Mu ve Atlantis Kıtaları Hakkında İki Film

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde Prens Ernak tarafından oluşturulan Mu ve Atlantis Kıtaları Hakkında İki Film başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 13,752 kez görüntülenmiş, 131 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Mu ve Atlantis Kıtaları Hakkında İki Film
Konbuyu başlatan Prens Ernak
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan odun

kahin

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Ağu 2018
Mesajlar
1,152
Tepkime puanı
4
Puanları
38
Yaş
57
atlantisin gerçek olduğunu muu kıtasınında photoshop olduğunu düşünüyorum.. :)
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Piri Reis Haritasının Esrarengiz Sırları

Piri Reis haritası, Hicri takvime göre 919, miladi takvime göre ise 1513 yılında Osmanlı Amirali Piri Reis tarafından çizilmiştir ve İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir.

4308-620x406.jpg


Piri Reis’in haritası 1513’te Avrupalıların sahip olduğundan çok daha fazla detay içeriyor. Öyle ki Pizarro henüz Peru’yu keşfetmemiş olmasına rağmen Piri Reis Ant Dağları’nı nasıl biliyordu? Piri Reis’in haritalarının 1513 tarihinde çizildiği düşünülürse, koordinat çizgilerinden, topografik detaylara kadar birçok sıra dışı bilgiye sahip.

Bu sayfada bu dünya haritasının bir bölümünü göreceksiniz. Bu harita, günümüze kadar ulaşabilen ve Amerika kıtasını gösteren en eski haritadır.

piri_reis_amerika_oldest_map_america_dunyanin_en_eski_haritasi.jpg


Bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenen yukarıdaki harita 20’inci yüzyıla kadar kayıptı. Tarihsel öneminin yanı sıra, 1500’lerde hiçbir Avrupalı’nın bilmediği detayları içeriyor.

Bu yüzden eski teknolojik medeniyetlerin ve belki “dünya dışı” medeniyetlerin etkisiyle şekillendiği iddia ediliyor.

Günümüzde koordinatları belirlemek için kullandığımız enlem ve boylam çizgileri paralel ve meridyenler olarak ta biliniyor. Meridyenler iki kutupta birleşiyor. Oysa Piri Reis’in haritalarında enlem ve boylam çizgileri yerine, istikamet açılarıyla kilit noktalarda birleşen farklı çizgiler kullanılmış. Bu çizgiler “Enerji Izgaraları” olarak adlandırılıyor. Yani çizgilerin birleştiği kilit noktalar, dünyanın belirli enerji merkezlerini simgeliyor.

dunya_enerji_izgara_gezegensel_grid_planetary_baker_hagens-1.gif


Tanrıların Arabaları (Chariots of Gods) isimli kitabın yazarı Erich von Däniken, Piri Reis haritasındaki istikamet izdüşümünün Kahire’de odaklandığını iddia ediyor. Haritaya dikkat edilecek olursa sağ tarafta Avrupa’nın İspanya ve Portekiz bölümü ile Afrika’nın batı sahilleri görülebiliyor. Sağ tarafta ise Amerika kıtasının doğu kıyılarını görmek mümkün.

Harita üzerindeki marjinal yazılar oldukça açıklayıcı. Çevirileri Prof. Dr. Afet İnan’ın “Amerika’nın En Eski Haritası” (1954) isimli kitabında bulmak mümkün. Yazıtlar Arap alfabesiyle yazılmış Türk dilidir (1922 yılına kadar Türk dili Arap alfabesiyle yazılıyordu, ancak harita üzerindeki dil Arapça değil, Türkçe idi. Harita üzerindeki bu yazıtlar, haritanın, Asya ve Afrika ile birlikte tamamlanmış bir dünya haritası olduğunu kanıtlıyor.

piri_reis_map_harita_comparison_karsilastirma_south_america_guney_amerika.jpg


Piri Reis haritası ile ilgili bazı esrarengiz iddialar:

• Harita, dünyayı uzaydan görünüyormuş gibi çizilmiş. Bu iddia ise dünya dışı savına atfediliyor.

• Harita, Grönland’in buzul altı topografik haritasını da gösteriyor.

• Harita, Antartika’nın buzul altı topografik haritasını da gösteriyor.

• Harita, günümüzde kullanılan enlem-boylamlar yani paraleller ve iki kutuplu meridyenler ile hizalanması yerine kilit noktalarda odaklanmış “enerji ızgaraları” ile hizalanmış. Enerji ızgaraları bilimsel bir terim değil, parapsikolojik bir terim.

Şüphe Uyandıran Sorular

Harita 1513’te Avrupalıların sahip olduğundan çok daha fazla detay içeriyor. Öyle ki Pizarro henüz Peru’yu keşfetmemiş olmasına rağmen Piri Reis,Ant Dağları’nı nasıl biliyordu?

Güney Amerika kıyıları, 16’ıncı yüzyılda çizilen bir harita için oldukça detaylı. Akla gelen soru, acaba haritaya 1513’te başlandı da daha sonra mı tamamlandı? Acaba harita daha sonra kopyalandı ve tarihi yanlış mı yazıldı? Mademki haritanın kaynağı eski veya dünya dışı uygarlıklar, o halde neden bazı yerleri çok detaylı ve bazı yerleri çok ilkel görünüyor?

Özetle, bu haritaların 1513 tarihinde çizildiği düşünülürse, koordinat çizgilerinden, topografik detaylara kadar birçok sıra dışı bilgiye sahip olduğu bir gerçek. Öyle ki harita bilimcilerinin en çok merak ettiği konu.

Kaynak:
Steve Dutch (PhD). (2007). Piri Reis Haritası [Doğal ve Uygulamalı Bilimler, Wisconsin Üniversitesi – Green Bay]

 

kahin

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Ağu 2018
Mesajlar
1,152
Tepkime puanı
4
Puanları
38
Yaş
57
benim anlamadığım şu madem piri reis amerika kıtasını hatta güney amerikayıda gerçekten keşfetmiş
o zaman neden? aamerika kıtasına osmanlıyı yerleştirmemişte amerikada hristiyanlar yaşıyor örneğin
kolomb gibi ispanyon amerikan vatandaşları yaşıyor meksikalılar ve güney amerikalılar ayrıca
bu haritaların uydurmasyon olmadığı ne malum? o dönemdemi? yapıldı gerçekten...
açıkçası bu haritaların o dönemlerde yapıldığına dair bir ispat bulamadım haritanın ispat olduğunu düşünmüyorum ispar farklı birşeydir,
muu kıtasını inceledin resmen photoshop yapmışlar ben photoshop uzmanıyım yoksa anlamak
zordur.
kristof colombun keşfi bana daha gerçekçi geliyor, ben piri reis olsaydım, çoktan amerika kıtasına yerleşmiştim.

hatta ben şöyle duymuştum hikayeniin aslını 1492 de kristof yavuz sultan selime diyorki

eyy paşam ben yenibir yer keşfettim, fakat yeterli derecede imkanım yok yardımcı olursanız
toprakları paylaşırız bunun üzerine sinirlenen hükümdar, eyy bre gafill sen kim? olakı koskoca paşayı
emellerine alet edersin deyip huzurundan kovmuşlar işte bu hikaye daha gerçekçi geliyor.
 
Son düzenleme:

kahin

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Ağu 2018
Mesajlar
1,152
Tepkime puanı
4
Puanları
38
Yaş
57
bu haritaların piri reise ait olduğuna inanmak çok güç o dönemde bu kadar zeki insanların
olduğuna inanmak çok güç :D
macellan bile daha gerçekçi geliyor piri resisin iddiası asılsızdır, bu akp liderinin iddiasıdır, bana göre bu iddia olmamalı ispat olmalı işte böyle .
bu haritalar piri reis zamanında değil abbasiler caferiler tarafından yapılmış oldugu gerçegidir.

Kenar notları bu haritanın, bir kısmı Akdeniz'de ele geçirilmiş İspanyol ve Portekiz gemilerinde bulunmuş olan, yaklaşık 20 haritanın bir birleşimi olduğunu belirtmektedir. Bunların arasında sekiz 'Caferiye' haritası, dört Portekiz haritası, güney Asya'ya ait bir Arap haritası ve Kristof Kolomb'a ait bir Amerika haritası vardır. Caferiye haritaları, çok eskiye dayanan, Abbasi halifelerinden Me'mun zamanında kopyalanmış olan, Büyük İskender zamanına ait haritalardır.
Piri Reis, haritasının Orta Amerika kısmının kaynağının Kristof Kolomb olduguna bu satırlarla belirtir: "Bu isimler ki mezbur cezairde ve kenarlarda kim vardır, Kolonbo komuştur ki anınla malûm oluna. Ve hem Kolonbo ulu müneccim imiş. Mezbur hartide olan bu kenarlar ve cezireler kim vardır, Kolonbonun hartisinden yazılmıştır."
Piri Reis haritasının Kristof Kolomb haritasından kaynaklandığının önemli bir delili, Küba'nın yokluğudur. Kristof Kolomb seyahatnamelerinde Küba'nın bir ada değil, kıtanın uzantısı oldugunu yazmıştır ve Piri Reis haritasında da Küba bu şekilde gösterilir.
Notlarda "Antilya" olarak değinilen Karayipler hakkında çeşitli bilgiler verilir. Bir kenar notunda adı geçen "Izle de Spanya", (günümüzde Dominik Cumhuriyeti ve Haiti'nin bulunduğu) Hispanyola adasına karşılık geldiği anlaşılabilse de, bu kenar notunun yanındaki adanın şekli Japonya'ya benzemektedir. Macellan'ın seyahatlerinden önceki dönemde Atlas Okyanusu'nun batı kıyısında Asya olduğu kanısı yaygındı. Çin'e varmak amacıyla yola çıkan Kristof Kolomb'un yanına Uzak Doğu Asya haritaları almış oldugu bilinir, bu Kolomb'un Doğu Asya kıyılarını gösteren haritalara kendi keşfettiği yerleri eklemiş olması muhtemeldir. Haritanın bu bölgesindeki pek çok kıyı şekli Asya'nın doğu kıyılarına karşılık gelmektedir.
Karayipler'in çiziminde Piri Reisin iki haritadan yararlandığı anlaşılabilir. Sancuvano Batisdo adı iki farklı ada için (biri günümüz Porto Riko'sunda bulunan San Juan Bautista, öbürü Küçük Antiller'de yer alan Santa Maria de Guadalupe) kullanılmıştır, ayrıca Virgin Adaları iki kere çizilmiştir.
Güney Amerika'nın içerlerinde görülen dağlar Caneiro haritasında da görüldüğünden dolayı, Piri Reis’in kaynaklarından biri muhtemelen onun türevlerindendir.
Brezilya kıyıları konusundaki kenar notunda bu kıyıları kazara keşfetmiş Portekiz kaşiflerin ayrıntılı anlatılarından yararlandığını belirtir. Söz konusu kaşif şüphesiz 1500’de Hindistan’a giderken Brezilya'yı keşfeden Pedro Alvares Cabral'dir.
Haritadaki bazı yörelerin kaşiflerin Ceneviz Cumhuriyetili olduğuna dair övücü ifadeler bulunması, ayrıca Kristof Kolomb'dan onun İtalyanca'da kullanılan adı olan 'Kolombo' olarak bahsetmesi Piri Reis'in Cenevizli kaynaklardan da yararlandığına işaret eder.
 

