Antişovenist Olmak Ne Demektir?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde İdeolojiler kategorisinde Granma tarafından oluşturulan Antişovenist Olmak Ne Demektir? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,276 kez görüntülenmiş, 23 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı İdeolojiler
Konu Başlığı Antişovenist Olmak Ne Demektir?
Konbuyu başlatan Granma
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan birazdahaderinmavi

Granma

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
8 Kas 2012
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt Sorunudur. Bu sorun halkların “Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” çerçevesinde ve her iki halkın hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmayan kardeşliği temelinde çözülebilir. Bu kardeşlik temelinde kurulacak Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti, tüm emperyalist oyunları bozan, Ortadoğu’da tüm halklara kurtuluş yolunu açan bir birlik olacaktır. Çözümü emperyalistlerden beklemek ya da zorla-silahla: Sıkıyönetim’lerle-OHAL’lerle Kürt Sorununu çözeceğini sanmak; ancak çözümsüzlük getirir. Bu yöntemler başta Türk ve Kürt Halkı olmak üzere, Ortadoğu Halklarına kan ve gözyaşı getirmekten, yüzyıllardır bir arada yaşamış halkların arasına kan davaları sokmaktan başka bir sonuç vermez, vermiyor da. Bu polikay ı sürdürmek, Emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmek, onların “böl, parçala, hükmet” yöntemlerinin işlemesi için altyapı oluşturmak anlamına gelir.

Bildiğimiz gibi, tüm sağ partiler (kendine “sol” diyen CHP de dahil), Kürt Sorununda şovenist (aşırı milliyetçi) bir tutum içindedirler. Bu çizginin en uç noktasını, ırkçı faşist MHP oluşturur. Daha ötesinde ise bizim 1970’lerden beri içyüzünü deşifre ettiğimiz ve CIA Sosyalisti olarak isimlendirdiğimiz İP gelir. Ve İP’in yavrusu, kulağı geçen boynuz-“Türk Solu”, şovenizmin en azgınını “sol”a bulayarak, sol değerlere ihanet ederek savunmaya kalkar. Ya da daha doğru bir söyleyişle doğrudan ya da dolaylı olarak CIA’dan alınan direktiflerle, solu halkın gözünden uzak tutmak-kötülemek görevini yerine getirir.

Diğer taraftan bugün, Burjuva Kürt siyasi hareketinin ABD’nin Kuzey Irak’ta yarattığı kukla yönetimi olumlama ve benzer çözümün, Türkiye için de geçerli olabileceği şeklindeki tutumu, emperyalistlerin Kürt Sorununa bir çözüm getirebileceği yanılgısını yaymakta; halklar için ne gibi tehlikeler getireceği görülememekte, tarihten ders alınmayarak bu tez savunulmaktadır. Hatta bu anlatım: “Bugüne kadar Türkiye ABD’nin kucağına oturdu. Biraz da Kürtler otursa ne olur.” söylemine kadar gidebilmektedir. Parababalarımızın, Dünyada ilk başarılı Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş Türkiye’yi düşürdükleri bu onur kırıcı durumun, halklar tarafından kabul edilebilir bir şey olmadığı açıktır. Yani “kucağa oturmak” halkların nefretini çeken, satılmış vatan, millet nedir bilmeyen Parababaları tutumudur. Devrimcilik demek, bırakın böyle onursuz bir durumu savunmayı, bu rezilliğe karşı en ödünsüz savaşı yürütmek demektir.

İşin acı tarafı, kendi gücüne güvenemeyen, bu yüzden de Burjuva Kürt Ulusal Hareketine ibrikçilik etmek tutumunda olan ve Marksist-Leninist olduklarını iddia eden, güce tapıcı sol gruplarımız da “Sevr paranoyası”na kapılmayalım diyerek ve sırf AB-D’ci Kürt Ulusal Hareketine şirin görünmek için emperyalist oyunun, farkına varmadan aktörleri olmaktadırlar. Sevr’in Kürt Ulusuna da düşman olduğunu görememektedirler. Bugün bile emperyalistler bu iki halkın ve diğer bölge halklarının böğrüne yapay bir Ermenistan Devleti kamasını sokmaya çabalamaktadırlar. Bunun ne kanlı boğuşmalara sebep olacağını anlamak için, Filistin topraklarında, emperyalistler tarafından kurdurulan İsrail’e bakmak yeter.

Bu bağlamda “Cumhuriyet Mitingleri”ne birkaç sözle değinmekte yarar var. Bu mitinglerde dile getirilen antiemperyalist ve antifeodal sloganlar, eksik gedik olsa da, savunduğumuz sloganlardır. Fakat o mitingleri düzenleyen ve CHP çizgisinin varyasyonlarını oluşturan kişi ve kuruluşlar, şoven söylemlerde de gericilerden hiç geri kalmadılar. Son mitingler hariç tutulursa, MHP’nin bu mitinglere katılmasının nedeni de budur.

Bu mitinglerin tabanı çağdaş değerleri savunan işçiler, köylüler, küçük üretmenler, kamu çalışanları, aydınlardırdır. Ve büyük çoğunluğuyla da Şeriat tehlikesini gören yarımız olan kadınlardır. Bu taban İşçi Sınıfının müttefiklerinden oluşmaktadır. Bu tabanı, bu şoven şartlanmalardan kurtararak, İşçi Sınıfı öncülüğünde Halk Cephesinde ordulaştırmak görevi bütün ağırlığıyla önümüzde duruyor. Bunun birincil şartı ise İşçi Sınıfının öncü müfrezesi olan Proletarya Partisini örgütlemektir.

HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Daha ötesinde ise bizim 1970’lerden beri içyüzünü deşifre ettiğimiz ve CIA Sosyalisti olarak isimlendirdiğimiz İP gelir.

90lı yıllarda İP'nin Güneydoğu temsilcilerinin çoğunun faili meçhul cinayetlerle gladyo tarafından katledildiğini düşününce ve günümüzde ABD-AKP-Cemaat ortak yapımı Ergenekon safsatasının bir numaralı hedefinin İP ve Aydınlık hareketi olduğu hatırlanınca, bu CIA sosyalistliğinin ayakları havada kalıyor. Tabi herkesin bir ağzı var ve büzmek bir seçenek değildir.
 

Granma

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
8 Kas 2012
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
İşçi Partisini savunmanın tek yolu bumu yani? ''Maduriyet'' Zaten o cepheden bu cepheye sıçrayıp kirlilik yapmaktan bilinçsiz gençlerin katında başka giyecek meşruluk kıyafetide kalmadı tabi. İP nicelik olarak en çok gelişmeyi ''maduriyet'' yeleğini giydikten sonra sağlamıştır. Buda CIA'nın en masum görünen tezgahının bir parçası. Bunu AKPde yapıyor, onlarda kencince mağdur. 28 şubatta mağdur olanlarda kendince en haklı, ''karanlık güçler onları bu vata hizmet etmekten alıkoymuş.'' Bugün CIA'ya hizmet edipte içeride olan bir dünya vatan haini vardır. İP'in (taban için değil bu kavramlar) meşruluğunu kanıtlaması mağduriyetle, ulusal değerlere en uç noktada sahip çıkmakla değil, devrimci tutumla olur. Nedir o devrimci tutum yapılan ihanetleri kabul edip özeleştiri vermektir.



''D.Perinçek ve PDA Tayfasının tüm tezleri bugün Sahte Solcular tarafından savunulmaktadır.

Doğu Perinçek ve PDA Tayfası, Parababaları devletine, CIA’ya, MİT’e, Polise ettikleri bu hizmetin ve Devrimci Kavgaya, Halklarımıza yaptıkları ihanetin hesabını vermeye mecburdur.
Bunun dışında bu hainler tayfası CIA Sosyalizminin bütün tezlerini Türkiye’ye taşımıştır. O CIA ideolojisiyle doktrine edilmiş zavallıcıklar yetiştirmiştir.
“Üç Dünya Teorisi”,“Sovyet Sosyal Emperyalizmi”
Bu ekip, AB-D Emperyalistlerinin saldırgan antikomünist askeri örgütü NATO’yu bile savunmuş, Türkiye’nin NATO’dan çıkmamasını, “Sovyet Sosyal Emperyalistleri”nin, “Yeni Çarlar”ın Türkiye’yi istilasına karşı kendini bu örgüt aracılığıyla savunmasını önermiştir.
Bir CIA tezgâhı olan 12 Eylül Faşist Darbesini açıktan savunmuştur. Yurt dışında, yurt içinde ve faşizmin askeri mahkemelerinde yani “Sıkıyönetim Mahkemeleri”nde. “12 Eylül harekâtını savunan tek sol örgüt biziz” diye o mahkemelerde nutuklar atmışlardır.
Sonra da bu ekip, sahte solcuların savunduğu hemen tüm Marksizm dışı zırva tezlerin Türkiye’deki ilk savunucusudur. Onlar, bu zırvalamaları onlardan (perinçekten) devraldılar..
Bir kitabı var bu sosyalizm düşmanı perinçeğin. Buradaki yazılar o günkü gazete ve dergilerinde de çıkmıştır.Doğu Perinçek’in;
Bu kitap ve diğer yayınlarındaki yazılarında Doğu Perinçek, sözde solcuların bugün bize yönelttiğiniz demagojik suçlamaların hemen tamamını Hikmet Kıvılcımlı’ya yöneltir. Usta’yı “orducu, darbeci, devletçi, şoven, Kemalist” olmakla suçlar.
Ayrıca, bugün savunulan Ermeni ve Kıbrıs meselelerindeki tezlerinizi de Türkiye’ye getiren Doğu Perinçek ve avenesidir.
Bakın Ermeni Meselesi’nde ne derler:
“Osmanlı devleti, Hamidiye Alaylarını Kürtleri bölmek ve feodal parçalanmayı sürdürmek için kullandı.
“(…)
“Ermeni-Kürt çatışması yaratıldı. Ermenilerin anti-feodal ve milli mücadelelerine karşı Hamidiye Alayları seferber edildi. Kürt feodalleri Ermeni-Kürt çatışmasını kendi emelleri için körüklediler. Ermenilerin mallarını gaspettiler. Ermeni ve Kürt halkları birbirine kırdırıldı.
“1894’te Sason Talor katliamında on binden fazla Ermeni, Hamidiye Alayları tarafından katledildi.”
Bu, gerçeği tersyüz ederek ortaya koyan satırlar şimdi solcularımızın yayın organlarınızda tekrarladığı satırlardır. Hem de kelimesi kelimesine değil mi?..
Bakın burada Rus Çarlık Emperyalizminin, İngiliz, Fransız, Alman ve ABD Emperyalizminin, halkları birbirine boğazlatarak Osmanlı’yı çökertme, parçalama ve paylaşma için tezgâhladığı aşağılık, kanlı, insanlık dışı oyunlar, Osmanlı’ya mal edilir. Emperyalistlerin bütün suçu Osmanlı üzerine yıkılır.
Tıpkı emperyalistlerin yaptığı gibi…
Ermeni burjuvalarının, emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle; Kürt illerinin tamamında azınlık olmalarına rağmen, ayrı, bağımsız bir Ermeni devleti kurmak için başlattıkları isyanı, “Ermenilerin anti-feodal ve milli mücadelelerine karşı…” denilerek dolaylı bir anlatımla da olsa meşru kabul edilerek savunulur… Tıpkı bugün 'sosyalistlerimizin' yaptığı gibi…
O zamanlar, “Ermeni soykırımı” teriminin kullanımı bugünlerdeki gibi moda değildi. O nedenle Doğu Perinçek ve tayfası da bunu kullanmıyor.
Biz, “Sason İsyanı”nın gerçek yüzünü, o yıllarda bölgede Rus Çarlığı’nın konsolosluğunu yapan Rus General Mayevsky’nin, Çarına olayların oluş şekli hakkında bilgi vermek için hazırladığı ve gönderdiği Raporları’na dayanarak göstermiştik. Bu çalışmamız, gazetemizde ve konuya ilişkin kitabımızda bulunmaktadır. Rus Generali Mayevsky’nin Raporları’ndan oluşan kitabı da stantlarımızda sergilenmekte, Parti şubelerimizde satılmaktadır.
Gelelim Kıbrıs Meselesi’ne:
“Kıbrıs Meselesi”Doğu Perinçek
Bugün 'sosyalistlerimizin' savunduğu tezin aynısını işler, çok ayrıntılı olarak. D. Perinçek sahte sosyalistlerimizin şeflerinizden-ideologlarınızdan çok daha zeki olduğu için oldukça süslü biçimde savunur BOP'çu tezleri. Derin teorik temeller oluşturur onlara. Ustaları da bu saçmalıklarına malzeme olarak kullanmaya kalkar. D. Perinçek çok zekidir, ama aynı oranda da siyasi namus ve ahlâk fukarasıdır. O yüzden bir türlü tutarlı olamaz. Bir zaman çok keskin biçimde savunduğu tezlerin bir zaman sonra tam tersine sıçrar. Onları da aynı keskinlikte, uç noktada savunmaya girişir. 1970’lerde, 80’lerde, 90’ın da büyük bölümünde bugün sahte solunda de savunduğu tezlerin hemen tümünü savunuyordu. O cepheyi iyice rezilleştirdikten sonra, bu sefer kalktı yurtsever, laik, Kemalist, ulusalcı cepheye atladı, 180 derecelik bir dönüş yaparak. Şimdi de orayı kirletmekle meşgul…
Kıbrıs Meselesi’ne dönersek; şöyle der D. Perinçek:
“Kıbrıs’a yapılan silahlı müdahale, Doğu Akdeniz’deki kargaşalığı daha da artırmıştır. İki süper devletin Orta Doğu ve Akdeniz’deki hegemonya çatışması her geçen gün şiddetlenmektedir. Kıbrıs, Süveyş ve Orta Doğu petrolleri bakımından taşıdığı önem dolayısıyla bu çatışmanın odak noktalarından birini meydana getirmektedir. Orta Doğu’da yeni bir savaşın patlak vermesi ihtimali her geçen gün büyümektedir.
“(…)
“Hâkim sınıflar, Kıbrıs’ı işgal etmekle yurdumuzun başına büyük bir bela açmışlardır. Türkiye, kargaşalığın gittikçe merkezine doğru çekilmektedir. Orta Doğu’da iki süper devletin yarattığı kargaşalık ve saldırı tehditleri bugün Türkiye’yi her zamankinden fazla ilgilendirmektedir.
“(…)
“İşgalci siyasete ve şovenizme karşı mücadeleyi cesaretle güçlendirmeliyiz. Türkiye hâkim sınıflarının, Kıbrıs’a barış ve özgürlük götürmek perdesi altında yaptıkları NATO jandarmalığını bütün halka açıklamalıyız. Bazı yurtseverler, estirilen şoven hava karşısında gerçeklerin halka açıklanmasına, “sonra tecrit oluruz” gerekçesiyle karşı çıkmaktadırlar. Devrimciler, her şart altında ve her türlü baskıya göğüs gererek gerçekleri ve halkın menfaatlerini savunurlar.
“İşgalci siyasetin halkımızın menfaatlerine ne kadar zararlı olduğu, er geç gün ışığına çıkacaktır ve bugünden çıkmaktadır.”
D. Perinçek’in kitabının her sayfası bu anlamdaki zırvalamalarla doludur. Fakat görüldüğü gibi D. Perinçek bu saçmalıklarını devrimci motiflerle süslemeyi asla ihmal etmez.
D. Perinçek, AB-D Emperyalistlerinin, Kıbrıs konusunda bugünkü tezleriyle ana düşünce bakımından tam bir uyum gösteren (Çünkü onlar da bugün Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci olarak görmektedirler ve Türk Ordusu’nun Kıbrıs’tan derhal çekilmesini, KKTC’nin lağvedilmesini istemektedirler.) tezlerini sosyalistlere iyice benimsettikten sonra, 90’lı yılların sonlarına doğru aniden ve birden 180 derecelik yön değişikliği yaparak karşı cepheye-ulusalcı güçler cephesine zıpladı.
Şimdi Türk Ordusu’nun Ada’daki varlığının ve KKTC’nin aynı şiddette savunucusudur. “Kıbrıs’ı veren Türkiye’yi de verir” diyen afişlemeler yapmaktadır.
Sahte sol, D. Perinçek’le 90’lı yılların sonlarına kadar, ideolojik birlik içinde olduğunuz için, onun geçmişte, 1980 öncesi ve sonrası yukarıda andığımız ihanetlerini görmezlikten geldi. 1992 1 Mayısı’nı onun önderliğinde, rehberliğinde kutladı, Gaziosmanpaşa Meydanı’nda. Valilik sadece ona izin vermişti. Biz onu 1970’ten beri CIA Sosyalizminin Türkiye’deki savunucusu saydığımız için asla onunla birlikte iş yapmayacağımızı söyledik diğer sol gruplara. Biz ondan ayrı kutlamalıyız, kutlarız da dedik. Somut yer gösterdik. Ama HÖC hariç diğerleri sözümüze itibar etmediler. D. Perinçek’in yanına gideceklerini, onunla birlikte olacaklarını, dolayısıyla onun arkasına sığınacaklarını söylediler.
Biz o 1 Mayıs’ı, Yurtiçi Kargo Direnişçileri ve Permatik Grevcileriyle birlikte İkitelli’de grev yerinde (yani Permatik’te) kutladık.
Sahte sol, D. Perinçek’in ardına takıldı ve onu kürsüden konuşurken huşu içinde dinlediniz…
Şimdi söyleyin bakalım İP’çi kim?..
Yarın eski görüşlerine geri dönse –bu onun için hiç de zor olmaz– siz yine onunla birlik olursunuz…
Bizse; o, ben yıllarca Türkiye Solu’na ihanet ettim, CIA Sosyalizmi yaptım, devrimci harekete ve Türkiye Halklarını karşı ağır suçlar işledim, bağışlanmamı-beni affetmenizi diliyorum, demedikçe onunla yan yana gelmeyiz, birlikte iş yapmayız…''

Halkın Kurtuluş Partisi

 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
12 Mart döneminde Devlet Brifingi’ne verilen 12 Mart raporu

12 Mart yönetimi, 1972 yılının 13 Kasımında Ankara'da Atatürk Orman Çiftliği'nde MİT'in Marmara Köşkü'nde toplandı. Toplantıya Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve devlet büyükleri katıldı. MİT ve Kontrgerilla, bu toplantıya bir brifing sundu. Brifing'te Perinçek’in önderlik ettiği TİİKP hakkında şu değerlendirme yapılıyordu:

"Milli Demokratik Devrim stratejisini benimsemiş olmasına rağmen, diğer örgütlerin aksine, terörcü, kendiliğindenci ve aceleci eylemlerden kaçınarak, uzun devrede faaliyet gösteren bu örgüt, aynı zamanda militanı en çok, teşkilâtı en yaygın olanıdır. Aşırı sol cephenin genç teorisyenlerinin en azılısı, en teşkilatçısı Doğu Perinçek'tir."

Resmî adıyla "Devlet Brifingi"ne sunulan bu gizli rapor, 23 yıl sonra ele geçmiş ve yayımlanmıştır (Marmara Brifingi, Kaynak Yayınları, Nisan 1995, s. 70 vd).


12 Eylül döneminde Amerikancı güçlerin bir nolu hedefi

CIA İstasyon Şefi Paul Henze'nin "bizim çocuklar" dediği 12 Eylül cuntasının iktidara elkoyduğu gün kapattığı ilk gazete, Aydınlık’tır. 12 Eylül rejimi, soldaki siyasal partiler arasında öncelikle Doğu Perinçek’in genel başkanı olduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi’ne karşı bir tutuklama kampanyası başlatmış, TİKP’yi solda MHP’yi dengeleyen örgüt olarak değerlendirmiştir. Nedeni, TİKP ve Aydınlık’ın Kontrgerilla kampanyalarıyla ABD güdümlü karanlık güçlere indirdiği ağır darbelerdir.

MİT içindeki CIA kliği Partimiz hakkında neler dedi?

Bizzat MİT içindeki CIA kliği, Doğu Perinçek önderliğindeki Partinin, MİT’i 1980 öncesinde ve 1987’de iki kez felce uğrattığını belirtmişlerdir. Bizzat MİT’in eski Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’ın ağzından dinleyelim: “Maalesef Perinçek ve Aydınlık, MİT’i iki kez pasif duruma sokabildiler.” (Sabah, 8-9-10 Haziran 1988). MİT Daire Başkanı ünlü Mehmet Eymür de, Perinçek’in yönettiği örgütün 1987’de “MİT’i çökerttiğini” söylemiştir (Bulvar, 15-19 Haziran 1988)

En son MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Aydınlık’a karşı bir bildiri yayımlamış ve Aydınlık’ın temsil ettiği harekete karşı mücadeleyi sürdüreceklerini belirtmiştir. MİT Müsteşarı’nın aynı zamanda Avrupa Birliği cephesinden Türkiye’nin egemenlik ve bütünlüğüne karşı bir tavır içine girmesi anlamlıdır

Yukarıdaki yazı buradan alınmıştır.

Hikmet Kıvılcımlı için Perinçek'in söyledikleri
Bizden önceki kuşaklardan kalan en dikkat çekici teorik miras, Hikmet Kıvılcımlı’nın imzasını taşıyor. En önemlisi Kıvılcımlı, Sovyetler Birliği’ne sadakatin ötesinde gerçeğe bağlılığı ön plana çıkaran kaygılarla teorik çalışma yapmıştır. Kıvılcımlı’da teorinin pratik için olduğu bilinci, doğruları olgularda arama duyarlılığı güçlüdür. Belki de en önemlisi Hikmet Kıvılcımlı’nın olağanüstü çalışkanlığıdır…..Karakterli, davaya bağlı, nesnel olmaya özen gösteren, yaratıcı ve pratik çözümleri olan bir devrimci önderdi…
Bilimsel Sosyalizm ve Bilim, Kaynak Yayınları sf: 216

Mağduriyetten ekmek çıkarmak

Kısacası sizin söyledikleriniz dedikodu mahiyetinde,propaganda amaçlı ve olgulardan kopuk ifadeler olarak görünüyor. CIA'nın sözde etkili olduğu İP, ABD - AKP - Cemaat tezgahı Ergenekon Davasında nasıl bir numaralı hedef oluyor? Bunu söylemek mağduriyeti ifade etmek için değil bir olguyu ortaya koymak içindir. ikincisi
linkinde bulunan yazının büyük kısmı "Bize cephe aldılar, haksızlığa uğradık, mağdur olduk" kıvamında. Mağduriyetten ekmek çıkarma çabasının tipik bir örneği.
 

Granma

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
8 Kas 2012
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
12 Mart döneminde Devlet Brifingi’ne verilen 12 Mart raporu

12 Mart yönetimi, 1972 yılının 13 Kasımında Ankara'da Atatürk Orman Çiftliği'nde MİT'in Marmara Köşkü'nde toplandı. Toplantıya Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve devlet büyükleri katıldı. MİT ve Kontrgerilla, bu toplantıya bir brifing sundu. Brifing'te Perinçek’in önderlik ettiği TİİKP hakkında şu değerlendirme yapılıyordu:

"Milli Demokratik Devrim stratejisini benimsemiş olmasına rağmen, diğer örgütlerin aksine, terörcü, kendiliğindenci ve aceleci eylemlerden kaçınarak, uzun devrede faaliyet gösteren bu örgüt, aynı zamanda militanı en çok, teşkilâtı en yaygın olanıdır. Aşırı sol cephenin genç teorisyenlerinin en azılısı, en teşkilatçısı Doğu Perinçek'tir."

Resmî adıyla "Devlet Brifingi"ne sunulan bu gizli rapor, 23 yıl sonra ele geçmiş ve yayımlanmıştır (Marmara Brifingi, Kaynak Yayınları, Nisan 1995, s. 70 vd).


12 Eylül döneminde Amerikancı güçlerin bir nolu hedefi

CIA İstasyon Şefi Paul Henze'nin "bizim çocuklar" dediği 12 Eylül cuntasının iktidara elkoyduğu gün kapattığı ilk gazete, Aydınlık’tır. 12 Eylül rejimi, soldaki siyasal partiler arasında öncelikle Doğu Perinçek’in genel başkanı olduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi’ne karşı bir tutuklama kampanyası başlatmış, TİKP’yi solda MHP’yi dengeleyen örgüt olarak değerlendirmiştir. Nedeni, TİKP ve Aydınlık’ın Kontrgerilla kampanyalarıyla ABD güdümlü karanlık güçlere indirdiği ağır darbelerdir.

MİT içindeki CIA kliği Partimiz hakkında neler dedi?

Bizzat MİT içindeki CIA kliği, Doğu Perinçek önderliğindeki Partinin, MİT’i 1980 öncesinde ve 1987’de iki kez felce uğrattığını belirtmişlerdir. Bizzat MİT’in eski Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’ın ağzından dinleyelim: “Maalesef Perinçek ve Aydınlık, MİT’i iki kez pasif duruma sokabildiler.” (Sabah, 8-9-10 Haziran 1988). MİT Daire Başkanı ünlü Mehmet Eymür de, Perinçek’in yönettiği örgütün 1987’de “MİT’i çökerttiğini” söylemiştir (Bulvar, 15-19 Haziran 1988)

En son MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Aydınlık’a karşı bir bildiri yayımlamış ve Aydınlık’ın temsil ettiği harekete karşı mücadeleyi sürdüreceklerini belirtmiştir. MİT Müsteşarı’nın aynı zamanda Avrupa Birliği cephesinden Türkiye’nin egemenlik ve bütünlüğüne karşı bir tavır içine girmesi anlamlıdır

Yukarıdaki yazı buradan alınmıştır.

İP'i o yıllarda şimdiki çizgisinde gibi gibi görüp mağdur görmek-göstermek bir kere başlı başına bir yanılgıdır. İP senin belirtmiş olduğun gibi o yıllarda ''gizli güçlerin'' hedefi değil göz nurudur. İP'in göstermelik hedef alınışı ilk değildir zaten. Bu mantıkla hareket edersek İP'in bölücü tezler savunduğu yıllarda hedef alınmasıda İP'in haklılığını gösterir. Şimdiki çizgisini baz alıp tüm siyasi tarihini zindanlara, baskılara karşı göğüs germiş bir örgüt gibi görür veya göstermeye çalışırsan yanılgıya düşersin. Yukarıdaki savunmana cevap olarak İP'in o günkü durumunu ve karakterini ortaya koymak yeterli olacaktır.

İP, (o zamanki adıyla PDA) 12 Mart 1970 öncesinde, devrimci gençliği, devrimci hareketleri, Sosyalist Kampı (tabii Küba’yı da) düşman ilan ederek onların karşısında yer almıştır. Bir amacı sosyalizme ve devrimciliğe eğilimi olan gençliği kendi bünyesinde toplayarak ajanlaştıracak olan İP (diğer bir adıyla AYDINLIK), bir yandan da Türkiye devrimci ortamı içine sızarak provokasyonlarla bölmeyi amaç edinmiştir. Yine bu yolla, devrimcilerin halk nazarındaki meşruiyetine gölge düşürmeye çalışmıştır. Bu tutumundan dolayı, Kıvılcımlı Usta, PDA’nın siyasi niteliği üzerine araştırma yapmış ve onun CIA Sosyalizmini savunan karşı devrimci bir örgüt olduğunu açığa çıkarmıştır.
İP’çiler, 12 Eylül öncesinde “Aydınlıkçılar” olarak anılmaktadırlar. 1970 sonrasında devrimci gruplara karşı düşmanlığını iyice bileyen İP, 12 Eylül öncesinde gerçek yüzünü iyice açığa çıkararak işi muhbirliğe dökmüştür. Mahallede kavgaya karışan bir liseliden, işkencelerde adını vermeden direnen devrimcilere kadar “Aydınlık” adlı gazetede, isim isim, adres adres devrimcileri ihbar etmiştir. (Bu konu ile ilgili merak eden arkadaşların, Milli Kütüphanede, Süreli Yayınlar bölümünden 20 Mart 1978'den yani ilk sayısından itibaren darbeye kadar olan Aydınlık'lara göz atmaları yeterlidir.) Devrimcileri tek tek-İsim isim burjuvazinin polisine ihbar etmeye başlar “Aydınlık” adlı gazetesinde. Yine aynı gazetede, her gün 10-20 devrimcinin kanını döken MHP’li faşistleri kardeş ilan eder ve onlara açık mektuplar yazar. Yani Kontrgerilla’nın faşist partisi MHP’nin içinde yer alacağı bir milli mutabakat hükümetinin kurulmasının Türkiye için en yararlı hükümet olacağını savunurlar.
İP’çiler yine o günlerde, uluslar arası emperyalistlerin saldırgan askeri örgütü NATO’yu dost örgüt ilan ederler ve Türkiye’nin NATO’da kalmasını savunurlar.
İP’in şefi Doğu Perinçek, “Türkiye devriminin yolunun, Sovyet işgaline karşı bir ayaklanma”dan geçtiğini yazar.
O günlerde, yerli-yabancı parababaları 12 Eylül faşizmine sıçramanın hazırlıklarını yapmaktadırlar. Gerçek devrimciler, bu aşağılık planı, teori gücüyle görürler ve göstermeye çalışırlar. Ve faşizm ortamında da, devrimci mücadelenin başarılı bir biçimde yapılabilmesinin koşullarını yaratmaya çalışırlar. İşte o günlerde Doğu Perinçek, “Aydınlık” adlı gazetede; Türkiye’de faşizm tehlikesinin olmadığını, bu tehlikeden söz edenlerin Sovyet Sosyal emperyalizmin Türkiye’yi işgal planı olduğunu ileri sürer. Ve buna karşı uyanık olunmasını savunur.
Çok geçmeden CIA güdümünde 12 Eylül darbesi yapılır. Yüzbinlerce devrimci, ilerici ve demokrat insan işkencelerden geçirilerek faşizmin zindanlarına doldurulur. 19 devrimci genç idam edilir. Yine binlerce masum insan da Kontrgerilla tarafından yok edilir.
İşte bu faşizmin, aşağılık, kanlı, insanlık dışı uygulamalarının en azgın biçimde sürdürüldüğü günlerde, İP önderleri (0 zamanki adlarıyla "Aydınlık" önderleri) çıkarlar ve "12 Eylül askeri harekatını" desteklediklerini ilan ederler. En açık biçimiyle desteklerler de. Sıkıyönetim
mahkemelerindeki savunmalarında; 12 Eylül harekatını destekleyen tek sol grubun kendileri
olduğunun MİT raporlarıyla sabit olduğunu söylerler. Böylesine alçalarak savunmalar yaparlar. Hatta devrimciler 90 günlük gözaltılarda, DAL'larda en ağır işkencelere uğratılırken; "Aydınlık"-TİKP'nin bir Merkez Komite üyesi (Mustafa Kemal Çamkıran) Frankfurt havaalanında bir basın toplantısı yaparak: "Türkiye'de işkence yoktur. Bunu ispat etmek için bizzat Türkiye'ye dönüyorum" diye açıklamalarda bulunabiliyordu.
Tabii CIA patentli 12 Eylül faşizmi de aptal değildir. Farkı farkeder. Bunları gerçek devrimcilerin yatmakta olduğu zindanlardan (Mamak Askeri Cezaevinden) çıkarır. Ve sermayenin sınangılı hizmetkârlarının göstermelik olarak hapsedildiği sözde hapishanelere (Ordu Dil
Okulu'na) koyar.' IP şefleri, Türkeş'lerle, Erbakan'larla, Ecevit'lerle aynı yerde yatırılırlar. Yani sermaye bu tutumuyla İP'i kendinden sayar. Ona kendi örgütü gözüyle bakar.
1990'lı yılların başlarında devrimcilerin içine sızabilmek ve sol içinde rant kapabilmek için, Kürt hareketini destekler gibi--görünerek Kürt Halkının ve Kürtçenin özgürlüğünü ve Federe devleti savunmuştur. CIA, MİT ve Kontrgerilla ile eş güdümlü hareket içinde bulunan sözde solcu İP'in manevraları bitmek tükenmek bilmez. 12 Eylül öncesindeki ihbar ve provokasyonlarıyla, 12 Eylül sürecinde faşist darbeyi aklamak için gösterdiği çabalarla, devrimciler ortamında iyice soyutlanan bu CIA sosyalistleri, devrimci ortama yeniden girebilmek ve böylece provokasyonlarına devam edebilmek için fırsat kollar. Sosyalizmden
Kemalizme, MHP'den sol ortam içine gidiş-gelişleri bu şekilde izah edilebilir. Yine bu uğurda İP, takındığı sosyalist maskeyi takviye etmek için sol söylemlerde bulunur, sisteme muhalif görünür, eylemlere katılır, bildiriler dağıtır ve misyonu gereği halkımızda kafa karışıklığı yaratmaya çalışır. CIA sosyalizminin gençlik kanadı olan "Öncü Gençlik"in o günkü bildirilerinde sözde karşı göründükleri, kendileri gibi ajan olan Karen Fogg ile ilgili bilgilere de MİT kanalıyla ulaştıkları, şefleri Doğu Perinçek'in bir televizyon programında “Biz bu bilgileri milli kuvvetlerden (MİT) aldık" demesiyle açığa çıkmıştır.Zira bugün Ergenekon ile ilgili belgelerde düşünülmesi gereken konulardır.
İşte bu faşizmin, aşağılık, kanlı, insanlık dışı uygulamalarının en azgın biçimde sürdürüldüğü günlerde, İP önderleri (0 zamanki adlarıyla "Aydınlık" önderleri) çıkarlar ve "12 Eylül askeri harekatını" desteklediklerini ilan ederler. En açık biçimiyle desteklerler de. Sıkıyönetim
mahkemelerindeki savunmalarında; 12 Eylül harekatını destekleyen tek sol grubun kendileri
olduğunun MİT raporlarıyla sabit olduğunu söylerler. Böylesine alçalarak savunmalar yaparlar. Hatta devrimciler 90 günlük gözaltılarda, DAL'larda en ağır işkencelere uğratılırken; "Aydınlık"-TİKP'nin bir Merkez Komite üyesi (Mustafa Kemal Çamkıran) Frankfurt havaalanında bir basın toplantısı yaparak: "Türkiye'de işkence yoktur. Bunu ispat etmek için bizzat Türkiye'ye dönüyorum" diye açıklamalarda bulunabiliyordu.
Tabii CIA patentli 12 Eylül faşizmi de aptal değildir. Farkı farkeder. Bunları gerçek devrimcilerin yatmakta olduğu zindanlardan (Mamak Askeri Cezaevinden) çıkarır. Ve sermayenin sınangılı hizmetkârlarının göstermelik olarak hapsedildiği sözde hapishanelere (Ordu Dil
Okulu'na) koyar.' IP şefleri, Türkeş'lerle, Erbakan'larla, Ecevit'lerle aynı yerde yatırılırlar. Yani sermaye bu tutumuyla İP'i kendinden sayar. Ona kendi örgütü gözüyle bakar.
12 Eylül sonrası İP'in karşıdevrimci içyüzü bu alçakça tutumundan dolayı yüzük taşı gibi
bir kez daha açığa çıkmıştı. Bütün devrimci gruplar artık ondan iğrenerek söz ediyorlardı.
Ne var ki, Kürt solunun prensipsiz tutumu, İP'çilerin yeniden devrimci ortam içine girebilmelerine yol açmıştır. Oysa IP önderleri 12 Eylülün sıkıyönetim mahkemelerinde; PKK davası bizim ihbarlarımız sonucu açıldı, diye "savunma"lar yapmışlardır...
Kürt solu, İP'in devrimci ortamda kabul görmesinde baş rolü oynamıştır. Ama bunun tek
suçlusu değildir. Bizim dışımızdaki Türkiye sol grupları da bu konuda prensipsiz davranmıştır.''
 

Granma

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
8 Kas 2012
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42

Hikmet Kıvılcımlı için Perinçek'in söyledikleri
Bizden önceki kuşaklardan kalan en dikkat çekici teorik miras, Hikmet Kıvılcımlı’nın imzasını taşıyor. En önemlisi Kıvılcımlı, Sovyetler Birliği’ne sadakatin ötesinde gerçeğe bağlılığı ön plana çıkaran kaygılarla teorik çalışma yapmıştır. Kıvılcımlı’da teorinin pratik için olduğu bilinci, doğruları olgularda arama duyarlılığı güçlüdür. Belki de en önemlisi Hikmet Kıvılcımlı’nın olağanüstü çalışkanlığıdır…..Karakterli, davaya bağlı, nesnel olmaya özen gösteren, yaratıcı ve pratik çözümleri olan bir devrimci önderdi…
Bilimsel Sosyalizm ve Bilim, Kaynak Yayınları sf: 216


Perinçek görev yeri değişince Kıvılcımlı hakkında güzel şeyler söyler evet. Ama vazifesi gereği başka denizlerde yüzdüğünde ''Kıvılcımlı’nın Burjuva Devlet ve Ordu Teorisinin Eleştirisi'' adlı paçavra kitabı kaleme aldığınıda hatırlatırım.

Ekli dosyayı görüntüle 1136
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
SSCB nin artık sosyal emperyal bir devlet olduğu tahlilini, Türk Sosyalistleri ortak olarak Çekoslovakya'nın işgalinden sonra yapmışlardır.Bundan öte, Mao'nun SScB'nin sosyalizmden koptuğunun tahlili vardır.SSCB nin, Çin'e kalkınma adına verdiği desteğin kesilmesi de bu husumetin bir neticesi değil midir? Yani burada Çin ve Sovyetler arasındaki sürtüşmeden bahsediyoruz.Bu sürtüşmenin küresel etkilerinden bahsediyoruz.Böyle bir dönemde ki SSCB'nin Sosyalist emperyal bir devlet olduğu açıktır, SSCB işgaline karşı tavır sergilemekte (ki kendilerine maocu diyorlar)bir anormallik görmüyorum.Fakat 12 Eylülde sözünü ettiğin gibi safça bir tutum sergilemelerini de mantık dışı,gerçeklikten kopuk buluyorum.Çiçek dağıtan bir darbe görülmüş mü ki? 1990lardaki bu pkk mevzusunu da abartılı buluyorum. Bence Perinçek geleceğe bugünü atlayarak gidemeyeceğini biliyor.Bu süreçte pragmatist görünen bir takım hareketlerde de bulunuyor. Fakat bazılarını yaptığı gibi, onun pkklı oluşuna kadar işi götürmek abartılıdır. Pkk öyle yahut böyle bir gerçektir. Bir yönü ile özellikle 80'den sonra, 70lerden başlayarak Türk Ordusu içerisinde faşist eğilimlerin olduğu açık değil midir? Burada kendi ülkesinin ordusuna karşı bir tutum sergilemiyor, zira "o ordu halkın ordusu değildir" bakışı olduğunu düşünüyorum.Tutum değişiklikleri olduğu doğrudur;ancak pkknın kürdistan hedefi ile AB-D güdümü altına girişinden sonra, aradaki diyaloğun ortadan kalktığını düşünüyorum.Perinçek kendini mevcut koşullara göre konumluyor, o koşulların üzerinden atlayamayacağını biliyor; ancak hedefinden taviz verdiğine dair bir işaret görmüyorum.Milli demokratik devrim ve sosyalist devrim iç içedir diyor ki bence de doğrudur. Milli demokratik devrim yönünün, kendisinin şovenist milliyetçilik ve küçük burjuva şeklinde suçlanmasına imkan verdiği kanaatindeyim.Oysa ki milli demokratik devrim ki bizde Kemalist devrimdir, bana göre de Türkiye'de sosyalizmin gerçekleşebileceği zemindir. Tarihin gerçekliği budur.İnsanlar o gerçekliğin dışına çıkamazlar.Sizin eleştirilerinizde haklılık payı görmekle beraber CIA Sosyalizminin zorlama bir ifade ve bir siyasi propaganda unsuru olduğu fikrindeyim.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
58
ne çekoslavakya işgali, ne afganistan işgali ne de başka bir dönemde, sscb'nin sosyal emperyalist bir devlet olduğu yolunda, türk solunun ortak bir saptaması / tahlili / tavrı yoktur... böyle bir tavır dünyada da var olmamıştır... sscb kurulduğu ilk günden son güne kadar, dünya isçi sınıfı hareketinin, çeşitli ülkelerin işçi ve komünist partilerince yürütülen dünya komünist hareketinin , bel kemiğini, omurgasını temsil etmiştir... buna karşılık, türkiye'de ve başka ülkelerde gerek gençlik hareketleri içinde gerekse komünist ve işçi partilerinde, sosyalizmin zaferi için, sovyet tipinden ve doğu avrupada yaygın halk demokrasileri tipinden daha farklı sosyalizm ve proleterya diktatörlüğü biçimlerinin arayışı hep var olmuştur...
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Haklısınız mavi ortak demeyelim tamamıymış gibi algılanıyor.Büyük çoğunluğu diyebiliriz.Tespitlerinde de haklı oldukları, SSCB'nin 91'de kapitalizme döndüğünü ilan etmesi ile tescillenmiştir. SBKP'yi oluşturan unsurlara bakıldığında, özellikle Brejnev döneminde partinin emekçi kitleden koptuğu görülüyor. Çekoslovak işgali de 68 de cereyan etmiş.Kısacası emekçi kitlenin söz sahibi olmadığı bir yönetim eliyle SSCB savaşa sokulmuştur. Kısacası Maocular haklıdır.

1956 toplam üye: 7.215.000 işçilerin oranı: %32 köylülerin oranı: %17.1 aydınların oranı:%50 D.Perinçek Stalin'den Gorbaçov'a sf:119
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
58
sscb'nin sosyal emperyalist bir ülke olduğu savı / saptaması, hiç bir zaman, türkiye işçi sınıfı hareketinin de , dünya işçi sınıfı hareketinin de çoğunluğu tarafından benimsenmiş bir saptama değildir... bu sav, devrimci durumun ortaya çıkışı, sosyalist devrimin biçimi, proleterya diktatörlüğünün ve sosyalizmin kuruluş sorunlarının çeşitli ülkelerin özgüllüğüne uyarlanması bağlamında, ana akımın çeperlerinde ve özellikle maocu, enver hocacı çevrelerde ileri sürülmüştür... dünya sosyalist sisteminin yenilgisinin nedenlerinin , sscb'nin sosyalist görünümlü emperyalist bir ülke oluşunda değil de, çok başka yerlerde aranması gerektiğini düşünüyorum... ama bu yenilgi sürecinden kesin yargılara ulaşabilmek için, henüz erkendir...
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Dünyada ortaktır değildir bilmiyorum sayın mavi; ancak Türkiye açısından büyük çoğunluğun tespiti budur.
Sosyalizm yenilmemiştir.Çin başta olmak üzere bir çok başka ülkede Sosyalizm yaşamaktadır ve o Çin (şimdilik)dünyanın iki numaralı ülkesidir.Benim Sovyetleri örnek vermemin sebebi parti ve emekçi kitlenin 60larda birbirinden koptuğunun ifadesi içindir.Yoksa SSCB'nin Bilimsel Sosyalizme pratik ve teorik anlamda katkıları yadsınabilir mi?Marks,Engels,Lenin,Stalin,Mao benim için Sosyalizmin temel kaynaklarıdırlar.
 

Granma

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
8 Kas 2012
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Çinin bugünkü konumu sosyalizm değildir. Hemen hemen herşey özeldir. Şuanki sosyalist kalıntılar rusyadada vardır. Bu onun sosyalist olduğunu göstermez. ÇKP semboliktir yani. Türkiye açısından genel tespit değildir, başta Perinçek olmak üzere onun tayfasının fikridir bu. O yıllarda sovyetleri ''emperyalist'' olarak kabullendirmeye çalışmıştır. Ve solun şuanki durumuna bakılırsa sadece sovyetler ile sınırlı bir başarıya ulaşmamış, epeyce başarıya imza atmıştır. Kaldıki dünya ölçeğindede emperyalizmin bilinçli olarak maoculuğu yaymaya çalışıp sosyalist gücü böldüğü ülkelerde maoculardan başkada kimsede böyle bir kanı yoktur.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
"As of 2012 large state-owned enterprises (SOEs) were the backbone of China's economy producing over 50% of its goods and services and employing over half of the workers in China. 65 of the Chinese companies in the 2012 Fortune Global 500 list, were state-owned, including State Grid Corporation of China, which operates the country's power grid, and China National Petroleum Corporation and Sinopec, oil companies. Profits of the largest state-owned enterprises were much greater than the largest firms in the private sector which were largely small and medium sized businesses."

"2012 yılı itibari ile kamu iktisadi teşebbüsleri toplam üretimin(mal ve hizmetler) %50 sinden fazlasını gerçekleştiriyor.Aynı şekilde tüm işçilerin yarısından fazlası da kamu teşebbüsleri tarafından istihdam ediliyor" denmiş ve şirketlerin isimleri sayılmış. Çin'in en büyük elektrik üretim şirketi ve petrol ürünleri şirketinin isimleri verilmiş.Devamında kamu sektörü şirketlerinin ölçek bakımından özel şirketlerden büyüklüğü ifade edilirken, bunun yanında kamu şirketleriniin karlılığının daha yüksek olduğu vurgulanmış.

Metnin tamamı için

Çin'in ekonomik yapısının ne olduğu ortada.Siz nereden çıkardınız Çin'deki hemen hemen herşeyin özel olduğunu?Bırakın herşeyin hemen hemen özel oluşunu,toplam ürünün yarısından fazlasının (gsyh) devlet tarafından üretilidiği belirtiliyor.Sizin bu "hemen hemen özeldir" iddianızın ekonomik temeli, göstergesi nedir?Var mı bununla ilgili bir veri?

Sosyalizm hiçbir zaman mutlaklık gibi bir konumda olmamıştır.Teorinin canlılığı onun pratik ile sınanmasına bağlıdır.Marks ve Engels Sosyalizmi 1830-40 lardaki devrim hareketlerinden(pratik) yola çıkarak oluşturmuşlardır.Salt kafalarında kurguladıkları bir şey değildir Sosyalizm.İster SSCB olsun, ister Çin olsun, hangi memleket olursa olsun, sosyalizmin putu,mutlağı,tapınma figürü değildir.Sosyalizm kendi varlığını sonlandıracak diyalektik bir sürece işaret ederken, onu pratikten koparmak, Sosyalist teoriyi mutlaklaştırmak, onu dogmalaştırmak,kıscası onu karşı olduğu bir konuma sürükleyerek yok etmek demektir.Perinçek kitabında partinin üyeleri arasında, aydınların oransal anlamda artmış olduğunu örneklemiş.Sürekli tekrar edilen, partinin tabandan kopmasının pratikte yansıması bundan başka ne olabilir?SSCB belli bir dönemden sonra,emekçinin değil,bürokratlaşmış aydın sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket eden bir devlet olmuştur.Şu yahut bu devletin işgal edilmesinden emekçinin çıkarı nedir?Buradan yola çıkarak "O halde SSCB'nin sosyalizme katkısı yoktur" demek ne kadar anlamsız ise,SSCB'nin kapitalizme dönüşünü ıskalamak da o kadar anlamsızdır.Pratik,pratik,pratik. İşte sosyalizm öylesine dogmalaştırılmış,pratikten kopartılmış ki,kendine sosyalist demek ile kendine müslüman demek arasında bir fark kalmamış.Her ikisinde de söz konusu teoriyi temsil ettiği düşünülen şeyler kutsallaştırılmıştır.Emperyal söylemlerden bahsediyorsunuz.Sizin Çin Sosyalit falan değildir cümlenizi Besim Tibuk ve kapitalist figürlerin çoğu da ifade eder.Onlara göre bir ekonomik gelişme varsa, bu gelişme ancak ve ancak kapitalizme yakıştırılır.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
58
sscb'nin sosyal emperyalist olduğu yolundaki saptamalar, ne türkiye ne de dünya sol hareketinin çoğunluğu tarafından benimsenmiş değildir... bu iddiaları ileri sürenlerin parti ve gençlik örgütleri olarak kimler olduğu, kitle tabanları, işçi sınıfı hareketi içinde ve genel olarak sol hareket içinde ne gibi bir ağırlık taşıdıkları belirlidir... sscb'nin dağılması, sözüm ona taşıdığı 'sosyal emperyalizm' niteliğinden kaynaklanmış filan değildir... reel sosyalizm, dünya çapında tam ve kesin bir yenilgiye uğramıştır... bu yenilginin nedenleri, uygulama sorunlarına bağlı olduğu kadar; teorik sorunlara da bağlıdır...
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Bilmiyorum mavi, yani kimin kimi nereye konumladığının bir objektifliği olmadığı için, çoğunluk mevzusunun da bir sonu olmayacak sanırım.

Bence Öncelikle Sosyalizmden aynı şeyi anlamıyoruz. Bir memlekete Sosyalist denebilmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekir sorusunun cevabı ikimizde aynı değil sanırım.

Şİmdi 1830 - 1840'ların pratiği ile oluşturulmuş bir teorinin, öyle pat diye bir devlet yönetiminde araç olabilmesi zaten mucizevi bir şey olurdu. Bu Sosyalizmin "bilimsel" olmasının nedeni, teorinin pratikte sınanarak oluşması olduğuna göre,tabirimi mazur görün bir kaç kıytırık pratik eylem ile oluşmuş bir teorinin sorunlu olmaması düşünülemez. Kaldı ki maddi koşullar sürekli değiştiğinden, teorinin de bunu takip etmesi, koşullara adapte edilmesi gerekir. Ortada bir SSCB örneği var. Yıl 1917 ve teorinin temeli atılalı 100 sene olmamış bile. Kaldı ki Marks - Engels elle tutulur bir şey de yazmamışlar devrim sonrası için. Zaten Rusya'yı hiç hesaba katmamışlar devrim açısından.Marks ABD'yi işaret etmiş.Ömürlerinin sonlarına doğru "Devrim olmadan da bazı memleketlerde sosyalizme gidilebileceğini" kabul etmişlerdir.Kısacası henüz, neyin ne olduğu, teorisyenlerin kendileri açısından da tam olarak belli değil o dönemlerde. Çok da doğaldır böyle olması çünkü henüz olgunlaşmış bir şey yok ortada. Temeli atılmış ve bırakılmış. Zira hayat devam edecek ve teori geliştirilecek. Neticede bu insanlar rüyaya yatmıyorlar. Teorik temeli gerçekten hareketle oluşturuyorlar.Fakat "reel sosyalizm başarısız" olmuştur şeklinde tanımlanmasına anlam veremiyorum. Çünkü daha Bilimsel Sosyalizmin "S" si oluşturulmuş, gerisine pek ilişilmemiş. Bir başarısızlık olduğu kesin de, bu başarısızlık Sosyalist teorinin başarısızlığı mıdır orası aklıma bu nedenle yatmıyor. Biraz zaman geçseydi, teori bir olgunlaşsaydı da ondan sonra başarısız oldu deseydik. Bu sabırsızlık neden anlamıyorum. Bu biraz yeni doğmuş çocuğu, bir yetişkinin dahi zorlanacağı bir ortam içerisine dahil ederek "aaa öldü salak" demeye benziyor.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
58
türkiye'de 1920 de kurulan tkp ve daha sonra 1961 de kurulan tip, işçi sınıfının sendikal hareketi, özellikle disk ve bağlı sendikalar ve 1968 gençlik hareketlerinden sonra ortaya çıkan sol - sosyalist gençlik örgütlenmelerinin hangileri olduğu, bunların kitle bağları ( yani üye sayıları, yayınlarının satışları, hangi sendikalarda ne kadar etkili oldukları, yaptıkları miting, yürüyüş gibi eylemlerin kitleselliği, yönlendirdikleri grev ve direnişlerin boyutları....vb... ) ve bunların sscb hakkındaki değerlendirmeleri bellidir... o nedenle bu, 'çoğunluğun' sscb'yi sosyal emperyalist olarak nitelediği iddiasından vazgeçmek gerekir... sscb'nin dağılmasını, onun 'sosyal emperyalistliğinin' kanıtı gibi değerlendirmek; emperyalizmin aslı yani kendisi, ortada durduğuna göre, yalnız bir mantık açmazı oluşturmakla kalmaz, ama aynı zamanda sığ bir yaklaşım olurdu... kesin bir yenilgiye uğrayan şey, genel olarak sosyalizm değil de (bana göre bu zaten olanaksızdır); sosyalizmin 20. yy. deneyimini ifade eden reel sosyalizmdir ve bu olgunun nedenleri yalnızca uygulamanın yozlaşmasına indirgenemez... sosyalizmden, elbetteki sosyalist mülkiyete dayalı ve bu mülkiyetin kendisini gerçekleştirme biçimi olarak, sosyalist üretim ilişkilerini anlarım...
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
türkiye'de 1920 de kurulan tkp ve daha sonra 1961 de kurulan tip, işçi sınıfının sendikal hareketi, özellikle disk ve bağlı sendikalar ve 1968 gençlik hareketlerinden sonra ortaya çıkan sol - sosyalist gençlik örgütlenmelerinin hangileri olduğu, bunların kitle bağları ( yani üye sayıları, yayınlarının satışları, hangi sendikalarda ne kadar etkili oldukları, yaptıkları miting, yürüyüş gibi eylemlerin kitleselliği, yönlendirdikleri grev ve direnişlerin boyutları....vb... ) ve bunların sscb hakkındaki değerlendirmeleri bellidir... o nedenle bu, 'çoğunluğun' sscb'yi sosyal emperyalist olarak nitelediği iddiasından vazgeçmek gerekir... sscb'nin dağılmasını, onun 'sosyal emperyalistliğinin' kanıtı gibi değerlendirmek; emperyalizmin aslı yani kendisi, ortada durduğuna göre, yalnız bir mantık açmazı oluşturmakla kalmaz, ama aynı zamanda sığ bir yaklaşım olurdu... kesin bir yenilgiye uğrayan şey, genel olarak sosyalizm değil de (bana göre bu zaten olanaksızdır); sosyalizmin 20. yy. deneyimini ifade eden reel sosyalizmdir ve bu olgunun nedenleri yalnızca uygulamanın yozlaşmasına indirgenemez... sosyalizmden, elbetteki sosyalist mülkiyete dayalı ve bu mülkiyetin kendisini gerçekleştirme biçimi olarak, sosyalist üretim ilişkilerini anlarım...

Şöyle söyleyeyim. D.Perinçek'in Bilimsel Sosyalizm ve Bilim eserinde bu mevzuya değiniliyor. Sf 214 de Mehmet Ali Aybar'ın, Sadun Aren ve Behice Boran'ı Tip'ten tasfiye ettiğini (SSCB Çekoslovakya işgalini onaylamaları sebebi ile) belirtiliyor. Hikmet Kıvılcımlı'nın keza Mihri Belli'nin(işgali içinden gelmese de onayladı ifadesi var) ve Deniz Gezmiş'in SSCB'nin revizyonizme saplanmışlığını kabul ettiğini belirtiyor.Devamında 220'de SSCB'nin kapitalizme dönmüş olduğunun farklı gruplar tarafından onaylandığını,1977 katliamından sonra çeşitli örgütlerden Türkiye İşçi Partisine toplu katılımlar olduğu ifade ediliyor. Buradaki ifade bende çoğunluğun bu fikre sahip olduğu kanısını uyandırdı. Özellikle şu toplu katılımlar ifadesi.SSCB'nin kapitalizme döndüğünün tartışılmaz olduğundan, belki de bu argümandan güç alarak hatalı bir şekilde toptanlaştırıyor muyum diye kendime sordum. Sizin ifadelerinizi dorulayan yazılar ile de karşılaştım. Neticede kendi iddiamdan şu an itibari ile emin değilim.Fakat söz konusu yazılarda da belirli bir tutum takınma var tıpkı benim okuduğum kısımdaki gibi.Kısacası belirli bir pencereden yazılmış yazılar.Öte yandan da "Yahu o zaman herkes yanlış tahlil ediyordu, bakın biz bir azınlık olarak doğru tahlil ettik" demenin de dayanılmaz bir çekiciliği yok değil. Bu bakımdan çoğunluk değil de bir azınlık bunu tespit etmiştir ve bu başarısını perçinlemek için de bu fikrin çoğunluğun değil de, azınlığın fikri olduğunu vurgulamıştır desem, söz konusu eserde bu vurgulanmamış. Kısacası bunu iddia etmenin gerçekle çelişip çelişmediğini bilemedim.

sscb'nin dağılmasını, onun 'sosyal emperyalistliğinin' kanıtı gibi değerlendirmek; emperyalizmin aslı yani kendisi, ortada durduğuna göre, yalnız bir mantık açmazı oluşturmakla kalmaz, ama aynı zamanda sığ bir yaklaşım olurdu...

Katılmıyorum çünkü sosyalizm + emperyalizm = sosyal emperyalizm gibi bir formülasyonun sığ olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple sosyalizm ve emperyalizmin bir aradalığı, emperyalizmden de sosyalizmden de başka bir şey olacaktır. Bu nedenle emperyalizmin kendisi ortada dururken, sosyal emperyalizmin başarısızlığından söz edemeyiz ifadesi mantıklı olmadığı gibi diyalektik materyalizm ile de örtüşmemektedir.Bu eklektik bir yaklaşımdır. Yani demir+karbon=Demirdir demeye benziyor. Demir + karbon ikisinden de farklı birşeydir "çeliktir".

Uygulamanın yozlaşmasına indirgediğim bir başarısızlık söz konusu değil. Bir olayın tek bir yanı yoktur.Bu tek yanlı bakıştan materyalizmi kurtaranlar Marks ve Engels'dir bildiğiniz üzere.Ben de bu bakışa bağlı kalma çabasındayım.Dediğim gibi ham bir teori varken bir yenilgiden bahsetmek, Sosyalizmin imkansızlığından bahseden kimseleri onaylamanın kapısını açmak demektir. Reel Sosyalizm dediğinizin öğrettikleri ile teorik gelişim sağlandığı için, ben bu yenilme temelinden bakmıyorum. Olsa olsa bu bir geri çekiliş ve gelişim sürecidir bana göre.Yoksa burada söylediğim teori muhteşemdi, ama insanlar hata yaptı gibi bir basitlik değil.

Evet ama bu sosyalist ilişkilerin gerçekleştirilmesinin bir anda olamayacağından hareketle, nerede sosyalist olunmuştur,sosyalizm nerede başların somut olarak cevabı nedir sizin için? Yani bir emekçi kesim (şu yahut bu şekilde)iktidara geldi diyelim .Ne yapılmalıdır ki siz "işte sosyalizm budur" diyebilesiniz.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
58
ntürkiye'nin yakın tarihinde, sscb'nin sosyal emperyalist olduğunu ve sscb'yi sosyalist olarak değerlendiren sendikaların, partilerin, kadın ve gençlik örgütlerinin de sosyal faşist olduğunu iddia eden görüşler; sol hareketlerin çeperinde yer alan maceracı, maocu gruplardır ; bu konuda zaten kendisi birinci derecede taraf olan sn. perinçek'in görüşlerinin yanında, çok daha soğukkanlı ve ciddi çalışmalar da vardır... sscb'nin örneğin, teoriye göre, proleteryaın kendisi için, en derin demokrasi olması gereken proleterya diktatörlüğünü, bir parti ve genel sekreter diktatörlüğüne dönüştürerek, toplumun tümü üzerinde bürokratik/despotik devlet aygıtı inşa ettiği ve dolayısıyla, sosyalizm kuruculuğu hedeflerinden saptığı yönündeki eleştiriler başkadır ; ama sosyalizm görünümü altında, aslında emperyalist bir ülke olduğunu iddia etmek çok daha başkadır... bu iddianın dayanağı da, dünya sosyalist sistemini korumak amacıyla yapılan çekoslovakya işgali ve diğer sosyalist ülkelerin aralarındaki ekonomik ilişkileri ifade eden sayılara bakmadan, güya sscb tarafından sömürüldüğü gibi görüşlerdir ki sscb ve diğer sosyalist ülkelerin ilişkilerinin tarihi çok iyi bilinen bir alan olduğundan bunları ve dolayısıyla sscb'nin sosyal emperyalistliği iddialarını ciddiye alamam... teorik olarak beklenen, emperyalizmin kendisinin (öz niteliklerinin sonuçlarına bağlı olarak) yenilgisidir ; ama hayat sosyalizm deneyimini yenilgiye uğratmışsa; ''bu deneyim içinde emperyalist eğilimler taşıyordu da, o nedenle yenilgiye uğradı'' demeye çalışmak , ciddiye alınamaz... marksizmin kökleri çok derinlerde olduğu gibi, kaynakları da alman felsefesi, ingiliz ekonomi politiği ve fransız sosyalizmi olarak özetlense bile, aslında insanlığın 19.yyıla kadar elde ettiği -neredeyse- tüm birikime yaslandığı ve halen gelişmeye devam ettiği için, ve ayrıca teorik sorunların varlığı, teorinin kendisinin olgunlaşmamışlığı anlamına gelemeyeceğinden, (tıpkı fiziğin teorik sorunlarının, fiziğin hamlığını gösteremeyeceği gibi) ham bir teori olduğu yolundaki görüşler kabul edilemezdir... bana göre 'imkansızlığı' şöyle dursun ; sosyalizm, insanın insanlaşma sürecinin zorunlu bir basamağıdır... sosyalizmi belirleyen, sosyalist üretim ilişkileri olduğuna göre; ama bu ilişkiler de ancak ve ancak sosyalist mülkiyete dayanarak gelişebileceğine göre, üretim araçlarının toplumsallaştırılması sorununun teorik planda çözümlenmesi gerekir... marksizmin önerdiği, üretim araçlarının mülkiyetinin devletleştirilerek toplumsallaştırılması modeli ya da kooperatifleşme yöntemleri ,işçilerin üretim araçlarını kendi malları olarak hissetmelerini sağlamadığından, problemin çözümünde yetersiz kalmaktadır... ekonomik planda bu problem çözümlenmeden, siyasal planda demokratikleşme sorunu çözümlenemez ; yani, proleterya diktatörlüğünün, proleteryanın kendisi ve bağlaşıkları için, olanaklı en derin demokrasi olarak hayata geçirilmesi ve dolayısıyla sosyalizm kuruculuğu gerçekleştirilemez... gibime geliyor...
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
ntürkiye'nin yakın tarihinde, sscb'nin sosyal emperyalist olduğunu ve sscb'yi sosyalist olarak değerlendiren sendikaların, partilerin, kadın ve gençlik örgütlerinin de sosyal faşist olduğunu iddia eden görüşler; sol hareketlerin çeperinde yer alan maceracı, maocu gruplardır ; bu konuda zaten kendisi birinci derecede taraf olan sn. perinçek'in görüşlerinin yanında, çok daha soğukkanlı ve ciddi çalışmalar da vardır...

“””Brejnev döneminde dış politikayı “hakim yüksek bürokrasinin çıkarlarının belirlediği” konusunda, hemen bütün Sovyetler Birliği uzmanları görüş birliği içindedir.”””

Dipnotta şöyle ifade edilmiş Boris Meissner’den aktarıldığı belirtiliyor.

””” Mao,Bettelheim,Ota Şik,Carlo,Kuron, Kolman, Voslensky, Leonhard gibi Marksistlerinden liberaline kadar bütün Sovyetler araştırmacıları bu sınıfsal ilişkiyi kabul ediyorlar”””.

Kaynak: D.Perinçek , Stalin’den Gorbaçov’a, Sf:126


Bunların ışığında sizinle aynı fikirde değilim. “Maceracı, Maocu” gruplar dediğiniz grupların tahlillerinde haklı oldukları bugün tarihsel bir gerçektir. Sol hareketin de çeperinde yer almıyorlar. Kaldı ki emperyalizm solun çeperiyle uğraşmaz. Bugün Aydınlık grubu ve İşçi Partisi Ergenekon (ABD,AKP,Cemaat ortak yapımı)davasında bir numaralı hedeftir ve öncüleri hapsedilmiştir. Dışarıda kalan tatlı su solcuları, solculuk oynamaktadırlar. Perinçek'in bir çok yönü tartışılır, ancak sol içerisinde etkinliği , katkısı "Dünya" çapındadır. Bu sebeple sizin söylediklerinizi olgularla eşleştirememekteyim.


sscb'nin örneğin, teoriye göre, proleteryaın kendisi için, en derin demokrasi olması gereken proleterya diktatörlüğünü, bir parti ve genel sekreter diktatörlüğüne dönüştürerek, toplumun tümü üzerinde bürokratik/despotik devlet aygıtı inşa ettiği ve dolayısıyla, sosyalizm kuruculuğu hedeflerinden saptığı yönündeki eleştiriler başkadır ; ama sosyalizm görünümü altında, aslında emperyalist bir ülke olduğunu iddia etmek çok daha başkadır... bu iddianın dayanağı da, dünya sosyalist sistemini korumak amacıyla yapılan çekoslovakya işgali ve diğer sosyalist ülkelerin aralarındaki ekonomik ilişkileri ifade eden sayılara bakmadan, güya sscb tarafından sömürüldüğü gibi görüşlerdir ki sscb ve diğer sosyalist ülkelerin ilişkilerinin tarihi çok iyi bilinen bir alan olduğundan bunları ve dolayısıyla sscb'nin sosyal emperyalistliği iddialarını ciddiye alamam...

Mesele başkadır dediklerinizin başkalığı değildir. Mesele bunların bağlantılı oluşlarıdır. Bürokratik kapitalist bir sınıfın iktidarında emperyalist amaçlar güdülmüştür mesele budur.

Kruşçev ve özellikle Brejnev döneminde iktidarda sınıfsallaşma evresini tamamlamış bürokrasi vardır. Partinin emekçi kitle ile bağları kopmuştur. Amaç Dünya sosyalist sistemini korumak mıdır, yoksa kendi (SSCB) güdümünden çıkacağını düşündüğü bir memleketin üstüne çullanma mıdır? Madem bu kadar dünya Sosyalist sistemini koruma isteği vardı da Çin'e yapılan yardımlar neden kesildi? Maddi anlamda değil, teknik anlamda da kesilmiştir. Mühendisini dahi bölgesel hegemonyasını korumak adına geri çekmiş bir SSCB'den bahsediyoruz. 1960'lardan itibaren milli gelirin büyüme hızının sürekli olarak azaldığı, haliyle üretim ilişkilerinin, üretici güçleri frenlediği, işçi ücretlerinin düşürülerek işçi üzerindeki sömürünün arttırıldığı, uzlaşmaz sınıfsal çekişmenin temelinde yükselen SSCB'den bahsediyoruz. Macaristan, Çekoslovakya, Afganistan’ı işgal etmiş bir SSCB'den bahsediyoruz. Tüm bunların göz önündeyken siz SSCB emperyal faaliyette bulunmamıştır diyorsunuz. Bu sürecin ne olduğu bellidir. İçeride toplumun yarattığı artı -değer el koyan ve bunu kendi arasında paylaşan kapitalist bürokrasi, bölgesel hâkimiyetini korumak amacındadır. Bunlar gayet iyi bilinen olgulardır. Tarihsel bir gerçekliğe göz kapatmanızın, ciddiye almamanızın zararını siz kendiniz görürsünüz. Neyi ölçü alıyorsunuz? Hangi sayılardan bahsediyorsunuz?

teorik olarak beklenen, emperyalizmin kendisinin (öz niteliklerinin sonuçlarına bağlı olarak) yenilgisidir; ama hayat sosyalizm deneyimini yenilgiye uğratmışsa; ''bu deneyim içinde emperyalist eğilimler taşıyordu da, o nedenle yenilgiye uğradı'' demeye çalışmak, ciddiye alınamaz.

Böyle bir şey demediğim için üstünde durmuyorum. Bunu söyleyene de rastlamadım. Sosyalizm deneyiminde emperyalleşmek sonuçtur.

marksizmin kökleri çok derinlerde olduğu gibi, kaynakları da alman felsefesi, ingiliz ekonomi politiği ve fransız sosyalizmi olarak özetlense bile, aslında insanlığın 19.yyıla kadar elde ettiği -neredeyse- tüm birikime yaslandığı ve halen gelişmeye devam ettiği için, ve ayrıca teorik sorunların varlığı, teorinin kendisinin olgunlaşmamışlığı anlamına gelemeyeceğinden, (tıpkı fiziğin teorik sorunlarının, fiziğin hamlığını gösteremeyeceği gibi) ham bir teori olduğu yolundaki görüşler kabul edilemezdir..

O halde Mao’nun katkılarını da yadsıyamazsınız. Mao’nun dediği olmuş ve SSCB 1986’dan itibaren söylemleri ile 1991’de de resmen kapitalizme döndüğünü duyurmuştur. Bu dönüşün başlangıcı Stalin sonrasından başlamaktadır. Her teori geleceğe göre olgunlaşmamıştır. Bu kabul edilemezse diyalektik değişim sürecinin de kabul edilemez olması gerekir. Bu sistemlere uygun düşünülmeyecek ise sistemler anlamsızdır.

bana göre 'imkansızlığı' şöyle dursun ; sosyalizm, insanın insanlaşma sürecinin zorunlu bir basamağıdır... sosyalizmi belirleyen, sosyalist üretim ilişkileri olduğuna göre; ama bu ilişkiler de ancak ve ancak sosyalist mülkiyete dayanarak gelişebileceğine göre, üretim araçlarının toplumsallaştırılması sorununun teorik planda çözümlenmesi gerekir... marksizmin önerdiği, üretim araçlarının mülkiyetinin devletleştirilerek toplumsallaştırılması modeli ya da kooperatifleşme yöntemleri ,işçilerin üretim araçlarını kendi malları olarak hissetmelerini sağlamadığından, problemin çözümünde yetersiz kalmaktadır... ekonomik planda bu problem çözümlenmeden, siyasal planda demokratikleşme sorunu çözümlenemez ; yani, proleterya diktatörlüğünün, proleteryanın kendisi ve bağlaşıkları için, olanaklı en derin demokrasi olarak hayata geçirilmesi ve dolayısıyla sosyalizm kuruculuğu gerçekleştirilemez... gibime geliyor...

Sosyalizm, sosyalist mülkiyete dayanarak gelişecekse, kapitalist memleketlerde sosyalizmin gerçekleşmesi olanaksızdır. Sosyalizm diğer sistemlerden ayrı olarak, kendi üretim ilişkilerini devrimci kitle eliyle kurmak zorundadır. Bu ilişkileri toplumda hazır olarak bulmaz. Bu nedenle sosyalizm, emekçi sınıfın iktidar oluşu ile başlar. Bence baz alınması gereken nokta budur. Tarihte de böyle olmuştur. Eğer iktidar devrimci emekçi kitlenin elindeyse orada sosyalistlikten söz edilebilir. Kısacası önce sosyalist devrim devamında sosyalist üretim ilişkileri gelir.
Marksizm’in önerdiği modelden ve işçilerin üretim araçlarını kendi malları olarak hissedemediklerinden bahsetmişsiniz. Böyle bir şey nerede olmuştur, örneği var mıdır? Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? Proletarya (emekçi anlamında )diktatörlüğü olmadan bir yol mümkündür diyorsunuz. Bu dediğiniz nasıl mümkün olabilir? Burada illaki dört başı mamur bir sistem kurun demiyorum ancak bu söylediğiniz Marksizm’in temeli ile çelişik değil midir? Sınıfsallık >> İdeoloji >> Devlet (hâkim sınıfın ideolojisi) arasında teorik ilişkiyi değiştirmeniz gerekir. Yani proletaryanın diktatörlüğü olmadan da bir dönüşüm gerçekleşebilecekse, bu tanımlamaların da değiştirilmesi gerekir. Çünkü bu diktatörlüğün zorunluluğu, bu tanımlamalar üzerinden yapılmıştır ki bu tanımlamalar da olgulardan ve tarihsel incelemelerden yola çıkarak ortaya konmuştur.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
58
sscb'de brejnev döneminde filan değil de, daha ekim devriminden sonra, işçi sınıfı adına iktidarın ele geçirildiğini; ama kimi teorik eksiklikler ve tarihsel nedenlerle, sosyalizm kuruculuğu sorunlarının çözülemediğini ve dolayısıyla gerçek anlamda üretim araçları üzerindeki mülkiyetin sosyalizasyonun sağlanamadığını; deyim yerindeyse, devlet kapitalizmi içinde sosyalist üretim ilişkilerinin geliştirilmeye çalışıldığını düşünüyorum... sscb -çin ilişkileri, daha baştan tarihsel sorunlar yüzünden, çin'in ( madem ikimizde sosyalistiz, öyleyse çin imparatorluğunun zayıf döneminden yararlanarak, rus çarlığının ele geçirdiği yaklaşık olarak türkiye'nin iki katı kadar toprağı geri verin yolundaki ) toprak talebiyle bloke edilmiştir... yapılan anlaşmalar, sscb'nin desteği ile düze çıkarak, (yüz milyonlarca köylüyü harekete geçirmiş olmaya dayanarak) dünya sosyalist sisteminin liderliği gibi iddialarla ve daha sonra, sputnik'in uzaya gönderilmesiyle, abd'ye karşı elde edilen nispi üstünlüğün, abd'nin nükleer füzelerle bombalanması gibi bütün uygarlığa ağır zarar verebilecek maceracı önerilerle sekteye uğratılmıştır; daha sonraki dönemlerde kanlı pol-pot rejimini desteklemek uğruna, ho amca'nın vietnam'ıyla bile çatışmaya girilmiştir... bu tür ülkeler arası sorunlar, ülkelerden birinin sosyalist mi, sosyal-emperyalist mi olduğuna indirgenemeyecek kadar çok etken tarafından biçimlendirilen karmaşık sorunlardır... yanlış hatırlamıyorsam, iktisat okuduğunuzu yazmıştınız, eğer yeterince ilgilenip herhangi bir ön yargıdan hareket etmeden soğukkanlı biçimde değerlendirebilirseniz, siz de kabul edersiniz ki, aslında sscb'nin emperyalist olmasının maddi altyapısı da yoktur; çünkü ülkede bırakalım üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti, biraz da aşırıya kaçılarak neredeyse hiç bir şeyin üzerinde özel mülkiyet bırakılmamıştır; herkes maaşlıdır ve maaşlar gereğinden çok fazla abartılı şekilde eşitlenmiştir ve hatta ''ne yaparsan yap, eşitsin'' anlayışı yaygınlaşmıştır; toplumun yarattığı artı değere el koyan kimse de yoktur; eğer olsaydı, sbkp mk ve polit büro üyelerinin malı- mülkü olurdu; oysa, v.i.u.lenin'den m. gorbaçov da dahil olmak üzere bütün birinci sekreterler, üst düzeyde kalifiye bir işçiden, bir sporcu ya da sanatçıdan ( örn. orada konuk olduğu sürece nazım hikmet'ten) daha farklı bir yaşam sürmedikleri gibi, öldükten sonra da geride kendilerine ait bir şey bırakmamışlardır... zaten öyle olsa, problem basit ve teşhis kolay olurdu; ama ne yazık ki, sorun daha derinlerdedir... hangi sayılar... elbetteki sscb ve diğer sosyalist ülkeler arasındaki ticaretin sayıları, örn. abluka altındaki küba'nın şekerini dünya fiyatlarının çok üstünde bir değerle on yıllar boyunca kim almış olabilir...? emperyalizm, sola her yönden saldırır da, onu böler ve birbirine karşı kullanır da... sn. perinçek ve çevresi bugün çok farklı bir siyasal konumlanma içindedirler; türkiye için verdikleri mücadele ve silivri'deki dik duruşlarıyla, vatan haini olmayan ama yaşananları da anlama kapasitesi olan herkesin saygısını ve taktirini toplamaktadırlar... yazılı iletişimin zor olduğunu görüyoruz... sosyalist üretim ilişkilerinin, sosyalist mülkiyete dayanarak gelişebileceğini söylerken; tamamen, iktidar sorununun çözüldüğü, sosyalist devrimden sonraki, sosyalizm kuruculuğu aşamasından bahsettiğimi anlayacağınızı düşünmüştüm / yanılmışım; daha doğrusu iyi ifade edememişim... marksizm için, sosyalist mülkiyet tipi ( yani, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasının biçimi ) henüz tümüyle çözülememiş bir sorundur... (?)... sosyalizm kuruculuğu için, ''olmazsa olmaz koşul'' olarak; teorideki proleterya diktatörlüğünün iki yönlülüğü ( içe karşı en derin demokrasi- dışa karşı en katı diktatörlük ), kimi tarihsel ve pratik neden ya da gerekçelerle dikkatten kaçırılmamalı; toplumun tümü üzerinde diktatörlüğe dönüşmesine izin verilmemelidir... dünya sosyalist sisteminin yeterince güçlü olduğu dönemlerde, burjuva demokrasisinin yeterince gelişmiş olduğu ülkelerde, proleterya diktatörlüğünü gerçekleştirmeden ( hayata geçirmeden ) de sosyalizm kuruculuğunun gerçekleştirilebileceğini, düşünüyorum...
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst