Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde burakender tarafından oluşturulan Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 137,320 kez görüntülenmiş, 1,062 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar
Konbuyu başlatan burakender
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Ruairi

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
3. Seçenek uyanıklık durumu çok ilginç bir yaklaşım ve uyanık olduğunu düşünmesi vahim bir durum.. :)

Sonsuzluğu savunan bir düşünce bilimle kendisini bir anda kafesleyerek her şeyden izole etmesi "düşünmekten kaçmak" ve kolaya kaçmak yolunu seçmesidir..

sevgili matrix.. düşünmekten kaçmaktan bahsetmişsiniz.. hiç kimsenin düşünmekten kaçtığı falan yok, aksine hem teizm hem nonteizm düzeyi bilinçaçıklığından daha fazla düşünüyoruz.. ama dediğim gibi herkes düşündüğü halde evren/kainat hakkında bir nihai karar veriyor.. işte verilen bu nihai karar inançtır..

daha önce de bahsettiğim gibi ister teizm ve nonteizm düzeyi bilinçaçıklığı diyelim, ister idealizm ve materyalizm diyelim bu insanlar evren/insan/kainat hakkında bir nihai karara varmış insanlardır..

ve neredeyse tüm dünya insanlığı bu bilinçaçıklığında yaşıyor.. yani varoluşun bir sır/gizem olduğunu kabullenmek istemiyor.. bu konuda insanoğlunu suçlamıyor ve eleştirmiyorum.. çünkü kişisel ulaştığım bilinçte; insanoğlunun hala evriminin devam ettiğini düşünüyorum.. bu evrim hem bedensel hem bilinçsel.. ve insanoğlunun hala bir "arageçiş formunda" olduğu tezini ortaya koyuyorum..

yine diyalektik düşünceye göre bilincimizi ortay koyanın beyin dokumuz olduğunu ve beyin dokumuzun evrimsel süreç içinde bu sır/gizemle yaşamaya uygun evrilebileceğini düşünüyorum.. ama dediğim gibi henüz insanoğlu kainatın bir sır olması olgusuyla birlikte yaşamını idame ettirmeye uygun değil..

peki insanoğlunun halihazırda varolan bilinç yapısı neye uygun?

bilincine yansıyan evrenin ve kendisinin bir sır olmadığı, bilimle, felsefeyle, aklını kullanarak, düşünerek bu sırra en uygun bir sonuca ulaşabileceğini düşünüyor.. yani -ben insanoğlu olarak kendim(insanoğlu) ve varoluş hakkında nihai bir karar veremem, bilemem diyemiyor..

peki ne diyor insanoğlu?

-ben insanoğlu olarak kendim ve varoluş hakkında nihai karar verebilirim, bilebilirim diyor..

işte o zaman ortaya "materyalizm ve idealizm"in binlerce alt fraksiyonu çıkıyor..

ister materyalistlerin ister idealistlerin ortaya koydukları evren modeli işi sır/gizem olmaktan çıkarıp bilimsel değil inançsal bir yaklaşıma dönüşüyor..

dünyadaki aklı az çok başında her insan evladı varoluşu gözlemler ve sorgular ve sonunda nihai bir karara varır.. ama insanlığın binlerce yıllık tarihine baktığımızda bu aklı başında insanların varoluşu/kainatı sorguladığında bir türlü evrensel ortak bir karara varamadığını ve hatta ulaştığı bu farklılıklar yüzünden biribirleriyle sürekli dalaştığını gözlemliyoruz..

ve işin en ilginç tarafı herkes varoluş hakkında ulaştığı bu nihai karardan adı gibi emin.. ateisti de aynı, müslümanı da hristiyanı da budisti de vs aynı.. yani daha önce de belirttiğim gibi kimse -benim yoğurdum ekşi demiyor, sizin de semavi dinleri hak din gördüğünüz gibi.. demeyeceklerdir tabii, çünkü bu işin bir mekanızması var.. hep bahsettiğim EGO dediğimiz ikinci benlik perdesi..

bu perde öyle bir perde ki, insanın bilincine yansıyanları öylesine bir filtreleyip süzüyor ki, bu perdeden kurtulmadığınız sürece farketmeniz neredeyse imkansız.. şöyle örneklemeyi deneyeyim..
bir bebek düşünün, doğduğu andan itibaren bir güneş gözlüğü monte edelim ve hiç çıkarmasın.. tüm yaşamı ve evreni bu güneş gözlüğünün arkasından gözlemlesin.. sonra yetişkin yaşa gelince diyelim ki; senin gördüğün şeyler aslında böyle değil, dünya daha aydınlık, bazı renkler var, sen bunların çoğunu şimdiye kadar görüp algılayamadın bile vs diyelim..
bu insan sizi algılayamayacaktır -ne diyorsun, ne saçmalıyorsun kardeşim sen diyecektir..
tekrar evrene, aydınlık derecesine ve renklere bakacaktır yine her zaman gördüğünü görecektir..
ve sizi dinleyemeyecektir bile, sana mı inanayım gördüğüme mi diyecektir..
o insanı ikna edebilip gerçekleri gösterbilmenizin tek yolu vardır.. daha doğumunda monte ettiğiniz güneş gözlüğünü çıkarmak..
işte o zaman gördüğü/algıladığı dünya birden değişecektir, her şey daha aydınlık, bir çok renklerin varlığını, parlaklığını ve canlılığını farkedecektir..

işte o insandaki güneş gözlüğü hangi işi yapıyorsa EGO dediğimiz ikinci benlik de aynı işi yapıyor..
yani ego dediğimiz o ikinci/yalancı/sahte benlikten kurtulup arınmadığınız sürece sizin gözünüze doğuştan hangi gözlük takıldıysa siz evrene bakıp sorguladığınızda hep aynı sonuca ulaşacaksınız..

dediğim gibi evreni sadece siz sorgulamıyorsunuz, ateisit de , budisiti de hindusu da isevisi de musevisi de sorguluyor..
peki bu farklı egoda/zihinde yaşayan insanlar gerizekalı, aptal, kör mü?
siz medeni dünyada yaşıyorsunuz, üst düzey eğitim aldınız da bu insanlar vahşi ormanlardaki ilkel kabileler gibi mi yaşıyor?
tabii ki hayır, hatta bu saydığım insanların bir çoğu sizden çok daha zeki, medeni, teknolojik, üst düzey eğitimli bir dünyada yaşıyor..
ama onlar da evreni sorguladığında hepsi kendi ego/zihin/gözlük yapısına göre bir sonuca ulaşılıyorlar..

elektronik dehası üstün zekalı bir inançlı japon budist evreni istediği kadar sorgulasın, varacağı sonuç ne semavi dinler, ne hinduizmdir ne ateizmdir, ulaşacağı tek sonuç vardır o da budizmdir..

bu yukarda verdiğim budist japon örneğini dünyadaki zihinde/egoda yaşayan tüm dünya insanlığına uygulayabilirsin.. üst düzey eğitimli zeki ve inançlı bir isevi istediği kadar varoluşu sorgulasın, ulaşacağı sonuç ne budizm ne ateizm ne islam ne bilmemnedir, o isa'ya ve/veya onun babasına ulaşacaktır..

katıldığım uluslararsı bir kongrede inançlı bir hinduyla bu konuları tercüman aracılığı ile konuşma fırsatım oldu.. hiç bir farkı yok diğer dünya insanlarından.. nuh diyor peygamber demiyor.. dediğim dedik çaldığı düdük herkes gibi o da.. dünyada doğru din/inanç hinduizmdir diyor başka bir şey demiyor.. hatta olayı fazla uzattığımda aşırı sinirlenince ben tartışmayı kesmek zorunda kaldım..

ölmeden önce ölmezseniz8egonun ölmesi) kainatı algılayamazsınız, ego sizi çok güzel uyutur, zaten görevi de budur..

daha önce verdiğim egonun tanımını bir kez daha veriyorum, çok dikkatli okumaya çalışın.. gerçi "kırılma noktasında" olmadığınız sürece yine bir şey değişmeyecektir ama kırılma noktasında olanlar için bir şeyler ifade edebilir..

Latince bir kelime olan Ego, ben, benlik, kendilik demektir. Ego, egoizm, bencillik, id ve superego kelimeleriyle ilişkilidir. Egonun, bireyi diğerlerinden ayırt eden göreceli, soyut bir varlığı vardır. Ego insanın hem özne boyutunu tanımlayan irade, bilinç ve vicdanı hem de onun nesne boyutunu tanımlayan, dürtülerini, iç isteklerini, tutkularını, içsel enerji kaynaklarını içine alan çok boyutlu komplekstir. Yapısı emergent özellikte olduğundan, parçaların bütünleşmesi, etkileşimi ve gelişimi sonucunda görünür hale gelen misali varlıktır. Göreceli hakikatler üzerinden kıyas yoluyla, mutlak gerçekliği, anlama aracı olan egonun varoluş fonksiyonları, organizmanın kendi sınırlarını bilme kapasitesinden, deneyimlerinden bilgi toplayıp çıkarımlarda bulunmasından, içinde yaşadığı çevreye uyum sağlama kapasitesinden türevlenir. Bu kapasiteler, içgüdüsel olarak, dürtüler halinde diğer canlılarda değişik seviyelerde bulunur. Ancak insanda bu kapasiteler, dürtüler, istekler, eğilimler, biyopsikososyal gelişim esnasında ego dediğimiz bir yapı şeklinde kristalize olup örgütlenirler. Ego, hem öznel hem de toplumsal yaşamında, bireyin kendini tanımlayıp, anlamlandırabileceği ve koruyabileceği içsel olarak işleyen bir referans noktası oluşturur. İnsan benliğinin(kendiliğin) bir bileşeni olan Ego, sosyal çevreye uyumla ve sosyo-kültürel etkilerle modifiye edilip şekillenen kristalize olan(inşa edilmiş) benlik katmanıdır.

Dinamik bir matriks olan ego çevreden gelen uyarıları, bilgileri filtre edip, yapılandıran işlemlerden oluşur. İnsanda arka planda otomatik olarak işleyen algılayıcı, seçici, düzenleyici ego sistemi, gerçekliğin filtresi ve editörüdür. Çevreden insana gelen uyarılar, ego filtrelerinde süzülüp, kontrolden geçtikten sonra, cevap üretilir. Egonun kendisi değil, düşünce, duygu ve davranış tarzları şeklinde etkileri gözlenebilir. Egonun şekillendiği sosyokültürel çevrenin inanç sistemleri ve ahlak anlayışı, onun gerçekliği filtre ve kontrol etme fonksiyonlarını etkiler. Bireyi ötekine karşı içsel koruyucu ve düzenleyici olan ego, iç ve dış gerçekleri, ya göz ardı eder, ya inkar ya da tahrif eder. Otomatik olarak işleyen ancak irade ve bilinçle kontrol edilebilir olan bu mekanizmalar, psikolojide ego savunma sistemleri olarak adlandırılır. İnsanların her biri, farklı ego filtrelerine ve kişilik ekranlarına sahiptir.
 

efefel

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2010
Mesajlar
202
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
39
İnsanlar ilkelden moderne geçtikçe ve güçlendikçe Tanrı'da güçleniyor.
Bu cümle Tanrı yok demez veya var demez.Ama Tanrı yoksa O'nun hayalii varlığının sonunun yaklaştığını gösterir.
Tanrı varsada insanların Tanrı'ya hergeçen an dahada yaklaştığını tabi.
Bence bu soruya cevap ararken tümden gelim yöntemi değilde tüme varım uygulanmalı.
Peki neden tüme varım?
Tümden gelirsek Tanrı'yı tanımak zorunda kalırız ve varlığı ihtimaline çok ciddi yakın bir tarafla başlamış oluruz.Bu duygusal yakınlık bizi gördüklerimizi ve düşündüklerimizi Tanrı'nın varlığını destekleyici görevini üstlenir.
Tam tersi kendimizi tanıma başlangıç olmalı.Buda bizi Tanrı varsa zaten ona götürecektir.
Sonuç olarak eğer Tanrı varsada yoksada eğer O'na karşı duygusal bir bağ geliştiyse bizde işimiz çok zor.Doğru sonuç olduğunu düşündüğümüz şey Tanrı'nın varlığıysa inanıp devam ederiz ama tam tersiyse ''O aana kadar bize annelik yapan mübarek kadının aslında bizim annemiz olmadığını ve aslında onun hiç olmadığını ve onu birdaha göremeyecek oluşumuzun travmasını yaşarız.'' (duygusasl yapı benzetmesi).
 

matrix

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
25 Eyl 2011
Mesajlar
38
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
46
Sayın paslıçivi; Yazılarınız ve fikirleriniz boş biri olmadığınızı gösteriyor.. Öncelikle saygı duyduğumu belirtmek isterim.. sizin kadar güzel ve akıcı bir yazı yazamıyorum ama dilim dönüğünce düşüncelerimi anlatayım...

sizin düşüncenizdeki ana unsurları maddeler halinde çıkarıp incelemeyi düşündüm..

1- insanların EGO dediğimiz bir filtre ile karar verdiğini düşünüyorsunuz..

2- Evren hakkında nihai bir sonuç olmadığı halde insanların kendi kültürlerine ve kişisel yapılarına gör nihai bir karara vardıklarını düşünüyorsunuz... Hiçbir şey bilmediğimizi kabul etmekten başka düşünceler inanç kapsamına girdiğini düşünüyorsunuz..

3- Bilimin tek gerçek olduğu sonucuna varıyorsunuz.. Ve sadece ondan sonuç bekliyorsunuz..


Eğer yukarıdaki maddelerde eksik veya hata varsa daha sonra düzeltirsiniz..


İnsanoğlu dünyaya geldiğinde dahi bir ego sahibidir.. Neden derseniz ihtiyaçları vardır çünkü.. Bu ihtiyaçları bile yaşamı filtrelemek için yeterlidir.. Daha sonra dünyada yaşadığı her deneyim beyinde bir filtre mekanizmasına dönüşebilir.. Demem oki mesela siz inançlıları farkındalığı özgür olmayanlar olarak lanse ederken.. Kendi egonuzun farkında bile olmuyorsunuz.. Hiçbir insan %100 egosuz düşünemez.. Filtre nedir öğrendiğimiz şeyler değilmi.. Aldığınız eğitim hasebiyle bilimi tek filtre kabul edişiniz zaten ortada..Çok farklı bir dünyada var olsaydık çok farklı düşünce yapılarımızda olabilecekti.. Bu dünyada var olmamız bile bize bir filtre sunuyor.. Halbuki ben diyorum madem bilmiyoruz.. Madem bilim bile bize ikna edecek bilgiler sunmuyor.. O zaman ne yapmalıyız bilinmezde beklemeye devam mı edeceğiz.. bumu en akıllıca seçenek.. Benim görüşüm en akıllı seçenek aklı en ilerde kullanılarak sonuca varılmış en yüksek olası seçeneği bulmaktır.. Benim gelmesi mümkün olmayan otobüsü beklemeye niyetim yok.. Onun için en olası seçeneğe yöneleceğim.. Evren hakkında nihai bir sonuç yoksa en akılsal olası seçenek vardır.. Gözlem yoksa tez var , sav var.. Boşlukta durmaktan iyidir..

Bu durumda ne yapmalıyız bilincimizi daha özgür bir seviyeye taşımalıyız.. Sizin deyişinize bilincimizi egosuz üst bir basamağa taşımalıyız.. Buda her şeyin bizim için başladığı noktayı bulmakla olur... Yani kaynağı bulmak.. Bizim için ana kaynak aklımızdır.. Aklımız olmasaydı zaten diğer Hiçbir şey olması ve ne olduğuda önemli değildi.. Bir detektif gibi en baştaki ip uçları , verileri bularak başlamalıyız.. Aklımız tek gerçeğimiz diğer veriler menşeyi hakkında kesin bilgilere sahip değiliz ama aklımız bu verilerle etkileşim içinde.............. Bu düşünce tarzı basitten en karmaşığa doğru gerçeği arayış girişimidir.. Akılsal bir yaklaşımdır.. Mümkün olabilecek en egosuz düşünme yöntemidir.. Bu tür sorgulama teknikleri ego ile açıklanmaz.. Daha önce verdiğim linkleri incelerseniz bu tür akılsal yaklaşım örneklerini görebilirsiniz..

Yani demem oki bilim dahil eğer bir olası sonuç arıyorsak işin içine az veya çok inanç girmek durumunda.. Diğer seçenek bilinmezlik ve boşlukta asılı kalmaktır.. Akıllıca bir seçim bilinmezlikte kalmak olamaz sanırım..
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
hedef gösteren ahitleri(tevrat ve inciller) ve islamın kuranını hiç okumadınız mı?

kendisine inanmayanları, istediği gibi düşünüp davranmayanları nasıl aşağıladığı, hakaret ve tehdit ettiğini isterseniz size ayet ayet yazarım buraya..

Herşeyin yaratıcısı ve hakimi olan bir varlık neden aşağılama,hakaret,tehdit vs gibi bir şey yapsın ki? zaten istediğini yapma kudretine sahip..kısacası siz bahsettiğiniz ayetlerden yola çıkıp ''bu sözler Tanrı sözü olamaz'' diyebilirsiniz ama hem bu bahsettiğim durumu ve inancın (dinin) bütününü görmezden gelip cezalandırıcı Tanrı tanımını yapamazsınız !!! ..geçersiz çıkarım!!! ben bu nedenle cezalandırcı Tanrı diye bir Tanrı yoktur dedim.

sevgili Pyramos, burda tam olarak neyi ifade ettiğinizi anlamadım, biraz daha açıklarsanız yanıtlamaya çalışırım.


Görünen dünyada (maddeci-pozivist) ölüm mutlak bir yok oluştur. Ne Tanrı ne melekler nede başka bir dünya bulunabilmiş hiç birşey yok.
İnsan bilinçli bir yaratık, bilinçli insan tabiki bilincini,benlliğini varlığını, kaybetmek istemez, insanın varlığını devam ettirebilmesinin tek yolu Tanrıya inanmaktır. bunu yapabilecek tek güç bir Tanrıdır. (psikolojik yöne örnek)

İnsan sosyal bir yaratık bakınız burada bile insanlar paylaşım yapmak istiyor, insanın kendi düşünceleri bile kendi kendine yetmiyor illa ki dışarı çıkacak haykıracak .. ve insan toplum içinde değerler sistemi ile yetişen bir canlı, ee doğuştanda sosyal zaten topluma karşı gelmek zordur,insan insandan güç alır (sosyal ve duygusal yöne örnek)

İnsan ,insanı heyecanlandıryor değil mi? cem yılmaz :) evet çok dogru tespit :) (konu dışı espri denemesi)

demek istediğim özünde şuydu Sayın Paslıçivi; herşeye bütünden bakınız..sadeleştirince ;gördüğüm gerçek ,görmediğim yalan ve hiçcilikten ibaret olan çıkarımlarınızın ; bütünle/var olanla oldukça uyumsuz olduğunu düşünüyorum..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Sayın paslıçivi; Yazılarınız ve fikirleriniz boş biri olmadığınızı gösteriyor.. Öncelikle saygı duyduğumu belirtmek isterim.. sizin kadar güzel ve akıcı bir yazı yazamıyorum ama dilim dönüğünce düşüncelerimi anlatayım...

sevgili matrix.. hakkımdaki düşünceleriniz için sağolun, siz de bir çok idealist ve materyalist arkadaşa göre oldukça özgür ve mantıklı düşünebilen birisiniz, bunu belirtmeden geçmiyeyim..

Halbuki ben diyorum madem bilmiyoruz.. Madem bilim bile bize ikna edecek bilgiler sunmuyor.. O zaman ne yapmalıyız bilinmezde beklemeye devam mı edeceğiz.. bumu en akıllıca seçenek..

burda ıskaladığınız şey, bunun bir seçenek olmadığı..
bu durum size sanki insanoğlunun tercih edebileceği bir seçenekmiş gibi geliyor..
bahsettiğiniz; bilimin bize sunduklarıyla yetinip, gayb/bilinemezlik hakkında bir savı/tezi sabitlememe(inanç) durumu epistemolojik gerçeklikte yaşamak olarak algılıyor ve yorumluyorum ben..
ve dediğim gibi bu bir "seçenek" değil..
bu durum bir "zorunluluk".. hatta ortaya attığım "zorunlu kaos teorisinin" bir parçası..

şöyle açıklamaya çalışayım..
insanoğlu varolan yapısı/doğası gereği mutlu yani tatmin olmak zorunda.. mutsuz/tatminsiz kalmak gibi bir seçeneği yok, çünkü böyle bir durumda varoluşu en büyük emri "yaşamda kal ve soyunu devam ettir"i yerine getirmek için motive olamıyor ve büyük bir boşluğa, hiçliğe, anlamsızlığa düşüyor.. bunun felsefik terminolojisi sanırım nihilizm.. enerjisini kaybetmiş hem ilkelbenlik(birinci benlik) hemde ego(ikinci benlik) yaşamsal motivasyonun kaybedip çok derin bir boşluğa anlamsızlığa ve günümüz psikiyatrik terminolojisiyle depresyona(psikolojik çökkünlük) giriyor..

canlı varlıklardan bitkiler ve hayvanlar ilkelbenlik merkezli yaşadıkları için bu benliğin ihtiyaçları olan beslenme, barınma, sex, üreme gibi faaliyetleri için ayrıca bir soyut üretip onlara tutunmazlar.. karnı doyan, eşini bulup üreyen, kendini güvende hisseden bir hayvan mutlu ve tatmindir, daha ötesini aramaz, ihtiyaç duymaz.. hem ilkelbenlik merkezli yaşadığı için hem de biz insanoğlu gibi bir bilinç yapısına sahip olmadığı için mutlu/huzurlu olması için bu primer ihtiyaçlarının karşılanması onu tatmin eder, biz insanoğlu gibi soyut kavramlar üretip onların peşinden gitmez..

ama insanoğlu dediğimiz canlı türü öyle değildir.. çünkü ilkelbenlik değil, ego dediğimiz benlik katmanı merkezli bir yaşam sürer.. o yüzden insanoğlu ilkelbenliğinin ihtiyaçları olan primer beslenme, barınma sex, üreme vs ile tatmin olmaz.. onun artık bir dini inancı, milli/etnik kimliği, siyasi görüşü, tuttuğu bir spor takımı, malı, mülkü, iktidarı, saygınlığı vs gibi kavramları vardır.. primer yaşamsal ihtiyaçlarını halleden insanoğlu bu kez bu ikincil kavramları sahiplenerek mutlu/tatmin olmaya çalışır.. işte bu saydıklarımdan dini inanç daha doğrusu yaşama verdiği anlam ve içerik en önemli unsurdur.. çünkü yaşama verdiği bu anlam ve içerik doğrultusunda bir yaşam sürecektir.. aksi halde yaşam anlamsızlaşacak, kişi rotasını kaybedecektir..

işte bu bağlamda kişi için epistemolojik gerçeklikte(bilimin sundukları) yaşamak veya evren/yaşam hakkında nihai bir karara varmak(inanç) arasında özgür iradeye sahip değildir.. yani bunlardan birini seçmek gibi bir lüksü yoktur..
yani sizin bahsettiğiniz "akıllıca seçenek" gibi düşünsel bir kavramdan öte mutlu/tatmin olmak gibi duygusal bir kavram söz konusudur ve bu durum ağır basar.. insanoğlunu yaşama motive eden düşünceleri değil duygularıdır, mutluluğudur..

o yüzdendir ki; sizin gibi batı coğrafyasındaki hakim olan semavi dinler zihniyle/egosuyla niceliksel yapılanmış bir beyin nörokimyası evreni sorguladığında nitelik olarak olarak bir tek tanrıya/yaratıcıya ulaşacaktır.. çünkü dediğim gibi doğumundan itibaren beyin nörokimyası/niceliği buna göre yapılandırılmıştır ve sizin beyin nörokimyanız endojen morfinleri(serotonin, dopamin, adrenalin vs) salgılamak için her sorgulama yaptığınızda bu tek tanrı/yaratıcıya ulaşamk için sizi yönlendirecek ve zorunlu kılacaktır.. ama siz bunların farkında olmayacaksıızdır.. ve siz bu sorgulamayı yaparken egosuz, önyargısız olduğunuzu zannedeceksiniz ve ulaştığınız sonuç size akıllıca olasılık/tez/sav -mış- gibi gelecektir.. çünkü arka planda sizden habersiz çalışan egonun savunma mekanızmalarının asıl görevi budur zaten..

uzak doğuya gidin, bebekliğinden itibaren beyin nörokimyası/niceliği budizmle yapılanıp şekillenmiş biri de evreni ve yaşamı sorguladığında aynı tuzağa/rüyaya dalacak ve en mantıklı/akıllıca olasılığın budizm öğretileri olduğu sonucuna varacaktır..
budizm öğretilerinde; varlık aleminin bir başı/sonu yoktur, başlangıçsız ve bitimsizdir.. bu veritabanı/zihin/ego yüklenmiş beyin nörokimyası evreni sorguladığında bir tanrıya/yaratıcıya ulaşamayacaktır.. çünkü başlangıcı olmayan bir varlık aleminde tanrı/yaratıcının bir yeri, anlamı, rolü yoktur.. siz evreni sorguladığınızda nasıl size en akıllıca/mantıklı olan yaratıcı geliyorsa bir budiste de en akıllıca/mantıklı yaratıcısız sonsuz bir evren ve sonsuz yaşam gelecektir.. çünkü onun onun beyin nörokimyası da ancak ozaman endojen morfin salgıyacaktır..

bakın size gerçekten yaşanmış ve benim okuduğum bir olayı aktarayım..

batıdan bir genç, başka bir genç budistle internetten chat/görüşme yapıyor.. ve bizim batılı genç budiste soruyor, -tanrıya inanıyor musun?

karşıdan gelen cevap şu.

-tanrı da nedir?

artık günümüz eskisi gibi değil.. tüm dünya insanlığı bu kitlesel iletişim(tv, telefon, internet vs) araçlarıyla dünayayı küçük bir köye dönüştürmek üzere.. eski çağlardaki gibi insanoğlu biribirinden habersiz yaşamıyor.. eskiden herkes belli bir coğrafyada doğar, o coğrafyanın inancını, kültürünü, yaşamını öğrenir diğer dünyadan bihaber bir yaşam sürerdi.. herkesin kendi kültürüne göre bir rüyası, yaşam şekli vardı.. ama artık öyle değil.. önümüzdeki on/yüzyıllar çok şeye gebe..

şimdi evreni ve yaşamı sorgulamada bilimin ve onun deklerasyonlarının ne kadar önemli olduğunu, iş insanoğlunun bireysel aklına, sorgulamasına, felsefesine kalırsa nasıl karmaşıklık kaos ve rüyalara sebep olabileceğini algılarsınız umarım..

hani bir söz vardır..

-tüm akıllar pazarda satılığa çıksa herkes yine kendi aklını satın alırmış..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Diğer seçenek bilinmezlik ve boşlukta asılı kalmaktır.. Akıllıca bir seçim bilinmezlikte kalmak olamaz sanırım..

burda kısmen hemfikirim sizinle.. ama daha önce değindiğim gibi bunlardan birini seçmek gibi bir lüksümüz yok..

ne siz benim yaşadığım epistemolojik gerçeklikte yaşamayı özgür iradenizle seçip tercih edebilirisiniz

ne de ben kendi özgür irademle sizin kendi akıllı tercihinizmiş gibi gelen yaratıcıyı kabullenmek/inanmak gibi bir seçeneği seçebilirim.. ben zaten eski inançlı bir müslümanım, 5 vakit namazını kılan, tüm kalbiyle allahın varlığına birliğine inanan ve bu doğrultuda yaşayan biriydim..

her iki duruma geçmemiz ikimiz içinde bir "mış gibi" durumudur..bu iş değişim, dönüşüm, başkalaşım işidir.. yani her ikimiz de sahip olduğumuz beynimizin niceliksel nörokimyası değişime uğramadığı sürece(kırılma noktası) varolan niteliksel pozisyonumuza mahkumuz.. içimizden bir tatminsizlik/huzursuzluk/istenç gelmediği sürece bu değişime kendimizi zorlayamayız, aksi halde ikimiz de ileri derecede huzursuz ve mutsuz oluruz..

bu durum sadece sizin ve benim için geçerli değil, tüm dünya insanlığı için geçerlidir. ateisti de, musevisi de budisti de, satanisti de, hristiyanı da, alevisi de, hindusu da vs evreni/yaşamı sorguladığında kendi veritabanı eşliğinde bir sonuca ulaşacaktır ve bunu kendi özgür iradesiyle değiştiremez..
çünkü istenç/arzu bizim elimizde/yönetimimizde değildir.. "mutlak 1" dediğim varoluşun bütünün iradesindedir..
ama ego dediğim yalancı benlik sanki tüm istenç ve davranşlarımız bizim kendi yönetimimizdeymiş gibi hissettirir bize..
ego dediğim yalancıbenlikten de düşünerek arınamasınız zaten.. çünkü düşünmek dediğiniz eylemi gerçekleştiren ve yöneten egonun kendisidir..
ego kendi bindiği dalı kesmez..
egonun yokedilmesi, arınılması bizim kişisel irademizin dışında öteden gelen bir şeydir..

farklı şekillenmiş ego ekranlarına sahip insanoğlu bu farklılıklar yüzünden binlerce yıldır bir kaos içinde yaşamaya mahkumdur şimdilik..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Görünen dünyada (maddeci-pozivist) ölüm mutlak bir yok oluştur. Ne Tanrı ne melekler nede başka bir dünya bulunabilmiş hiç birşey yok.
İnsan bilinçli bir yaratık, bilinçli insan tabiki bilincini,benlliğini varlığını, kaybetmek istemez, insanın varlığını devam ettirebilmesinin tek yolu Tanrıya inanmaktır. bunu yapabilecek tek güç bir Tanrıdır. (psikolojik yöne örnek)

sevgili Pyramos.. daha önceki bir yazışmamızda benim için "-inancın ne olduğundan bihaber" tarzında bir eleştiri getirmiştiniz.. ben de o zaman "-buyrun siz bana inancın, inanmanın ne demek olduğunu açıklayın konuşalım" demiştim, cevap vermediniz.. şimdi yukarıda alıntı yaptığım ifadenize baktığımda inanç/inanmak eylemi hakında az çok fikir sahibi olduğumu düşünüyorum..

biliyorsunuz sık sık -"her insan biriciktir, her insan ayrı bir dünyadır" gibi bir ifade kullanıyorum.. bu durum insanoğlunun inandığı ideolojisi için de geçerlidir.. yani inanmak eylemi çok geniş bir skaladır.. henüz bunu gözlemleyip ölçebileceğimiz bir teknolojomiz yok, her insanın inancı kendi içindedir. bizler sadece dışardan gözlemleyip subjektif yorumlar getirebiliriz..

bir şeye inanmak biri için "çok zayıf bir olasılık" olabileceği gibi bir başka biri için "gerçeklikmiş gibi" bir algı yaratabilir.. işte inanç/inanmak eylemi bu 2 algı skalasının arasında değişebilen çok geniş bir yelpazedir..

olayın daha iyi anlaşılabilmesi açısından şöyle güncel bir örnek vereyim..

zaman zaman piyango bileti alırız. niçin piyango bileti alırız? şans bize gülüp ikramiye çıkabileceğine "inandığımız" için.. böyle bir inancımız olmasa durduk yerde paramızı sokağa atmayız sanırım.. ama bu piyango biletini alırken farkındayızdır ki; bize ikramiye çıkmasının hesaplanmış bir olasılık hesabı vardır.. atıyorum büyük ikramiyenin bize çıkma olasılığı 1/50000000 gibi. yani bilet alırken bu çok düşük matematiksel olasılığın farkındalığındayızdır ama gönlümüz bu büyük ikramiyenin çok düşük de olsa çıkma olasılığını bizden yana kullanabileceğine inanırız..

şimdi gelelim varoluşa verilen anlam ve içerik denilen inanca.. yukarıdaki ifadenizden benim anladığım şu..
insanoğlu bir tanrı, melek ve ölüm sonrası yaşamı henüz somut olarak deneyimlemediği için aslında tüm bunların bir hayal ürünü olduğunun farkında.. yani ölümün mutlak bir yokoluş olduğunun farkında ama bilinçli bir canlı olduğu ve bu bilincini/varlığını kaybetmek istemediği için bir dine/tanrıya inanmayı tercih ediyor.. yani bir tanrıcı aslında bir tanrının olma ihtimalinin çok düşük olduğunun farkında ama yine de yokolmak ona zor geldiği için bir tanrıya inanmayı tercih ediyor..

diğer bir ifadeyle;
aynı piyango bileti alırken nasıl olasılığın çok düşük olmasına rağmen parasını riske ettiğinin farkındalığındaysa
tanrıya/dine ve ölüm sonrası yaşam/yaşamlara inanırken de yaşamını riske ettiğinin farkındalığında..

sizin alıntı yaptığım ifadenizden benim anladığım bu..
şayet inanç/inanmak kavramına böyle bakıyorsunuz dediğinizde haklısınız yani gerçekten ben inanmak denilen şeyden bihaber yaşıyorum..
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
inanmak eylemi çok geniş bir skaladır.. henüz bunu gözlemleyip ölçebileceğimiz bir teknolojomiz yok, her insanın inancı kendi içindedir. bizler sadece dışardan gözlemleyip subjektif yorumlar getirebiliriz.

Ya madem öyle yazılarınızda neden inancı uç noktalara çekiyorsunuz?

Sizin bahsettiğiniz noktalar yok değil ama parça, bütün değil..bende diğer parçalardan bahsederek bütünü göstermeye çalışıyorum..yoksa biletle piyangoyla alakası yok bahsettiklerimin...

herkes cennete girmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor diye bri söz var bilirsiniz bakınız bu sözde bir parçaya dikkat çekiyor..ölüme yüzler soğuktur, ölüm karanlıktır,bilme şansımız yoktur ve insan bunun farkındadır ama siz çoğu çıkarımlarınızda insanın bunun farkında olmadığını bilinçaçıklığında, egoda falam yaşadığını iddia ediyorsunuz.

İnsan sonsuzluğa uzanabilmek için Tanrı kavramını yarattı diyorlar bu bir yönden elbet doğrudur ama eksiktir.

Şu insanlara ve davranışlarına bakınız bakalım insan ne kadar sonunu düşünerek yaşıyor? insan böyle bir canlı değil insan akıl ve mantıktan örülü canlı değil insan duygulara sahip, zaten bu duygular olmasa çoğu insan yaşayamaz, intihar ederdi. insan bir bütün. bir denge.

İnanç kavramına gelince; inanan kim? inanılan kim?

İnancın tarifi yapılamaz, evrensel kabulu tanımı olabilecek bir kavram değil..

öyleyse size göre yok sayılmalı haliyle:)
 
F

Fetâ

Ziyaretçi
Kime/neye gore calismiyor muydu?, mesela dinazorlara gore mi?

Soyle izah edeyim.

Insanoglu herbir bilgiyi kendi fenomenal varliginda ortaya koydu. Burada uc turlu ortaya koyus var. Fenomenal, kavramsal ve zamansal.

Simdi maddeyi ele alalim. Insanoglunu da 7 milyon yil oncesinden evrimsel olarak baslatalim. Insanoglu madde kavramini M.O.4000 yilinda ortaya atti. Demekki bundan once madde kavrami yoktu. Yani maddenin kavramsal yasi-6000 yildir. Peki insanogluna M.O 4000 yilindan once yani M.O.4000-7 milyon arasi madde gozlem vermiyor muydu, veriyordu, ama madde kavrami yoktu. O zaman maddenin fenomenal yasi 7 milyon. Peki insanoglu kendi olmadigi bir donemde, yani diyelim dinazorlar zamaninda madde ya da fenomen yok muydu? Iste burada dainsanoglunun zamansal olcumu var. Yani big bang'a gore maddenin yasi 13.7 milyar yil.

Iste bu maddenin uc farkli yasi da; sadece insanoglunun varliginda ortaya kondu. Dinazorlar devrinde, dinazorlar ortaya koymus olsa bile, bunu ancak kendi turleri icin yapmislardir. Yoksa dinazorlar, insanogluna "Biz sizlerden daha once yasadik ve bu bilgileri size birakiyoruz" demediler. Kisaca insanoglu baska bir canli turu ile dialog kuramaz. Sadece onu gozlemi ve kendi algisi ile kendi monologu ile yine kendine bilgi olarak ortaya koyar.

Iste bu temelde doganin kanunlari yoktur, dogaya o kanunlari dogayi gozlemleyen insanoglu verir ve bu bilgiyide sadece kendi adina ve kendi icin kullanir. Zaten bu bilgiler ne dogayi, nede insanoglu disinda kalan baska bir turu/canliyi ilgilendirmez. Hersey bir monolog olarak insanoglu tarafli ve yine sadece insanogluna ait ve onun icin ve de eliyle bir bildirme, belirtmedir.

Bu da bize, kendi fenomeni dahil; tum gozlem veren fenomenleri sadece insanogflunun ortaya koydugunu ve bunu yine sadece kendi adina eliyle ve icin yaptigini gosterir.

Iste bu temelde tek bildiren ve belirten faktor, insanoglu turudur ve tum bilgi bir insanoglu turevi olarak insanoglu yapilandirilmisligidir.

Evrenin bir tasarımı yok mudur? Bu tasarımı, "nasıl?" olduğu bilgisi, insanoğlu tarafından ortaya konulana kadar, yok mu sayacağız?

Genlerdeki,canlıyı inşa eden kodlamaya, ne ad vereceğiz? Nesilden nesile aktarılan "şey"in adı nedir?
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Tanrı'nın varlığı veya yokluğu yaşamınızda neyi değiştirir, hiç düşündünüz mü?
1.Eğer var olduğuna ikna olup, yaşamınızı/davranış tarzınızı vb kısmen/tamamen değiştiriyorsanız, ya da,
2.Eğer olmadığına ikna olup, yaşamınızı/davranış tarzınızı vb kısmen/tamamen değiştiriyorsanız, her iki durumda da "yanlış" yaşamakta olduğunuz gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmayacak mısınız?
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Evrenin bir tasarımı yok mudur? Bu tasarımı, "nasıl?" olduğu bilgisi, insanoğlu tarafından ortaya konulana kadar, yok mu sayacağız?

Genlerdeki,canlıyı inşa eden kodlamaya, ne ad vereceğiz? Nesilden nesile aktarılan "şey"in adı nedir?

Evrenin bir tasarimi oldugunu soylemek, tamamen akilci aklin kendini kendine inandirmak icin dogrulayacagi ve gerceklestirecegi; bilimsel olmayan, gozlem vermeyen ve olgu olmayan bir soylem olacaktir. Evrni gozlemlersin, gozlemini dile getirirsin ve bu dile gelimi olgu olarak gecerli kilarsin, bu gecerlilik te gozlem ile yanlislanabilene kadardir.

Ya da bir teori, varsayim ortaya atarsin, bunu gozlem ile ortaya koyarsin, olgu olarak gecerli kilarsin ve bu gecerliligi yanlislanabilene kadar tutarsin. Gozlemsel yanlislanabilirlik ve olgusal gecerlilik bilimin bilimselligidir. O yuzden konu var yok degil; gozlemin verdigi kavramsal bilginin olgusal gecerliligi ve gozlemsel yanlislanabilirligidir.

Bir seye ne ad verecegin onemnli degil; onemli olan gozlemin gecerli teorisi ve olgusu.
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
750 no'lu mesaja eklenti:
İnanç (ateizmi de inanç olarak değerlendirmekteyim), kanıtlanırsa zaten inanç olmaz, bilgi olur.Tanrı üzerine "somut kanıtlar" diye bir konu başlığını zaten anlamış değilim.Eğer ki, 750 nolu iletideki gibi olmayıp, herkes kendi inancını doğrulayıp, yaşayıp gidiyor ise, tüm bu yazılanlar, temelinde bir "kendi doğrusunu dayatma" değil midir?İnsanlar neden inançlarına onay/katılım vb beklerler bir anlayabilsem..Ya da herkes birbirinin neye inandığını niçin merak eder?Sayısız konu başlığında daha "varlık"ın ne olduğu tartışılmakta iken, işi Tanrının varlığı/yokluğuna kadar afakileştirmenin yararı ne?Forumun en popüler konusu oldu çıktı..Bilgi olmadan fikir yürütülmemeli diye ahkam kesiyoruz tartışmalarda..Bilgisi bizi aşan bir konuda herkesin söyleyecek ne çok şeyi varmış..Din/mezhep/tarikat üzerine tartışmaları anlarım..Ama Tanrı üzerine sorgulamayı ancak inancın sahibi -kendi vicdanında-yapar (yapmalıdır) ..Kişiler bireysel korkularını/şüphelerini , konuyu kamusal hale getirerek mi aşmaya çalışıyorlar acaba?Bu ve benzeri konularda ileti yazmaktan hep kaçındım.İnanç, (Tanrı inancı) kişinin mahremidir, şu anda bile müdahil olmaktan hoşnut değilim.Ama yazmadan da edemedim.
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
750 no'lu mesaja eklenti:
İnanç (ateizmi de inanç olarak değerlendirmekteyim), kanıtlanırsa zaten inanç olmaz, bilgi olur.Tanrı üzerine "somut kanıtlar" diye bir konu başlığını zaten anlamış değilim.Eğer ki, 750 nolu iletideki gibi olmayıp, herkes kendi inancını doğrulayıp, yaşayıp gidiyor ise, tüm bu yazılanlar, temelinde bir "kendi doğrusunu dayatma" değil midir?İnsanlar neden inançlarına onay/katılım vb beklerler bir anlayabilsem..Ya da herkes birbirinin neye inandığını niçin merak eder?Sayısız konu başlığında daha "varlık"ın ne olduğu tartışılmakta iken, işi Tanrının varlığı/yokluğuna kadar afakileştirmenin yararı ne?Forumun en popüler konusu oldu çıktı..Bilgi olmadan fikir yürütülmemeli diye ahkam kesiyoruz tartışmalarda..Bilgisi bizi aşan bir konuda herkesin söyleyecek ne çok şeyi varmış..Din/mezhep/tarikat üzerine tartışmaları anlarım..Ama Tanrı üzerine sorgulamayı ancak inancın sahibi -kendi vicdanında-yapar (yapmalıdır) ..Kişiler bireysel korkularını/şüphelerini , konuyu kamusal hale getirerek mi aşmaya çalışıyorlar acaba?Bu ve benzeri konularda ileti yazmaktan hep kaçındım.İnanç, (Tanrı inancı) kişinin mahremidir, şu anda bile müdahil olmaktan hoşnut değilim.Ama yazmadan da edemedim.

Evet. bu yazdıklarınıza birşey diyemem. ama başka şeylerde var.. Bu başlığa sadece Tanrının varlığına ,yokluğuna kanıt aramaya gelmiyor insanlar, Tanrıyı anlamak,yaşamı anlamak,varlığı anlamak, bu konulardaki fikirleri ,duyguları tanımak, kendi içinde yaşadıklarına belki cevaplar ya da ip uçları bulabilmek vs vs içinde geliyor insanlar kanımca..

Kanıt deyince bir amerikan aktristi; ''Tanrının var olduğuna dair herhangi bir bilimsel kanıt yokken ben Tanrıya inanamam'' gibisinden bişiler demişti..inanç elbette böyle bir şey değil..olamazda..bu dünyada var olan inancı/inançları çok eksik anlamaya güzel bir örnek bence..
 
F

Fetâ

Ziyaretçi
Evrenin bir tasarimi oldugunu soylemek, tamamen akilci aklin kendini kendine inandirmak icin dogrulayacagi ve gerceklestirecegi; bilimsel olmayan, gozlem vermeyen ve olgu olmayan bir soylem olacaktir. Evrni gozlemlersin, gozlemini dile getirirsin ve bu dile gelimi olgu olarak gecerli kilarsin, bu gecerlilik te gozlem ile yanlislanabilene kadardir.

Ya da bir teori, varsayim ortaya atarsin, bunu gozlem ile ortaya koyarsin, olgu olarak gecerli kilarsin ve bu gecerliligi yanlislanabilene kadar tutarsin. Gozlemsel yanlislanabilirlik ve olgusal gecerlilik bilimin bilimselligidir. O yuzden konu var yok degil; gozlemin verdigi kavramsal bilginin olgusal gecerliligi ve gozlemsel yanlislanabilirligidir.

Bir seye ne ad verecegin onemnli degil; onemli olan gozlemin gecerli teorisi ve olgusu.
İyi ya işte, genleri gözlemliyoruz; canlının yapısal bilgisinin orada kodlanmış olduğunu görüyoruz. Bunun bir tasarım olduğu apaçık değil mi? Bu bir olgudur ve, yanlışlanabilirliği de mümkün değildir.Canlıların yapısal bilgisi genlerde kodlanmıştır. Ve bu bilgi nesilden nesile aktarılmaktadır. Bu olgu deneysel olarak da gözlenmektedir.

Doğru olanın, sadece gözlemlenebilir bilgi olduğunu iddia ediyorsunuz,akılcı bilgiyi reddediyorsunuz adeta. Aklıcı bilgi olmadan deneysel bilgiyi de ortaya koyamazsınız.

Konu "Tanrı'nın varlığı ve yokluğu" ise, (Aslında başlık yanlış. Bunun somut kanıtı mı olur? Ancak "varlığı" ve "yokluğu" hakkında fikir üretilebilir.) insan düşüncesinin üzerinde bir "düşünce" olup olamayacağı sorusuna cevap aranabilir sadece. Olduğuna ilişkin belirtiler, olmadığına dair savlardan daha akılcıdır.Olduğuna ilişkin belirtiler vardır, fakat olmadığına ilişkin felsefi bir önkabul vardır sadece.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
İyi ya işte, genleri gözlemliyoruz; canlının yapısal bilgisinin orada kodlanmış olduğunu görüyoruz. Bunun bir tasarım olduğu apaçık değil mi? Bu bir olgudur ve, yanlışlanabilirliği de mümkün değildir.Canlıların yapısal bilgisi genlerde kodlanmıştır. Ve bu bilgi nesilden nesile aktarılmaktadır. Bu olgu deneysel olarak da gözlenmektedir.

Doğru olanın, sadece gözlemlenebilir bilgi olduğunu iddia ediyorsunuz,akılcı bilgiyi reddediyorsunuz adeta. Aklıcı bilgi olmadan deneysel bilgiyi de ortaya koyamazsınız.

Konu "Tanrı'nın varlığı ve yokluğu" ise, (Aslında başlık yanlış. Bunun somut kanıtı mı olur? Ancak "varlığı" ve "yokluğu" hakkında fikir üretilebilir.) insan düşüncesinin üzerinde bir "düşünce" olup olamayacağı sorusuna cevap aranabilir sadece. Olduğuna ilişkin belirtiler, olmadığına dair savlardan daha akılcıdır.Olduğuna ilişkin belirtiler vardır, fakat olmadığına ilişkin felsefi bir önkabul vardır sadece.

Bir seyi gozlemlemek ve bunu olguya tasimak baskadir, gozlem vermeyen akilci bir yanasim baskadir. Tasarim, gozlem vermeyen akilci yanasimdir, sadece bir inanctir. Cunku tasarimciya yol acar. Bu da eger insanoglu degil se; insanoglu ustu ve disi bir guc olarak fizik otesi yaratimini getirir. Sonucta olgu da bilgi de yanlislayanda iunsanogludur ve insanoglu na aittir.

Ben dogrudan bahsetmiyorum, dogru goreceli ve degiskendir. Akilci bilgiyi de inancsal bilgiyi de red etmiyorum. Sadece gozlem olarak dile getiriyorum. Yani ortada bir kabul, ya da red yok. Bu konuda ben ozel bir tanri olan Allah ile ilgili bir baslik acmistim ve onun varini/yokunu dile getirmistim.

Ben ol, var ve inan dan degil; bil den yola cikiyorum.
 
F

Fetâ

Ziyaretçi
Konuya cevaptır: Genlerde kodlanmış bilgi, insan düşüncesini aşan bir "bilinç" in ürünüdür. Küçücük bir tohumu toprağa ekiyorsunuz, her şeyiyle programlanış koskoca bir ağaç oluşuyor. Bir yapı inşa ediliyor.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Konuya cevaptır: Genlerde kodlanmış bilgi, insan düşüncesini aşan bir "bilinç" in ürünüdür. Küçücük bir tohumu toprağa ekiyorsunuz, her şeyiyle programlanış koskoca bir ağaç oluşuyor. Bir yapı inşa ediliyor.

Yani bu gozlemsel bilgiyi alip illa bir aklin tatmini yaraticiya mi baglamak gerekiyor?

Neden buna ihtiyac duyuyorsun?
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
elbetteki her eserin bir planlayıcısı ve ortaya çıkaranı vardır.tabiiki bir eser gördüğümüzde bunu kim yaptı sorusu gelir aklımıza.neden bir yaratıcıya veya üreticiye bağlamayalım onu anlamadım.Hayranlıkla seyrettiğimiz fezayı nasılda kendi kendine harikulade bir düzen olmuş diyemi düşünmemiz lazım.bir big bang dir almış gidiyor,doğru olduğunu varsayalım o ilk nohut tanesi büyüklüğündeki maddeyi kim yaratmış peki.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
elbetteki her eserin bir planlayıcısı ve ortaya çıkaranı vardır.tabiiki bir eser gördüğümüzde bunu kim yaptı sorusu gelir aklımıza.neden bir yaratıcıya veya üreticiye bağlamayalım onu anlamadım.Hayranlıkla seyrettiğimiz fezayı nasılda kendi kendine harikulade bir düzen olmuş diyemi düşünmemiz lazım.bir big bang dir almış gidiyor,doğru olduğunu varsayalım o ilk nohut tanesi büyüklüğündeki maddeyi kim yaratmış peki.

Baglamaya inanmaya iman etmeye ve teslim olmaya ihtiyacin varsa, yap tabi. Ne de olsa akil bu baska turlu tatmin olmuyor.

Ama ne bilimin ne de bilimselligin boyle bir seye ihtiyaci yok. Sadece gozlemler ve gozlemini ortaya koyar. "Okuz altinda buzagi aramaz."

Ayrica unutma yaratanin yaratici kisir dongusu varmis? Yani senin sordugun sorunun cevabini kim yaratmis? Konu yaratilis degil; gozlem vereni bilmek ve bildirmektir.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Şu sözü kendimi ortaya koyarak söylüyorum;bir fikrin zayıf savunucusu güçlü saldıranından daha çok zarar verirmiş.

Sayın evrensel insan bilgi olarak nekadar donanımlı olursanız olun gerçeği değiştiremezsiniz.cevap veremiyeceğiniz birşey varmı onu merak ediyorum.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst