Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde burakender tarafından oluşturulan Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 137,463 kez görüntülenmiş, 1,062 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar
Konbuyu başlatan burakender
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Ruairi

derida

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
5 Haz 2012
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Tanrının varlığı /yokluğu meselesi metafizik bir tartışmadır.. Aslen felsefenin konusu değildir...Felsefe bu mesleyi genel olarak ontoloji bağlamında ele alır yada alabilir...Bazen de epistemolojik çerçeve varlık meselesinin önüne geçer...konuyla ilgili bakınız Kant'ın dikotomileri....
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Tanrının varlığı /yokluğu meselesi metafizik bir tartışmadır.. Aslen felsefenin konusu değildir...Felsefe bu mesleyi genel olarak ontoloji bağlamında ele alır yada alabilir...Bazen de epistemolojik çerçeve varlık meselesinin önüne geçer...konuyla ilgili bakınız Kant'ın dikotomileri....

Tanrinin varligi konusu felsefi metafizik ve ontolojik temelli teolojik bir tartismadir. Epistemolojik olarak ise tartisma, metafizik fizik otesi ve varliksal degil; bilgisel bilissel ve bilimseldir.

Buradaki bilimsellik, tanrinin varligi ile ilgili bilginin bir insanoglu yapilandirilmisligi oldugu ve konu ve kavramin sosyal bilgi oldugu ve tanrinin kavramsal bir bilgi oldugudur.

Ayrica bilimsel olarak; tanri kavrami konusu ve varligi tartismasi tanrisal taraf almak ve teolojik olarak tarafini belirtmek adina bilimsel degildir.

Cunku bilimsel olabilmek icin, varligi degil; gozlemini ortaya koymak gerekir.
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
ZİHİNSİZLİK AYDINLANMAAA!!!

şöyle kısa bir özet geçmeyi deneyeyim.. :)

insanoğlu dünyanın hangi zaman ve coğrafyasında doğarsa doğsun "zihinsizdir" yani tabula rasa denilen boş levhadır..

zihin: insanoğluna doğduktan sonra yüklenmiş olan her türlü nonbilgi tanımına giren datalar bütünlüğüdür, bir veri tabanıdır..
bu veri tabanının hakimiyetine girmiş ve hayatını bu veri tabanı yönlendiren insanlar zihinde yaşarlar..
yeni doğmuş bir bebek zihinsizdir ama henüz aydınlanmamıştır..
yeni doğmuş bir bebek her türlü bilgiye açıktır, hiçbir soyutu yoktur ve henüz sabitlememiştir..
saf bir bilinci vardır ve evreni gözlemler, hiçbir soyutu henüz sahiplenmediği için bilincine çarpan evren hakkında önyargı(inanç) sahibi değildir..
bilincinin üzerini örten bir zihin olmadığı olmadığı için tıbbi anlamda sağlıklıdır, bir bilinçyetmezliği sendromu vakası değildir..
bu bebeğin yaşamda kalması için primer/birincil ihtiyaçları vardır, bunlar beslenme, barınma, korunma vs dir..
ve bu bebek bu ihtiyaçlarının hemen ve tamamen giderilmesini ister, bu tüm canlılarda böyledir. bunun modern psikiyatrideki freudçu benlik modellemesine göre adı ilkelbenliktir, ID dir.. bu benlik modeli ileri derecede egoisttir/bencildir, sadece kendi ihtiyaçlarını düşünür başka canlılarınkini değil.. yani paylaşımcı değildir.
ben bu benlik modelini "benci" olarak nitelendiriyorum..
yani benci benlik modeli zihinsiz ama henüz aydınlanmış değildir..

daha sonra bu bebek büyümeye başlar ve bu ileri derecede egoist olan ilkelbenlik toplumsal yaşama uygun olmadığı için başta ebeveynleri olmak üzere tüm toplum tarafından tımarlanmaya çalışılır ve bu tımarlanma işi eğitimle beraber suç ve ceza üzerinden yapılır.. işte bu aşamada özellikle o kültürün dini, ahlaki yapısı o çocuğun bu ilkelbenliğini tımarlamada en büyük rolü oynar genellikle..
yani sadede benim ihtiyaçlarım hemen ve tamamen giderilsin diyen o ilkelbenlik(içimizdeki vahşi hayvan) toplumsal/kültürel bir takım soyut değerler eşliğinde tımarlanıp yeni bir benlik kazanadırılır.. bu benlik modeli ikinci bir benlik modelidir ve yine modern psikiyatride freudçu yaklaşıma göre bunun adı egodur..
bu soyut öğretilerle tımarlanan "benci" ilkelbenliğimiz artık "bizci" olmaya başlar..
bu bizcilik o toplumu bir arada tutan dini inanç, ahlak, milli değerler gibi bir takım soyut kavramlardır..
işte bu bizci benlik modelini yani egoyu oluşturan veritabanının tümüne ben "zihin" diyorum..

ilkelbenlkte bilinç; saf ve pırıl pırıldır, evrenle arasında hiç bir engel/perde yoktur ama çok egosittir yani vahşi bir hayvan gibidir..

ikinci benlikte bilinç; artık saflığını yitirmiştir.. çünkü evrenle arasına zihin dediğim bu veritabanı girer.. bu veritabanı bir perde gibidir.. evrenden gelen yansıyanlar/sinyaller bu veritabanına uygun olmak zorundadır ve bu zihin dediğim veritabanı gelen sinyalleri kendine göre bir filtrasyon işlemine taabi tutar..
o yüzdendir ki; zihinde/egoda yaşayan dünya insanlığı evrene bakıp evreni sorguladığında her seferinde kendisine yüklenen bu zihnin içeriğne göre bir sonuca ulaşır..

işte bilinçle evren arasına bir perde girmesi o bilinci bir yetmezlik tablosuna sokar.. bu aynı bir kalp yetmezliği, karaciğer yetmezliği, böbrek yetmezliği gibi bir klinik tablodur.. her insan doğduğunda nasıl tüm organ ve fonksiyonları sağlıklı ise sonradan genetik ya da çevresel bir çok unsurla bu organlar sağlığını yitirip bir fonksiyonel yetmezlik tablosu oluşturabilirler..

işte insanoğluna sonradan yüklenen bu veritabanı olan zihin sağlıklı beyin dokumuz ve onun ürettiği bilinci hasta eder ve bahsettiğim bilinçyetmezliği tablosu gelişir..

aydınlanma dediğim şey ise; varolan bu zihnin ortadan kalkıp, aradan çıkıp, bilinçle evrenin tekrar buluşması gibidir.. evrenden gelen sinyaller hiç bir perdeleme, filtrasyon işlemine taabi tutulmaz.. yani tekrar o doğduğumuzdaki bebkliğimizdeki sağlıklı safbilinç durumuna ulaşmamızdır..

ama bir farkla.. artık ne "benci" dediğim ilkelbenlikte ne de "bizci" diyen egoda değil "hepimizci" dediğim bir özbenlik modeliyle..
burda hepimizci diyen benlik modelinin hedef gösterdiği şey insanoğlu türüdür.. tüm insanoğlunu her türlü ayıran bölen her türlü "insandan öte" kavramların köleliği bitmiştir, her insan tüm bu kimliklerinden arındırılarak görülür ve değerlendirilir.. tüm insanoğlunun kardeş olduğu algılanır..

işte burda içimizdeki hayvanı tımarlayan şey zihin değil süperego denilen vicdandır..

özbenliğine ulaşmış biri karşısında kim olursa olsun kendi kardeşi gibi görür, onu kendisi gibi algılar.. ona yapılan her türlü kötülüğü kendisne yapılmış gibi canı acır..

ve bu yukarıda yazdığım tüm olayların beyin nörokimyamızda gelişen bir takım süreçler olduğunu öne sürüyorum..
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
ve bu yukarıda yazdığım tüm olayların beyin nörokimyamızda gelişen bir takım süreçler olduğunu öne sürüyorum.


maslow_zegran.jpg


Maslowun meşhur ihtiyaçlar hiyerarşiside kaçınılmaz olarak beynimizde nörökimyasal olarak etkili sonuçta.. siz gene sonucu robota bağlamaya çalışıyorsunuz.....beynimizin bedensel ve ruhsal ihtiyaçlar ve isteklerin etkisinde olması, akıl,irade ve düşünce gücünü robot noktasına götürmeye yetmez..insanın yaptıkları bunu kanıtıdır. İnsanın soyut düşünebilmesi zaten kendine has yetisidir..

Hiçbir yere (ihtiyaca/isteğe/bedene vs) bağlı olmayan bir akıl,irade ,düşünce nasıl olabilir? tanımlaya bilir misiniz?
 

toz_zerresi

Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2010
Mesajlar
184
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
İnsanın robot olması ile olmaması arasında gerçekten ince bir çizgi var. Burada atlanılan (genellikle) bazı hususlar var. Arz etmeye çalışayım.

İnsanın ihtiyaçlarını gidermesi bir varlık çözümüdür. Yani yemek yemeye olan ihtiyaç, açlıktan ölmemizi engeller. Üzerimize doğru bir bıçakla koşan adamdan kaçmamız yine bir varlık çözümüdür.

İnsanı sırf bir ruhtan ibaret saymak ne kadar akıl dışı ise, sırf bir bedenden ibaret görmek o kadar akıl dışıdır. Beden derken tüm fonksiyonları ile birlikte ele alıyorum.

İnsanı insan yapan beden ve ruh bütünlüğüdür.

Paslıçivi'nin robota gönderme yaptığı özelliklerimiz, varlığımızın devamına yardım eden fonksiyonlardır. Çevremiz ve yaratıcı ile var olma kavramı dışında kuracağımız ilişkiler ise mahiyetini bilemediğimiz ruh ile alakalıdır.

Şuuru kimya oluşturmaz. Akıl ve şuura yardım eden kimyasal süreçler elbette vardır.

Kimyasal ve biyolojik süreçlere örnek: Görmek veri sağlar. Veriler depolanır ve tasnif edilir.

Şuur ve akıl ile ilgili süreçlere örnek: Görülen şeylerden hoşnut olunur yada rahatsız olunur. Görülen şeye göre bir kanaat oluşur. Bu kanaate göre bir eylem oluşabilir yada oluşmayabilir.

Kimyasal ve biyolojik sürecin devamına örnek: İnsan eyleme geçer. Kaslar hareket eder. Göz faaliyettedir. Adım atar; belki de elini kaldırır.

Şuur ve akıl ile ilgili sürecin devamı: Gerçekleşen eylemin sonucundan dolayı ya hoşnut olunur ya da farklı bir duygu hissedilir. Ve bu sonuca göre bir kabul oluşturulur.

Konu genişletilebilir ancak anlaşılması için yeterli diye düşünüyorum.
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
siz gene sonucu robota bağlamaya çalışıyorsunuz.....beynimizin bedensel ve ruhsal ihtiyaçlar ve isteklerin etkisinde olması, akıl,irade ve düşünce gücünü robot noktasına götürmeye yetmez..insanın yaptıkları bunu kanıtıdır. İnsanın soyut düşünebilmesi zaten kendine has yetisidir..

kelimelere/kavramlara yüklediğimiz anlamlar her insanda farklılık gösterdiği için zaman zaman bazı şeyleri dile getirmek, karşıdaki insana aktarabilme sorunları yaşayabiliyoruz.. robot kelimesini duyduğumuzda her insanın bilincinde ayn anlamlar oluşmayabilir.. "insanoğlu nörokimyasal robottur, özgür iradesi yoktur" tezimde ifade etmek istediğim şeyi daha önce "hür irade" başlıklı topicte bir videoda paylaşmıştım.. anlatmak istediğim şeyi en güzel bu video ifade ediyor çünkü, tekrar paylaşayım.

[video=youtube;8eCGKsamLAE]http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=8eCGKsamLAE[/video]

benim anlatmaya çalıştığım şey bu işte.. içimizdeki "ben, akıl, düşünce, irade" dediğimiz her türlü fonksiyon ve yeti bir türevdir..
neyin türevi peki?
beyin dediğimiz somut maddenin türevi..
yani tüm bu yetilerimiz maddeden "mutlak bağımsız" değildir..
diyalektik düşünceye göre maddenin niceliği değişmeden ürettiği nitelik/fonksiyon/türev değişmez, değiştiğini iddia etmek soyutçuluktur..
pozitif bilim somuttan soyuta gider, soyuttan somuta değil..
indirgediğinizde evrensel kabul görmüş, gözlem veren bir maddeye ulaşamadığınız her soyut kavram bir soyutçuluk örneğidir ve hatalı soyutlamadır.. sizin kafanızdan uydurduğunuzdan bir hayalinizdir, rüyanızdır yani sizin kişisel inancınızdır..

Hiçbir yere (ihtiyaca/isteğe/bedene vs) bağlı olmayan bir akıl,irade ,düşünce nasıl olabilir? tanımlaya bilir misiniz?

ben böyle bir iddiada bulunamam, dediğim gibi böyle bir iddiada bulunmak soyutçuluktur.. evreni sorgulayan insanoğlunun akıl yolundan sapıp, bir inanca ve çok değişik rüyalara kapılmasıdır..

yukarıdaki videonun bir manüpülasyon vs olduğunu düşünmüyorsanız, aslında çok önemli çıkarımlar bu videoda.. yani bahsettiğim nörokimysala robotluk ve özgür iradenin olmaması olayı..

