Antişovenist Olmak Ne Demektir?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde İdeolojiler kategorisinde Granma tarafından oluşturulan Antişovenist Olmak Ne Demektir? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,307 kez görüntülenmiş, 23 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı İdeolojiler
Konu Başlığı Antişovenist Olmak Ne Demektir?
Konbuyu başlatan Granma
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan birazdahaderinmavi

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
sscb'de brejnev döneminde filan değil de, daha ekim devriminden sonra, işçi sınıfı adına iktidarın ele geçirildiğini; ama kimi teorik eksiklikler ve tarihsel nedenlerle, sosyalizm kuruculuğu sorunlarının çözülemediğini ve dolayısıyla gerçek anlamda üretim araçları üzerindeki mülkiyetin sosyalizasyonun sağlanamadığını; deyim yerindeyse, devlet kapitalizmi içinde sosyalist üretim ilişkilerinin geliştirilmeye çalışıldığını düşünüyorum...

Ben parti ve emekçi kitle arasındaki bağın koptuğu dönem olarak Brejnev’e işaret ettim. İşaretimin sebebi de parti içerisinde emekçilerin, oransal olarak aydınların gerisine bu dönemde düşmesidir.

bu tür ülkeler arası sorunlar, ülkelerden birinin sosyalist mi, sosyal-emperyalist mi olduğuna indirgenemeyecek kadar çok etken tarafından biçimlendirilen karmaşık sorunlardır...

Sayın mavi burada tarafımdan herhangi bir şeye indirgeme yoktur. Olayın tek yönlü olmadığı açıktır. Ancak bu çok yönlülük, konunun bir yönü ile sosyal-emperyalizm konusu olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.


yanlış hatırlamıyorsam, iktisat okuduğunuzu yazmıştınız, eğer yeterince ilgilenip herhangi bir ön yargıdan hareket etmeden soğukkanlı biçimde değerlendirebilirseniz, siz de kabul edersiniz ki, aslında sscb'nin emperyalist olmasının maddi altyapısı da yoktur; çünkü ülkede bırakalım üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti, biraz da aşırıya kaçılarak neredeyse hiç bir şeyin üzerinde özel mülkiyet bırakılmamıştır; herkes maaşlıdır ve maaşlar gereğinden çok fazla abartılı şekilde eşitlenmiştir ve hatta ''ne yaparsan yap, eşitsin'' anlayışı yaygınlaşmıştır; toplumun yarattığı artı değere el koyan kimse de yoktur; eğer olsaydı, sbkp mk ve polit büro üyelerinin malı- mülkü olurdu; oysa, v.i.u.lenin'den m. gorbaçov da dahil olmak üzere bütün birinci sekreterler, üst düzeyde kalifiye bir işçiden, bir sporcu ya da sanatçıdan ( örn. orada konuk olduğu sürece nazım hikmet'ten) daha farklı bir yaşam sürmedikleri gibi, öldükten sonra da geride kendilerine ait bir şey bırakmamışlardır... zaten öyle olsa, problem basit ve teşhis kolay olurdu; ama ne yazık ki, sorun daha derinlerdedir...

Yeterince ilgilenme meselesine katılırım ancak ön yargı ve soğukkanlı olmamaya katılmam. Bu konuda neden soğukkanlı olamayayım? Herhangi bir sebep göremiyorum. Anlaşamıyoruz çünkü daha öncede söylediğim gibi siz sosyalizm+emperyalizm=soysal emperyalizm gibi bir düşünceden hareket ediyorsunuz. Ben de bu böyle değildir diyorum. Sizin bu formülünüzden hareket edildiğinde evet, emperyalizm sözcüğü direkt olarak kapitalist sistem açısından anlamlı olduğundan sosyalizm ile beraber olabilme imkânı yoktur. SSCB için kullanılan emperyalizm, devlet mülkiyetinin geçerli olduğu, artı ürüne devletin el koyduğu, fakat devlet iktidarının emekçi kitleden koptuğu (artık sosyalist olmayan) bir memleketin, dünya mücadelesine oynama sürecini, işgalciliğini vs.ifade ediyor. Ben böyle anlıyorum. Yoksa Lenin’in tanımladığı anlamda, kapitalizme ait olan bir emperyalizm değildir burada anlatılmak istenen. Özel mülkiyetin olmadığı bir yerde Lenin’in emperyalizm tanımlaması geçerli olmaz. Bu tanım batı tipi bireysel mülkiyet temelinden hareketle yapılmıştır. Burada ise bir zümrenin devlet üzerindeki hâkimiyetinden bahsediyoruz ki bu bir nevi sanayi üretimi üzerinde yükselen Asya tipi despotluktur. Süreç de bildiğimiz gibi kapitalizm ile sonuçlanmıştır. Bu mülkiyet ilişkilerine sahip bir toplumun emperyalizmi batı tipi emperyalizm ile birebir örtüşmeyecek, elbette kendine has olacaktır. SSCB sürekli olarak ağır sanayiye yatırım yapmış olduğundan, tüketim malları niteliksel olarak düşüktür ki reel ücretler de(ki emek gücünün mal olarak ederidir) düşüktür denebilir. Neticede mal dediğiniz, ihtiyaçları karşılama özelliğine sahip emek ürünleri olduğundan, kişisel anlamda tatminsizlikten söz edilebileceği gibi, emekçinin ihtiyaçlarının karşılanması olgusunun ( ki komünizme gidişte önemli bir unsurdur) göz ardı edilmiş olduğu ifade edilebilir. Bu göz ardı ediliş de anormal değildir çünkü iktidar partisi emekçilerin kontrolünde değildir. Burada bir sömürü vardır ancak bu kapitalist dünyanın sömürüsünden biçimsel olarak farklıdır.
Başka bir unsur da burada mal mülk sahipliğinin kişi üzerinden değil de zümre üzerinden gerçekleşiyor olmasıdır. Ama elbette bilmiyorum mal varlıkları nedir ne değildir. 1975 yılında önemli bir sermaye tutarının özel mülkiyete konu olduğunu okuduğumu hatırlıyorum. Zannedersem İtalya Komünist Partisinin bir yazısıydı.

hangi sayılar... elbetteki sscb ve diğer sosyalist ülkeler arasındaki ticaretin sayıları, örn. abluka altındaki küba'nın şekerini dünya fiyatlarının çok üstünde bir değerle on yıllar boyunca kim almış olabilir...?

Kruşçev döneminde Stalin’in etkileri görülmekle beraber, bürokrasi devlet iktidarına mutlak hâkim olma evresindedir. Bahsettiğiniz dönemde bir geçiş süreci yaşanmaktadır. Bu dönemde emperyalist karakter belirgin değildir. Kaldı ki SSCB Türk filmlerimizin kötü adamı değildir her hamlesi kötüdür diyebilelim. Neticede ABD’nin hamlesine karşılık Küba kozu oynanmıştır. Burada devlet iktidarının süreç içerisinde kimde olduğu önemlidir.



marksizm için, sosyalist mülkiyet tipi ( yani, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasının biçimi ) henüz tümüyle çözülememiş bir sorundur... (?)... sosyalizm kuruculuğu için, ''olmazsa olmaz koşul'' olarak; teorideki proleterya diktatörlüğünün iki yönlülüğü ( içe karşı en derin demokrasi- dışa karşı en katı diktatörlük ), kimi tarihsel ve pratik neden ya da gerekçelerle dikkatten kaçırılmamalı; toplumun tümü üzerinde diktatörlüğe dönüşmesine izin verilmemelidir... dünya sosyalist sisteminin yeterince güçlü olduğu dönemlerde, burjuva demokrasisinin yeterince gelişmiş olduğu ülkelerde, proleterya diktatörlüğünü gerçekleştirmeden ( hayata geçirmeden ) de sosyalizm kuruculuğunun gerçekleştirilebileceğini, düşünüyorum...

Sanırım bu sorunun nereden nereye geldiğini tespit için Çin modelinin iyice incelenmesi gerekiyor. Bunu yaptığımı söyleyemem.

Daha önce de söylediğim gibi proletarya diktatörlüğü olmadan sosyalizmin gerçekleşebilmesi için Marksizm’in kavramlarının değişmesi gerekir. Devlet Marks ve Engels’in devlet tanımından çok örneğin Rousseau’nun devlet tanımına yakın olmalıdır ki sizin dediğiniz diktasız dönüşüm gerçekleşebilsin. Sınıflar arası uzlaşmaz karşıtlıklar olmamalıdır ki uzlaşı ile sosyalizm gerçekleşebilsin. Bu da diyalektik tarihsel materyalist düşünce ile temelden uyumsuzdur.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
parti içindeki emekçilerin sayısal olarak hangi oranda bulundukları, parti içindeki demokrasinin göstergesi olamaz ve zaten olmamıştır da... örn. şu anda bizdeki iktidar ya da muhalefet partisinin üyelerinin çoğunluğunun hangi toplumsal sınıflardan oluştuğu ( parti içi demokrasi olmadıkça) onların politikalarını belirlemeye yetiyor mu...?... üstelik, 'sayıca öne geçtiler' dediğiniz aydınlar, sovyet devrimi için de, sovyet sosyalizminin zaferi için de, o işçi sınıfından daha az mücadele etmedikleri gibi, daha az bedel de ödemiş değillerdir...( bknz ...sovyet edebiyatı...) emperyalizm kavramı genel anlamıyla, kapitalist üretim ilişkilerinden ve dolayısıyla kapitalizmden daha eski bir kavramdır ; ancak yirminci yüz yıl boyunca bu kavramın içeriği, kapitalizmin özgün bir aşamasını nitelemek üzere, lenin'in tanımıyla belirlenmiştir... lenin, birinci paylaşım savaşında takındıkları tavır nedeniyle sosyal emperyalizm kavramını, sosyal şovenizm kavramıyla birlikte, ikinci enternasyonalin hainleri ve özellikle alman sosyal demokratları için kullanmıştır... bu kavramı bağlamından koparıp da, bütün tarihi emperyalizmin kendisine karşı verilmiş bir mücadelenin tarihi olan bir ülkeye karşı yöneltmek, doğru olmasa gerektir... hangi açıdan ve nereden bakılırsa bakılsın, sosyal ya da değil herhangi bir emperyalizmden bahsedebilmenin ön koşulu, bir merkez / metropol ülkenin ve bir de sömürge / yarı sömürge ülke ya da ülkeler grubunun varlığıdır... ve eğer bu emperyalizm, ( bir depremle filan değil de, emperyalistliği yüzünden) bozguna uğrayacaksa / uğramışsa; bu, ancak ve ancak sömürge ya da yarı sömürge ülkelerin politik ve ekonomik bağımsızlık mücadeleleriyle ortaya çıkar / çıkmalıdır... soğukkanlılıkla değerlendirecek olursak, gerçekten durum budur; diyebilir miyiz... eğer, diyebiliriz kanısındaysak, sscb ile çevre ülkeler arasındaki iktisadi ilişkilerin bir sömürü ilişkisi olduğunu, gösterme sorumluluğunu üstlenmiş olmaz mıyız...?... ya da sscb'nin dağılışında, ''kendisine karşı verilen antiemperyalist mücadelenin'', belirleyici olduğunu ortaya koymamız gerekmez mi...? ... ortak paydamız ' bir adamın ölmüş olduğudur'... ( ben, burada sadece bir adamın değil de, bu tarihsel aşamadaki bütün sosyalizm deneyimlerinin, 'yani reel sosyalizmin' ölmüş olduğu konusundaki tavrımı bir paranteze alıyorum) ama ben adamın, sonradan yakalandığı bir kanser yüzünden değil de, daha baştan sağlıksız olduğu / doğduğu için öldüğünü söylüyorum... burada, adamın ölmüş olduğu olgusunu; kendi iddianıza yani sonradan kanser olduğu iddiasına bir kanıt olarak göstermeyi düşünmemelisiniz... kruşçev, stalin dönemi filan değil, sscb, daha ekim devriminin ilk yıllarında türk kurtuluş hareketiyle kurduğu ilişkiden başlayarak, asya, afrika ve latin amerika ülkeleriyle kurduğu bütün ilişkilerde ; onların direnişlerinde başarılı olmaları isteği ve beklentisinin dışında bir motivasyona bağlı olmamıştır... bu ilişkilerle biraz yakından ilgilenmek, gerçeği görmek için yeterli olur... eğer insan; bütün gayretini karşı düşünceyi anlamaya çalışmaktan çok püskürtmeye yöneltirse, yeni sentezlerle zenginleşme olanağı elde edilemez... proleterya diktatörlüğü konusunda yazdıklarımın daha farklı bir içeriği / anlamı vardı...
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
1- Parti içerisinde emekçilerin oransal olarak azalması (Brejnev dönemi itibari ile)
2- 1956 yılında parti yönetiminin kendisini denetleyecek mekanizmaları ele geçirmiş olması (dönüşü olmayan despotik yola giriş)
3- 1968 yılından belirginleşen ve devam eden işgalci tutum
4- Üretim mallarının niteliksizliği neticesinde reel ücretlerin düşüşü (sömürü)
5- Rusya'nın tarihi itibari ile Asya tipi despotluk özelliği göstermesi (özel mülkiyetten ziyade, sınıfın kollektif olarak artı değere el koyuşu)
6 -""SB resmi basınında belirtilenler ışığında 1970 ve ‘80’li yıllara ilişkin Sovyet ekonomisinin somut verileri incelendiğinde, kâr ve artı değer oranları açıkça görülür. Kâr oranı 1971 yılında %27.3, 1976’da ise %36’dır. 1971-75 yılları arasında toplam 500 milyar ruble kâr elde edilmiştir ve bu miktar 1966-70 yılları arasında elde edilenin bir buçuk katıdır. 1976’da özel şahıslardaki para sermayesi 90 milyar rubledir ve senelik faiz geliri 3-4 milyar ruble tutmaktadır. (Planovoje Hozjistvo, Sovyet dergisi, no. 7, s. 124). 1975 yılında Sovyet işçi sınıfı üzerindeki sömürü oranı, 1960’takine göre %25 daha yüksekti. Bu arada kısmi ve tam işsizlik, kadınların üretimden uzaklaştırılması açıkça artmış, milyonlara ulaşmıştı."" Kaynak:

Sınıfsallaşmış bürokrasi artı değere el koyuyor.Emekçilerin denetiminden çıkılmış, sınıfsallaşmayı engelleyecek devlet organları denetim altına alınmış ve geri dönüşü olmayan yola girilmiş, emekçilerin niceliksel azlığı ve kitlenin yorgunluğu,zayıflığı iktidar üzerinde baskı kurulabilme ihtimalini ortadan kaldırmıştır. Tüketim mallarına yeterince yatırım yapılmıyor. Başka değişle emekçinin hayat standartını yükseltmek gibi bir öncelik söz konusu değil.Emekçiler kar oranı arttırılarak gittikçe daha çok sömürülüyor.Doğu despotluğundan izler taşıdığından bu sömürü bireysel mülkiyet şeklinde belirginleşmiyor, kollektif karakter taşıyor. Şimdi böyle bir memleketin başka herhangi bir memleketi işgal etmesine nasıl bir tanımlama yapılabilir?
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
bakış açısı farklılıkları, genel olarak ortak payda oluşturmayı zorlaştırır.. daha ekim devriminden başlayarak, işçi sınıfı adına ele geçirilen iktidar aracılığıyla, teoride olduğu gibi 'insanlar için ve insanlarla birlikte sosyalizm kurmaya ' , yani proleterya diktatörlüğünün işçi sınıfı ve bağlaşıkları için en derin demokrasi anlamına gelen içe karşı yüzünü hayata geçirmeye (gerçekleştirmeye) yönelecek yerde; tarihsel koşulların ve dünya konjonktürünün zorlamasıyla (en doğrusu budur diye değil ama bu şartlarda başka ne yapabiliriz ki, şimdilik durumu kurtaralım da ilerde rahatlayınca teorinin aslına döneriz, gibi bir yaklaşımla..) ; bütün dikkat, devrimin savunulması ve korunmasına verilmiştir... bu yaklaşım, biraz da marksizmde proleterya diktatörlüğü kavramının aynı zamanda proleterya demokrasisi anlamına geldiği gerçeğinin gözardı edilmesi, rusya'da demokratik birikimin yetersizliği, sbkp içinde sosyalizm kuruculuğu için, demokrasinin öneminin bilinmeyişi..gibi nedenlerle birleşince; işçi muhalefeti, demokratik merkeziyetçi platform..vb parti içi grupların tasfiyesine, eleştirileri nedeniyle işçi sınıfı hareketine değil de, polit büroya ve birinci sekretere bağlılığından kuşku duyulan kadroların kıyımına ve sovyet devriminin, sscb'de proleterya diktatörlüğü yoluyla sosyalizm kuruculuğu sürecinin yozlaşmasına, proleterya diktatörlüğünün giderek parti ve birinci sekreter diktatörlüğüne evrilmesine ve sosyalist mülkiyet sorunu çözümlenemediğinden, devlet kapitalizmi içinde sosyalist üretim ilişkilerini oturtmaya çalışmak gibi bir açmaza yol açmıştır... sürecin, trajik bir yönelime oturmasında, devrimin liderliğini üstlenen lenin'in sorumluluğu yadsınamaz... çok geniş ve çok değerli bir önder kitlesini kıyıma uğratan, lenin sonrası birinci sekreterin, (marksizme katkısı mı olduğu yoksa zararı mı olduğu konusunda) adı anılmaya değer değildir ... daha önce parti kadroları harap edildiğinden, soğuk savaş ortamının da baskısıyla n. kruşçev'in çabaları beklenen sonucu vermemiştir... bana göre, tarihte görülmüş insanlığın en büyük mücadelesinden, bir çok nedenle yenik çıkılmıştır ; ama asla, sosyal emperyalizm, sosyal şovenizm, sosyal faşizm .. gibi .. uydurma nedenlerle değil... sscb, proleterya enternasyonalizminin gereği olarak, dış politikasını devrim ihracı ilkesine oturtmamaktan, abd'yle nükleer çatışmaya girmekten kaçınmaya ve hatta dünya sosyalist sistemini korumaya, savunmaya kalkınca da işgalci olmaya kadar, bir çok şeyle suçlanmıştır ; ama tarih devam etmektedir; yirmi birinci yyılda durum daha netleşecek ve komünistler, demokrasinin değerini ve önemini daha iyi kavrayacaklardır... ne demek istediğimiz aşağı yukarı belli olduğuna göre, ileri sürdüğünüz görüşler için teşekkür ediyor ve size iyi forumlar diliyorum...
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst