- Katılım
- 20 Kas 2012
- Mesajlar
- 52
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 34
Kader yok dedim kendilerince ayetler koydular.
‘Kader’; ölçü, ilke, kural, düzen, takdir, ahenk demektir. Kur’an kader kelimesini hep bu anlamda kullanır.
Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur. O kitaplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader, Bakara suresi 104. ayetin tam tersine giden, sürüleşmiş bir toplum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları Kur’an dışı bir anlayıştır.
Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği yerin ne olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen ‘ilkeler’den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:
1. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3. Dünya, müslümanın cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, varlıklar âlemi yaratılmadan çok önce belirlenmiştir.
İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevî yalanıdır. Kur’an’dan hiçbir dayanakları yoktur. Kur’an bunların tümünün tersini söylemektedir.
Elimizdeki akait kitaplarındaki kader anlayışının Kuran’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur.
Kur’an’da, bugün benimsenen şekliyle bir kader olmadığı gibi, “kadere iman” diye bir tâbir de yoktur.
Bu gerçek, İslam ilahiyatının ünlü isimlerin den Hüseyin Atay tarafından 1960 yılında yayınlanan “Kur’an’da İman Esasları” adlı doktora teziyle orta*ya konmuştu. Bu, bildiğimiz kadarıyla İslam tarihinde ilk kez ortaya atılan bir tezdi. Atay Hoca bu tezi yüzün*den, Ehlisünnet akidesini bozmakla suçlandı.
Atay, bir ilim adamı sıfatıyla çalışmalarını sürdür*dü. Çalıştığı konulardan biri de, mensubu bulunduğu Eh*li sünnet inancının temel kitaplarından bazılarını yaz*mış bulunan ünlü Mâtürîdî kelamcısı Ebu’l-Mu’în en-Nesefî (ölm. 508/1115)nin düşünce dünyası idi.
Bu çalışmanın bir parçası olarak, Atay Hoca, Nesefî’nin, el yazması halinde duran eseri “Tabsıratü’l- Edille”nin 18 yazma nüshasını karşılaştırarak bir ba*sımını yapmak istiyordu. Bunu yaptı ve o eserde şaşırtıcı bir gerçekle karşılaştı: Ehlisünnet mezhebinin inanç te*mellerini belirleyen en büyük ekol olan Mâtürîdîlik’in en önemli isimlerinden biri olan Nesefî, kader konu*sunda Hüseyin Atay’ın söylediğinin aynısını söylü*yordu. Atay’dan 850 yıl önce… Eseri, birçok benzerleri gibi, el yazması halinde beklediği için düşünceleri saklı kalmıştı.
Ebu’l-Mu’în en-Nesefî, anılan eserinde imanın şartları konusunda şöyle diyor: “İman esaslarına ge*lince bunlar, 5 tanedir: 1. Allah’a, 2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Âhirete iman- Aynen bunun gibi ibadetler de 5′e ayrılır»- (Nesefî’nin Tabsıra’sından naklen Atay; Kur’an’da İman Esasları, 146)
Nesefî burada iki Kur’andışılığı aynı anda düzelt*miştir: 1. Kur’an’ın gösterdiği iman esasları içinde kadere iman diye bir şey yoktur, 2.Geleneksel kabullerin “İslam’ın Şartları” diye öne çıkardığı beş kavram İslam’ın şartı değil, İslam ‘daki temel ibadetlerdir. İslam’ın şartları Kur’an’ın bütün hükümleridir.
Peki, kadere iman nereden ve nasıl çıktı ve iman esasları arasına nasıl sokuldu?
O tâbir, İslam inançlarının içine, bir hadise, daha doğrusu hadis diye ortalıkta dolaştıralan bir söze dayanı*larak sokulmuştur.
Kader sözcüğü Kur’an’da 11 yerde geçmekte ve tümünde de “ölçü” anlamında kullanılmaktadır. Türkçe’deki “miktar” (Arapça özgün şekliyi mikdar) sözcüğü de ölçü anlamındadır ve kader kökündendir. Allah her şeyi bir Ölçüye göre yapıp yönetmekte*dir. Platon’un güzel deyimiyle “Tanrı hep geometri kullanmaktadır.” Her şeyin hazinesi onun katındadır ve O, o hazineden her şeyi belli bir ölçü içinde indir*mektedir. (Hicr, 21) Gökten su ölçüyle iner (Müminûn 18; Zühruf, 11); inen suyun yeryüzünde vadilerde dolaş*ması bile ölçüyledir. (Ra’d, 17) Topraktan pınarlar fış*kırması, fışkıran suların birleşmeleri yine belli bir öl*çüye göredir. (Kamer, 12)
Tüm bu ölçüye bağlılıklar, kader kelimesi veya tü*revleri kullanılarak ifade edilmiştir. Ve bu ifadelerle önümüze konan kader kavramının temel amacı, insa*nın fiillerinin belirlenmiş olduğunu değil, varlık ve oluşta keyfilik ve rastlantının bulunmadığını göstermektedir.
Kur’an, kader kavramıyla varlık ve oluşta tesadüfün değil, ölçü ve bilincin egemen oldu*ğuna dikkat çekmek peşindedir.
Kur’an, kader kavramıyla “sünnetullah” da denen tabiat kanunlarını kastetmektedir. Bu kullanım, şu ayetlerde herkesin anlayabileceği açıklık*tadır: Ra’d, 8, 17; Hicr, 21; Müminûn, 18; Ahzâb, 38; Şûra, 27; Zühruf, 11; Kamer, 49; Talâk, 3; Mürselât, 22) Ahzâb 38. ayette hem kader sözcüğü, hem de sünnetullah(Allah’ın tavrı-tarzı) tamlaması kullanılarak Tanrı’ın varlığa koyduğu yasaların değişmezliği gösterilmiştir. Bu ayette ayrıca, kader ile sünnetullah kavramlarının eşanlamlı olduklarına da dikkat çekilmiştir. Sünnetulahın değişme ve bozulmaya asla uğramayacağı bir çok ayette, pekiştirilmiş ifadelerle verilmiştir. (bk. İsra, 77; , 62; Fâtır, 43; Fetih, 23)
Kader kökünden gelen ve ölçüye bağlamak an*lamında olan “takdir” sözcüğü de tabiat kanunları, de*ğişmez ölçüler, yani sünnetullah anlamında kullanıl*mıştır. Bu kullanıma göre, Ay ve Güneş’in belirlenmiş Ölçülere göre seyretmeleri, göklerin düzenlenmesi, kısa*cası her türlü iş ve oluşun, her türlü yaratılış ve yaratı*şın seyri Allah’ın bir takdiridir, (bk. En’am, 95; Furkan, 2; Yâsîn, 38; Fussilet, 12)
Allah’ın isim-sıfatlarından olan ve Kur’an’da 39 yerde geçen Kadîr ile 7 yerde geçen Kadir sözcükleri de kaderle aynı kökten gelen kelimelerdir. İkisinin söz*lük anlamı da “her şeyi kudretiyle belirleyen, öl*çüye bağlayan” demektir.
Yine Allah’ın isim-sıfatlarından biri olan ve Kur’an’da 3 yerde geçen Muktedir sözcüğü de kaderle aynın kökten olup “kudretiyle her şeyi bir ölçüye bağlı olarak çekip çeviren” de*mektir.
Kur’an’daki kaderin anlamı budur. Ve bu anlamda bir kaderin değişmezliği, Allah’ın tabiata, varlığa koy*duğu yasaların değişmezliğidir ki, Kur’an bunu açıkça ve defalarca ifade etmiştir.
Bu değişmezlerin insanın fiilleriyle, iradesi ve öz*gürlüğü ile bir ilgisi yoktur. Oradaki değişmezlik, ka*nunların Yaratıcı tarafından koyulmasıdır. İnsan fiil*lerinin Yaratıcı tarafından Önceden belirlenmesi değil*dir.
Biz, varlığın ve evrenin yönetimine, iş ve oluşa, ontolojik yapıya ilişkin kanunlar koya*mayız; bizim böyle bir yetkimiz yoktur. Ama biz, kendi fiillerimiz, yönetimimizle ilgili ka*nunlar koyarız ve koymalıyız.
Kur’an’daki kader, İbn Teymiye’nin deyimiyle yaratılışla ilgili ontolojik bir kavramdır; din ve davranışla ilgili bir kavram değil… (bk. İbn Teymiye; el-fur kan, 98-99) Yine İbn Teymiye’nin ifadesiyle kader Allah’ın yaratış ve dileyişiyle ilgili bir kavramdır, buy*rukları ve hoşnutluğu ile ilgili bir kavram değil… (bk. İbn Teymiye; aynı eser, 109-110)
Biz bu ayrımı, bir satranç benzetmesiyle anlatı*yoruz: Satrancı, varlık ve oluşun seyri olarak alıyor ve diyoruz ki: Satrancın nasıl oynanacağına ilişkin kural*ları Allah koyar. Bizim orada kural koyma yetkimiz yoktur. Allah, satrancın galip veya mağlubunu önceden belirlemez, ilan etmez. Ama Allah, ezel ve ebedi kuşatan ilmiyle satrancın galip ve mağlubunu bilir.Beceriksiz oynayanın yenilgisinin sebebi O’nun bilmesi de*ğildir. Yenilen veya yenen O bildiği için öyle bir sonuçla karşılaşmıyor; onların oyun şeklinin o sonuca götürceğini Allah biliyor.
Allah; varlık, iş ve oluşa ilişkin yasaları hem bilir, hem belirler; ama Allah, insanın fiillerine ilişkin sonuçları belirlemez, bilir. Bilmesi O’nun Tanrılığının bir gereği olduğu gibi, sonuçları belirlememesi de Tanrılığın bir gereğidir. Fiillerimizin sonuçlarını bilmekle kalmayıp aynı zamanda belirlerse bu bizi so*rumlu tutmamasını gerektirir. Hem belirler hem sorumlu tutarsa bu zulüm olur. Oysaki Allah zulümden arınmıştır…
Yaşar Nuri ÖZTÜRK – İslam Nasıl Yozlaştırıldı?
Kader diye anladığımız bizim çizgimizin yolumuzun gidişatımızın önceden çizildiği ve bizimde o yolun mecburen takipçileri olduğumuz değildir…
tevhide göre bu: Allah kullarının her ne işlerse işlesin her ne değişim gösterirse göstersin yapacaklarını önceden bilmesi…ancak Allahın: kullarının yapacaklarını önceden bilmesine karşın bu bilmenin yani olayların yaşamın gidişatını belirlemediği burada kulu serbest bıraktığıdır…akıl ve serbest irade vererek insanın: dünyanın halifesi olarak isimlendirilmesinin nedeni budur.. insanı diğer canlılardan ayıran akıl ve iradedir.. ve insan bu iki özellikle diğer canlılardan ayırılır ve bu sebeple Allah tarafından sorumlu tutulur…..
eğer Allah: ben size akıl da verdim irade de ancak fiillerinizi belirleyerek ben istediğime cehennemlik fiiler işleteceğim istediğime cennetlik fiiller işleteceğim derse (haşa.. bir misaldir)bu Allahın adil ismine yakışmaz.. Allah kullarının arasını ayırmaz.. kimsenin yüzüne zenginliğine çevresine bakmaz.. takvaya bakar…dileyen kimse güzele yönelmek isteyip gayret sarfederse Allah o kişiye müdahale eder.. yani Allahtan iyilik gelir…. eğer kişi kötüye yönelirse burada Allah dilediğini işler…
iyi yönde müdehale kişinin iyi davranışları sonucu gelen bir müdehaledir..
Allah yalancı sapık kimseyi doğru yola iletmez…yani.. kişiler kendilerine verilmiş hür iradelerini iyi yöne kullanmadıkları sürece onlara iyi yönde bir müdehale yapılmaz.. ne zaman ki kişi aklı ve iradesini kullanır doğruya yönelmek isteyip gayret sarfederse işte o zaman iyilik Allahtan gelir.. iyi yönde müdehale gelir..
bu anlayış geleneksel anlamda anlaşılan kader anlayışının yanlış olduğunu göstermektedir…
HEPSİ DE PROGRAMLANDIKLARI DOĞRULTUDA FİİLLER YAPARLAR.. (17-84)
ALLAH SİZİ YARATTI VE DÜZENLEDİ, BİÇİMLENDİRDİ.. DİLEDİĞİNCE TERKİP ETTİ!
evet insanda ki tüm organlardahi insanın haberi olmadan tüm görevlerini programlandıkları doğrultuda yaparlar…. Allah dilediği gibi şekil ve düzen verdi herşeye.. buda doğru.. ancak Allah insana akıl ve irade de verdi.. bu iki meleke sorumlu olma nedenidir ve cinlerde bu sebeple sorumlur.
Allah dileseydi tüm kullar Allaha yönelirdi …demek…şu anlama gelmektedir….
Allah kullarının kötü fiiller işlemesine izin vermeseydi tüm kullar mecburen Allaha yönelirlerdi…. burada kulların cenneti yada cehennemi seçme hakları olmazdı ve herkes mecburen cennete giderdi….
melekleri insanoğluna secde ettiren neden burada yatmaktadır…melekler kötü fiil işlemesine izin verilmemiş varlıklardır ve onlarda herhangi bir kötülük bu nedenle arız olmaz..
insan ise iki taraflıdır.. iyilik yapmasına da kötülük yapmasınada izin verilmiştir…üstünlük…insanın içinde ki kötülüğe rağmen iyiliğe yönelmesindedir..
insanoğluna verilen bu izin aslında insanın cüzi iradesiyle hareket etmesine olanak tanımanın ta kendisir ve burada geleneksel anlamda anlaşılan kader anlayışının çürük olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır….
izin vermek.. o kişinin o fiili işlemesine izin vermek… ona hür irade vererek izin vermek……o kişinin o fiili yaratmasına izin vermek.. izin verilmek….
kısaca Allah küfre razı olmaz.. dileyen şükreder dilemeyen şükretmez…dileyen doğru yolu tutar dileyen tutmaz…
burada bir fiili işlemeyi dileyenlere ve işlemeyi dilemeyenlere hür irade ve aklın getirdiği bir sonuç olarak izin verilmiştir…
Allah dileseydi tüm kullar Allaha yönelirdi…mesela Allah dileyen doğru yolu tutar dileyen tutmaz demezdi de tüm kullar mecburen şartlanmış olarak hakka yönelirlerdi.. çünkü yanlış yolun tutulmasına izin çıkmadığı için…sadece bir misal..
bunu anlatmak için Allah demiştir ki”ben dileseydim tüm herkes doğru yola gelirdi”
ancak o zaman bu dünyanın sınav olduğunun ne değeri kalır ki..
Allah iyilerle kötüleri zaten bilmiştir.. isteseydi.. bu dünyayı yaratmadan kullarını cennete yada cehenneme gönderirdi.. o zaman kullar ”ey rabbim bize seçme hakkı tanıdın mı.. bizim doğruyu yada yanlışı seçmemize izin verdin mi ki….
Allah böyle yapmış olsaydı geleneksel manada kader anlayışının doğruluğu ortaya zaten çıkmış olurdu.. ancak Allah kullarına HÜR İRADE VE AKIL burhanını vererek onları doğru yada yanlış fiiller işlemesine izin vermiş o fiiler sonucu kişiler cenneti yada cehennemi hak etmişlerdir….
Allah kullarına zulmetmez..
“Yeryüzünde ve kendi benliklerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir Kitap’ta belirlenmiş olmasın. Bu, Allah için çok kolaydır.” Kehf suresi
bu yukarda ki ayette ise bir teselli vardır ve bu apaçık anlaşılmaktadır, bizler hata yaparız, bazen de berbat hatalar ve Allaha karşı insanın içinde derin yaralar açan hatalar, kişi neden söyledim neden yaptım vs gibi üzüntülere gark olur, burada,
1-Allah hür iradeniz gereği yapmanıza müsade etti,
2-yapacaklarınız ezelde zaten bilinmekteydi, Allah için zaman bir cetvel gibidir, başınıda görür, ortasınıda sonunuda, ancak biz yaşadığımızda görürüz ve o üzüntülere dalarız, ancak bu Allah için zaten bilinen bir şeydir ve asla yenide değildir, kul; ben nasıl yaptım derken, o insan için vuku bulan olayın yeniliği sebebiyle telaştadır,
ve Allah’ın size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız.
bu yukardaki ayet ise yine Allahın izni dahilinde kazanılan imkanların asli olarak sizin kara kaşınız kara gözünüz için değil, sizin nimette, diğerlerinden üstün hale gelmenize izin verdiği için olduğudur, Alllah size nimette, diğerlerinden üstün olmayı izin vermesinin nedeni yine Allahın ezelde bunu bilmesinden kaynaklanmaktadır
Allah hep güzelliği emreder, yeter ki bunun farkında olalım, benim zengin olamamın nedeni bir güzelliğe bir nimete zenginlige karşı yeterli ve doğru talebimin olamayışındandır, eğer bir şey olmak istiyorsak önce talebi yeterli ve doğru olarak yapmalıyız, bu yapılırsa izin yine Allahtandır.
ayrıca bu yukardaki 22 ve 23 ayetler bir taraftan da sınanmayı çağrıştırmaktadır, dünya bir imtihan dünyası.
eğer çoğunluğun kabulünü, hiç irdelemeden kabullenirsen doğrulara asla ulaşamazsın, çoğunluğun subjektif görüşlerini; dinin olmazsa olmaz görüşleri gibi nitelendirirsen yine doğrulara ulaşamazsın,
bu doğrular tek otorite olan Allahın doğrularıdır,
tek otorite asla önemsenmemeyi kabul etmez,
deprem profösörü nedenleri niçinleri anlatmaya çalışırken sık sık sunucunun uyarısına maruz kalır, ”HOCAM HALKIN ANLAYACAĞI ŞEKİLDE KONUŞUNUZ”
sonsuz bilgi sahibi ise insanlara kuranı anlayacakları şekilde indirmiş yani sadeleştirmiştir, O’nun kuranı sadeleştirmeden tüm bilgisiyle indirdiğini bir düşün kimse bir şey anlamazdı,
bu kadar sadeleştirmenin içinde ”Allah dileseydi biz bu yolda olmazdık/putlara tapmazdık”ayeti geçmekte, putperestlerin peygambere verdikleri bu savunma; gelen ”Allah kötülükle emretmez”ayetiyle boşa çıkarılmıştır,
Allah kötülükle emretmez, Allah kulları için küfre razı olmaz
bu ayetler hür insan iradesinin geçerliliğini olduğu gibi akıllara nakşetmektedir,
kuranda anılan kader; ölçü, miktar anlamındadır, geleneksel kader anlayışıyla uzak yakın ilgisi yoktur,
eğer ”bizleri doğru yola ilet”talebiyle talepte bulunursan Allahtan tabi ki yönlendirme gelecektir, sana sığındım dediğinde, tabi ki yönlendirme olacaktır, bu yönlendirme geleneksel kader anlayışını boşa çıkarmaktadır
Allahın isimlerinden biri ”ADİL”dir,
adil olan Allah kullarını ezelde cennetlik, cehennemlik olarak ayırmamıştır, öyle olsaydı Allahın adil ismi olmaz yada işlevliğini korumazdı, Allah noksanlıktan beridir,
nerede ne zaman öleceğimiz; geleneksel kader anlayışıyla birebir eşleşmektedir ancak sadece bu konuda.
Kader kavramı bizim anladığımız manada kuranın hiçbir yerinde geçmez, kuran da kader kavramı bir ölçü, miktar anlamında kullanılmıştır.
Allah herşeyi bir ölçüye göre yapıp yönetmektedir,
”herşeyin hazinesi O’nun katındadır ve O, o hazineen herşeyi belli bir ölçüde indirmektedir”
(hicr 21)
ilgili ayetler; müminun 18, zuhruf 11, rad 17, kamer 12
kuran kader kavramıyla varlık ve oluşta tesadüfün değil, ölçü ve bilincin egemen olduğuna dikkat çekmek peşindedir ayrıca kuran, kader kavramıyla ‘’sünnetullah”da denen tabiat kanunlarını kastetmektedir, islam nasıl yozlaştırıldı, sf 328 yaşar nuri öztürk
bizim anladığımız kader ancak ”kişinin nerede ne zaman öleceği”hakkındaki sorunun karşılığıdır, bu sorunun yanıtı, kaderi anladığınız mananın tam ve doğru karşılığır, bunun haricince Allahın kullarının işleyeceklerini önceden bilmesi müdahale anlamına asla gelmez, yahudilerin iki belaya uğrayacakları haberi, müdahale değil bir bildirmedir,
kişi kendi kaderi hakkında ancak”geçmişini”gösterebilir, geleceği ise kaderi değildir, gelecek sadece kader olmaya adaydır
eğer kişi kaderden, geleceği, yaşanmamışı kastediyorsa onun tevhit inancı sağlam olmamakla beraber, sorumlu olmayıda gerektirir, bu sorumluluk, o kişinin yalan lehine oy vermesi sebebiyledir.
Kader nedir? okunup ders öğüt alınacak Allah katından bir kitap mı? böyle olmadığına göre kaderin neyine iman!!olduğuna mı?
kader biz ve tüm herşeyin salise önceki geçmişidir,
ancak kader gelecek değildir, saniye salise öncesi olsa dahi, o sadece kader olmaya adaydır, kuranda; putperestler peygambere; ”Allah dileseydi biz bu putlara tapmazdık”diyor akabinde ise cevap olarak gelen ayette şu uyarı var;
”Allah kötülükle emretmez” bu ayet herşeyi açıklıyor, sizi hayvanlardan ayıran akıl, sorumlu tutulacağınızı göstermektedir,
bir başka ayette ise; ”Allah kulları için küfre razı olmaz”bu ayeti okuyunca gözlerimden yaşlar boşanmıştı….
Allah kötülükle emretmez yani sen git putperest ol sen git ateist ol sen git vs vs ol demediğine, kulları için küfre razı olmadığına göre,
insanlar kendi elleriyle düştükleri durumdan Allahı sorumlu tutamazlar, hele birde bunu müslümanlığın şartları arasına koyarak Allaha da iftira etme zulmü ve günahını üstelik yine Allah ve din adına işleyerek..
Kaderciler yazık ki sapmakta saptırmakta, Allahın Adil sıfatını dahi gözardı etmişler, adil olan Allah kullarını ezelde cennet ve cehenneme pay etmez, bu Allahı hakkıyla taktir etmemek ve günaha saplanmaktır.
Kader insanın salise sonraki geçmişidir…
ancak kader; insanın salise önceki geleceği değildir…
yaşanıp biten; yaşanıp bittikten sonra kader olur…
yaşanmadan değil…
yani kader alınlarımıza çizilmemiştir.. verilen irade doğrultusunda kişiler
cenneti yada cehennemi seçme özgürlüğüne sahiptir…
ancak.. bir kul; Allahın kendisini yönlendirmesini isteyipte birde bunu eylemleriyle desteklediği zaman.. işte o zaman.. Allah o kulunu iyi yönde yönlendirir ve bu asla müdahale değildir.. kişi sevdiği Rabden yardım isteyip kendisini yönlendirmesini yine özgür iradesiyle istemiştir…
kader diye diye bu miileti uyuşturdular.. nasılsa alnımıza yazılmış…nasılsa.. olacak olan olur…
hayır.. 100km lik yerde 120 yapıp kaza edersen bu da kaderin değil kendi
sorumsuzluğunun yansımasıdır….
islamda gelenekçilerin anladığı manada tek doğru kader anlayışı;
kişinin nerede öleceğini bilmemesidir.. işte burada Allah gelenekçilerin anladığı tarzda kaderi açıklamış olur..
geçmiş ve nerede ölüm!!
İhsan Eliaçık kader konusunda gelen sorular üzerine çok tartışılacak şu açıklamayı yaptı:
“Kader veya takdir kavramı bir Kuran kavramıdır. Ancak ‘kadere iman’ bir Kuran kavramı değildir. Amentü duası da yoktur.
Kader eşyada var olan kapasite demektir. Mesela bizim kaderimizde uçmak yoktur. Eski Osmanlıca istiap gücü, kaldırabileceği şeydir. Bu kapasite içinde özgür iradeye sahibiz. Bunu da iyi ya da kötü yönde kullanıyoruz.”
Bu açıklamanın “biyolojik kader” olabileceğini belirten Hulki Cevizoğlu’nun “Sosyal, toplumsal kader ne demek?” sorusuna İhsan Eliaçık ”Burada biz yetki sahibiyiz. Sen nasıl karar verirsen öyle olur” dedi.
Sonuç: Kader kural, ölçü demektir, alın yazısı ve ya Allahın takdiri anlamına gelmez, ama kullarının etdikleri tüm fiilleri Allahın bilmesi demektir. islamda gelenekçilerin anladığı manada tek doğru kader anlayışı;
kişinin nerede öleceğini bilmemesidir
iste yazi iste kanit KADER ALİN YAZİSİ DEGİL SADECE TABİATKANUNLARİDİR
‘Kader’; ölçü, ilke, kural, düzen, takdir, ahenk demektir. Kur’an kader kelimesini hep bu anlamda kullanır.
Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur. O kitaplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader, Bakara suresi 104. ayetin tam tersine giden, sürüleşmiş bir toplum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları Kur’an dışı bir anlayıştır.
Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği yerin ne olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen ‘ilkeler’den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:
1. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3. Dünya, müslümanın cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, varlıklar âlemi yaratılmadan çok önce belirlenmiştir.
İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevî yalanıdır. Kur’an’dan hiçbir dayanakları yoktur. Kur’an bunların tümünün tersini söylemektedir.
Elimizdeki akait kitaplarındaki kader anlayışının Kuran’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur.
Kur’an’da, bugün benimsenen şekliyle bir kader olmadığı gibi, “kadere iman” diye bir tâbir de yoktur.
Bu gerçek, İslam ilahiyatının ünlü isimlerin den Hüseyin Atay tarafından 1960 yılında yayınlanan “Kur’an’da İman Esasları” adlı doktora teziyle orta*ya konmuştu. Bu, bildiğimiz kadarıyla İslam tarihinde ilk kez ortaya atılan bir tezdi. Atay Hoca bu tezi yüzün*den, Ehlisünnet akidesini bozmakla suçlandı.
Atay, bir ilim adamı sıfatıyla çalışmalarını sürdür*dü. Çalıştığı konulardan biri de, mensubu bulunduğu Eh*li sünnet inancının temel kitaplarından bazılarını yaz*mış bulunan ünlü Mâtürîdî kelamcısı Ebu’l-Mu’în en-Nesefî (ölm. 508/1115)nin düşünce dünyası idi.
Bu çalışmanın bir parçası olarak, Atay Hoca, Nesefî’nin, el yazması halinde duran eseri “Tabsıratü’l- Edille”nin 18 yazma nüshasını karşılaştırarak bir ba*sımını yapmak istiyordu. Bunu yaptı ve o eserde şaşırtıcı bir gerçekle karşılaştı: Ehlisünnet mezhebinin inanç te*mellerini belirleyen en büyük ekol olan Mâtürîdîlik’in en önemli isimlerinden biri olan Nesefî, kader konu*sunda Hüseyin Atay’ın söylediğinin aynısını söylü*yordu. Atay’dan 850 yıl önce… Eseri, birçok benzerleri gibi, el yazması halinde beklediği için düşünceleri saklı kalmıştı.
Ebu’l-Mu’în en-Nesefî, anılan eserinde imanın şartları konusunda şöyle diyor: “İman esaslarına ge*lince bunlar, 5 tanedir: 1. Allah’a, 2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Âhirete iman- Aynen bunun gibi ibadetler de 5′e ayrılır»- (Nesefî’nin Tabsıra’sından naklen Atay; Kur’an’da İman Esasları, 146)
Nesefî burada iki Kur’andışılığı aynı anda düzelt*miştir: 1. Kur’an’ın gösterdiği iman esasları içinde kadere iman diye bir şey yoktur, 2.Geleneksel kabullerin “İslam’ın Şartları” diye öne çıkardığı beş kavram İslam’ın şartı değil, İslam ‘daki temel ibadetlerdir. İslam’ın şartları Kur’an’ın bütün hükümleridir.
Peki, kadere iman nereden ve nasıl çıktı ve iman esasları arasına nasıl sokuldu?
O tâbir, İslam inançlarının içine, bir hadise, daha doğrusu hadis diye ortalıkta dolaştıralan bir söze dayanı*larak sokulmuştur.
Kader sözcüğü Kur’an’da 11 yerde geçmekte ve tümünde de “ölçü” anlamında kullanılmaktadır. Türkçe’deki “miktar” (Arapça özgün şekliyi mikdar) sözcüğü de ölçü anlamındadır ve kader kökündendir. Allah her şeyi bir Ölçüye göre yapıp yönetmekte*dir. Platon’un güzel deyimiyle “Tanrı hep geometri kullanmaktadır.” Her şeyin hazinesi onun katındadır ve O, o hazineden her şeyi belli bir ölçü içinde indir*mektedir. (Hicr, 21) Gökten su ölçüyle iner (Müminûn 18; Zühruf, 11); inen suyun yeryüzünde vadilerde dolaş*ması bile ölçüyledir. (Ra’d, 17) Topraktan pınarlar fış*kırması, fışkıran suların birleşmeleri yine belli bir öl*çüye göredir. (Kamer, 12)
Tüm bu ölçüye bağlılıklar, kader kelimesi veya tü*revleri kullanılarak ifade edilmiştir. Ve bu ifadelerle önümüze konan kader kavramının temel amacı, insa*nın fiillerinin belirlenmiş olduğunu değil, varlık ve oluşta keyfilik ve rastlantının bulunmadığını göstermektedir.
Kur’an, kader kavramıyla varlık ve oluşta tesadüfün değil, ölçü ve bilincin egemen oldu*ğuna dikkat çekmek peşindedir.
Kur’an, kader kavramıyla “sünnetullah” da denen tabiat kanunlarını kastetmektedir. Bu kullanım, şu ayetlerde herkesin anlayabileceği açıklık*tadır: Ra’d, 8, 17; Hicr, 21; Müminûn, 18; Ahzâb, 38; Şûra, 27; Zühruf, 11; Kamer, 49; Talâk, 3; Mürselât, 22) Ahzâb 38. ayette hem kader sözcüğü, hem de sünnetullah(Allah’ın tavrı-tarzı) tamlaması kullanılarak Tanrı’ın varlığa koyduğu yasaların değişmezliği gösterilmiştir. Bu ayette ayrıca, kader ile sünnetullah kavramlarının eşanlamlı olduklarına da dikkat çekilmiştir. Sünnetulahın değişme ve bozulmaya asla uğramayacağı bir çok ayette, pekiştirilmiş ifadelerle verilmiştir. (bk. İsra, 77; , 62; Fâtır, 43; Fetih, 23)
Kader kökünden gelen ve ölçüye bağlamak an*lamında olan “takdir” sözcüğü de tabiat kanunları, de*ğişmez ölçüler, yani sünnetullah anlamında kullanıl*mıştır. Bu kullanıma göre, Ay ve Güneş’in belirlenmiş Ölçülere göre seyretmeleri, göklerin düzenlenmesi, kısa*cası her türlü iş ve oluşun, her türlü yaratılış ve yaratı*şın seyri Allah’ın bir takdiridir, (bk. En’am, 95; Furkan, 2; Yâsîn, 38; Fussilet, 12)
Allah’ın isim-sıfatlarından olan ve Kur’an’da 39 yerde geçen Kadîr ile 7 yerde geçen Kadir sözcükleri de kaderle aynı kökten gelen kelimelerdir. İkisinin söz*lük anlamı da “her şeyi kudretiyle belirleyen, öl*çüye bağlayan” demektir.
Yine Allah’ın isim-sıfatlarından biri olan ve Kur’an’da 3 yerde geçen Muktedir sözcüğü de kaderle aynın kökten olup “kudretiyle her şeyi bir ölçüye bağlı olarak çekip çeviren” de*mektir.
Kur’an’daki kaderin anlamı budur. Ve bu anlamda bir kaderin değişmezliği, Allah’ın tabiata, varlığa koy*duğu yasaların değişmezliğidir ki, Kur’an bunu açıkça ve defalarca ifade etmiştir.
Bu değişmezlerin insanın fiilleriyle, iradesi ve öz*gürlüğü ile bir ilgisi yoktur. Oradaki değişmezlik, ka*nunların Yaratıcı tarafından koyulmasıdır. İnsan fiil*lerinin Yaratıcı tarafından Önceden belirlenmesi değil*dir.
Biz, varlığın ve evrenin yönetimine, iş ve oluşa, ontolojik yapıya ilişkin kanunlar koya*mayız; bizim böyle bir yetkimiz yoktur. Ama biz, kendi fiillerimiz, yönetimimizle ilgili ka*nunlar koyarız ve koymalıyız.
Kur’an’daki kader, İbn Teymiye’nin deyimiyle yaratılışla ilgili ontolojik bir kavramdır; din ve davranışla ilgili bir kavram değil… (bk. İbn Teymiye; el-fur kan, 98-99) Yine İbn Teymiye’nin ifadesiyle kader Allah’ın yaratış ve dileyişiyle ilgili bir kavramdır, buy*rukları ve hoşnutluğu ile ilgili bir kavram değil… (bk. İbn Teymiye; aynı eser, 109-110)
Biz bu ayrımı, bir satranç benzetmesiyle anlatı*yoruz: Satrancı, varlık ve oluşun seyri olarak alıyor ve diyoruz ki: Satrancın nasıl oynanacağına ilişkin kural*ları Allah koyar. Bizim orada kural koyma yetkimiz yoktur. Allah, satrancın galip veya mağlubunu önceden belirlemez, ilan etmez. Ama Allah, ezel ve ebedi kuşatan ilmiyle satrancın galip ve mağlubunu bilir.Beceriksiz oynayanın yenilgisinin sebebi O’nun bilmesi de*ğildir. Yenilen veya yenen O bildiği için öyle bir sonuçla karşılaşmıyor; onların oyun şeklinin o sonuca götürceğini Allah biliyor.
Allah; varlık, iş ve oluşa ilişkin yasaları hem bilir, hem belirler; ama Allah, insanın fiillerine ilişkin sonuçları belirlemez, bilir. Bilmesi O’nun Tanrılığının bir gereği olduğu gibi, sonuçları belirlememesi de Tanrılığın bir gereğidir. Fiillerimizin sonuçlarını bilmekle kalmayıp aynı zamanda belirlerse bu bizi so*rumlu tutmamasını gerektirir. Hem belirler hem sorumlu tutarsa bu zulüm olur. Oysaki Allah zulümden arınmıştır…
Yaşar Nuri ÖZTÜRK – İslam Nasıl Yozlaştırıldı?
Kader diye anladığımız bizim çizgimizin yolumuzun gidişatımızın önceden çizildiği ve bizimde o yolun mecburen takipçileri olduğumuz değildir…
tevhide göre bu: Allah kullarının her ne işlerse işlesin her ne değişim gösterirse göstersin yapacaklarını önceden bilmesi…ancak Allahın: kullarının yapacaklarını önceden bilmesine karşın bu bilmenin yani olayların yaşamın gidişatını belirlemediği burada kulu serbest bıraktığıdır…akıl ve serbest irade vererek insanın: dünyanın halifesi olarak isimlendirilmesinin nedeni budur.. insanı diğer canlılardan ayıran akıl ve iradedir.. ve insan bu iki özellikle diğer canlılardan ayırılır ve bu sebeple Allah tarafından sorumlu tutulur…..
eğer Allah: ben size akıl da verdim irade de ancak fiillerinizi belirleyerek ben istediğime cehennemlik fiiler işleteceğim istediğime cennetlik fiiller işleteceğim derse (haşa.. bir misaldir)bu Allahın adil ismine yakışmaz.. Allah kullarının arasını ayırmaz.. kimsenin yüzüne zenginliğine çevresine bakmaz.. takvaya bakar…dileyen kimse güzele yönelmek isteyip gayret sarfederse Allah o kişiye müdahale eder.. yani Allahtan iyilik gelir…. eğer kişi kötüye yönelirse burada Allah dilediğini işler…
iyi yönde müdehale kişinin iyi davranışları sonucu gelen bir müdehaledir..
Allah yalancı sapık kimseyi doğru yola iletmez…yani.. kişiler kendilerine verilmiş hür iradelerini iyi yöne kullanmadıkları sürece onlara iyi yönde bir müdehale yapılmaz.. ne zaman ki kişi aklı ve iradesini kullanır doğruya yönelmek isteyip gayret sarfederse işte o zaman iyilik Allahtan gelir.. iyi yönde müdehale gelir..
bu anlayış geleneksel anlamda anlaşılan kader anlayışının yanlış olduğunu göstermektedir…
HEPSİ DE PROGRAMLANDIKLARI DOĞRULTUDA FİİLLER YAPARLAR.. (17-84)
ALLAH SİZİ YARATTI VE DÜZENLEDİ, BİÇİMLENDİRDİ.. DİLEDİĞİNCE TERKİP ETTİ!
evet insanda ki tüm organlardahi insanın haberi olmadan tüm görevlerini programlandıkları doğrultuda yaparlar…. Allah dilediği gibi şekil ve düzen verdi herşeye.. buda doğru.. ancak Allah insana akıl ve irade de verdi.. bu iki meleke sorumlu olma nedenidir ve cinlerde bu sebeple sorumlur.
Allah dileseydi tüm kullar Allaha yönelirdi …demek…şu anlama gelmektedir….
Allah kullarının kötü fiiller işlemesine izin vermeseydi tüm kullar mecburen Allaha yönelirlerdi…. burada kulların cenneti yada cehennemi seçme hakları olmazdı ve herkes mecburen cennete giderdi….
melekleri insanoğluna secde ettiren neden burada yatmaktadır…melekler kötü fiil işlemesine izin verilmemiş varlıklardır ve onlarda herhangi bir kötülük bu nedenle arız olmaz..
insan ise iki taraflıdır.. iyilik yapmasına da kötülük yapmasınada izin verilmiştir…üstünlük…insanın içinde ki kötülüğe rağmen iyiliğe yönelmesindedir..
insanoğluna verilen bu izin aslında insanın cüzi iradesiyle hareket etmesine olanak tanımanın ta kendisir ve burada geleneksel anlamda anlaşılan kader anlayışının çürük olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır….
izin vermek.. o kişinin o fiili işlemesine izin vermek… ona hür irade vererek izin vermek……o kişinin o fiili yaratmasına izin vermek.. izin verilmek….
kısaca Allah küfre razı olmaz.. dileyen şükreder dilemeyen şükretmez…dileyen doğru yolu tutar dileyen tutmaz…
burada bir fiili işlemeyi dileyenlere ve işlemeyi dilemeyenlere hür irade ve aklın getirdiği bir sonuç olarak izin verilmiştir…
Allah dileseydi tüm kullar Allaha yönelirdi…mesela Allah dileyen doğru yolu tutar dileyen tutmaz demezdi de tüm kullar mecburen şartlanmış olarak hakka yönelirlerdi.. çünkü yanlış yolun tutulmasına izin çıkmadığı için…sadece bir misal..
bunu anlatmak için Allah demiştir ki”ben dileseydim tüm herkes doğru yola gelirdi”
ancak o zaman bu dünyanın sınav olduğunun ne değeri kalır ki..
Allah iyilerle kötüleri zaten bilmiştir.. isteseydi.. bu dünyayı yaratmadan kullarını cennete yada cehenneme gönderirdi.. o zaman kullar ”ey rabbim bize seçme hakkı tanıdın mı.. bizim doğruyu yada yanlışı seçmemize izin verdin mi ki….
Allah böyle yapmış olsaydı geleneksel manada kader anlayışının doğruluğu ortaya zaten çıkmış olurdu.. ancak Allah kullarına HÜR İRADE VE AKIL burhanını vererek onları doğru yada yanlış fiiller işlemesine izin vermiş o fiiler sonucu kişiler cenneti yada cehennemi hak etmişlerdir….
Allah kullarına zulmetmez..
“Yeryüzünde ve kendi benliklerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir Kitap’ta belirlenmiş olmasın. Bu, Allah için çok kolaydır.” Kehf suresi
bu yukarda ki ayette ise bir teselli vardır ve bu apaçık anlaşılmaktadır, bizler hata yaparız, bazen de berbat hatalar ve Allaha karşı insanın içinde derin yaralar açan hatalar, kişi neden söyledim neden yaptım vs gibi üzüntülere gark olur, burada,
1-Allah hür iradeniz gereği yapmanıza müsade etti,
2-yapacaklarınız ezelde zaten bilinmekteydi, Allah için zaman bir cetvel gibidir, başınıda görür, ortasınıda sonunuda, ancak biz yaşadığımızda görürüz ve o üzüntülere dalarız, ancak bu Allah için zaten bilinen bir şeydir ve asla yenide değildir, kul; ben nasıl yaptım derken, o insan için vuku bulan olayın yeniliği sebebiyle telaştadır,
ve Allah’ın size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız.
bu yukardaki ayet ise yine Allahın izni dahilinde kazanılan imkanların asli olarak sizin kara kaşınız kara gözünüz için değil, sizin nimette, diğerlerinden üstün hale gelmenize izin verdiği için olduğudur, Alllah size nimette, diğerlerinden üstün olmayı izin vermesinin nedeni yine Allahın ezelde bunu bilmesinden kaynaklanmaktadır
Allah hep güzelliği emreder, yeter ki bunun farkında olalım, benim zengin olamamın nedeni bir güzelliğe bir nimete zenginlige karşı yeterli ve doğru talebimin olamayışındandır, eğer bir şey olmak istiyorsak önce talebi yeterli ve doğru olarak yapmalıyız, bu yapılırsa izin yine Allahtandır.
ayrıca bu yukardaki 22 ve 23 ayetler bir taraftan da sınanmayı çağrıştırmaktadır, dünya bir imtihan dünyası.
eğer çoğunluğun kabulünü, hiç irdelemeden kabullenirsen doğrulara asla ulaşamazsın, çoğunluğun subjektif görüşlerini; dinin olmazsa olmaz görüşleri gibi nitelendirirsen yine doğrulara ulaşamazsın,
bu doğrular tek otorite olan Allahın doğrularıdır,
tek otorite asla önemsenmemeyi kabul etmez,
deprem profösörü nedenleri niçinleri anlatmaya çalışırken sık sık sunucunun uyarısına maruz kalır, ”HOCAM HALKIN ANLAYACAĞI ŞEKİLDE KONUŞUNUZ”
sonsuz bilgi sahibi ise insanlara kuranı anlayacakları şekilde indirmiş yani sadeleştirmiştir, O’nun kuranı sadeleştirmeden tüm bilgisiyle indirdiğini bir düşün kimse bir şey anlamazdı,
bu kadar sadeleştirmenin içinde ”Allah dileseydi biz bu yolda olmazdık/putlara tapmazdık”ayeti geçmekte, putperestlerin peygambere verdikleri bu savunma; gelen ”Allah kötülükle emretmez”ayetiyle boşa çıkarılmıştır,
Allah kötülükle emretmez, Allah kulları için küfre razı olmaz
bu ayetler hür insan iradesinin geçerliliğini olduğu gibi akıllara nakşetmektedir,
kuranda anılan kader; ölçü, miktar anlamındadır, geleneksel kader anlayışıyla uzak yakın ilgisi yoktur,
eğer ”bizleri doğru yola ilet”talebiyle talepte bulunursan Allahtan tabi ki yönlendirme gelecektir, sana sığındım dediğinde, tabi ki yönlendirme olacaktır, bu yönlendirme geleneksel kader anlayışını boşa çıkarmaktadır
Allahın isimlerinden biri ”ADİL”dir,
adil olan Allah kullarını ezelde cennetlik, cehennemlik olarak ayırmamıştır, öyle olsaydı Allahın adil ismi olmaz yada işlevliğini korumazdı, Allah noksanlıktan beridir,
nerede ne zaman öleceğimiz; geleneksel kader anlayışıyla birebir eşleşmektedir ancak sadece bu konuda.
Kader kavramı bizim anladığımız manada kuranın hiçbir yerinde geçmez, kuran da kader kavramı bir ölçü, miktar anlamında kullanılmıştır.
Allah herşeyi bir ölçüye göre yapıp yönetmektedir,
”herşeyin hazinesi O’nun katındadır ve O, o hazineen herşeyi belli bir ölçüde indirmektedir”
(hicr 21)
ilgili ayetler; müminun 18, zuhruf 11, rad 17, kamer 12
kuran kader kavramıyla varlık ve oluşta tesadüfün değil, ölçü ve bilincin egemen olduğuna dikkat çekmek peşindedir ayrıca kuran, kader kavramıyla ‘’sünnetullah”da denen tabiat kanunlarını kastetmektedir, islam nasıl yozlaştırıldı, sf 328 yaşar nuri öztürk
bizim anladığımız kader ancak ”kişinin nerede ne zaman öleceği”hakkındaki sorunun karşılığıdır, bu sorunun yanıtı, kaderi anladığınız mananın tam ve doğru karşılığır, bunun haricince Allahın kullarının işleyeceklerini önceden bilmesi müdahale anlamına asla gelmez, yahudilerin iki belaya uğrayacakları haberi, müdahale değil bir bildirmedir,
kişi kendi kaderi hakkında ancak”geçmişini”gösterebilir, geleceği ise kaderi değildir, gelecek sadece kader olmaya adaydır
eğer kişi kaderden, geleceği, yaşanmamışı kastediyorsa onun tevhit inancı sağlam olmamakla beraber, sorumlu olmayıda gerektirir, bu sorumluluk, o kişinin yalan lehine oy vermesi sebebiyledir.
Kader nedir? okunup ders öğüt alınacak Allah katından bir kitap mı? böyle olmadığına göre kaderin neyine iman!!olduğuna mı?
kader biz ve tüm herşeyin salise önceki geçmişidir,
ancak kader gelecek değildir, saniye salise öncesi olsa dahi, o sadece kader olmaya adaydır, kuranda; putperestler peygambere; ”Allah dileseydi biz bu putlara tapmazdık”diyor akabinde ise cevap olarak gelen ayette şu uyarı var;
”Allah kötülükle emretmez” bu ayet herşeyi açıklıyor, sizi hayvanlardan ayıran akıl, sorumlu tutulacağınızı göstermektedir,
bir başka ayette ise; ”Allah kulları için küfre razı olmaz”bu ayeti okuyunca gözlerimden yaşlar boşanmıştı….
Allah kötülükle emretmez yani sen git putperest ol sen git ateist ol sen git vs vs ol demediğine, kulları için küfre razı olmadığına göre,
insanlar kendi elleriyle düştükleri durumdan Allahı sorumlu tutamazlar, hele birde bunu müslümanlığın şartları arasına koyarak Allaha da iftira etme zulmü ve günahını üstelik yine Allah ve din adına işleyerek..
Kaderciler yazık ki sapmakta saptırmakta, Allahın Adil sıfatını dahi gözardı etmişler, adil olan Allah kullarını ezelde cennet ve cehenneme pay etmez, bu Allahı hakkıyla taktir etmemek ve günaha saplanmaktır.
Kader insanın salise sonraki geçmişidir…
ancak kader; insanın salise önceki geleceği değildir…
yaşanıp biten; yaşanıp bittikten sonra kader olur…
yaşanmadan değil…
yani kader alınlarımıza çizilmemiştir.. verilen irade doğrultusunda kişiler
cenneti yada cehennemi seçme özgürlüğüne sahiptir…
ancak.. bir kul; Allahın kendisini yönlendirmesini isteyipte birde bunu eylemleriyle desteklediği zaman.. işte o zaman.. Allah o kulunu iyi yönde yönlendirir ve bu asla müdahale değildir.. kişi sevdiği Rabden yardım isteyip kendisini yönlendirmesini yine özgür iradesiyle istemiştir…
kader diye diye bu miileti uyuşturdular.. nasılsa alnımıza yazılmış…nasılsa.. olacak olan olur…
hayır.. 100km lik yerde 120 yapıp kaza edersen bu da kaderin değil kendi
sorumsuzluğunun yansımasıdır….
islamda gelenekçilerin anladığı manada tek doğru kader anlayışı;
kişinin nerede öleceğini bilmemesidir.. işte burada Allah gelenekçilerin anladığı tarzda kaderi açıklamış olur..
geçmiş ve nerede ölüm!!
İhsan Eliaçık kader konusunda gelen sorular üzerine çok tartışılacak şu açıklamayı yaptı:
“Kader veya takdir kavramı bir Kuran kavramıdır. Ancak ‘kadere iman’ bir Kuran kavramı değildir. Amentü duası da yoktur.
Kader eşyada var olan kapasite demektir. Mesela bizim kaderimizde uçmak yoktur. Eski Osmanlıca istiap gücü, kaldırabileceği şeydir. Bu kapasite içinde özgür iradeye sahibiz. Bunu da iyi ya da kötü yönde kullanıyoruz.”
Bu açıklamanın “biyolojik kader” olabileceğini belirten Hulki Cevizoğlu’nun “Sosyal, toplumsal kader ne demek?” sorusuna İhsan Eliaçık ”Burada biz yetki sahibiyiz. Sen nasıl karar verirsen öyle olur” dedi.
Sonuç: Kader kural, ölçü demektir, alın yazısı ve ya Allahın takdiri anlamına gelmez, ama kullarının etdikleri tüm fiilleri Allahın bilmesi demektir. islamda gelenekçilerin anladığı manada tek doğru kader anlayışı;
kişinin nerede öleceğini bilmemesidir
iste yazi iste kanit KADER ALİN YAZİSİ DEGİL SADECE TABİATKANUNLARİDİR