kahin

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Ağu 2018
Mesajlar
1,152
Tepkime puanı
4
Puanları
38
Yaş
57
İlk Haritalar
İÖ 13.yy’dan kalan ve Nübye’deki altın madenlerini gösteren bir papirüs rulosu en eski haritalardan biri sayılır. Çin’de de İÖ 1100 dolaylarında, yerölçümü için bir devlet örgütünün kurulduğu ve burada çizilen haritaları korumakla görevli memurların bulunduğu bilinmektedir. Eski Yunan’da Milletli Anaksimandros (İÖ 610-546) o zaman bilinen dünyanın bir haritasını çizmiştir. ‘Yön bulma çizgileri’ öneren ilk insanın ise Aristeles’in bir öğrencisi olan Dikaiarkhos (İÖ 350-290) olduğu sanılır. Avrupa ortaçağının bilim düşmanlığı döneminde, başka şeyler gibi haritacılığın da Arap kültür çevresi içinde geliştiği görülür. Haritacılık alanında verilebilecek başka erken örnekler arasında Polinezyalılar’ın deniz haritalarıyla, Meksika’da yaşamış olan Aztekler’in haritaları vardır.
Yeryüzünün düz, silindir ya da Platon’un ileri sürdüğü gibi küp biçiminde olduğuna ilişkin görüşler daha İÖ 4. yüzyılda aşıldı. Parmenides, aristoteles ve özellikle Eratosthenes gibi düşünür ve matematikçiler iki yüzyıl gibi bir süre içinde insanları Dünya’nın küre biçiminde olduğuna inandırdılar. Yerkürenin yaklaşık büyüklüğünü ilk hesaplayan gene Eratosthenes oldu. Eratosthenes önce, bugünkü adı Assuan olan Syene’de, Güneş’in öğle zamanındaki yüksekliğini ölçmüş, sonra aynı işlemi, yaklaşık aynı boylam üstündeki İskenderiye’de yinelemişti. Aradaki açı farkından yola çıkarak Dünya’nın çevresinin 5.000 stad (yaklaşık 40.000 km) olduğunu hesapladı. Ortaçağ insanı, antik yazmalarda sözü edilmesine karşın, Dünya’nın yuvarlak olduğu düşüncesini benimseyememişti. Çünkü böyle bir durumda karşı yanda, yani kendisine göre arkada kalanların nasıl olup da baş aşağı durabildiğine bir türlü akıl erdiremiyordu. Dünya’nın yuvarlak olduğuna inanan Kristof kolomb, 1492’de Atlas Okyanusu’nu aşarak öte yana geçme yürekliliğini gösterebilen ilk insan oldu.
 

kahin

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Ağu 2018
Mesajlar
1,152
Tepkime puanı
4
Puanları
38
Yaş
57
hem farkındaysanız piri reis kristof kolomptan sonra doğmuştur buda bir ispat sayılır ama anlıyana :D
piri reisin ölüm tarihi 1554, doğumunda siz tahmin edin. :D
 
Son düzenleme:

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Tanrı kelimesi farklı anlamlarda kullanıldığı için her metinde aynı anlama gelmiyor. Bazı metinlerde yönetici varlıkları ya da dünya dışı uygarlıkların liderlerini, bazılarında inisiye rahipleri, bazılarında da evrensel yasaları anlatmak için kullanılıyordu. Tufan öncesi yaşayan nesil ile tufan sonrası yaşayan nesil aynı olmadığı için, tufan öncesi dönemde tanrılarla bir arada yaşayan nesiller vardı. Nuh Peygamber'in 950 yıl yaşamasının sebebi, günümüz neslinden çok daha dayanıklı ve bilinç seviyesi yüksek bir nesilin, o dönem yaşıyor olmasından kaynaklanıyordu.

Mesela;
* Olimpos Tanrıları birer yönetici varlıktı.
* Orfe isimli Atlantisli rahip de tanrı diye anılıyordu oysa sadece inisiye bir rahipti.
* Hz. İsa'nın bahsettiği "Tanrı'nın Oğlu" ifadesindeki tanrı ise bağlı bulunduğu tekamül planının lideri yönetici varlıktı.

Tanrı kelimesi asla "Alemlerin Rabbi Allah" yani "Bir" için kullanılmamıştı. Karışıklık olmaması için tanrı yerine "Bir" diye ifade ederlerdi oysa günümüzde karışmış durumda ve çok tanrılı inanç diye bir şey uydurdular ki böyle bir durum hiç yaşanmadı. Yönetici varlıklar ile Bir'in aynı anlama gelmediğini o dönem yaşayanlar çok iyi biliyordu. Kısacası tanrı ya da tanrılar günümüzde anlaşıldığı gibi yaratıcıyı ifade etmek için kullanılmıyordu.

**

Roma Mitolojisi'nde de geçen Kurt tarafından emzirilen Romüs ve Rumülüs kardeşler sembolü yine Sirius kültürünü anlatmak için kullanılmıştı. Türk Mitolojisi'ndeki Kurt da bir semboldür ve yine Sirius kültürününü anlatmaya çalışır. Önceki yazılarımda da ifade ettiğim Tanrıoğulları, Sirius kültürüne bağlıdır. Dogon Kabilesi'nin hiçbir eğitim alamadan bildiklerinin altında yatan gerçek, atalarının Sirius kültürüne mensup yönetici varlıklarla temas etmiş olmasıdır.

Kurt bir semboldür ve Sirius kültürünü ifade eder.

-Dediğiniz gibi tarih biliminde Antik Yunan kültüründen bahsederken onların çok tanrılı dine mensup olduklarını belirtiriz, ama bunun yanlış olduğunu belirttiniz, fakat Antik Yunan'daki yönetici varlıklar adına yapılmış tapınaklar var, yani Antik Yunan halkı bu yönetici varlıklara tapıyordu, bu durumda yönetici varlıklar da İlahlaşmış olmuyor mu?

-Yunan, Mezopotamya medeniyetlerinin inandığı Tanrılar/yönetici varlıklar bu durumda halk ile birlikte yaşıyorlardı diyebilir miyiz? Mesela Hammurabi halka ilettiği 282 maddelik kanunları kendisine Güneş Tanrısı Şamaş'ın yazdırdığını belirtmiştir, ve bundan dolayı Hammurabi kanunları Tanrı sözü olarak görülüyordu. O halde Hammurabi kanunları da ilahi kanunlardı diyebiliriz.

-Nuh tufanı ile birlikte artık Yönetici varlıkları/Tanrılar'ın halk ile birlikte yaşamamaya başladığını belirttiniz, fakat Nuh Tufanı'nın 12 bin yıl önce olduğu belirtilir, o halde antik Yunan'daki antik mezopotamyadaki Tanrılar/yönetici varlıklar nasıl var oluyor,çünkü bu yönetici varlıklar/Tanrılar Nuh Tufanı'ndan sonra yaşamışlardır.

-Eğer yönetici varlıklar/Tanrılar ile yaşadılarsa onlar ile yaşayan halkın yanlış yapması mümkün olmaz diye düşünüyorum, düşünsenize İlahi iradeyi yansıtan Tanrılar ile birlikte yaşıyorsunuz, ve bundan dolayı hiç yanlış yapmıyorsunuz.

-Sirüs Kültürünü bu kadar önemli yapan nedir?

-Ezoterizmin tanımını nasıl yapabiliriz.

Teşekkür ederim:)
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
-Dediğiniz gibi tarih biliminde Antik Yunan kültüründen bahsederken onların çok tanrılı dine mensup olduklarını belirtiriz, ama bunun yanlış olduğunu belirttiniz, fakat Antik Yunan'daki yönetici varlıklar adına yapılmış tapınaklar var, yani Antik Yunan halkı bu yönetici varlıklara tapıyordu, bu durumda yönetici varlıklar da İlahlaşmış olmuyor mu?

Merhaba, elinizdeki kitabı okuduğunuz zaman çok kapsamlı olmasa bile bu soruların cevaplarını bulabileceksiniz fakat ben yine de özet geçmeye çalışayım.

Sadece Antik Yunan'da değil, tüm geçmiş kavimlerde Allah'ın tek olduğu biliniyor ve "Bir" diye ifade ediliyordu. Kur'an'da "Alemlerin Rabbi Allah" olarak yazması kafaları karıştırdığı için, çoğu insan "Bir" ile "Alemlerin Rabbi Allah" ifadesinin günümüzde aynı anlama geldiğini bilmemektedir.

Eski medeniyetler yönetici varlıklara tapmıyorlardı, sadece duydukları saygı gereği heykellerini dikip, tıpkı bizim Atalar kültünde ya da türbe mantığında olduğu gibi minnetlerini ifade ediyorlardı.

Tapınaklara önem veriyorlardı çünkü bizdeki camii ya da kilise mantığı ile o yerleri Tanrı'nın Evi kabul ediyorlardı fakat "Bir" dışında taptıkları bir ilah yoktu.

Yönetici varlıklara, galaktik uygarlık liderlerine ya da rahiplere duydukları saygıdan tapınakları inşa ettikleri gibi Bir'e bağlılıklarının da bir ifadesi olarak görüyorlardı. Tapınaklarda biriken olumlu enerji ile Bir'e ulaşmaya yani tıpkı bizlerin dua mantığı gibi bağlantı kurmaya çalışıyorlardı.

Yapılan ayinler sadece Bir'e yönelikti ve asla yönetici bir varlığa, mesela Zeus'a saygı duymaları ona taptıkları anlamına gelmiyordu çünkü 'Zeus' ile 'Bir' arasındaki farkı çok iyi biliyorlardı. Zeus bazen sembol olarak da kullanılmıştır yani metin içinde her zaman yönetici varlığı anlatmak için kullanmamışlardır, bu kısımlar biraz karışık ama özetle aradaki farkı bildikleri için asla Bir yani Alemlerin Rabbi Allah dışında bir ilaha tapmadılar.


-Yunan, Mezopotamya medeniyetlerinin inandığı Tanrılar/yönetici varlıklar bu durumda halk ile birlikte yaşıyorlardı diyebilir miyiz? Mesela Hammurabi halka ilettiği 282 maddelik kanunları kendisine Güneş Tanrısı Şamaş'ın yazdırdığını belirtmiştir, ve bundan dolayı Hammurabi kanunları Tanrı sözü olarak görülüyordu. O halde Hammurabi kanunları da ilahi kanunlardı diyebiliriz.

İnandıkları tanrı ifadesi onların döneminde sadece "BİR" için geçerliydi. Yönetici varlıklar yeryüzünde bulunsa bile onlara saygı duymaları asla taptıkları anlamına gelmiyordu.

Yeryüzüne inen tüm kutsal metinler, Alemlerin Rabbi Allah'ın bilgisi dahilinde yönetici varlıklar tarafından hazırlanmıştır. Her toplumun koşullarına göre farklı ama özünde aynı amaca yönelik metinler gelmiştir. Kur'an'da "biz" diye geçen ifadelerin sebebi; konuşan varlıkların yönetici varlıklar olmasıdır ki melekler de birer yönetici varlıktır. Tekamül derecelerine göre farklar vardır ancak hepsi Alemlerin Rabbi Allah'ın hükmünde hareket etmek zorundadır.

Hammurabi Kanunları'nın yönetici varlıklar tarafından hazırlandığına dair ezoterik metinlerde bir kayıt yok, onu kapsamlı araştırmak gerekiyor.


-Nuh tufanı ile birlikte artık Yönetici varlıkları/Tanrılar'ın halk ile birlikte yaşamamaya başladığını belirttiniz, fakat Nuh Tufanı'nın 12 bin yıl önce olduğu belirtilir, o halde antik Yunan'daki antik mezopotamyadaki Tanrılar/yönetici varlıklar nasıl var oluyor,çünkü bu yönetici varlıklar/Tanrılar Nuh Tufanı'ndan sonra yaşamışlardır.

Nuh Tufanı öncesi yönetici varlıklar yeryüzünde ve insanlarla bir arada bulunuyordu, tufan sonrası dinler devri başladığı an yönetici varlıklar yeryüzünden ayrılıp sadece peygamber-hızır-evliya gibi sıfatlarla yeryüzüne indiler. Mevlana da bir yönetici varlıktı fakat tekamül derecesi peygamberlerden aşağıdaydı. Bizim anladığımız tarzda bir alt-üst kavramı yok aralarında yani hepsi Allah katında varoluşa hizmet eden görevli varlıklardır.

Elinizde mevcut tabloyu dikkatli incelerseniz, tufan sonrasında aşağıya iniş yani Demir Çağ süreci başladı. Kur'an'da Zülkarneyn kıssası ile anlatılan devirin başlangıcından dinler devrine kadar olan süre içinde yönetici varlıklar, medeniyeti insanların yeniden kurabilmesi için yardım amaçlı yeryüzünde bir süre bulundular ve din devri ile de çekildiler sadece belli zamanlarda indiler. Yönetici varlıklar ile beraber galaktik uygarlıkların liderleri de medeniyetin yeniden kurulmasına yardım etmişlerdir.

Kitabı okuduğunuz zaman bu detayları daha iyi anlayacaksınız yani insanlığın aşağı iniş sürecinin yarattığı bir zorunluluk olarak yönetici varlıkların yeryüzünden çekilmesi ve ihtiyaç oldukça inmesi gerekiyordu.


-Eğer yönetici varlıklar/Tanrılar ile yaşadılarsa onlar ile yaşayan halkın yanlış yapması mümkün olmaz diye düşünüyorum, düşünsenize İlahi iradeyi yansıtan Tanrılar ile birlikte yaşıyorsunuz, ve bundan dolayı hiç yanlış yapmıyorsunuz.

Dünya bir ikilem yeri yani bizim evrenimizde sadece iyilik yoktur, zorunlu olarak ve karşıt kutup olarak kötülük de olmak zorundadır çünkü her şey zıttı ile var olabiliyor. Kötülük yoksa iyilik de olmayacaktı. İyi-kötü, güzel-çirkin, kadın-erkek, eksi-artı v.s

Sınava karışmaz yönetici varlıklar sadece insanlığa yardım için gelir-giderler. Her şerde bir hayır vardır, iyilik de kötülük de Allah'tandır. Bu sebeple Allah'ın hükmüne karşı çıkamazlar, sadece onun kurallarına göre hayatı tanzim etmeye çalışıp, insanlık gibi tekamül ederler ki daha üst planlara çıkabilsinler.


-Sirüs Kültürünü bu kadar önemli yapan nedir?

Tufan öncesi ve sonrası medeniyeti kurmaya yardım eden, piramitleri inşa eden galaktik uygarlık liderleri ve bazı yönetici varlıklar Sirius yani Tarık Yıldızı'nda bulunuyorlar. Hz. İsa'nın anlatmaya çalıştığı Tanrıoğulları ırkı yani.

Bizim evrenimizdeki tekamül derecesi en ileri ırktır fakat asla uzaylı anlamına gelmiyor. Hepsi birer yönetici varlık ya da galaktik ırk lideridir. Aslında pek bu anlama gelmese de evrenin komuta merkezlerinden birisi kabul edebilirsiniz.

Uzaylı diye bir şey yoktur zaten; sadece dünya dışı yaşam formları vardır ve bazıları bizler gibi tekamül eder. Onlar arasında da iyiler ve kötüler vardır çünkü bizim evrenimiz -az önce de ifade ettiğim gibi- ikilemlerle var olabilir.


-Ezoterizmin tanımını nasıl yapabiliriz.

Geçmişten günümüze tüm öğretileri anlamanın anahtarı; ezoterizmdir yoksa asla parçaları birleştiremezsiniz. Ezoterizm; yönetici varlıkların tüm toplumlara indirdiği öğreti-mitoloji-yazıt-tablet, piramit v.s için tek ortak dilidir, tabii alt kolları olan sembolizm ve okültizm de bilinirse çok daha iyi olur.

Teşekkür ederim:)

Rica ederim fakat bu şekilde anlamak çok zor olacaktır, elinizdeki kitapları çok dikkatli okudukça parçaların zamanla yerine oturacağını tahmin ediyorum.

Dj6G7fLXoAE-2ny.jpg
 
Son düzenleme:

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
[MENTION=6517]Lefty[/MENTION] hocam teşekkür ederim.
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Mu Kıtası

Efsaneye göre Büyük Okyanus’un ortasında, bugünkü Afrika büyüklüğünde bir kara parçasıydı. Kıta 14 bin yıl önce battı ve yaklaşık 66 milyon kişi yaşıyordu. Kıta üzerinde birçok kabile vardı ve aralarında husumet olmadan yaşarlardı. Kıtada teknoloji çok gelişmişti. Birçok yerde sömürgeler kurmuşlar ve devasa dalgaları aşabilecek gemilere yapmışlar. Sürekli anlatmaya çalıştığım Mısırlılar, Sümerler, Asyalılar, Aztekler, Mayalılar vb. uygarlıklar Mu’nun sömürgesiydi. Mu Kıtası sulara gömüldükten sonra bu uygarlıklar gelişme şansı bulmuş.
Mu kıtası adına ilk olarak 19. yüzyıl gezginlerinin notlarında ve yazar Augustus Le Plongeon’un yazılarında rastlanılmaktadır. Ancak Mu Kıtası konusu emekli albayı İngiliz James Churcward'la üne kavuşuyor. Hiç bir bilimsel veri olmaksızın sözde çözdüğü tabletler aracılığı ile kıtanın varlığını kanıtlamaya çalışıyor. Paylaştığım fotoğraf onun çizimi.
Araştırmaları sonucu yazdığı Kayıp Kıta Mu(1926), Mu’nun Çocukları(1931) ve Mu’nun Kutsal Sembolleri(1933) kitaplarıyla adının ismi daha çok duyuluyor. Bunun yanında William Nixen’ında Meksika’da ulaştığı tabletlerle araştırmalar yapıyor.
Bay Churcward yaklaşık 30 yıl boyunca kıtaya ilişkin araştırma yaptı. Kanıt bulmak için birçok bölge gezdi ve kendine göre en önemli kanıtı Güneydoğu Asya ve Orta Amerika ülkelerinde rastladı. Nepal’de eline geçen Naacal tabletleri ona kıtaya ilişkin çokça bilgi sunmuştu. Tabletler naga-maya dilinde yazılmışlardı ve Churchward bu dili Nepal’deki bir budist rahipten öğrenip yine aynı rahibin yardımıyla tabletleri çözümledi. Bu tabletlere göre insanlık Mu’da doğmuş ve gelişmişti. Kıta, insanlığın ve uygarlığın gelişebilmesi için en elverişli iklim ve çevre koşullarına sahipti.
Bilimsel olarak yapılan araştırmalar sonucu, Büyük Okyanus’un tabanında da herhangi bir yer bilimsel bir ize henüz rastlanılamamıştır ve Okyanustaki adalar genellikle yanardağ etkisiyle oluşmuş adalardır. Kıta kayma teorisine göre(Wegener Teorisi) bir kıtanın batması mümkün değildir. Bu teori Jeolojinin temel kurallarını ortaya koyan bir teoridir.
Kıtalar biribirinden ayrılabilir bu mümkündür ama batması mümkün değildir. Kıtasal kaymayla birlikte milyonlarca yıl içinde okyanusal ve kıtasal kabuklar parçalanıp biçim ve konumlarını değiştirebilir. İnsanın yeryüzüne gelişinden günümüze kısa bir zaman diliminde bu denli büyük değişimler olması mümkün değildir. Misal Rodinya, 1,3 ile 0,9 milyar yıl önce ile 750 milyon yıl önce var olmuş bir süperkıta. Rodinya parçalanınca gelecekte Pangea adlı kıtanın temelleri atılmaya başladı. Kıtanın ömrü 350 milyon yıl olmuştur. Süper Kıta Pangea'nın parçalanmasından sonra ise güneyde kalan kısma Gondvana ve Laurasia denmiştir. Görüldüğü üzere bu süreçler milyonlarca sürmüştür.
Tabii o dönemde bu kadar konuşulan bir konu Atatürk'ün de ilgisini çekmiş. Atatürk de Mu’ya ilişkin savların ve Türklerin kökenin Mu’ya dayanması konusunun araştırılması için zaten Maya uygarlığı ile ilgili araştırmaları olan
Hasan Tahsin Mayatepek’i görevlendirmiştir. 1935-1937 yılları arasında 3 yıla yakın bir süre Meksika'da maslatgüzahar olarak çalışmış ve bu süre zarfında, Mustafa Kemal Atatürk'ün görevlendirmesiyle tarih ve dil üzerine araştırmalar yapmıştır. Orta Amerika'da Maya kültüründeki güneş kültü ve güneşe tapınma eyleminin Orta Asya'daki güneş kültü ile olan ilişkisini, Maya dili ile Türkçe ve diğer Asya dillerinin ilişkisini incelemiştir. Tahsin Mayatepek Mu Kıtası ile ilgili yazışmaları 14 rapor halinde hem Atatürk'e hem Türk Dil ve Tarih Kurumu'na göndermiştir. Raporların ilki 1932, sonuncusu 1938 tarihlidir. Ayrıca bu 14 raporu da içeren 3 ciltlik bir çalışması mevcuttur. Atatürk bu konu üzerine eğilmiş ama doğruluğundan şüphe edince araştırmalar Atatürk ölmeden evvel durdurulmuş. Bazı yorumlarda Atatürk demişse kesin öyledir, sorgulamadan kabul ederim tarzı yorumlar gördüm. Atatürk'de bir insan ve yanılabilir. Bu yorumları görmüş olsa eminim ilk olarak Atatürk karşı çıkardı.

kaynak:

[MENTION=6517]Lefty[/MENTION] hocam, Yukarıdaki yazıda, "Kıta kayma teorisine göre(Wegener Teorisi) bir kıtanın batması mümkün değildir. Bu teori Jeolojinin temel kurallarını ortaya koyan bir teoridir." diyor.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Mu Kıtası

Efsaneye göre Büyük Okyanus’un ortasında, bugünkü Afrika büyüklüğünde bir kara parçasıydı. Kıta 14 bin yıl önce battı ve yaklaşık 66 milyon kişi yaşıyordu. Kıta üzerinde birçok kabile vardı ve aralarında husumet olmadan yaşarlardı. Kıtada teknoloji çok gelişmişti. Birçok yerde sömürgeler kurmuşlar ve devasa dalgaları aşabilecek gemilere yapmışlar. Sürekli anlatmaya çalıştığım Mısırlılar, Sümerler, Asyalılar, Aztekler, Mayalılar vb. uygarlıklar Mu’nun sömürgesiydi. Mu Kıtası sulara gömüldükten sonra bu uygarlıklar gelişme şansı bulmuş.
Mu kıtası adına ilk olarak 19. yüzyıl gezginlerinin notlarında ve yazar Augustus Le Plongeon’un yazılarında rastlanılmaktadır. Ancak Mu Kıtası konusu emekli albayı İngiliz James Churcward'la üne kavuşuyor. Hiç bir bilimsel veri olmaksızın sözde çözdüğü tabletler aracılığı ile kıtanın varlığını kanıtlamaya çalışıyor. Paylaştığım fotoğraf onun çizimi.
Araştırmaları sonucu yazdığı Kayıp Kıta Mu(1926), Mu’nun Çocukları(1931) ve Mu’nun Kutsal Sembolleri(1933) kitaplarıyla adının ismi daha çok duyuluyor. Bunun yanında William Nixen’ında Meksika’da ulaştığı tabletlerle araştırmalar yapıyor.
Bay Churcward yaklaşık 30 yıl boyunca kıtaya ilişkin araştırma yaptı. Kanıt bulmak için birçok bölge gezdi ve kendine göre en önemli kanıtı Güneydoğu Asya ve Orta Amerika ülkelerinde rastladı. Nepal’de eline geçen Naacal tabletleri ona kıtaya ilişkin çokça bilgi sunmuştu. Tabletler naga-maya dilinde yazılmışlardı ve Churchward bu dili Nepal’deki bir budist rahipten öğrenip yine aynı rahibin yardımıyla tabletleri çözümledi. Bu tabletlere göre insanlık Mu’da doğmuş ve gelişmişti. Kıta, insanlığın ve uygarlığın gelişebilmesi için en elverişli iklim ve çevre koşullarına sahipti.
Bilimsel olarak yapılan araştırmalar sonucu, Büyük Okyanus’un tabanında da herhangi bir yer bilimsel bir ize henüz rastlanılamamıştır ve Okyanustaki adalar genellikle yanardağ etkisiyle oluşmuş adalardır. Kıta kayma teorisine göre(Wegener Teorisi) bir kıtanın batması mümkün değildir. Bu teori Jeolojinin temel kurallarını ortaya koyan bir teoridir.
Kıtalar biribirinden ayrılabilir bu mümkündür ama batması mümkün değildir. Kıtasal kaymayla birlikte milyonlarca yıl içinde okyanusal ve kıtasal kabuklar parçalanıp biçim ve konumlarını değiştirebilir. İnsanın yeryüzüne gelişinden günümüze kısa bir zaman diliminde bu denli büyük değişimler olması mümkün değildir. Misal Rodinya, 1,3 ile 0,9 milyar yıl önce ile 750 milyon yıl önce var olmuş bir süperkıta. Rodinya parçalanınca gelecekte Pangea adlı kıtanın temelleri atılmaya başladı. Kıtanın ömrü 350 milyon yıl olmuştur. Süper Kıta Pangea'nın parçalanmasından sonra ise güneyde kalan kısma Gondvana ve Laurasia denmiştir. Görüldüğü üzere bu süreçler milyonlarca sürmüştür.
Tabii o dönemde bu kadar konuşulan bir konu Atatürk'ün de ilgisini çekmiş. Atatürk de Mu’ya ilişkin savların ve Türklerin kökenin Mu’ya dayanması konusunun araştırılması için zaten Maya uygarlığı ile ilgili araştırmaları olan
Hasan Tahsin Mayatepek’i görevlendirmiştir. 1935-1937 yılları arasında 3 yıla yakın bir süre Meksika'da maslatgüzahar olarak çalışmış ve bu süre zarfında, Mustafa Kemal Atatürk'ün görevlendirmesiyle tarih ve dil üzerine araştırmalar yapmıştır. Orta Amerika'da Maya kültüründeki güneş kültü ve güneşe tapınma eyleminin Orta Asya'daki güneş kültü ile olan ilişkisini, Maya dili ile Türkçe ve diğer Asya dillerinin ilişkisini incelemiştir. Tahsin Mayatepek Mu Kıtası ile ilgili yazışmaları 14 rapor halinde hem Atatürk'e hem Türk Dil ve Tarih Kurumu'na göndermiştir. Raporların ilki 1932, sonuncusu 1938 tarihlidir. Ayrıca bu 14 raporu da içeren 3 ciltlik bir çalışması mevcuttur. Atatürk bu konu üzerine eğilmiş ama doğruluğundan şüphe edince araştırmalar Atatürk ölmeden evvel durdurulmuş. Bazı yorumlarda Atatürk demişse kesin öyledir, sorgulamadan kabul ederim tarzı yorumlar gördüm. Atatürk'de bir insan ve yanılabilir. Bu yorumları görmüş olsa eminim ilk olarak Atatürk karşı çıkardı.

kaynak:

[MENTION=6517]Lefty[/MENTION] hocam, Yukarıdaki yazıda, "Kıta kayma teorisine göre(Wegener Teorisi) bir kıtanın batması mümkün değildir. Bu teori Jeolojinin temel kurallarını ortaya koyan bir teoridir." diyor.

Bu soruya [MENTION=6731]Sır Bacaklı Cinnet[/MENTION] cevap verse daha sağlıklı olacak ama yine de ben yanıtlamaya çalışayım.:)

Kıta Kayma Teorisi ile Mu ve Atlantis kıtalarının nasıl battığı açıklanamaz zaten, sebebi de; kıtaların doğal yollarla batmamış olmasıdır yani gök taşı ya da gezegen mi çarptı ya da dünya dışı bir ırkla teknolojik savaş mı yaşandı, emin olamıyoruz.
Ezoterik metinler, Eflatun, piramit duvarları, yazıtlar ve Yunan alfabesinden anladığımız kadarı ile teknolojik bir savaş ile kıtalar batmış görünüyor.

Araştırmalar sonuçlanıp da kıtalar ile ilgili kanıtlar ortaya çıkmadan ne söylesek boş olur.

Eflatun'un ne anlattığını kısaca özetlemek gerekirse;

  1. Atlantis'in, Herkül kayalıklarının ilerisinde olduğunu söylemiştir.
  2. Atlantis ve Atlantik Okyanusu'nun ismini, Poseidon'un en büyük oğlu Atlas'tan aldığını iddia etmiştir.
Eflatun'un bu söylediklerine ilave ettiği bir diğer detay da; Afrika kıtasının, Atlantis'e yakın olan bölümündeki sıra dağların adının da Atlas Dağları olarak bilinmesidir.

"Atlantis'in Sırrı" diye bir kitap yazan, Otto Heinrich Muck'un da bu konuda şöyle bir iddiası vardır.

"Avrupa'dan çıkan paleontolojik kanıta göre; geçtiğimiz Buzul Çağı'nda bir buz kütlesinin, 52. Paralel kadar Güney'e gitmesinin sebebi, ona karşı akan ve onu durduracak Gulf Stream akıntısının olmayışıdır yani günümüzdeki gibi bu akıntı, Kuzey Avrupa kıyılarına ılık su taşısaydı, buz da o kadar güneye gidemezdi. Bu akıntının önünü kesen Atlantis kıtasıydı."

Ayrıca Muck, şöyle bir açıklamada daha bulunmuştur: Güney Amerika ve Afrika kıtalarının ana hatları birbirine mükemmel şekilde uymakta fakat Kuzey Atlantik kıyısındaki kıtalar birbirine uymamaktadır.

Kısacası şu aşamada araştırma sonuçlarını beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Bu konularda kanıt olmadan net konuşmak pek mümkün değil, teknolojimiz ve ömrümüz yeterse göreceğiz inşallah yoksa öteki tarafta öğreneceğiz.:)
 
Son düzenleme:

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Celal şengör hoca okyanusların 150 milyon yıl geriye dönük haritaların çıkarıldığını böyle bir kıtaya rastlanılmadığını söyledi..
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Celal şengör hoca okyanusların 150 milyon yıl geriye dönük haritaların çıkarıldığını böyle bir kıtaya rastlanılmadığını söyledi..

Fransız bilim sitesi "La Terre du Futur" 300 milyon yıl öncesini temsili bir harita ile göstermeye çalıştı yani gerçek bulunmuş bir haritadan bahsetmiyoruz. Kıtaların nasıl olabileceği, bugünlere nasıl gelindiği v.s

Çoğu bilim insanı kabul etmiyor zaten, kabul edenlerin araştırma sonuçları bekleniyor.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Tekrar söylüyorum, bu konular zamanla çözüme ulaşır ve çok detaylı araştırma ister. Bir yap-boz gibi her parça birleştirilmeden resmi görmek mümkün değildir. Çok okumak, çok kaynak incelemek ve araştırma sonuçları için biraz da sabretmek gerekiyor.
Teknolojimiz yeterli değil, bazı kanıtlara ulaşmak zaman alacaktır.
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
[MENTION=6517]Lefty[/MENTION] hocam bilgilendirme için teşekkür ederim
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Yunan filozof Platon'un Timaeus ve Critias kitaplarında bahsettiği efsanevi kıta Atlantis'i arama çalışmaları bin yıllardır sürüyor.

Platon'a göre Atlantis, 10 bin yıl önce Batı Avrupa'nın ve Afrika'nın çok sayıda bölgesini ele geçiren ve Atina'yı da fethetmeye çalışan bir uygarlıktı.

Buna göre Herkül Sütunları'nın ötesinde yer alan Atlantis bir gecede okyanusa batarak tarih sahnesinden silindi.

Platon'un yazınların geçen Atlantis bazı uzmanlar tarafından siyasi teorileri anlatmak için kurgulanan efsane olarak düşünülse de Atlantis'in gerçekten var olduğuna inanan kişi sayısı da bir hayli fazla.

Bugüne kadar okyanus altında Atlantis olduğu düşünülen çok sayıda kara parçası gösterildi.

Yeni bir iddiaya göre Atlantis, Avrupa ve Kuzey Amerika arasında, Atlas Okyanusu'nda yer alan Portekiz'e bağlı adalar topluluğu Azorlar olabilir.

Portekiz Arkeolog Araştırmaları Derneği'nde görev yapan arkeolog Nuno Ribeiro, Azorlar civarında binlerce yıl önce insan eli ile yapılmış bazı eserler bulunduğunu açıkladı.

Ribeiro'ya göre bu eserler, Atlantis'in günümüzde Azorlar olarak bilinen noktada var olmuş olabilir.

Bu iddiaya göre Azorlar, okyanus dibine çöken Atlantis'in dağlarından geriye kalan bölümler.

Santa Maria gibi bazı bölgeler dışında Azorlar'ı oluşturan tüm kara parçalarında sismik faaliyet mevcut.

Azorlar ayrıca dünyanın en büyük dağ yapılarından biri olarak biliniyor.

Adalarda günümüzden 2 bin yıl kadar önceye dayanan bazı mezarlıkların keşfi de yapıldı.

Azorlar'da bulunan insan yapımı eserlerin Taş Devri'ne kadar uzandığı düşünülüyor.

Taş Devri'nin, MÖ. 9600 ila MÖ. 2000 yılları arasındaki dönem olduğu düşünülürse adalarda bulunan eserlerin tarihi Platon'un bahsettiği tarih ile birebir örtüşüyor.

Bu sebeple Ribeiro, yaptığı keşif için "İşte Kayıp Kıta Atlantis" diyor.

Atlantis olduğu öne sürülen bir diğer keşif ise geçtiğimiz cuma günü İngiltere açıklarında gerçekleşti.

İngiltere açıklarında en az 8 bin yıllık olduğu düşünülen antik bir kent ortaya çıktı.

İskoçya ve Danimarka'yı MÖ. 18 bin ila MÖ. 5000 yılları arasına birbirine bağlayan Doggerland'ın da Atlantis olduğu bir diğer iddia.

Doggerland, 2012 yılında Kuzey Denizi'nde petrol araması sırasında keşfedilmişti.

 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
[MENTION=4865]true blue[/MENTION]

Araştırma sonuçlarını merakla bekleyeceğiz. Dünya'nın birçok yerinde benzer araştırmalar sürüyor ve dilerim sonuçları görmek de nasip olur.

Bu kayıp uygarlıklarla ilgili Tarsus'un da kilit noktalardan birisi olduğunu düşünenlerdenim ve bu sebeple Tarsus'ta yapılan araştırmaların daha da arttırılması, beraberinde turizme kazandırılması gerekiyor. (St. Paul Kilisesi, St. Paul Kuyusu, Kleopatra Kapısı, Yedi Uyurlar Mağarası, Şahmeran Hamamı, Danyal Peygamber'in Mezarı ve Makam-ı Şerif Cami v.s )
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
@Lefty hocam, çocuk emziren kurt figürü ezoterizmde var demiştiniz. Uçan at figürü de ezoterizmde var mı?
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
@Lefty hocam, çocuk emziren kurt figürü ezoterizmde var demiştiniz. Uçan at figürü de ezoterizmde var mı?

Ezoterizm içinde "At" sembolü vardır ve astral seyahati temsil eder fakat Yunan mitolojisinde de kanatlı at figürü vardır. Mitolojilerdeki kanatlı at, mavi yüzlü insanlar hep birer sembolik anlatım olup o dönem yaşamış bilge ya da inisiye edilmiş kişileri temsil eder.
 

Prens Ernak

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
13 Ocak 2015
Mesajlar
1,330
Tepkime puanı
258
Puanları
83
Yaş
35
Konum
Ankara
Üniversite Bölümü
Tarih Öğretmenliği
Ünvan
Dr.
Ezoterizm içinde "At" sembolü vardır ve astral seyahati temsil eder fakat Yunan mitolojisinde de kanatlı at figürü vardır. Mitolojilerdeki kanatlı at, mavi yüzlü insanlar hep birer sembolik anlatım olup o dönem yaşamış bilge ya da inisiye edilmiş kişileri temsil eder.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz diyorum hocam ve ezoterizme ve mitolojilerin gerçekten esintiler taşıdığına inanıyorum; aynı ateş olmayan yerden duman çıkmaz diyerek toplumu bu kadar etkilemiş peygamberlerin yönetici/ilahi alemin temayülünü/seçimini yansıtmamasının imkansızlığından dolayı peygamberlerin gerçekliğine inandığım gibi. :)
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst