'''''Aptal olduğunu bilmek mi daha aptalcadır?
Kişi kendinin aptal olabileceğini düşünmez ve bu sebeple de bilemez
Aptal olamayacağını bilmek mi daha aptalcadır?
İşte bu aptallıktır.
Aptal sanmak mı daha aptalcadır?
Aptal sananlar burunları havada aptallardır.
Akıllı olduğunu bilmek mi daha aptalcadır?
Akıllı olduğunu bilmek demek bir yargıya varmış olmak demektir ve yargıların bazıları doğru bazıları yanlıştır.
Akıllı olamayacağını bilmek mi daha aptalcadır?
Akıllı olamayacağını bilmek derken düşünmek kesinlikle akıllılıktır.Akıllı bunlardır.
Akıllı sanmak mı daha aptalcadır?''''''
Akıllı sanmak güvenmektir.Güven kimi zaman boşa çıkar kimi zamanda o güvene değer.
Elbet burada özneler tam belli değil,kimi yerde özne kendisi kimi yerde de öteki olarak cevapladım ve bu durumda cevap tam anlamıyla verilememiş olabilir.Özneyi kendi olarak alırsak;
Kişi kendinin yanılabileceğini düşünüyorsa bu akıllılıktır.
Tersi durum, akıllılık olmayacağı için aptallıktır.
Saygideger eski dostumAkıl karıştıran felsefe olmaz. Felsefe cevap arar ve cevap karışıklığı çözerek, sadeleştirerek, tanıyarak bulunabilir. Dolayısıyla kafa karıştıran felsefe denilen şey aslında istenilen bilgiyi bulma süresinde insanı zihni gereksiz yere uğraştıran şeylerdir.
Yalnız başlık iyi hortlamış.
Bencil anlamda ölümsüzlük hakkında iyi düşünüyorum, ölümsüz olmak isterim. Ölümsüzlüğe kısmen ulaşılabileceğine inanıyorum. Ancak ölümsüzlüğün her insanın erişenileceği bir şey olmasını istemiyorum. Fakat bu sefer de benim ölümsüzlüğe ulaşmam sıkıntıya gireceği için bu fikri çok da desteklemiyorum.Saygideger eski dostum
Hassas oldugun bir konuya deginicem
Musadenle.
Olumsuzluk hakkinda ne dusunuyorsyn?
Sence birgun olmsuzluk bulnabilir mi?
devam edelim.
İnsanın imleyenle ilişkisinin bu şekilde ön plana çıkarılmasının, bu haliyle, örneğin bir Karen Horney'in fallus tartışmasında Freud tarafından feminist olarak nitelenen konumuyla öncülüğünü yaptığı, sıradan anlamıyla "kültüralist" bir konumla hiç bir ilgisi yoktur. Söz konusu olan insanın toplumsal bir fenomen olarak dil ile ilişkisi olmadığı gibi, alay edercesine kendisine duygu denilen somuta başvurma tarzındaki ilke savsaklamasıyla tanınan, ayrıca her türlü metafizik kavrama zaman aşımına uğramış bir müracaat ile aşılamayan şu ideolojik psikogeneze benzer bir şey hiç değildir.
Söz konusu olan Freud'un düşler konusunda bilinçdışının sahnesi olarak tanımladığı bu öteki sahneyi (ein anderer Schauplatz) düzenleyen yasalarda, dili oluşturan maddi açıdan oynak öğeler zinciri düzeyinde ortaya çıkan etkileri yeniden bulmaktır.
Öznenin kuruluşu açısından belirleyici olan bu etkiler, metonimi ve metafor tarafından oluşturulan ünlenenin bu iki türetiri eğilimine göre imleyende "bir araya getirme" ve "yerine koyma" çifte işleviyle belirlenirler. Bu sınamada sözcüğün matematik anlamıyla öyle bir topoloji ortaya çıkar ki, bu olmaksızın sözcüğün analitik anlamıyla bir semptomun yapısını sadece kaydetmenin bile olanaksız olduğu derhal kavranır. Öteki'nde bu konuşur (ça parle) diyoruz; burada Öteki ile, tam da Öteki'nin müdahale ettiği her türlü ilişkide söze başvurmanın çağrıştırdığı yeri kastederek. Eğer Öteki'nde bu konuşuyor ise, kulağıyla duymuş olsun ya da olmasın, öznenin imlenenin her türlü uyanışına mantıki önceliği dolayısıyla, öznenin orada kendi imleyen yerini bulmasından dolayıdır.
Bu yerde, yani bilinç dışında eklemlediği şeyin bulgusu bize öznenin nasıl bir yarılma (Spaltung) pahasına böylece kurulduğunu kavrama olanağını verir. İşte burada fallus, işlevi bakımından aydınlanır [Freud'cu doktrinde fallus] ve eğer fantezi sözcüğüyle imgesel bir etkiyi anlamak gerekiyor ise, bu bir fantazi değildir. Nesne sözcüğünden bir ilişkide ilginin yöneldiği gerçekliği anlamak gibi bir eğilim olduğu ölçüde, fallus bu doktrindeki haliyle bir nesne, (kısmi, içsel, iyi, kötü vs. bir nesne) hiç değildir. Simgelediği organla; penis ya da kiltoris ile ilişkisi ise çok daha azdır. Ve Freud fallus ile ilgili olarak, Antik Çağ'dakiler gibi bir surete (simulacre) gönderme yaptıysa, bunun belli bir nedeni vardır. Çünkü fallus bir imleyendir; analizin özne içi ekonomisinde işlevi belki de gizem içinde tuttuğu şeyin peçesini kaldırmak olan bir imleyen. Çünkü o, imleyen ağırlığıyla imlenen etkilerini koşullandırmasından dolayı bu etkileri bütünlükleri içinde adlandırmaya adanmış imleyendir.
O halde şimdi bu ağırlığın etkilerini araştıralım. Öncelikle bu etkiler, insan konuştuğu için, gereksinimlerinin kendisinden sapması olgusundan, insanın gereksinimlerinin talebe tabi oldukları oranda ona yabancılaşmış olarak geri dönmelerinden kaynaklanır. Bu, insanın gerçek bağımlılığının sonucu değil (burada nevroz kuramındaki bağımlılık kavramından ibaret olan bir parazit anlayışın bulunduğu sanılmasın), kendi olarak imleyen biçimi almasından ve mesajın Öteki'nin yerinden yayımlanmış olmasındandır. Böylece gereksinimlerde yabancılaşmış olarak bulunan şey, hipotez gereği, talepte eklemlenememekten dolayı bir kökensel bastırma (Urverdrângung) oluşturur; ama gereksinimlerde yabancılaşmış ve ancak bir uzantıda görülebilir olan bu şey, insanda arzu (das Begehren) olarak mevcut olan şeydir. Analitik deneyimden kaynaklanan fenomonoloji kuşkusuz arzunun onu gereksinimden ayıran aykırı, sapkın, yersiz yurtsuz, serseri, hatta rezilane karakterini gösterecek doğadadır.
—F.A