Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde burakender tarafından oluşturulan Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 137,877 kez görüntülenmiş, 1,062 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar
Konbuyu başlatan burakender
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Ruairi
P

Pyramos

Ziyaretçi
Toplam 106 mesajının nerdeyse 100 tanesinde küçük farkları geçersek aynı şeyleri yazıp duran istikrar abidesi sayın Paslıçivi'yi tebrik ediyorum. yeterrr demek istiyorum ya da pofsss
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
sevgili toz zerresi.. bakın dünkü yazımdan bir bölümü tekrar alıntılıyorum

ve bu bilinçaçıklığı dediğim kavram kişi kırılma noktasına gelmediği sürece böyle konuşarak, anlatarak, okuyarak, araştırarak falan değişmez..
örneğin şimdi benim bu yazımı okuyan her kim olursa olsun kişi şayet hala ego dediğimiz ikinci benliğin köleliğinde derin bir uykuda yaşıyorsa, egonun savunma mekanızmaları hemen devreye girip filitrasyon görevi yapacak kendi doğularını seçip diğerlerini hemen dışlayıp yadsıyacaktır..
yanı yukarda saydığım ve adına "non-bilgi" dediğim bu inançsal öğelerinden hangisiyle şekillendiyse onu hemen alıp sahiplenecek, savunacak, 10 puan verecek ve diğer tüm öğeleri 0 puanlayıp yanlışlayacaktır..


benim yazımdan sonra hala bana islamın "hak din" olduğundan bahsediyorsunuz.. dediğim gibi ben bu yazışmaları sadece müslümanlarla yapmadım, dünyadaki her dinden insanla bu benzer yazışmayı yaptım, hiç birinde sonuç değişmiyor.. hepsi sonunda kendi dininin hak/doğru din olduğunu ve diğer dinlerin batıl ya da bozulmuş olduğunu dile getiriyorlar, islam da bunların içinde..

yani siz de diğer tüm dünya inanırları gibi (bu gruba materyalistler de dahil) "kuşlar uçan canlılardır" gerçeğine verdiğiniz 10 puanı kendi inancınız içinde yine 10 puan veriyorsunuz.. yani 9 veya 8 değil.. işte zihinde/egoda yaşamak böyle bir şeydir, gerçeklik olmayan bir şeyi gerçeklikmiş gibi algılarsınız.. bu çok derin bir uykudaki rüya hali gibidir.. ben buna bilmek ve inanmak arasındaki farkın farkındalığının buharlaşması diyorum..

ama sakın bu durumdan dolayı sizi eleştirdiğimi, suçladığımı falan düşünmeyin.. zamanında ben de sizin kadar inançlı bir müslümandım.. şimdi karşınızda farklı bir dinden biri ya da bir nonteist(ateist, deist, agnostik vs) olsaydı sizin dininizin ne kadar saçma, bir çok çelişki olduğunu dile getirip yanlışlamaya çalışır ve "böyle bir şeye nasıl inanıyorsunuz" gibilerinden bir çok olumsuz eleştiri getirirdi.. bu tür yaklaşımları da çok gördüm ve hala görüyorum..

ben hayata anlam ve içerik verme bilinçaçıklığında yaşayan diğer tüm dünya insanlığını nasıl eleştirip ötelemiyorsam sizi de bu bilincinizden dolayı eleştirip ötelemiyorum.. ben sadece bir tıp insanı olarak bunun bir "bilinçyetmezliği sendromu" olduğunu dile getirip bunun tıbbi bir hastalık olduğunu önümüzdeki yüzyıllarda tedavi edebileceği tezini ortay koyup bir öngörü geliştiriyorum..

beyin dediğimiz organ öyle enteresan bir organımız ki; dünyaya geldikten sonra çevresindeki hangi öğretilerle şekillenirse o nöronların arasına adeta bir çimento harcı gibi işliyor.. yani yukarda yazdığım gibi dünyadaki herkes kendi zaman ve coğrafyasında kendisine daha çocukluğundan itibaren aktarılan öğretileri bir çimento harcı gibi nöronların arasına koyuyor ve bu beyin ergenliğe eriştikten sonra hayatın anlamı ve gerçeği o oluyor.. mesela siz islami coğrafyad dünaya gelmişsiniz ve islam öğretileri yüklenmiş, sizin bu beyin nörokimyanızdaki yapılanma adeta bir betonerme yapı gibi.. sadece sizin değil dünyadaki tüm insanlıkta aynı şekilde.. size islam nasıl hakikat/gerçeklikmiş gibi geliyorsa dünyadaki diğer inanlara da kendi inançları aynı betonerme sağlamlığında gerçeklikmiş gibi geliyor.. bahsettiğim konuşarak anlatarak okuyarak araştırarak bu yapılanmanın değişmesi, betonerme yapıyı üfleyerek eğme eylemi gibidir.. yani betonerme yapıda herhangi zayıflama ve çatlama yoksa (kırılma noktası) o yapıda en ufak bir değişim söz konusu olmuyor..

sadece siz müslümanlar değil diğer dinlerden ve inançlara mensup insanlarla yaptığım tüm görüşmelerde sonuç değişmiyor.. yani siz ne derseniz deyin sonuçta karşınızdaki dediğim dedik çaldığım düdük havasından vazgeçemiyor.. aslında bu durum çok ilginç ve bilimsel olarak araştırılması gereken bir durum olarak görüyorum ben.. insanoğlu varoluşa verdiği anlam ve içeriği(inancı) niçin bu kadar değerli ve sabit, niçin tüm görsel işitsel bilimsel gelişmelere kapalı.. insanoğlı inancına niçin böyle kene gibi yapışmak ve bırakmak istemiyor, inancı ne olursa olsun.. insanoğlu için bir rüyada yaşamaya zorlanmış?

şimdi bu yazımdan sonra da sizde hiç bir değişiklik olmayacağının farkındayım, yani
-hadi ya gerçekten diğer tüm dünya insanlığı da benim kadar inancından emin ve sadık mı, hepsi benim gibi kendi inancını hak/gerçeklik olarak görüp diğerlerini(islam dahil) batıl/bozulmuş olarak mı görüyor? o zaman bu işte bir bit yeniği var çok ilginç bir durum..

gibisinden bir soru işareti belirmeyecektir.. dediğim gibi egonun savunma mekanızmaları işine geleni alıp, işine gelmeyeni yadsıyıp inkar edecek ve siz hala diğer tüm dünya insanlığı gibi "benim dinim hakikat diğerleri batıl veya bozulmuş" bilincini devam ettirmek zorunda kalacaksınız..

ve yine işin ilginç tarafı tüm bu değişimler sizin özgür iradenizde olmayacak..

insanlığın varolan bilinçdurumu gerçekten çok enteresan ama bunu dile getirip anlatabileceğim, paylaşabileceğim kimse yok

kendim çalıp kendim oynuyorum sanki :)
bir evrensel insan var o da bu durumu "doğal düşünce sorundur" deyip kestirip atıyor..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
İslamda iki dikkat çeken kavram vardır.

1- Fetret devri (Hak dinlerin, bir sonra gelecek dinle arasının uzun olduğu dönemler için kullanılır. Bozulmalar olmuştur, dinin etkisi azalmıştır ve insanlar çeşitli akımların etkisi ile sersemlemiştir.)

2- Ehl-i necat (kurtuluşa erenler, kendilerine kitap veya tebliğcilerin ulaşmadığı topluluklar)

1- Dönemimizin gayr-i müslimlerinin, fetret devri insanı sayılıp, kurtulabileceklerini savunan islam alimleri hiç de az değildir. İslam'ın üzerinden neredeyse 1500 sene geçmiştir ve çeşitli akımlar insanlar üzerinde çok şiddetli tesirler bırakmıştır. Zihinler bulanıktır ve bu süre içerisinde hiç peygamber gelmemiştir ve gelmeyecektir.

2- Kendilerine peygamber gelmemiş ve tebliğ ulaşmamış toplulukların azaba uğratılmayacağını biz İslam'dan öğreniyoruz. Yani bu hükme tabi olup kurtulmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Belki yargılanmaları temel insani değerler üzerinden olabilir.

bakın mesela bu yazınızda egonun savunma mekanızmaları nasıl çalışıyor, sizi kendinize haklı çıkarmak için size nasıl oyunlar oynuyor..

islamın yaratıcısı olan allah; milyarlarca galaksiyi trilyonlarca yıldız ve gezegen gibi aklımızın alamayacağı büyüklükteki bir varoluşu yoktan varetme gücüne ve kudretine sahip ama asıl amacı olan insanoğlunu sınav için gönderdiği ve bu devasa büyüklükte bir toplu iğnenin ucu kadar bile yer kaplamayan dünya adlı gezegende bir mikroorganizma kadar bile büyük olmayan bir canlıya(insana) gönderdiği dinlerin bozulmasına engel olamıyor, tüm dünya insanlığına adaletli bir şekilde kendini anlatamıyor, batı corafyasına semavi dinleri gönderirken, doğu coğrafyasını başıboş bırakıp budizm, hinduizm cainizm gibi kendiyle hiç lakası olmayan dinlerin binlerce yıldır hüküm sürmesine izin verip ondan sonra adaletten bahsedip ahiret sonsuz cennet cehhennem gibi çok ciddi kavramlardan bahsediyor.. yani o sınırlarını çizemediğimiz varoluşu yoktan varetmeye kudretli ama bu varoluşta yokluğu varlığı belli olmayan küçücük dünya adlı gezegende tüm insanlara adaletli bir şekilde sesini duyurmaya kudreti yetmiyor..

ve siz tüm bunlara rağmen bana hala islamın hak dininden allahın adaletinden kudretinden falan bahsediyorsunuz.. ve tüm bu saydığım kudretsizlik adaletsizlikleri görmezden gelip gerçekten bu dine inanıp savunuyorsunuz..

bimiyorum egonun savunma mekanızmaları nasıl çalışıyor, aklı, mantığı, sağduyuyu nasıl yalancı bir hale getiriyor farkedebiliyor musunuz?

farkedemiyorsunuz değil mi?
farkedemezsiniz çünkü zaten egonun savunma mekanızmalarının asıl görevi bu zaten, insanoğlunu uyutup derin bir rüyada yaşatmak..

tüm bu durumların hepsini zamanında birebir deneyimlediğim için aslında sizi çok iyi anlıyorum..
 
P

Pyramos

Ziyaretçi

kısaca ana hatları ile özet geçeyim;

- Madde-Anti madde hesabı ile görüşleri çarpıştırma ana dayanağı. (karşıt görüşlü iki filozofu birbiriyle yalanlamak gibi zekice(!) :))

-Abartıyor ve alakasız bağlantılar kuruyor ( kendi ana fikrine uygunlara ve uygun olmayanlara yaklaşımına bakınız)

- İnanmanın ne demek olduğundan haberi bile yok. herkesi fanatizm ile yafyalıyor (egonun savunma mekanizmalarını kendi fikrine çekiyor)

- başta hümanizm üzerinden olmak üzere, duygu sömüsürü yapıyor.
 

üşenen adam

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
1 Haz 2012
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
74
Tanrı'nın varlığı veya yokluğu günümüzde çok büyük bir çoğunluğumuz tarafından umursanmadığı için insanlar bildiklerini okumaktadırlar.
Mensup olduğu dinin gereklerini yerine getiren yine çok büyük bir çoğunluk için de aynı şekilde Tanrı'nın varlığı veya yokluğu bir şey ifade etmemektedir.
Gözlemlerim sonucu bu kanıdayım yani. Yanılıyor da olabilirim.
Zatım içün ise durum çok farklıdır. Tanrı olmasaydı.. bu saatte.. ahh.. kimbilir neleerr yapıyor olurdum.. Kendimi sımmsıkı tuttuğum dünya tatları pazarında.
Somut kanıtları işaret etmeyi ise Tanrı'ya olan sonsuz saygım nedeniyle kendisine bırakırım elbette..
Seni Seviyom Tanrım...
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
insanlığın varolan bilinçdurumu gerçekten çok enteresan ama bunu dile getirip anlatabileceğim, paylaşabileceğim kimse yok

kendim çalıp kendim oynuyorum sanki :)
..

"özgür irade, verilmiş değil "kazanılmış" bir yetidir.Kırılma noktası dediğiniz, (bir tür bilinç sıçraması diyelim), durduk yerde olmaz.Bunun da gözlem, sorgulama ve bilgi birikimiyle mümkün olacağını düşünüyorum.Buradaki çabanın da irade dışı olduğunu düşünmüyorum, en azından düşünmek istemiyorum.O vakit değişik model/ marka/özellikler taşıyan otomobillerden ne farkımız kalır?Pek çok kişi, sorgulamaktan ya da okur-yazar olmaktan hoşlanmaz.Hedonisttir ama bedensel zevkler sözkonusu olduğunda..Henüz zihinsel zevkleri tatmamıştır.Hiç yemediğiniz bir yemeği özlemezsiniz...Kullanılmayan (yeterince diyeyim) organların işlev kaybını biliriz..yüzyıllarca kafasının gündelik gereksinimler dışındaki hiç bir bölümüne yolculuk etmemiş sayısız insan için, beynin nasıl yapılandırıldığı filan dert değildir.Zaten gereksinme de duymaz.Doğal seçilimin (varsa tabii) rolünü merak ediyorum bu konuda..*:) sayıca fazla olduğunuzda, risk faktörü çok da önemli değil..(ya da yaşamsal risklere karşı çoğalma içgüdünüz ağır basar ve sürekli üreme eğiliminde olursunuz)Doğal seçilim (eleme), bilişsel yetenek düzeyine mi, biyolojik dayanıklılık üzerine mi işler?..Varsa tabii)
Not:"anlama çabasında biri" olarak bunları yazdım..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
kısaca ana hatları ile özet geçeyim;

- Madde-Anti madde hesabı ile görüşleri çarpıştırma ana dayanağı. (karşıt görüşlü iki filozofu birbiriyle yalanlamak gibi zekice(!) :))

sevgili Pyramos.. şayet yanlış anlamadı isem daha önceki yazışmalarımızdaki "herkes benim inancım doğru diğerleri yanlış diyorsa hepsi yanlıştır" gibi bir önermeyi savunduğumdan bahsediyorsun.. yanlışsa düzeltirsin.

hayır ben hiçbirini yanlışlama gayreti içinde değilim..
bu dinlerden birini savunup sahiplenme ya da inancından şüpheye düşmüş birinin -ulan benimki yanlışsa hangi din doğru? gayreti içinde olmadığımı dile getirmeye çalışıyorum.. bunu yapan insanlar dediğim gibi hala ikinci/yalancı benliğin köleliğinde yaşayan insanlar.. yani bu insanlara göre bu dinlerden biri mutlaka doğru ve birini seçmek ve ona sığınma ihtiyacı duyanlar.. bu dünya dinlerinin hepsinin içeriği çok farklı hatta semavi denilen batı coğrafyasındaki dinler bile içerik olarak biribiriyle çok fazla çelişki taşıyor.. doğu dinleri ise hem tanrı kavramına yaklaşımları hem ölüm sonrası yaşamları açısından çok farklı içerikteler..

yaklaşık 3 yıl önce bir müslümanla yaptığım yazışmada o hayatı "çoktan seçmeli bir test" sınavına benzetiyordu.. yani bu kadar din/inanç çeşitliliği içinden ona göre doğrusu islamiyetmiş, müslümanlar doğru şıkkı işaretleyenlermiş.. iyi de dünaydaki herkes doğru şıkkı işaretlediğini zannediyor, sadece siz müslümanlar değil..

birincisi; bu dünyada doğan 100 insandan 99 u kendi kültürünün inancıyla bezenip tüm yaşamını bu şekilde geçiriyor.. bu binlerce yıldır böyle.. yani insanoğlu dünyaya gelip ergenliğe eriştikten sonra -hadi bakalım ben şimdi bu dinlerden doğru olanı seçip inanayım demiyor.. ha böyle insanlar yok mu? tabii ki var ama bunlar 1000 kişi içinden bir kaç kişiyi geçmiyor, yani istisnai ve gözardı edilecek bir miktardan bahsediyoruz.. geriye kalan büyük bir çoğunluğu kendisine yüklenen öğretileri/dini gerçeklik olarak benimseyip yaşamını ona göre şekillendiriyor..

ikincisi; bu öğretiler gözlem vermeyen, sınanamayan soyut öğretiler yani bilimsel anlamda doğrulanıp yanlışlanbilecek kavramlar değil.. yani bu öğretileri doğruluğu ve yanlışlığı sınanamıyor , sadece insanoğlunun kendi subjektif değerlendirmesine tabii, evrensel hiç bir kabul ve geçerliliği yok.. yani uzun lafın kısası zihinde yaşayan insanlar göre "yaşam bir sınav değil bir kumar"..

yani önünüzde 5 tane iskambil kağıdı düşünün, hepsi ters bir şekilde masaya konulmuş ve size deniyorki bunlardan biri AS(A).. işte zihine yaşayan insanlar yaşama bu şekilde bakıyorlar.. yani bu 5 iskambil kağıdından birinin mutlaka AS olduğuna inanıyor ve kağıdın ön yüzünü görmeden (sınamadan) kağıtlardan birini seçip bu AS deyip kumarını oynuyor..

ben de gelip diyorum ki; kardeşim bana önce bu kağıtların ön yüzünü gösterin ki birinin AS olduğunu bileyim öncelikle, yoksa nasıl bilebilirim ki? hayır deniyor kağıtların ön yüzünü görme şansın yok, bunlardan birinin AS olduğunu kabul edecek ve yine ön yüzlerini görmeden AS'ı bulacaksın..

işte ben de o zaman diyorum ki; al kardeşim o kağıtları uygun biryerine sok, benim kumarla işim olmaz.. benim biricik yaşamım basit bir kumarla heba edilecek, ıskalancak kadar değersiz değil.. sen çocuk mu kandırıyorsun, hem kağıtların ön yüzünü gösterip bunlardan birinin AS olduğunu kanıtlamıyorsun, bu yetmezmiş gibi bir de bunlardan hangisin AS olduğunu bul yoka seni ölüm sonrası cennet/cehhenmem, yenidendoğumlar, karma yaşam ve reenkarnsyon gibi ölüm sonrası yaşamlarla sonsuza kadar ödüllendirip cezalandırırm..

ben de ondan sonra diyorum ki; benim senin bu kartlarla oynatmaya çalıştığın kumarla işim omaz, ben yaşamımı kendi aklım ve sağduyumla değerlendirip yaşayacağım, senin kartlarından hiç biriyle ilgilenmiyorum.. tüm tanrıların, ölüm sonrası yaşamların canı cehenneme diyorum..işte bu bu durumu da "zihinsizlik/aydınlanma" olarak ifade ediyorum..

-Abartıyor ve alakasız bağlantılar kuruyor ( kendi ana fikrine uygunlara ve uygun olmayanlara yaklaşımına bakınız)

yine tam olarak ne dediğini anlamasam da senin subjektif görüşündür, sadece saygı duyarım ama kabul etmem..

- İnanmanın ne demek olduğundan haberi bile yok. herkesi fanatizm ile yafyalıyor (egonun savunma mekanizmalarını kendi fikrine çekiyor)
her zaman söylerim, her insan ayrı bir dünyadır diye.. inanmak da bu işin içinde, çok subjektif bir eylem, o yüzden bunun skalası çok geniş.. en basitinden bir tanrıya inanıp yaşamında buna göre yönlendirmeyenler olduğu gibi inancı uğruna hem kendi yaşamını hem diğer insanların yaşamalarını katleden insanlar da pek azınlık değil.. o yüzden herkesi fanatizm ile yaftaladığı konusunda sizinle hemfikir değilim.. inanmanın ne olduğundan haberi bile yok demişsiniz, buyrun siz bize inanmak eylemi içinde olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatın, onu değerlendirip tartışalım..

örneğin ateizmin genel kabul görmüş bir tanımı vardır ama işin içine ateist kavramı yani insan faktörü girince her ateistin çok farklı bilinçdüzeyinde olduğunu gözlemliyoruz. bu diğer tüm inançsal ideolojilerde de aynı, herkesin sahiplenip inandığı ideolojiye yaklaşımı çok farklı..

- başta hümanizm üzerinden olmak üzere, duygu sömüsürü yapıyor.

geçen gü bir arkadaş da hedonizme nasıl baktığını dile getirmiş ve işi subyancılıktan haz alamaya kadar götürmüştü.. burda benim dile getirdiğim humanizmden siz ne anlıyorsunuz bilmiyorum ama kısaca değineyim..

daha önce defalarce ifade etmeye çalıştığım din, milli/etnik kimlik, politik görüş, göreceli ahlak vs gibi "insandan öte" kavramları değil "insanoğlunun kendisini" merkeze alıp öncelik veriyorum yaşamımda.. benim humanistim derken kastettiğim şey budur ama bunun bir duygu sömürücülüğüne çekmeniz dediğim gibi yine sizin subjektif algı ve yaklaşımınız.. yine görüşünüze saygı duyarım ama kabul etmem..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
"Kestirip atiyor" derken! neyi kast ediyorsun?

sevgili evrensel-insan, seninle bu konuyu 3-4 yıldır konuşuyoruz.. sen insanoğlunun varolan zihin yapısını "düşünce şekli" olarak ben "bilinçaçıklığı" olarak değerlendiriyorum.. bir kavramın adını nasıl ifade ettiğimiz çok önemli değil ama sonuç itibariyle ikimiz de dünya insanlığının binlerce yıldır ve halen günümüzde sahip olduğu bu yapılanmayı ciddi bir problem olarak görüyoruz.. çünkü gözlemlediğimiz de insanoğlunun insana yakışır bir şekilde farkındalık ve bilinçte olmadığını, bu insandan öte değerler uğruna sürekli biribiriyle bir bölünme bozgunculuk içinde olduğunu dile getiriyoruz.. aslında insanoğlunun buna mahkum edilemeyceğini ve yine insanoğlu eliyle bu durumun düzeltilebileceği düşüncesini taşıyoruz..

ayrıştığımız noktaya gelince..

sen "sorun algısından" bahsediyorsun ve diyorsun ki; kişide sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur.. insanoğlu türünü bu bölücü bozguncu kaosa teslim ediyorsun..

ben de diyorum ki; evet günüzümüz bilim teknolojisinde sana hak veriyorum, kişide böyle bir sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur, bunu da zaten sık sık dile getiriyorum.. kişi bunları okuyarak, araştırarak, sorun algısı gelişmez, ta ki beyin nörokimyasındaki niceliksel değişime uğramadığı sürece.. yani hep dile getirdiğim kırılma noktasından bahsediyorum.. ben diyalektik materyalist açısından değerlendiriyorum.. maddenin niceliği değişmeden ürettiği nitelik(fonksiyon) değişmez..

gözlemlediğim kadarıyla; bu beyin nörokimyasındaki niceliksel değişimler genelde psikolojik bir travma ve/veya meditasyon dediğimiz olayla değişebiliyor.. yani kişi günlük yaşamında keyfi tıkırında(mutluluk/tatmin) ise kendisine yüklenen soyut öğretileri sorgulama ihtiyacı duymuyor. tüm yaşamı yüklenen bu soyutları gerçeklikmiş gibi algılayıp bu şekilde geçiyor ve kişi ölene kadar böyle bir yaşam biçiminde yaşıyor.. kişi ne zamanki bu keyfinin tıkırında olan durumu bir şekilde ciddi anlamda travma yaşıyor, ondan sonra varoluşu sorgulamaya başlıyor.. çünkü o bahsettiğim beyin nörokimyasındaki betonerme yapıda şiddetli bir deprem yaşanıyor ve tatmin/mutluluğumuzu sağlayan endojen morfinler (serotonin, dopamin adrenalin vs) salgılanmıyor ya da çok az salgılanıyor.. beyin nörokimyası yaşamda kalma itkisi ile yeniden bir yapılanma, kendini yenileme, sağlamlaştırma çabası içine girmek zorunda kalıyor..

işte bu aşamada sorgulama, araştırma ,okuma tartışma başlıyor.. kişi daha önce felsefeye çok fazla ilgi duymazken felsefeyle uğraşmaya, daha önce inandığı dini daha ayrıntılı öğrenmeye, sorgulamaya ve çok değişik kişilerle bir konuşma tartışma içine girmeye başlıyor..

neyse lafı çok uzattım.. benim anlatmaya çalıştığım şey sorun algısı olmayan bu kişilerde şimdilik yapılacak bir şey yok iken, geometrik hızla ilerleyen he türlü bilim sayesinde tıp bilimi de bundan nasibini alıyor.. bu gelişmelere paralel olarak önümüzdeki on/yüzyıllarda bu sorun algısı olmayan insaların da bir şekilde bu sorunu algılamaya ve/veya insanoğlunu yalancı bir dünyada yaşatıp biribirne düşüren bu kaosu önemli oranda düzeltilebileceği öngörüsünde bulunuyorum..

yani ben "sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur" deyip insanoğlunu bu yalancı dünyaya ve kaotik ortama teslim etmek istemiyorum diyelim..
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
.

Hatırlayınız iblisi. Bir cindir. İnsana benzer özellikler taşımaktadır ve buna rağmen meleklerin arasında saygın bir konuma yükselmiştir. Ve melekler sorarlar yaratıcıya. Yine kan döküp bozgunculuk yapacak bir tür mü yaratacaksın diye. Yaratıcı da, siz benim bildiğimi bilmezsiniz der ve onlara seceyi emreder. Melekler koşulsuz itaat eder. Ancak iblis karşı çıkar ve kovulur. Burada insanoğlunun aslında çok yüksek bir potansiyele sahip olduğunu ve bazı insanların bu potansiyeli değerlendireceklerini vurguluyor yaratıcı. Ve bu zaten onları meleklerden üstün yapan şey. Diğer insanların helak olduğu manası çıkmaz buradan. Sadece bu seçkin insanların çok daha yüksek bir mertebeye sahip olduğu gerçeği çıkar ortaya.

Senin de dediğin gibi insan yaradılış itibarı ile ve potansiyel itibarı ile çok masum ve değerlidir.
İblisin kovulma nedeni, insana secde etmemesi (onun üstünlüğünü kabul etmemesi) nedeniyledir..En eski öğretilerde bile bu cennetten kovulma söyleminin farklı biçimlerini bulabiliriz.Şeytanın insanı üstün görmeme nedeni, islami kaynaklarda kendisinin ateşten, insanın da topraktan yaratılmış olması savı üzerine temellendirilir çoğunlukla..Ama tüm bu simgesel anlatımlarda gözden kaçan (kanımca) şudur;(Bilgi ağacı-yasak meyva-Havvanın kandırılışı ve ademe yasak meyvanın sunumu-cennetten çıkarılış...vb)., Yaratıcı ademi yarattı ve ona "isim"leri öğretti..Yani kavram/kavramlaştırma yetisini bahşetti.Şeytan, bilgiye/bilgilendirilene-insana- hürmet etmeyi reddettiği için kovuldu..Günümüzde de bilgiyi/bilgeliği/zekayı şeytani bir yeti olarak görmek,sorgulamayı, kuşkuyu şeytani güçlerin etkisine bağlamak vs..gibi paganizmin kalıntıları mevcuttur ve ne yazık ki islami yorumlarda (pek çok alanda olduğu gibi) sıklıkla karşımıza çıkabilmektedir.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
sevgili evrensel-insan, seninle bu konuyu 3-4 yıldır konuşuyoruz.. sen insanoğlunun varolan zihin yapısını "düşünce şekli" olarak ben "bilinçaçıklığı" olarak değerlendiriyorum.. bir kavramın adını nasıl ifade ettiğimiz çok önemli değil ama sonuç itibariyle ikimiz de dünya insanlığının binlerce yıldır ve halen günümüzde sahip olduğu bu yapılanmayı ciddi bir problem olarak görüyoruz.. çünkü gözlemlediğimiz de insanoğlunun insana yakışır bir şekilde farkındalık ve bilinçte olmadığını, bu insandan öte değerler uğruna sürekli biribiriyle bir bölünme bozgunculuk içinde olduğunu dile getiriyoruz.. aslında insanoğlunun buna mahkum edilemeyceğini ve yine insanoğlu eliyle bu durumun düzeltilebileceği düşüncesini taşıyoruz..

Hayir. Ben konuyu numenal yeti devrimi olarak degerlendiriyorum. O yuzden hem dusunce hem de bilinc bunun icine girer. Zaten numenal devrimin olamamasinin nedeni bilincsizlik akilcilik ve bilincalti alisilagelmis, otomatiklesmis ve yerlesmis dusunce ve davranislardir. Bilincin onunu kapatan, be degerlerin getirdigi sinirlardir. Tabiki bu sinirlar algilanmazsa ve ortadan kaldirilmak istenmezse bilincin onu acilmaz. Iste caba bu bilincin onunu acacak bilgi, birikim ve dusunceyi paylasmaktir.

ayrıştığımız noktaya gelince..

sen "sorun algısından" bahsediyorsun ve diyorsun ki; kişide sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur.. insanoğlu türünü bu bölücü bozguncu kaosa teslim ediyorsun..

Burada da yaniliyorsun. Zaten sorun algisini gostermek icin dusunce ve bilgi pasylasimi yapiliyor.

ben de diyorum ki; evet günüzümüz bilim teknolojisinde sana hak veriyorum, kişide böyle bir sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur, bunu da zaten sık sık dile getiriyorum.. kişi bunları okuyarak, araştırarak, sorun algısı gelişmez, ta ki beyin nörokimyasındaki niceliksel değişime uğramadığı sürece.. yani hep dile getirdiğim kırılma noktasından bahsediyorum.. ben diyalektik materyalist açısından değerlendiriyorum.. maddenin niceliği değişmeden ürettiği nitelik(fonksiyon) değişmez..

Burada sen sadece yanilmiyorsun, ayrica insanoglunu fenomenal yapiya teslim ediyorsun ve numenal yetinin rolunu algilayamiyorsun. Seninkisi dogal zihniyetten farklilasip, fenomenal zihniyetin teslimiyetine yonelmektir. Yani insanoglunu sadece bir fenomenal yapi olarak algilamak. Iste bu fenomenal zihniyet, dogal zihniyetten farkli olarak insanoglu temelini algilar, yalniz insanoglunu fenomenal olarak caresiz birakir, teslim eder.

gözlemlediğim kadarıyla; bu beyin nörokimyasındaki niceliksel değişimler genelde psikolojik bir travma ve/veya meditasyon dediğimiz olayla değişebiliyor.. yani kişi günlük yaşamında keyfi tıkırında(mutluluk/tatmin) ise kendisine yüklenen soyut öğretileri sorgulama ihtiyacı duymuyor. tüm yaşamı yüklenen bu soyutları gerçeklikmiş gibi algılayıp bu şekilde geçiyor ve kişi ölene kadar böyle bir yaşam biçiminde yaşıyor.. kişi ne zamanki bu keyfinin tıkırında olan durumu bir şekilde ciddi anlamda travma yaşıyor, ondan sonra varoluşu sorgulamaya başlıyor.. çünkü o bahsettiğim beyin nörokimyasındaki betonerme yapıda şiddetli bir deprem yaşanıyor ve tatmin/mutluluğumuzu sağlayan endojen morfinler (serotonin, dopamin adrenalin vs) salgılanmıyor ya da çok az salgılanıyor.. beyin nörokimyası yaşamda kalma itkisi ile yeniden bir yapılanma, kendini yenileme, sağlamlaştırma çabası içine girmek zorunda kalıyor..

Meditasyon bir mistisizm cesididir. Yani sorunlara karsi beyni bosaltir ve dinlerdirir. Ama ayni bir sarhos gibi seans bitince kisi tekrar eski degerleri ile birlikte eski beynine geri doner. Cunku fenomenal zihniyette, insanoglunun kendi numenini kendi oz iradesi, bilinci ve farkindaligi ile yonlendirme, yonetme ve kontrol etme algisi bilinc ve farkindaligi yoktur. Insanoglunu fenomenal yapisina mahkum eder. Yani devrimci sorgulama yer almaz. Bu acidan teslimiyetin ha tanriyas, ha maddeye, ha bir fenomene, ha bir numenal yeti degerine, ha bir aklin yarattigi fenomene, ya da aklin yarattigi ve somuta indirgedigi degerlere ha da senin gibi varolus temelli insanoglu fenomenal yapisina teslim etmissin fark etmez.

Evet senin teslimiyetin; nihilizm ile baslayan, ayn rand ile devam eden; insanoglu temelli ya tursel ya da birsel isyan ve teslimiyetin fenomenal zihniyetidir. Digerlerinde oldugu gibi ortak noktasi numenal yeti degerinin yoklugu ya da onemsizligidir. Ayrica kisinin kendi numenal yetisine mudahele edememesi algisidir.

işte bu aşamada sorgulama, araştırma ,okuma tartışma başlıyor.. kişi daha önce felsefeye çok fazla ilgi duymazken felsefeyle uğraşmaya, daha önce inandığı dini daha ayrıntılı öğrenmeye, sorgulamaya ve çok değişik kişilerle bir konuşma tartışma içine girmeye başlıyor..

neyse lafı çok uzattım.. benim anlatmaya çalıştığım şey sorun algısı olmayan bu kişilerde şimdilik yapılacak bir şey yok iken, geometrik hızla ilerleyen he türlü bilim sayesinde tıp bilimi de bundan nasibini alıyor.. bu gelişmelere paralel olarak önümüzdeki on/yüzyıllarda bu sorun algısı olmayan insaların da bir şekilde bu sorunu algılamaya ve/veya insanoğlunu yalancı bir dünyada yaşatıp biribirne düşüren bu kaosu önemli oranda düzeltilebileceği öngörüsünde bulunuyorum..

yani ben "sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur" deyip insanoğlunu bu yalancı dünyaya ve kaotik ortama teslim etmek istemiyorum diyelim..

Evet aramizdaki zihniyet farki cok acik. Ikimizde temel olarak insanoglunu aliyoruz, ama sen insanoglunu fenomenal yapiya zihniyet olarak teslim ederken, ben insanoglunun numenasl insanliga kendisini bilinclendirerek ve numenal insanligi sorgulayarak ulasabilecegini soyluyorum.

Dolayisiyle dogal zihniyetin insandisi ve insanlikdisi temeli ile fenomenalzihniyetin insanoglu temeli; insanoglunu teslimiyette birlesiyor. Yani insanoglunun numenal zihniyeti ve bunun numenal insanlik sorgulamasi, bilinc ve farkindaligi algilanamiyor.
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
O yuzden hem dusunce hem de "bilinc" bunun icine girer.

sen burda bilinç kavramını hangi anlamda kullanıyorsun bilmiyorum ama ben "bilinçaçıklığı" derken halk arasında "şuur" denilen kavramdan bahsediyorum.. daha önce yazıştığımız TD sitesinde bunu bir kaç kez yazmıştım ama tekrar burda da dile getireyim..

biz tıp mesleğinde bilinci/şuuru değişik düzeylerde kapalı bir hasta geldiğinde durumun ciddiyetini anlamak ve değerlendirmek için "AVPU veya Glasgow koma skalasını" kullanırız.. konu tıbbi olduğu için anlaşılması zor ve sıkıcı olabilir ama kısaca aşağıya konuyla ilgili biraz alıntı vermek istiyorum..

alıntı..

Nöroloji pratiğinde bilinçlilik (consciousness) kişinin uyanık, kendisi ve çevresinden haberdar olduğu durum anlamına gelir. Koma ise bunun tam karşıtıdır. Bu iki ucun arasında ise ara kademeler vardır.

Somnolans (letarji) : Hasta uykuya eğilimlidir. Sesli uyaranlarla uyanıp sorulanlara doğru cevaplar verir. Fakat kendi haline bırakılınca yeniden uyuklamaya başlar.

Stupor : Sesli uyaranlara cevap alınamaz. İlişki kurabilmek için kuvvetli uyaran uygulamak gerekir. Tekrarlanan uyaranlarla hasta gözlerini açar. Bu sırada sözlü emirleri yerine getiremez veya emri yavaş ve yetersiz şekilde uygular.

Koma : Hasta dış uyaranlarla uyandırılamaz. Hafif ve orta dereceli komada hasta ağrılı uyaranı lokalize edip eliyle uzaklaştırmak ister. Yahut, yüz buruşturma gibi genel bir cevap verir. Derin komada ise her türlü uyarıya refleks düzeyde bir cevap bile alınamaz. Sadece vejetatif fonksiyonlar korunmuştur.

İnsanda uyanıklığın asandan retiküler aktivatör sistem (ARAS) adı verilen anatomik bir yapı tarafından sağlandığı kabul edilmektedir. Bu yapı, dağınık hücre grupları halinde beyin sapında rostral pons ve mezensefalon tegmentumunun paramedyan bölgesinden başlayıp talamus düzeyinde posterior paramedyan, parafasikuler ile sentromedyan ve intralaminer çekirdeklerin medyal bölgesini içine alarak korteksin her tarafına projete olan yaygın bağlantılardan oluşmaktadır. Bu yapıları etkileyen metabolik (örneğin hipoglisemi) veya yapısal her türlü değişiklik (örneğin beyin kanaması) komaya yol açabilir. Yani koma bir hastalık olmayıp çeşitli etyo-patolojik süreçler sonucu gelişen klinik bir tablodur.


Glasgow Koma Skoru (GKS)

* GKS, 3 ile 15 arası değerler taşımaktadır ; 3 en kötü, 15 en iyi prognozu gösterir. Üç parametre tarafından belirlenir : I)En İyi Göz Yanıtı, II)En İyi Verbal Yanıt, III)En İyi Motor Yanıt :

En İyi Göz Yanıtı. (maks. 4)
Gözlerini açmıyor. 1 puan
Gözlerini ağrıyla açıyor. 2 puan
Gözlerini sözlü komutla açıyor. 3 puan
Gözlerini spontan açıyor. 4 puan
En İyi Verbal Yanıt. (maks. 5)
Verbal yanıt yok. 1 puan
Anlaşılmaz sesler çıkarıyor. 2 puan
Uygunluk taşımayan sözler. 3 puan
Konfüzyon. 4 puan
Oriyante konuşma. 5 puan
En İyi Motor Yanıt. (maks. 6)
Motor yanıt yok. 1 puan
Ağrı ile ekstansiyon. 2 puan
Ağrı ile fleksiyon. 3 puan
Ağrıdan kaçmak. 4 puan
Ağrıyı lokalize etmek. 5 puan
Komutları yerine getirmek. 6 puan


işte ben bilinçaçıklığı derken kastettiğim budur.. yani kişinin şuurluluk/uyanıklık durumunu tıbbi terminolojiyle dile getiriyorum, felsefik anlamdaki bilinçten bahsetmiyorum..

nasıl uyanıklık, letarji, stupor, koma durumları arasındaki geçişlerde kişinin kendi öziradesi/istenci sözkonusu değilse, teizm düzeyi, nonteizm düzeyi ve aydınlanma düzeyleri arasındaki geçişlerde de kişinin öziradesi/istenci söz konusu değildir demeye çalışıyorum..

çünkü glaskow skalasında hastayı değerlendirirken biz biliriz ki; bu şuur durumunu belirleyen şey beynin fenomenel yani niceliksel yapısı söz konusudur.. kişi kendi iradesi ve istenciyle komadan stupor düzeyine, stupor düzeyinden letarjiye ve ordan da uyanıklık durumuna geçemez.. çünkü bilim diyalektik materyalizm düşüncesiyle çalışır.. maddenin niceliğini değiştirmeden farklı nitelik/fonksiyon bekleyemezsin.. nitekim koma değişik düzeylerinde gelen bir hastanın beynin fenomenal yapısında sorunu tespit eder ve ona yönelik bir tedavi uyguladığımızda kişinin bilinç/şuur durumu açılmaya başlar..

yani sen olayı "düşünce" bazında ben "bilinçaçıklığı" bazında alıyorum derken bunu kastetmiştim..

bu yazımı sitede sağlık sektöründen olanlar varsa vurgulamaya çalıştığım şeyi daha iyi anlayacaklardır..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Tabiki bu sinirlar algilanmazsa ve ortadan kaldirilmak istenmezse bilincin onu acilmaz. Iste caba bu bilincin onunu acacak bilgi, birikim ve dusunceyi paylasmaktir.

şimdi sen ve ben insansal zihniyetten, senin tabirinle "insandışı" benim tabirimle "insandan öte" kavram ve değerlerin insanoğlunu nasıl bir bölücülüğe, bozgunculuğa ve kaosa götürdüğünü dile getirip bunun ciddi bir problem olduğunu ifade ediyoruz.. ama sen kişinin kendisinden bu sorunu algılayıp insanoğlu tür bilinç ve farkındalığını kazanmasını bekliyorsun ve bunu bilgi birikim ve düşünceyi paylaşarak olabileceğini dile getirip iddia ediyorsun..

iyi de bu bahsettiğin insanlar ölüm sonrası cennet cehhhenemi, reenkarnasyonu ve karma yaşamı basit bir inanç ve zayıf bir olasılık olarak algılamıyorlar ki.. daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi bir "gerçeklikmiş" gibi algılıyorlar.. yani "kuşlar uçan canlılardır" nasıl 10 puanlık bir gerçeklikse ölüm sonrası bu yaşamlar da aynı şekilde 10 puanlık bir gerçeklik gibi geliyor onlara.. dediğim gibi bilmek ve inanmak arsındaki farkın farkındalığı ciddi anlamda buharlaşmış bu insanlarda..

bu dünyadaki inancı ve eylemleri yüzünden ölüm sonrası bu yaşamları gerçeklik olarak algılayan insanlardan nasıl insansal tür bilinç ve farkındalığı bekleyebilirsin? ölümden sonra cehennemde yanacağını, yeniden farklı bir şekilde doğacağını, bir taş ağaç hayvan, kötürüm, fakir, vs gibi farklı bir şekilde tekrar sonsuza kadar yaşayacağını gerçeklikmiş gibi algılayan bir insan takar mı senin insansal zihniyet tür bilinç ve farkındalığını.. sanırım sen hayatında teizm veya diğer nonteizm düzeylerini hiç deneyimlemedin, bunların inanırlar tarafından nasıl algılandığı konusunda hiç bir fikrin ve deneyimin yok.. çünkü deneyimlemiş olsaydın birincisi bu insanlara bunları konuşarak aktaramayacağını ve aktarmaya çalıştığında sana karşı niçin böyle büyük bir öfkeyle saldırdığını algılayabilirdin.. işte o zaman da bu insanlarla empati kurup dalaşmaz ve onların bilinçdüzeylerini 2-3 yüzyıl eski olmakla suçlamazdın.. ve bu insanların inandığı değerleri yanlışlamaya çalışmanın onları nasıl çileden çıkardığını şiddetli bir öfkeye neden olduğunu algılayabilirdin..

mesela materyalist/ateistlerde de durum çok farklı değildir.. onlar da bir tanrının ve ölümden sonra yaşam olmamasına 10 puan vererek bir gerçeklik olarak algılarlar.. oysa tanrı ve ölüm sonrası yaşamlar bilimsel anlamda bir gerçeklik değil sadece insanoğlu bireyinin ortaya attığı basit bir tezden başka bir şey değildir.

ama nasıl bir teist tanrı ve ölüm sonrası yaşamlarının "olmama ihtimalini" yoksaymak ve reddetmek zorundaysa, aynı şekilde bir ateist de tanrının ve ölümsonrası yaşamların "olma ihtimalini" yoksaymak ve reddetmek zorundadır.. her iki grup da evrene bilimsel ve epistemolojik yaklaşamaz, mutlaka inançsal yaklaşmak zorundadır.. işte zihinde/egoda yaşamak dediğim budur ve bu durum o kişinin öziradesi ve istencinde değildir, olamaz da zaten.. çünkü irade ve istenç dediğimiz numenal yetiler yine bir madde olan beyin dokusundan türevlenmektedir.. aksini düşünmek zaten soyutçuluğa girer..
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Irwın Yalom, bir kitabında (Divan'dı sanırım), "insanlara yapacağınız en büyük kötülük, onların inançlarını elinden almaktır" gibisinden bir laf ediyordu.Bilinçaçıklığı, insanlaşma konusunda yerden göğe haklı olsanızda, bunlar bireysel sıçramalardır ve bu şansın/ayrıcalığın/emeğin keyfini çıkarın derim.Zira hiç kimse, "kendi" kanatlarıyla "başkalarını" uçuramaz..Kanatlarını farkeden, eninde sonunda düşe kalka uçmayı öğrenecektir..Yazışmalarınızı zevkle okuyor, bilgileniyorum.Devamını dilerim..70'li yıllarda, halkı bilinçlendirme adına kendini paralayan kayıp kuşağı hatırlayalım..Yüzlercesi tutuklandı.Çoğu kaçmak zorunda kaldı, işkenceden sakatlandı, öldü, asıldı, kariyeri bitti..Halk "bu gencecik çocukların derdi neydi acep ?"diye bir kez olsun sormadı, başını çevirip bakmadı bile..Sadece aileler yaslarını içlerine gömdü..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
ayrica insanoglunu fenomenal yapiya teslim ediyorsun ve numenal yetinin rolunu algilayamiyorsun.

numenal yetinin rolünü algıladığımı düşünüyorum ama insanoğlunu fenomenal yapıya teslim ettiğim konusunda haklısın..
zaten o yüzden ben suç ve ceza kavramına karşıyım ve ilerleyen yüzyıllarda "suç ve ceza" kavramının yerini "hastalık ve sağaltım" kavramlarının alacağını düşünüyor ve iddia ediyorum.

insanoğlu türü insan bilincine ulaşıp insan oluncaya kadar aynı gezegende bir arada uyum içinde yaşamak için binlerce yıldır zaten numenal yetiyi ön plana çıkarıp toplumsal düzeni ve adaleti sağlamak adına suç ve ceza kavramları üzerinden gidiyor.. bunun eski uygulanış şekli dinlerin ölüm sonrası yaptırımları ve günümüzde varolan medeni hukuk.. aslında ikisinin biribirinden farkı yok.. insanoğlunun numenal yetisini ön plana çıkarıp insanoğlunu sorumlu tutuyorlar.. dolayısıyla tooplumsal düzen ve adaleti bozan kişiler "suç"lu oluyor ve karşılığında "ceza"landırılıyor.. dogma dinlerin de medeni hukukun da yaptığı şey ve izlediği yol aynı.. insanoğlu iyi veya kötüdür ve bu onun öziradesi ve istenci altındadır, o yüzden bunlardan kötü olanı seçeni cezalandırıp adam edip toplumsal düzen ve adaleti sağlayalım..

ben de diyorum ki..

insanoğlu saf ve masumdur..
insanoğlu her ne kadar diğer müstakil varlıklardan numenal yetisi ile ayrılıp ön plana çıksa bile nihayetinde diyalektik bir etkileşimle canlılığını sürdürüp düşünce ve eylemde bulunan bir maddedir..
ve bu madde olan varlık atalarından gelen binlerce yıllık genetik miras ile birlikte doğumundan itibaren sonsuz sayıda içsel ve dışsal faktörle bir diyalektik etkileşim içindedir.. bu diyalektik etkileşim atom üstü olduğu kadar atomaltı quantal bir etkileşim içindedir.. sürekli bir değişim dönüşüm sözkonusu olup maddenin niceliksel ve niteliksel statikliğinden bahsedemeyiz.. evren ve onun bir parçası olan insanoğlu ve onun numenal yetisi de sürekli bir dinamizm içindedir.. atomüstü ve atomaltı her türlü devinim yeni bir devinimi tetikler ve insanoğlu olarak bizim algılayıp ortaya koyduğumuz her türlü olgu bu devinimler zincirlerinden ibarettir..

insanoğlunun numenal yetisi her ne kadar kendini özgür algılasa ve zannetse bile nihayetinde bir madde/fenomen olan beyin dokusunun bir niteliği ve türevidir.. türevler/fonksiyonlar köken aldıkları fenomenden "mutlak bağımsız" değillerdir ve olamazlar, aksini düşünmek ve iddia etmek soyutçuluktur, metafiziktir..

o yüzden insanoğlu suçlu değil diyalektik sürecin bir ürünüdür..
toplumsal düzeni ve adaleti sağlamak istiyorsak sorumluluğu insanoğlunu numenal yetisine yükleyip insanoğlunu suçlamaktan vazgeçip bir an önce diyalektik etkileşimlerin farkına varıp bu sürece müdahele etmeliyiz..
suç ve ceza kavramları insanoğlu bilincinin evrimsel sürecinde toplumsal düzen ve adaleti sağlamak için uygulamak zorunda kaldığı ama önümüzdeki yüzyıllarda geriye dönüp baktığımızda utanılacak ve çok ilkel bir bilinç düzeyi ve uygulama şeklidir..
bu ister dogma dinlerle olsun ister medeni hukukla..
insanoğluna yakışan bilinç suç ve ceza değil kaotik diyalektiği adaletli diyalektik etkileşime çevirmektir..
ama bu çok uzun soluklu evrimsel bir süreçtir..
bu aşamaya gelinceye kadar geçmişte olduğu gibi kurtuluşlar bireysel olmaya mahkumdur..
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
sen burda bilinç kavramını hangi anlamda kullanıyorsun bilmiyorum ama ben "bilinçaçıklığı" derken halk arasında "şuur" denilen kavramdan bahsediyorum.. daha önce yazıştığımız TD sitesinde bunu bir kaç kez yazmıştım ama tekrar burda da dile getireyim..

biz tıp mesleğinde bilinci/şuuru değişik düzeylerde kapalı bir hasta geldiğinde durumun ciddiyetini anlamak ve değerlendirmek için "AVPU veya Glasgow koma skalasını" kullanırız.. konu tıbbi olduğu için anlaşılması zor ve sıkıcı olabilir ama kısaca aşağıya konuyla ilgili biraz alıntı vermek istiyorum..

alıntı..

Nöroloji pratiğinde bilinçlilik (consciousness) kişinin uyanık, kendisi ve çevresinden haberdar olduğu durum anlamına gelir. Koma ise bunun tam karşıtıdır. Bu iki ucun arasında ise ara kademeler vardır.

Somnolans (letarji) : Hasta uykuya eğilimlidir. Sesli uyaranlarla uyanıp sorulanlara doğru cevaplar verir. Fakat kendi haline bırakılınca yeniden uyuklamaya başlar.

Stupor : Sesli uyaranlara cevap alınamaz. İlişki kurabilmek için kuvvetli uyaran uygulamak gerekir. Tekrarlanan uyaranlarla hasta gözlerini açar. Bu sırada sözlü emirleri yerine getiremez veya emri yavaş ve yetersiz şekilde uygular.

Koma : Hasta dış uyaranlarla uyandırılamaz. Hafif ve orta dereceli komada hasta ağrılı uyaranı lokalize edip eliyle uzaklaştırmak ister. Yahut, yüz buruşturma gibi genel bir cevap verir. Derin komada ise her türlü uyarıya refleks düzeyde bir cevap bile alınamaz. Sadece vejetatif fonksiyonlar korunmuştur.

İnsanda uyanıklığın asandan retiküler aktivatör sistem (ARAS) adı verilen anatomik bir yapı tarafından sağlandığı kabul edilmektedir. Bu yapı, dağınık hücre grupları halinde beyin sapında rostral pons ve mezensefalon tegmentumunun paramedyan bölgesinden başlayıp talamus düzeyinde posterior paramedyan, parafasikuler ile sentromedyan ve intralaminer çekirdeklerin medyal bölgesini içine alarak korteksin her tarafına projete olan yaygın bağlantılardan oluşmaktadır. Bu yapıları etkileyen metabolik (örneğin hipoglisemi) veya yapısal her türlü değişiklik (örneğin beyin kanaması) komaya yol açabilir. Yani koma bir hastalık olmayıp çeşitli etyo-patolojik süreçler sonucu gelişen klinik bir tablodur.


Glasgow Koma Skoru (GKS)

* GKS, 3 ile 15 arası değerler taşımaktadır ; 3 en kötü, 15 en iyi prognozu gösterir. Üç parametre tarafından belirlenir : I)En İyi Göz Yanıtı, II)En İyi Verbal Yanıt, III)En İyi Motor Yanıt :

En İyi Göz Yanıtı. (maks. 4)
Gözlerini açmıyor. 1 puan
Gözlerini ağrıyla açıyor. 2 puan
Gözlerini sözlü komutla açıyor. 3 puan
Gözlerini spontan açıyor. 4 puan
En İyi Verbal Yanıt. (maks. 5)
Verbal yanıt yok. 1 puan
Anlaşılmaz sesler çıkarıyor. 2 puan
Uygunluk taşımayan sözler. 3 puan
Konfüzyon. 4 puan
Oriyante konuşma. 5 puan
En İyi Motor Yanıt. (maks. 6)
Motor yanıt yok. 1 puan
Ağrı ile ekstansiyon. 2 puan
Ağrı ile fleksiyon. 3 puan
Ağrıdan kaçmak. 4 puan
Ağrıyı lokalize etmek. 5 puan
Komutları yerine getirmek. 6 puan


işte ben bilinçaçıklığı derken kastettiğim budur.. yani kişinin şuurluluk/uyanıklık durumunu tıbbi terminolojiyle dile getiriyorum, felsefik anlamdaki bilinçten bahsetmiyorum..

nasıl uyanıklık, letarji, stupor, koma durumları arasındaki geçişlerde kişinin kendi öziradesi/istenci sözkonusu değilse, teizm düzeyi, nonteizm düzeyi ve aydınlanma düzeyleri arasındaki geçişlerde de kişinin öziradesi/istenci söz konusu değildir demeye çalışıyorum..

çünkü glaskow skalasında hastayı değerlendirirken biz biliriz ki; bu şuur durumunu belirleyen şey beynin fenomenel yani niceliksel yapısı söz konusudur.. kişi kendi iradesi ve istenciyle komadan stupor düzeyine, stupor düzeyinden letarjiye ve ordan da uyanıklık durumuna geçemez.. çünkü bilim diyalektik materyalizm düşüncesiyle çalışır.. maddenin niceliğini değiştirmeden farklı nitelik/fonksiyon bekleyemezsin.. nitekim koma değişik düzeylerinde gelen bir hastanın beynin fenomenal yapısında sorunu tespit eder ve ona yönelik bir tedavi uyguladığımızda kişinin bilinç/şuur durumu açılmaya başlar..

yani sen olayı "düşünce" bazında ben "bilinçaçıklığı" bazında alıyorum derken bunu kastetmiştim..

bu yazımı sitede sağlık sektöründen olanlar varsa vurgulamaya çalıştığım şeyi daha iyi anlayacaklardır..

Ben suurdan bahsetmiyorum. Cognitive science yani bilissel bilimden ve bir kisinin dusunup davrandigi her ne ise bunu bilerek bilincli ve farkinda olarak yapmasindan bahsediyorum. Bunun tersi bilincalti ve alisiulagelmis, otomatiklesmi ve yerlesmis nesillerden nesillere aktarilan ve sorgulanmadan uygulanan her turlu etik yonlendirim ve yaptirimlardir.

Iste burada olmasi gereken; kisinin butun bunlarin farkina varmasi sorgulamasi ve ozgur iradesi ile kendi degerlendirmesidir. Kisaca kisinin kendi kendini kendi oz iradesi ile sorgulamasi beyninde yer etmis degerleri verileri ve tabulari bilmeye ve algilamaya yonelmesi ve onlari kabul/red ikilemi degerlendirmesi yerine; onlarin ne oldugunun neden oldugunun algilanmasidir.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
şimdi sen ve ben insansal zihniyetten, senin tabirinle "insandışı" benim tabirimle "insandan öte" kavram ve değerlerin insanoğlunu nasıl bir bölücülüğe, bozgunculuğa ve kaosa götürdüğünü dile getirip bunun ciddi bir problem olduğunu ifade ediyoruz.. ama sen kişinin kendisinden bu sorunu algılayıp insanoğlu tür bilinç ve farkındalığını kazanmasını bekliyorsun ve bunu bilgi birikim ve düşünceyi paylaşarak olabileceğini dile getirip iddia ediyorsun..

Sadece insandisi degil, ayni zamanda insanlikdisi. Evet kisi bunu algilayabilir. Cunku insanoglu beyin yapisi bunu algilamaya musaittir. Algilayamamasinin sebebi bilissellik noksanligi ve bunu one cikaracak olan sorgulama noksanligidir. Bunun da hic bir bilimsel veri olarak "olamazi/olabiliri" yoktur. Yalniz insanoglunun bilimsel, bilissel, her turlu teknik ve cagsal gelisimi bunu gostermektedir. Bilhassa cognitive science, yani bilissel bilim numenal yetiyi insanogluna geri verdikten sonra.

iyi de bu bahsettiğin insanlar ölüm sonrası cennet cehhhenemi, reenkarnasyonu ve karma yaşamı basit bir inanç ve zayıf bir olasılık olarak algılamıyorlar ki.. daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi bir "gerçeklikmiş" gibi algılıyorlar.. yani "kuşlar uçan canlılardır" nasıl 10 puanlık bir gerçeklikse ölüm sonrası bu yaşamlar da aynı şekilde 10 puanlık bir gerçeklik gibi geliyor onlara.. dediğim gibi bilmek ve inanmak arsındaki farkın farkındalığı ciddi anlamda buharlaşmış bu insanlarda..

Bu kotumser, teslimiyetci, pesin hukumlu ve onyargili bir yanasimdir. Kimin ne duzeyde neyi ne kadar algilayabilecegi; herkesin kendi gelismislik duzeyine gore degiskenlik gosterir. Bugun dunyada mesela 4 milyon ateist var. Milliyetcilik anlayisi %75 azalmis durumda v.s. Yeni nesil daha bir bireysel dusunup davramiyor. Verilenleri kendi beyinleriyle degerlendiriyorlar. O yuzden hic bir sey mutlak, kesin, sabit degil. Burada onemli olan bunu ortaya koymak ve kim ne kadar algilarsa o kadar alginin o kisiye yararini algilamak. Sonucta her bir kisi kendi duzeyince ozeldir. O yuzden hic bir sekilde insanoglunu, bir cografi ve toplumsal bolgeyi "bu budur/boyledir" seklinde bir kesinlige tasiyamayiz.

bu dünyadaki inancı ve eylemleri yüzünden ölüm sonrası bu yaşamları gerçeklik olarak algılayan insanlardan nasıl insansal tür bilinç ve farkındalığı bekleyebilirsin? ölümden sonra cehennemde yanacağını, yeniden farklı bir şekilde doğacağını, bir taş ağaç hayvan, kötürüm, fakir, vs gibi farklı bir şekilde tekrar sonsuza kadar yaşayacağını gerçeklikmiş gibi algılayan bir insan takar mı senin insansal zihniyet tür bilinç ve farkındalığını.. sanırım sen hayatında teizm veya diğer nonteizm düzeylerini hiç deneyimlemedin, bunların inanırlar tarafından nasıl algılandığı konusunda hiç bir fikrin ve deneyimin yok.. çünkü deneyimlemiş olsaydın birincisi bu insanlara bunları konuşarak aktaramayacağını ve aktarmaya çalıştığında sana karşı niçin böyle büyük bir öfkeyle saldırdığını algılayabilirdin.. işte o zaman da bu insanlarla empati kurup dalaşmaz ve onların bilinçdüzeylerini 2-3 yüzyıl eski olmakla suçlamazdın.. ve bu insanların inandığı değerleri yanlışlamaya çalışmanın onları nasıl çileden çıkardığını şiddetli bir öfkeye neden olduğunu algılayabilirdin..

Daha once de dedim. Benim kimseden bir beklentim yok. Ben kendi duzeyimin algisini, bilgisini, bilincini ve farkindaligini ortaya koyuyorum. Kimin bundan verilen olarak ne algiladigini da gelen yanitlardan gozlemliyorum. Bu yanitlari da herhasngibir akilcilik ve duygusallik ile degerlendirmiyorum. Her bulundugum ortam ve sitede yanitlarindan algiladiklarini gozlemledigim kisiler her zaman oluyor ve ben bu gelisimi gozluyorum. Bu bir surec. Ayrica senin pesin hukumlu akilciligin bende yok. Ustelik kimseye de tedavi onermiyorum. Ben herkesi kendini ortaya koydugu gibi algiliyorum. Zaten kimsenin tefine gore de oynayamam. Herkeste kimsenin tefine gore oynamiyor. Herkes kendi dusunce ve bilgisini kendi duzeyiyce paylasiyor.

mesela materyalist/ateistlerde de durum çok farklı değildir.. onlar da bir tanrının ve ölümden sonra yaşam olmamasına 10 puan vererek bir gerçeklik olarak algılarlar.. oysa tanrı ve ölüm sonrası yaşamlar bilimsel anlamda bir gerçeklik değil sadece insanoğlu bireyinin ortaya attığı basit bir tezden başka bir şey değildir.

ama nasıl bir teist tanrı ve ölüm sonrası yaşamlarının "olmama ihtimalini" yoksaymak ve reddetmek zorundaysa, aynı şekilde bir ateist de tanrının ve ölümsonrası yaşamların "olma ihtimalini" yoksaymak ve reddetmek zorundadır.. her iki grup da evrene bilimsel ve epistemolojik yaklaşamaz, mutlaka inançsal yaklaşmak zorundadır.. işte zihinde/egoda yaşamak dediğim budur ve bu durum o kişinin öziradesi ve istencinde değildir, olamaz da zaten.. çünkü irade ve istenç dediğimiz numenal yetiler yine bir madde olan beyin dokusundan türevlenmektedir.. aksini düşünmek zaten soyutçuluğa girer..

Konu dogal zihniyet ile fenomenal zihniyet arasidir ve her bir beyin kendi duzeyince, kendi degerlerince, kendi algisinca kendini degistirmekte ve gelistirmektedir. Bu dunyada da her turlu ortamda da gozle gorulebilen bir degisimdir. Yani kisilerin bulundugu duzeyden daha bilincli duzeye ve farkindalik duzeyine ciktigi gibi.

Bence sen en azindan kendi degisimini algilayamiyorsun. Cunku bunu algilamis olsan, kendi degisimin gibi herkesin de degisebilecegini algilarsin. Demekki sendeki her turlu degisim, bilincli ve farkindalikli degil. Yani fenomenal bir sans. Yani varolus sana bu sansi tanimis.

Senin farkinda olmadigin ve bilincine cikmayan bir degisimin daha var. Sen eskiden varolus ile ozdeslesmeye calisan bir bilinc gelistirmis iken; su anda en azindan kendinin bir insanoglu oldugunun farkindasin. Eskiden sende bu farkindalik yoktu ve kendini varolusun ellerine teslim etmistin.

Iste bu da bize kisilerin degisiminin kisinin kendisince algilanamadigini da gosterir. Bu gozlem ancak bu degisimin farkina varan ve degisimi yasamamis ve bilincli olan beyinlerin gozlemi ile algilanir.
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Ben suurdan bahsetmiyorum. Cognitive science yani bilissel bilimden ve bir kisinin dusunup davrandigi her ne ise bunu bilerek bilincli ve farkinda olarak yapmasindan bahsediyorum. Bunun tersi bilincalti ve alisiulagelmis, otomatiklesmi ve yerlesmis nesillerden nesillere aktarilan ve sorgulanmadan uygulanan her turlu etik yonlendirim ve yaptirimlardir.

Şuurla bilincin farkını çok merak ettim..Bilinçaltı ifadesi bazen şuuraltı şeklinde de kullanılabiliyor..Ben de kullanıyorum..Aydınlatırsanız sevinirim.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst