Hür irade

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde efefel tarafından oluşturulan Hür irade başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 18,577 kez görüntülenmiş, 137 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Hür irade
Konbuyu başlatan efefel
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan perkon

for me

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2012
Mesajlar
43
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Doğa kanunlarının herhangi bir varlığa bağlı olarak işlediğini kabul edersek,söz konusu varlığında maddesel bir süreçte meydana geldiğini düşünmeliyiz.Zira varlık mefhumu ancak doğa kanunlarıyla anlamlandırılabilir.Doğa kanunlarının işlemediği söz gelimi bir mekanda herhangi bir var oluş düşünemezsiniz.Çünkü varlık ancak doğa kanunlarının hükmünde vardır.Var olan her şey doğa kanunlarının izdüşümüdür.

Ayrıca doğa ezelidir.Doğa kanunlarının bir başlangıcı yoktur.Başlangıç kavramı bir zamanı işaret eder.Zaman evrende mevcuttur.Ancak doğa kanunları evrende dahil olmak üzere her yerde mevcuttur,zamanın işlemediği yerlerde bile.Şayet evrenin dışında,zaman mefhumunun olmadığı farazi bir boşluk düşünülürse,söz konusu boşluğun bir başlangıcı olduğundan söz edilemez.Boşluk ezelidir.Eğer doğa kanunları zamanın işlemediği bir hiçlikte de mevcutsa,o halde doğa ezelidir.Velhasıl doğa kanunlarının üstünde bir var oluş yoktur ve doğanın bir başlangıcı da yoktur.

Elbette bu fikirlerim tamamen şahsidir.Epey eksik gedik kısımları olduğunu kabul ediyorum.Bu yüzden doğanın öncesizliği konusunda pek ısrarcı değilim.Evrenin bir tanrı yordamıyla meydana geldiği ve doğa kanunlarının da söz konusu tanrının tekelinde olduğunu düşünebilirsiniz.Nitekim tanrı önermesi de en az benimkiler kadar teoride ve pratikte kanıtlanması mümkün değildir.Bu nedenle evrenin öncesinde neye inandığınız beni ilgilendirmiyor.

Amacım sözü Tanrıya ya da Yaratıcıya getirmek değildi arkadaşım. Siz; beyin işlevlerini maddeye oradan da doğa kanunlarına bağlayıp, hür iradeye sahip olmadığını söyleyince bende doğa kanunlarını nereye bağlayacağız, mantalitesi ile sordum. bir yere ya da şeye bağlı ,bağımlı olan hiç bir şey tam anlamı ile hür iradeye sahip olamaz. insanda ki hür irade de bu kapsam çerçevesi içinde vardır bana göre.iyi forumlar.
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Tutunduğunuz bu kavramın köküne ininiz, siz havaya tutunmaya çalışıyorsunuz.Şöyle açıklayayım;

İnsan ve hayat, çatışma ve çelişkidir. sizin görünüşe bakıp söylediğiniz doğru değildir. kısaca aslında ben inancımı savunmuyorum. ben kendimi savunuyorum , aynı sizin gibi, ya da bir ateist gibi,agnostik gibi herkes gibi.
bana kendinizi savunmadığınızı söylerseniz size inanmam. İnsansın. herşeyden arındın diyelim peki ya kendinden???
benim rahatsızlığım söylenenlerden değil ,masallardandır:D

bu iletinize tekrar dönmek durumundayım sanırım.. çünkü "kendinden arınmak" dediğiniz kavramı biraz açmak gerekiyor..

insanoğlu doğumundan ölümüne kadar olanki süreçte bu "kendi" dediğimiz "benlik" tek sabit değildir çünkü, şöyle ifade edeyim..

bir canlı dünyaya geldiğindeki kendi dediğimiz benliğin adı ilkelbenliktir, psikolojideki adı ID dir. ister hayvan ister insan olsun bir canlı yavrusu doğduğunda bu ilkel benliğin yönetimindedir.. ve hayatta kalma içgüdüsüyle öncelikle beslenme, barınma, korunma gibi temel ihtiyaçlarının giderilmesi için mücadele veren bir benliktir.. ve bu benliğimiz ömrümüz devam ettiğimiz sürece canlılığını sürdürmek zorundadır.. ve bu benlik çeşidi ihtiyaçlarının giderilmesi için zaman, mekan tanımaz, dinlemez, diğer canlılarla paylaşımcı değil, egoisttir.. ama bu benliğin bir tanrısı, dini inancı, ölüm sonrası yaşam/yaşamları, milli/etnik kimliği, ahlakı, siyaseti vs yoktur..

ama hiçbir insan evladı anasından doğduğu bu saf ilkelbenlikte kalamaz.. çünkü bir insantopluluğu içinde dünyaya gelmiştir ve bu primer ihtiyaçlarını giderirken zaman, mekan tanımayı, paylaşımcı olmayı öğrenmek zorundadır.. bu bebeğe bunlar bir takım ödül/cezalarla öğretilirken bu bebeğe aynı zamanda doğduğu zaman ve coğrafyaya göre bir dini inanç, milli/etnik kimlik, ahlaki yapı vs gibi öğretiler yüklenir.. ve dünya insanlık tarihinde bu çok değişik zaman ve coğrafya farklılığına göre sonradan yüklenen bu değerler çok farklılık gösterir..

bir bebek/çocuk yaşamını sürdürürken ilk zamanlar düşünce, kararverme merkezi bu ilkel benlik olduğu için tutum ve davranışlarında bu sonradan yüklenen değerlerin/öğretilerin bir rolü yoktur.. ama çocuk ergenlik vs deyip büyümeye başlayınca artık düşünme, kararverme ve dolasıyla tutum ve davranışlarını yöneten benlik artık değişmiştir.. işte bu ikinci benliğin psikolojideki adı ego dur.. ve bu ego denilen ikinci benliğin içeriğinde artık bir dini inanç, ölüm sonrası yaşam/yaşamlar, ahlak, milli/etnik kimlik vs gibi değerler kişinin düşünme , kararverme ve dolasıyla tutum ve davranışlarında en büyük faktördür..

ilkelbenlikte yaşayan bir canlı türünde yaşamının önünde hiç bir değer yoktur.. ama ikinci benlik/ego ağırlıklı bir merkezde yaşayan bir insan için artık yaşamının önünde çok daha değerli kavramlar vardır..

ilkelbenlikte yaşayan bir çocuk kutsanmış bir toprak parçası(vatan), kutsanmış bir insan topluluğu(millet) kutsanmış bir tanrı, dini inanç, ölüm sonrası yaşam/yaşamları paylaşan bir insan topluluğu(ümmet) kutsanmış bir ahlaki öğreti(namus davası vs) kutsanmış bir ideoloji (tüm izmler) için ne kendi yaşamını ne de başka birinin yaşamını tehlikeye atmaz..

ama yukarıda saydığım tüm bu değerler(zihin) yüklenmiş yetişkin biri artık yaşamını bu değerlere/zihne göre yönlendirir.. tüm bu değerleri çoğu kez yaşamının önüne getirir ve bu uğurda hem kendi canını hem de karşısındaki insanın canını tehlikeye atar ve gerektiğinde can verip can almaktan çekinmez.. dünya insanlık tarihi buna göre şekillenmiş ve hala gündemde olan düşünce, kararalma ve yaşam biçimi bu yapılanma içinde devam etmektedir..

benim meditasyon sayesinde arındığım değerler işte bunlardır.. ben eskiden türk milliyetçisi, müslüman ve islami ahlaka göre yaşayan biriydim.. çünkü doğduğum zaman ve coğrafyada bana bunlar yüklenmişti, başak bir zaman ve coğrafyada dünaya gelseydim çok farklı içerikte bir değerler bütünü(zihin) yüklenecekti ve o zihin yönetiminde düşünüp karar alıcak ve yaşamımı yönlendirecektim.. ve bu değrler uğruna hemkendi hem de karşımdaki insanın yaşamını tehlikeye atmaya hazırdım..

ama bugün geldiğim noktada bu yukarda saydığım "insanda öte" hiç bir değere sahip değilim, ne müslümanım ne türküm ne göreceli ahlakım var ne de başka bir şey.. sadece ben ve benim yaşamım var.. insanlarla olan ilişkilerimde bu değerlerin hiç bir rolü yok, bu değerler için kesinlikle ne kendi yaşamımı ne de karşımdaki insanın yaşamını tehlikeye atmam.. annemden doğduğumda nasıl "zihinsiz" saf bir bilince sahipsem bugün o noktaya tekrar geri dönebilme şansını yakaladım.. o yüzden karşımdaki insanın savunduğu inandığı tüm değerler benim için hiç bir şey ifade etmiyor ve karşımdaki insanı bu sahiplendiği değerler yüzünden dışlamıyor ve ötelemiyor, olduğu gibi kabulleniyorum.. ve aynı zamanda ne bir toprak parçası, ne bir tanrı, ne bir dini inanç, ne bir ideoloji, ne ölüm sonrası yaşam/yaşamlar vs için ne ölürüm ne de öldürürüm..

şu an yaşadığım benlik çeşidi ne ilkelbenlik ne de bana sonradan yüklenen ikinci benlik/ego.. bu sanırım "özbenlik" diye ifade edilen kavram ya da başka birşey..

işte sizin -"bir insan kendinden arınabilinirmi" sorunuzda benim algıladığım benlik çeşidi bu özbenlik..
o yüzden size -"bir insanın kendinden arınması bedensel ölüm olmadan mümkün değildir" diye cevap verdim..

ve bu yaşadığım şey bir masal değil, gerçek..
bir insan size -benim tanrım, dini inancım, milli/etnik kimliğim, insandan öte savunduğum bir ideolojim yok diyebilirmi yalandan?
ya da derse ne tür bir amaç/çıkar güder sizce?
bu mümkün mü?
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
nsan ve hayat, çatışma ve çelişkidir, herkes kendini (inancı,fikri,hisleri ve herşeyi ile)savunur

evet herkes kendini savunur, buna bir itirazım olması mümkün değil..
ama kendini savunurken kendi ve karşındaki insanın yaşamının önüne bir şey getirip getirmediğin çok önemli..
kendini savunurken önceliğin insan ve yaşamı değil de insandan öte tutunmak zorunda kaldığın bir takım kavramlar ise işte orda dananın kuyruğu kopuyor.. gereğinde hem kendi hem de karşındaki insanın yaşamını tehlikeye atıyorsun, tür bilinç ve farkındalığı diye bir şey yok ortada..
kendi türünden diğer bireyleri insandan öte bu kavramlar için yoketmeye, öldürmeye ve zarar vermeye hazır oluyor ve bunu yapıyorsun..

karşındaki insanın da senden bir farkı yok, o da insan yaşamının önüne bir takım değerler getirmiş..
ama ikinizin değerleri çok farklı içerikte; farklı tanrılara, farklı mistik insanların öğretilerine, farklı ölüm sonrası yaşamlara, farklı kutsanmış topraklara, farklı kutsanmış milli/etnik kimliklere, farklı kutsanmış bez parçalarına(bayrak) vs inanmış ve sahiplenmişsiniz.. bu uğurda biribirinizi öldürmekten kaçınmıyorsunuz..

bir budist japon kendi toprağını savunurken şayet ölürse öldükten sonra daha iyi bir yeniden doğuma inanarak ölüyor ve öldürüyor
bir hristiyan amerikalı toprağını savunurken isanın cennetine gideceğine inanarak ölüyor ve öldürüyor
bir yahudi toprağını savunurken musanın cennetine gideceğine inanarak ölüyor öldürüyor
bir hindu toprağını savunurken hinduizmin öğretisi karma yaşamdan iyi bir karma yakalayacağına inanarak ölüyor ve öldürüyor
bir filistinli müslüman toprağını savunurken muhammedin vaddettiği cennete gideceğine inanarak ölüyor öldürüyor

ve insanoğlu binlerce yıldır böyle yaşıyor.. biri komünizm uğruna canını feda ederken başka biri bambaşka insandan öte bir ideoloji için hem kendine hem karşısındakine zarar veriyor.. ve biz bu canlı türüne bilinçli insan diyoruz.. çok ilginç değil mi?

o eleştirip beğenmediğimiz hayvanlarda böyle kavramlar ve gereksiz diğer canlılara zarar vermek diye bir şey yok.. onlar sadece ihtiyaçları olduğunda beslenmek, hayatlarını tehdit edildiği durumlarda ve hayatta kalmak için öldürüyorlar sadece.. ama onlarda bilinç yok, bilinçsiz canlılar diyoruz..
bu bilinç denilen şeyi iyi sorgulamak lazım, insanoğluna faydalımı zararlı mı?
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
masal kısmıda burası sözler güzel, düşünce şahane ama "insanın yapısı" belliyken malesef mümkün olmadığını söyledim gene söylüyorum.

sevgili for me, burayı biraz açar mısınız, insanın yapısı derken neyi ifade etmeye çalışıyorsunuz?

ancak nefisler yıkanıp Cennete girilince çatışma ve çelişkiler yok olacaktır.

bu da size yüklenen bir inanç, dünyanın çok değişik coğrafyalarında çok farklı ölüm sonrası yaşam/yaşamlar öğretileri mevcut..
ama kime sorarsanız sorun benim inancım hakikat diğerleri batıl diyecektir.. bu şaşmaz bir kuraldır.. zihinde yaşamanın gereği ve zorunluluğudur zaten bu durum, kişi düşünerek bu zihinden arınamaz, çünkü düşünme dediğimiz eylemin gerçekleştiği zemin zaten zihnin kendisidir, zihin kendi bindiği dalı kesmez, kesemez..

Osho şartları görmezden gelerek masallar anlatmıştır. Osho Çağdaş(!) ve modern (!) İnsan pazarına Cennetten arsa projesinin ''kafanın içinde Cennet''versiyonunu ile girerek bu yeni pazardan parsayı götürmüştür şirket hala pazarda çok güçlüdür

şirket ürününün mühteşemliğinin (!) farkındalığına varamayanlar da benim gibi gafiller olmalıdır

sevgili for me, bunları bana niçin anlatıyorsunuz?

ben oshucu ve oshoyu savunan biri değilim ki, hatta osho hakkında sizden çok daha eleştirisel bir düşünce yapısına sahibim..
benim oshoyla olan tek bağım meditasyon denen şeyi ondan öğrenmiş olmam, çünkü adam bu konuda gerçekten çok bilgili ve tecrübeli biri..
ama onun haricinde osho tanrıdan ve ölüm sonrası sonsuz yaşamdan bahseder.. yani benim bilincimde ve yaşamımda hiç bir değeri olmayan kavramlar..

ama bu dünyada muhammed'i, isa'yı musa'yı budha'yı, mahavira'yı, konfiçyus'u, tao'yu, ali'yi, lenin'i stalin'i, hitler'i, mevlanayı, nietcheze'yi atatürk'ü vs takip eden ve bu insanların öğretilerini benimsemiş insanlar olduğu gibi osho'yu benimseyip takip edecek olan insanlar vardır ve olacaktır.. bu onların bileceği iştir.

daha önce dediğim gibi siz bir insanın ve öğretileri eleştirip yargılar ve küçümserseniz, bu insanların peşinden giden insanların da aynı şekilde sizin peşinden gittiğiniz insanı ve öğretilerini eleştirme, yargılama ve küçümseme hakkı verirsiniz..

ve öğreti dediğimiz şeyler non-bilgi yani inanç kapsamına girdiği için doğrulaması ve yanlışlaması mümkün olmayan şeylerdir.. bunları tartışmak kısır bir döngüden başka bir şey değildir..
tek bir işe yarar, sizi biribirinize düşürüp böler, düşman eder..
yani binlerce yıldır süren insanlık tarihine devam etmiş olursunuz sadece..

ben şu an yaşam şeklimi belirlerken hiç bir insanoğlunu ve öğretilerini klavuz olarak kullanmıyorum..

madem benim de bir beynim ve bilincim varsa o bana yetiyor, çünkü ben de onlar gibi bir insanoğluyum..
 

Şeytanın Oğlu

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
4 Şub 2012
Mesajlar
44
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Amacım sözü Tanrıya ya da Yaratıcıya getirmek değildi arkadaşım. Siz; beyin işlevlerini maddeye oradan da doğa kanunlarına bağlayıp, hür iradeye sahip olmadığını söyleyince bende doğa kanunlarını nereye bağlayacağız, mantalitesi ile sordum. bir yere ya da şeye bağlı ,bağımlı olan hiç bir şey tam anlamı ile hür iradeye sahip olamaz. insanda ki hür irade de bu kapsam çerçevesi içinde vardır bana göre.iyi forumlar.

Önceki yazınızda "kanun,tetikleme" kelimelerinin size tasarımı çağrıştırdığını belirttiniz.Benim tanrısal irade üstüne yazmamın nedeni de budur.Hür iradenin varlığına dair fikirlerinize saygı duyuyorum,ancak yinede hür irade konusunda sizde bazı şüpheler uyandırdığımı düşünüyorum.
 

for me

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2012
Mesajlar
43
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Cevap: Tanrının varlığı veya yokluğu hakkında somut kanıtlar

Sayın Paslıçivi,

Madem bu kadar yazdınız, bende düşünceleriniz hakkında genel yorumumu yapayım.

Oldukça kolaycı ve sığ bir bakış açısı bu anlattıklarınız. insanın yapısını sormuşsunuz önce ordan başlayayım ; İnsanın yapısı = Nefs. kasdettiğim kısaca budur. hani siz diyorsunuz ya; Önce İnsan,İnsan türü. bakınız İnsan türü diye bir tür sadece biyolojik olarak vardır. hakikatte insan türü diye bir şey yoktur. İNSAN NEFSİ diye birşey vardır. sizde olmayan bir şeyin birliğinden bahsediyorsunuz. evrensel insanllık diye bir şey olamaz. insan nefs'tir, yani hepsi ayrı ayrı canlardır sırf insan oldukları için birlik olmalarını beklemek hayalciliktir,boş laftır,zırvadır. tarihin en başından beride görülmemiştir. bunun sebebide sizin ikinci benlik /ego dediğiniz İnsanlık öğretileri değildir.

katı bir töre içinde büyümüş bu törenin öğretileri sonucu kardeşini öldürmüş en cahil insan bile en geç 20 li yaşların başında töre kurbanı olduğunu kandırıldığını anlar. bunun için felsefe bilmesine gerek yoktur, insanda bu potansiyel vardır. her insan kendi gibi olmayan/düşünmeyen biri ile karşılaştığında zihninde çatışma ve çelişki başlar. ama size kalsa yok bunu farkedemezmiş,zihinde yaşıyomuş çünkü vesaire vesaire .. geçin bu masalları. birde düşüncelerinizi sürekli tekrarlamayı bırakın bir seferde herşey çok kolay anlaşılıyor, sizin haberiniz yok galiba ama herkesin bildiği şeyler bunlar. yukardaki örneğide ondan verdim.

savaşlar çıkaran insanlar öldüren ;İNSAN NEFSİDİR. hangi Din,inanç, büyük felsefe,ideoloji savaşın adam öldürün diyor? tarih boyu savaşlara iyi bakın, kavga nefs kavgası, güç, çıkar vesaire kavgası.. kabile çıkarı,topluluk çıkarı,toplum devlet halk çıkarı vesaire.. temelde hepsi İNSAN NEFSİ KAVGASI.

her yerde başka inanç varmış,hepsi ayrı şey söylüyormuş, deyip bunları birbiri ile çarpıştırıp hepsinden arınmayı aydınlanma saymak, sığlıktır,kolaycılıktır. insanlık tarihini hiçe saymaktır.

birde oldukça statik bir bakış açısı bu; ilerleme şansı yok,arayış çabası yok, herşeyi reddet,gerçekte var olmayan hayali insana sarıl ohh ne rahat:D

masal masal masal sayın Paslıçivi..tatlı rüyalar:D
 

for me

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2012
Mesajlar
43
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Önceki yazınızda "kanun,tetikleme" kelimelerinin size tasarımı çağrıştırdığını belirttiniz.Benim tanrısal irade üstüne yazmamın nedeni de budur.Hür iradenin varlığına dair fikirlerinize saygı duyuyorum,ancak yinede hür irade konusunda sizde bazı şüpheler uyandırdığımı düşünüyorum.

ekstra bir şüpheye düşüremediniz beni,her şeyden şüpheye düştügüm olağan şüphem kadar şüpheye düştüm yani:D itiraf edeyim başlarda sizin oldukça genç biri olduğunuzu ve sabukladığınızı düşündüm, bir kaç mantık darbesi ile (kendi silahınız ile) sizi vurarak, sizi hür irade yoktur çıkarımına getiren zincirin halkalarını kolayca kırabileceğim hayali stratejisi ile akın ettim, ancak sandığım gibi olmadı, akınlarımı ikimizinde tıkanacağı noktaya kadar başarı ile savurdunuz:D kendi felsefi ateşini yakan insana saygı duyarım, doğrudur ,yanlıştır,severim sevmem orası orası başka konu. bu sebeble daha önce bu konu hakkındaki düşüncenize yöneltiğim hezeyan sözümü geri çekiyorum. ama hala size hiç ama hiç katılmıyorum, never and never:D
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
İNSAN NEFSİ diye birşey vardır. sizde olmayan bir şeyin birliğinden bahsediyorsunuz. evrensel insanllık diye bir şey olamaz. insan nefs'tir, yani hepsi ayrı ayrı canlardır sırf insan oldukları için birlik olmalarını beklemek hayalciliktir,boş laftır,zırvadır.

sevgili for me, bu düşüncelerinizde sizinle sonuna kadar hemfikirim..
tüm dünya insanlığını evrensel insanlık adı altında toplayıp bir kardeşlik dostluk ortamı sağlayamazsınız, bunlar hayalciliktir, boş laftır, zırvadır..
ben de böyle bir şeyi savunmuyorum zaten, savunanlar düşünsün..
ben de o yüzden "bu bilinçaçıklığında yaşamak WHO tanımına göre bir hastalıktır" tezini ortaya koyuyorum zaten
ama bu tanımı yapan bilimadamlarına sorsan beni topa koyarlar, sen ne demek istiyorsun diye..
bu konudaki düşüncelerimi başka bir başlıkta açıklamıştım, alıntı olarak vereyim..

varoluşun varolma düzeni, sistematiği böyle sevgili arkadaşım.
nitchze daha önce insanoğlu tarafından dile getirilmiş tanrıyı öldürecek
sen müslüman olarak onun tanrıyı öldürmesini beğenmeyecek ve yargılayacaksın
bir başkası senin tanrını veya bu yargılamanı beğenmeyecek ve seni yargılayacak
bir başkası geleck bu yargılayanı beğenmeyip onu yargılayacak
biri homosexüel olacak, biri onu yargılayacak,
homosexüeli yargılayanı bir başkası beğenmeyip onu yargılayacak
sonra o ötekine dönüp onu yargılayacak
hristiyan gelip senin tanrını beğenmeyip yargılayacak
musevi gelecek kendi tanrısı dışındaki tanrıları beğenmeyip yargılayacak
budist hindu da kendi tanrılaştırmaları dışındaki tanrısal anlayışları beğenmeyip yargılayacak
biri beyazı sevecek biri karayı biri maviyi
beyazı seven karayı maviyi beğenmeyip yargılayacak
karayı seven beyazı ve maviyi beğenmeyip yargılayacak
biri isa'nın cennetine girmeye çalışacak öteki muhammed'in cehhenenminden kaçarken
diğeri budizmin yeniden doğumlarından iyi olanı yakalamaya çalışırken
öteki hinduizmin kötü karmasından kaçacak..




tüm bunlar yapılırken biribirimizi yemek zorundayız, dediğim gibi düzen böyle, kaos yani.
biribirimiz hem somut hem soyut anlamda yemek üzere varolmuşuz
carbon atomu içermeyen maddeleri(organik diyelim kabaca) yemeden hayatta kalabilir misin?
aslanın etobur olması onun suçu mu?
ineğin otobur olması onun tercihi mi?
senin başka bir canlıyı öldürüp yemeden hayatta kalma zorunluluğun senin tercihin mi?

başkalarının tanrılarına ya da tanrısızlığına hoşgörü ve inançla ile bakabilecek misin?
bakamıyacaksan; onlardan senin tanrına hoşgörü ve inançla bakmalarını beklemen seni üst insan yapmaz mı?

varoluşun garipliği ve gizemi bitmez..

o yüzden hep söylerim, kurtuluş kişiseldir bireyseldir..
başkalarına aktarılamaz ya da aktarılması çok zordur, imkansıza yakındır..

kurtuluşa ermenin en önemli göstergelerinden biridir; evreni tarafsızca gözlemleyebilmek ve yargılamamak..

her insan kendi gibi olmayan/düşünmeyen biri ile karşılaştığında zihninde çatışma ve çelişki başlar. ama size kalsa yok bunu farkedemezmiş,zihinde yaşıyomuş çünkü vesaire vesaire .. geçin bu masalları.

bunlar masal değil sevgili for me.. çünkü zihin/ego dediğimiz benlik katmanı insanoğlunun "yalancı mutluluk motorudur"..
ve bu mutluluğu/tatmini korumak adına bir çok savunma düzenekleri geliştirmiştir..
egonun savunma mekanızmalarını duymuşsunuzdur sanırım.

bunu anlayabilmek için çok basit bir deney yapabilirisiniz.
sanırım müslümansınız.. (daha önce -benim dinim bu coğrafyada bellidir gibi ifade kullanmıştınız, ordan tahmin ettim)
müslüman olmayan, hayata farklı bir anlam/içerik verip bununla tatmin olmuş birini karşınıza alıp islamı anlatın ve müslüman yapmaya çalışın bakalım..
ve insanoğlunun nasıl bir zihnin/egonun kölesi olarak periferde/çeperde yalancı bir mutlulukta yaşadığını görmeye çalışın..
ve daha önemlisi insanoğlunun yaşama anlam/içerik verme konusunda hür iradesi ol-ma-dığını görmeye çalışın..
ondan sonra da tüm dünya insanlığının nasıl derin bir uykuda rüya gördüğünü algılamaya gayret edin..

ama tüm bunlar bile size bazı şeyleri farkettirmeyecektir.
çünkü ego ve savunma mekanızmaları o kadar kurnazdır ki, siz daha düşünmeye başlamadan tayakkuza geçip bazı şeyleri hemen yadsıyacak ve filtreleyecektir..

daha önce verdiğim tanımı bir kez daha vereyim, gerçi tüm bunların boşuna bir çaba olduğunun da farkındayım..
çünkü bu tanımı okurken bile savunama mekanızmaları devrededir ve gerekeni yapacaktır..
yani şu an evrene verdiğiniz anlam ve içerikle, sizi mutlu/tatmin kılan benlik yapısını bozmamak için elinden geleni yapacaktır..
bu egoda/zihinde yaşayan neredeyse tüm dünya insanlığı için geçerlidir..
bu tanıma kendini inançsız diye tanımlayan ateistler de dahildir..

Latince bir kelime olan Ego, ben, benlik, kendilik demektir. Ego, egoizm, bencillik, id ve superego kelimeleriyle ilişkilidir. Egonun, bireyi diğerlerinden ayırt eden göreceli, soyut bir varlığı vardır. Ego insanın hem özne boyutunu tanımlayan irade, bilinç ve vicdanı hem de onun nesne boyutunu tanımlayan, dürtülerini, iç isteklerini, tutkularını, içsel enerji kaynaklarını içine alan çok boyutlu komplekstir. Yapısı emergent özellikte olduğundan, parçaların bütünleşmesi, etkileşimi ve gelişimi sonucunda görünür hale gelen misali varlıktır. Göreceli hakikatler üzerinden kıyas yoluyla, mutlak gerçekliği, anlama aracı olan egonun varoluş fonksiyonları, organizmanın kendi sınırlarını bilme kapasitesinden, deneyimlerinden bilgi toplayıp çıkarımlarda bulunmasından, içinde yaşadığı çevreye uyum sağlama kapasitesinden türevlenir. Bu kapasiteler, içgüdüsel olarak, dürtüler halinde diğer canlılarda değişik seviyelerde bulunur. Ancak insanda bu kapasiteler, dürtüler, istekler, eğilimler, biyopsikososyal gelişim esnasında ego dediğimiz bir yapı şeklinde kristalize olup örgütlenirler. Ego, hem öznel hem de toplumsal yaşamında, bireyin kendini tanımlayıp, anlamlandırabileceği ve koruyabileceği içsel olarak işleyen bir referans noktası oluşturur. İnsan benliğinin(kendiliğin) bir bileşeni olan Ego, sosyal çevreye uyumla ve sosyo-kültürel etkilerle modifiye edilip şekillenen kristalize olan(inşa edilmiş) benlik katmanıdır.

Dinamik bir matriks olan ego çevreden gelen uyarıları, bilgileri filtre edip, yapılandıran işlemlerden oluşur. İnsanda arka planda otomatik olarak işleyen algılayıcı, seçici, düzenleyici ego sistemi, gerçekliğin filtresi ve editörüdür. Çevreden insana gelen uyarılar, ego filtrelerinde süzülüp, kontrolden geçtikten sonra, cevap üretilir. Egonun kendisi değil, düşünce, duygu ve davranış tarzları şeklinde etkileri gözlenebilir. Egonun şekillendiği sosyokültürel çevrenin inanç sistemleri ve ahlak anlayışı, onun gerçekliği filtre ve kontrol etme fonksiyonlarını etkiler. Bireyi ötekine karşı içsel koruyucu ve düzenleyici olan ego, iç ve dış gerçekleri, ya göz ardı eder, ya inkar ya da tahrif eder. Otomatik olarak işleyen ancak irade ve bilinçle kontrol edilebilir olan bu mekanizmalar, psikolojide ego savunma sistemleri olarak adlandırılır. İnsanların her biri, farklı ego filtrelerine ve kişilik ekranlarına sahiptir.
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
savaşlar çıkaran insanlar öldüren ;İNSAN NEFSİDİR. hangi Din,inanç, büyük felsefe,ideoloji savaşın adam öldürün diyor? tarih boyu savaşlara iyi bakın, kavga nefs kavgası, güç, çıkar vesaire kavgası.. kabile çıkarı,topluluk çıkarı,toplum devlet halk çıkarı vesaire.. temelde hepsi İNSAN NEFSİ KAVGASI.

insanoğlundaki benlik katmanlarından bahsetmiştim

ilkelbenlik/ID; sadece ben ve benim ihtiyaçlarım önce ve tamamen giderilsin der, paylaşımcı değildir, birlikte yaşadığı diğer canlıların ihtiyaçlarını ve yaşamlarını önemsemez ve görmez..
daha çok hayvanlarda hakim olan benlik yapısıdır..
şayet bir insanoğluna da doğduğundan itibaren bir zihin/ego yüklemezseniz ya da sonradan bir şekilde bu zihinden arınırsa aynı bir hayvan gibi sadece kendi yaşamını önemser ve sadece kendi ihtiyaçlarını gidermeye çalışır.. mafya babaları buna çok güzel bir örnektir..
"benci" yapısında bir benlik katmandır..(bencil değil)

ikinci benlik/EGO; ortak bir takım "insandan öte"(dini inanç ve millet en önemli kavramlardır) değerlerle bezenmiş bir benlik katmanıdır..
ilkelbenlik gibi "benci" değil "bizci" dir..
yani ben ve benim gibi olanların hayatı önemlidir ve ihtiyaçları öncelikle giderilsin der..

özbenlik; insandan öte kavramlar buharlaşmış, tür(insanoğlu) bilinç ve farkındalığı ortaya çıkmıştır..
ayırım yapmadan tüm insanoğlunun hayatı önemlidir ve tüm insanoğlunun ihtiyaçlarını gözetir..
ne bencidir, ne bizcidir, "hepimizci" dir..

özbenliğin her insanın içinde olduğunu düşünürüm..
ama bu özbenliğe ulaşma yolunun konuşarak anlatarak olmayacağını da düşünürüm..
özbenliği saf altına benzetirim..
ama doğada karışık olarak bulunan altının da "ateşten geçmeden" saflaşamayacağını düşünürüm..
ve tüm bunların somut bir madde olan insan beyninin nörokimyasal yapısıyla bağlantılı olduğunu düşünürüm..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
birde oldukça statik bir bakış açısı bu; ilerleme şansı yok,arayış çabası yok, herşeyi reddet,gerçekte var olmayan hayali insana sarıl ohh ne rahat

statik?
zihinsizliğe ulaştığınızda sizin bilinciniz ve evren arasındaki tüm perdeler kalkıyor, her gün yeni bir takım verilere ulaşıyorsunuz..
çünkü evrenin ve insan yaşamının sabit bir kullanma kılavuzu/rehberi olmadığını farkediyorsunuz..
bu uçsuz bucaksız varlık aleminde bilincinizin önünde hiç bir engel perde filtre kalmıyor..
dipsiz bir kuyuya halatsız atlamak gibi bir şey bu..
ilerlemek, arayış yok diyorsunuz..
şayet evren hakkında sabitlediğiniz bir fikriniz(inanç) varsa işte ozaman ilerleme ve arayış durmuş demektir..
bir şeyde ilerlemw ve arayış kaydedebilmeniz için önce yola "bilmiyorum" ile çıkmanız lazım..
şayet yolculuğa bildiğinizi zannettiğinizle/inançla çıkarsanız ulaşacağınz hedef her zaman kendi inancınız olacaktır..
yani dipsiz kuyuya bir halatla inerseniz, gideceğeniz mesafe halatın uzunluğu kadardır..
daha ötesine gidemezseniz..
daha ötesine gitmek istiyorsanız tutunduğunuz halatı yada elinizdeki rehberi bırakacaksınız..
ama dediğim gibi bu sizin özgür iradenizde olan bir şey değildir..
çünkü hiçbir canlının mutsuzluğu/tatminsizliği tercih etmek gibi bir lüksü yoktur..
şu an elinizde tutunduğunuz halatınız rehberiniz size güven ve mutluluk sağladığı sürece de ona tutunmak zorundasınızdır..
ve bu tutunduğunuz halatın/rehberin(bildiğiniz tüm ideolojik ve materyalist felsefeler) ne olduğunun hiç önemi yoktur..

ta ki özünüze ve özünüzdeki o gerçek tatmin/mutluluğa ulaşana dek..
işte o zaman size güven ve mutluluk sağlayan bu yalancı halatlardan kurtulup gerçek ve gizemli yolculuğa çıkabilirisiniz..
 

allfeelingheart

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
79
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Sayın paslıçivi; deneyim ile sabittir, sizi temin ederim ki, özbenliğe de (kişisel tabirim "sencil uyarıcı") ilkelbenliğe de (bencil uyarıcı) konuşarak ulaşılabiliyor. Fakat bu sonuca ulaşmak tahminlerden çok daha uzun konuşmalar yapmadan, bazı duyguları aşırı zorlamadan ve bu zorlama nedeniyle çok çok ince bir ip üzerinde yürümek gerekmeden mümkün olmuyor. Deneyin sonuçlarının fiziksel hasara, hatta ölüme uzanabileceği ile beraber bu konu hakkındaki deneyimlerimi detaylı olarak "Tanrıya İnanmayan adam felsefe yapamaz !" başlığında aktardım. Bunun sebebi aşmanız gereken tonla düşman bencil düşünce engelinin mevcut olması, hem kendi tarafınızda hem de ulaşılmak istenen bireyin tarafında. Görevi üzere bencil taraf, sürekli olarak sencil tarafın düşünceleri ile alay ediyor, onları yeriyor, seçici şahsın (Freud için ikinci benlik) toplum gözünden kendisine bakıp (çarpık bir bakış açısıyla) kendisini ezik görmesine sebep olmasına ve bu nedenle yine seçici şahısın sencil tarafı bilinçli baskılama yoluna sapmasına ve dış dünyaya tepki vermesine uğraşıyor.
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
sevgili allfeelingheart,

bahsettiğiniz başlığı baştan sona okudum,
orada ego, egonun savunma mekanızmaları, özbenlik hakkındaki düşüncelerinizde bir çok ortak yanımız var sanırım..
başka bir insanı özbenliğe konuşarak taşımayı irdelemeden önce özbenliğe verdiğimiz anlam ve içerik konusunda hemfikir olmalıyız.
çünkü özbenlik dediğimiz kavram soyut bir kavramdır, tartışmasız bir evrensel onayı olan, gözlemlenebilen, elle tutulan bir kavram değildir..
o yüzden "her insan ayrı bir dünyadır" dan yola çıkarsak özbenliğe yüklediğimiz anlamlar da farklı olacaktır..

ben özbenlik kavramına yüklediğim anlamı bu başlıkta ifade etmeye çalıştım ama kısaca özetlemek gerekirse;

insandan öte hiç bir kavramı(tanrı, yaratıcı, dini inanç, milli/etnik kimlik, ölüm sonrası yaşam/yaşamlar, göreceli ahlak, siyaset, politika, güç, mevki, iktidar vs) ne kendi yaşamında ne de insanlarla olan ilişkilerinde ön plana çıkarmayan ve bu sayede tüm insanoğlunu olduğunu kabul edip hiç biriyle bölünmeye, ayrımcılığa ve düşmanlığa girmeyen bir benlik olarak tarif edebilirim..

benim gözümde tanrıya inanmayıp küfreden de
tanrıya inanıp ona göre bir yaşam süren de aynı değerdedir..
ne bir adım yakın ne bir adım uzak yaklaşırım ikisine de..

başka bir ifadeyle özbenliği bu dünya kaosundan arınmayı becerebilmiş
dış dünyayı ve insanları tarafsız gözlemleyen, sadece tanıklık yapan biri olarak görürüm..

ve daha önce bahsettiğim gibi özbenliğe ulaşmayı kişisel/bireysel bir kurtuluş olarak görürüm..

bugün çok havamda değilim :) isterseniz siz de özbenlik kavramına yaklaşımınızı ortaya koyun, sonra devam edelim..
 

allfeelingheart

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
79
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Sayın paslıçivi; özbenlik kavramınız ile büyük oranda hemfikirim. Hemfikir olamadığım küçük detay ise, sizden kaynaklanmamaktadır esasen. Freud'un benlik üçlemesine ve bu üçlemenin tam da kendisinin söylediği gibi işlediğine 100% doğruluk olarak bakılmasından kaynaklanmaktadır. Freud ilkelbenlik, ikincibenlik ve özbenlik ayrımını yaparken bu üç kavrama güçlerini şahsi fikrimce hatalı atamıştır.

Freud'a göre, ilkelbenlik toplum kurallarına uyumlu olmayan bir düşüncesini ve/veya hareketini sergilemek isterse, özbenlik ikincibenlik üzerinden ilkelbenliği baskılamaktadır. Burada anlatmak istediğim, Freud'un "ilkelbenlik, ikincibenlik, özbenlik" olarak direk ve istisnasız bizim içimize yerleştirdiği benlikler mevcuttur. Bu açıdan bakıldığında hepimiz şizofren olmalıyız. Üç tane benlik var içimizde ve birbirleri üzerinde dengesiz kontrollere sahipler.

Bakış açım bu değil, ilkelbenlik esasen inanılan kadarı sizin ya da benim içimde bulunmayan (neden böyle dediğimi açıklayacağım) ilkellik yönünde geliştirilebilir bir uyarıcıdır kanımca. Uyarıcı diyorum, benlik demiyorum, çünkü ilkellik yönünde gelişimi sonucu bizi uyardığı konular daha da ilkel ve bencil olma yoluna girer. Eğer doğumdan itibaren gelişimi kontrol altında tutulabilirse bu sencil uyarıcının (ki bu kontrollü ortamlar ve kontrollü bilgi akışı gerektirir ve ki bu yapılamayacak bir şey değildir, bunun negatif yapıldığı bir dünyada yaşıyoruz çünkü) asla başkasının acısı üzerinden zevk alınabileceğini öğrenemeyecektir. Hatta doğru (buradaki doğru, başkasının acısı üzerinden zevk alınamayacağının doğrusudur, herhalde reddedilmez) bilgi ve deneyimlerle büyümesi desteklenen birey, hem kendisi kendisinde, hem de toplum kendisinde bir ilkelbenliğin mevcudiyetini hissetmeyebilir.

Aynı şekilde Freud'un özbenliği, sencil uyarıcım da inanıldığı kadarı bizim içimizde bulunmayan, geliştirilebilir ve başkalarının mutluluğu üzerinden mutlu olmayı öğrenebilir bir uyarıcıdır şahsi fikrimce. Üretebildiği saf duygulara, çevreden alacağı yeni bilgiler ışığında daha da saflarını ve çoğulu düşünenlerini ekleyebilir.

Buraya kadar her şey normal gözükebilir. Tam bu noktada, teorim tüm kontrolü Freud'un ikincibenliğine, adlandırdığım kadarıyla "şahış"a yani size ya da bana bırakır. Asla sencil ya da bencil uyarıcılara şahıs demeyi tercih etmiyorum, onlar çevremizden ne aldıysak "onlardan oluşuyorlar." İnsan, çocukluk gelişiminin ardından iki uyarıcı ve bunların kendisine telkinleri doğrultusunda hangisini geliştireceğine karar verecek olan şahıs ile başbaşa kalır. Şahıs çevreden gelişim aşamasında ne ile beslenmişse, o yöne yatkın olacaktır.

Neden Freud'a karşı çıkıyorum, çünkü teorimin tabiriyle Freud, bencil ve sencil uyarıcıları şahıs olarak aktarıyor. Bu durumda elbette her bir insanın içinde doyurması gerektiğini düşüneceği üçlem yine kendisi olacaktır. Yani ilkelbenlik ne derece kötü fikirler üretirse üretsin, o sizsiniz der Freud. Özbenlik de ne derece iyi konuşursa, o da sizsiniz. İyi ama, kötüleri de, iyileri de siz çevrenizden öğrendiniz ve bu düşünceleri üreten taraflar üretebildiklerini çevrelerinden aldı esasen. Ve siz, şahıs olarak, bu üretilen düşüncelerin arasında seçim yaptınız hayatınız boyunca. Bu düşünceler sizin içinizde yankılanmadı demiyorum, ama bu yankıları şu an bu yazıyı okumayı seçen şahsınız gerçeklemedi, başka şeyler bilseydiniz, başka yankılar oluşacaktı, o yankıların arasında seçim yapacaktı şahsınız. Tüm güç şahsınızda kanımca, Ego'sunda Freud'un. Hangisinin gelişimi sizi memnun ediyorsa ve hangisini dış dünyaya yansıtmak istiyorsanız, şahsınızla yapıyorsunuz bunu. Elbette ben de.

Esasen bir düşünce ve/veya hareket ortaya konduğunda, bundan haz alan ilkelbenlik ya da özbenlik değil, yaptığı seçimin sonucu kendisine dönen şahıstır. İlkel benlik uyarmış, ikincibenlik dinlemiş ve seçerek uygulamış, ortaya haz içeren bir getiri çıkmış ise, bunun alıcısı dış dünya ile direk bağlantılı olan sahıştır. İlkelbenlik bu anlamda tatmin olmaz, ama bir kere yerine getirilmiştir ya istediği, hazzı şahıs almıştır ya, şahıs bu sefer ilkelbenliğin sözünün ardından kendini rahatlatabilmek için özbenliği dinler ve ilkelbenliği baskılar. Bu, ilkelbenliğin tatmin olmuşluğu yanılsamasını yapar insanda. Uyarıcılar, benlikler değil. Kelimelere takılmayalım.

"benim gözümde tanrıya inanmayıp küfreden de
tanrıya inanıp ona göre bir yaşam süren de aynı değerdedir..
ne bir adım yakın ne bir adım uzak yaklaşırım ikisine de.."

Bu zaten Mevlana'nın mantığıdır. En güzel mantıktır. Fakat Mevlana bir adım öteye geçer ve "Ne olursan ol, gel" der, görev edinir, neden? Çünkü Mevlana bilmektedir, bir insan Tanrı'ya küfür ediyorsa bile, kusura bakmasın ama, Mevlana'nın bildiklerini bilmiyor, Mevlana insanüstü varlık olduğundan değil, küfürü düşünen tarafı (bencil) nasıl susturacağı ve neden susturması gerektiği bilgisi sencil tarafında bulunmuyor, bu bilgi birikimini henüz almamış demektir küfür eden şahıs. Mevlana ise emindir, bilgi reddedilemezdir. Öyle bilgiler sunacaktır ki, anlayacaktır hem kim olursa o. Fakat Mevlana bir şeyi daha bilir, bir cümle ile bu olamaz. Sanki bir iki cümle kurulacakmış da, karşı taraf hemen anlayacakmış, bu kadar kolaymış gibi algılanıyor burada ve bu yüzden yüreklerde "biz algılayamadık mı bu kadar kolay mevzuyu?" hissi doğacaktır. Fakat Mevlana kişinin anlaması gerekeni kendisi "ürpererek hissedene" kadar uğraşacaktır.

Ek olarak özbenlik soyut bir kavramdır demişsiniz. Fikrimce ona ek olarak ilkelbenlik de soyuttur. Soyut olmalarının sebebi, bunların dışarıdan besleniyor olmalarıdır. Herkes farklı beslenir elbette, bu da farkların oluşmasına sebep olur. Bu yüzden tek bir onayı yoktur ama onayları vardır.
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
...ama doğada karışık olarak bulunan altının da "ateşten geçmeden" saflaşamayacağını düşünürüm..
ve tüm bunların somut bir madde olan insan beyninin nörokimyasal yapısıyla bağlantılı olduğunu düşünürüm..

Altının doğada da saf halde bulunduğunu sanıyordum..Soy metal olduğundan kimyasal bileşik yapmaz..Sadece elemeniz ve yıkamanız yeterlidir..Yanlışsam düzeltirseniz, ben de doğrusunu öğrenirim..(forumda tartışılan konuyla direkt ilgisi yok ama ilgimi çekti..)
 

allfeelingheart

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
79
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Vikipedi altın cevherleri için diyor ki; "Altın cevherleri, “metalik altın ihtiva eden cevherler” ve “bileşikleri halinde altın ihtiva eden cevherler” olarak sınıflandırılır." Siz de ulaşmışsınızdır herhalde ama olsun, sordunuz, merak ettirdiniz :)
 

allfeelingheart

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
79
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Şurada bir yazım hatası yapmışım, kusura bakmayın, düzeltemiyorum da, böyle yazayım;

-----------------
"Bakış açım bu değil, ilkelbenlik esasen inanılan kadarı sizin ya da benim içimde bulunmayan (neden böyle dediğimi açıklayacağım) ilkellik yönünde geliştirilebilir bir uyarıcıdır kanımca. Uyarıcı diyorum, benlik demiyorum, çünkü ilkellik yönünde gelişimi sonucu bizi uyardığı konular daha da ilkel ve bencil olma yoluna girer. Eğer doğumdan itibaren gelişimi kontrol altında tutulabilirse bu sencil (### sencil yerine bencil konulacak###) uyarıcının (ki bu kontrollü ortamlar ve kontrollü bilgi akışı gerektirir ve ki bu yapılamayacak bir şey değildir, bunun negatif yapıldığı bir dünyada yaşıyoruz çünkü) asla başkasının acısı üzerinden zevk alınabileceğini öğrenemeyecektir. Hatta doğru (buradaki doğru, başkasının acısı üzerinden zevk alınamayacağının doğrusudur, herhalde reddedilmez) bilgi ve deneyimlerle büyümesi desteklenen birey, hem kendisi kendisinde, hem de toplum kendisinde bir ilkelbenliğin mevcudiyetini hissetmeyebilir."
-----------------
 

for me

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2012
Mesajlar
43
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
çünkü ego ve savunma mekanızmaları o kadar kurnazdır ki, siz daha düşünmeye başlamadan tayakkuza geçip bazı şeyleri hemen yadsıyacak ve filtreleyecektir..

yani şu an evrene verdiğiniz anlam ve içerikle, sizi mutlu/tatmin kılan benlik yapısını bozmamak için elinden geleni yapacaktır

ne mutlusu? ne tatmini? ne kurnazı? daha düşünmeye başlamadan teyakkuza geçiyorlar, filtreliyorlar? Sayın Paslıçivi içimde ajan mı var? benim içimde film oynatıp bana figuranlık vermişsiniz? :D fazla kapılmışsınız siz bu rüzgara.

özbenlik; insandan öte kavramlar buharlaşmış, tür(insanoğlu) bilinç ve farkındalığı ortaya çıkmıştır özbenliği saf altına benzetirim..
ama doğada karışık olarak bulunan altının da "ateşten geçmeden" saflaşamayacağını düşünürüm

Kim ,neden karıştırmış bizi böyle ya? öz benliğimi karanlık kuytularda neden arayım ya? İnsanoğlu diye bir tür yok!!! kromozon sayısı= tür bilinç ve farkındalığı. sizin hesabınız bu mu? DNA komedyaa:D

yani dipsiz kuyuya bir halatla inerseniz, gideceğeniz mesafe halatın uzunluğu kadardır..
daha ötesine gidemezseniz..daha ötesine gitmek istiyorsanız tutunduğunuz halatı yada elinizdeki rehberi bırakacaksınızama dediğim gibi bu sizin özgür iradenizde olan bir şey değildir..
çünkü hiçbir canlının mutsuzluğu/tatminsizliği tercih etmek gibi bir lüksü yoktur

gene uçuk bir bakış açısı, girdaba kapılmış gidiyorsunuz !dipsiz kuyuya halatsız inerseniz karanlıkta kaybolursunuz! mutsuzluluk tatmimsizlik insanın özelliklede çağımız insanının hastalığı sayın Paslıçivi, siz hangi dünyadan sınız? bunlar nasıl portreler böyle ya!!!

ve insanoğlunun nasıl bir zihnin/egonun kölesi olarak periferde/çeperde yalancı bir mutlulukta yaşadığını görmeye çalışın..
ve daha önemlisi insanoğlunun yaşama anlam/içerik verme konusunda hür iradesi ol-ma-dığını görmeye çalışın

siz de Dünyaya dönün bence :D bakın tek yönlü bakış açınızla kaptırmış gidiyosunuz, asıl siz bunu farkedin!!!

ve daha önemlisi insanoğlunun yaşama anlam/içerik verme konusunda hür iradesi ol-ma-dığını görmeye çalışın

bunu 3.cü kez dediniz. açında tartışalım, nasıl yokmuş hür irade? hür nedir? algınızda ki hür irade nasıldır? önce onları da yazarsanız yanlış anlaşılmalar olmaz.
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Freud'un benlik üçlemesine ve bu üçlemenin tam da kendisinin söylediği gibi işlediğine 100% doğruluk olarak bakılmasından kaynaklanmaktadır. Freud ilkelbenlik, ikincibenlik ve özbenlik ayrımını yaparken bu üç kavrama güçlerini şahsi fikrimce hatalı atamıştır.

burda öncelikle bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum.
özbenlik kavramı freud'un modellemesinde yer almaz, siz sanırım süperegoyla özbenliği eşanlamlı kullandınız..
özbenlik; daha çok benötesi psikolojinin bir tanımıdır.. daha çok felsefik mistik alanlarda adı geçen bir kavramdır..
Freud'un bu 3 lü modellemesi hala modern psikyatride, insanoğlunu ve psikolojik hastalıkları tanımlamada kullanılan yardımcı bir modellemedir, bir klavuzdur.. %100 doğru çalışacaktır diye bir kaide yok zaten, başka biri tarafından daha iyi bir modelleme ortaya konursa tıp/psikoloji bilimi onu kullanır..

id ego süperego üçlüsünün basit bir anlatımını buldum,
konuyla ilgi güzel bir iki görsel buldum onları da ekliyeyim





Bu açıdan bakıldığında hepimiz şizofren olmalıyız. Üç tane benlik var içimizde ve birbirleri üzerinde dengesiz kontrollere sahipler.
:) aslında haksız da sayılmazsınız, insanoğlunu dışardan bağımsız gözlemlediğinizde zaman zaman ben de böyle kanılara kapılmıyor değilim.. içimizde 3 tane benlik ve bunların amansız savaşı.. dolasıyla bir bir akıl yarılması/bölünmesi yaşayıp bunlarla mücadele edip yaşamaya çalışan bir canlı türüyüz sanki.

Bu zaten Mevlana'nın mantığıdır. En güzel mantıktır. Fakat Mevlana bir adım öteye geçer ve "Ne olursan ol, gel" der, görev edinir, neden? Çünkü Mevlana bilmektedir, bir insan Tanrı'ya küfür ediyorsa bile, kusura bakmasın ama, Mevlana'nın bildiklerini bilmiyor, Mevlana insanüstü varlık olduğundan değil, küfürü düşünen tarafı (bencil) nasıl susturacağı ve neden susturması gerektiği bilgisi sencil tarafında bulunmuyor, bu bilgi birikimini henüz almamış demektir küfür eden şahıs. Mevlana ise emindir, bilgi reddedilemezdir.

sevgili arkadaşım.. (nickini yazmadım, uzun ve yabancı olduğu için üşendim, anlayışla karşılayacağını umuyorum )

tanrı kavramı bilgiye değil non-bilgiye dayanır, yani inançsal bir kavramdır.. bilgiye dayanan bir şey olsaydı tüm dünya insanlığı tarafından tartışmasız kabul görürdü.. bir insan tanrıya inanmıyorsa ve küfrediyorsa bu sadece onun bileceği bir iştir, kimseyi bağlamaz.. ta ki bu insan birlikte yaşadığı toplumun diğer bireylerine zarar verinceye kadar.. toplumun diğer bireylerine zarar verirse de medeni hukuk kuralları içerisinde yaptırımını bulur.. mevlana nasıl tanrıya inanıp bunu deklare etme özgürlüğüne sahipse, aynı şekilde diğer kişide tanrıya inanmayıp, küfretme bunu deklare etme özgürlüğüne sahiptir.. ama insanoğlu bunu binlerce yıldır kavrayamadı.. hem inananı hem inanmayanı, herkes diğer tarafı kendine çekme, gereğinde dışlama, öteleme vs gibi ayrımcılık bölücülük ve düşmanlık içinde yaşıyor..

mevlana niçin -ne olursan ol gel diyor ve geldikten sonra niçin bu insanlara kendi evrene verdiği anlam/içeriği aktarmaya ve o yola sokmaya gayret ediyor?
bundaki amacı ve çıkarı nedir? tanrıya inanmayıp küfreden insan birlikte yaşadığı toplumun hak ve özgürlüklerini ihlal edip kimseye zarar vermiyorsa bu insanı niçin değiştirmeye kalkıyor?

Fakat Mevlana kişinin anlaması gerekeni kendisi "ürpererek hissedene" kadar uğraşacaktır.

şayet bir kişi kendi isteğiyle mevlanaya geldiyse zaten boşlukta arayışta demektir,
kendi hayata verdiği anlam/içeriğiyle(inancıyla) mutlu tatmin olan bir kimse zaten mevlana'ya değil hiç bir mistik lidere gitmez..
böyle insanlar tüm dünyadaki çok değişik dinlerde vardır ve hepsine gidenler manevi boşlukta/arayışta olan kimselerdir..
ve bu çok değişik dindeki/inançtaki bu mistik liderlerin insanlara aktardığı "anlamsı gereken" dediğiniz şeylerin içerikleri çok farklıdır..
manevi boşlukta/arayışta olan kişi de genel de gittiği mistiğin öğretisine kapılır gider, dediğim gibi burda öğretinin içeriğinin ne olduğu hiç önemli değildir..
bu da insanoğlunda kul/ümmet/mürit zihniyetine sahip olur, kişinin kendi olmasına izin vermez..
insanlara geçici ya da kalıcı bir afyon/huzur verilerek kişi köleleştirilir/kullaştırılır ve ondan sonra o kişinin etinde sütünden ruhundan faydalanma başlar..

bir insan bu dünyada kimseye zarar vermediği sürece istediği gibi düşünebilir ve inanabilir, insanlık bunu gerektirir.. öyle ateistler tanıyorum ki; tanrı kelimesini duyunca şiddetlice bir tepki veriyorlar.. hani bırakın dinlerin ifade ettiği cezalandırıcı tanrıları, müdaheleci olmayan deizm, panteizm agnostisizm gibi tanrı kavrayışlarına bile ileri derecede tahamülsüzler..
bu durum bir insanın bir örümceğe yılana gösterdiği ileri derecede fobik bir hastalık gibidir..
yine aynı şekilde öyla tanrıcılar tanıyorum ki, ateizme, tanrısızlığa karşı ileri derecede tahamülsüzler, bunları dile getiren insanlarla karşılaştığında onlara nasıl saldıracaklarını şaşırıyorlar.. onlarınki de bir fobik bir hastalık düzeyinde..

nasıl bu tanrıcı konusunda hassas birine tanrıtanımazlıktan ateizmden bile bile bahsetmek "insani/vicdani olmayan" bir tutum ve davranış ise,
yine aynı şekilde bu konuda hassas birine bile bile bir tanrıdan bahsetmek aynı şekilde "insani/vicdani olmayan" bir tutum ve davranıştır..

kimsenin kimseye "insandan öte" bir kavramı dayatmaya, rahatsız etmeye hakkı yoktur..

ben şimdiye kadar insanoğlunun bahsettiği hiç bir tanrıya inanmıyorum ama hiç kimsenin inandığı tanrıyı da özel olarak yanlışlamaya çalışmam..
çünkü burda önemli olan tanrı kavramı değil, o insanın "varoluşa anlam ve içerik verme tabanlı bir bilinçaçıklığında" yaşadığıdır..
ve bu bilinçaçıklığında yaşayan biri için bu anlam ve içerik o kadar önemlidir ki; ego denilen ikinci benliğin asıl temel taşıdır ve kişiye özel mutluluk motorudur..

herhangibir tanrı/din anlayışı olan birinin o tanrısını/dinini yanlışlamak ne kadar insani ve vicdani olmayan bir durumsa
materyalist/ateist anlayışı birinin o anlam ve içeriğini yanlışlamak aynı düzeyde insani ve vicdani olmayan bir durumdur

her durumda karşıdaki insanın değerlerini(egounu) parçalayıp onun yalancı mutluluk motorunu bozmaya yönelik davranıyorsunuzdur demektir..

ama şükür ki, bu egonun savunma mekanızmaları vardır da,
bu karşılıklı insani ve vicdani olmayan tartışmalarda gerekli filtrasyon görevini yapıp kişin varolan mutluluğunu ve huzurunu korur..

varoluşa farklı anlam ve içerik veren insanlar karşılaşıp bu konuları tartışamaya başladığında egonun savunma mekanızmaları çok ciddi bir şekilde teyakkuza geçip kişiyi karşıdan gelen söylemlere karşı korur ve tartışam sonunda kimsenin kendi anlam ve içeriği değişmeden kalır..

sadece "kırılma noktası " dediğim düzeyde yaşayan insanlar bu okumalar, araştırmalar ve tartışmalar sonunda tutunduğu analm ve ieçriği terkedip kendini daha iyi hissedecek farklı bir limana demirler..

kırılma noktasında dediğim insanlarda ego ve savunma mekanızmaları ileri derecede hasar görmüştür..
yani yalancı mutluluk motoru görevini yeterince yapamadığı için kişi manevi bir boşluk, huzursuzluk, arayış içerisindedir..

böyle bir insan denize düşüp yüzme bilmeyen biri gibidir.. kendisini kurtaracak ilk halata tutunur.. ve o halat her zaman bir yılandır..

ta ki; gerçek/öz kendiyle tanışıp kendi özündeki gerçek mutluluğa/huzura kavuşana kadar..

burdaki yazdıklarım herhangi bir kanun, teori, öğreti, inanç olmayıp, kişisel ulaştığım tezlerimdir/iddialarımdır..
her zaman tartışmaya, yanlışlamaya açıktır..
 

paslıçivi

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2012
Mesajlar
153
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
ne mutlusu? ne tatmini? ne kurnazı? daha düşünmeye başlamadan teyakkuza geçiyorlar, filtreliyorlar? Sayın Paslıçivi içimde ajan mı var? benim içimde film oynatıp bana figuranlık vermişsiniz? :D fazla kapılmışsınız siz bu rüzgara.



Kim ,neden karıştırmış bizi böyle ya? öz benliğimi karanlık kuytularda neden arayım ya? İnsanoğlu diye bir tür yok!!! kromozon sayısı= tür bilinç ve farkındalığı. sizin hesabınız bu mu? DNA komedyaa:D



gene uçuk bir bakış açısı, girdaba kapılmış gidiyorsunuz !dipsiz kuyuya halatsız inerseniz karanlıkta kaybolursunuz! mutsuzluluk tatmimsizlik insanın özelliklede çağımız insanının hastalığı sayın Paslıçivi, siz hangi dünyadan sınız? bunlar nasıl portreler böyle ya!!!



siz de Dünyaya dönün bence :D bakın tek yönlü bakış açınızla kaptırmış gidiyosunuz, asıl siz bunu farkedin!!!



bunu 3.cü kez dediniz. açında tartışalım, nasıl yokmuş hür irade? hür nedir? algınızda ki hür irade nasıldır? önce onları da yazarsanız yanlış anlaşılmalar olmaz.

sevgili arkadaşım (herkese böyle hitabedeyimki ayrımcılık olmasın :) )

burda bahsettiğim konu ve kavramlar yıllar içerisindeki eğitimim, kişisel bilinç değişimlerim, tecrübelerim sonunda ortay çıkmış tezlerimdir, dediğim gibi her zaman tartışmaya ve yanlışlamaya açıktır..

bir önceki iletimde yazıştığım arkadaşla "özbenliğe konuşarak ulaşılabilir mi" gibi bir konu üzerinden gitmeyi düşünüyorduk.. ama özbenliğin kabul görmüş evrensel bir tanımı olmadığı için ve bu başlığa bağlı kalıp asıl konumuzu konuşmak daha verimli olacaktır diye düşünüyorum.. yani hür irade..

hür irade; çok geniş kapsamlı değişik açılardan bakılabilecek bir konu.
en basitinden "-önümdeki elma ve armut meyvesinden hangisini seçeceğim konusunda hür iradem varmı" dan tutun da
benim ortaya sürdüğüm "-insanoğlunun yaşama/varoluşa verdiği anlam ve içerik bakımından hür iradesi yoktur" a kadar çok geniş yelpazede tartışalacak bir konu..

ben önemi açısından ortaya koyduğum tezi tartışmaya açığım..

önemini de şöyle ifade etmeye çalışayım..

varoluşa anlam ve içerik verme tabanlı bilinçaçklığı nedir?

insanoğlunun bilincine yansıyan ve yansıtma zorunda olduğu hem kendisi/türü hem de evrene baktığında "evren/insanoğlu şudur, anlamı şudur" gibi bir yaklaşımı var.. ve insanoğlu binlerce yıldır bu bilinçaçıklığında yaşıyor.. bu bilinçaçıklığının getirdiği iki felsefeyle karşılaşıyoruz..

1. idealizm; genellikle düşünceyi, tanrıyı, tanrılaştırmayı temel alan bir felsefe.. tüm dinler ve tüm tanrıcı yaklaşımlar..

2.materyalizm; genellikle maddeyi temel alır ve özelde de ateist dediğimiz insanların savunduğu bir felsefedir..

ve insanoğlunun geçmiş tarihine baktığımızda hem idealizm hem materyalizmin alt fraksiyonlarındaki binlerce farklılık yüzünden insanoğlunun bir türlü tür bilinç ve farkındalığına varamadığını ve bu yüzden sürekli bir ayrımcılık bölücülük yaşadığını ve savaşalrın bitmediğini ve varolan doğal zenginliklerin bir türlü adaletli paylaşılamdığını gözlemliyoruz..

aslında varoluş her yerde aynıdır, bir "aynılık" sözkonusur, farklı değildir ama devreye insanoğlu girdiğinde varoluş her zaman ve coğrafyada aynılığını aybedip farklılalşır.. bu da insanoğlunun varoluşa verdiği farklı anlam ve içerikler yüzündedir..

dünyaya dışardan bakabilirsek hepimize yetecek kadar toprak besin dediğimiz doğal zenginliklerimiz fazlasıyla vardır..
ama insanoğlu bilincine yakışır tarzda hiç bir zaman bu toğrağı besini doğalkaynakları dengeli adaletli dağıtıp kullanamamıştır..
her zaman bu zenginlikten aslan payını alıp diğer taraftan çok dengesiz adaletsiz bir şekilde çok daha yoksul, açlıktan ölebilecek düzeyde insanlar olmuştur..
ve bu aslan payına sahip olabilmek için insanoğlu hem doğayı hem de kendi türünü yoketmekten, öldürmekten, katletmekten kaçınmamıştır..
oysa dışardan sakince baktığımızda paylaşamadığımız nedir?
sorun nedir, nerde hata yapıyoruz? gibi soruları soranların olmadığını görüyoruz..

yani tür(insanoğlu) bilinç ve farkındalığına erişemediğimiz için binlerce yıldır bindiğimiz dalı kestiğimizin farkında değiliz..

ve bu bilince insanoğlu türünü tehdit edecek daha güçlü bir tür (dünya içi veya dışı) ortaya çıkana kadar da devam edeceğiz gibi duruyor..

neyse lafı çok fazla uzatmadan konumuza gelecek olursak;

idealizm ve materyalzim felsefesine sıkışmış ve bölünmüş insanoğlunu sahip olduğu bu bilinaçıklığının türleri arasında geçişin çok zor olduğunu, imkansıza yakın olduğunu ve bu geçişin ancak kişi kırılma noktasına geldiğinde mümkün olduğunu ve bu durumun kişinin hür iradesinde olmadığı tezini ortaya koyuyorum..

daha anlaşılır olması açısından;

bir insanın hristiyan, ateist, deist, budist, müslüman, alevi, bahai, milliyetçi, musevi, hindu, satanist vs aklınıza gelebilecek ne kadar varoluşa anlam ve içerik varsa artık bunlar arsındaki geçişlerin ve değişimelrin hür iradesi altında olmadığı tezini ortaya atıyorum..

ama insanoğlu sanki bunları kendi hür iradesiyle seçebilme yeteniğine sahipmiş gibi diğer insanlarla tartışır, onlarla kavga eder, onları öldürür vs..

çünkü bu bilinçaçıklığının getirdiği muazzam bir ego savunma mekanızması vardır ve herkeste saat gibi işler..

benim hayata verdiğim anlam/içerik(inanç) hakikat, diğerleri batıl ve bozulmuştur..

oysa hakikat bulutsuz bir gökyüzü gibidir, baktığında herkes aynı şeyi görür..

ama gökyüzü bulutlu ise herkes farklı şey görecektir ve doğrular değişecektir..

hakikat tektir ama doğrular çoktur ve değişkendir..

bir insanın bu bilince ulaşması demek bilmek ve inanmak arasındaki "farkın farkındalığından" geçer..

bugünlük keseyim, gelecek cevaplara göre konuyu işlemeye devam ederiz..
 

allfeelingheart

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
79
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Sizin ilk cevap verdiğim mesajınızda, siz bu benlik bölümlemesini ilkel, ikinci ve öz olarak yapınca bunun üzerinden konuştum. Kusura bakmayın, özbenliğin hepimizci oluşunu tarifinizi esasen süperegonun tam çevirisi olan üstbenlik ile ilişkilendirdim. Ama her şeyin görünüşünden çok manasını anlamaya çalışmak bu yüzden insanoğluna verilmiş en güzel hata giderme sistemidir. Birbirimizi böyle tamamlarız, unuttuk ama olsun.

Evet, birisi daha iyisini yaparsa bilim/tıp onu kullanır, doğru. O yapmayı düşünebilecek birisine, daha önce anlattığım gibi, "Kişilik bölümlemesini Freud böyle yapmıştır, tüm insanlar bu bölümleme üzerine işlemektedir, tüm dünya üzerinde psikoloji üzerine okuyan/okumuş olan insanlar bu bölümlemeyi kabul eder ve hatta doktor olanları bunu kullanarak hastalarını tedavi etmeye uğraşırlar, bak sistem ne kadar da güzel çalışıyor, herkes parasını kazanıyor, sen de ezberle, sen de kazan" dersen, kimse bir şey geliştirmez, hatta zaten en gelişkin halinin bu olduğuna inandırmış olursun her bir geliştirmeyi yapmayı düşünecek kişiyi. “Baksana, dünya böyle işliyor” dedin mi bitti. “Sen mi değiştireceksin?” soru cümlesi ile aynı anlamı taşıyor bu. Sanki hatalı yapıyor olamazmışız gibi. Fakat hatalı yapıyorsak bile dinlemek isteyen yok ki, herkes memnun, yalan tabi, kandırabilenler ve kananlar memnun.

Psikolojisi bozulan mı var, gelsin diyor eğitimi almış adam, onu öyle bir edeceğim ki, kendisi kendisini değiştiriyor sanacak, kendisinden başka birisi çıkacak, farkında değil. Kah ilaçla uyuşturup yapıyor, kah egosunu sağlamlaştırıp yapıyor bunu, hoş muhabbet oluyor bunun adı da. Sizin “Neden Mevlana insanları değiştirmeye çalışıyor ki?” “Ona muhtaç olan, boşlukta olan ona gider” derken düşündüğünüz şeyleri, demek ki, psikologlara, psikiyatristlere gidenler, psikologlar ve psikiyatristler için de düşünüyor olmalısınız, hem sizden para alarak hem de daha fenasını yaparak yolunu buluyor kendileri. Böyle düşünüyorsanız size katılırım fakat yine de buna da eklenmeli; Mevlana hiç değilse entegre robot üretmiyordu. Psikologların faydalı olduğunu düşünüyorsanız, Mevlana’nın çok daha faydalı ve ilaç yan etkilerinden uzak oluşunu takdir etmeniz gerekirdi diye düşünüyorum esasen. Bir de; Mevlana’nın bundan ne çıkarı vardır demişsiniz. Çıkarı yoktur, o yapar sadece. Kah getirisi olur, kah olmaz. Getiri ve çıkar arasındaki fark, uçurumdur, açıklamıştım. İkisini aynı kefeye koyuyorsanız hiç tartışmayalım. “Gel” diyor ayrıca Mevlana gelmek isteyene, gidip birini değiştirmeye kalkmıyor, bir gayret, zorlama yok. Bunu özenle mi yapıyor insanlar merak ediyorum, her söyleneni abartma, çarpıtma kullanılıyor. Geldikten sonrası “Hadi bakalım başlıyoruz...” gibi olmuyor ki, “Haydi, sen hamursun ben seni yoğuracağım” gibi değil ki. O insanla beraber yaşamaya başlıyorsunuz. Size bir şey anlatmaya, itelemeye çalışmıyor. Otur bunları oku gibi bir şey yok. Hayatı nasıl yaşadığını siz görüyorsunuz, gördüğünüz bu yaşanan hayatın karşılığında ne istemsiz getirilerin bulunduğunu gözleriniz ile görüyorsunuz. Farkınızın böyle bir hayat yaşamıyor olmaktan başka bir şey olmadığını, büyüsel, sihirsel bir şey bulunmadığını, fakat inancı olmayıp da müthiş saygılı/sevgili yaşayan insanların dahi böyle yaşamayıp, böyle bir huzurda olamadıklarını görüyorsunuz. Ne çıkarı olabilir inançsız insandan Mevlana’nın, ancak inançsız olan kişi Mevlana’dan bir şeyler alabilir, o da bunu faydalanmak, çıkarlanmak olarak görecekse, bir inanca gene sahip olamaz, bu da başkadır.

Merak ediyorum, hakikaten insanlar ne kadar sınıyor acaba etraflarını?

Düz yolda düz gidenler memnun, etraftan bananeciler esasen. İlaçsız psikolojik tedavi yapamıyorsa benlikleri tanımladığı halde bu sistem, o zaman açıklarla beraber işliyor, işletilmeye çalışılıyor demektir. Şahsi görüşümdür.

“her durumda karşıdaki insanın değerlerini(egounu) parçalayıp onun yalancı mutluluk motorunu bozmaya yönelik davranıyorsunuzdur demektir..”

Yalancı mutluluk motorunuzu biliyor ve kabul ediyorsunuz, yani sadece sizinkini değil, elbette her insanınkini. Gerçek mutluluk motoru var mıdır diye merak uyanıyor mu acaba insanlarda? Yalancı mutluluk motorlarının kırıldığı insanlara, bunu incitmeden yapabilirseniz, ne olduğunu yine daha önce yazmıştım. Çökmüyorlar, güçleniyorlar. Önemli nokta: incitmeden yapabilirseniz.

“ama şükür ki, bu egonun savunma mekanızmaları vardır da,
bu karşılıklı insani ve vicdani olmayan tartışmalarda gerekli filtrasyon görevini yapıp kişin varolan mutluluğunu ve huzurunu korur..”
Kendisinin daha mutlu olacağı bir duruma geçeceğinden habersiz olan ego, elbette savaşma çabası içerisindedir.
“nasıl bu tanrıcı konusunda hassas birine tanrıtanımazlıktan ateizmden bile bile bahsetmek "insani/vicdani olmayan" bir tutum ve davranış ise,
yine aynı şekilde bu konuda hassas birine bile bile bir tanrıdan bahsetmek aynı şekilde "insani/vicdani olmayan" bir tutum ve davranıştır..”

Tanrı’ya sempatizanlık yerine inanç besleyen birey, kendisine ateizmden bahsedildiği vakit bunu kendisine karşı vicdani olmayan bir tutum olarak algılamaz, çünkü sunabilecek bir fazla bilgisi, ayrıntısı, yoktur ki ateizmden bahseden kişinin, istediği kadar bahsetsin, inançlı kişi rahatsız olmaz. Bildikleri ile karşılık verir. İnançsız kişinin yönelteceği sorular da, karşılıkları yani cevapları her zaman bulunan sorulardır. Karşılıksız kalacak bir ateist sorusu yoktur. Sizin rahatsız olacaktır dediğiniz kişiler, bir inanca sahip olduğunu düşünen fakat kendi inancı hakkında bile doğru düzgün bilgiye sahip bulunmayan bireyler olabilir ancak, çünkü ateistler gibi onlarında savunacak birikimleri yoktur, bilgisizlikleri tetikler, egoları dış dünyaya tepki verir. Basit mantık.

Savunacak bir bilgisi olmadığı için ateizmin (inancın vardır), karşısına inançtan bahseden bir birey çıktığında, en akıllı ateist, “Ben inanmıyorum, bitmiştir” demekten ötesini yapamaz. Savunacak, söyleyecek, soracak bir detayı yoktur. Bu nedenle kendisine bir inançtan bahsedildiğinde köşeye sıkışır ve bunu kendisine karşı yapılan vicdani olmayan bir tutum olarak algılar. İnançsız tarafın bunu böyle algılıyor olması, inancı olanların bunu böyle algıladığı anlamına gelmez ve inanca sahip olan tarafı bu şekilde sınıflayabilme hakkını (yani "onlar da kendilerini vicdani olmayan tutumlar ile karşı karşıya hissediyorlar deme hakkını") inançsız tarafa tanımaz. Bu anlama gelmemesi demek, sizin vicdani olup/olmama yorumunuzun inançsızlar tarafından, kendilerini bilmediklerinden korumak amacıyla böyle şekillendirildiği ve bu kalkanın arkasına saklanmaya çalıştıkları anlamına gelmesi demek oluyor kanımca.
Bilmediği şeyden neden korunmak istiyor insan? Neden korkuyor? Vaktinde domatese sırf bir adam zehirlidir dedi diye, ingilizler, amerikalılar uzun dönem domates yemediler. Çok akıllılardı değil mi? Hayır, bilmedikleri ama gerçekte faydalı olan şeyden korkuyorlardı, insan bunu hep yapıyor, hala yapıyor.

“varoluşa farklı anlam ve içerik veren insanlar karşılaşıp bu konuları tartışamaya başladığında egonun savunma mekanızmaları çok ciddi bir şekilde teyakkuza geçip kişiyi karşıdan gelen söylemlere karşı korur ve tartışam sonunda kimsenin kendi anlam ve içeriği değişmeden kalır..”

Eğer ego vaktin birinde bir noktasından kırılabilmiş ise en az bir tarafta, bu tartışma süresince egosu kırık olan taraf acizliğinden değil, daha önce egosunun kırılabildiğini, kendisinin hatalı düşünüyor olabileceğinin kendisine ispatlanmış olduğunu bilmesinden dolayı bu tartışmada yeni bilgileri daha çabuk alabilecek, almayacak olsa bile, teyakkuza geçmeden sakin bir şekilde sunulan bilgileri kendisinde bulunanlar ile karşılaştırıp hakkıyla tartabilecek ruh durumuna ulaştığı için, tartışma sonunda hiçbir değişiklik olmadan bitmez. Savunmaya geçmeyen tarafın açıklığını algılayan diğer taraf da, egosunda zayıflama yaşamaktadır ayrıca. Özellikle iki taraf da bu durumda ise, ortaya çıkan fikri ortamın eşi benzeri zor bulunur olmaktadır. “Kırılma noktasında” tanımladığınız insanlar, edindikleri bilgileri kendi kendileri öyle yüceltmişler ve öyle doğrulamışlar ki kendi içlerinde, aşılamayacak bir ego engeline sahip olmuşlardır, esasen sırf başkalarının değiştirilemez düşüncelerinden oluşan bir ego engeli, bu nedenle bu insanların muhabbetlerinden dediğiniz gibi bir sonuç çıkmaz, çok şey biliyor olmalarına rağmen, kendilerine de çevrelerine de faydasızdırlar. Esnek kullanamazlar bilgiyi.

Tüm yazdıklarım, hem kendimin, hem de çevremin etkileşimler sonucu edindiği bilgi birikimlerini temel alır ve bu bilgi birikimlerinin birbiriyle bağlanmaları ve yorumları sonucu ortaya çıkmış şahsi görüşlerimden oluşmaktadır.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst