- Katılım
- 30 Nis 2012
- Mesajlar
- 1,302
- Tepkime puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 42
sscb'de brejnev döneminde filan değil de, daha ekim devriminden sonra, işçi sınıfı adına iktidarın ele geçirildiğini; ama kimi teorik eksiklikler ve tarihsel nedenlerle, sosyalizm kuruculuğu sorunlarının çözülemediğini ve dolayısıyla gerçek anlamda üretim araçları üzerindeki mülkiyetin sosyalizasyonun sağlanamadığını; deyim yerindeyse, devlet kapitalizmi içinde sosyalist üretim ilişkilerinin geliştirilmeye çalışıldığını düşünüyorum...
Ben parti ve emekçi kitle arasındaki bağın koptuğu dönem olarak Brejnev’e işaret ettim. İşaretimin sebebi de parti içerisinde emekçilerin, oransal olarak aydınların gerisine bu dönemde düşmesidir.
bu tür ülkeler arası sorunlar, ülkelerden birinin sosyalist mi, sosyal-emperyalist mi olduğuna indirgenemeyecek kadar çok etken tarafından biçimlendirilen karmaşık sorunlardır...
Sayın mavi burada tarafımdan herhangi bir şeye indirgeme yoktur. Olayın tek yönlü olmadığı açıktır. Ancak bu çok yönlülük, konunun bir yönü ile sosyal-emperyalizm konusu olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
yanlış hatırlamıyorsam, iktisat okuduğunuzu yazmıştınız, eğer yeterince ilgilenip herhangi bir ön yargıdan hareket etmeden soğukkanlı biçimde değerlendirebilirseniz, siz de kabul edersiniz ki, aslında sscb'nin emperyalist olmasının maddi altyapısı da yoktur; çünkü ülkede bırakalım üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti, biraz da aşırıya kaçılarak neredeyse hiç bir şeyin üzerinde özel mülkiyet bırakılmamıştır; herkes maaşlıdır ve maaşlar gereğinden çok fazla abartılı şekilde eşitlenmiştir ve hatta ''ne yaparsan yap, eşitsin'' anlayışı yaygınlaşmıştır; toplumun yarattığı artı değere el koyan kimse de yoktur; eğer olsaydı, sbkp mk ve polit büro üyelerinin malı- mülkü olurdu; oysa, v.i.u.lenin'den m. gorbaçov da dahil olmak üzere bütün birinci sekreterler, üst düzeyde kalifiye bir işçiden, bir sporcu ya da sanatçıdan ( örn. orada konuk olduğu sürece nazım hikmet'ten) daha farklı bir yaşam sürmedikleri gibi, öldükten sonra da geride kendilerine ait bir şey bırakmamışlardır... zaten öyle olsa, problem basit ve teşhis kolay olurdu; ama ne yazık ki, sorun daha derinlerdedir...
Yeterince ilgilenme meselesine katılırım ancak ön yargı ve soğukkanlı olmamaya katılmam. Bu konuda neden soğukkanlı olamayayım? Herhangi bir sebep göremiyorum. Anlaşamıyoruz çünkü daha öncede söylediğim gibi siz sosyalizm+emperyalizm=soysal emperyalizm gibi bir düşünceden hareket ediyorsunuz. Ben de bu böyle değildir diyorum. Sizin bu formülünüzden hareket edildiğinde evet, emperyalizm sözcüğü direkt olarak kapitalist sistem açısından anlamlı olduğundan sosyalizm ile beraber olabilme imkânı yoktur. SSCB için kullanılan emperyalizm, devlet mülkiyetinin geçerli olduğu, artı ürüne devletin el koyduğu, fakat devlet iktidarının emekçi kitleden koptuğu (artık sosyalist olmayan) bir memleketin, dünya mücadelesine oynama sürecini, işgalciliğini vs.ifade ediyor. Ben böyle anlıyorum. Yoksa Lenin’in tanımladığı anlamda, kapitalizme ait olan bir emperyalizm değildir burada anlatılmak istenen. Özel mülkiyetin olmadığı bir yerde Lenin’in emperyalizm tanımlaması geçerli olmaz. Bu tanım batı tipi bireysel mülkiyet temelinden hareketle yapılmıştır. Burada ise bir zümrenin devlet üzerindeki hâkimiyetinden bahsediyoruz ki bu bir nevi sanayi üretimi üzerinde yükselen Asya tipi despotluktur. Süreç de bildiğimiz gibi kapitalizm ile sonuçlanmıştır. Bu mülkiyet ilişkilerine sahip bir toplumun emperyalizmi batı tipi emperyalizm ile birebir örtüşmeyecek, elbette kendine has olacaktır. SSCB sürekli olarak ağır sanayiye yatırım yapmış olduğundan, tüketim malları niteliksel olarak düşüktür ki reel ücretler de(ki emek gücünün mal olarak ederidir) düşüktür denebilir. Neticede mal dediğiniz, ihtiyaçları karşılama özelliğine sahip emek ürünleri olduğundan, kişisel anlamda tatminsizlikten söz edilebileceği gibi, emekçinin ihtiyaçlarının karşılanması olgusunun ( ki komünizme gidişte önemli bir unsurdur) göz ardı edilmiş olduğu ifade edilebilir. Bu göz ardı ediliş de anormal değildir çünkü iktidar partisi emekçilerin kontrolünde değildir. Burada bir sömürü vardır ancak bu kapitalist dünyanın sömürüsünden biçimsel olarak farklıdır.
Başka bir unsur da burada mal mülk sahipliğinin kişi üzerinden değil de zümre üzerinden gerçekleşiyor olmasıdır. Ama elbette bilmiyorum mal varlıkları nedir ne değildir. 1975 yılında önemli bir sermaye tutarının özel mülkiyete konu olduğunu okuduğumu hatırlıyorum. Zannedersem İtalya Komünist Partisinin bir yazısıydı.
hangi sayılar... elbetteki sscb ve diğer sosyalist ülkeler arasındaki ticaretin sayıları, örn. abluka altındaki küba'nın şekerini dünya fiyatlarının çok üstünde bir değerle on yıllar boyunca kim almış olabilir...?
Kruşçev döneminde Stalin’in etkileri görülmekle beraber, bürokrasi devlet iktidarına mutlak hâkim olma evresindedir. Bahsettiğiniz dönemde bir geçiş süreci yaşanmaktadır. Bu dönemde emperyalist karakter belirgin değildir. Kaldı ki SSCB Türk filmlerimizin kötü adamı değildir her hamlesi kötüdür diyebilelim. Neticede ABD’nin hamlesine karşılık Küba kozu oynanmıştır. Burada devlet iktidarının süreç içerisinde kimde olduğu önemlidir.
marksizm için, sosyalist mülkiyet tipi ( yani, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasının biçimi ) henüz tümüyle çözülememiş bir sorundur... (?)... sosyalizm kuruculuğu için, ''olmazsa olmaz koşul'' olarak; teorideki proleterya diktatörlüğünün iki yönlülüğü ( içe karşı en derin demokrasi- dışa karşı en katı diktatörlük ), kimi tarihsel ve pratik neden ya da gerekçelerle dikkatten kaçırılmamalı; toplumun tümü üzerinde diktatörlüğe dönüşmesine izin verilmemelidir... dünya sosyalist sisteminin yeterince güçlü olduğu dönemlerde, burjuva demokrasisinin yeterince gelişmiş olduğu ülkelerde, proleterya diktatörlüğünü gerçekleştirmeden ( hayata geçirmeden ) de sosyalizm kuruculuğunun gerçekleştirilebileceğini, düşünüyorum...
Sanırım bu sorunun nereden nereye geldiğini tespit için Çin modelinin iyice incelenmesi gerekiyor. Bunu yaptığımı söyleyemem.
Daha önce de söylediğim gibi proletarya diktatörlüğü olmadan sosyalizmin gerçekleşebilmesi için Marksizm’in kavramlarının değişmesi gerekir. Devlet Marks ve Engels’in devlet tanımından çok örneğin Rousseau’nun devlet tanımına yakın olmalıdır ki sizin dediğiniz diktasız dönüşüm gerçekleşebilsin. Sınıflar arası uzlaşmaz karşıtlıklar olmamalıdır ki uzlaşı ile sosyalizm gerçekleşebilsin. Bu da diyalektik tarihsel materyalist düşünce ile temelden uyumsuzdur.