"ben karar verdim, ben düşündüm, ben tercih ettim, ben yaptım" gibi her türlü eylemimiz bizim içimizdeki "ben" e düşmeden yani biz o olgunun farkındalığına varmadan önce bellidir..

yani öncü/primer olan; maddenin niceliğidir..
ondan sonraki her türlü düşünce, irade davranış dediğimiz olay bu niceliğin bir niteliğidir, türevidir, ikincilidir..

aslında bu olayı islam dinindeki külli/cüzi irade kavramı çok güzel açıklıyor düşüncesindeyim..

mutlak irade varoluşun(mutlak 1) elindedir, bizim elimizde olduğunu sandığımız irademiz o iradenin çok küçük bir parçası ve yanılsamasıdır..

insanoğlu ve onun beyni bir bütün olan varoluşun(mutlak 1) vazgeçilmez bir parçasıdır, ondan bağımsızlık düşünülemez.. her türlü bize yansıyan maddi varlık ve onun devinimleri hepsi bir türevlenme zincirinin ürünleridir..
varoluş parçalı değil bir bütünlüktür, onu parçalıymış gibi algılatan bizim beyin dokumuzun algı sınırlarıdır..
ve tüm varoluşu bu şekilde ortaya koyup/yansıtıp, kavramlaştırıp, dile getiren, ifade eden insandır..

insanoğlu türü mevcudiyetini sürdürdüğü sürece varoluşu ortaya koyup anlamdıracak bir bilinç vardır.. aksi halde(insanoğlunun olmaması) varoluşu ortay koyup anlamlandıracak bir bilinç yoktur..

yani binlerce yıldır tartıştığımız, ortaya koyduğumuz, kavramlaştırdığımız her şey bir insanoğlu bilincinin türevidir, yani herşey "insanoğluna göre" dir..
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
insanoğlu nörokimyasal robottur, özgür iradesi yoktur"

yani öncü/primer olan; maddenin niceliğidir..
ondan sonraki her türlü düşünce, irade davranış dediğimiz olay bu niceliğin bir niteliğidir, türevidir, ikincilidir

aslında bu olayı islam dinindeki külli/cüzi irade kavramı çok güzel açıklıyor düşüncesindeyim..

mutlak irade varoluşun(mutlak 1) elindedir, bizim elimizde olduğunu sandığımız irademiz o iradenin çok küçük bir parçası ve yanılsamasıdır..

insanoğlu ve onun beyni bir bütün olan varoluşun(mutlak 1) vazgeçilmez bir parçasıdır, ondan bağımsızlık düşünülemez.. her türlü bize yansıyan maddi varlık ve onun devinimleri hepsi bir türevlenme zincirinin ürünleridir..
varoluş parçalı değil bir bütünlüktür, onu parçalıymış gibi algılatan bizim beyin dokumuzun algı sınırlarıdır..

Özgür irade yoktur'dan yola çıkıp en son varlığın birliğine geldiniz..hemde arada külli iradeye karşı cüz'i iradeyi örnek gösterek..*:) açıkçası ben bağlantıları kuramadım..zaten mutlak bağımsız bir özgür irade iddiam yok

Hiçbir yere (ihtiyaca/isteğe/bedene vs) bağlı olmayan bir akıl,irade ,düşünce nasıl olabilir? tanımlaya bilir misiniz?

bu soruyu soramakta ki amacımda buydu zaten..biz evrenin parçasıyız ve yaratılmış konumdayız bu ikisinden mutlak bağımsız olmamız zaten iddia edilemez ancak İnsanda iradeyi tanımlayan; dilemek, istemek, arzulamak, talep etmek, emretmek, tercih etmek, iki zıttan birini gönüllü olarak seçmek ,birşeyi yapıp yapmamaya karar vermek,kişinin kendisinin seçtiği hedeflere doğru tavır ve davranışlarını tâyin etmesi, düşüncenin ortaya koyduğu gayeye doğru gitme gücü ,adet olan şeyi terk etmek gibi vb...

Özgür irade yok derken kasdettiğiniz irade bu mudur? Değilse nedir? Bu da açılması ve temellendirilmesi gereken bir durum…

diyalektik düşünceye göre maddenin niceliği değişmeden ürettiği nitelik/fonksiyon/türev değişmez, değiştiğini iddia etmek soyutçuluktur..
pozitif bilim somuttan soyuta gider, soyuttan somuta değil..
indirgediğinizde evrensel kabul görmüş, gözlem veren bir maddeye ulaşamadığınız her soyut kavram bir soyutçuluk örneğidir ve hatalı soyutlamadır.. sizin kafanızdan uydurduğunuzdan bir hayalinizdir, rüyanızdır yani sizin kişisel inancınızdır..

Pehh!! klasik bir düşünce manipülasyonu.. pozitif bilim metodları ve ortak algımıza hitap eden(evrensel) madde/varlık anlayışından çıkarımlar yaparak somutu yüceltip soyutu aşağılama çabaları.. soyut rüya,kafadan uydurma hayal falam filam he ..

O zaman şu somutu temellendirin bakalım nasıl bir MADDE / EVREN / VARLIK anlayışınız var? Açıklayın? temellendirin?

Maddenin kendisini ve davranışlarını çözebildi mi bilim? Bu maddenin nasıl bir hareket /oluşum kabiliyeti var ki beni,havayı,suyu,ısıyı vs vs yaşayabileceğim şartları oluşturabilmiş ve ve bunları her an korumaya devam edebiliyor?

Bilime inanmak anlayabildiği kadarını somut/fizik/gerçek kabul edip anlayamadıklarını hayal rüya,uydurma kabul etmek midir? Buna fen bilimleri demezler edebiyat derler:)

Başında bir bilinmezci olduğunuzu kabul ediyorsunuz ama çıkarımlarınıza bakınca ortasında ve sonunda her şeyi (madde-evren-varlık) bilen adama bağlıyorsunuz ..adı da pozitif bilim oluyor iyiyimiş ya..bu bedava ekmek nerdeyse söleyinde bizde yiyek:)
 
F

Fetâ

Ziyaretçi
Evrende insan düşüncesini aşan bir bilgi varsa" o bilgiyi nasıl öğreneceğiz, ya da o "bilgiyi" siz nasıl edindiniz; insanda bulunmadığını söylediğiniz hangi meleke ile? Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir tavır sadece inancı bilgi gibi ileri sürmekten başka bir şey değildir.
Meselenin özü burada zaten. Evrende var olan bilgi, insan düşüncesini aşıyor. Bu kesin değil mi? Bunu anlamak için bir yerlerden bilgi almaya gerek mi var?
İnsan aklı her şeyi bilecek mükemmellikte değildir. Fizik bilimi,, ancak adım adım, hatta emekleyerek gerçeğe ulaşmaya çalışıyor. Bu bilgiyi başlangıçta var eden kimdir?
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Meselenin özü burada zaten. Evrende var olan bilgi, insan düşüncesini aşıyor. Bu kesin değil mi? Bunu anlamak için bir yerlerden bilgi almaya gerek mi var?
İnsan aklı her şeyi bilecek mükemmellikte değildir. Fizik bilimi,, ancak adım adım, hatta emekleyerek gerçeğe ulaşmaya çalışıyor. Bu bilgiyi başlangıçta var eden kimdir?

Bilgi evrende mi, yoksa evreni gozlemleyen sorgulayan insanoglunda mi?
 
F

Fetâ

Ziyaretçi
Bilgi evrende mi, yoksa evreni gozlemleyen sorgulayan insanoglunda mi?
Soru açık değil ama, ben yine de şöyle bir cevap vereyim: Eğer bilgi insanoğlunda bizatihi var ise bile(bir görüşe göre), o bilgiyi oraya koyan kimdir? Kaldı ki görünen şudur: İnsan, "gözlemleyip sorgulayarak", var olan gerçeğe,bilim yoluyla ulaşmaya çalışıyor. Bilim insandan önce de vardı; insan tarafından yaratılmadı.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Soru açık değil ama, ben yine de şöyle bir cevap vereyim: Eğer bilgi insanoğlunda bizatihi var ise bile(bir görüşe göre), o bilgiyi oraya koyan kimdir? Kaldı ki görünen şudur: İnsan, "gözlemleyip sorgulayarak", var olan gerçeğe,bilim yoluyla ulaşmaya çalışıyor. Bilim insandan önce de vardı; insan tarafından yaratılmadı.

Sen neden insanoglu disi ya da ustu bir guc ariyorsun?

Bunun sebebini aciklar misin?

Kisaca evrende bilgi yoktur, evreni gozlemleyen insaboglu o bilgiyi evrene verir.

Konu yaratilma degil; bilgi. Bilgiyi ortaya koyan tek canli turu epistemolojik olarak insanogludur. Bu bilginin kaynagi da insanogluna gozlem veren kendi dahil her bir fenomen ve kendi aklinin yarattigi inanclari, ideolojileridir.
 
F

Fetâ

Ziyaretçi
Sen neden insanoglu disi ya da ustu bir guc ariyorsun?

Bunun sebebini aciklar misin?

Kisaca evrende bilgi yoktur, evreni gozlemleyen insaboglu o bilgiyi evrene verir.

Konu yaratilma degil; bilgi. Bilgiyi ortaya koyan tek canli turu epistemolojik olarak insanogludur. Bu bilginin kaynagi da insanogluna gozlem veren kendi dahil her bir fenomen ve kendi aklinin yarattigi inanclari, ideolojileridir.
Evren, bir "bilgi" ile oluşmuştur. Tıpkı atomların ve de kuantum düzeyindeki oluşumların meydana gelişi gibi. Bu oluşum esnasında insanoğlu yoktu.
İnsan, var olan bilgiye ulaşmaya çalışıyor sadece.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Evren, bir "bilgi" ile oluşmuştur. Tıpkı atomların ve de kuantum düzeyindeki oluşumların meydana gelişi gibi. Bu oluşum esnasında insanoğlu yoktu.
İnsan, var olan bilgiye ulaşmaya çalışıyor sadece.

Iste o bilgi dedigini ortaya koyan da, degistirecek olanda, kabullenecek olanda, karsiu cikacak olanda dogrulayacak/yanlislayacak olanda bilimsel, inancsal ve ideolojik olarak bu bilgiyi ortaya koyacak olan da sadece insanogludur.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
"İnsan, var olan bilgiye ulaşmaya çalışıyor sadece."

Sadece onu yapmiyor. Akli ile inancsal, ideolojik, metafizik, fizik otesi bilgi turetiyor ve bunu sistemlestiriyor, kurumlastiriyor, bunun icin savasiyor, yarattigi her turlu degeri ugruna yasamini harciyor.

Ayrica baska ne yapabilir?
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Özgür irade yoktur'dan yola çıkıp en son varlığın birliğine geldiniz..hemde arada külli iradeye karşı cüz'i iradeyi örnek gösterek..*:) açıkçası ben bağlantıları kuramadım..

zihinde yaşayan insanlar genellikle bu zihnin ya pozitif ya negatif kutbundadır..
şöyle açıklıyayım..
diyelim kişi hristiyanlığın hakim olduğu zaman ve coğrafyada doğmuş olmuş olsun.
bu bebeğin ailesi ister teist ister nonteist olsun, bu çocuk büyüdükçe hristiyanlık öğretisiyle(zihin) yüklenir..
çünkü çocuğun çevresinde sadece ailesi yoktur, hristyanlığa inanmış ve buna göre yaşayan bir çok insan vardır..
bu kişi yetişkinliğe geldiğinde artık ya teizm ya da nonteizm bilinçaçıklığındadır..
teizm bilinçaçıkılığında ise hristiyanlığın tüm öğretilerini kabullenmek, savunmak ve doğrulamaya çalışmak durumunda hisseder kendini..
nonteizm(ateizm, deizm, agnostisizm vs) bilinçaçıklığında ise hristiyanlığın tüm öğretilerini reddetmek ve yanlışlamak durumunda hisseder kendini..
çünkü zihinde/egoda yaşamak bunu zorunlu kılar kişiye..
zihinde yaşadığınız sürece taraf bulunduğunuz kutbun öğretilerini ölesiye savunmak, karşı tarafın öğretilerini yanlışlamak durumunda kalırsınız..
bunu ister kendi iç dünyanızda sorgularken yapın ister diğer insanlarla konuşurken..

bu yukarda verdiğim örnek tüm dünya insanlığı için geçerlidir, gidin hristiyanlığın hakim olduğu ülkelere, ordaki felsefe/nonteist sitelere bakın, temel tartışma konusu hristiyanlıktır.. diğer farklı öğretilerin hakim olduğu ülkelerde de durum yine aynıdır, hakim olan öğretinin yanında ve karşısında olan insanlar vardır.. yani ortada bir zihin vardır, bu zihnin pozitif ve negatif kutbunda olan insanlar biribirilerini yerler.. kişi yaşadığı zihnin kutbuna göre o öğretideki tüm öğretileri ya doğrulamak ya da yanlışlamak için mutlaka bir bahane/kulp bulur..(egonun savunma mekanızmaları bu şekilde çalışır)

zihnin köleliğinden kurtulduğunda artık o öğretiye karşı taraflı bir tutumun yoktur.. bu uğurda hem kendi iç dünyanda hem de diğer insanlarla konuşurken bir tarafta pozisyon alıp hem kendinle hem de diğer insanlarla dalaşmak zorunda kalmazsın.. çünkü o öğretiye karşı olan pozitif ve negatif elektrik yükün ortadan kalkmıştır, artık nötrsündür.. ne islamcısındır ne antiislamcı, ne budistsindir ne antibudist, ne hristiyansındır ne antihristiyan.. artık bu öğretileri doğrulamak ya da yanlışlamak için diğer insanlarla kaosa girmene gerek kalmaz..

ben yazılarımda zaman zaman bir çok öğreti/dinden alıntı yaparak örnek gösteririm, geçen günlerde de bir yazımda hinduizmden bir alıntı yapmıştım, bazen budizmden bazen diyalektik materyalizmden vs.. şimdi de gördüğün gibi islam öğretisinden bir alıntı (külli/cüzzi irade) yaptım..

ama tüm bunlara rağmen ben ne hinduyum ne müslümanım ne budistim ne ateisitim ne hristiyanım vs.. hiç birine ait olmadığım gibi hiçbirinin de şiddetle karşısında değilim.. ne bu öğretileri doğrulayanlarla ne de yanlışlamaya çalışanlarla bir kaosa girmem..

çünkü farkındayımdır ki; karşımdaki kişi henüz kendi özüne ulaşamadığı için bu "insandan öte" kavramlara tutunup hayata bir anlam verip mutlu/tatmin olmak zorundadır.. çünkü zamanında bunları ben de birebir deneyimledim.. müslümanken(teizm düzeyi bilinçaçıklığı) tüm islami öğretileri savunup doğrulamaya çalışırken, daha sonra ateizm deizm, panteizm, agnostisizm(nonteizm düzeyi bilinçaçıklığı) dönemlerimde islamla büyük bir karşı mücadele içindeydim ve islamı yanlışlamak için elimden geleni yapıyordum.. ve her iki bilinç düzeyinde de yaşarken etrafımdaki diğer farklı düşünen insanlarla sürekli bir kaos içindeydim..

şimdi geldiğim noktadan geriye baktığımda; aslında kavgamın ne diğer insanlarla, ne islamla, ne ateizmle, ne bilmemneyle değil aslında kendimle olan kavga olduğunu farkettim..
doğduktan sonra beni benden çalmışlardı, ben meğerse farkında olmadan kendimi arıyormuşum.. gerçek kendimi bulup, özümle tanışımca tüm insandan öte kavramlarla olan kavgam bitti.. şimdi ne teistim ne nonteist, sadece doğduğum günkü gerçek özüme/benliğime tekrar kavuştum, kendimi buldum kendimi bildim diyelim sadece..

o yüzdendir ki; şimdi tüm öğretilere pozitif ya da negatif elektrik yüküyle değil nötr/tarafsız/bağımsız bir gözle bakıp yaklaşabiliyorum.. ve ulaştığım bilinçteki özgür irade kavramını şimdiye kadar araştırdığım öğretilerde en güzel islam öğretisindeki külli/cüzzi irade açıklıyor diyebiliyorum.. ama tekrar söylüyorum bu beni müslüman yapmaz, zaten bunu reddettiğimi net bir şekilde dile getiriyorum..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
İnsanda iradeyi tanımlayan; dilemek, istemek, arzulamak, talep etmek, emretmek, tercih etmek, iki zıttan birini gönüllü olarak seçmek ,birşeyi yapıp yapmamaya karar vermek,kişinin kendisinin seçtiği hedeflere doğru tavır ve davranışlarını tâyin etmesi, düşüncenin ortaya koyduğu gayeye doğru gitme gücü ,adet olan şeyi terk etmek gibi vb...

Özgür irade yok derken kasdettiğiniz irade bu mudur? Değilse nedir? Bu da açılması ve temellendirilmesi gereken bir durum…

sevgili pyramos.. videoyu dikkatlice izlediysen "içimizdeki ben" bilinçli/farkında olarak tercihimize düşmeden yani belirmeden 6 saniye önce beynimizde bu seçenek belirlenip görüntülenebiliyor.. yani "bu benim bilinçli tercihim, bu benim özgür irademle yaptığım bir eylem" demeden 6 saniye önce bu belirlenebiliyor.. yani diğer bir deyişle biz "tam o anda" bilinçli karar verip tercih etmiyoruz, bu durum bir sekonder/ikincil durum.. bizi bu seçeneği seçmeye zorlayan, yönlendiren bir bilinçaltı beyin nörokimyamız var.. birincil/öncül olan bu beyin nörokimyamız, önce bu durum belirleniyor sonra biz bilinçli karar verdiğimizde zannediyoruz ki o "kararı verdiğimiz anı" biz kendimiz belirliyoruz.. hayır değil işte, ben dediğimiz adına ister ruh deyin ister kişilik bu mekanızma öncül/lider değil.. bu mekanızma bir türev bir ikincil.. bunun öncülünde/primerinde beyin nörokimyası var.. bu videoda bunu da bilinçaltı olarak isimlendirmişler..

peki bunun ne önemi var? bir çok anlamda çok fazla önemi var..

birincisi; daha önce bahsettiğim gibi kişi hayata verdiği anlam ve içerik tercihinde özgür irade sahibi değil.. daha anlaşılır olması açısından yani kişi bu dünyadaki inancını kendi seçmiyor, belirlemiyor.. müslümanlığı, hristiyanlığı, budizmi, hinduizmi, ateizmi, deizmi, satanizmi, bahailiği, milliyetçiliği, faşizmi, komünizmi, sosyalizmi, enternasyonalizmi biz kendi özgür irademizle seçip belirlemiyoruz..

peki bunları belirleyen sanki biz seçmişiz gibi yaptıran şey ne?

daha doğmadan gelen binlerce yıllık genetik mirasla başlıyor bu iş.. doğduktan sonra ailemizden, çevremizden, seyrettiğimiz televizyondan, okuduğumuz kitaplardan tutun da, tüm yaşadıklarımız , duygularımız ve sonsuz sayıda görsel(gözle gelen) ve işitsel(kulakla gelen) uyaranlar, impulslar eşliğinde şekillenen ve yapılanan beyin dokumuz, yani konektom denilen beynin mikro belki de quantal düzeyde yapısı ve ilişkileri.. işte tüm genetik, içsel dışsal sonsuz sayıda parametre altında şekillenen ve yapılan bir beyin dokusu.. sonra bir konuda karar vermesi gerekiyor, bir tercih yapması gerekiyor, işte o anda verdiğimiz karar bizim bağımsız/özgür irademizde değil.. bu yukarda saydığım sonsuz faktörle niceliksel bir yapı kazanmış ve bir bilinaçaltı oluşmuş beyin dokusunun güdümünde/önderliğinde bir karar alınıyor.. bir çeşit determinizm diyebiliriz buna.. her olgu yeni bir olguya gebedir, hepsi zincirleme bir reaksiyondur.. insanoğlu dediğimiz canlı türü bu determinist yasaların sonucunda ortaya çıkmış bir türevdir, bir sonuçtur, üründür..

konuyu dağıtmadan dile getirmek istediğim şeyi söyliyeyim.. insanoğlu seçtiği inanç(idelaizmin binlerce alt başlığı ve materyalizm) konusunda özgür değildir ve o yüzden bu inancından dolayı suçlanamaz, ötelenemez, yargılanamaz, insanoğlu masumdur..

ikincisi; yine daha önce bahsettiğim insanoğlunu suç ve ceza kavramlarıyla tımarlamak.. dogma dinlerin ve medeni hukukun yaptığı şey budur.. biri hiç bir zaman deneyimlenemeyecek ölüm sonrası yaşamsal ödül ve cezalarla insanoğlunun içindeki hayvanı(ilkelbenliği) korkutarak bu işi yapmaya çalışırken bir diğeri bu yaşamda yine ödül ve ceza kavramlarıyla içimizdeki hayvanı korkutarak tımarlamaya çalışıyor..

o yüzdendir ki; binlerce yıldır hakim olan dogma dinler olsun ya da hukuk kavramı aynı gezegende yaşamak zorunda kalan insanoğlunu hayvandan insana geçirmek için zorunlu olan ve şimdiye kadar oldukça faydalı olmuş kurumlardır..

oysa içindeki gerçek insana ulaşmış biri için ne din gereklidir ne hukuk.. o zaten diğer insanlarla nasıl bir ilişkide bulunacağının farkındadır artık.. yani insanoğlu tür bilinç ve farkındalığını kazanmıştır..

ilerleyen yüzyıllarda hayvandan insana olan evrimimiz ilerledikçe dogma din ve hukukun kalkıp hastalık ve sağaltımı öngörüyorum demiştim zaten..

bugünlük tıkandım, yarın devam etmeye çalışırım..
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst