Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Her şeyin bir yeri ve zamanı olduğu doğrudur; ki, olgunlaşmayan soru ve yanıt olmaz diye boşuna dememişlerdir. Ancak, bazı olgular ve sosyal sorunlar dün gibi, yarın gibi mevcudiyetlerini korumayı sürdürüyorlarsa işte o zaman söylenenler de bir ve aynı değildir; bilakis üstüne yapılan vurgu sayılmalıdır. Devrim ise, her şeyin alt-üst olması ve bunun kısa bir sürede meydana gelmesidir.
.../
belki de tercihlerin yanılgılarından oluşan bir toplam...
İnanç olması için bilgiden yoksunluk gerekir; besleyeni cehalettir. İnsanlaşmaya cehalet ile başlanmış olunsa da ilk-elin cehaleti ile modern/çağdaş sayılanın cehaleti bir ve aynı değildir; ilki bilgiye aç iken, diğeri bilgisizliğinin kurbanı olur.
insan, nerede ve ne şekilde olursa olsun hep yalnızdır; -cennetten kovulmuştur bir kere- ve o yalnızlık içinde yaşar, yalnızlığın bittiği gün yaşamın en ağır yükü çöker omuzlarına; adı ise ölümdür.
mutluluk, kapitalist düşlemlerle sipariş edilen ekmek arası sıkıştırılmış nesnelere benziyor; ancak ne nane, ne de soğana benzemeyen bu hilkat garibesi şey insana sadece tüket, tüket , tüket diyen bir şey; buna insanın kendisi de dahil...liberalce yiyebilirsiniz....
insanlar benzer sorunları/yaşamın getirdiği zorlukları-katlanmaları- acı ve sevinci farklı yerlerde ve fakat eş-zamanlı olarak yaşadıkları halde bunun farkında olmazlar; insan, kendi dünyası ile saklı kalır...bunun istinası ise, eş-zamanlı olmayan toplumlardır; bunlar da, ilk-el denilen topluluklardır...yeryüzündeki insanlar çoğunlukla eş-zaman yaşarken küçük bir azınlık/insan topluluğu bu kural dışına çıkar...
bazı olgular vardır ki onların yoklukları varlıklarından daha yeğdir; bunun için yok saymasını bilmek gerekmektedir; insan var-ettiği gibi yok-etmeyi de bilendir...
statüko korkuya dayalı olarak varlığını sürdürür; değil midir ki her çocuk yeterince çözümler üretilmediğinden dolayı korkutularak büyütülmekte, söz-yerindeyse eğitilmektedir; ne ki, tüm çocuklar günü geldiğinde -ki bunu yalnızca kendileri bilir ve belirlerler- korkunun duvarlarını aşındırıp, üstüne üstüne yürürler... ne demiş Arif ; "yürü üstüne üstüne/tükür yüzüne celladın" diye..
Her devrimin kusuru vardır ve olması da kaçınılmazdır; kusursuz bir devrim olsa olsa devrim-ötesi bir olgudur ve bunun mümkünatı yoktur; önemli olan, devrimi yaratan ve yaşatacak olan öznelerin/ögelerin kusursuzluğa yakınlaşan tutumları/edimleridir; bu pratiğin ta kendisidir de...Bu edim/tutumlardaki kusur ne kadar fazla olursa o devrim de o denli hasarlı olacaktır; sonuç olarak her devrim kendini yaratan koşullar yanında yaratıcı özne/lerin kimliğini taşır...
görmek isteyen, önce beynindeki sınırları yıkmalıdır; gözleri olan bütün canlılar görürler ve ancak beynini sınırlandıran tek canlı türü insandır;demek ki, beyin-gözü sınırlarla çevrili olan kör-beyinlidir; gözü-kör olanlar gören-beyinleriyle, kör-beyinlerden fazlasını görürler...
değil midir ki; insan -utanabilen- tek canlı türüdür ve değil midir ki yine insan pişkin pişkin utanacağı yerde öykünür/özenir/özendirir ve kibirlenir; işte bu kibirdir ki insanı kendine yabancılaştıran; güç ve güçlünün yanında olmak, emeğini ortaya koymadan başkalarının sırtından geçinmek ve bunu da aşarak insana dair ne varsa ayaklar altına alıp sömürmek insanı toplumsal varlık olarak kendi olgusal gerçeğinden uzağa düşüren bir durum değil midir?
Perde açıldığında, bir gölge oyununu izler gibi insanlar kendi düşlerindeki siluetlerini izlediler; o perde gözler-önüne çekilmiş bir ilizyon perdesi olmasaydı da siluetler ile kendileri arasındaki devasa farkı göremeyeceklerdi; çünkü o gözlerle bir ötekine baktıklarını sanmaktaydılar; sonuçta, kanan/kandırılan yalnızca kendileriydi....
yetke ve yetkiye muktedir olanlar yetke ve yetkiyi veren gücün ötesine düştüklerinde yetke ve yetkiyi ona karşı kullanmaya başlar; yetke ve yetkiyi veren güç bu aşkın olma durumunu fark edemediğinde ise bu aşkın olma durumunu normal olarak görmeye başlar; hayat bir yönüyle ilizyon değil midir ki?! Bu ilizyon olmasaydı, hayat ya hiç yaşanmaz olurdu ya da yetke ve yetki aşımı asla gerçekleşmezdi...
suskunluğun kendince bir anlamı vardır; fakat, gören gözün görmemesinin, duyan kulağın duymamasının, bilen zekanın bilmemesinin ne bir anlamı vardır ne de bir yararı; o, dokunmayan yılanın er ya da geç kendisini sokacağını bilmeme sefaletinden başka bir şey değildir...