Deneyişler-Denemeler, Söyleşiler ve Söyleşmeler

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde "ictenlik" tarafından oluşturulan Deneyişler-Denemeler, Söyleşiler ve Söyleşmeler başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 8,983 kez görüntülenmiş, 149 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Deneyişler-Denemeler, Söyleşiler ve Söyleşmeler
Konbuyu başlatan "ictenlik"
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
FELSEFEYİ TEP-TEHLİKELİ HALE GETİRMEK !!

Bu yazıyı felsefeyi tehlikeli hale getirmek başlığıyla sunmak istedim..

Neden ve nasıl felsefeyi tehlikeli hale getirmek. Bunda ne felsefe olabilir ki diyorsunuz değil mi?
Bunu duyar gibiyim.. Bu felsefeyi tehlikeli hale/biçime getirmektir...
Okur ve üzerine düşünürseniz görüşeceğiz

(Yazıma ön ayak olan ön iki yazı yani bundan önceki iki postta ayrıca okunabilir.)

Küre ve daire kavraması üzerinde durmalıyız. Zihinden. Dış evren üzerinde durmalıyız. Bunu anlayacaksınız.
bu sizi hiç bir şeyin geliştirmediği kadar geliştirecektir. Biraz mide bulantısı cabasıdır... Eğer uygulama olarak görülürse...

GENİŞLEYEN YANALLIK VE UZAYDA YUKARI YERİNE EŞİT AŞAĞI İNİŞ VE YANA GEÇİŞ ; KÜÇÜK PRENSİN YERİNE KENDİNİ KOYMA VE UZAY BOŞLUĞUNDA YAN YANA KÜRELER ÜSTÜNDEN ATLAMA KAVRAMI ÜZERİNDEN FELSEFİ KAVRAMA, FELSEFİ BİLİŞLEME UZAYINA DALIŞ ;
/KÜRE KAVRAMAK ve ;KÜRE KAVRAYIŞI;

FELSEFİ TEMELLER ;(İNÇ İŞARETİ İLE VURGU VE GÜÇLÜ BİR BASKI İLE)

Örneğin yana giderek aya gidin...
Aya gönderilen bir Füzeyi yan da düşün. Kürenin aynında.. Sağ yanında ve sol yanın da..
Bunu çevir. Bu çevrildiğinde felsefenin tehlikesini göreceksin..
Füzeyi aşağı gönder.. Aşağıya da bir füze koy... Aya iniyoruz... Füzeyi dört yana koy gönder ve sana gösterilen Küçük Prens uygulamasını bir dene uygula istersen göreceksin....
Füzeyi altı yana koy... Altı yana birden gönder ...Bu uygulamayı genişlet...

Aşağıdan dünyanın ve kürenin alt tarafından aşağıya doğru aya giden bir füze düşün ve Ayı aşağı da düşün ...ve Küçük Prensi oku lütfen...

Uzayda Aşağı İnmek ya da Uzaydan Aşağı İnmek
Uzaya İniş


Küre üzerinde yaşama örneğini veriyoruz. Bu keşif yeni. ve eskiden yer dipti ve yere bitişikti-sonsuz bir yere bitişikti. Bir çok kurumsal felsefe algısı içinde böyle ..ve belki de bu kurumsal tabanı yineliyorlardır...

Örneğin bir kürenin içinde değiliz ve küre tarafından sarılmıyor ve kuşatılmıyoruz. Boşluk bizi kuşatırken okyanus tarafından kuşatılan balık kadar içerdelik duymuyor olabiliriz. Bunu anlatayı deneyeceğim...

Biz biliyoruz demeyin geçmeyin

Aidiyetlik duygumuz belki de eksik ve kopuk. Fromm'un Kendini Savunan insanda bahsettiği gibi bu küre üzerine fırlatılmış-düşürülmüş ya da hatta dışardan getirilmiş konulmuş hissediyoruz. Bir yanımız tanrısal ve göklere ait bir yanımız hayvansal ve yerlere ait hissediyor. Yeryüzündeki hayvan türleri nerdeyse bağdaşmıyoruz ve özdeşmiyoruz. Aksi örnekler de var . Bilimsel kuramlar yapılandırdık ancak ayaklarının yere basması konusunda herkes ya da çoğunluk ne yazık ki hemfikir olamadı. Bu kuramları dinden bir kaçış olarak sahipleniyoruz evet.

Yukarıdaki Küre örneğini Varlığın üzerinde ve dışında/üstünde yaşamak kipine genişletelim. Alt tabanla aynı özdeşlik kurmuyoruz. Evren bizi içine alan/katan ve içinde tutan-bulunduran bir şey oysa bu dünyanın üzerinde olma örneği gibi Evren taban olduğunda yine onun dışında ve üstünde olmak gibi bir aidiyet duygumuz var. Bu tabandan sıyrılamıyoruz

Ben varlık yokluk imlememizin bile alt üst yapılandırmasına ve zeminine oturacağını düşünüyorum. Düz bir çizgi çekiyoruz ve bölüyoruz alt taban varlık-doluluk ve üst taban boşluk-bilinmeyen.

Düzlemsel bir bakışta-karşıdan bakışta, boşluğu bir çizgi ile kestiğimizde ve boşluğa bir çizgi çektiğimizde oluşturduğumuz bu doğrunun altını dip ve alt sayalım. Bir kağıdın üstündeki gibi Bunun bize doğru alan derinliği ya da ileriye ve geriye doğru uzamı ve alan derinliği gibi bir kavrama girdiğimizde?

Yukarıda anlatmak istediğim buydu. Bir küre yüzeyi bir küre yüzeyi olarak düşünülebilir ve bölünemez tüm yönleriyle ve tüm küreyle birlikte .Burada alınabilecek tek kavram ya da en düşük kavram bir düzlem vb. olmalıdır, olabilir ancak düzlem denen de aslında tüm kürenin tüm yüzeyini geri verdi-kesilmiyor...gerçek bir düzlem

Boşluğun doluluk ya da madde olması ve evrene dair olması yeni yeni anlaşılıyor ve kavramsallaşıyor. Bilimsel akışla zihinsel akış bilmiyorum birbirini izliyor mu?

Bir taban algımız var zemin algımız var. ve zeminin üzerindeyiz. Alt dediğimiz zemin varlık üst dediğimiz boşluk bir tür yokluk hiçlik çağrıştırıyor.

Üç boyutlu bir küreyi alan derinliğinde düşündüğümüz de bile o alan derinliğini yanlış yapılandırıyoruz, küreyi çoğu zaman dairemsi olarak yapılandırıyoruz

KÜP-KÜÇÜK PRENSÇİK'İN ÖYKÜSÜ


Bir an için;
Küçük Prens örneği gibi bir top vb. üzerinden durup bunu dünya ile özdeştirip öne arkaya ve sağa sola tam üç boyutlu alan derinliği içeren küreler yerleştirmeyi öneriyorum..

Küre içeren merkez tabandan dışarıya bakmak-küreye dışarıdan değil. Ben ve ayağımın altında küre var...
yer de bir dip yok...

Kendinizi küre üstünde düşünün ve sağa sola eşit boşluk kurun ...küreler yerleştirin tüm yönlere. Uzayda çekimsiz yönsüzlük alt üst karıştı düşün. Zemin yok burda... Kürenin üst yönü ve tarafı yok bunu belleğine bir yerleştir..

Küreyi küreni biraz dolaş lütfen. Bir tam tur dön onun etrafında bakalım..
Bu uygulamayı genişlet, işlevsellştir ve uygula lütfen

Boşlukta iki ayrı küre üzerinde duran iki benin bir birbirine bakması-düzlemselleştirmeden...

Biri üstte bir altta duran insan düşün. 6 yana insan koy

Aya gitmiş bir astronot olsaydım ,Aydaki kendime ve dünyadaki kendime iki ayrı zamandan baktığımı düşünebilirim...

Yer fikri oldukça düzlemseldir-bu düzlemleme de oldukça 2 boyutlu ya da düzeysel sonsuzsaldır. İç derinlik eksiği var.

Tıpkı yukarı aşağı gibi ve sağ sol gibi ileri ve geri, ön ve arka düzlemsellik düşünmeni öneriyoruz. ve bunu denkleme ekle. Bunun üzerinde biraz dur.

Uzayın içinde küreden küreye atlayabilirdik sanırım...
Aşağıdaki boşlukta da sadece küreler var ve bunun yan denilen yönden hiç bir farkı yok....

İşin ilginci bunların konuyla ne ilgisi var denilebilir-Umarım bir gün ilgisinde ya da ne ilgisin de ya da ne ilgisi var da buluşuruz..

Küreden düşüyorum aşağılar dolu ve bir anda bir an da aşağı yan oluveriyor örneğin...
Bir kürenin etrafında dikey dönüş dikey tur öneriyorum. Dünyaya karşıdan bakan uzak ay gibi bir noktadan dairesel eliptik ama dikey bir hızlı tur öneriyorum.. yukarıdaa aşağıya yapılan bir tur -alan derinliğini ,alan derinliği hissinizi ölçün bakın... ve ikinci önerme de bu tur sırasında karşıda bakılan tüm boşluk noktalarında uzay derinliği sağlama-görme uygulaması öneriyorum
Dikey turdaki alan derinliğinin nasıl olduğundan bahseder misin?
Küreyi altına ya da arkana alarak tam bir dikey tur

Turunuzun yaptığı çemberle birlikte (dünyanın üstünde ya da karşısında durarak) dünyayı iki eşit yarım küreye bölerek ve onları sağa sola ayırarak (aşağıya ya da karşıya doğru) oluşan boşluktan sonsuz uzaya bakmayı dener misiniz?

Böldüğünüz boşluğun tam karşı tarafına geçip bu tarafa bakar mısınız?
Dünyayı ön-yukarı da düşünmek ve dünyanın altından/aşağısından bakmak gibi bir fikirle birlikte

Peki soru şu:
Uzayda dünyaya bakarken dünyanın altında/aşağısında hissedebilir miyiz?

Peki bize göre dünyanın (yaklaiık tam dikey) altında ve aşağısında konumlanmış hissi veren bir gezegene gidelim ve yukarı ve gökyüzüne (bizden daha yüksek ve üst uzak bir noktaya) bakarak dünyayı gördüğümüzü hayal edelim.

Dünya dan aşağıya düşey olarak dünyadan uzaklaştığımızı düşünelim. Ve bu uzaklaşmayı sürdürelim.

Dünyanın altında da gezegenler var. Aşağısında da gezegenler var.
Dünyanın altında da bir uzay var. Bir bakalım isterseniz.
Dünyanın arkasında ve altında tam bir küre biçimde bir alt gezegen (aşağıdaki ve tam alttaki gezegen) düşünebiliriz.

Uzaya çıkmak yukarı gitmek, ileri gitmek ya da göğe çıkmak ve yükselmek olarak kavramsallaşır
Biz aşağı gidelim/inelim ve ne kadar aşağı (ve uzağa) gidilebiliyor bir bakalım. Aşağı ve alta giderek ( ve inerek) uzayın (alt) derinliklerine dalalım./derinliklerini keşfedelim.

Dünyanın tam altında, dikey/düşey altında , konumlanmış gezegenler/küreler ve gezegen topları (hayal edelim) ve bu küreleri/kürecikleri tıpkı "Küçük Prens"teki gibi düşünelim. Aşağıdaki gezegenlere atlıyoruz. Dünya çok uzakta ve yüksekte/yükseklerde (tepede/tepelerde bir yerde) oluncaya dek aşağıdaki gezegenlere atlamayı sürdürüyoruz.
Gezegenden gezegene aşağı düşüş/iniş düşünüyoruz. Sürekli bir alt gezegene, aşağıdaki/aşağılardaki gezegenlere atlıyoruz.... Küçük Prensin gezegeni çook çok yükseklerde ve yukarılarda kalıncaya dek aşağıdaki gezegenlere atlamayı sürdürüyoruz.

Ekvatordan ya da güney kutbundan aşağı düşebiliriz . Dünyanın tam altı neresi? Kuzey yarım kürede durduğumuz yerden dünyanın yan tarafından aşağı kayıp boşluğa serbest düşebiliriz ve dünyayı üstte bir küre olarak düşünebiliriz. Belki hala tamamını bile göremediğimiz kafamızın üzerinde bir yarım top dünya. Uzaklaştıkça tepedeki güneş ve gezegenler gibi bir form alacaktır.
Aşağıda da gezegen topları var. Atlaya atlaya aşağı gidiyoruz. Uzaya iniyoruz
Uzaya inmek ve Uzaya iniş.
Uzayda aşağıya iniyoruz... Ve uzaydan aşağı..
Birileri dünyaya düşmekten mi sözetti?/sözetmişti?

---
Kuzeydoğuya Doğru Aşağıya Düşmek

Şöyle bir baktım da benim evimin balkonu doğu kuzeydoğu arası bir yöne bakıyor ve durup burada sürekli sigara içitiğim için, sürekli dışarı baktığım için bu yönü ön olarak kavramlaştırıyorum.
Yani yukarıda sunduğum dünyanın çevresinde dikey dönme ve aşağıya doğru dönüş (ileri ve aşağıdan tam dönüş) fikrimi buradan gerçeklesem Kuzey doğuya yakın bir yöne ileri gitmem gerekiyor. Tabi ki tüm yönlerden yapabilirim ve yapılabilir ancak ön kavramım burayı işaret ediyor.

Sanırım Rusya ve Çin üzerinden, belki de okyanusa varıp oralarda bir yerden dünyadan (aşağı-ya) düşebilirim ve aşağı inebilirim. Aşağıya nerden inebilirim bilmiyorum ama bana göre aşağısı ileride ve ileriden sonra da . Rusyanın sonrasında kuzeydoğuda aşağısı var. Yani kuzeydoğuya doğru aşağıya düşebilirim...

Güneye Doğru Gitmek

Peki tam güneye doğru gittiğimi ve güney kutup dairesini bulduğumda arkama tam kuzeyi alıp dikey olarak uzaya düştüğümü varsayalım..
Ekliptik düzleme dikey mi düşmeliyim. Alt konusunda tam olarak kafam karıştı...
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
FELSEFE BİLİM FARKI

Kaba bir benzetme ve genelleme olacak ama
Bu hem felsede bilim farkını hem de insanlar arasındaki bilinç düzeyi farkını göstermeyi amaçlıyor.

IŞIN YA DA YARI DOĞRU AŞAMASI

(Burada bir ışın, ışın doğrusu göreseli düşünebiliriz?

Tek yönlü ve tek uçlu ışınsal kavrama
Tek kutupluluk
Kapalı yargılar verir
Başlangıç noktasına ve kendi tabanına gebedir.
Taban doğrusuna doğru alınan ilk taban (yani başlangıç) doğrusuna (ilk noktaya) gebedir. Bu ev temeli gibi düşünce temelidir.
Başlangıç merkezdir
Başlangıç noktasından tek yöne uzanan bir doğruyla düşünür.. Kavrama düzeni budur.

Örnek sağcılık solculuk.
Herşey siyah ya da beyazdır.
(İkisinin orta alanı ve birleşimi olan) Griyi araştırmalıdır (genişletmelidir)

Hareketsiz doğru ya da ileri uzam kuramı temeldir

Doğru kavramı ve nokta kavramıyla çalışmalıdır. Tek noktadan çok yönlü ışın küresel ışın , her yöne ışın ya da demeti düşünmesi öneriliyor..

DOĞRU YA DA İKİ UÇLUSALLIK

(Burada iki uçlu bir doğru ,iki yönlü ışın düşünebiliriz)

İki uçlu doğrusal kavrama
İki kutuplu diyalektik
Zıttıyla dengeli biçimde diyalektik kurar. İki uçlu dengeli düşünür. Antiyle kavramı dengeler.
Sağ ve sol yanın (siyah ve beyazın her ikisine bir bakmayı) ikisini bir görmeyi yine sağda ya da solda kalarak dener

Doğrunun ortası merkez olmuştur ve iki yanlı açık doğru kavramı belirmiştir.

Var yok'un yerini olabilir kavramı almıştır.

Gri kavramında renkler tonlar aranmaya ve incecik derinleşmeye başlamıştır.

Önerilen ışın demeti uygulamasına ek olarak sprial doğru hareketi doğruya dalgalanım salınım ekleme öneriliyor.

(Burada spiral salınımlı ışın ya da dalgalı -titreşen doğru düşünebiliriz)

DAİRESELLİK KÜRESELLİK VE DÖNGÜSELLİK -GENİŞLEME-

(Burada bir daire ya da küre görseli düşünebiliriz)

Çok yönlü bakış ve dairesel küresel kavrayış
Bu daha evrenseldir.
Merkez kavramını küre ya da küre merkezi alır
Düşüncede doğru ve ışın kavramının yerini dalga hareket kavramı ve kuramı almıştır.

Yön taraf gibi duygular, ikilemler kalmamıştır. Küre üzerinden genelleme ile 'kendi de' genel küre ya da küme üyesi ve içeriği olmuştur. Ben objesi ile bakışım ve etkileşim değişmiştir.

Siyah ve beyaz ikilemi kalmamıştır. Derinlik ve yoğunluk kavramı artmış gelişmiştir.
Felsefe başlamıştır.. İleri renkler ve renk derinliği, bilim sanat aranıyordur. Kaçınılmazdır. Doğrucu denilenle iletişim zorlaşmıştır...

Küresel ya da bulanık mantık kullanır. Düzeysel matematikle eşleşemez.

Yani buradan özetle felsefi gelişim için yine küre, dalga, disk gibi imgelerle şekillerle zihinsel çalışmanın alan derinliğine bağlı düşünerek ikiboyutlu uzay zaman ve geometri kavramından sıyrılmanın (renksel derinlik yoğunluk kavramı vb. geliştirmenin ve varoluşu böyle çatmanın) en hızlı felsefi gelişimsel yol olacağı da imlenebilir.

Bir kürenin dıştan herhangi bir yeri merkezdir. Ve dışsal her herhangi nokta eşit merkezdir. Yani ortadır. Kutupsuzluk

Merkezden (tüm yönlere) yayılan bir sesi dalgayı alarak çok yöne yani tüm diğer dış yönlere dağılan kopmayan bir küre yüzeyi gibi düşünme vb. bir çok uygulama öneriliyor.
Tek yönlü dalga, tek yönlü uzay ve merkez taban kavramından sıyrılmalıdır.

(Geleceğin matematik tabanı küre ve dairelerdir. Yani şimdi felsefe sanılan matematiktir ya da öğrenilecek asıl matematik, ileri matematiktir. Gelecekte referans alınacak matematik budur.)

Yani felsefe olabildiğine 3 boyutlu matematik, alan kavrayışı ve realite denklemlerinin (sorun ve problemlerinin) kendini kullanır ve bunları kullanan gelişmiş matematiktir...
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Bilim ve Felsefe Tartışmaları (Facebook Grup)

Soran Y.A
Ören de ki CERN felsefe ve parçacık fiziği konferansında "yaratici" var mı yok mu konusu da antiparantez konuşuldu. Bazı imalar yapıldı. Her iki durum için de hiç bir bilimsel veri ve ispat yok. Bu durumda sizce "var" diyenlerle "yok" diyenler arasında bir fark var mı?


Cevap İçtenlik;

Var diyenlerle yok diyenler arasında fark var ya da olabilir. Kimin dediğine bağlı..
Nasıl bir yaratıcı tanımlanacağına bağlı. Spinozanın Tanrısı mı mesela? Ya da Demiurge/Demiurgoslar mı?
Ya her ikisi de varsa ve yoksa
Tartışmanın boyutu düzlemi nedir?
Varlığı kendi yokluğundan (olmamasından) ilk üreten bir önata, önvarlık, baş ve ilk varlık formunda ya da varlığı varlığa aşkın/üstün Tanrı beliti/betimlesi felsefi olarak net olarak hatalıdır, çürütülebilir, yanlışlanabilir reddedilebilir. Aksini tartışan felsefe düşmanı. Akıl bize bunun ilkelerini veriyor. Özgür varlıklarız. Ontolojik ya da kozmolojik bağımlar olsa da hatta üst varlıklar olsa da/olabilir..
Varlığın mutlak sahibi yok, başı yok, önü yok, önvarlık ve ilk ata (asıl ata) yok. Çünkü zaman ve başlama yok. Öncelenemez..
Tanrı fikri saçmalıktır.
Monoteizm varlığı varlıktan ayrı ya da (kendi) varlığı (diğer) varlığa aşkın bir güç imler ve kişinin kendi varlığı ve gücü dışında güç varlıkları araması buna güç bahşetmesi temellidir/anlamına gelir. Tanrı varlıktan dışlanamaz. Yani göksel tiranlar, sonsuz yaratıcılar, politeistik bir kozmoloji ya da Spinozanın ve Uzadoğunun panteizmi gibi bir kendi de varlık ve varlığı da (yarattıkları da yani aslında kendi bölümlemeleri de) tanrı ve kendi olan tek tanrı... Kendisi varlık varlığı kendi olan Tanrı. Bunlar (bir ölçü de) mantıklanabilir. Gerisi zırvalık...
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Kimi Facebook Grup Yazmaları ya da Deneyişler

Arkadaşlar grupta gördüğüm bir fotoğrafın/başlığın serbest çağrıştırdıkları üzerine...

Bu milli ya da yerli filozof ya da düşünce insanı arayışı nedir ya da bizden çıkar mı çıkmaz mı (var mı yok mu) varsa neden var yoksa neden yok çıkarsa neden çıkar çıkmazsa neden çıkmaz üzerine kaba düşüncelerim 1

Türkiyeli Tipi Filozof Yetiştiremenin Nedenleri Kılavuzu ve Söyleşmesi

Toplum normlarını zorlayan insanlardan sözediyoruz değil mi?

Normal bilgi tabanınızı ve resmi biliş, bilgi, bilim hatta felsefe protokollerinin kendini unutun o halde çöpe atın o ilk sorudan başlayın ve Rıfat Ilgaz'ın şiirinde dediği alfabeli çocuk ol! Felsefe böyle başlar çok filozofi metni devindirmekle değil ve seçicilikle değil.
Yığma bilgi ile değirmen dönmez. Bilgi eylemdir sinerjidir ve her an üretilir, canlı sinerjiktir. Ortada öğütülecek problem varsa çözüm üretir. İşe koyulan katılan sinerji ve araştırma isteği, sorun boyutu, grup çabası belki.

Bir kere toplumun kulakları filozofu duymaya hazır mı ya da açık mı ve ya da istekli mi? 200 yıl sonra anlaşılacak ve anlaşılması umulan birinden mi sözediyoruz herkesin rahatını bugün kaçıracak birinden mi?
Bir beklenti aralığı var mı? Filozof ilk bu aralıkla uğraşacaktır ve kendi aralığını üretecektir.
Filozof yarın sizi tüm toplum normlarını ya da toplumsal uyku ve esareti altı dolu bir biçimde yöneltmeye çağırdığında ne yapacaksınız? Dur yaşamım kaçıyordu mu diyeceksin?
Marks'ın ütopyası nerde mesela. Kalbimizde mi yaşıyor?

Şimdi birincisi bu yerli düşünce insanı arayışı bir vitrin marka arayışı. Arananın kendi buna uymayacaktır. Evrensel bir değer ya da insan senin milli değerlerinle örtüşür mü? Politik değerlerinle? Siyasi politik ideoloji ya da erk.

Filozofu kim istiyor?

Onu (filozofu) iktidar mı şekilleyecek toplum mu? İkisinin normlarına da uymacaktır. Kendi sosyal varlık ve yaşantı zorlantısı dahil modern çağın ivmeleri içinde eriyecektir belki de yokolacaktı ve belki de sesi hiç duyulmayacak ve duyulmadan kıstırılacaktı. Bir çok erk kurumu var. Bir çok denetim kurumu. Ses kısan kurumlar.
Belki de filozofumuz tarih toplum, din ve hatta bilim otoriteleri ve tüm diğer egemen erkler ve bunları düzenlemek değiştirmekle ya da onları nasıl aşabileceğini düşünmekle meşguldur ya da ya da hayat kavgasında yokolmuş olmasın. Belki de erk ve toplumun her ikisinden tepki ve ivme alıyordur ama topluma ya da onun bir/belirli kanatlarına belki biraz daha biraz yakındır. Bilmiyoruz bunu.

Akademilerin filozofu?
(Foucalt'un filozofinin akademide olmayacağına dair bulamadığım bir sözü)

Akademiler bunu üretemez akademiler buna düşmandır bu akademilere çünkü akademiler henüz akademi değil. Fason işletmeler.
O halde filozofumuz akademinin kendi ile akademik formasyonun kendi ile düzeyi ile ya da her türden toplumsal norm ile zaten çatışkı içinde olacaktır. Toplumdan büyük ölçüde dışlanmış/soyutlanmış olması ya da varsa kendi grubu ve çevresi olması olası. Eğer hala tımarhaneye kapatılmadıysa ve hala suç işletilmediyse oldukça da ezgin yarı pasifist adaylarınız olması olası..

Bir filozof ya da adayı ne yapacaktır?

Ne yapmasını istiyorsunuz ve bekliyorsunuz? Epistem çatması mı ontolojiyi düzleştirmesi mi? Ontolojiyi yeniden mi yazsın. Eğer filozof adayınız size deseydi ki bu ontolojidir o ontoloji değil ontoloji buizmdir derdiniz ve buzimin ne olduğunu asla tanımlayamazdınız. Diğerleri hayır benim dinim elden gidiyor derdi. Toplumsal kurum ve otoritelere ulaşamazsınız.

Bilgi ya da epistem'e üretmesi mi bekleniyor ontoloji ya da tarih yazması mı? Siyasi teori üretmesi mi? Neyin epistemini yapılandıracağız? Varolanı bir daha mı? Yeni mi?

Kişi toplumsal alanda herhangi bilgisel bilişsel formasyonda duyarlı ise ve yeterli tanı, görü gücü de varsa zaten işe koyulmuştur. Siyasi, dinsel, ekonomik toplumsal sorunları görür görmez ya eyleme bulaşmış girişmiştir ya da zaten bunların düşünsel çatışkısının içinde toplumsal sürtünmelerle birlikte erimiştir.
Örneğin siyasete kalkışsa mümkün mü? Bir devrim manifestosu mu yazması gerekiyor? Eyleme girişmesi mi hangisi?
Dine el atsa sokaklarda ölmesi olası. Belki adamakıllı siyasete de. Ne yapmalı. Nasıl bir eylem izleyebilir?
Sanırım geriye en son pasifist adaylarımız ve Hegelciler (Hegel şöyle diyor Megel böyle demişçiler kalmalı?) kalacak. Bunlar mı?

Filozofun başına gelenler ya da bunun gelme olasılıkları

Siyasi, dilsel, dinsel, kültürel çatışmalar.
Filozofumuz bu toplumda etnik, dini, milli her türlü çatışkıyı aşarak ve bunlardan sıyrılarak evrenselleşmeye ve sağ salim kalmaya çalışıyor. Etiketlerin arasından. Bir de üstüne ontoloji yazacak. Ontoloji karında doyurmuyor ha. Bir akademiye çöreklenmediyseniz. Bir de sizin yazdıklarınız tarih nazarında çöptür. Anlanmayı ummayın ha. 3.000 yıllık filozofi tarihinden daha açık net cümleleri kendi dilinizde üretseniz ve bunu sokak sokak gezdirseniz hatta 5.000 yıl sonra ontolojik kıymeti olacak metinler üretseniz bunu anlayacak kimse bulamazsınız. Çünkü akademik çöplüklerle kıyaslanırsınız. Çünkü isminiz yoktur. Okuyan sizi okumamıştır. Sizi Hegel'in ya da Marks'ın ve Parmenides'in derinliğinde bulmuyordur çünkü yaşıyorsunuz. Zaten okumamıştır bakın. Burada daha önceden markalaşmış değerler vardır. Toplum birey düzeyinde seçicilik kolay kolay üretemez. Onlara birinin bu felsefe ve değerli demesi gerekir. Bu bir kaç yüzyıl zaman alır. Toplumun sizi çözümlemesi..
Kuyumcu olmayanın ne yaparsan yap altını ölçemeyeşi gibi filozofi toplumca bilinemez.nokta.nettir... Sahtelerle kıyaslanır okunmadan küçümsenirsiniz.

Bir de ontoloji üzerine yazdığınız yazacağınız herşeyin anlanmadığı ve satmayacağı garantidir. Çünkü Hegel Megel (bu lafın gelişi) önünüzü tıkamıştır ya da sizden önce yazmıştır hem de daha karmaşık biçimde. Ya da onların isimleri seçkin tutulmuştur. Tuhaf yargılara ve sınavlara maruz kalırsınız.
Bir de toplum-denetçi, iktidar ya da otorite her ideolojiyi ve felsefeyi belli aralığa ama dar bir aralığa sıkıştırmış (normlaştıemış tabiri caizse evcilleştirmiş/devşirmiş) kendiöizin verdiği sınır ve çerçeve de meşrulaştırmış, diğerine ötekilieştirmiş çatışmalar kurmuş ve ya da üstünü bir biçimde karalayıp örtmüştür. Hepsinin devşirme trolleri vardır.

Filozofumuz ya da adayımız, toplumsal çatışkı çelişki baskılarla (aykırı politik fikir, aykırı dinsel fikir, vb. gibi nedenlerle okul aile vb. işbirliği ile paketlenmiş, adı deliye vb.ne çıkarılmış üzerinde bir sürü baskı ve sosyal zorbalık uygulanmış, sindirilmiş pasifize edilmiş yöneltilmiş olmasın? Tüm bunlardan kurtulduysa hala filozof adaylarınız olabilir. Ama hala yaşıyorsa da emin olun bugün biçilen yer de tımarhanedir. Ailesiyle geçinemez sosyal çevreyle geçinemez vs. Kimse onu anlamaz.

Eğer tüm bunları aşmış ve hala tımarhaneye kapatılmamış olursa ve gününü gün etmek gibi dertleri ya da buna zaten imkanı da yoksa hala buralarda yazan adaylar belki de olabilir.

Bir filozofun ekonomi politik ya da dinsel sancıya el atacağını düşünüyorum. Her iki alanda da toplumsal baskı zorbalık ya da körelme görecektir. Fikirlerini anlatmakta zorluk çekecektir. Kalabalığa dönüp hadi eyleme geçelim millet o uyuyorsunuz her şey berbat dense ne olur acaba. Ben size söyleyeyim. İsa gibi barış havariliğine soyunmuş bilmem ne, umut taciri vıdı vıdı...gibi sözler duyarsınız.
Size İbrahimi dinleri yıkalım el de çok net ve açık doneler/dayanaklar var halka anlatalım dese ne derdiniz?
Git başımdan mı?

Marksın belirli bir işi yoktu. Arkadaşından yardım alıyordu. Nietzsche'yi annesi bakıyordu. İşsiz bir filozofunuz olması olası çünkü bir çok toplumsal çatışkı deneyimledi, topluma uyum sağlayamadı ve burası Norveçte değil, toplum bakmıyor adamı. Bugğn Manisa Ruh ve Akıl sağlığı Hastanesinde tımar ve eziyet görmüş ailem bana vebalı gibi davranıyor birini okudum. Bilmiyorum Foucalt'u ve antipsikiyartiyi biliyor musunuz? Toplum normlarını zorluyorsanız Psikiyatri de bir kapatma aracı olabiliyor. Yani yalnız kalmış olması da olası.

Eğer toplumsal bir pasifist değilseniz toplum sizi söndürdü ya da toplumla bayağı savaştınız.
Mesela Marks'ın yazdıklarını yazabilir miydik Türk toplumunda. Ya Nietzschenin. Ne tepki alırdık? Bir foruma ya da gruba gidin. Trollük adında saldırlar var, yıldırılar var. Toplumsal trollükte dahil filozofunuz tüm bu aşamalardan geçmiş olmalı.

Ontoloji yazarı çizeri anlanmayacaktır
Modern çağın deyimiyle kız bile bulamaz tavlayamaz ya da kız olsa evde kalır koca bulamaz. Sokrates'in karısı dırdır edip kafasına su döküyordu. Filozofumuz evlenirse bunu ya da çok daha ağırını deneyimlemesi muhtemel. Bireysel istekleri aşmış bir guru belki.

-devam edecek- -devamı aşağıdadır-
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
-yukarıdaki yazının uzantısıdır.-

Türkiyeli Tipi Filozof Arayışı 2

Dinsel çelişki onu konuşturmayacaktır.
Tıpkı dinin engel oluşu gibi bilimsel çelişki engizisyon mayınları gibi yola döşenmiştir. Newton fiziği çökeli çok oldu denir ama dünya zaman ve evren düzdür başlamıştır ve bunlar tek bir tanedir ve tek bir başlangıç vardır, siğer herşey nazariyedir, zaman düzeyseldir, geriden gelir hiçbirinin tersi tartışılmaz. Kuantum dinsel metafizik ne adı alırsanız ordan da paketlenersiniz. Dinsel avcılar gibi bilimsel avcılar vardır. Dinin eleştirmesi kolaydır biraz kolaylaştı ama bilim hiç eleştirilmiyor ve bilgisel bilginin önünde engeldir. Bilimin kendi çok dindarı var çok katı organizasyonu var. Oluşmayı ve başlangıcı yadsıyamazsınız. Dinin bilgi örtme işlevi gibi bilime işlev verilmiştir. Bilimsel bilgi savunuculuğu adında filozof avcıları vardır. Yani nasıl bu din dışı diyen bir kitle varsa ve filozofu dışlıyorsa bu bilimdışı akıldışı diyerek bir kitlede bilim adına bunu yapar. Bunların seçkinleri, seçkinlikleri otoriteleri kurulmuştur. Hazır ağ gibi bekler. Avcılık bekçilik yaparlar. Engizisyon işlevi görürler. Çağa bunu dönüp anlatamazsın. Kimsenin işine gelmeyecektir çünkü din kötüdür kaçılan durak bilimdir. Bana sorarsanız ikisi çapraz işlev görüyor ve benzer iş yapıyor. Organik bilgiyi paketleme ve görmezden geldirme işlevi.
Filozof çatlamış patlamıştır delirmiştir.

İmparatorluk kalıntısı tebaa toplum bilinci bilgiye saldırır, sosyal baskı kurar, mahalle baskısı vardır, sosyal zorbalıkta vardır. Uygar toplum insanına benzemez. Adında felsefe olan bir grupta dün biri başlık açmış. Sevgiliniz ateist, deist, panteist vb. olsa. Altta sekiz yorum okuyup yarı korkarak ya sessize aldım ya da çıktım ordan. Batı medeniyeti değilsiniz ve Yavuz Sultan Selim'in bilgin sürgününden bu yana bir Arap eşari ekolü vardır. Toplumsal bir tabana ya da neredeyse asla erişemeyecek gibisinizdir. Yani 4 Yunus 6 Rumi olsanız o taban için hiçsiniz. Sevgi ve barışta taşısanız bilgide bugün ötekisiniz...

Hala bu şartlarda filozofi isteniyor bekleniyorsa buyrun yapalım ve üretelim.
Çağın istediği filozofi değil akşam yemeğinde cips yemek gibi bir şey, hazır yemek gibi bir şey. Bunun yazılı karşılığı. Filozofi bu değildir emek işidir. Güç gerektirir, eylem gerektirir, sabır gerektirir.
Filozofi işi paketlenmiş hazır gıda satın almaya benzeyen bir iş değil. Örgütlü...bireysel..

Sonuç olarak toparlayalım ve şunu söyleyeyim. Filozofi az anlaşılıyor.

Bireysel olarak 7 yılı aşkın süredir her türden toplumsal gruba sürtündük. Yazdık çizdik tam olarak filozofi gibi bir iddiam olduğu söylenemez ama meraklısıyım.

3-5 yılı aşkın bir süredir serbest ontoloji ve felsefe yazarlığı yapmaya girişmiş biri olarak sözediyorum. Her türden internet forumu ve grubunda serbest yazarlık yaptım ve denedim. Ontoloji yazar çizeri ya da anları diyebileceğim bir kaç kişi tanıdım hepsi hepsi. Belki sadece bir kişi ve herkes onu anlamadığını söylüyordu. Kendim bireysel olarak yazdıklarımı okuduğumda çoğu zaman anlatmaya çalıştığımı anlatamadığını da buluyorum. Denge ve dil kaybı yaşadığımı. Dil denen aracın kendi yetisinin de etkinliğinin de sorgulanması gerekir. Kendi gücü de yapaydır, sınırlıdır.
Belki şiir daha iyi bir yoldur. Belki edebiyat ve diğer yazın.
Felsefe düşünce için bir meydan okuma, kendini kanıtlama, güç ve gövde gösterisi ya da afili cümleler kurma üretme süreçleri olmayacaksa, epistemin kalbine toslayacaksa, Ontoloji kardeşliktir, birliktir, tüm ayrışmalar hayal ürünüdür burdan başlanmalı. Ben sen ayrımına bir set çekilmeli önce. İşte Ontoloji.
Bir filozofu filozof değil (filozofun kendi değil) sosyal toplum üretir ve döller ve ya da sinerji ve toplumsal karmaşa filozofu belki üretir ve besler. Burda amaç birlikte öğrenme etkinliğidir. Çağa şov yapma değil sanırım. Öğrenmek isteyen grubun kendi üretir. Bir arı grubunun ana arı döllemesi gibi belki grup filozofunu döller...

En basit örnektir ezeliyeti ya da varlıksal başlamamayı dilsel kalıpta kodlayın önemli değil bunu kimseye geçiremez ve anlatamazsınız çünkü başlama kurgulsuz, başlama dayanaksız kişi düşünemiyor. Bunu hayal edemiyor. Düşüncesini bu noktaya çekemiyor ve indirgeyemiyor. Yıllar yılı tanığım. Çok az tanık var bunu kavrayabilen.. Mesela niye bu kadar zor anlamış değilim. Ontoloji ile bir savaş vermek zorunda mıyız? Tüm soruların cevabı orda...
Ezeliyeti soyutlayın.nokta.tüm cevaplar.
Ezeliyeti bir kez soyutlatın ve bunu bozmayın.

----

Soru şu.
Zaman başlamazsa ne olur?
Zaman hiç başlamadı.
Zaman hiç başlamamışsa?
Bu Ontoloji. Ontoloji burda saklı.
Hiç Hegel okumaya gerek yok güzel arkadaşım bak hiç bir ontoloji ve felsefe metni okuma.
Zaman hiç bir zaman hiç başlamadı.
Herkesten fazlasını biliyorsun bunu kavrarsan. Olsun sana deli desinler ve dediklerini anlamasınlar ve kabul etmesinler.

----

Varlık yapılmadı -kendide gelişmedi. Verili yapılı var.
Ezeli ebedi başlanamaz sonlanamaz
Oluşamaz bozulamaz
Var da olmadı yokta olmayacak
.
Döngüler deniyor kabaca çevrimler ya da ikili (çift yönlü kabaca) ritmik hareket, sürekli döngü/çevrim
Toplamalı çekim titreşimli/dalgalı hareket, çekimin kendi tutucu/bağ
.
Hiçbir zaman başlamadı = hiçbir zamanda başlamayacak, sadece var..

------

Varlık geçmişte oluşmadı
Başlamadı
İndirgenemez
Filozofik hata
Geçmiş görece ya da değişken
Verili zaman şimdi, eldeki asıl zaman şimdi.
Varlık şimdi var ve şimdiden beri var
Şimdi de sadece şimdiden beri var
Şimdi şimdiden beri genişliyor, şimdi genişliyor, şimdi geniş
Geniş zaman şimdi
Zaman şimdi
İlk zaman ve son zaman aynı an da şimdi
İlk şimdi de bu son şimdi de bu
Ama son olmayacak ama ilkte yoktu
Varlık şimdide var ve devinir
Şimdide verili var ya da
Şimdide var var
Şimdide var olarak var
Şimdide kendi olarak (yapılmak kurulmak başlamaksızın) var
Var olarak var
.
Gelecek ve geçmiş şimdinin genişlemeleri/zamanları (ya da aynıları/tekrarları) ve kalıpları-

-----

Patlayarak başlamadık çünkü sonsuz patlama var
Sonsuz patlama içiçe
Her zaman patlıyor sürekli patlıyor
.
Çünkü baş yok, başlangıç yok ve ilk patlama diye bir şey bulunamaz
Çünkü hata
Zaten ilk hatadır
İlk bir çokluk kümesine ilişkindir, çokluk kümesine ilişkin sayma belirtir
Çokluk yoksa ilkten sözedemeyiz
Küme yoksa ilk yok
Çemberde ilk yoktur başlangıçta
Başlangıçların bile ilki sayılamazda ondan
Başlangıç varsa sonsuz başlangıç ve sonsuz bitiş var eşit
Kuantum küre

----

İbrahimi dinleri yıkmak için çok basit bu ve bir tür teknik şaka değil;
Basitten daha basit... İfşa edilecek ve toplumlar zorlanacak
.
Tevrat, Sümer, İncil ve diğer kayıtlara, diğer objektif tarih verilerine -fiziksel materyallere, ve diğer fiziksel incelemelere hatta insan kanı/soyu (ata-tür) ve genetiğinin özgür bilimle objektif yeniden incelemesi ve sorgulanmasına kadar gidip kanıt toplayıp, göksel bir varlığın/Tiranın bir zamanlar dış uzaydan dünyaya geldiği ve fiziksel iniş yaptığı ve İsrailoğulları ya da buna benzer bir şey denen bir topluluğa insan yakan vb. gizemli kutular ve sözde emanetler/hediyeler vererek ya da gelişmiş teknoloji harikaları göstererek şovlar yaptığı, gökten ateşler yağdırarak bir kaç (iki koca) kenti yıktığı yaktığı, bu yolla insan katlettiği, insan içine dev dünyadışı türler getirdiği, insanı uygarlaştırma adında köleleştirdiği ve genetik deneye giriştiği, genetik kırım yaptığı, insana panik korku ve itaat aşıladığı ve büyük travmalar ürettiği, denilen bazılarının bunlarla bazı yollarla hala teknoloji transferi yapıyor olduğu, sunulan bu kayıtların/kitapların (çok maskeli biçimde) insanla yapılan genetik melezleme ve deneyler dahil aslında iyi okunursa bu anlatılanlarla zaten dolu olduğu- bu gözle okunursa çok net anlaşılacağı, bunların yalan yanlış olmadığı, bu varlığın bizi apaçık tehdit ettiği ve kötücül bir varlık tiran ve zorba olduğu, Tanrı Manrı olamayacağı, duyarlılık ve yardım gerektiği, bunu açan az ses olduğumuz, milletin boşa yere kapandığı, Babil (etimolojisi kaos kargaşa) efsanesinin, kimilerine göre dünyayı gökten kuşatan çok yüksek uzay teknolojili bir bilgisayar konfigürasyonuna dayalı enerjisel manyetik alan vb. temelli bir frekans örtüsü ve zihin kontrolünü anlattığını ve bu yolla bizi denetlediği hatta duygularımızı manipüle ettiği vb. gerçeğini upuçuk bir faraziye olarak bulmaksızın ve bunlara komplo demeksizin gidip açıkça vizyoner biçimde araştırarak-soruşturarak (buna dair de kanıtlar toplayarak) sonra da nazikçe bu gerçeği görerek ve kabul buyurarak- ederek bunlarla hepberaber nazikçe yüzleşeceğiz. Ve ESKİ AHİTİ ÇÖPE ATIP HALKLAR HUZURUNDA ÇAĞIRIP GEREKİRSE YENİ BİR ANLAŞMA YAPACAĞIZ YA DA BU SÖMÜRÜYE BİR SON VERECEĞİZ.
Bunu hükümetlere bildireceğiz ve kanıt toplayacaklar.
Bize şu aşamada inanmalarını beklemiyoruz.
Göksel yersel kanıtlar sonra bu ülkeler ifşa edecekler. Dışişleri İçişleri görüşecekler gerekirse Rusya ya Musyaya danışacaklar. Baskı kuracağız.

Bu şaka değildir. Mutlu Öykü kozmik şakacı değil...
Beka diyenler kendi bekasını umursuyorsa... Ülke vatan millet neyse. Din min bunu anlatıyor o anlamda bir Tanrı ne yazık ki yok. Gerçek bu. Yüzleşmeliyiz. Hep beraber yoksa dağılır gideriz.. Gerçek bu...
.
Mümkünse bunu yazanlara ve yazabilenlere, söyleyebilenlere artık deli demeyi kesiniz. Sorunuz.
.....
Sorun araştırın...
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Ölüm ya da Ölümden Sonrası Üzerine Denemeler/ Mantık Dil Zihin Felsefesi Özgün Kayıtları

X.. Facebook Grup

Soran/Asılan

Ben varsam ölüm yoktur. Ölüm geldiğinde de ben yokum. -Epikür

Mutlu Öykü Deniz -Sesli Yanıtlar Denemeleri

Subjektif bir kişi/kişilik (ya da bütünlük) tarihe karıştı ve öldü evet ağacın ormana geri dönüşü gibi..
Objektif geçici değildir der eskiler…

--

İnsanın öldüğü yere tarih (zaman) diyoruz.
Ağacın öldüğü yere orman diyoruz.
Ne garip insan zamana ölüyor, zamanın içinde ölüyor ve doğuyor.
İnsanın devimi hiç kuşkusuz ki insana çok şey öğretti…

----

Varlık ötesi ölüm ötesi/dışı korkuları şüpheleri varlığı obsede eden (obsedasyona uğratan ya da açık eden) -ağır- koşullardan biridir.
Kişi yüzleşmelidir.
Burada izlenecek iki yol var her şey doğa da başlar biter doğa içinde cerayan eder/olur ondan gelip/olup ona döner dönüşürüz aslında biz gerçek değiliz ya da özünde kendimiz değiliz evreniz ya da onun görünümleriyiz gibi düşünceler..
Diğeri de diğer ontik sorgular.
.

----

Bir çok dindar daha ağır biçimde çok ağır biçimde ölüm ötesi korkusu yankısı taşır.
Kimi yokolma kabus karanlık düzlem hisleri taşır bu aşılanmıştır. Burayla çalışılmalıdır.

----

Ölümün ötesi olmasa bile karanlık (kötü) çağrışımların ve çağrımlamanın kendiyle mutlaka çalışılmalıdır. Ölüm ötesi objektif düşünülmeli sınıflanmamalı çünkü zaman belki de bu anlamda yok
Ama
Ölüme yakın deneyim denilen bir şey var. Örneğin T24 yazarı Metin Münir'in bir yazısı ve kitabı var. Örneğin anlatılan tasvir özgürlükçüdür. Ölüme yakın deneyim diye belirtilen tasvirlerin hepsi dürüst olalım yaşamı değil ölümü özletir arzulatır.

---

Biz gençlik yıllarında araştırmalarla herşeyi okurken Michael Newton ismine rastladık ve iki kitabını okuduk. Bunlar ölüme ve ölüm ötesine ilişkin hipnoz yollu çağrışım/çağrışımlama regresyonları.
Biz bir ölüm ötesi vardır ve Newton'un kitaplarında anlattığı gibidir demiyoruz. Onun anlattıkları gibidir demiyoruz ancak çağrışımlamanın gücünü ve alınan ortak miti ve görseli küçümsemiyoruz. Bize ne anltıyor diye sorguluyoruz.
Tutarlı biçimde tanıklar yakın ifade veriyorsa oradaki izler evrensel semboller takip edilmeli midir. Bunu sorguluyoruz..
Hipnoza ya da bilinçaltına inildiğinde ölüm sonrasına ilişkin bu anlamda olumsuz karanlık kayıtlar geldiğini kimse söylemeyecektir. Açıkçası bemberraktır ve ölüm iyi bir şeydir. Yazılanlar doğru yalan farketmez okunanlar içinizi ısıtacaktır. İşte bu yüzden Michael Newton eserlerini bir ölçüde öneriyoruz. Din kitaplarından fazla satmalıdır...
En azından karanlık duygularımızı ölüm korkularımızı ve ölüm sonrası baskımızı hafifletiyor.
Bunu ölüm sonrasına ilişkin çizilmiş hayali bir resim gibi alıyorum..
Bunu yazmak istedim...

Eğer yeryüzünde 3 dinin 3 milyar inanırı olduğu söyleniyor ve kitapları satıyorsa Michalel Newton satmalı ve okunmalıdır....
.
Satmalıdır neden?
Çünkü ne din ne felsefe ne bilim bu çatışmayı bitiremeyecek.
Satmalıdır neden?
Çünkü 3 büyük dinin anlattıklarına inanmaktan bin kat iyidir. Kimseye bir zararı olmaz.
Ölüm ötesi varsa da olmaz yoksa da olmaz.
Korku ve panik imparatorluğunu dağıtacaktır.
Gerçek diye bir şey aramak ya da montaj gerçek aramak.. kişiler bulsun...
Kimse ölüm ötesine ilişkin dürüst değil...
.
Hiç değilse şöyle görün.. Çocuklarımıza nasıl dinyaya geldiklerini anltabilene kadar basit yalanlar veriyoruz.
Michael Newton iyidir.
Kitapları İncilden fazla satmalı ben bunu biliyorum
İncilden iyidir


----

Şimdi bakın dürüst incelenirse ölümden sonra yokolmakla varolmak ya da başka biri olmak (başka biri olarak sürmek) arasında hiç bir fark yok..
Subjektif yapı karakter öldü. Yani ben sanılan öldü..
Ruh benim diyemezsin öyle bir (subjektif varlıksal) mülkiyet yok..
Bir ruh olsa bile subjektif değil tekrar subjektif bedenlense başka bir subjektif yani başka biri olacak.
Ruh benim diyemezsin varoluşundur sonsuzdur.
Normal de in-tin öz gibi kavramlar kısıttır yapaydır. Herşey herşeydir bir bölümeleme yok ne oluyorsa o
Bunların hepsi benim yukarıda dediğime gelecek.ben aslında ben değilim.
Bu objektif ayrımı ya da görecelik denen öğrenilmeli

-
Olmak kesindir varla yok biribirine göre değişim
Ya da ben kesindir
Ben şuyum buyum değil
Olmak orada değil burada olmak
Ona göre buna göre olmak

-
Varoluşta töz öz yok. Herşey varoluşun hepsi kopmaz.
Ayrım yok -görece
Bütün bir varlık ya da bütünlük
Subjektif yasa gibi ya da devim (zorunlu bölümlenme kendini denyimleme ve algılama ikilemi) ya da Spinozanın dediği gibi olmalı

-
Güneşi var ve yok (hem var hem yok) işaretleyebilirim
(Zaman ve mekana göre ve gözlemciye göre)
O zamanda yoksa bu zamanda vardır. Orada yoksa burada vardır. Varlığı varken de olmadığı yerde (bulunduğu bulunmadıpı yere göre) yok işaretleyebilirim. (Mekana göre -gözlemciye göre)
Zaman burda bir değişken. Mekan da..
Olmayan bir şeyi ne var ne yok işaretleyebilirim
Hiç olmamış ve hiç olmayacak bir şeyi hiç işaretleyemem
Olmamayı işretleyemem
Varlığın olmayandan olduğunu işaretleyemem o halde hep kendi olarak (her yerinde zamanında eşit amade) vardır/hazır bulunur
Hiç bir şeyin hiç olmadığı zaman(ları) yer(yerleri) işaret edemem, işaretleyemem o halde her zaman herşey vardır işaretlemesi doğrudur

-------------------------------

Ruhun mülkiyeti subjektifle nasıl iliştiriyor bunu sorun

-
Ruh bir başkası olacaksa ikili mülkiyet nedir?
Bu ikili mülkiyet ilişkisini nasıl yapılandırıyorlar sorun?
Ruh hangisinin ruhu?

-
Dinler subjektifi yaşatma çelişkisi saçmalık
Subejktifin ölümsüzlük direnci
Subjektif geçicidir subjektiftir sonludur evrensel yasa ya da görüngü diyebiliriz
Aynı kişi ikinci kez doğmaz
Aynı derede iki kez yıkanılmaz

Suysan suya sahip çık

-
Mülkiyet (sahip olma) kavramının kendi subjektif
Sahip olma (tersi) ait olma dair olma içkin olma gibi

-
Bir ruh iki başka kişi olabiliyorsa sonsuz başka kişi olabilir.

Ya başka biri olarak doğacaksın ya da herkessin bu ikisi arasında ne fark var?
Tekrar doğumu onayan kabul eden zaten başka biri olmayı onuyor kabul ediyor o halde kendi değil kendi geçici..
Yokolmayı kabul eden kendi değil evren varolduğunu/kendinden sonra evrenin varolacağını, evrenden gelip doğup oluşup evrene ((geri) döneceğini (dönüşeceğini/katışacağını geri içrekliği) kabul ediyor aynı şey.hepsi aynı

-
Başlayıp biten şey varolma ve yokolma değil. Bir insanın doğumu başladı ve bir insanın doğumu bitti ve ölümü ile doğum ölüm döngüsü kapandı.. Sonsuza kadar mı yaşasaydı?

-
Eğer evrensel bir gözlemci olsaydı ya da doğumu ölümü işaretleyen ne görürdü?
Benim doğumumu ölümümü işaretleyen evrensel gözlemciler, diğer gözlemciler onlar ne görüyor?
Varoldu ve yokoldu diyen var mı
Doğdu ve öldü kalıbı kendini açıklıyor
Doğmanın diğer karşıtları örneğin batma yitiş sönüş givi şeyler...
Doğan da diğer şeylerden doğuyor ve çoğalıyor. Objektif bir incelemede ağaç tohum döker yeni ağaç olur o tohum döker arada evrensel bir Ayrım görülmez.
İnsanda evrende varolan fizik materyalden gelişiyor. Evrensel gözlemci. Objektif gözlem yapabiliyorsa evrensel gözlemci ama her açıdan evrensel gözlemci

-
Mülkiyet ilişkisinden sıyırırsak insanın materyali kendinin mi? O tüm evrenin ve varoluşun materyali. İnsan olmadan önce kimindi?
O halde insan varolan herşeye aittir deriz. Bir insanı biraraya getiren ve birarada tutan atom ve enerjinin evrenin neresinden geldiğini bulabilir miyiz ya da bizi/beni bir araya getiren tüm atomların tüm zamanlarda (geçmiş gelecek) izini sürsem evrendeki bütün her şeye, bütün nedenselliğe temas etmeliyim. Her şey benim atam diyebilirim. Üst karakterde bir ata bulamam.
Burada iddia edilen mülkiyetin karakteri bozuk. Evrene (tüm evrene ve tüm olana) ait/dair bir mülkte oturuyorum ben…

Bir ruh olsa subjektif geçici bir yapıyı sahiplenir mi?
.
Evden eve taşınır. Bedenden bedene taşınır. Belki de bunu doğup ölerek yapar.
.
Ruh ben bu olmayı çok sevdim mi diyecek sanıyorsun. Ölür başka biri olurum daha iyi der.
.
Ruh varsa ve subjektif değil evrensel bir kurgulsa emin ol öldükten sonra sen ben ayrımı gözetmeyecektir. Objektif ara relaite olmalı. Doğumlarla ölümler arasında geçişler ama doğumlar ölümler yok zaman yok…

-
Eğer yeniden doğuş varsa ve olsaydı bu bana değil ruha ait bir doğum olurdu. İkinci doğan kişi ben olmazdım. Ben bu ben ve 'ben bu şimdiki' ile asla aynı olmazdım.
Başka bşr subjektif yapı kazandım ya da ruh var ve ikinci bir subjektif yapı ile bileşti. Bunun ikinci biri başka biri doğmasından ne farkı var.
.
Ruh varsa benim mi evrenin mi tüm olanın mı onu soruyorum?
.
Ruhu nasıl sahipleniyorum. Ruhla nasıl mülkiyet ilişkisi kuruyorum. Onu soruyorum. İyi düşün.
.
Kişiliği sahiplenmekle ruhu sahiplenmek aynı mı?
Ruhun sahibi kim ve ne?
Eğer doğup ölüyorsam. Benim ruhum kaç kişi olarak doğup ölecekse kaç kişi ona sahip bunu soruyorum. Eğer ruh yeniden bedenleniyorsa mutlak sahip yok. Ben bu tek sahip değilim...
.
Eğer evren ya da varlık ruhlar oluşturuyorsa bunu yine evrensel yasalarla yapmalı. Matematiğin kendi dizilimleri..

Evrende aynı kişi aynı kişi olarak tekrar doğmaz ölmez…


Ruh varsa da öleceğim ruh yoksa da öleceğim. İki açıdan da özgürüm.
Ruh yoksa bir çiçek olacağım bir insan olacağım aynı şey.
Ruh varsa da tekrar bir insan olacağım ya da A gezegeni ve X alternatif gerçeğinde başka bir varlık bulacağım aynı şey.
.
Ruh yoksa Eşkıya daki bir çiçeğe can vermiyor muyuz?
.
Ruh yoksa şu an beni oluşturan atomlar her ne oluyorsa o mu oluyorum ve olacağım..?

Ruh varsa da ruh yoksa da aynı kişi olarak doğmayacağım

Evren ya da varlık beni ikinci kez aynı kişi olarak veretmeyecekse aranan ruh kavramı neyi işaretliyor?.
Aynı bedende aynı kişi olmanın arayışı mı örneğin neden?
.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Aşk (ve biraz da sevgi) Kavramı Üzerine Yorumlamamalar ve Denemeler ve Epistemelojik Katkılar

Arkadaşlar yazdıklarımı yeterli bulmuyorum ve tüm yorumlamalarım bundan ibaret değildir ve iş güç arası hızlıca gelişigüzel karalandı ancak sunmak ve arşivlemek istedim.)

Bir doktorun evinde ölü bulunan ve kanında 7 çeşit ilaca rastlanan bir kadının ölümü üzerine bir facebook grubunda yapılan bir tartışma da bir üyenin psikiyatrik ilaçların zararlarını savunmak üzere: "Kadını kendine ilaçlarla bağlamış" türünden bir şey söylemesi üzerine gelişen başka bir tartışmadan..

X Facebook Grup İ.G.

Psikiyatristler genç kızları kendilerine ilaçlarla aşık edebiliyorlarsa o halde aşkta bir tür hastalıktır.

Cevaplar ("içtenlik")

Aşağıdaki eser Erich Fromm'un Sevme Sanatı
Sayfa 12-13 ve 14 ü tavsiye ediyorum...

[/URL]

------

Jared Diamond adlı bir yazarın "Neden Sektsten Zevk Alırız?" diye bir kitabı var. Kitabın sadece kapağını/tanıtımını ya da internetten kolayca ulaşabilen alıntılarını okuyarak görebiliriz ki seksin anlamı çarpıtılmıştır. Özünde bu üreme eylemidir, işlevidir. İnsan için benzer bir durum da aşk kavramı etrafında dönüyor...
Bu kavramlar modern insana/kitleye pazarlanmıştır..

-----

Normal de aşk derken/denirken bireyin tutkusunu gemleyemediği ve tutkusuna egemen olamadığı kontroldışı bir alandan, arzunun denetlenemediği ve bunun önüne geçilemediği, kişinin kendi engelleyemediği -kendini kontrol edemediği kendi duygularına sahip olamadığı yön veremediği (etkiye açık) bilinçdışı bir alandan (çoğunlukla) sözediyoruzdur.
İyi bakarsak kavram muhtemelen sembiyoloji dahil tutsaklık (tutu,tutku) ve bağım veriyor ya da feromonal kapılma vb... Yani özünde hastalık demek ne kadar yanlış bilmem. Ancak kitlelerde ve gruplarda değişen ya da bireyden bireye değişen aşk tanımları olabilir.. Yani daha ergin aşk tanımlamaları da olabilir.

-----

Aşkın (trencendent) aşkınsal (transendental) kavramlarını inceleyebiliriz.
Aşkın normalde içkinin tersi ve zıttıdır. Aşkınlık arayışı tuhaf bir eylemdir. İlahi ya da kozmolojik kendini aşan varlık ve doyum-haz vb. arayışı.
Çok ileri gideceksek (sonuç olarak) köleliğin, efendi köle diyalektiği (ya da antagonizması vb.) denenin etiyolojisini buluruz ama bir yönü daha var objektif bilgi arayışına ve bazı metodolojilerde usta çırak ve doğal öğrenme vb. bağına saptanan...
Çok özetlersek içkinle aşkını dengeleyen (aşkın içkin zıttı görmeyen) ya da arada bir fark görmeyen, üretmeyen, efendi köle iletişimini (bir tarafın ağır denetimi/yönetimi ve baskınlığı süreci içermeyen) bir aşk gerçek aşk ya da hastalık olmayan aşk diyebilirdik..

------

Aşk çabaları kendini aşan bağlanacak özne arama çabalarıdır (çoğu zaman). Muhtemelen yönetimine girme ve yönetim devri dahil içerir ve bu anlamda Fromm'un özgürlükten kaçış ya da özgürlüğün devri kavramları yorumlanabilir ve eklemlenebilir bu araya.
Ve çoğu zaman aşık olanda erime kaybolma, kendinden vazgeçme ve yani bütünüyle kendini kaybetme karşı tarafa devretme egemenlik himaye/yönetim alış dahil çağrıştırır ama bu anlamıyla özünde kölelik/tutsaklık ilişkisi bağlamıdır. Özgür varlığın bağımlarına dair.

------

Örneğin Borderline dediğimiz bir kişi profili var. Ebeveyn ya da vb. baskın varlık kontrolü/denetimi ihtiyacı duyar. Çoğu kendinden yaşlı ve baskın öznelere saplantılı bağım duyar. Kişi bunu sevgi ihtiyacı hatta sevgi görme yansıtacak/tanımlayacaktır.
Normal de köle (tutsak) bir evcil hayvan örneğin kedi köpek (özünde köledir) ancak sahibinden sevgi gördüğü izlenimi altındadır. Aşkın fizyolojisine en yakın tanım budur..
Özünde köledir (tutsaktır) çünkü özgürlük tutsaklık çatışkısı incelendiğinde hayvanın kendi doğal ortamında yaşıtları ve türleriyle beraber (özgür/serbesti altında) olmadığını ve başsız buyruksuz himayesiz kendi ya da doğa otokontrolüyle bir yaşam sürmediğini buluruz.
Aşkın etiyolojisi buralardan izlenebilir-incelenebilir.

------

Aşk ya da seks kavramı özünde egemenlere (iktidara kontrole otoriteye) onların çıkarlarına hizmet eder dersek yanılmayız. Son çözümleme de budur.
Haz üretimi, kendinden geçme doyum bu pasifleştirir. Pasif bir zümreyi, kendinden geçmiş bir zümreyi arzu arayışından ya da saplantısından başka bir şeyi olmayan doyumsuzlaştırtırımış ve asla doymayacak sürekli haz arayacak koşullanmış özneler bütünü. İktidarın en kolay kontrol aracı.
Din afyondur deniyor. Seks ve aşk kitlelerin afyonudur. Bunlar iki büyük afyondur...
İnsan gerçeği yanlış yerde arıyor. Doğru kavram sevgidir ancak çarpıtılmamış biçimi ve biçimiyle…

-----

Bakın ben İngilizce bilmiyorum ama sanırım Love kavramı hem aşk hem sevgiyi örtüyor.
Ve yine yanılmıyorsam aşk kavramı Ortadoğu kökenli daha düşük bir varlığın sevgi arayışını daha güçlü bir varlığın kuşatması, korumasını anlatıyor ki bunun ilahi aşk vb. formu var.
Batı da Tanrı sevgisi dense ne kastedilir bilmiyorum.
İnsanla birleşme yerine, türsel birleşme yerine, türünü öteleyen dışlayan bir özne arayışı ve şey nerdeyse. Yani bir üstün arayışı özela arayışı içiçe..
Mesela Lilith ve Adem Havva figürü ve mitosunu inceleyin. Lilith aşkı ya da çiftleşmeyi göklerde başka varlıklarda arıyor ve buluyor.. Havva figürü tuhaf.. Yani Havva figürüne biçilebilecek aşkta ancak anlattığım olabilir..

------

Gerçek aşk ancak "sevgi" de bulunabilir
ki o da toplumsal bir eylem

-----

Kitlelerin yoğun/yüce sevgi arayışını inceliyorlarsak bir evcil hayvanın sevilmesi (bireysel) ilgi arayışı yakını bir şey buluyoruz. Buna benzer bir şey de ya da bunun feromonal coşkusu ve uyumuna aşk diyorlar.
Aşk objektif bir düzlemin konusu değil. Bizler fanileriz. Aşk neyse odur.. Geçelim…

-----

Ama yine de Ortadoğu tipi ya da karması aşk arayışlarının çoğu (kadın özne gözünden) sahip arayışıdır. Sahiplenilme kavramı yoğundur/baskındır.
Yani modern Batı tipi ikili özgür eşit aşknya da romans ve romantik aşk kavramı henüz Ortadoğu coğrafyasına pek inmemiştir.
Burada özne ayrılmalarını pek sunmadım. Yazanın erkek özne olacağını hesaba katabiliriz ya da akşam bu postlaro ilk fırsatta düzenleyeyim..
Ortadoğu aşkı kadını düşük-zayıf, korumaya muhtaç, aciz varlık olarak konumlar iyi bakın..
Biraz kabaca ve hızlıca yazdım zaman sıkıntısı ama yakın

------

İ.G nin Fromm'un kitabı üzerine soruları

Cevaplar


Kitap sevmenin sandığımız şey olmadığını anlatmaya çalışıyor ya da sevme/sevgi kavramını kendi bilimsel tabanına göre incelemeyi ve yeniden yapılandırmayı deniyor. Yani anlamını bir yere koymayı ve onu çözümlemeyi deniyor. Yani kitabın amacı sevginin geniş bir tanımını vermek ve sunmak diyelim...
Aslında sevmeye ve sevgiye o kitapta sunulandan daha da geniş bir anlam kazandırabiliriz.
Fromm varoluşçulukla Marks arasına sıkışmıştır. Bubarada bocalar Fromm'un tanımlamaları yeterli olmayabilir ve eksik olabilir ancak özgün tanımlama ve çözümlemeleri var.
Kitap sevmenin (gerçek sevginin) sanıldığı kadar basit bir şey olmadığını da anlatıyor..


Bizim Hristiyan pasifizmi dediğimiz bir şey var. İsacıl sevgi. Hristiyan kültünde aşılanan budur. Sevgi basit cılız bir eylemdir. İsanın çok bilindik öyküsünde sana tokat kardeşine diğer yüzünü çevir der ve bu bir sevme eylemi olarak sunulur. Gerçek sevgi adildir dövüşken olabilir güçlü bir eylemdir hiç bir tarafıyla pasifizm değildir. Hristiyan öğretisi kitlelere aşılanan bir zehir.
Yani bu anlamda o kitap bir reddiye olmaya yetmese de kendince bir yol katediyor.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113

Aşk (ve biraz da sevgi) Kavramı Üzerine Yorumlamamalar, Denemeler ve (az da olsa) Epistemelojik Katkısallar Parçaları


"Seks ve Aşk kitlelerin afyonu mu?"

Arkadaşlar yazdıklarımı yeterli bulmuyorum ve tüm yorumlamalarım bundan ibaret değildir ve iş güç arası hızlıca gelişigüzel karalandı ancak sunmak ve arşivlemek istedim.)

Bir doktorun evinde ölü bulunan ve kanında 7 çeşit ilaca rastlanan bir kadının ölümü üzerine bir facebook grubunda yapılan bir tartışma da bir üyenin psikiyatrik ilaçların zararlarını savunmak üzere: "Kadını kendine ilaçlarla bağlamış" türünden bir şey söylemesi üzerine gelişen başka bir tartışmadan..

X Facebook Grup İ.G.


Psikiyatristler genç kızları kendilerine ilaçlarla aşık edebiliyorlarsa o halde aşkta bir tür hastalıktır.

Cevaplar ("içtenlik")

Aşağıdaki (bağlı linkteki) eser
Sayfa 12-13 ve 14 ü tavsiye ediyorum...

------

Jared Diamond adlı bir yazarın "Neden Sektsten Zevk Alırız?" diye bir kitabı var. Kitabın sadece kapağını/tanıtımını ya da internetten kolayca ulaşabilen alıntılarını okuyarak görebiliriz ki seksin anlamı çarpıtılmıştır. Özünde bu üreme eylemidir, işlevidir. İnsan için benzer bir durum da aşk kavramı etrafında dönüyor...
Bu kavramlar modern insana/kitleye pazarlanmıştır..

-----

Normal de aşk derken/denirken bireyin tutkusunu gemleyemediği ve tutkusuna egemen olamadığı kontroldışı bir alandan, arzunun denetlenemediği ve bunun önüne geçilemediği, kişinin kendi engelleyemediği -kendini kontrol edemediği kendi duygularına sahip olamadığı yön veremediği (etkiye açık) bilinçdışı bir alandan (çoğunlukla) sözediyoruzdur.
İyi bakarsak kavram muhtemelen sembiyoloji dahil tutsaklık (tutu,tutku) ve bağım veriyor ya da feromonal kapılma vb... Yani özünde hastalık demek ne kadar yanlış bilmem. Ancak kitlelerde ve gruplarda değişen ya da bireyden bireye değişen aşk tanımları olabilir.. Yani daha ergin aşk tanımlamaları da olabilir.

-----

Aşkın (trencendent) aşkınsal (transendental) kavramlarını inceleyebiliriz.
Aşkın normalde içkinin tersi ve zıttıdır. Aşkınlık arayışı tuhaf bir eylemdir. İlahi ya da kozmolojik kendini aşan varlık ve doyum-haz vb. arayışı.
Çok ileri gideceksek (sonuç olarak) köleliğin, efendi köle diyalektiği (ya da antagonizması vb.) denenin etiyolojisini buluruz ama bir yönü daha var objektif bilgi arayışına ve bazı metodolojilerde usta çırak ve doğal öğrenme vb. bağına saptanan...
Çok özetlersek içkinle aşkını dengeleyen (aşkın içkin zıttı görmeyen) ya da arada bir fark görmeyen, üretmeyen, efendi köle iletişimini (bir tarafın ağır denetimi/yönetimi ve baskınlığı süreci içermeyen) bir aşk gerçek aşk ya da hastalık olmayan aşk diyebilirdik..

------

Aşk çabaları kendini aşan bağlanacak özne arama çabalarıdır (çoğu zaman). Muhtemelen yönetimine girme ve yönetim devri dahil içerir ve bu anlamda Fromm'un özgürlükten kaçış ya da özgürlüğün devri kavramları yorumlanabilir ve eklemlenebilir bu araya.
Ve çoğu zaman aşık olanda erime kaybolma, kendinden vazgeçme ve yani bütünüyle kendini kaybetme karşı tarafa devretme egemenlik himaye/yönetim alış, esrime-mest-vurgun vb. dahil çağrıştırır ve içerir ama bu anlamıyla özünde kölelik/tutsaklık ilişkisi ya da bilinçdışı kalma (etikiye ve kontrole açıklık) bağlamıdır. Özgür varlığın bağımlarına dair.

------

Örneğin Borderline dediğimiz bir kişi profili var. Ebeveyn ya da vb. baskın varlık kontrolü/denetimi ihtiyacı duyar. Çoğu kendinden yaşlı ve baskın öznelere saplantılı bağım duyar. Kişi bu tip bir iletişimi sevgi ihtiyacı hatta sevgi görme olarak alacak/tanımlayacaktır.
Normal de köle (tutsak) bir evcil hayvan örneğin kedi köpek (özünde köledir) ancak sahibinden sevgi gördüğü izlenimi altındadır. Aşkın fizyolojisine en yakın tanım budur..
Özünde köledir (tutsaktır) çünkü özgürlük tutsaklık çatışkısı incelendiğinde hayvanın kendi doğal ortamında yaşıtları ve türleriyle beraber (özgür/serbesti altında) olmadığını ve başsız buyruksuz himayesiz kendi ya da doğa otokontrolüyle bir yaşam sürmediğini buluruz.
Aşkın etiyolojisi buralardan izlenebilir-incelenebilir.

------

Aşk ya da seks kavramı özünde egemenlere (iktidara kontrole otoriteye) onların çıkarlarına hizmet eder dersek yanılmayız. Son çözümleme de budur.
Haz üretimi, kendinden geçme doyum. Bu pasifleştirir. Pasif bir zümreyi, kendinden geçmiş bir zümreyi, arzu arayışından ya da saplantısından başka bir şeyi olmayan doyumsuzlaştırtırımış ve asla doymayacak sürekli haz arayacak koşullanmış özneler bütünü. İktidarın en kolay kontrol aracı.
Din afyondur deniyor. Seks ve aşk kitlelerin afyonudur. Bunlar iki büyük afyondur...
İnsan gerçeği yanlış yerde arıyor. Doğru kavram sevgidir ancak çarpıtılmamış biçimi ve biçimiyle…

-----

Bakın ben İngilizce bilmiyorum ama sanırım Love kavramı hem aşk hem sevgiyi örtüyor.
Ve yine yanılmıyorsam aşk kavramı Ortadoğu kökenli ve daha düşük bir varlığın sevgi arayışını ve buna karşı daha güçlü bir varlığın kuşatması, korumasını anlatıyor ki bunun ilahi aşk vb. formu var.
Batı da Tanrı sevgisi dense ne kastedilir bilmiyorum.
İnsanla birleşme yerine, türsel birleşme yerine, türünü öteleyen dışlayan bir özel özne arayışı ve şey nerdeyse. Yani bir üstün arayışı özel-özellik güzel güzellik vb. arayışı içiçe..

Mesela Lilith ve Adem Havva figürü ve mitosunu inceleyin. Lilith aşkı ya da çiftleşmeyi göklerde başka varlıklarda arıyor ve buluyor.. Havva figürü tuhaf.. Yani Havva figürüne biçilebilecek aşkta ancak anlattığım olabilir..

------

Gerçek aşk ancak "sevgi" de bulunabilir
ki o da toplumsal bir eylem

-----

Kitlelerin yoğun/yüce sevgi arayışını inceliyorlarsak bir evcil hayvanın sevilmesi (bireysel) ilgi arayışı yakını bir şey buluyoruz. Buna benzer bir şey de ya da bunun feromonal coşkusu ve uyumuna aşk diyorlar.
Aşk objektif bir düzlemin konusu değil. Bizler fanileriz. Aşk neyse odur.. Geçelim…

-----

Ama yine de Ortadoğu tipi ya da karması aşk arayışlarının çoğu (kadın özne gözünden) sahip arayışıdır. Sahiplenilme kavramı yoğundur/baskındır.
Yani modern Batı tipi ikili özgür eşit aşknya da romans ve romantik aşk kavramı henüz Ortadoğu coğrafyasına pek inmemiştir.
Burada özne ayrılmalarını pek sunmadım. Yazanın erkek özne olacağını hesaba katabiliriz ya da bu postları ilk fırsatta düzenleyeyim..
Ortadoğu aşkı kadını düşük-zayıf, korumaya muhtaç, aciz varlık olarak konumlar iyi bakın..
Biraz kabaca ve hızlıca yazdım zaman sıkıntısı ama yakın

------

İ.G nin Fromm'un kitabı üzerine soruları
----

Cevaplar ("içtenlik")


Kitap sevmenin sandığımız şey olmadığını anlatmaya çalışıyor ya da sevme/sevgi kavramını kendi bilimsel tabanına göre incelemeyi ve yeniden yapılandırmayı deniyor. Yani anlamını bir yere koymayı ve onu çözümlemeyi deniyor. Yani kitabın amacı sevginin geniş bir tanımını vermek ve sunmak diyelim...
Aslında sevmeye ve sevgiye o kitapta sunulandan daha da geniş bir anlam kazandırabiliriz.
Fromm bizce (pasifist hümanist ya da bireyci) varoluşçulukla Marks arasına sıkışmıştır. B arada bocalar/geçişir. Fromm'un tanımlamaları yeterli olmayabilir ve eksik olabilir ancak özgün tanımlama ve çözümlemeleri var.
Kitap sevmenin (gerçek sevginin) sanıldığı kadar basit bir şey olmadığını da anlatıyor..

Bizim Hristiyan pasifizmi dediğimiz bir şey var. İsacıl sevgi. Hristiyan kültünde aşılanan budur. Sevgi basit cılız bir eyleme dönüştürülür. İsanın çok bilindik öyküsünde sana tokat kardeşine diğer yüzünü çevir der ve bu bir sevme eylemi olarak sunulur. Sevmek/Sevgi cılız bir eylem değildir.Gerçek sevgi adildir dövüşken olabilir güçlü bir eylemdir, güç gerektirir ve hiç bir tarafıyla pasifizm değildir. Hristiyan öğretisi kitlelere aşılanan bir zehir.
Yani bu anlamda o kitap bir reddiye olmaya yetmese de kendince bir yol katediyor.
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
"DİL ZİHİN MANTIK FELSEFESİ ÜRETİMLERİ"

Deizme Yolculuk Facebook Grup

Soru - B.B.


Tanrının varlığı kanıtlanmadı ama kimse de yok olduğunu söyleyemiyor çünkü tek şahidi tarih öncesi yaşayan bir peygamber ve onun varlığıysa dinin temsilcisi bir peygamber olarak gösteriliyor ve kitapların tanrı tarafından yazdırıldığı iddia ediliyor.
Şimdi sizden ricam şu.
Tanrı var mı kanıtları neler? Yoksa nasıl yoksayabiliriz

---

Cevaplar İçtenliksel Üretimler


Tanrı var mı da varsa nedir nasıldır bu birinci soru-n. ??
Birincisi varlığı ya da olma'yı ve olmak'ı kendi varlığını önceleyen yada kendi yokluğuna indirgeyen bir çözüm ve bunun önermesi mantıksal (hatta matematiksel) düzlemde/tabanda hatalıdır. Diğer durumda yokluk ya da olmama/bulunmama hali bir önkoşul olarak tanımlanır.
Yani varlığı (geçmişte ya da) kendi yokluğundan ilk kez (o yokken) ortaya koyan bir başvarlık ve ilk varlık (ön-ata) öneremeyiz. Bu mantıklı değildir.
Peki varlık yaratımın kendini süreç olarak içerebilir mi? Ya da her an yaratan ya da kendi de yarattığı ile aynı şey olan varlıklar olabilir mi (evrimleşmiş olabilir mi?) ya da varlıktaki herşey her an yaratıcının kendi ya da bir parçası olabilir mi?
Buna panteizm ya da Spinozanın tanrısı deniyor ve bu monoteistik tanrıdan ve bireysel tanrıdan kesinlikle ayrı bir tartışma konusudur.
..

B.B. Tanrı yoksa nasıl bu kadar bağlanıldı. O zamana araştırma yoktu şimdi neden nasıl vb.
(Not: B.B. soruları kopyalanamama nedeniyle özetlenmiştir/kısaltılmıştır.)

Mantık herkeste yok mu neden biri bağlanırken diğeri bağlanamıyor? Nasıl insanlar kendilerini bu kadar adıyor?

Cevap

Nasıl bu kadar bağlanıldı?
. İlk varlık olmayan göksel varlıklar ve ileri bir kozmoloji olabilir ancak bu varlıkların ne ilki ne başı ne üstü/üstünü vardır (mutlak anlamda)
Sonsuz kozmoloji (kozmolojik devim ve çeşitleme) olabilir. Thor ve Zeus gerçek bile olsa mutlak anlamda bir ilk tanrı olamaz. Mantık bunu buyuruyor

Nasıl bu kadar bağlanıldı 2
Dünyaya inmiş ve özellikle dünyayı sömürgeye uğratmış kendi düzenini kurmuş göksel ileri varlıklar olabilir..

Onlar nasıl kendilerini dine tanrıya adayabiliyorlar?
Eğer Tevrat öyküsü gerçekse eğer Sodom ve Gomora yıkımları öyküleri gerçekse ve özellikle Babil gerçekse ki (Babil matriks benzeri bir öyküdür) bu herşeyi açıklıyor.

B.B.
Mucizelere nasıl bakıyorsunuz. Mayalar kehanetler


Cevap

Hayır bunlar neden tanrıyı açıklamak için kullanılıyor.
Varlığın doğasını ya da kurgulunu, realitenin biçimini, zekayı -bilinci bilmeyi (içsel devimi) vb. ni tanıtlar/yapılandırır.
Aşkın varlık bulamayız.
Varlıkta bir varlık evren bile yaratsa ne varlığın başındaki varlıktır, ne varlığın sahibidir, ne de ilk varlıktır.

Mayalar dediniz. Bilmiyorum ama Tevrat şöyle okunabilir. Gökten bir varlık geldi ve insan içine indi ve bir topluluğa teknolojik aygıtlar (kutular) verdi/gösterdi. İnsanlarla anlaşma kılığında genetik deneyler yaptı. Kızdı köpürdü gökyüzünden kentler yıktı. gibi…

-------------

İkincisi (Tanrı) yoksa nasıl yok sayabiliriz..

Birincisi ezeliyetin (ya da zamansızlığın zamanın geriden gelmeyişi ve başlamayışının) soyutlanması diyoruz.
Zamansızlığı bir kez olsun soyutlar kafada canladırır ve anlarsanız tanrı olmayacağını kendiniz kavrarsanız ve çok açık anlarsınız.
Başka bir mantık ilkesine gerek yoktur.

Öncelike yoksayma varsayma bunlar varsayım. Çözümleyebiliriz.

Ezeliyet kavramını ele alalım. Eğer varlık ezeliyse hiçbir zaman başlamamış ve oluşmamıştır. Her zaman ve her zamanında olduğu gibi vardır ve zamanın ve varlığın bir öncesi ve başlangıç zamanı/durumu bulunamaz/yoktur. Zaman öncesizdir. Geniş zamandan ve şimdiden sözederiz. Geçmiş gelecek bir yanılsama olur. Ya da bulunulan mekanın bura işaretlenmesi gibi zamandaki şimdi işaretlemesinden sözederiz.

--

Bir "baştan başlatıcı" (ilk varlık) ve "ilk oldurucu" olmadığını söylüyorum. Tanrıyı başkaları tartışabilir.

Zamanların en başındaki, yaratmayı bekleyen şey ve kim ve nesne/neden olmadığını söylüyorum.
Hiç yoktan bir şeylerin olmadığını söylüyorum.
Oluşumsuz durum ön öncül ve ardıl olmadığını söylüyorum.
Belirsiz bir dayanak/durum olmadığını dayanaktan ve oluşsuzluktan yoksun olduğunu söylüyorum.
Zamanla gelişmeye ihtiyaç duymadığını söylüyorum..

--

Tanrı var ve yoktur. Var ve yok birbirine göre hareket ve dönüşümlerdir. Bir şey orada değilse burada o zamanda değilse bu zamanda o biçimde değilse bu biçimde vardır. Tanrı dilsel bir kalıp. Tanrı varlıklar himaye eden varlık ya da yaratıcı. Yaratıcı olsa bile bunun "ilk yaratıcı" ilk ve tek Yaratıcı olmadığını olmayacağını sonsuz yaratıcılar olabileceğini söylüyorum.
İlk ve çokluk birbiriyle ilişkili. Çokluk olmadan ilk sayılamaz. Son tarif görmeden baş tarif göremez.
Sonuçsuz neden tanımlanamaz-indirgenemez..
Bir küme de baştaki varsa sondaki de bulunmalı. Çokluk kğmesi birbiri ile ilk sonla ilişkili.
İlk (ya da baştan birinci baş) varlık son (sonradaki son) varlıkla ve diğer varlıklarla haliyle ilişkili…

--

.B.B. Peki arkadaşlar mucize tanımı size ne ifade ediyor/çağrıştırıyor?

Cevap


Mucize bile yaşasam tanrı tanıtlamam.

B.B. Mesela reenkarnasyon bu gerçekse bir mucize değil mi?

Cevap


Reenkarnasyon bile olsa ontoloji ontolojidir, varlık varlıktır, mutlak mutlaktır, mantık yerinde duruyor ve akılda...

İlk (ön-öncü var) varlık tanıtlatamayız. Bunun dışında tartışalım..

B.B.
Ama bunlar mantıklı mı? Mantık sınırını aşmıyor mu? Bi daha dünyaya gelmek mantıklı mı mesela? Mantıklıysa mantık bunu nasıl açıklar?

Cevap


Bir daha her yerde olmak mantıklı..

Varlığı özgürce araştırmalıyız-sınırlamamalıyız…

Bir daha dünyaya ya da bir yerlere gelmek bir yerden gitmeyi gerektiriyor. Gelmek için daha önce bir yere gitmek (bir yer de olmak/varolmak-hazır bulunmak) gerekiyor.
Olmak gelme ve gitme gerektirmez. Gelme gitme birbirine göre (dönüşümler/zıtlıklar ya da) hareketler.
Olma yerinde duruyor. Olma oradan oraya gitmiyor.
Olmak o ya da bu şekilde biçimde olmaktır.
Olmak değişmedi.objektif.

Olmak taban alındığında olmanın var ve yok ya da gelme gitme gibi bir hareketi yok.
Tüm bunlar Olma'k içinde cereyan eder.(içkin devim)
Olmak (başlangıçsız ama kendi) başlangıçtır gerisi devim (içsel)

Olmak tanrıdır ya da tanrıdan da önce vardır Olmak. Tanrılar başıdır olmak. Zeustur Olmak.. Zeusunda Zeusudur Olmak..

Olmak olmamaktan başlamıyor (kökenlenmiyor) ve bir baştan başlatıcı yok.
Zamansız.
Ve ne olmayı ne de olanı (olandan önce kendi de) olmayan bir varlık, baştan başlatmadı. Olanlarbaşı değil hiç bir varlık..
Bir baştan başlatıcı yok.
Başta oldurmayı ve oldurtmayı ya da yapmayı bekleyen başvarlık ve başlar-başı yok..
'En-başlar-başı' ve baştaki 'en baş varlık, yok çünkü zaman şimdi. Baş yok. Baş ilk varlık yok. Tanrı ney?

-Dil mantık zihin felsefesi ç-özümlemeleri (ya da buyrukları/ayetleri) -

---

Yoksa neden yok?

Zamanın en başında (ki zamanın en başı yok aslında) bir varlık bizi oluşturmak için beklemiyordu. Zamansızdı diyorlar zaten bekleyemez ve zamansal bir başta (başlangıçta) bulunamaz...
Zamansız bir varlık zamanla ilişkilendirilemez, geçmişle deiliştirilemez/bağlamlanamaz, bağdaştırılamaz....

Geçmiş bir zamansız kip , geçmiş bir zamansızlık kipi değil. Zamansızlık (mutlak anlamda) öncesizdir.

Tanrı yarattı (yarat dı) daki "dı" bir di-li geçmiş zaman kipidir. Zamansız değil.

---

Eğer zamansızlığın başındaki ya da zamansızlığın ilk zamanındaki baş ve ilk varlık bizi yaratmak için bekliyordu dersem ne derim?

İşte bu yüzden tanrı yok

----

Zamansızlık zamanla belirlenebilir ölçümlenebilir/gözlemlenebilir ya da kavranabilir ancak zamanda ne baş ne de son kavramı var.
Zamansızlığın başı sonu diyebilir miyiz?
Zamansızlığın ilk zamanı diyebilir miyiz?

İşte bu yüzden yok

---
B.B. Bugün insan klonlamayı aynı an da bşrden çok yer de olmayı tartışıyoruz vb.

Cevap


Orada (reenkarne de genişletme gerekeceği için olmak üzerinden) biraz kıvırdım ancak...
Eğer insan klonlanabiliyorsa ve birden çok yerde olunabiliyorsa; göklerde bunu/bunları bizden önce keşfetmiş gelişmiş kozmolojik varlıklar varsa ve bunları teknolojik olarakta becerebiliyorlarsa bu durumda göklerde tanrı kılığında, kendini tanrı sandıran, insan klonlayan ve insanla dalga geçen ve insanı bir alt varlık adeta hayvan yerine koyan bir canlı/varlık olabilir mi mesela...?

---

Soru (konu ya da başlık) tanrının varlığını yokluğunu sorguluyor ve bunun mantıksal tutarlı dayanaklarını/yapılandırmasını arıyor. Cevap verdiğimi düşünüyorum. Cevaplar bundan ileri gidemez. Subjektif kanı-t (anlamsız) gereksiz/sağlanamaz çünkü subjektifiz. Kişinin ikna oluşu demektir o. Özgür iradesi önünde bir engel bir kere. Tersine inanmak ve bunun tersini düşünmek isteyebilir. Yani özgür iradenin zorla içine girilimez zorla sahibi olunamaz.
Gerisi ontolojinin, epistemenin (bilgisel yağılanmanın bilgi arayışının ve bilginin ve) kozmolojinin konusu ve varlığın olanağı/doğası devimi nedir nasıldır gibi sorunlar ve oysa konunun çekildiği diğer düzlem mucize vb. ..
Mucize kavramını olanak kavramına ya da varlığın doğası kavramına beri çekilmesini rica ediyorum
..
Tüm bunlar aşkınsallık açıklamıyor ve açıklamayacak, içkinsel olan içkinsel...
Aşkınsal tersi içkinsel-dir..
Diğer varlıklar'a mutlak anlamda (sonsuza kadar) aşkın varlık beliti hata..

---

Reenkarnasyon denilen şeyle ya da onun olasılıklarıyla (varsa da yoksa da) bizim anlayışımızda bilgisel düzlemde nasıl yapılanacağı/yapılandırılacağı ya da çözümlemesi ile ilgili bir şeyler vereyim-yazayım isterseniz ama sıkarım bir hayli post kalabalığı olur... Bu başlı başına bir çözümleme konusu..ve uzun uzadıya tartışılmalı..
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Cinsiyetçilik/Cinsçilik (ve bazılarının kurumsal filozofi arayışı üzerine!)


Bir grupta görülen aşağıdaki "Uyaran" üzerine serbest düşünceler

Uyaran

Annem Babama sen neden bana hiç çiçek filan almıyosun diye sordu. Babam dedi ki ben sen seviyorsun diye kilosu 35 tl olan zeytinden alıyorum.9 lirayada zeytin var dedi.


Serbest Düşünceler - "içtenlik"

İnsanın cinsiyetçilik kavramı ve cinsiyet rolleri örneğin ırkçılık vb. gibi tartışmaya açılmalı ve tartışılmalıdır.

Evrenselleştikçe insanlar arasında, cinsler arasında, ayrımsızlık belirir.
Bu 'ayrımsızlık' denilen zamanla bugünlerde 'eşitlik' denilen kavramın da yerini almalıdır. Yani cinsler(/eşeyler, eşey birey) ayrımsızlığı. Yani kadın erkek eşitliği yerine, kadın erkek aynılığı (ayrımsızlığı ve) birliği doğru kavram tabi.

Kadın ve erkek birbirinin de iki yüzü. Eşey olmak ve eşey bireyler olmak bir türün iki yüzü. Aynı türün.
Arada bir fark yok. İnsan olma kavramında (insan varlık olmakta) tabi ki önce birleşmeliyiz. Sonra küçük rolleri barış içinde, huzur içinde yaratmalı ve ayrımlaştırmalıyız . ve yabi ki o üst çıtayı kaybetmeden...

Ben bunu (yukarıda değimi) anlamayan için basitçe şu önermeyi veriyorum. Robotlar tasarlayın ve yapay zeka tasarılayalım. Onları (robotlarımızı) (kendi içinde) çiftleşebilen, çoğalabilen iki (ayrı/yarı) cinse ayıralım sonra. Sonra onlara dönüp bakalım . Robot kavramından geldik. Burada bir fark göremezsiniz.. Yani metale toslarsınız. İnsanın cinsiyeti ne olursa olsun metali aynı/ortak.. Deriler aynı..
Önce bir robot (cinssiz robot) üretir ve sonra bunu iki cins yaparsan bir fark görür müsün?

----
(Normalde bu tondan/perdeden yazmak istemediklerim doluştu. İçsel anomaliler ya da sorultular ve sorultusal uğultulara dönüşsel yankılar diyelim.)

Evrenselleşme ya da Objektivite Üzerine


Objektivite ya da bunun gelişimi ile evrenselleşmek aynı. İnsanlar bunu pek istemez. Subjektif takılmak iyidir. Genel de bilgi, erginleşme yolculuğu, kişisel bir kazanım/edinim (kişisel artma beklentisi vb.) olarak ele alınır (bu oldukça hatalıdır) ve ariflik gibi bir makam (zırva felan) öne sürülür. Ben olsam çocukluk/çocuksuluk, basitlik sadelik gibi makamlar öne sürerdim ve evrensel aydınlanma (genişleme) yerine olabildiğince objektifleşme ve subjektif sıyrılım/arınım kavramını belirlerdim. Ama bu kişinin toplumla irtibatı zordur ve kendi de yankı çekecektir.

Bilgi edinme ya da artma çabasını da destekleyen bu (obejktivite) ancak (aslında kişi artmayacaktır) (subjektivite sıyrılıyor ve kabuk bırakıyor -değiştiriyor- olur) (kişiye zor yankısal süreçler yansır, ben kabuğu atma gibi) evrenseleşme bireye pek (bir şey) katmaz. Kazanç değildir. Sinerjiktir ama..!?
Bir ayna kendini gösteremez. Kişi toplumsal bir aynaya öndeğe dönüşmüşse? Objektif bir bakışın yankısını/yankısallarını üretecektir ve bu bakışa ve yankımaya bakışlar aslında objektiviteye bakışlar sağlar kişiye değil. İçerik üretkenliği ve üreyen içerikle temas
Kişi yok-değil... Üretenin adı anonim olduğun da evrensel olursun ve anonim üretmeye gönüllü olacağında...

Filozofta aranan bu mu?

Filozofta aranan bu mu? Şimdi soru soruyu açıyor o halde..

Bir büyük insan aranmadığı kesin-aranmamalı. Ben olsam bir çocuk görürdüm.

Şimdi 'saflık' gibi bir sözcüğü ele aldığımız da arılaşma-durulaşma gibi bir anlamı var. Mesela altın ne kadar safsa o kadar kıymetli. Su ne kadar berraksa o kadar berrak. Bu bireysel saflaşma aslında bireysel bir yığım değildir. Artma değildir. Subjektif aynayı objektife çevirmek. Doğru hedef, doğru kavram budur..
Çok altın çok değildir saf altın saftır. Azında da aynı var. Çoğunda saflık yoksa içdek yok-sorun.. Saf safı üretir.
Bilgi yığma istenci yanlış bir hedeftir-yönelimdir. İsteyiş, bakış, işleme doğru hedef.. Bilgi edinme ya da bilgi istekleri bakışsal görüşsel onarımlarla ilişkili. Berrakşık hedefiyle ilişkili. Berrak bakışla ilişkili. Berrak bakış görüş yanlış bilginin kir ve pasın ayıklanması ile.
Artma ve yığma değil. İstencin yanlışı. Artan bilgi yine saflaşma da.
Objektivite kişiyi istençsiz yapar...İstenç köreltir diyebiliriz ancak tam o değil...
Sorular soruları getiriyor ama kadın ve erkek ayrımına son verin ve İbrahim'i dinleri yıkın, yerine çocuklar (çocuk gülüşleri) ve çiçek tarlaları dikin, insan sevgisi dikin, insan ayrımsızlığı dikin. Bu bir yol.
İbriham'i dinlerin tanrısı ve onun tartışılacak (boyun eğilecek) hiç bir güzel yanı yok. Bir ağaç güneşe sürgünlenmeli dimdik. İnsan ayrımcılığına bir son verin..
İbrahim'i dinler sizin filozofi yapmanızın önündeki en büyük engel...
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
B.F.E Tartışma Facebook Grup

SUNU/SORU

The Island (Ada) filmi tanrıya bakış açınızı değiştirebilir çünkü diyelim ki tanrı kitaplar gönderiyor. Kendini istediği gibi tanımlayabilir ve biz bunu (aslını) bilemeyiz. Yani o ne derse kendini nasıl tanıtırsa öyle biliyoruz.

Biz tanrı ya -eğer varsa- gerçekten güvenebilir miyiz?
Neden?

YORUMLAR - "İÇTEMLİK"

İnsanın tanrıyla uğraşması efendi/sahip kurgusu ya da realite'nin gereği ama belki de bir özgürleşme, bilgi ve büyüme çatışkısı.

Her neyse bir -asıl- sahip olmadığını (olmayacağını) öğrenmek diye bir şey var...

Varlığın ya da kainatın (asıl) sahibi (yaratıcısı) diye bir şey yoktur. O (olan) tüm parçalarıyla bütün. Ontoloji eğlencelidir.

--

Özetle ne varlık tanrıdan ne tanrı varlıktan ayrılamaz
(Aslında o anlamda bir mutlak yaratıcı ortaya koyulamaz)

Tanrı mı varlıktan, varlık mı tanrıdan (ortaya) çıkmıştır. Bu imkansız bir soru, bu zor bir zoru.
Biri diğerini önceleyemez. İkisi birbirinden çıkmıştır ya da "olmak" tanrıyı da önceler.
"Olmak" tanrıdan önce olan yani tanrıyı da kuşatan. "Olmak" (varolma) hazırdı ve onu tanrı yapmadı.
Yani tanrı olmak'ı önceleyemez (var bulunmayı) dolayısıyla onun sahibi değildir.

Tanrı, "olmak" (yani var ve hazır bulunmak) (yani bir şeylerin ilk kez olması) (yani kendi olmasını dahil) yapmadığı ve yaratmadığı hatta kuşatmadığı gibi kendi olumunu (bulunma halini) kendi varlığını (yani var bulunmayı ve olmayı (ilk kez yaratmadı ve icad etmedi) o halde neyin tanrısı bu.

Sahip arıyoruz.nokta...
minions...

--

Tanrı olma"yı (yani -kendi dahil- bir şeylerin öylece var ve hazır bulunmasını (koşulsal olarakta) (zamansal olarakta) önceleyemez, üretemez.
O kendi varlığını var içinde (hazır) bulmuştur. Tanrı hazırdan üretir, yoktan değil. Kendi bulunması dahil yokluk değil hazır var. Vardan var yapar yoktan değil.
Bu tartışma-lar bizim zihinlerimiz de bitmiştir sönmüştür.
Bi daha tersi alevlenmez sönmüştür.
Tanrı (bir daha hiç) patlayamayacak bir volkan gibi bizim zihinlerimizde sönük

Yani tanrı ilk kez oluşu/oluşmayı kuşatamaz, başlatamaz. Yani varlık'ı (var bulunanı) yoktan üretmedi, ilk kez de üretmedi. Bu tartışma bitmiştir. Tanrı tartışmaları boş-koftur.

Ezeliyet ile birlikte tanrı yere serilmiştir ya da bizlerin içine gizlenmiştir..

Biyolojik ata, yaratıcı, köken aramaları bunlar varlığı (ontolojiyi) kuşatan (aşan) bir tanrıyı desteklemeyecek.

--
Tanrı ontolojik olarak "olmak" a aşkın değil.

Var bulunmaya aşkın değil.

Neyin tanrısı??

--

Biz-ler tanrıyı ontolojik kavrayışlar ve hakikatler ile birlikte (eşliğinde) olanın doğasını nasıl araştırarak keşfederek, zamansızlığı ya da ezeliyeti kavrayarak sonsuzluğa/ölümsüzlüğe defnettik.. Zihnimizde tanrının doğuşuna ve ölüşüne de tanıklık ettik.
Şimdi
Bize göre yolda bekleyen yolcular gibisiniz tanrıdan dem vuranlar.

Tanrının varlığı bizim kafamızda ontolojinin ve varlığın bağrına gömülmüştür. Doğmaz. Sonsuz öldü biz doğduk.

Tanrı kutsanmış gerçekler mezarlığına ve realiteye bilgi biliş görüş ayinleriyle birlikte anlama ritüelleri eşliğinde gömülmüştür.

Aksini iddia eden benim tanrımın ölüsünü diriltsin.

Aksini iddia eden benim ölmüş tanrımı benim kafamda diriltsin
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Irk, din, (dil/cinsiyet)
Böl, Parçala, Yönet!
Modern dünyada bu 3 kavramın işlevi. Başka hiç bir işe yaramaz.
Bu üçü o yüzden çok kutsal hazineler...
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Irk, din, (dil/cinsiyet)
Böl, Parçala, Yönet!
Modern dünyada bu 3 kavramın işlevi. Başka hiç bir işe yaramaz.
Bu üçü o yüzden çok kutsal hazineler...
Irk (milliyet), din, (dil/cinsiyet)
Bu üç kavramın öneminden (özellikle insanlar arasında kıyas ve farkından, üstünlüğünden -alçaklığından) dem vuruyorsanız bölünüyor, parçalanıyor ve yönetiliyorsunuz. Çok açık... Başka hiç bir şeyden dem vuruyor olamazsınız.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
13555b85531a2d04f1484bbe2794bf24.jpg
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Varolma (varolan için) önceki zaman sonraki zaman ve ya da sen ben ve o (öteki) (ötekiler yani ben olmayanlar) diye bölümlenmediğinde/sınıflanmadığında aslında bütün/birleşik ve kesintisizdir

Şimdi ki zaman da her şey vardır, (bütün) tüm varlık (bu ilksizden bu yana ve sonsuza kadar demek gibi)

Şimdiki zaman tüm zamanları içerir (geçmişi içeren şimdi geleceği dışarmaz)

Bu yüzden ölümden öteyi arayamayız ,ölüm bir bölünme değil

Varlık/evren benim doğumumla başlamadı ve ölümümle kesintiye uğramadı ya da doğumumla varlık fazladan bir ben yumurtlamadı ve oluşturmadı
Benim doğumumla varlık, olmayandan (yoktan) fazladan bir ben oluşturup yumurtlamadı. Varolan şeyler ben diye oldu/oluştu (bana dönüştü) o halde doğumumla varolan ben ölümümle (bu şimdi ki) ben olmayan "o" diye devinmeye devam eder.

Bu benim diğer varolandan bağımsız (ayrı) bir varlığı var mı? sorununa subjektivite/subjektif diyoruz.

Bu benin (bunun-benin) benim malım mülküm aidiyetliğim olarak algılanmasına insana ilişkin bozuk/subjektif aidiyet, mülkiyet/sahiplenme diyoruz. "Biz ortak varoluşa ait ve sahibiz" tek başına hiç bir şeyin (kendimizin bile) sahibi ve mülkü değiliz. "Bizler ortak bütün varoluşuz/varoluşun parçalarıyız" Bütünün parçalarıyız ve içeriğiyiz. O bütüne hem sahip hem aidiz.

Yalnız bana sahip olan ben ölür-subjektivite

"Ben tek bu benim ve tek olarak şimdi tek bu benden ibaretim" ve diğer varoluş/varolan benden değil (ben değildir ve ) kendinden ve onlardan ibarettir dersem bu subjektif olur.
Kendimi evrenden varoluştan ve diğer varolandan nasıl bölüp ayırdığıma (bölümlediğime/soyutladığıma) ve nasıl nasıl özerk mülkleştirdiğime ve kendimle ve diğer varolanla kurduğum mülkiyet sahiplenme ilişkisine bakmam gerekiyor demektir.
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
S: Ölümden sonra ben ne oluyorum?
(Ne olmuyorum!)
C: Ölümden sonra ben biz oluyorum.
Ölümden sona ben değil biz, ölümden sonra ben değil o (her şey) oluyoruz. Herşeye dair içkin oluyoruz.

S: Ölümden sonra hayat var mı?
C: Varoluşun kesintisizliği.
(Ölümden önce hayat var mıydı? bu hayat mıydı? Siz buna hayat mı diyorsunuz ve biz buna hayat mı diyoruz.
Asıl hayat o zaman.)

Ölümden sonra ben olmayan kesintisizliğime geri dönüyorum.
Ölümden sonra "şimdi buradaki bu ben olmayan" kesintisiz (özel mülkiyetsiz) asıl benliğime aidiyetliğime "ben olmamaya" geri dönüyorum.
Ölümden sona şimdi buradaki bu ben olmamaya geri dönüyorum.
Ölümden sonra "ben olmamayla" (ben olmama hali /bensizlik) tekrar birleşiyorum

Ölümden sonra subjektiviteye ihtiyacım yok. Ölümden sonra subjektiviteye (ben olmaya) ihtiyacım yok.

Varolan ve varoluş (bana dair) doğumla birleşik ölümle de hiç bir kesintiye uğramadı. Subjektif bir kesit/kesir ben olarak doğumlaştı ve ölümleşti.
Bu; Ben/biz/her şey bütünü içinde oldu oluştu ve (ben aslında doğumla bir bütünden kopmadığım gibi ölümle geri dönmedim/kazanmadım)

(Bir Doğum ve ölümle) Varlık/varoluşum; 'ben dışında' ,('ben olma'/benleşme adında bir değişim dışında) bir kesintiye (ölmeye) uğramadı

(Ölüm denen varoluşum da şimdi buradakine göre) Bütün birleşik bir bir bilinç duyumsaması içinde diğerleriyle beraber bütün birleşik bir bilinç duyumsuyorum, buradakiyle buradaki geçmişle artık subjektif ilgilenmiyorum.
Bütüne dair ve ait bir birleşiklik. Bütünle birleşik bir birleşiklik duyumsuyorum.

Ölümden sonra "ne olmaksızın" biz ve herşey oluyorum. Ne ayrımsaması duyumsanmıyor. (özne madde bölümsemesi yok, özne madde ayrımsaması belirmiyor)

Dil, Zihin/Anlak (Anlam-a) Felsefesi Sağdaçları/Yordamları/Üretimleri Denemeleri
 
Son düzenleme:

durustluk

Felsefe.net
Moderatör
Katılım
27 Nis 2019
Mesajlar
31
Tepkime puanı
3
Puanları
8
Dinsel metinleri iyi metinler sanıyorsunuz değil mi? Değildir

İyi doğru bilgi içerdiğini sanıyorsun? Bu yüzden yanılıyorsun

Dinsel metinlerin bazı bölümleri tamamen kötülük, aktif kötülük barındırır. Kötülüğün tam anlamıyla tanımına uyan aktif kötü ve kötülük barındırır.

Dinsel metinlerin bir bölümü aslında büyük bir bölümü efendi/sahip kul/köle ilişkisi bağlamıdır.
Bu anlamda worship (tapınç/ibadet -koşulsuz itaat) içerir.
Humilation ( küçümseme aşağılama ezikleme) içerir.
Bu anlamda bazıları bilgi değil yukarıda denenin yansımasıdır ve tam olarak aşağılama ve küçümsenin kendisi olarak söylemdir.

O bilgi dinsel bilgi ve o metin dinsel metin adında olduğu için burada anlamlı bir bilgi ararsın ve bazı söylemler üzerine düşünür durursun. Bu zaten denilen zorlanmanın humilasyonun kendi..

Dinsel metinlerin büyük bir bölümü köle aşağılamaları ve tacizlerdir. Köleyle dalga geçilmesini içerir. Bilgi değildir.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
İbrahimi dinlerin tanrısı/tanrıları kötüdür, kötü varlıklardır ve kötücüldür. Bilindik anlamda gerçek bir kötü.

Bu bildiğimiz günlük hayatta kötü diyebileceğimiz türden bir gerçek kötü. Başkalarına zulmeden, aşağılayan, otorite kurmaya çalışan...

İnsan varlığından düşük, aciz bir hayvan gibi, sömürülecek bir varlık gibi sözeder, kendisine ithaf edilen metinler insanı aşağılamalarla küçümsemelerle dolu.

Tanrıları dedik doğrudur Tevrat iyi incelenirse bunun tek bir varlık olmadığı görülür.
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Hiç Hiçlik Hiççilik Kavramına Dair Fikirlerim

Öncelikle her zaman yazdığım gibi Nietszhe'nin kullandığı "Nihil" kavramı ya da şimdi ki bilimce kullanılan örneğin Hawking'in kullandığı varsayılan/öne sürülen hiç kavramı aynı mı? Bilmiyorum
Bunun bizim dilimizde ki karşılığı olan "Hiç" tam olarak bu iki kavramla aynı mı (yani bu çeviri tam uygun mu) onu da bilmiyorum. Bu yorum da öyle olduğunu varsayacağım..

Var <--> Yok (Var'ın karşıtı Yok'tur)
Hiç <--> Hep/Her (Hiç'in karşıtları dilimizde Hep ya da Her'dir)

Var yoktan gelemez, türeyemez deriz, termodinamikten bahsederiz. Aynısı.
Her hiç'ten gelemez türeyemez.

Zıtlıklar ya da karşıtlar, bunlar birbirine göredir ya da bir diğerini tanımlanmaksızın tanımlanamaz.

Hiç kavramı çok basitçe bana göre uzundan bahsetmeksizin kısa kavramının yapılanamamasında olduğu ve ve uzunun kısayla bağlı oluşu gibi, aynı an da tanımlanışı/tanım görüşü gibi her ve heple bağlı aynı an da var.

"Ben hiç kavramına hiç bir anlam yüklemiyorum."
Bu her zaman böyledir.

Nietzsche'nin felsefesini duygusal bir buhran olarak görüyorum ve kendisinin açıkladığı biçimiyle Psikolojik Nihilizm'i (tarif ve tanım olarak) "her şey de varolan bir anlam arayıp bulamayıp sessizce pesedip amaçsızlığı kabul edip yeni bir çıkış arayacağız" dediği biçimiyle çok seviyorum. Özel de bu kavrama bir anlam yüklemiyorum. Bana göre çocuksu bir hiç. Bazen bir şeyleri açıklayamadığımız da "Hiç" (Hiiiç) deriz.
Bir çocuğa neler oluyor deriz ve bize "Hiç" (Hiiiç) der. Hiç'ten tam bunu anlıyorum.

Bilimin öne sürdüğü ilk durum olarak hiç. Zırva. Bana göre zırvalığın daniskası, tam bir zırvalık, insan aklıyla alay etme, Bilim değil otoriter baskı, hakimiyet, kölelik dominasyon çağrışımıdır.
Kölelik ahlakına uygun ve dayalı bir kavramdır ve kabuldür. Bana göre Hawking bırakın bilim insanı olmayı oyuncağıyla oynayan 3 yaşında bir çocuk olmalı...

Sonuç olarak hiç kavramı eve hapsedilmiş doğadan koparılmış eski bir vahşi kediyi düşünelim ve eline plastik elektirikli bir balık verelim. akşama kadar onunla oynasın. Budur. Buna benziyor.. Doğayı görmemek için yumakla oyalan. Mutlu kedicik ol. Mutlu köle ol. Hiç burada işlevini tam olarak yerine getirdi.

Hiç Hawking'in plastik balığıdır. Plastik bir kemik...

Nietzsche'nin felsefesini bir ağlaklık, küskünlük olarak görüyor ve buluyorum. Eve sıkışmış kedi örneğim ona uygun.
Gençliğimde psikolojik Nihilizm olarak tanımına uygun dönemler geçirmiş ve aynı ağlaklık ve küskünlüğü paylaşmış hala da arada duygusal takılmalar da yine paylaşıyor da olabilirim.

Hiç kavramı hiç bir şey ifade etmeyen bir şeydir. Her'in ve hep'in tanımlanmasına, bu ikisinin beraber yapılanmasına ilişkindir. Bir dil aracıdır, kavramdır.
Tüm anlamı budur. Hiç sadece hiç demektir başka bir anlamı da olmayacak.

Hiç kavramı; 'yeni din olan bilime'/dogmaya armağan edilmiş tasmadır/kemiktir. Hiç bir köle tasmasıdır. Hiç köle oyuncağı.
 
Son düzenleme:

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Hiç Hiçlik Hiççilik Kavramına Dair Fikirlerim

Öncelikle her zaman yazdığım gibi Nietszhe'nin kullandığı "Nihil" kavramı ya da şimdi ki bilimce kullanılan örneğin Hawking'in kullandığı varsayılan/öne sürülen hiç kavramı aynı mı? Bilmiyorum
Bunun bizim dilimizde ki karşılığı olan "Hiç" tam olarak bu iki kavramla aynı mı (yani bu çeviri tam uygun mu) onu da bilmiyorum. Bu yorum da öyle olduğunu varsayacağım..

Var <--> Yok (Var'ın karşıtı Yok'tur)
Hiç <--> Hep/Her (Hiç'in karşıtları dilimizde Hep ya da Her'dir)

Var yoktan gelemez, türeyemez deriz, termodinamikten bahsederiz. Aynısı.
Her hiç'ten gelemez türeyemez.

Zıtlıklar ya da karşıtlar, bunlar birbirine göredir ya da bir diğerini tanımlanmaksızın tanımlanamaz.

Hiç kavramı çok basitçe bana göre uzundan bahsetmeksizin kısa kavramının yapılanamamasında olduğu ve ve uzunun kısayla bağlı oluşu gibi, aynı an da tanımlanışı/tanım görüşü gibi her ve heple bağlı aynı an da var.

"Ben hiç kavramına hiç bir anlam yüklemiyorum."
Bu her zaman böyledir.

Nietzsche'nin felsefesini duygusal bir buhran olarak göryorum ve kendisinin açıkladığı biçimiyle Psikolojik Nihilizm'i (tarif ve tanım olarak) "her şey de varolan bir anlam arayıp bulamayıp sessizce pesedip amaçsızlığı kabul edip yeni bir çıkış arayacağız" dediği biçimiyle çok seviyorum. Özel de bu kavrama bir anlam yüklemiyorum. Bana göre çocuksu bir hiç. Bazen bir şeyleri açıklayamadığımız da "Hiç" (Hiiiç) deriz.
Bir çocuğa neler oluyor deriz ve bize "Hiç" (Hiiiç) der. Hiç'ten tam bunu anlıyorum.

Bilimin öne sürdüğü ilk durum olarak hiç. Zırva. Bana göre zırvalığın daniskası tam bir zırvalık, insan aklıyla alay etme, Kilim değil otoriter hakimiyet, kölelik dominasyon çağrışımıdır.
Kölelik ahlakına uygun ve dayalı bir kavramdır ve kabuldür. Bana göre Hawking bırakın bilim insanı olmayı oyuncağıyla oynayan 3 yaşında bir çocuktur.

Sonuç olarak hiç kavramı eve hapsedilmiş doğadan koparılmış eski bir vahşi kediyi düşünelim ve eline plastik elektirikli bir balık verelim. akşama kadar onunla oynasın. Budur.

Hiç Hawking'in plastik balığıdır.

Nietzsche'nin felsefesini bir ağlaklık küskünlük olarak görüyor ve buluyorum. Eve sıkışmış kedi örneğim ona uygun. Gençliğimde psikolojik Nihilizm olarak tanımına uygun dönemler geçirmiş ve aynı ağlaklık ve küskünlüğü paylaşmış hala da arada duygusal takılmalar da yine paylaşıyor da olabilirim.

Hiç kavramı hiç bir şey ifade etmeyen bir şeydir. Her'in ve hep'in tanımlanmasına bu ikisinin beraber yapılanmasına ilişkindir. Bir dil aracıdır, kavramdır.
Tüm anlamı budur.

Hiç kavramı yeni din olan bilime/dogmaya armağan edilmiş tasmadır. Hiç bir köle tasmasıdır.
Hiç Hiçlik Hiççilik Kavramına Dair Fikirlerim 2-

S: (Çocuk) Anne/Baba ben nasıl oldum?
C: (Anne/Baba) Leylekler getirdi oğlum/kızım. Annenin karnında oluştun oğlum/kızım

S: (Soran) Biz nasıl neden varız, varoluş/varolma nedir?
C: (Din) Yaa!! Başlangıçta Tanrı diye bir şey vardı/varmış kesin o yapmıştır (Öyle deyolar.)
C. (Bilim) Yaa!! Hiç diye bir süperpoziyon da patlama oluştu. Orasını bilmiyoruz/karıştırma (kabul et/itaat et!)
(Biat et!)

Bu iki cevapta leylekler getirdiye eşit. Aynı. Tıpatıp

S: (Çocuk) Peki annemin karnına nasıl girdim?
C: Annenin karnına tanrı koydu, o orda oluşuyor, zamanı gelince öğrenirsin bla bla bla...

-

Hiç kavramı; dinsel belirsizlik ve dinsel "yok" (yoktan varolma/zuhur) kavramı ile; (tanrının yoktan var yaratması ile) varoluşun açıklanmamasının bilim tarafından "Yok" yerine "Hiç" kavramı koyarak ve kullanılarak sürdürülmesinden ibarettir.
Daha gelişmiş/kompleks bir açıklama ne yazık ki değil

'Dinsel yok' ne kadar zırva, zorba ve dogma ise 'bilimsel hiç' aynı eşit oranda zırva, zorba ve dogma. Saçma.

Yokluktan var oluşturan, Tanrıya geçit veren, açıklama ile Hiçlikten bir patlama ile ilk madde/durum ya da ilk hareketten var oluşturan önerme ile varlık açıklamaya girişme arasında hiç bir teorik/pratik fark yoktur.
Bilim denen bu anlamda din kadar zorba tutarsız, çaresiz, bilgisiz ve karanlıktadır.
Bilim elitleri otorite mahkumları/memurları... Pek nadir suya sabuna dokunurlar... Bir imamın maaş alması yan gelip yatması gibi pozisyonlar da çalışırlar. Halkı kandıracak açıklamalar üretirler. Genel olarak insanları her zaman bir şey aradıklarına ve yakında bir şey bulacaklarına inandırmalıdırlar. Tüm sorumluluk budur. Bunun için yetki makam ve para alırlar. Yani bilgiyi siz dert etmeyin biz peşindeyiz siz düşünmeyin biz sizin yerinize yaparız buluruz. Bu ABD nin sen uçak fabrikanı kapat ben sana uçak veririm demesi gibi

Tanrı demek ;ilk özne, ilk tekillik (varlığı teke/ilke indirgeme) ile varlığın açıklanmasıdır. Özne cinsinden tekillik ve salt.
Hiç demek ve tek evrenli büyük patlama demek ise yine aynıdır. İlk neden, ilk hareket, ilk durum ile varlığın özne dışı ilk (madde/nesne, diğer tekillik) cinsinden (indirgenerek) açıklanmaya çalışılmasıdır.

Her ikisi de ilk hareket, ilk neden ve başlamaya gebedir. Bunun birinde neden özne olur birinde nesne/durum/hal olur.
Başlangıcın ilk öznesi bulunmuştur.. Tanrı.. Ne büyük buluş... Herşeyi bulduk ve çözdük.
Olmadı mı?
Başlangıcın ilk durumu/hali bulunmuştur.. Süper hiçlik.. Ne büyük buluş... Herşeyi bulduk ve çözdük.
Başlangıcın saltı (ilk nedeni) özne olmadıysa ve değildiyse; bu sefer de ilk nesne/durum cinsinden bulunmuştur. Hiçlik. Madde.

Bu iki yalanın ve safsatanın çatışması/kavgası ile kitleler güzelce uyutulur ve gerçekten uzak tutulur. Arada üçüncüler, nadiren doğruyu/gerçeği arayan ya da söyleyen çıkarsa da her ikisinin temsilcileri tarafından rahatça susturulur.

İkisi de aynı yanılgıyı üretir ve besler. Varlık oluştu ve gelişti. Sonradan gelişti. Tüm bu işler oluşlar başladı ve sonradan oldu. Zaman içinde oldu. Başlangıçta yoktuk ve bir gün yok olabiliriz.
Aynı yalanın Nazi propagandası gibi beslenmesi. Gustave Le Bon'un İddia dediği şey...

Din ve bilimin her ikisinin de kabul ettiği başlangıçtır.. İlk neden ararlar ve öne sürerler.

Hiç; Yok version 2.0 demektir
Bilim; Din versiyon 2.0 demektir.
Bilim; Evren/Madde Tanrı 2.0 demektir.
Yersen..

Tek başına; Parmenides'in "On Natura" şiiri eğer doğru ve açık iyi yorumlanırsa tüm bilim gücünden, safsatasından üstündür.
Felsefe üzerine (ontoloji bilgisi anlamında) yazılmış diğer herşeyden kesinkes sağlamdır.

Bilimde ontolojiye ve felsefeye gerçek bir temas anlamında kuantum kuramı dışında bir gelişme yok gibidir

Varlık basittir

Çözümlenmesi

"Hiçbir şey yoktan var ve vardan yok olamaz."
Bunu eski doğa filozofları dahil yaklaşık bugünü bilimi ve çoğumuz kabul ediyoruz

Hiçbir şey yoktan var ve vardan yok olamaz o halde bir şeyler hep varolmalıdır
Hiçbir şey yoktan var ve vardan yok olamaz o halde Tanrı hep varolmalıdır
Hiçbir şey yoktan var ve vardan yok olamaz o halde hiçlik vardan önce varolmalıdır

Hangisi daha mantıklı bilmiyorum ilk cümle güzel duruyor

Hiçbir şey yoktan var ve vardan yok olamaz o halde çok şeyler her zaman var mıydı?
Hiçbir şey yoktan var ve vardan yok olamaz o halde tüm herşey başlamaksızın ezeli biçimde hep var mıydı?

Tamam bir şeyler hep varolmalıysa (hep vardıysa) nasıl bir başlangıçtan sözedeceksin ?(yaratım ve oluşma farketmez)

Tamam bir şeyler hep varolmalıysa (Tanrı kabulüne uyanlara söylenen gibi yani Tanrının Tanrısı kimdir denir ya da tanrı kendinden hep varolabiliyorsa bir şeyler kendinden hep varolabilir dendiğindeki gibi) ve varolabiliyorsa herşey hep ve her zaman varolabilir

Bir şey/bir şeyler her zaman varsa bir başlangıç yoktur.
(Bir şeyler her zaman var/vardı demek) Bu başlangıçtan beri var demek değildir başlangıç yok demektir.

Bir şey/bir şeyler her zaman varsa (tanrı ya da hiç ya da ilk madde farketmez) bir başlangıç yoktur.

"Tamam bir şeyler hep varolmalıysa başlangıç yok demektir." Bu bizi başlangıç olmadığına götürecek. Diğerlerinin gözünün önündekini görmediğine. (onun nedeni daha karmaşık.)

(Bunu tartışamazsın. Bunu bilim ve din elitiyle tartışamaycaksın. Bunu anladıysan anla. Onun nedenleri daha karmaşık)
 
Son düzenleme:
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst