Ynt: Kader hakkında
Öncelikle "kader" kelimesinin dilimizdeki dini temelli anlamını kurcalamamız gerekiyor. Başka bir dilden çeviri yaparsak, örneğin fransızca "déstin" veya ingilizce "destiny" , türkçedeki kader kelimesinin karşılığı olan, yani altında dini bir altyapı bulunduran bir kelimedir. Kader derken altmetninde İslam inancının öğelerine yatan bağlılık vardır. Öncelikle bu bağlamda "kader" e vurgu yapalım. Yaşar Nuri Öztürk, bir Teke Tek programında, kaderin yanlış anlaşıldığını, Kur'an da kader olarak bahsedilen şeyin aslında doğa kanunları olduğu, kadere karşı çıkılmaz sözünün aslında doğa kanunlarına karşı gelinemeyeceğini anlatan bir söz olduğundan bahsetmişti. Kader kelimesinin dini altyapısız bir eşanlamlı kelimesini ararsak, "yazgı" kelimesi, ingilizcede "fate" olarak çevrilebilen bu kelime dini bir altyapı kullanmaksızın, yaşadıklarımızın kişiden bağımsız başka bir takım unsurlara bağlı olduğunu ve değiştirilemez olduğunu vurgular.
Benim düşüncem, kader/yazgı nın insanın "mitler"(mythos) döneminden kalma bir yanılgısıdır. Mitler, doğa karşısında aciz kalan insanların doğanın arkasındaki güçleri anlama, anlatıma dökme ve böylece sistematize ederek korkudan kurtulma çabasıydı. Buradan yola çıkarak uzun vadede, önce dinler, sonra bilim ortaya çıktı ve mitler sadece hikayelerde kaldı. Mitlerden miras kalan öğelerden biri olan kader/yazgı da ister istemez dinsel bir öğeye dönüştü ve çeşitli dinlerin vazgeçilmez öğesi olarak benimsendi. Bunun sebebi, hem mytosların hem dini öğretilerin temelini insanın doğa karşındaki acizliğinden almasıydı. İnsan, doğayı bilmiyor ve yönetemiyordu dolayısıyla acizdi ve aslında doğa üstü bir güç yönetiyordu herşeyi. Bu noktada mythoslar ve dinler buluştuğundan olsa gerek, kader/yazgı çok uzun zamandır bilinen ve rağbet edilen bir kavram olmuştur.
Bu noktada, aydınlanmanın insanı doğa karşısında üstün getirerek doğayı yönlendirme dirayetini verdiğini, modern bilimler sayesinde dünyayı ve evreni kavrayışımızın giderek arttığını söyleyerek, kul değil birey olan insanın, kaderle bir ilişkisi olmadığını söyleyebiliriz. Birey olan insan artık doğadan değil, doğayı kendi bilinciyle mahveden insanların getireceği felaketlerden korkmaktadır, dini kitaplarda yazılan felaketlerden değil. Dolayısıyla, kendi kararlarının hem doğayı hem de kendisini bağladığını bilir ve bunun getirdiği sorumluluğu hisseder( Sartre'ın "l'angoisse" kavramıyla açıkladığı durum). Böylece bilimi yol gösterici olarak alan, ve sorumluluklarını bilen insanlar, kader/yazgıya değil, kendi kararlarının sonucunu analiz etmeye ve kendini ona göre yönlenlendirmeye yönelir. Bilimi reddederek veya bilimi keşfetmeden, yol göstericisiz kalan insanlar ise kendi acizliklerini "mythos"lardan kalma yöntemlerle doğa üstü süper güçlere bağlayarak vicdanını rahatlatır.
Öncelikle "kader" kelimesinin dilimizdeki dini temelli anlamını kurcalamamız gerekiyor. Başka bir dilden çeviri yaparsak, örneğin fransızca "déstin" veya ingilizce "destiny" , türkçedeki kader kelimesinin karşılığı olan, yani altında dini bir altyapı bulunduran bir kelimedir. Kader derken altmetninde İslam inancının öğelerine yatan bağlılık vardır. Öncelikle bu bağlamda "kader" e vurgu yapalım. Yaşar Nuri Öztürk, bir Teke Tek programında, kaderin yanlış anlaşıldığını, Kur'an da kader olarak bahsedilen şeyin aslında doğa kanunları olduğu, kadere karşı çıkılmaz sözünün aslında doğa kanunlarına karşı gelinemeyeceğini anlatan bir söz olduğundan bahsetmişti. Kader kelimesinin dini altyapısız bir eşanlamlı kelimesini ararsak, "yazgı" kelimesi, ingilizcede "fate" olarak çevrilebilen bu kelime dini bir altyapı kullanmaksızın, yaşadıklarımızın kişiden bağımsız başka bir takım unsurlara bağlı olduğunu ve değiştirilemez olduğunu vurgular.
Benim düşüncem, kader/yazgı nın insanın "mitler"(mythos) döneminden kalma bir yanılgısıdır. Mitler, doğa karşısında aciz kalan insanların doğanın arkasındaki güçleri anlama, anlatıma dökme ve böylece sistematize ederek korkudan kurtulma çabasıydı. Buradan yola çıkarak uzun vadede, önce dinler, sonra bilim ortaya çıktı ve mitler sadece hikayelerde kaldı. Mitlerden miras kalan öğelerden biri olan kader/yazgı da ister istemez dinsel bir öğeye dönüştü ve çeşitli dinlerin vazgeçilmez öğesi olarak benimsendi. Bunun sebebi, hem mytosların hem dini öğretilerin temelini insanın doğa karşındaki acizliğinden almasıydı. İnsan, doğayı bilmiyor ve yönetemiyordu dolayısıyla acizdi ve aslında doğa üstü bir güç yönetiyordu herşeyi. Bu noktada mythoslar ve dinler buluştuğundan olsa gerek, kader/yazgı çok uzun zamandır bilinen ve rağbet edilen bir kavram olmuştur.
Bu noktada, aydınlanmanın insanı doğa karşısında üstün getirerek doğayı yönlendirme dirayetini verdiğini, modern bilimler sayesinde dünyayı ve evreni kavrayışımızın giderek arttığını söyleyerek, kul değil birey olan insanın, kaderle bir ilişkisi olmadığını söyleyebiliriz. Birey olan insan artık doğadan değil, doğayı kendi bilinciyle mahveden insanların getireceği felaketlerden korkmaktadır, dini kitaplarda yazılan felaketlerden değil. Dolayısıyla, kendi kararlarının hem doğayı hem de kendisini bağladığını bilir ve bunun getirdiği sorumluluğu hisseder( Sartre'ın "l'angoisse" kavramıyla açıkladığı durum). Böylece bilimi yol gösterici olarak alan, ve sorumluluklarını bilen insanlar, kader/yazgıya değil, kendi kararlarının sonucunu analiz etmeye ve kendini ona göre yönlenlendirmeye yönelir. Bilimi reddederek veya bilimi keşfetmeden, yol göstericisiz kalan insanlar ise kendi acizliklerini "mythos"lardan kalma yöntemlerle doğa üstü süper güçlere bağlayarak vicdanını rahatlatır.