Deneyişler-Denemeler, Söyleşiler ve Söyleşmeler

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde "ictenlik" tarafından oluşturulan Deneyişler-Denemeler, Söyleşiler ve Söyleşmeler başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 9,162 kez görüntülenmiş, 149 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Deneyişler-Denemeler, Söyleşiler ve Söyleşmeler
Konbuyu başlatan "ictenlik"
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Çoğunluk teizmin (tektanrılı dinsel inancın) tersinin ateizm (tanrısızlık) olduğunu düşünür oysa Türkiye'de çığ gibi büyüyen ateizm değil de deizmdir . Neden?

Deizme geçenler başka bir dine geçmiyor ama dinden çıkıyorlar ve tanrıya inanmayı da sürdürüyorlar. İslamdan yoğun bir kaçış/çikış sözkonusu ama Türkiye özelinde ilk durak ateizm değil de deizmdir.

Türkiye de

ateist= solcu, marksist, materyalist, dünyacı, maddeci, arzucu vb uzayan bir liste anlamına gelir, ateistin maneviyatı olamaz (öyle algılatılmıştır)

İnsanlar ama özellikle gençler aslında mevcut dinleri olan islamla büyük çelişki yaşar ve islamdan ayrılır ama ateizmi seçmiyorlar.

Bunu ilk sebebi yukarıda söylenen algı, anlayış ve muhafazkarlıktır. Kişi eşitliğin sağındaki ifadeleri sevmiyor. Hala muhafazkar ve manevi hissediyor ve hissetmek istiyor .Ateist gruplara giderse Türkiye de ateistler tüm bu değerlere (maneviyat muhafazkarlık denen) nerdeyse çoğu zaman açıktan alenen saldırır ve tüm bunları aşağılar. Yani tabiri caizse şunu der. Ateizm paketini alıyorsan bunu al, paket bu, komple:.

Olayın diğer boyıutu ve ikinci yüzü ise şudur. Toplumsal yarılma, kutuplaşma ve özelikle sosyal medya ve forumlar vb aracılığıyla süren geçmiş dindar ateist atışmalarıdır.

Türkiye de bu süreçler eski sağ sol çatışması ve karşıtlığı gibi derinleşmiş ve çok uçlarda yaşanmıştır. Burada iki tarafında tarıtşma kültürü yetersizliği, tavrı ya da diğeri tarafı manipüle etme çabaları ya da düşünceleri empoze etme çabaları ve biçimi yaygın ve etkilidir .Özellikle ateistler için şu özeleştiri beklenebilirdi. Eğer bir ileri ki aşamanın kendileri olduklarını ve atezimin daha ileri de ve ilericil olduğunu varsayıyorlarlarsa daha ılımlı ,dengeli, daha kontrollü bir tartışma sürdürmesi gereken yani bu tartışmayı dengelemesi gereken taraf ateist tarafı olmalıydı. Türkiye de ateist dindar tarıtşamaları tam bir kavga ve ateist tarafın diğer tarafı güçlü biçimde yoksayması küçümsemesi gibi algılanabiliyor. Muhafazakar (ya da değişmek isteyen eski muhafazakar) bakıyor ve hem sınıf farkını hem ona, o kişiye dönüşmek istemeyeceğini de görüyor ve arada bocalayıp deist oluyor. Yani muhafazkar taban deist oluyor.

Bunda daha önceki tartışmalar ve dindarın katı tutumu tavrı ve otoriter faktörleirnde rolü olsa da yine de denge tarafıının ateistler olması gerkeceğini düşünenlerdenim çünkü diğer tarafı bilgisiz ve geride adddenenler onlarsa, uygun bilgi ve iletişim akışı yolunu dengesini sağlaması ve koordine etmesi ve diğer tarafı ilk ayrıştırmaması gereken de onlar olacaktı.

Tanrısız olmama rağmen şunu söyleyebilirdim. Kabaca Türkiye de ateistler oalrak adlandırlıan kümenin çok büyük bir bölümü bilim bilim diye böbürlenen, sınıfıyla övünen, alt sınıfları küçümseyen şımarık, olduka nahoş bir topluluk görünümündedir. Yani ilk bakışta bu izlenmi verir.

Yani buradaki sınıf ilişkileri/çelişkileri ve sınıflararası ilietişim daha uygun düzenlenmiş olsaydı ya da ateist takım daha kucaklayıcı ve birleştirici olsaydı tabi ki ateizm de çığ gibi büyüyebilirdi. Buradaki sorun biliminde henüz yetersiz ve çelişik açıklamaları değildir. Sınıf çatışması ve sınıfsal uyum farkları ve iletişim zorlukları ve yanlış iletişim tabanları ve tüm bunları sonucu olarak gelişen önceki çatışık zemindir.

Şuna benzer bir anekdot toplumda yaygındır.
Orta sınıf özgürlükçü düşünceli, solcu, sosyalist, marksist insanlar bakar durur ve biz kiminle devrim yapacğaız ya da yapacaktık Proleter alt sınıflarla. Kim onlar?
Orta sınıfa, kendi sınıfına bir bakar. Onlardan şöyle sözzeidyordur. Bilgisiz, aşırı,/aşırcı diğeri/öteki vs (başka kavramlar da var ama onları yazmadım)

Yukarıdaki çelişkinin aynısı tekrarlıyor.

Şunu her fırsatta söylüyorum. Dindar ateist tartışmalarının Türkiye özelinde temel çelişkilerinden bazıları da şunlar.

Alt sınıf muhafazkarlar ateist addetdikleri profille özdeşim kuramıyor.; Yani onun yeinde olmak, onun yerine geçmek ve o olmak, ona dönüşmek ve benzemek listemezdi. Onu rol model almazdı. İdolü yapamazdı.

Başka bir şey de o sınıfın bireyi gibi hissedeme sorunu.

Bi diğeri de şu. Ateist, dindar tarıtşmalarında hem yeterli özveri yok hem yeterli empati yok.
Empati iletişim de en önemli şeydir. Taraflar, taraf olarak ve birbirine karşıt ve zıt olarak/kalarak bu iletişimleri sürdürüyor ve bunlar baştan kopuk geçiyor ve çoğu zamanda kavgaya dönüşür ya da iki taraflı açmaz sonuçsuz bri tartışmayı sürdürürler.

Şuna inanıyorum. Yazılmış tüm bilim evrim kitapları ya da tanrının neden ve nasıl olamayacağını açıklayan progpaganda kitapları yerine toplumun tüm kesimlerinin sevip, beğendiği onayladığı bir insanı düşünelim. Böyle birini bulamadım ama Türkiye için aklıma rahmetli Barış Manço geldi .Ona benzer biri çıkıp şunu deseydi. Ben tanrıya inanmıyorum ya da ateistim ve böyle bir tanrıın olamayacağını düşünüyorum çünkü çocukken onun insanları cehhenemde yakacağını söylediğini duydum. Böyle bir tanrıya inanmak istemezdim. Tüm insanları seviyorum, birlik barış kardeşliğe ve bir arada yaşamay inanıyorum, kendimce manevi değerlerim ve duygularım var.
Bu emin olun o kitaplardan daha fazla insanı düşünmeye sevkebilirdi. Toplumda duvar/çarpışma etkisi yaratırdı.

Yukarıda yazılanlar bilgi/bilgisizlik, araştırma ve bilim kitapların ne yazdığı sorunundan daha önemli ve öncedir.

İnsanlar insanları da seçiyor. Bilgiyi seçerken onu dağıtanı da seçiyor. Taraf olurken kimin taraf olduğuna bakıyor, gruba bakıyor, aidiyet hissedemiyor.

Gerçek sorun budur..
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Bilgi/bilim/biliş ne zaman özgür olabilir ya da kılınabilir?

Bilginin üretim, örgütlenme ve denetim süreci iktidarla otoriteyle tüm bağını kestiği zaman

Bilginin üretim sürecinin sermayedarla (kapitalistle de ) tüm bağı kesildiği zaman

Okul/bilgi/bilim örgütleyenin/fonlayanın öğrenci, halk, bilmek isteyenin kendi olduğu ve öğretmeni/öğreteni ya seçtiği ya da öğrenme üzerine alternatif bir kuram, metodoloji geliştirip öğreticisiz bir bilikte öğrenme modeli ürettiği zaman
ve bunda iktidar ve sermayedarın sıfır etkisi kaldığı zaman

Merakın, ihtiyacın ve gerekliliğin bilgi talebi sonucu üretim ve özerkliğin fonladığı bağımsız bilgi üretimi

Ne öğrenmek istediğine karar verdiğin zaman ya da doğa gibi ve doğal bir uyum gibi gerekliliği
sentezlediği bilgi ve öğrenim doğal olarak örgütlendiği zaman

Bilginin özgürleştirilmesi bu süreçlerden geçmelidir

Okulun işlevleri

denetim, disiplin, eğitim (kısıtlma/biçim verme), topluma sürüye uygunalştırma, norm aşılama ,kural bilinci, sınırlama ,uyum ve itaat aşılama, kontrol/denetmen/üst kavramına uyum sağlatma, üst alt bilinci aşılama ,toplumsal kastları ve hiyeralşiyi meşrulaştırma

Eğer bu süreçten geçip çıkmış birilerinin devlet ya da sermayedar denetminli akademide bilgi üretebileceğini düşünüyorsak?

....................
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Komünizm, Marksizim (maddeci materyalizm) hakkında kısaca düşüncelerim, söylemek istediklerim

Hayatımda uzun uzadıya Marks okumadım. Marks'ı düşünce tarihi ve felsefe içerikleirndeki özetlerinden okudum. Biraz hayatıını araştırdım, taradım, üzerine alıntılar gibi içerikler taradım, komünist manifestoya hızlıca bir gözgezdirdim. Üzerine yapılan kimi tartışmaları dinledim.

Bunun dışında Marks'ın mülkiyetsizlik dediği anlamda komünizm kavramını onun kuramsal mülkiyetinden ve söyleminden arındırarak biraz kendi anladığım gibi yapılandırır ve bazen kısmen de sahiplenirim. Yani bana göre Marks'ın komünizm diye bir kavram getirmesi diğer söylediği herşeyin ayetler gibi bilinmesi ve ele alınmasını gerektirmiyor.
Mesela insanlara zorla dayatılan bir devrime inanmıyorum. Bir devrimle bir grubun yönetimi ele geçirerek, herkese özgürlük vermesi ve komünizm üretmesi kavramına da inanmıyorum. Bunun dışında ben de insanların arasınsa hiç özgürlük çatışması ve sömürü kalmayacağı hiçkismenin diğerinden üstün olmayacağı bir yaşamı üretmeye ve düşlemeye inanırım. Yani bana göre insanlar bunu birleşerek üretmeli ya da seçmelidir. (Onlara zorla verilmemeli.) Bunun adıının ne olacağı yani komünizm denip denmeyeceği de hiç önemli değil. Komünizm bu anlamda geçerli bir kavram olacağı için de bazen kullanırız. Bu anlamda bu kavramı kullanıyor olmamız Marks'ın söylediği tüm herşeyi bilip onayladığımız (Marksist oluş) anlamına gelmiyor.

Bunun dışında Marks'ın ekonomi politik dışında örneğin ontoloji ve felsefe alanına girerek ürettiği maddeci materyalizm kavramını ontolojik kavrayış olarak yetersiz, sınırlı ve daha açığı ise bir tür varoluş buhranı/bunalımı, ontoloji buhranı/bunalımı olarak bulanlardanım. Marks son bir yüzyıla yön veren düşünürlerden ve bu anlamda maddeci materyalizminde yakın tarihte büyük bir izi var. Ben bunu bir felsefe üretiminden çok politik bir üretim ve politik bir kuram olarak bulurum. Yani tanrı kavramına geçit vermeme, anlamında katı bir maddecilik savunusu olarak ele alıyorum. Yani özne bilinç kavramını dışlıyor ve tarihten ve tedavülden kaldırıyor ve bu yolla tanrı kavramının düşünülmesinin (öne sürülmesinin) önüne geçiyor. Buradaki refleksi anlıyorum.

Madde ve bilincin tam aynı şey olarak (birbirinden ayrılmaksın aynı olan şey olarak) varolduğunu düşünenlerdenim. Yani bizce ikisinden birini öncelemek ya da bu ikisi ayırmak ve ayrı düşünmek gerekmiyor. Bugünlerde kuantum dediğimiz biçim ve anlamda bir madde ve bilinç aynılığına/birliğine inanıyoruz. Bilinç ve madde birdir ve ikisi tam aynı şeydir.
Bu anlamda bize göre; katı maddecilik, katı öznecilik ya da bu ikisinden birisini varoluşun önüne koyma ve önceleme ya da varoluşu ,bir tekililkten bu ikisinden birinin başlattığıın (öncelediğini) öne sürme gibi düşünceler de yanılgıdır.

Bize göre madde bilinç olarak ve bilinç madde olarak aynı şeydir ve ikisi tam olarak birdir ve varoluş ve varolan bu ezelidir.

Katı maddeciliğin bizi determinizme (kaderciliğe) ve tam bir nedenselliğe (olayların kontrolünün elimizde olmadığı) anlayışına hapsedeceğini (varlığımız hiçleyeceğini ya da bize tıpkı tanrı gibi yeni bir özgür irade çatışkısı deneyimleteceğini) düşünüyorum ve bu kavramlara eleştirilerim var.
Çünkü madde bizi varetti ve bir nedensellik zinciriyle zorunlu bir akışı deneyimliyoruz dersek kendi irademizi dışsallarız. İradeyi ve oluşu bunu bu sefer de tanrıya değil maddeye yükleriz. Bize göre bu tüm bu işlerin sorumlusu tanrıdır demek gibi tüm bunları madde yaptı ve tüm suçlu madde demek gibi. Yani geçmişte oluştuk ve sadece katı maddeyiz, herşey bir oluş akıyor ve hiçiz demek gibi olurdu.
Bu bize göre yanlış bir ontoloji ve valrık çözümlemesidir. Bilincin denkleme konulması ama maddeyle birleşik ve aynı olarak konulması gerektiğine inanıyoruz. Bu anlamda felsefe yetersiz bulunuyorsa ille bilim imleneckese kuantum kuramının maddeci materyalimin yerine geçmesini önerirdik:

İnsanların barışını arıyorum. Tek bir insanın bile aç açık kalmadığı o günü ve o dünyayı arıyorum. Bunun için kişisel olarak özel mülkiyetten, kişisel zevklerden vazgeçebilirdim ,daha fazlasını da yapabilirdim, bunu biliyorum
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
İnsanlığın Komünizm ve Özgürlük Korkusu/Çatışkısı, Fromm'un Özgürlükten Kaçış dediği, Jung'un kollektif Bellek dediği vb üzerine

Komünizmden iktidarların, kapitalistin (sermayedarın para ve güç sahibinin) korktuğu düşünülür ve pratiğe gelindiğinde ise alt sınıfların, işçilerin, ezilenlerin komünizmi istemesi savunması gerektiği düşünülür ama bunun tam tersi olur. Sonuç oalrak bunun bir bilinç sorunu olduğu düşünülür. Alt sınıflar komünizmden neredeyse sermayedar ve iktidarlardan tabiri caizse daha fazla nefret ederler. Bunu sekse ve doğal zevklere onlardan feragate çözümledim. Çoğu okumadı, gözlemlemdi ve üzerine düşünmedi bile. Eminim gülüp geçiyorlar ve bu adam ne zırvalıyor diyorlar. Yazacaklarıma da gülüp geçileceğini düşüşünüyorum ancak yazacağım.

C.Jung youtube da erişilebilen Türkçe altayzı eklenmiş bir videosunda insanlığın kolektif bir belleği ve kolektif bir yapı vb olacağından sözeder. Buna dayanak olarakta örneğin dünya savaşı öncesi toplu rüya temaları gibi ortak şeyler olduğundan dem vurur. Bugün böyle algılayış ya da bilimsel sorgulama artık tarihe gömülmüştür. Bizler tekil özerk nöron ağlarıyız. İşin aslı Jung'un kavrmalarıın yerini beyin ve kolektif kavramının yerini tam bir tekillik, bireyin özerkliği aldı.

Japon bilim insanlarının bulunduğu ortamda karbon olmadan yaşayamayan bir grup bakteriyle yaptığı bir deneyden sözedilir. Bir kavanozdaki bir grup bakteri yaşayabilmeleri için kavanoza karbon veriliyor ve karbon verilmezse de tüm koloni ölüyor. Japonlar daha sonra bu bakterileri iki ayrı kavanoza böler ve bir grubun kavanozuna karbon ekler diğerine eklemez ve iki grupta hayatta kalır. Oysa bu bakteri kolonisi tamamı tek bir kavanozda iken karbonsuz yaşayamıyordu. Bakterilerin bölündükleri durumda karbonsuz yaşayabildiklerini görüyoruz. Ben isnalık içi nbu karbonun doğal zevkler ve başta da seks olduğunu düşünüyorum. Japonlar bakterilerin bu davranışına dair belli açıklamlaar üretmeyi denemişler ama ben şuraya geleceğim. Örneğimi güçlendirmek için şunu vereyim. Türk insanının ekmeğini kessek ve artık ekmek yemeyceksiniz ve ekmek yemezseniz ekmek fiyatına aynı gramda bol bol et vereceğiz desek daha besleyici olan et onlara ekmekten daha cazip gelmezdi...
Yani yukarıdaki bakteri kolonisi için karbon, Türk insanı kolonisi için ekmek ve insanlık genel kolonisi içinse seksin ve genel zevklerin bir anlamı var. Komünizmi bunların yitişi ve zevkten feragat (saf çlışma işçi arı ve karınca toplumu gibi) olarak görürüz. Asıl korku ve çekince bu. Sosyal blimler seks ve zevkler kavramının insan için önemini es geçiyor. İnsan ırkı seksi neredeyse hayatın anlamı gibi görür. Hayatı nerdeyse yarı yarıya seks ,ikili duygusal ilişkiler ve çiftleşmeden aldığı zevk üzerine neredeyse inşa etmiştir. Daha sonra diğer zevkler gelir.

Komünizmden neden korkuyoruz?

Seksin biyo mekanik ve biyolojik bir hale gelmesi, zevksiz olması ve duyguların özgürleşmesi, seksin özgürleşmesi. diğer zevklerin yitimi ve bir işçi toplumuna dönüşme. Herkesin çalıştığı ve çalışmak zorunda olduğu zevklere (elenceye) zaman kalmayacağı bunların anlamını yitireceği bir ortamı ve durumu bize çağrıştırıyor.

Bu sonuca nereden varıyorum.?

Birincisi Jung'un kolektif bellek dediği gibi insanlığın gerçekten kolektif bir bellek/yapı oluşuna inanıyorum. Okyanus dediğimizde o bir bütündür. Okyanusun organize bir zihni olup olmadığını inceleyen bilim belgeselleri gördüm. Ormandaki ağaçların ve bitklerin bile köklerle vbyle haberleştiği gibi yazılar okudum. Mevcut bilim insanları tekil bağımsız özerk kendi başına yapılar olarak böler. Ben bir tür içsel insanlık birliği gibi bir şey olacağına inaınyorum.
Bir okyanusu ayrı ayrı su mokeüllerine bölemeyiz ve bu okyanus insanlık. Çoğumuz çıkıp aynı şey dğeil diyebilir ama teşbihte hata olmaz denir ve derdimi sanırım anlatıyor.

İnsanın kurguladığı tüm realite seksin (zevklerin ve eğlencenin yaşamdan daha yüksek keyif almanın üretilmesi ve bunların) daha anlamlı daha zevkli olmasınının sağlanması üzerine (total zevk) üzerine kuruludur. Örneğin gençken toplumun birey üzerindeki denetimi cinselliği kısıtlaması bir sınıralamadır (denetimdir) ama tersten bakarsa kalınacak zevki artırır ve çoğaltır

Herrkesin eşit olduğu, tam özgür bir dünyayı düşünelim. İnsanlar arasında hiçbir dini, ırksal, sınıfsal toplumsal ayrım ve fark kalmadığını düşünelim. Seks tamamen özgürleşecekti. Yani reşit olan insanlar özgürce hiç bir sınırlama olmadan bunu deneyimleyebilecekti. Bu seksin sarılı olduğu gizem paketini ve sihirli bir etkinlikmiş algısını iki nesil içinde bitirebilirdi yani seks bütünüyle cazibesini kaybederdi ve emin olun insanlar üçüncü nesilde zevk için seks yapmayı bırakırdı ve seks tamamen biyo mekanik bir faaliyete ve üreme eylemine dönerdi. Çünkü kısıtlaması ve kıtlığı sona eriyor. Herkes sonsuz erişiyor.

İnsanlar buna hazır değil. Seski bırakmaya, zevkten feragete ve vazgeçmeye çünkü hayatın bir anlamı kalmayacağı ve hayatın mekanik biçimde çalışmaya döneceğini düşünüyorlar.

Bana göre kent devletleri yıkılmadan insan doğaya dönmeden ve insanın ilk 5-10 yaş sosyalleşmesi ve yaşantısı doğa ve toprak üzerinde gerçekleşmeden ve bu yine bir doğa topluluğu ile yapılmadan, bir doğa birliği duyulmadan insan gerçek bir özgürlük istencine erişemez. İnsanın doğayla da ,gerçek fizik etkinlikle de ,gerçek özgürlük neşe ve eğlenceyle de hepsiyle bağı kopmuştur. Bu büyük kültür kopukluğu giderilemez. Onlarca nesil alır. İnsan özgürlüğü isteyemaz çünkü özgürlüğü bilemez, tanımlayamaz. Özgürlüğü zevksiz, soluk, neşesiz bir feragat sanıyor.. Yani gerçek bir özgür insan birliğinde ve doğa da sekse yüklediği anlamın binlerce katı mutluluk heyecan macera deneyimi yaratabileceği insanlara gösteremezsiniz. İnsalığın burada (doğa da doğal uyum ve birlikte) ne deneyimleyeceğine dair bir vizyonu ve imgesi yok. Kaldı ki buna dair bir vizyon o kuramın yazarında da mevcut değil.
Doğa mutluluktur. Doğa yaşamı milyarlarca yıllık seksten daha zevklidir ve keyiflidir. Altta olağanüstü bir aidiyet ve öğrenme mutluluğu getirir. Bu kentlerden günübirlik doğaya taşınarak anlaşılmaz. İkincisi çocukluk sosyalleşmesi özgür ve doğa bağlı bir toplumda ve tam açı kzögür doğa da gerçekleşmeyen kişi de bunu kavrayamayacaktır.

Latin Amerika da modern insan ırkını bildiği ve içine karışabileceği halde hiç umursamayan kendini dışa açmayan teknoloji vb kullanmayan kabile var. Eminim topluluğunuzu yitik kayıp bir insanlık oalrak görüyor olmalılar yani eminim kendilerine gerçek insan diyorlar. Toplumunuza katılmak ve içinize girmek için can atmıyorlar .
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Özgür irade yok söylemi ve buna bilim süsü verilmesi üzerine

Özgür irade yadsıması yanılsaması tamamen maddecilik (materyalizm), determinizm (kadericlik belirlicilik) nedenselliğin doğrulanmasıdır.

Basitçe özgür irade yok diyenler ve özgür irade yokçular şunu der ve demek istiyor
Tanrı yok, bilinçte yok, dağılın, konu kapanmıştır (maddesiniz kabul edin, bir lk hareket vardı ve her şey öylece aksi olamaz biçimde belirli bir akışla kendinden olup akıp gidiyor, bunun dışında hiçbirşeysiniz)

Bilinci denkleme koymuyorlar ,koyamıyorlar, ondan oluyor

Bilinci denkleme koyarsan kuantum bir denklem üretmelisin her gözlemcinin yaratıcı olduğu ve sistemin birbirine bağlı/örülü karmaşık bir bütünlüğü olduğunu açıklayan bir denlkem tanımlamalsısın. Tekilliğe uymuyor. Her şey kendidir (özle de her insan özel bir kendidir) diyorlar bölüyorlar ki bu anlayış aslında monoteizmdne emilmiştir ve bilimce tekrarlanır. Yani insanı tanrının özel bir gerçeklik ve dünya bahsetmiş seçkin özel ve herbiri kendi teki olan kulları olarak açıklayan anlayışı arkaplanda sürdürür.. Özerk oluşu ve subjektif iradeyi açıklayamıyrolar
Madde özne madde bilinç birliği/aynılığı kavramını bölmeksizin yapılandıramıyorlar.

Bu özgür irade yokçular bilimin Harun Yahya kolu gibi. Dine karşı bir antipradigma ve antiproganda hatta tamamen bir ters din, antidin olarak bilim yazıyor . Anti yargı dağıtıyor ve dinin zıttını yazyor, tersini söylüyor ve tek yaptığı bu.
Bu bilimin tamamı değil ama içte çöreklenmiş bir kol..
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Benim için 9 yıllık felsefe.net deneyimi özeti

Varolan şeyler kendi kendine varolamayacağı için tanrı vardır konu kapanmıştır .Din... (Bunun altına içine yazılacak herşey tartışma değil eristik. Bu yargıya sahgip biriyle bunun dışı ötesi zaten tartışılamaz)
Duygular, dürtüler bizi yönetiyor, seçemiyoruz özgür irade yoktur konu kapanmıştır. Bilim (Bunun altına içine yazılacak herşey tartışma değil eristik. Bu yargıya sahgip biriyle bunun dışı ötesi zaten tartışılamaz)

Bazen site niye "felsefe.net" düşünüyorum...

Oldu olacak siteyi dinvebilim.net yapıp ikiye bölüp kurtulun..

Felsefenin işgali bitmeyecek..
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Neden her insanın ontoloji bilgisi (varlık felsefesi ya da varoluşun kavranması) üzerinde diğerlerinin düşüncelerinden bağımsız olarak kendi durması düşünmesi ve kendi cevabını bulması gerekeceğinde ısrar ediyorum

Şimdi öncelikle bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama bir kaç örnek vermeyi deneyeceğim

İnsanlar yazıyı icad etmeden de dil vardı ve düşünüyorlardı oysa seslerin sembolleri ve harflerin adları yoktu.
İnsanlar eminim bir sayı sistemi geliştirmeden önce de matematik kavrayışı vardı. Şimdi bu örneklerde olduğu gibi bir gün gelir bir sistem oluştururuz ve bu bir temeldir. Bu temeli bir daha çok azımız sorgular onu içseller. Bugün insanın bilgi organizasyonu öyle bir hale gelmiştir ki din başka bir şey söyler, bilim başka bir şey söyler. Bunları bazen duyarak ezberleriz ve içselleriz ve bazılarına öylece güven duyarız. Bazen temelden sorgulamayız.

Bir sporcuyu ve sağlıklı yaşayan fit bir insanı düşünün. Bakarız görürüz ve imreniriz değil mi? %80 imiz yine de spor yapmaz. Yani bunun bilgisi ve nasıl yapılacağı herkesin bilgisine açıktır ama çoğunluk ama yapmaz.
Yani %100 ümüzün fit olması mümkündür. Bunun yolu ve yordamı vardır ve herkese açıktır. Bilgisi vardır ve çok kolaydır.
Soor yapan fit birine sorun size zorlandığını söylemez. Başlangıç karar verme ve bir ilk dönem disiplini dışında çoğu spor yapan insan bunu bir alışkanlık ya da rutin olarak görür sürdürür.

Şimdi daha önce hiç güçlü bir kas yapısı ve fit bir vücut kazanmamış bir insanı düşünün. Fit olmanın bilgisinin deneyimini bilemez. Yani kafada bir sağlık imgeler ama bu kadardır.

Şimdi yukarıdaki örneklerle pekiştirdiğim biçimde benzer sorun ve deneyim ontoloji konusunda da var.
Sorgulamıyoruz. Yapmıyoruz Varsayıyoruz. Ezberliyoruz ya da zor geliyor vs.
Teoriye gerek yok her insanın aklında pratiği yapılabiliyor..


Bu anlamda her insanın diğer insanlardan varoluşuna dair hiç bir bilgi almamışçasına daha önce altta hiç bir bilgi yokmuşçasına kendi saf algılama isteğiyle varoluşu üzerinde durması gerektiğini düşünüyorum.

Aslında bu kadarı yeterli. Tıpkı spor denen gibi bir noktadan sonra bir ontoloji kası (anlayışı) kazanılacakve bu gerçek olacak. Bu bir daha kaybedilmiyor. Bunu yapanın kendi yapması gerekiyor. Başka sporcudan kendi vücuduna kas transferi yapılamamsı gibi bir sorun var. Kişi kendi yapmalı.

Daha fazlasına ya da bir yönteme (spor denen gibi antrenman önermesine) ihtiyaç duyuyorsak iki yol önerebilirdim

Birincisi varlıksal başlangıç uslamlaması ya da sınaması. Yani varlıkta bir başlangıç olup olmayacağına dair temel bir akıl ve mantık yürütme. Bunu uzun uzun yazarakta yapabilirsiniz. Eğer varsa şu anlama gelir. Eğer yoksa böyle olmalıdır gibi. Sayfalarca yamzak sınamak gibi düşünün. Bunu tartışmaya açın.
Eğer kendi sonucunuzu üretmek ve sınamak istiyorsanız benim sonucum da şu.

Kesin olarak bir başlangıç olmayacağını bunun çelişik olacağını buluruz bu kesindir. İçinizde hiç bir şüphe kalmaz.

Zaman sonsuzdur ve hem geçmişe hem geleceğe doğru da sonsuzdur. Bunu anlamak büyük coşkudur. Neredeyse bütün diğer soruları yanıtlar. Bu nerdeyse bütün bilgi gibidir. Bu herşeye sahip olma gibidir. Yani bu basittir. Ölüm benlik hiç bir çatışkı kalmaz. Herşeyi öylece biliyor ve başka hiç bir bilgiye ihtiyacın yokmuş gibi hissedersin özgürlüktür. Yani bu nasıl oluyor diyebilirsiniz. Deneyin ve görün..

Bölemezsin açamazsın sonsuz şeydir. Bilirsin farkedersin.. Tanrı bilim laga luga gelir. Çoluk çocuk işi gelir. Yahu gelir. Olur. Kim olursan ol. En zeki sandığın insanı tavşan yavrusu gibi havucuyla mutlu olandan bitenden bihaber hissedersin sonra. Aynende böyle olur..

İkincisi bu size zor mu geliyor. Kolayı ya da kaytarması şu

Başlangıçta dayalı döşeli oluşmuş ve hazır halde hatta içinde varlıklar ve canlılar ve gözlemcilerin oluşuk olarak olduğu bir evren düşünün. Dikkatli düşünürseniz başlangıçta tanrı vardı, madde vardı, hiç vardı ve o kendinden vardı demekten hiç farklı olmayacaktır.

Boğuşmak zorunda değilsiniz...

Sporcu örneği ya da fit insan örneği gibi düşünün ve biri ontoloji üzerine bir spor yaptı . Ontolojiyle fit oldu diyelim.

Sokma akıl kırk adım gider. Ontoloji tartışanların çoğu bilime dine güvenip sokma akıl tartışması yapıyor.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Felsefe düşünmektir, sorgulamaktı, özgür düşüncelerdir deriz. Basitçe benim anladığım biçimiyle bir felsefe örneklemesi

Kişinin kendine özgün, ham düşünceleri (özgün, dislipline edilmeniş, eğitimle yönetilmemiş ham düşünceler örneklemesi)


Örgütlü bilgi sistemleri olan din, bilim, diğer bilgi sistemleri ve toplumsal düşüncelerin ve öğretilerin) hiçbiri elimizde olmasaydı ve öylece doğa da yaşıyor olsaydık.

İkinci bir örnekte de; hiç bir bilgi ve öğreti sistemine maruz bırakmadan doğa da sadece yaşama bilgisini, yeme içme,barınma, avlanma, birlikte yaşama, eğlenme kültürü gibi değerleri öğrettiğimiz bir çocuk ve genç grubumuz olsa (atıyorum 1000 kadar genç insan) onlara varoluşumuz hakkında: "biz hiçbir şey bilmiyoruz cevaplara erişemedik nası lalgılıyorsak öyle " vb gib ibir açıklama dışında da hiç bir bilgi aktarımı yapmasaydık ve bunların dünyanın çeşitli yerlerine gruplar olarak dağıtsaydık ve mevcut insan toplumunun hiç bir bilgi yapısını içsellememiş olsalardı ve onlardan da tamamen izole yaşasalardı, Bu şekilde bir yaşam sürüdürseledi. Belki de aradan bir kaç nesilde geçeceğni düşünebilir,z.

Bu yukarıdaki iki grup insanın düşüncelerinin -onların ifadelerinin dışında tam bir resmini çekebilsek ve akıllarındakileri okuyabilseydik
ya da gidip onlara ,varoluşu algılama biçimleri ve felsefeye dair sorular sorabilseydik

Neler bulurduk ve hangi cevapları alırdık? (Eminim çocuklar gibi serbest bağımsız herbiri birbirinden apayrı uçsuz bucaksız bir hayalgücüne dayalı engin fikirler bulurduk)

Bunlar engellenmmiş, sınırlanmış, gerçek özgür ham düşünceler ve algılar olacaktı..

Felsefe dediğimizde özgür/bağımsız ve kişinin kendine ait duygu düşünceleri anlamında tam olarak buna benzer bir şeye vurgu yaparız. En azından ben kendi adıma öylesi bir alana -saf bir özgürlüğe ve el değmemişliğe/yönetilmemişliğe -olabildiğine kişinin kendine aitliğine ve özgünlüğüe- temas ediyorum.

Özgür ve serbest kavramı hem anlamı hem doğası gereği yukarıdaki gibi bir şeye vurgu yapar. Yani gerçek özgür ve tam serbest düşünce odur.

(Eminim çocuklar gibi serbest bağımsız herbiri birbirinden apayrı uçsuz bucaksız bir hayalgücüne dayalı engin fikiler bulurduk)

Şimdi din ve bilim bu yukarıdakini engizite eden (yargılayan) şeydir. Bu açıktır. Bilim özgür düşünce değil, formu var ve forma sokar. Aksi olsa felsefe kavramını kaldırır atar bilimi kullanırıdk.
Din ve bilin her ikisi de özgür düşünceyi bir forma sokmaya çalışır. İnsanları ortak tektip bir şekilde düşünmeye adapte eder ve düşünceyi sınırlar, özgür düşünceyi engeller. Bilim içinde bu sözkonusu. Bu: "tüm cevaplar orada hazır var sen düşünme biz senin yerine düşündük" demek gibi. Modern toplum nerdeyse sana şunları der. Din bilim bunlardan birini paket progam gibi al ve zihnine dahil et ve taraf ol ve takımını seç...

Hayalgücünü, kozmolojiiyi (kozmolojik algıyı), içselliği, duyguları insanı insan yapan ney varsa engellemeye ve yasaklamaya suturmaya, insanı makineleştirip robotlaştırmaya çalışan şeyin adı bügun bilim oldu. İnsan otomatı. Bilim klon insan yaratıyor. Bilim insanı susturuyor. Bilim hayalgücü düşmanı. Bugünün bilimi insanı neredeyse robot yapmaya çalışıyor ve duyguları serbest düşünceleri görmezden geliyor. Bu anlamda Huxley'in "Cesur Yeni Dünya" romanını bir açılım olarak önerebilirim. Mevcut bilim cesur yen dünya bilimi.

Bunu tersine çevirmeye çalışan ve düşünceleri özgürleştirmeye çalışan şeyi de felsefe olarak görüyorum. En azından tüm bunların özgürce konuşulabileceği kapsamı felsefe olarak görenlerdenim. Felsefe eelştirmelidir. Sorgulamalıdır.

Din ve bilim insanları (lejyonerleri) felsefeden uzak durmalı. Gölge etmesinler başka ihsan istemez. Bir tür asker robot görev gücü gibiler ve gibiler düşünemiyorlar. Komut işleyen makineye dönüşmüş gibiler. Ezber dikte etmekten ve ezber tekrarlamaktan başka bir şey yapamıyorlar ve tartışamıyorlar. İdeolog düşünceleri felsefeden çekin uzak tutun. Bilim bir ideolojiye dönüştü.. Sansürü ve basıkıyı felsefeden çekin uzak tutun. Bilim sansür baskı susturma aracına dönüştürüldü. Eski dindarlık gibi bilim lejyonerliği ve trollüğü türedi. Bilim artık bilgiye ve özgür bileşe ve özgürlüğe açık düşmandır ve çok açıktan saldırır ve alenen saldırıyor.

Klon bilim ve din ideologlarının ne dedidğini papağan gibi neyi tekrarlaıdklarını zaten öğrendik ve biliyoruz felsefeyi rahat bırakın.

Herkes şiir yazamadığı gibi herkes felsefe yapamıyor. Çağrışımlama, içgüdü, sezgi, motivasyon, hayalgücü, ilham, duygular düşünceler, mantık, akıl, sağduyu, bunların hepsi belki elele. Felsefe mekanik bir faaliyet değil.
Felsefeyi bilim gibi bir kapsama sokmak imkansız ve bilim gibi bir alanla bu bilgidir deyip felsefeyi sınırlayamazsınız, felsefe özgür düşüncedir . Hiç bir sınırı yoktur. Kuşatıcısı yok. Bir sınır belirlenemez. Şu ay da bu felsefedir bile diyemeyiz.
Felsefenin bir otoritesi yok ve eğer çok üzerinde durulacaksa ve ısrar edileckese "felsefe büyükltür ya da aşkındır bilim" derim tersi değil

Bilim insanı sınıfı asker, polis ,hukukçu sınıfı gibi bir sınıf ve eylem gücüne dönüşmüştür. Oldukça tektip oldukça hiyeralşik ve denetimli bir yapıdır. Otoriterdir, sınırlıdır.

Felsefe eylemi bilim eyleminden aşkındır. ya da onun dışında bambaşka bağımsız bir şey gibi Bence şöyle düşünün. Bir kentte tektip apartman dairesi tasarlayan mühendis ve mimar bilim insanıysa özgür ruhlu hiç bir biçimden etkilenmeden üreten yaratan bir sanatçıyı düşünelim. Bu filozof gibidir.
Felsefe bilime göre oldukça aşkındır ve sanattır

Siparişle iktidarın istediğini yazan bir teknokrat bürokrat düşünün ve bir de şair düşünün. Bu ikincisi filozofsa birinci bilim insanı.
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Reenkarnasyson hakkında

Reenkarnason (Budizm ve diğer bunu kapsayan öğretiler) en güzel inançtır.


Neden?

- Öüm karşısında insana çaresizlik aşılamaz.
- Eğer kozmolojiyle genişletilirse ve başka/farklı gerçekliklerde gezgenlerde de yaşama inanç gibi şeyler de eklenirse çok çeşitlilikli çoklu sonsuz olasılıklı bir yaşam ve gerçeklik deneyimine inanç sağlar. Bana göre bu hayalgücü için önemli bir derinlik sonsuz açıklık sağlar. Sonsuz bir düşgücü içerir. (ki bu dediğim biçimde düşünmek, hayal etmek insanın iliklerini sarsan bir coşkudur, varlıksal coşkkudur)
- Dünya yaşamını tek bir kerelik, kendini tek bir kerelik görmeni engeller ve öğrenme gelişmeyi ruhsal kazanım ve gelişme olarak görmeni sağlardı. Öğrenme bilgi edinme, gelişme, ders alma, hayatın anlamı olurdu. Hayat aanlam yüklerdin.
- Yaşam varoluş karşısında çaresiz hissetmeni engeller
- Yaşamda kaos değil denge görmeni sağlar.
- Sevgiye ve bağlara değer vermeni sağlar. ki tanrı değil kendinden güç alan bir güçle.
- Kendi varlığına güven duymanı sağlar ve sevgi ve güven aşılar.
- Dünya acılarını umursammanı hatta bazen heyecanlı ,farklı, alternaitif ve normal algılamanı sağlardı çünkü burayı yüksek zorluklu bir gezegen ve gerçeklik olarak alırdın.. Burayı çook özel bir öğrenme yolculuğu olarak görürdün.
-Tanrıya gerek kalmayan bir adalet sistemi ve duygusu ahlak duygusu aşılar. Çoğu karma inancı olan kişi karmasına olumsuz yük oluştumamak için adaletsiz davranıştan kaçınır ve başkalarına kendisine nasıl davranılmasını bekliyorsa öyle davranır
- Doğa ve hayvanlara karşı sevgi şefkat yakınlık bilinci içerir
- Tek bir kerelik bir sonsuz öte dünya inancına gerek kalmaz ve yoktur

Olası eksileri ya da eleştiriler

Şiddete karşı koyma azmini kırabilir ve bir nevi pasifizm bilinci aşılar mı? sorusu
Savaşıp kavga edip durmazdın ve barbar tehdidi varsa sanırım savaşmak yerine dağlara gizlenip keşiş olurdun

İnanıyor muyum? Kişisel düşüncelerim kısa kısa

Hem evet hem hayır. İnsanların ilk algıladığı biçimde değil ama yakın ve belki kişisel adalet ve ahlak öğretim ya da anlayışım da buna benzer bir iz var. Ölüm kavramını son olarak görmüyorum (hiç bir anlam yüklemiyorum) ve ölüm kavramı bana neredeyse hiç bir şey (bir değişimkopukluk, olma halinde bir değişim kesilme hiçbirşey) ifade etmiyor, ne baş ne son. Yani süreğen varlığın sürmesi ve sürenin sürmesi. Ölüm diye bir şey görmüyorum.. Ölüm bana buradan odamdan bahçeye çıkmak gibi bir his.

Ölüm bütünüyle mutluluktur. Sonsuz mutluluk doğum kadar müjdeli. Ölümü kuş gibi hafifileme ve varoluşa devam etme gibi algılıyorum ama daha ziyade kopukluğun giderilmesi gibi. Yani ölümü yaşamda dah iy ive kolay durum olarak algılarım. Yaşamdan iyi. Ölümü sevinçle dört gözle bekliyor ve iple çekiyorum ama acelemde yok..

Neden hem evet hem hayır?

Benim ontoloji çözümlememe göre zaten herkes herkestir özel bir ben seçmeye ve farklı bir ruh olmasına gerek yok. Diyelim ki beni temsil eden bir ruh olsun ve bu gerçekliği terketsin. Burada subjektif bir tutum almıştır ve bu gerçekliği terkettiği an da objektif olacaktır. Bütüne dair hisseder. (Buradaki kendilik algısı kalmaz, buradaki gibi ben hissedemez ve buna yabancı hissederdi)
Başka bir gerçekliğe tekrar giderse de tam olarak bu ben olmayacaktır oranın atmosferine göre biçim alırdı. Yani özünde bir reenkarnasyon aramaya ve yapılandırmaya da gerek yoktur. Yani tüm varolan hepsi aynı bir bilinirse özelliğe, kişiye ve kendi olmaya gerek kalmıyor.

Diyelim ki beni temsil eden farklı bir ruh olsun ve tekrar tekrar başka gerçeklere enkarne olsun.
İkinci seçenekte de; Diyelim ki varolan her şey biribirinin aynı kabilinden farklılaşması olsun
Bu ikisi aynıdır ve arada fark olmaycaktır
Bu ikisinden birini düşünme ya da inanma arasında bir fark görmüyorum. Ben kendimi tümvarolana atfederim ama yine de reenkarnasyon gibi bir bakışım var yok gibi.
Yani şu var. Şu an farklı gerçekliklerde varolanlar varolduğunu düşünmek (Aynıyız gibi bakmak)
Sonra kendinin ölüp farklı farklı gerçekliklerde varolacağını düşünmek
İkisi arasında fark var mı ama ikinci daha eğlenceli... Öyle düşünmeyi yeğlemek hoş olurdu ama aynı şey gibi.

Ölüm ötesi?

Ölüm ötesi araf tasvirine biraz benziyor ve geçici bir bölgedir sürekli kalınmaz
Burayı genelde "Michael Newton "adlı bir yazarın kitaplarından aldığımız betimlemelrden esinleniyoruz. Onu okumak büyük mutluluk. Ölümü hafifiletir. Ölüm ne eğlenceli bir şey olur.

Ölüm olduğu için mutluyum ve yaşama katlanmamı sağlıyor bu yolla yaşama katlanabiliyorum..
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
dunyada seker hastalarinin ve daha once kalp rahatsizligi gecirmis insanlarin covidi nasil gecirdiklerini biliyor musunuz?

Yazar olarak ,genel olarak okunmadığım ve okunmaksızın afaki geri bildirime maruz kaldığım izlenimine kapıldım ve kapılıyorum. Bu ilk değil. Rahatsız edici addeidlen ifadeler buna yönelik ya da rahatsız edildiğim için geri rahatsız etmeye yönelik çünkü elbirliğiyle aşı tercihine tartışmaksızın cahil denirken taraf olup üste bana had bildirip susuyordunuz şimdi becerilerden sözediyorsunuz. Üstün tepkisizlik, taraflılık ve ya da tartışmadan yerme yargılama becerileri mi?

10 yıldır diyabet ve kalp hastalığıyla savaş üzerine yazıyorum çünkü 25 yaşımda tansiyon hastasıydım 6 yıl ilaç kullandım ve bir diyetle bıraktım. O gün bugün yazıyorum hiç susmadan. Metabolik sorun ya da sağlığın sağlıksızlığın ne olduğunu biliyorum.

Hiç bir fiziksel aktivite olmaksızın kan basıncı kan şekeri sadece diyetle denetlenebilir. Diyabet ve kalp damar hastalıkları çok çok büyük oranda ya yönetilebilir ya da önlenebilir. Bunun %80 üzeri muhtemelen başka hiç bir müdahale olmadan diyetle yapılabilir. Salgın öncesi dahil forum, sosyal medya sağlık tartışma grupları bunu yazıyor ve paylaşıyorum.

Sadece 8 bin takipçi. Bilim onları aforoz etti. On yıldır anlatıyoruz yazıyoruz kimse dinlemiyor.


Bana göre BMJ den sunduğum karbonhidrat pıhtılaşma makalesi yayımlandığında ya da Covid yoğun bakım hastalarına o öneri geldiğinde doktor ve hastaneler test etmelidir. Bilimin refleksi nerede? Ben insan sağlığını umursadığım için bunu yaymaya giriştim ve tartışmaya sunmaya paylaşmaya giriştim. Sosyal medyadan binlerce insanla yıllardır temas kurarak bunu anlatmayı deniyorum yani bana yoğun bakımlardaki diyabet ve kalp hastalarının acılarını umursamama gibi bir şey söylenmesi ya da yazar olarak okunuyorsam bu sorunun/yorumun sorulması benim tarafımda okunmadığım ve okunmadan üç cümlem seçilerek ya da direkt taraf olunarak yargıya maruz bırkaıldığım izlenimi verir. Kusura bakılmasın.

Ben diyabet ve kalp hastalarının acılarıyla/sağlığıyla ve yoğun bakım sürecinin hafifletilemsiyle ya da o sorunun çözümüyle de covidden önce de ilgileniyordum ve ilgiliydim.

Benim sorularıma yanıt alamadığımı biliyor musunuz?
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Evrim üzerine; (Sözler söylemler)

Evrim özünde cansız bir ilk tekillik yanılgısının, dışavurumudur (/dışavurumundan ibarettir)

Evrim özünde cansız ilk tekillik modellemesi ya da yanılgısıdır

Evrim madde temelli başlangıç ya da hareket (zaman) yanılgısıdır

Evrim ilk madde/ilk tekillik türünden başlangıç soyutlaması yanılgısıdır

Evrim ilk maddenin ilk hareketi yanılgısıdır. Başlangıç tekilliğinin ilk hareketine bağlı soy kütüğü yapılandırma ve modelleme

Evrim insanın soy (köken) arayışının sonucudur

Evrim maddeyi soy olarak köken olarak belirlemekten fazlası ve ilerisi değildir

Evrim bizi madde doğurdu demeye gelecektir.

Evrim madde tanrı demektir ya da evrim ilk madde (tekilliği) soy kütüğümüz tabanız ve tanrımız o bizi var etti demektir ve özünde ilk hareket yanılgısını bağrında barındırır ve taşır

Evrim atamız (ilk) tanrı değil maddeymiş ve soyumuz (ilk) tanrıya değil de (ilk) maddeye dayanıyormuş demek gibi.

Cansız ilk tekilliğin ilk hareketi dışında bir evrim modelleyemezsiniz (çünkü sonsuz harekette oluş ve realite tamamen -zamansız- bir ilüzyonlar döngüsü olurdu)

Evrim başlangıç ilkesi olarak öncenin ilk özne/ilk tanrı/bilinç ve akıllı öz yerine katı somut madde ilkesi koyma ve dayatma

Evrim madde ve evreni tanrılaştırma/ilkleştirme.

Evrim köken arayışına cevap madde de bulundu demektir.

Evrim içkin bilinci dışsayarak maddenin nasıl bilinç doğurduğunu anlatıyor

Evrim zamanı antizamana (zamanın olmadığı ve bu haliyle doğduğu bir paradigmaya) hapsederek bunu yapıyor ki bu zaman hareket ve diğer varlıklar için hem doğuş hem ilk hareket önermedir. İlk hareketten yoksun evrim düşlemeyezsiniz.

Evrim bugünkü bu haliyle hiçbir şeyin cevabı değil ve hiçbirşeye cevap vermiyor .Olsa olsa tanrı karşıtı bir yaptırım ve silahlanma (savunma gücü/barikat)

Doğuşsuz evrimde geçmişten geleceğe sürekli süren bir süreklilik olamayacağına göre doğuşsuz (ilksiz ve ilk maddesiz) evrim madde temelli (öncü) doğuş hipotezine bağdaştırılamaz o halde tersi değildir ve evrim bu haliyle madde temelli doğuş ve ilk hareket dayatır.
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Askeri uzman politik uzman değil, politik uzman ekonomist değil. Eskiden iktisatçılar vardı (iktisatçı diye bir tanım ve kavram). Şu an toplumun sosyolog, iktisatçı ve toplumsal psikolog gibi bir bileşkenin (sosyal bilimcilerin) yorumuna/dengesine ve açık analizine ve bunların sözünün dinlenmesine ihtiyacı var. Askeri uzman ve stratejistler sizi batırmak üzere ve uçurumun kıyısına sürüklüyor. Küresel ekonomik sistemi bellemek üzereler. Kaldı ki şu an bunları okuyabilen yok.!

Askeri hesapların/hesaplamaların ilk ayağı politik değil ekonomik olmalı ve ekonomik döngüyü içermeli hesaba katmalı

Türkiye yüzünü bakışını ve koordinasyonun bir yönünü Asya'ya çevirmeli odaklamalı..

Tedarik sistemi ve döngü(?!)
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Askeri uzman politik uzman değil, politik uzman ekonomist değil. Eskiden iktisatçılar vardı (iktisatçı diye bir tanım ve kavram). Şu an toplumun sosyolog, iktisatçı ve toplumsal psikolog gibi bir bileşkenin (sosyal bilimcilerin) yorumuna/dengesine ve açık analizine ve bunların sözünün dinlenmesine ihtiyacı var. Askeri uzman ve stratejistler sizi batırmak üzere ve uçurumun kıyısına sürüklüyor. Küresel ekonomik sistemi bellemek üzereler. Kaldı ki şu an bunları okuyabilen yok.!

Askeri hesapların/hesaplamaların ilk ayağı politik değil ekonomik olmalı ve ekonomik döngüyü içermeli hesaba katmalı

Türkiye yüzünü bakışını ve koordinasyonun bir yönünü Asya'ya çevirmeli odaklamalı..

Tedarik sistemi ve döngü(?!)

Yakında ekonomik savaşla, ekonominin gerçekleriyle yüzleşilecektir

Rusya'nın neredeyse tüm Avrupa kadar toprağı var ve beslediği nüfus Çin ve Hindistan ölçütünde değil. Rusya'yı uluslarası tedarik zincirinden koparamazlar, koparamazsınız. Takas ekonomisi. Oradan alıyorsunuz vermiyorsunuz, yani muhtemelen Rusya sizi değil de siz Rusya'yı sömürüyordunuz.
Artan akaryakıt fiyatları, iletim kesintileri ve artan gıda fiyatları demek. Yakında batı uluslarası köle pazarını izleyin. Bu herkesi köleleştirecek, fakrirleştirecek.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Ruslar (!) onlar sadece yenilmeyecek (!) (ve yenmeyecekte) değil. Mesele bu değil. Onlar tarihin akışını değiştiriyor. Bu Rus'tan büyük bir şey. Tüm tarihi bilinç, Amerikan'nın ezip sömürdüğü tüm halklar içsel olarak ya da tarihsel içggüdüsel vb olarak arkasında. (Vietnamlı, Venezüellalı, İranlı ve diğer hepsi Rus ya da Rus gözü ve içgüdüsü) Bu sadece açıktan ifade edilmiyor. Tüm insanlığın bilinci orada savaşıyor. Batının uyuttuğu/demlediği 1-1,5 milyar göze karşı

Bir ip (halat) çekme oyunu düşünün ve batıyı doğuya doğru çeken bir grup..
Batı'nın grubu zayıf şaşaalı ve güç ilüzyonu çöküyor...
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Tek dünya devleti gibi düşünceler güvenlik endişesi gibi gerekçelerle kalan son hak ve özgürlükleri de sınırlı bir elit azınlığa devretme ve mutlak kontrolü simgeliyor

Özgürlüğün erebileceği aşama. Yönetimsizlik ve devletsizlik
İnsanın/insanların dersi otoritedir.
 

odun

Filozof
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
12 Şub 2022
Mesajlar
950
Tepkime puanı
148
Puanları
43
Konum
Kime ne
Yönetimleri beğenirsiniz veya beğenmezsiniz; iyisi var kötüsü var. Ancak her toplumda yönetim şart, yoksa o toplumu, afferdersiniz, p.k götürür, toplum olmaktan çıkar. Çünkü tersi durumda kaos ve anarşi baş gösterir.

Bu durum milyonluk şehirlerdeki tüm trafik lamblarının bir anda kapatılmasına benziyor. Sadece trafikte ortaya çıkacak kaotik manzarayı hayal edebiliyor musunuz?

Ha evet; bireysel olarak özgür mü olmak istiyorsunuz. Kolayı var. Gidersiniz kuşun uçmadığı kervanın geçmediği bir yerlere. Mesela vahşi ormanlara...orada her şeyi kendinizin(!) yapabileceğini gözünüze kestirebiliyorsanız, buyrun. Orada istediğiniz kadar özgürlük var.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
(Sosyal medya, forum) Okur (u) neredeyse hizmet alıcısı gibi (ve tabiri caizse içerik tüketicisi) gibi oldu.
Başka bir ifadeyle bir sınıf (çoğu zaman iktidar ya da angaje olunan ideolojik kamp adına düşünce denetimi ve insan avı yapıyor ve) neredeyse bireysel katılımını hiç sunmaksızın, katılımcı değil de yazar/çizer, içerik eleştirmeni ve gözlemcisi masasından içerik denetleyip ahkam kesiyor had bildiriyor nasıl/ne yazacağına karar veriyor, gözlemliyor vs ve katılmıyor bile.
Kendi bağımsız içerik sunumu, kişisel katılımı, yazarlığı olmayanlar kadın programı gözlemcisi ya da yemekteyiz programı jürisi gibi içerik okuyor.
Sinema izler gibi izliyor içerik eleştirmeni gibi eleştiriyor
İçerik eleştirip sınıflamaktan -gözetlemekten- başka katılımcılığı olmayanlar var, bir de yazara ayar veriyor
Forum çok seslilik ve katılımdır. Tek taraflı değildir. Forum gazete ve içerik yazarı köşe yazarı değildir.
Forum paylaşımının ne olduğunu daha açığı forumun ne olduğunu artık -hiçe yakın kadar- çok az insan biliyor.
Bir de bunun dışında geçmiş kült sanılan forumların ürettiği abuk subuk bir tartışma kültürü, yazar haşlayan üslup ve dil kullanımı dahil içsellenmiş çatışmalar gibi sorunlar var.
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Felsefe ya da bilim kavramlarını ve bu ikisinin ilişiğini nasıl görüyorum?

Bunu daha önce defalarca kez açıkladım ama başka ve yeni bir örnekleme denersem.

Bana göre ilkel, özgün, ham haliyle bilim ve felsefe kavramları neredeyse eşit ve özdeş yani tam aynı gibi oysa şöyle diyebilirim.

Bilim felsefenin asimile olmuş yozlaşmış ya da iktidarca denetlenip, düzenlenip sınırlanmış ve devşirilmiş, ket vurulmuş hali gibidir.
Doğal bir kültürün, bir dilin vb.nin asimilasyonun düşünelim tıpkı bunun gibi diyebilirdik.

Başka bir örnekte ise felsefe organik tarım gibi ya da yabani ot ve doğal av gibi olsun ve bilim gdo'lu (genetiği değiştirilmiş), gübreli, hormonlu gıda ve kafeste beslenen insan yemeği gibi olsun.
Buna benzetiyorum.

Yani özünde felsefeyi bilgiyle daha direkt dolaysız bir ilgi, bilginin kökeniyle ilgili bir faaliyet, daha yapısalcı bir faaliyet ve daha aşırı bir fonksiyon ve faaliyet ve bilgiyle en saf yaban haliyle direkt ilgi vb. olarak görüyorum. Yani özünde kökende iki kavram neredeyse aynı gibi olsa bile bugünkü isimlendirmelere bakarak felsefeyi daha özgün, nitelikli, yüksek ya da aşkın bir bilgi eylemi ve faaliyeti olarak alırdım. Bana göre felsefe demek sanat demek gibi mesela. Bilgi için bir teknik sınıf oluşturabilirsin ve herkese ehliyet ve yetki verebilirsin herkes onun üreticisi ve tüketicisi olurdu. Bunun gibi tüm topluma sanatsal üretime dair bir ivme kazandırsam yani okullarda gün boyu sanat ve yaratıcılık üzerine dursam herkes bir ölçüde sanatçı ya da sanat üreticisi olabilir ama yine de özgünlük ve yaratıcılık anlamında özel ve spesifik olarak daha belirli üreticiler oluşacak ve çıkacaktır. Tarih ya da insan belleği de herkese Vinci, Sokrates, vb. adı ya da ad saygısı bağışlamıyor. Bu doğal yetke, özellik. Bilginin ona güdülenmiş/ivmelendirilmiş ya da onun üretimi için zorunlu kılınmış bir teknokrat sınıfça, eforla ya da iktidar talebi ve itkisiyle üretimi tam bir kabus. Bilgi ona dair tam bir sevgi ve tutku işidir.

Bilim kesinlikle felsefenin çocuğudur.

Bu anlamda atıyorum yakın olacak mı bilmiyorum ama felsefeyi bilim değil sanat kavramıyla yakınlaştırmayı ve yien bilim değil sanat kavramına yakınlaştırıp kavramayı denerdim. Mesela bilim zanaatsa (teknikse) felsefe sanat (yaratıcılık) olacaktı. Felsefe yaratıcı üretici mental etkinliğin ve yoğunlaşmanın tekniğin ve tekniksel işlevin önünde olduğu bir edim.
Yani bana göre (benim gibilere göre) bilim insanı bilgi teknisyeni ve teknikeri iken filozof bilgi sanatçısı gibi. Bunu teknikerin tanıyıp tanımaması doğal içgüdüsel, mental/belleksel, yeteneksel, toplumsal işbölümsel, arkaplansal vb.ni değiştirmeyecek .Kabaca Vinci ve Sokrates örneği gibi. O-onlar doğuştan hiçkimse olmasalarda çiftçi olarak bile ölseler özünde Vinci'dir ve Sokrates'tir. Uygun toprakta Sokrates ve Vinci olarak bitecek tohumdur. Bu ham felsefe etkinliğinin birincil ilgilisidir. Bugünün modern toplumu bunu (onları asla ve asla) tanımlayamayacak (bulamayacak) ve liyakat vb denen gibi o anlamda onlara mental iş bölümüne dair asıl bir yetke ve sınıf onlara sunamayacaktır.. Daha açığı felsefe toprağında Diyojen'in deyimiyle gölge edilmese başka ihsan isteneceğini de sanmam.
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Filozof

Bir din insanı (rahip, haham, hoca) bir din kitabına ve onun ayetlerine bağlıdır. Peygamber ise direkt tanrıya, sezgisine, ilhamına, vahyine bağlıdır.
Burada filozof biraz daha ikinci gibi. Direkt bilgi sevgisi/ilgisi, bilgi, doğa, gözlem ve felsefeye bağlı gibi ya da doğal bir ergi ve yetenek olarak bilge ya da özgün bir yol yordam ve biliş üreticisi gibi

Filozoflar arasında bilgi ve aktarım farkları ya da bilgi ekolleri arasında farklar olması hakkında

Daha yaygın olarak uzakdoğu da yaklaşık olarak bugün non-dualizm denilen bir kavram var. Bu ekolün aydınlanmış, bilge/usta/guru ya da non-dualizmi kavrayabilmiş sayılan her temsilcisi evrensel temel kavrayışlarda ve bu anlamda aktarımlarında neredeyse tamamen ortak gibidir.

Bilgi ve Özel mülkiyet karmaşası

İnsan bilgiyle mülkiyet illiyeti kurar ve bunu özel mülkiyetle ilişkilendirir. Örneğin benim sahip olduğum bilgi. Bilgiyi bir özel mülkiyet olarak görür ve tanımlar. Bunun tersi ya genel ortak kamusal mülkiyetler ya da aidiyettir. Örneğin ülkeye, ulusal, milliyete sahip değil ait olmaktan ya da genel bir aidiyetten sözederiz.
Bilgiyle biraz ikincisi gibi ilgilenilebilir ya da bağ kurulabilir.
 
Son düzenleme:
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst