bir cinsin de, türleri olsun. Örneğin: Toyota Avensis, Ford Fiesta, Opel Vectra gibi. Bu türlerin de, farklı senelerdeki kasalarına, motorlarına, yapılarına, vb. özelliklerine göre alt türlerinin (mühendislik diliyle "tiplerinin") olduğunu biliriz.

İlk otomobil, 1800′lerin sonunda üretildi. Daha sonra pek çok marka (cins), model (tür) ve tip (alt tür) üretildi. Ancak günümüzde, sokaklarda hiç 1800 model bir araç görmüyoruz, neden? Çünkü araçlar da, “Doğal Seçilim”e benzetebileceğimiz bir şekilde elenirler. Teknoloji (üretebilme gücü) ve değişen insan istekleri (doğadaki rastlantısal değişimlerle benzeşebilir), her zaman daha iyi eklentilere doğru ilerlemiştir. Aynı aile (otomotiv) içerisinde bulunan farklı cinslerin (Ford, Renault, vs.) içindeki farklı türler dahi (Vectra, Astra, Corsa, vb.) “evrimleşirler” ve başarısız olanlar elenirler.

Bildik bir araç türü olduğundan bunu Honda Accord’da inceleyebiliriz. İlk modeliyle, 2010 modellerine baktığımız zaman, arada dağlar kadar fark görüyoruz. Ve tercihler de, her zaman modern ve yeni olandan yana, yani tıpkı Doğal Seçilim gibi, insan istekleri de iyi olanı seçip, kötü olanı eliyor. Günümüzde yollarda hemen hiç Ford T-Type (ilk üretilen araçlardan biri) görmeme sebebimiz, tam olarak budur. Ve toptan, genel (overall) baktığımızda, “otomotiv sektörünün”, biyolojik bir cins gibi evrimleştiğini görürürüz. Görüntüsü değişir, özellikleri değişir. Ancak bir jet uçağıyla hemen hemen aynı hızda giden Bugatti Veyron, otomobil ilk bulunduğunda birdenbire yapılamamıştır! Zaman içerisinde, ufak değişimlerin birikmesi ve araçların gelişmesi, evrimleşmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Neden? Çünkü doğa, en azından pek çok zaman, basitten komplekse ilerler (enerji dengesi açısından da bu gereklidir).

İşte bu, daha gerçekçi, daha doğru ve daha düzgün bir betimlemedir. Tabii çok daha dallanıp budaklandırılabilir; hatta bir Evrim Ağacı bile oluşturulabilir. Ancak bilimsel tabanda kalmak adına daha fazla bu gereksiz ve yersiz betimlemelerin üzerinde durmaya gerek görmüyoruz. Evrim'i anlamak için çok daha güzel yöntemler var (bkz: kitap okumak). Bu tip düşünce biçimleri ile, bilimsel alanda yeterince hakimiyet sahibi olmayan zihinler, kolayca manipüle edilebilir ya da kendiliğinden bilimsellikten uzaklaşabilirler. Bu sebeple, bazı konularda betimleyici açıklamalar yaparken, ön kabullerimizi çok net bir şekilde ortaya koymalı ve bilimselliklerinden emin olmalıyız. Eğer beceremiyorsak da, böyle bir işe hiç girmemeliyiz.

Umarız açıklayıcı olmuştur.

Saygılarımızla.
 

geceinci

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
11 Ağu 2013
Mesajlar
25
Tepkime puanı
0
Puanları
0
[video=youtube;r5wvAB3BRuM]http://www.youtube.com/watch?v=r5wvAB3BRuM[/video]

Zamanınız varsa şunu da izlemenizi öneririm...

Kadın ve erkek eşit değildir! KADIN VE ERKEK EŞİT HAKALARA SAHİPTİR. Bu basit temel sosyal algıdan uzak olunursa ortaya böyle yanlış bir mantık üzerine dakikalarca konuşan adamlar çıkar, kadın için dövüşmek benim görevim der ve bundan para kazanır.
 

geceinci

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
11 Ağu 2013
Mesajlar
25
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İslam'dan önce kız çocuklarının diri diri gömdüklerini unutmayın. Kadınlarında AllaH'IN kulu olduğunu, onlarında değere değdiklerini İslam öğretmişti cahiliye halkına.

Lütfen bu paylaşımımı okuyun.

İslam öncesi dönemi ‘cahiliyye’ olarak tanımlayanlar, bu dönemde Arap kadınının köle durumunda tutulduğunu, mal gibi alınıp satıldığını ve bu durumun Muhammed ile düzeltildiğini fakat daha sonra, yani İslami esasların ihmali nedeniyle kadın haklarının yok kılındığını iddia ederler. Bu iddianın tarihi gerçeklere oturmadığını kısaca belirtmekte yarar vardır.
Sözde Cahiliye Devrinde Arap Kadını Özgürdü.
Tarihi gerçek o’dur ki İslam öncesi dönemde Arap kadını, toplumun şerefle sayar olduğu, siyasal ve sosyal haklarla donattığı bir varlıktı; mal değil aksine hak süjesi durumundaydı. Erkeğini kendi seçer ve dilediği takdirde boş edebilirdi. Giyim ve kuşamında olduğu gibi dilediği işleri görmede (örneğin ticaret) serbestti. Bunun böyle olduğunu Arap kaynaklardan öğrenmek mümkündür. Sebe melikesi özelliği, ‘cahilliyye’ olarak küçümsenmek istenilen dönemlerde kadının devlet başkanlığına gelebildiğinin kanıtı olmak üzere ortadadır. [İzzettin, age, (1953) 29.]
Kur’an’da Sebe Melikesi diye adı geçen Belkıs, ilk Arap kadın hükümdarı sayılır. Güya şeytana kanmış ve Allah’ı bırakmıştır. Hüdhüd kuşu bunu Süleyman peygambere bildirmiş ve o da Sebe melikesine mektup yazarak muhteşem köşküne davet etmiş ve bunun üzerine Sebe Melikesi: ‘Rabbim, şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum’ (Neml 20-45) diyerek inananlardan olmuştur.
‘Kitab al-Muhabbar’ yazarı Muhammed İbn Habib (el-Bağdadi) , İslam’dan önce Arap kadınının sosyal ve ekonomik haklara sahip olduğunu, evleneceği erkeği seçmekte ya da dilediği işleri görmekte özgür bulunduğunu kanıtlayan nice örnekler verir. (Eyyumu’l-Arab’da bu hususlar açıklanmıştır.) Bunlara eklenebilecek en ilginç örnek, hiç kuşkusuz, Muhammed’in ilk karısı Hatice’dir.
Bazı yazarlar, Cahilliyye’de Arap kadınının şahsiyet sahibi olmadığını, mal-mülk edinemediğini kanıtlamak gayretkeşliğiyle Hatice’nin işlerinin babası tarafından yürütüldüğünü ve fakat babasının bir savaş esnasında ölümü üzerine güç durumda kalıp ne yapacağını bilmediğini ve sırf işlerini yürütebilmek maksadıyla Muhammed’i işe aldığını ve Muhammed sayesinde kurtulduğunu iddia ederler.
Oysa ki gerçek bu değildir; zira Hatice, babasının ölümü üzerine ticarete başlamamıştır; çok daha önceden beri ticaretle meşgul olmuştur. İbn İshak ve İbn Hişam ya da Taberi gibi en sağlam kaynakların bildirdiğine göre Hatice Kureyş kadınları arasında neseb bakımından üstün, şeref ve servet bakımından yüksek, akıl ve idrakle iş gören, zeki bir kadındı. Ticaretle uğraşırdı; başkalarına mal ve para vererek ticaret eder, onlara kardan belli bir pay ayırarak karları paylaşırdı. Kureyş kavminden her erkeğin onda gözü vardı. Dul kaldığı andan itibaren her erkek onunla evlenmek için can atar, maksadına erişmek için paralar harcardı. Fakat o gönlüne yakın birini bulamadığı için hiç kimseye kulak asmazdı.
Fakat Muhammed’in ‘güvenilir’ bir kimse olduğunu işitince ona adamlarını göndererek Şam’a gidip alış verişte bulunmak üzere para ve mal vereceğini ve kölesi Meysere’yi de kendisine yardımcı katacağını bildirdi. Muhammed onun bu teklifini kabul etti. Hatice’den mal alarak ve yanında Meysere de olduğu halde Şam’a gitti. Malları satıp, paraları topladıktan sonra Mekke’ye döndü. Getirdiği malları Hatice’ye teslim etti. Hatice bu malları bir kat fazla fiyata sattı ve karı paylaştı. Hatice Meysere’den bilgi istediğinde Meysere kendisine, Şam’da bir Rahib’in Muhammed hakkında ‘Bu zat bir peygamberdir’ dediğini ve yolda gelirken iki meleğin Muhammed’i gölgelediğini söyledi. Bunun üzerine Hatice, adam göndererek kendisiyle evlenmek istediğini Muhammed’e bildirdi. Muhammed bunu amcalarına açıkladı. Ve amcası Hamza bin Abdülmüttalib, Hatice’nin babasının katına giderek ondan Muhammed için Hatice’ye talib oldu. Böylece Muhammed Hatice ile evlendi. (Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, M.E.B.Yayınları, İstanbul 1966; 2.cild; 68-71)
Vakidi’nin anlatışına göre Hatice’nin Muhammed’le evlenmesi şöyle olmuştur. Hatice Muhammed’e aracı göndererek ona evlenme teklifinde bulunur. Bu arada kendi babasına bolca şarap içirterek onu sarhoş kılar ve sonra Muhammed’e, amcasıyla birlikte gelmesini ister. İstediği gibi olur; Muhammed amcasıyla birlikte Hatice’nin babası Huvayilid’ten, kızına talib olduğunu ve onu Muhammed’le evlendirmesini söyler. O da denileni yapar ve kızını Muhammed’e verir. (İbid. 70)
İslam öncesi dönemde Arap kadınının kendi başına ticaretle uğraşabilecek, ya da erkeğe evlenme teklif edebilecek kadar açık fikirli olduğunu kanıtlayan bu örneğe benzer daha nicelerini burada sıralamak mümkündür. Kitabu’l-Agani’de adı geçen Selma bint Amr, ki sadece şiirleriyle değil fakat güzelliğiyle de ün salmış bir kadındı, pek çok talipleri bulunmasına rağmen kendi kafasına ve gönlüne uygun birini bulana kadarevlenmeme kararında olduğundan sayısız taliplerini reddetmekle tanınmıştı. Evlenirken de, evlilik boyunca özgürlüğüne sahip kalacağına ve dilediği an kocasını boşayacağına dair şart koşmuştu.(Agani, XIII ve XVI. 124. İbn Hişam, age, 83)
Yine aynı şekilde, kadın şairlerden Bint Amru’l-Harise bin el-Şarid, ki üç kocaya varmış ve kocalarının hepsini de kendi seçmiş ve boşama şartı ile evlenmişti, zikredilebilecek bir başka örnektir.
İslamiyette kadının kocasını boşama hakkını nikah esnasında alabileceğine dair İlmihallerde yazılanlar aslında İslam’la değil, Cahiliyye dönemiyle alakalı Arap Örfleridir. Kur’an’ın kadına bir tek yerde boşanabilme hakkı verdiğini görüyoruz. O da eşine tazminat ödemesi şartıyla. Evlilik birliğinin sona ermesinde eşin kusurlu davranışları, şiddet uygulaması Kur’an için mühim görülmemiş, böyle eşlerden kadınların boşanabilmesi ancak o fena eşlere mehir olarak aldığını bırakmak, yani tazminat ödemek şartına bağlanmıştır. Oysa ki erkeklerin kadınları ne denli kolay boşayabildikleri Kur’an’daki düzinelerce ayette zikredilmiştir.
Muhammed’in dayısı Abdül-Muttalib b. Haşim’in annesi Selma binti Amr, bu konuda verilecek nice örneklerden bir diğeridir ki, Cahilliyye döneminde Arap kadının özgürlüğünü temsil eder. En sağlam Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki Selma, öylesine şahsiyetine ve özgürlüğüne sahip bir kadındı ki, evleneceği zaman kendi işlerinin kontrolünü kendi elinde tutacağına ve dilediği zaman kocasını boşayacağına dair şartı, evlilik akdinin şartı kılardı. (Sahih-i… I. sh. 49; VIII, sh. 410; İbn-i İshak, age, sh.59)
Hemen hatırlatalım ki İslamdan sonra Arap kadını, kocasını seçme hakkını yitirmiştir. Aynı şekilde Cahiliyye’de kocasını boşama hakkına sahip iken, İslamdan sonra bu hakkından da yoksun kalmıştır. Zira Muhammed, muhtemelen kendi başına gelenlerden ders almış olarak, boşanma hakkını sadece kocanın hakkı olarak yerleştirmiştir. Örneğin Hazrec’in kızı Leyla ‘aramızdaki akdi boz’ diyerek onunla ilişkisini bozanlardan biridir.
Öte yandan ‘Müt’a evlilik’ sistemi, İslam’dan önce Arap kadınının özgürlüğünün bir başka örneğidir. Arap lügat’lerine göre ‘Zevk evlenmesi’ anlamına gelen bir tür evliliktir, ki, belli bir süre boyunca birlikte yaşamak isteyen kadın ve erkek, hiç bir özel merasime gerek görmeden, aralarında yapılacak bir anlaşma ile evlenebilirlerdi. Evlilik akdi sırasında ne kadının babası ya da velisi ve ne de başkaca bir tanık hazır bulunurdu. Böylece iki tarafın serbest iradesiyle geçici bir evlilik kurulmuş olurdu. Her ne kadar bu evliliğin, kadına verilen bir ücret karşılığında yapıldığı ve belli bir süre (örneğin üç gün) için geçerli olmak üzere akdolunduğu belirtilirse de, gerek akdin serbest iradeye dayalı bulunması ve gerek sürenin taraflarca istendiği gibi uzatılabilmesi nedeniyle ortada kadın bakımından kısıtlayıcı bir durum söz konusu değildi.
Kadınların müt’a suretiyle nikah edilmesi usulüne Muhammed yıllar boyu ses çıkarmamıştır; aksine izin verdiğini bazı hadis’leriyle açıklamıştır. (Ali İbn-i Ebu Talib’den Buhari’nin rivayeti için bkz. Sahih-i… X, 272, hadis no 1613) Hatta söylendiğine göre kendisi bile bundan yararlanmıştır. Ancak ne var ki usulün devamına izin vermesinin nedeni, yine İslam kaynaklarının bildirmesine göre; Kadın ihtiyacının şiddeti ve onların azlığı ve harb ve gaza gibi müstesna zamanlara ait bulunmasıdır, yoksa kıdının özgürlüğüne önem vermesinden değil. Bazı kaynaklar, Hayber günü bu usulü yasakladığını, ve Mekke’nin fethi seferinde yeniden serbest bıraktığını fakat Veda Haccı’nda kesin olarak ortadan kaldırdığını bildirirler. Bununla beraber müt’a uygulamasını yasaklamadığını kabul edenler, ve hatta Kur’an’a koyduğu bir ayet ile ‘ücret karşılığı kadın alma’ olasılığını sağladığını söyleyenler de vardır. Nisa Suresinin 24. ayetinde: (Evli kadınlardan ve cariyeler’den) başkasını… mallarınızla istemeniz size helal kılındı ‘ diye yazılıdır. Bundan dolayıdır ki şii’ler arasında hala müt’a ile nikah usulü geçerlidir. O kadar ki İran Devletinin bu usulü destekler nitelikte kararnameler yayımladığını biliyoruz.
Şunu da eklemek gerekir ki cahilliye döneminde Arap kadını, sözünü geçiren ve erkeğini etkileyebilen, haysiyetine düşkün bir varlıktı. Kocasını saydığı kadar kocası da karısını sayardı; çocuklar baba otoritesine olduğu kadar ana otoritesine de bağlıydı. (Lichtestadter, age 65-83, 1935)
Bu yazı İlhan Arsel’in Şeriat ve Kadın kitabından faydalanarak hazırlanmıştır. Ülkemzin nadiren yetiştirebildiği bilim insanlarından biridir. Yobazların baski ve tehtitleri nedeniyle ömrünün son yıllarını yurtdışında geçirmek zorunda kalmış ama yılmayıp insanlarımızı aydınlatmak için çabalamıştır. Kendisini saygıyla anıyorum.

Bunun dışında diğer söyledikleriniz kısr döngüden ibaret.
 

geceinci

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
11 Ağu 2013
Mesajlar
25
Tepkime puanı
0
Puanları
0
[video=youtube;0G8VQ7NzafY]http://www.youtube.com/watch?v=0G8VQ7NzafY[/video]

[video=youtube;MmdZ8_dorAQ]http://www.youtube.com/watch?v=MmdZ8_dorAQ[/video]
 

Ümit Zafer Bağcı

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Kas 2012
Mesajlar
233
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Maalesef ama maalesef yine dönüp dolaşıp başa geliyoruz. Hz.Aişenin 6 yaşında Hz.Muhammed'in 50 yaşında olduğunu söylüyor tamamen saçmalık. Zaten suriyeli olduğunu söylüyor. Orada gördüğün İslam'ın gerçek İslam olduğunu bilinç altına yerleştirmiş ve bundan emin bir şekilde konuşuyor. Bu videolar tamamen çarpıtılmış, hiçbir değeri olmayan videolardır. Aklı selim bir kimse bu yalanlara kanmaz. Cahiliye devri için yazdıkların da yine tarihi kendi taraflarına çekmek isteyenlerin oyunlarından ibarettir. Günümüzde doğuda bile hala erkek çocukları daha ön planda tutulur kadınlar dışlanır. Hele 1400 yıl önce neler vardı Allah bilir.

[video=youtube;-dVKkA6iE3A]http://www.youtube.com/watch?v=-dVKkA6iE3A[/video]



Ayrıca kalem örneğini saçma bulduğunu yazmışsın. Eğer o kalem üstün özelliklere üstün bir zekaya ürünü olma özelliğine sahip olmasaydı. Özel tasarımı olmasaydı dediğin gibi olabilirdi. Birkaç madde ile plastik bir araya gelmiş evrim geçirmiş kalem oluşmuş derdik. Ama bir araya yine gelmelerine rağmen kalemin kapağının bile bir görevi var. Burda bir tasarım var. Evrende işte böyle. Eğer evrende eksiklikler olsaydı, maddeler eksikliklerle dolu olsaydı, çok üstün matematiksel işlemlerle sabit bilgiler bulunmasaydı, sizin 5 benim 2 gözüm olsaydı o zaman evet bir tesadüf sonucu var olmuş diyebiliriz. Ama evrende de süper ötesi bir düzen var bu da bir ustayı işaret ediyor.
 

Ümit Zafer Bağcı

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Kas 2012
Mesajlar
233
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Ben de çok düşündüm, hatırlıyorum tanrı'nın var olmasını gerçek olmasını beni umursayan sonsuz güç sahibi birinin olmasını herşeyi bu kadar düşünmeme gerek kalmamasını herşeyin onun eseri olduğunu bilmeyi falan ben de çok istedim, inanın bunlar çok içgüdüsel duygular, insanın evrimine işlemiş bir durum. İnsan ırkı geçmişten bu yana tarih boyunca Ay'a yıldızlara Güneş'e ateşe vs kendinden güçlü gördüğü birçok şeye tapındı tabiri caizse doğayla sınandı ve kendine koruyucu seçti sığınak seçti, bu insanın evrimine işlemiş bir durum daima öyle hissedeceksin, Tanrı varmış gibi, çünkü bu Dünya ya Evren e bakıp güzellikler görüyorsun eğer sen bu Dünya'daki kötülükleride görebiliyorsan inan bana şanslısın, şanslısın ki, sorguluyorsun. Güzelliklere sebep aradığın kadar kötülüklere de suçlu arıyorsun işte bu yüzden de Tanrı'ya ihtiyacın var bu yüzden de onu hissetmeye ihtiyacın varki yükün hafiflesin. Yoksa bu dünyadaki kötülüklerde payda sahibi olduğun gerçeği can yakıcı olacak. Afrikadaki açlıktan ölen çocuklardan sen de biraz sorumlu olacaksın.
"tanrılar kötülükleri yeryüzünden kaldırabilir mi veya kaldıracak mı veya istese de kaldırabilir mi; yoksa bunu yapamaz mı, yoksa yapmayacak mı, veya nihayette tanrılar hem yapabilir ve hem de yapmak istiyorlar mı?.. eğer tanrılar yeryüzünden kötülükleri kaldırmak istiyorlar da kaldıramıyorlarsa o zaman onlar her şeye gücü yeten değillerdir. eğer yapabilirler de, yapmak istemiyorlarsa o zaman onlar iyiliksever değillerdir. eğer onların kötülüğü kaldırmaya ne güçleri ne de istekleri varsa o zaman onlar ne her şeye gücü yeten, ne de iyilikseverlerdir. ve son olarak eğer tanrı'lar kötülüğü kaldırma gücüne sahipseler ve kaldırmayı istiyorlarsa o zaman kötülük nasıl ortaya çıkmıştır?" -

bunu da düşünmelisin ve pek çok şeyi,

Tanrı algısını yitirmek adeta insanın doğasına ters, zorlayıcı bir durum, insanın aklına hep şöyle bir soru geliyor;
- Bu kadar insan aptalda bir ben mi akıllıyım yahu ?

bu soruyu sormak cesaret gerektirir, ama bu soruya cevap bulmakta cesaret gerektirir, bundan yıllar önce rönesans döneminde insanlar klise tarafından yönetiliyor ve Dünya'nın düz olduğu savunuluyordu, çünkü incildeki veriler buna işaret ediyordu, ve kilise aksini iddia edenleri afaroz edip yargılıyordu. Demekki herkesin yanlışta diretmesi yanlışı doğru yapmaz.


Zaten çoğu insanın sırf kötülüğü düşünerek ateist olduğuna tanıklık ettim. Ama şöyle bir söz vardır ve ben bunu kendimde yaşadığım için destekliyorum : Az felsefe insanı tanrıtanımazlığa götürür. Derinlemesine felsefe insanları tanrıya vardırır. Gerçektende insan düşünme yolculuğuna başladığı zaman önce doğuştan içinde bulunduğu toplumun bilinç altına yerleştirdiklerinin yardımıyla ilerler. Mesela Müslümansa evet tanrı vardır der. Sonra araştırır bazı ateistlerle karşılaşır ve çelişkiye düşmeye başlar. Ya yoksa der. Tekrar araştırdıkça aklı iyice karışır ve başına kötü bir olay gelince evet tanrı yok der. Ne zaman üzülse bunu tanrıya yükler. Ama madde boyutunu aşıp daha derin düşünmeye başladıkça ve düşündüğü her şeyin anlamını bildikçe evreni daha farklı açılardan anlamaya başlar. Kötülüğün neden var olduğunu, her dua ettiğinde tanrının neden yardım etmediğini vb anlar. Çünkü artık halk arasında duyduğu kulaktan dolma bilgilerle değil herşeyi irdeleyerek ve mantıksal çıkarımlar yaparak cevaplamaya çalışır. Mesela her duamız neden kabul olmuyor, hastalanınca neden doktora gideriz de dua etmeyiz gibi hala işi kavramamış kişilerin sorduğu sorulara sadece güler. Çünkü bu kişiler Allah'ı tanımamakta ve onu insansı bir tanrı sanmaktadırlar. Biz dua ediyoruz ve o da yukarıdan bizi dinleyip sihirli değneğiyle bize yardım ediyor. İşte bu düşünce yapısına sahip insanlar tanrının saçma olduğunu düşünüyorlar. Evet gerçektende onların düşündüğü tanrı saçmadır. Aslında ateizm tanrı tanımazlıktır. Zaten tanrıya kim inanır ki? Ateistler hayali tanrılarını Allah sanarlar ve ona inanmadıklarını söylerler. Oysa Allah'ı kavrayan kimse ateist olamaz zaten bu fıtrata aykırıdır. Allah her şeyi ezelden biliyordu bizim ne zaman dua edeceğimizi de biliyordu. Ve ezelde bu dualarımızın yanıtını zaten vermiştir. Her duamıza da yanıt beklemeyelim. Biz yaşadığımız sürece bunun farkına varamaya biliriz ama elbet karşılığını ileriki zamanlarda buluruz. Yıllar geçer iyiki de duam kabul olmadı deriz. Yoksa biz dua edince Allah aşağıya eğilip bizi gizlice dinlemiyor. Bunlar saçmalıktır. Demek istediğim siz ateistler işin özünde değilsiniz. Ayrıca tanrının yokluğuna bilimde bir tane bile delil yoktur varsa paylaşabilirsiniz. Var olduğuna dair de kesin deliller yoktur. Zaten tanrının kendisi bu delilleri sunmak istememktedir. Yoksa dünyada sınav biter herkes direk cennetlik olurdu ve Allah'ın halifesi olma şansımızı kaçırır düzen alt üst olur ve aklın önemi kalmazdı. Sınav anında bunlar bir düzene oturmaktadır....
 

Ümit Zafer Bağcı

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Kas 2012
Mesajlar
233
Tepkime puanı
0
Puanları
16
AYRICA BU VİDEOYU YALANLAYABİLİR MİSİNİZ?


[video=youtube;yOWFNmX8tgY]http://www.youtube.com/watch?v=yOWFNmX8tgY[/video]
 

Ümit Zafer Bağcı

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Kas 2012
Mesajlar
233
Tepkime puanı
0
Puanları
16
AYRICA DÜN PAYLAŞTIĞIM BU VİDEOYU DA ÇÜRÜTMENİZİ İSTİYORUM


[video=youtube;oEdEDo9GyU0]http://www.youtube.com/watch?v=oEdEDo9GyU0[/video]
 

flzf

Filozof
Yeni Üye
Katılım
12 Mar 2009
Mesajlar
850
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
''tanrının her şeye gücü yettiği ve her kötü olaya anında müdahale ettiğini düşünelim;

canlıların birbirini katletmesi kötü bir şey,o zaman vahşi doğada hiç bir hayvanın (buna canlıların en vahşisi insanı da katıyorum) birbirini yemesine müsaade etmezdi..hayvanlar açlıktan ölürdü..''


Canlı diye bahsettiğin şeylerin birbirini yemesi Kötü bir şey mi diye bir soru geliyor akla. Sence bu kötü birşeyse tanrı neden canlıların yaşayabilmesi için böyle bir sistem içinde yaratmış ki canlılar hayatta kalmak için birbirlerini yiyor. Tanrı vahşetten mi hoşlanıyor mesela

''bitkiler canlı organizmalar değil mi?onların tanrısı yok mu?tanrı yine her şeye gücü yeten olarak eyyy koyunlar durun yediğiniz otlar canlıdır onları yiyemezsiniz mi diyecek,ne kadar saçma....''

Otların acı çektiklerini hiç sanmıyorum veya bilinçleri olduğunu koyunlar hayatta kalmak için acı çekebilecek başka bir canlıyı katletmek zorunda kalmadan yaşayabiliyor neden diğer canlılarda bu şekilde yaratılmadı. Çoğu vejeteryan arkadaş vicdanen et veya et ürünü yumurta bile yemiyor. Demekki olabilecek bir durum neden bütün canlılar bu şekilde değilde birbirini yiyecek şekilde yaratılmış bu tanrı müdahale ediyor etmiyor meselesinden ziyade neden bu şekilde meselesi.

''neden tanrıyı hep insan ırkının tanrısı olarak görürsünüz ki,develere aşırı yük yüklenmemesi emrini veren yine bir dinin peygamberi değil miydi.?

akarsudan abdest alırken bile suyu israf etmeyin diyerek doğa kaynaklarının boş yere sarf edilmemesini isteyen yine aynı peygamber değil miydi?

tanrı iyilik sever biri olarak her canlının hakkını arayacak olsa dünyada canlı türü olmaması lazım.........''

En son yazdığına sen inanıyormusun gerçekten herşeye gücü yetenin buna gücü yetmezmi.

''insanlarda hayvanlarda bitkilerde hayatta kalabilmek için beslenmek zorundadır...bu bir yaşam döngüsüdür,siz buna doğa kanunları diyorsunuz biz de tanrı...''


Her parafında beslenmekten bahsetmişsin neredeyse acıktınmı sakal :)



''Allah'ın sopası olsa önce insanı döverdi,çünkü hiç bir hayvan yada bitki zevki için beslenmiyor yada birbirini yemiyor...eşrefi mahlukat denen bizim gibi sefil yaratıklar dünyayı böyle yaşanmaz hale getirdi ve kötülükleri yaydı...Allah değil...sözde akıllı bir türüz ya.!!! hadi aklınızı görelim de dünyada yaşanan bunca açlığı zulmü katliamı durdurun...

her ağzımız açıldığında Afrika'da ki açlardan bahsederiz, biz Afrika'daki aç çocuklar için ne yaptık klavye başında kalemşörlük yaparak.......

geçiniz efendim,çok basit olacak ama imtihan diyoruz biz buna...

dünyada yaşanan her şeyden haberimiz oluyorsa bence her şeyden sorumluyuz..kanada daki fok katliamı da adeviye meydanındaki insan katliamıda bana göre aynı...dünyada ki bütün zulümler insan elinden çıkıyor tanrı ne yapsın.?adam olun diye yaratmış biz hayvanlaşıyorsak bu tanrının suçu mu?''


Tanrı insanları bilinçli olarak bu şekilde yarattıysa e tabi suç birazda onda. Sakal birde kafam kazan gibi fazla yazamıyorum detaylı olarak kusura bakma.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
bana hitaben yazdığın çoğu şey geceinci ye cevap olmuş,hakikaten kafan karışık gibi...daha sakin bir zamanda yeniden görüşelim..

iyi geceler,
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
Bu dünyadaki kötülüğün varlığının Tanrının aleyhine kullanılması vahye göre temelsizdir. Kutsal dinlerin hepsinde Cennet bahçesinden kovulma ve insanın dünyaya düşmesi temeli vardır. ve bu dünya hayatının amacı Tanrısal hayata tekrar katılma/yükselme/Cennete dönüştür...yani kötülüğün olmadığı yere tekrar dönüş .. bu temel üzerinde ''dünyada neden kötülük var'' demek saçmadır, burası zaten düştüğümüz yerdir bu sebeble burda kötülük vardır, kurtuluş Tanrısal hayata yükselmekle olacaktır...
 

Ümit Zafer Bağcı

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Kas 2012
Mesajlar
233
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Ateistler her zaman bizim felsefe yapmadığımızı, bilimden uzak olduğumuzu, dinin kalıplaşmış düşüncelerinde takıldığımızı, dini felsefede ilerleyemediğimiz yerlere yama yaptığımızı vb söylerler. Gerçekten işin özünü kavramış biri olarak yazıyorum ateistler işin özüne inemeyen kişilerdir. Evet sıradan halktan üstündürler çünkü onlar sorgularlar. Ama felsefe sorgulamaya başladığın zaman karşısına direk doğruyu çıkarmaz. Daha derin düşündüğün zaman anlarsın ki ilk düşündüklerin aslında bilgi birikiminin az olmasından dolayı sana doğru gözüken yanlışlardır. Ateistler felsefenin girişinde ki tanrı yanılgısını doğru kabullenip bunu ön yargılarıyla sabitlerler. Zaten Kur'an'da kalpleri mühürlenmiş kişiler diye boşuna bahsedilmiyor. Her zaman söylüyorum yaratıcıyı tanrılaştırırlar. İşte "kötü" kavramına da tanrıcılık gözünden baktıkları için insansı iç güdülerle tanrının görevini yapmadığını düşünürler. Neden dünyanın bir tarafında insanlar çok yemekten rahatsız oluyor da diğer tarafta insanlar kuru bir ekmek bulamıyor? Zulüm çeken insanların günahı ne? Hani sizin tanrının, tanrı olsaydı bunlara müdahale etmez miydi? Gibi gibi sorular sorarlar. İşte bunların sebebi onlar tanrıyı insanlaştırırlar asıl parçayı bulamazlar. Mesela tanrıyı yaşlı bir dede gibi düşünüp gökyüzünün uzak bölgelerinde bizi seyrettiğini ve kötülüklere karşı savaşmadığını düşünürler. Eğer tanrı olsaydı adaletli olur ve o kötülükleri engellerdi diye düşünürler. Oysa Allah elinde sihirli değneği bulunan ak sakallı bir dede değil ve bizi gökyüzünden izleyip sihirler yaparak yönetmiyor. Allah bütün düzeni kurmuş ne olacağını önceden işlemiş ve yaşamı akışına bırakmıştır. Artık bize müdahale etmemektedir. Bizi özgür irade ve akıl vererek bu dünyada her birimizi hükümdar kılmıştır. Eğer Allah sihirli değnekli bir dede olsaydı önce camide insanların ayakkabısını çalan hırsıza zarar verirdi. Ama o biz insanlar gibi düşünmüyor, bizim gibi yönetme düzeni yok. O her şeyi ezelde tayin etmiştir. Bu dünyada herkes istediğini yapabilir. Ateist bir öğrenci çok çalışır Allah'a dua eden inançlı bir öğrenciyi geçebilir. Çünkü Allah yaşlı dede olmadığı için bu çocuk beni çok zikritti sınavda bir kaç soruda ben yardım edeyim gibi bir zihniyet yok. Ama bu inanan çocuk her nerede olursa olsun yaratıcıya yönelmenin mükafatını mutlaka alacaktır. Belki kendisi de bu mükafatın farkında olmayacaktır. Dünyada kimseye engel yok isteyen ekin eker sular bakım yapar. İsteyen kumsalın keyfini çıkarır, yatar, yer içer. Ama kışın ekin eken rahat olur, eğlenen zora düşer. İşte sistem bundan ibaret dünyada eken ahirette biçecektir. Bu yüzden her şeyi kendimiz belirlemekteyiz, Allah kimseye müdahale etmiyor. İsteyen ateist olur isteyen inançlı hiçbir şeye müdahale yok. İşte bu yüzden kötülükte serbest dünyada. Eğer kötülük var diye tanrı yoksa o zaman iyilikte var tanrı tekrar mı var oldu. Sadece kötülük olsaydı haklısınız derdim bu tanrı ne kadar da kötü niye biz kullarına böyle davranıyor. Ama kardeşlerim kötünün yanında iyi de var. Zaten Allah'tan başka her şey zıttıyla birlikte yaratılmıştır. Eğer kötülük olmasaydı iyi diye bir şeyin kıymeti kalmazdı ki. İyinin önemi olmazdı çünkü her şey iyi olacaktı. Ama şimdi iyiliği yücelten bir kötülük var. Yani aslında kötülük iyiliğin gücünü göstermek için vardır. İyiliği ön plana çıkarmak için vardır. Çünkü insana fayda veren kötülük değil iyiliktir. Bizim için geçerli olan bize yarar sağlayandır. Allah sadece iyi veya kötü değildir. O bütün özellikleri barındırır ama kimseye kötülük yapmaz ama yarattıklarının kendi kendilerine kötülük yapmalarına da engel olmaz. Allah'ın "Kahhar" ismini de unutmayalım. Bunun ahiret tarafı da var insanlar dünyada farklı açılardan sınanırlar. Kimi açlıkla sınanır kimi de toklukla. Unutmayın ki aç olanın hali ne kadar kötüyse fazla tokun hali de en az aç olanın hali kadar kötüdür. Afrikada aç olan insanlar Allah'ın adaletsizliği değil yine insanların kendi nefislerinin sonucudur. Zamanında Avrupa ülkleri az mı sömürdü Afrikayı? Şuanda az mı oyun oynamaktadırlar? Ama Allah yaşlı bir dede olmadığı için yukarıdan bağırmıyor hey Amerika güçsüz kullarımla oynama diye! Her şey akışında ilerliyor, insanların kendi yaptıklarını kendilerinin çekmesi gerekiyor. Üst taraftan bir müdahale yok. Şuan düşünemediğim ayrıntılarda var. Allah asla kullarına karşı adaletsiz değildir. Anca kullar birbirlerine karşı adaletsizdir ama bu da yanlız dünya hayatında sürecektir ki sınav yerini bulsun....
 

Ümit Zafer Bağcı

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Kas 2012
Mesajlar
233
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Kötülük iyiliği yüceltmek ve iyiliğin varlığını idrak edebilmemiz için var ve gereklidir demiştim. Şu örnekleri de vermek istedim:

Eğer ağlamak olmasaydı gülmenin değerini anlamazdık. Burada ağlamak kötü olandır. İnsan ağlamanın kötü olduğunu bildiği için kendisinde görmek istemediği bir şeyi başkasında da yapmayarak başkalarını sevindirmelidir. Yani kötülük iyiliği doğurmuş oluyor. Tabi bu da yine insanın kendi elindedir. Sadece iyi olsaydı tanrı kusurlu ve eksik olurdu. Kötülük tanrının kusursuzluğunu her yönden farklı farklı özelliklere sahip olduğunu yani her yönden kusursuz olduğunu gösteriyor.

Ayrıca şimdi Afrikadaki insanlardan çok biz beter haldeyiz. Çünkü kardeşlerimiz orda açken, kötü haldeyken biz elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz. Her şeyi tanrıdan bekkemek ne kadar doğru? O zaman biz sofrada oturalım yemeklere bakıp hiç yemeden doyalım olur mu böyle bir şey. Eğer sadece Afrikalılar değil hepimiz aç olsaydık bu tanrının acımasızlığı olurdu ama şuan biz aç değiliz ve onlara yardım edebiliriz. Yani onlar açlıkla bizler ise onlara yardım edip etmemekle sınanıyoruz. Ayrıca Afrikada açlığa rağmen şükür edip bunun bir sınav olduğunu idrak edenler elbet huzura ereceklerdir. Biz onların açlığını düşünüp saf saf oturdukça asıl kaybeden bizler olacağız. Yoksa oturup Allah'ı insancıl tanrı yapıp hey yaşlı dede neden onlara ekmek vermiyorsun diye düşünürsek ateist kardeşlerim bu sizin düşünce alanınız ne kadar dar olduğunu gösterir.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Canlı diye bahsettiğin şeylerin birbirini yemesi Kötü bir şey mi diye bir soru geliyor akla. Sence bu kötü bir şeyse tanrı neden canlıların yaşayabilmesi için böyle bir sistem içinde yaratmış ki canlılar hayatta kalmak için birbirlerini yiyor. Tanrı vahşetten mi hoşlanıyor mesela

insanların birbirini katletmesi kötüdür,insanların sırf zevk için avlanmaları,doğal hayata zarar vermeleri kötüdür ama insanlar da tüm canlı varlıklar gibi beslenmek zorundadır...dünya ekolojik sistemi bu beslenme zinciri sayesinde devam eder..insan açgözlü haris bir mahluk olduğundan dolayı dünyanın çoğu yerinde doğal hayat tehlikededir..dünya da insan türü olmasa bile beslenme zinciri bozulmaz..aynı şeyi ne karıncalar ne arılar nede başka tür devasa memeliler için düşünebiliriz;denge bozulur ve gitgide de bozuluyor..bu bozulma da yine biz insanların yüzünden oluyor..işte bu vahşettir...

tanrı ve vahşet...?nasıl bir gözle baktığına bağlı,mesela sivrisinek bir canlıdır kelebekte öyle..ama her gördüğümüz yerde sivrileri katletmeye çalışırken kelebeklere tebessümle bakarız..tavus kanatlı bir hayvan tavukta öyle,peki neden tavukları yerken diğerlerine gözümüz gibi bakarız..?bunlara benzer yüzlerce örnek verebiliriz peki neden öyle oluyor..?bu bahşedilmişlik niye..?bütün bunlar bize her şeyin insanların faydalanması için yaratıldığını gösteriyor fakat ölçüyü kaçırmadan,doğal kaynakları hoyratça kullanmadan,israf etmeden dengeyi koruyarak...dengesizlik bizde tanrı da değil.

Otların acı çektiklerini hiç sanmıyorum veya bilinçleri olduğunu koyunlar hayatta kalmak için acı çekebilecek başka bir canlıyı katletmek zorunda kalmadan yaşayabiliyor neden diğer canlılarda bu şekilde yaratılmadı. Çoğu vejeteryan arkadaş vicdanen et veya et ürünü yumurta bile yemiyor. Demekki olabilecek bir durum neden bütün canlılar bu şekilde değilde birbirini yiyecek şekilde yaratılmış bu tanrı müdahale ediyor etmiyor meselesinden ziyade neden bu şekilde meselesi.

bir üstteki paragrafta bunun cevabını da vermiş oldum sanırım..

En son yazdığına sen inanıyor musun gerçekten her şeye gücü yetenin buna gücü yetmez mi.

biz kendi algımız ve kendi aklımızca olayları değerlendiriyoruz..aynı şeyi bir bitki yada hayvan için düşünebilir misin hayır?onların ne dilini ne hislerini nede onların gözünden biz ve diğer canlılar nasıl görünüyor bilmiyoruz...mesela bir peygamber devesi hayatı pahasına çiftleşmekten geri durmuyor türünün devamı için,bu çoğalma bizim anladığımız manada bir şey olmasa gerek..bizlerin dinimiz namusumuz vatanımız için kan dökmeyi can vermeyi göze almamız gibi onların da kendi dünyalarında bizimkine benzer bir fedakarlık ölçüleri olabilir,hayvanlar da bitkiler de hisli canlılardır...besleyenler bilir,

Tanrı insanları bilinçli olarak bu şekilde yarattıysa e tabi suç birazda onda.

niye O'nda olsun,hep neden kötüleri görüyoruz...iyi olmak ta kötü olmak ta insanın elinde..sınavdan 10 puan alınca ben aldım sıfır çekince hoca suçlu..seninki de bu hesap..
 

flzf

Filozof
Yeni Üye
Katılım
12 Mar 2009
Mesajlar
850
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
insanların birbirini katletmesi kötüdür,insanların sırf zevk için avlanmaları,doğal hayata zarar vermeleri kötüdür ama insanlar da tüm canlı varlıklar gibi beslenmek zorundadır...dünya ekolojik sistemi bu beslenme zinciri sayesinde devam eder..insan açgözlü haris bir mahluk olduğundan dolayı dünyanın çoğu yerinde doğal hayat tehlikededir..dünya da insan türü olmasa bile beslenme zinciri bozulmaz..aynı şeyi ne karıncalar ne arılar nede başka tür devasa memeliler için düşünebiliriz;denge bozulur ve gitgide de bozuluyor..bu bozulma da yine biz insanların yüzünden oluyor..işte bu vahşettir...

tanrı ve vahşet...?nasıl bir gözle baktığına bağlı,mesela sivrisinek bir canlıdır kelebekte öyle..ama her gördüğümüz yerde sivrileri katletmeye çalışırken kelebeklere tebessümle bakarız..tavus kanatlı bir hayvan tavukta öyle,peki neden tavukları yerken diğerlerine gözümüz gibi bakarız..?bunlara benzer yüzlerce örnek verebiliriz peki neden öyle oluyor..?bu bahşedilmişlik niye..?bütün bunlar bize her şeyin insanların faydalanması için yaratıldığını gösteriyor fakat ölçüyü kaçırmadan,doğal kaynakları hoyratça kullanmadan,israf etmeden dengeyi koruyarak...dengesizlik bizde tanrı da değil.

İyi tamam bu bozulmalar falan filan fişmekan bunları biliyoruz zatende bu beslenme zincirini ben yaratmadım herahalde işte bu vahşettir dediğin kısma katılıyorum fakat benim cümlelerimde ayrı bir parantez açılıyor bu zinciri yaratan ne diye bu şekilde yaratmış bak kendinde söylüyorsun insanlar olmasa bile beslenme zinciri devam eder evet devam eder ve bana göre bir aslanın bir ceylanı parçalamasıda hoş bir olay değil fakat aslan buna mecbur bu mecburiyeti yaratana bi dönerim ben o zaman hayırdır ne bu hikaye şimdi sen(tanrı) bu sistemi yarattıysan o zaman iyi bir şey aslan bunu yapmak zorunda çünkü ama öte yandan ceylanın acılar içinde parçalanması dramatik bu ne lahana bu ne perhiz kafam karışıyor haliyle ey tanrı iyimisin kötümüsün vahşetten zevkmi alıyorsun neden aslanı ot yiyen bir canlı olarak yaratmadın ?

sanırım iki paragrafına cevap vermiş oldum.




bir üstteki paragrafta bunun cevabını da vermiş oldum sanırım..


biz kendi algımız ve kendi aklımızca olayları değerlendiriyoruz..aynı şeyi bir bitki yada hayvan için düşünebilir misin hayır?onların ne dilini ne hislerini nede onların gözünden biz ve diğer canlılar nasıl görünüyor bilmiyoruz...mesela bir peygamber devesi hayatı pahasına çiftleşmekten geri durmuyor türünün devamı için,bu çoğalma bizim anladığımız manada bir şey olmasa gerek..bizlerin dinimiz namusumuz vatanımız için kan dökmeyi can vermeyi göze almamız gibi onların da kendi dünyalarında bizimkine benzer bir fedakarlık ölçüleri olabilir,hayvanlar da bitkiler de hisli canlılardır...besleyenler bilir,



niye O'nda olsun,hep neden kötüleri görüyoruz...iyi olmak ta kötü olmak ta insanın elinde..sınavdan 10 puan alınca ben aldım sıfır çekince hoca suçlu..seninki de bu hesap..

Sanırım bu paragraflarada cevap vermiş bulunuyorum ama şu kadarına açıklık getirmek istiyorum ki hayvanlarında bizimkilere benzer duygusal ölçüleri olabilir demekle hayvanların yaşamları için birbirlerini öldürmelerinin izahını vermezsin. Tekrar söylüyorum bizim göremediğimiz bir neden olmadan tanrı insanları hayvanları kısaca hayatı bu şekilde yarattıysa bir anormallik var ki şuan ben sadece anormalliği görebiliyorum çünkü bu şekil bir hayat için yeterli bir cevabım yok bu tıpkı hayvanların birbirini öldürdüğü film karelerinden oluşan bir film çekip izlemekten zevk almaya benziyor.
Bahsettiğim şeyi beslenme zinciri üzerinden anlatmış olsamda hayatın her yerine yayılabilecek bir sürü örnek çıkar örneğin insanların farklı milletlerde olmaları savaşmaları vs.
 

Ümit Zafer Bağcı

Üye
Yeni Üye
Katılım
19 Kas 2012
Mesajlar
233
Tepkime puanı
0
Puanları
16
flz, Allah bir melek değildir. Yani onu sadece iyi olarak düşünme. Şöyle söyleyeyim Allah kötülere karşı daima kötüdür. 99 isminden 6 tanesi zulmeden özelliklerini de barındırıyor. İşte biz sizi uyarıp duruyoruz. Allah, Rahman'dır. Dünyada çalışan herkesin hakkını verir. Ama Allah Rahim'dir Ahirette sadece müminlerin hakkını verir. Çünkü müminler dünya zevklerini bırakmış, dünya hayatında Allah'ı unutmamıştır. Bu yüzden ahirette haklarını Allah verir. Allah Kahhar'dır. Düşmanlarını bozulmuş ekin tarlasına çevirebilir. İşte bize daima iyi olmamızı söyleyen Allah, kötüye zulmedici bir tavırla yaklaşıyor. Bize de bu zulmedici yönünü göstermek için dünyada kötülüklere de yer veriyor. Kötülükleri göstererek bize iyi olmamızı emrediyor. Çünkü ben iyiye şöyle şöyle mükafat veririm ama dikkat edin kötüyü de şöyle şöyle cezalandırırım diyor. Evet dünyada Aslan iyi ceylan kötü mü ki acı çeken ceylan oluyor diyebilirsin? Tabiki de hayır. Ama bu dünyada asıl olan biz insanlar olduğumuz için hayvanlar aracılığıyla iyiyi-kötüyü ayırt etmemiz sağlanıyor. Tabi sen olaya insansı-duygusal açıdan baktığın için ceylana acı çektiren Allah adaletsiz oluyor. Zaten temel sorununuz ateistler ailesi olarak dünyayı insansı kafadan yorumlamak, her şeye maddi gözden ve duygusal açıdan yaklaşmak olduğu için size bu gibi basit konuları bile anlatmak zorunda kalıyoruz.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
sen tanrı ol flzf ve milyonlarca hayvan yarat ve bunlara bir şekilde beslenme zinciri hazırla ne yapardın?hiç taşın suyunu kaynatıp içtin mi?herkes mangal keyfi yaparken toprak yemeyi dene mesela..

armudun sapı üzümün çöpü v.s. kusur bulmak kolay..çok klasik ama demeden geçemiyeceğim şu kainata alıcı bir gözle bak en kusurlu gördüğün basit varlıklar bile incelediğinde muazzam bir yaratılışla halk olmuş..sen buna evrim de ben yaratılış diyeyim ama genel kabul gören şey muazzam bir düzenin varlığı..aslan ceylan neyse de çok akıllı türüz ya günümüzde yaşanan vahşete ve zulüme aklı olsa aslanlar bile gözyaşı dökerdi eminim..beğenmediğin şeyleri değiştirmeyi dene bakalım elinden ne gelir;koca bir hiç...!
 

flzf

Filozof
Yeni Üye
Katılım
12 Mar 2009
Mesajlar
850
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
sen tanrı ol flzf ve milyonlarca hayvan yarat ve bunlara bir şekilde beslenme zinciri hazırla ne yapardın?hiç taşın suyunu kaynatıp içtin mi?herkes mangal keyfi yaparken toprak yemeyi dene mesela..

armudun sapı üzümün çöpü v.s. kusur bulmak kolay..çok klasik ama demeden geçemiyeceğim şu kainata alıcı bir gözle bak en kusurlu gördüğün basit varlıklar bile incelediğinde muazzam bir yaratılışla halk olmuş..sen buna evrim de ben yaratılış diyeyim ama genel kabul gören şey muazzam bir düzenin varlığı..aslan ceylan neyse de çok akıllı türüz ya günümüzde yaşanan vahşete ve zulüme aklı olsa aslanlar bile gözyaşı dökerdi eminim..beğenmediğin şeyleri değiştirmeyi dene bakalım elinden ne gelir;koca bir hiç...!

Ben tanrı olsaydım nasıl koyunlara yemeleri için ot yarattıysam aslanlara da yemeleri için otet benzeri birşey yaratırdım nasıl olsa her dilediğim oluyor çözüm basit aslında ama anlaşılmayan neden bu denli basit çözümler dururken canlıların birbirlerini yemeleri yenmeleri hayatta kalmaları için acımasız bir yarış içinde olmaları gerekiyor.Aslanların göz yaşı dökeceği durumumuz bile(insan oğlunun durumu) bu vahşi acımasız sistemde yaratılışın bir sonucu. Tamam kabul ediyorum evrimle açıklanamayacak kadar olağnüstü bir yaratılmışlık olmuşluk birşeyler söz konusu ama neden böyle hiçbir mantıklı açıklaması yok. Evrimle bilinçsiz bir şekilde bu günümüze geldiğimize inanmak için oldukca büyük bir hayal gücüne sahip hayalperest mantıksız bir insan olmak gerek düşünsenize bilgisayarların çalışması için bütün parçalarını bir araya getirseniz bile eğer programlarını doğru sıra ile kurmazsanız çalışmaz bu muazzam insan beyni hadi tesadüfler sonucu oluştu programlamasını kim yaptı.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst