Türbanlılar Suudi Arabistana, Burası Türkiye

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde ufuk8307 tarafından oluşturulan Türbanlılar Suudi Arabistana, Burası Türkiye başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 27,500 kez görüntülenmiş, 187 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Türbanlılar Suudi Arabistana, Burası Türkiye
Konbuyu başlatan ufuk8307
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan X
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

byReveal

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 Nis 2012
Mesajlar
37
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
Hatalı gördüğüm şeyleri bir listeleyeyim:
-Çoğu insanın kendini bilirkişi olarak görmesi.
-Tanrının yokluğunu kanıtlayacaklarını sanarak iki mantık yürütüp karşısındakini küçük düşürdüğünü sanan ateistler.
-Allah`ın varlığını kanıtlayacakmış gibi iki sure okuyup haklı çıktığını sanan Müslümanlar(veya herhangi bir semavi din)
-Görüşlerini saygılı ve mantıklı şekilde sunmak yerine, nefret içerikli şeyler söyleyerek ve emirler yağdırarak sunan insanlar.
-Çocuklarına düşünüp, bilgi edinmeyi öğretmek yerine yalan yanlış pratik bilgileri zorla kafalarına tıkan aileler.
-Kızlarının başlarını zorla kapatan müslümanlar.
-Ülkedeki bütün sorunlar bitmiş ve dünyadaki bütün uluslar kardeş gibi yaşıyor sanıp, ülkenin başka sorunu kalmamışcasına saçma sapan nedenler ile baş örtü takanlara nefret besleyen ve baş örtü takılmadığı taktirde dünyadaki bütün sorunların düzeleceğini düşünürcesine mantıksız davasını savunurken, kendini küçük düşürmekten bıkmak, usanmak bilmeyen insanlar.

Söylediklerimin, sizin için veya nam-ı diğer egonuz için gerçekçiliği olmayabilir. Sorun değil düşünmek elinizden gelmesede, söylediklerimi okumayı denediniz.
 

BAŞKAN

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
15 Ağu 2011
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
71
Ben şunu hep düşündüm bir insan Aç ve Açık kaldığı zaman ne yapar.
 

orhan

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
14 Kas 2013
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
“Eskiden türban denilen şey yoktu”. Doğrudur, yalnız türban değil birilerinin yanında korumalar, güvenlik görevlileri de yoktu.
İrfanlı barajının açılış töreninde, Celal Bayar’la Adnan Menderes baş başa konuşurken, değil korumalar, yanlarında bir tek insan bile yokken, 6-7 metre yaklaşıp fotoğraf makinesiyle, bir vatandaş olarak fotoğraflarını çekmiştim. Bugün, yüzlerce kişilik korumayla dolaşıyorlar, aynı serbestlikle dolaştıklarını göremiyoruz. Çünkü terör var. Yalnız PKK terörü mü? Hayır, bir de İslami terör ve onun karşıtları.
Terör sözcüğünü , 1963 yılında TDK dan satın aldığım Türkçe sözlükte bulamadım. Demek ki daha sonra dilimize geçmiş. Terör, Fransızca bir sözcük. Larousse’da : Latince “teror”sözcüğünden geldiği yazılı, karşılık olarak “Epouvante” : (büyük korku, dehşet, ürkü) diyor, yanında da Celui qui la cause (buna sebebiyet veren) anlamı var.
Gerçekten 70 li yıllarda, bizim bulunduğumuz ilde din kavgacıları, kadın olsun, erkek olsun rahat vermiyorlardı. Halen de öyle. İşi dinle bağlantılamışlar, tartışamıyorsun, dinin emri diyorlar; senin de kendileri gibi olmanı istiyorlar. Erkek –kadın otobüslerini ayırma amaçlarının sürdüğü yıllardı. İşte o yıllarda, bir gün, halk otobüsündeyim, 27-28 yaşlarında bir genç kadın, yanımda duran kıza sürtünüyormuşum diye çıkıştı, kızı yanına çekti. Benim öyle bir düşüncem yok, yanımdaki kıza vücudum dokunmuyor bile, şaşa kaldım. Onu şimdi değerlendiriyorum da, demek İslam, Avrupa’da Hıristiyanlığın arka plana atıldığı gibi, kayboluyorum kaygısıyla, cepheleşmişler, yıkılırken ayağa kalkmışlar, etrafı fethe çıkmışlar... Kitapçı dükkânlarında dini kitaplar çoğalmıştı, dükkânlarda din konusunda bestelenmiş marşlar çalıyordu, bayrakları da başörtüsü olmuştu. Doğrusu, başörtüsü iyi tuttu. 11 Eylül de Amerika'da ikiz kuleleri yıkmak için düşünüldüğü gibi dâhice bir yöntem.

Fransa’da başörtüsü yasağı ilk kez 14 Eylül 1989 yılında, Paris’in kuzeyinde bulunan Creil kentinde, bir lisede Tunus ve Fas kökenli 13-14 yaşlarında üç öğrencinin okuldan uzaklaştırılmasıyla başladı. Öğrenciler sınıfta başlarını açmayı reddetmişler, bunun üzerine okul yönetimi onları okuldan uzaklaştırmıştı. Milli Eğitim Bakanı, okullara bir genelge göndererek, çocukları okuldan uzaklaştırmak yerine aileleriyle görüşüp sorunları çözmelerini tavsiye etti. Masonlarla bazı feminist gruplar ve laikçiler Jospin’i bu yüzden istifaya çağırdılar. Yazarlar, “okulun bir kurtuluş, disiplin ve kendini bulma süreci olduğunu vurgulayarak, cumhuriyetçi ruhla öğrencileri kökenlerinden, ailelerinin bağlı bulunduğu değerlerden, ait oldukları cemaatlerin kültürde direnmelerinden arındırılması gerektiğini” savundular.
Cezayir bağımsızlık savaşı, Fransızların, Müslüman kadınlara karşı tutumu yüzünden çıktı. 16 Mayıs 1950 de bir törende Fransız kadınları Cezayirli kadınların başörtülerini çıkarttırıp onları uygarlaştırmak istemelerinden sonra bağımsızlık savaşının ilk fitili ateşlendi. Bağımsızlık savaşını başlatanların çoğu, dindar olmayan kimselerdi. Savaş boyunca Fransızların kullandığı sloganlar “ Cezayir’i tesettürden kurtarmak”, “Cezayir’i uygarlaştırmak” sözleri oldu. Amerikan gazeteleri bunu “ Cezayir’de tesettür savaşı” başlığı ile duyurdu, Fransızlarla Cezayirliler arasındaki savaşın tesettür üzerinden sürdüğünü yazdılar. Bu savaşta 35.000 Fransız askeri, 250.000 Cezayirli öldü.
Dış güçlerin, ülkemizi içerde biri birine düşürme amaçlarına inanıyorum. Başörtüsü eylemi, Avrupa ülkelerinde önemsenmeyebilir ama bizde yıkıcı olur. Halkı ikiye bölüyoruz: Aydın kesimin çoğunlukta olduğu, çağdaş uygarlık düzeyinde yaşamak ve bunu çevrelerinde de görmek isteyen yenilikçiler, ya da geçmişe, gelenek denilen sosyal kalıtımlara sıkı sıkıya sarılan, direnerek bunu başkalarında da görmek isteyen dindarlar; ama her ikisi de kendi inançlarıyla kalmıyorlar, bulundukları çevreyi de değiştirmek istiyorlar.
Bizde başını örtme modası, ilk önce siyasete bulaşmış dinci öğretmenlerle okullarda başlatıldı. Ülkücü olduklarını söylüyorlardı, maddi durumu iyi olmayan kız öğrencileri seçiyorlar, dindar gördükleri erkek öğrencilerden destek sağlıyorlardı. Sonradan, ülkücü denilen siyasi örgüt bu aşırı dinci kesimi, kendinden ayırdı. Bu insanların hepsi din dersi öğretmeni değildi. İçlerinde, birkaç din dersi öğretmeniyle beraber, doğal olarak kültür seviyeleri lise düzeyinden ileri gitmemiş, kendilerinden önceki ve kendileri dışındaki kültürleri tanıma imkânı bulamamış fen ve matematik dersi öğretmenleri de vardı. Bu çalışmaların ardından Maraş, Çorum, Sivas olayları oldu.
Başlarını örttürdükleri öğrencileri inatlaştırarak, hırslandırarak, cemaat kurslarında üniversiteye hazırladılar, onları cemaat yurtlarında barındırdılar, içlerinden bazılarını, öğrencilere namazda yardımcı olmaları için imam seçtiler, okudukları fakülte ve yüksekokulları bitirince ailelerinin bile haberi olmadan birbirleriyle evlendirdiler. Muhafazakâr partiyiz diyen bazı partiler tarafından da destek gördü ve bugün, herkesin gözünün önünde tertiplenen oyunlar oynanarak bu hale gelindi.
Başını sabahtan örtüp akşama kadar o örtünün içinde terleyen hanımlar saçlarını, vücutlarını her gün yıkama imkânı bulabiliyorlar mı acaba? Önceleri bol elbiseler giyip, vücut hatlarının Tanrısal güzelliğini çuval gibi elbiselerle kapatan türbanlı hanımlar şimdi, Suriyelilerin yurdumuza gelmesiyle, daha dar giysiler giyiyor, başlarını daha özenle, özellikle siyah ya da beyaz kumaşlarla örtüp dolaşıyorlar. Bu bir aşama.
Türkiye’de çağa ayak uydurma, ilk defa Atatürk ve Osmanlıdan gelen cumhuriyet aydınlarınca olmadı. Daha önce,Osmanlı zamanında da yenilikçiler vardı. Şair Tevfik Fikret’in, molla sırat tabir ettiği Mehmet Akif’le kalem kavgasını bilmiyor muyuz? Fikret’in, o günün şartlarında, bu şeriatçı kesimle nasıl mücadele ettiğini şimdi daha iyi değerlendiriyorum. Çocuklarını bile bu savaşın içinde görmüşler. Fikret’in Haluk’u, Amerika’da elektrik profesörü olmuş, Akif’in hayalindeki Asım ise esnaf.
İslam, zina yapan kadınla erkeği yarı beline kadar toprağa gömüp, taşlanarak öldürülmesini emretmiş; Osmanlı onu hiç uygulamadı, bugün zina suç bile sayılmıyor, iktidardaki İslamcı parti zinayı suç olmaktan çıkardı; İslam hırsızlık yapanın elinin kesilmesini emretmiş, bugün adam öldürene bile ölüm cezası vermiyoruz. Peki, bu baş örtmeyi neden çaba göstererek yaymağa çalışıyoruz?
Dinler hep birbirlerinden bir şeyler almışlar. Binlerce yıl önce Sümer efsanesindeki tufan olayı bugünkü semavi dinlerde var (tabii o kadar çok hayvanın bir gemiye sığdırılması şüphe uyandırıyor). Tespih çekme, secde etme, baş örtme Budistlerde de var, ben Budistlerin bunları batıdan aldıklarını mümkün görmüyorum; olsa olsa batıdakiler doğudakilerden almıştır. İlk insan çıplaktı, örtünme sonradan edinildi. Kurban kesme de, insan kurban etme de Sümer gelenekleri. Tanrı kendi yarattığı şeyin neden kendisi için kurban edilmesini ister? Ya İsmail’in kurban edilmesi; bu bir cinayet değil mi?
Davut peygambere ne dersiniz? Zebur’a göre, o zaman adet olduğu üzere Davut’u peygamberliğe halkı seçti. Davut kabilesinden evli bir kadını çok sevmişti. Onu eş edinmek için, kadının kocasını savaşa gönderir ama adam ölmeden döner. Tekrar savaşa gönderir; bu defa adam ölür ve Davut peygamber bunun üzerine kadınla evlenir. Bu, dine uyar mı?
Bir arkadaşımız kız kardeşinin, başını açmak istemediği için okuyamadığını söylüyor. Eskiden böyle bir şey mi vardı. Niçin kız kardeşin başını açıp okula gitmedi. Doğal olarak dışarıdan verilen gazın gazabına uğramış. O da bunun üzerine öfkelendirilmiş, kinlendirilmiş.
Başörtüsü İslam ülkelerini içinden yıkmak için, ya dış güçler tarafından düşünülmüş, ya da dine inananlar gün geçtikçe azalıyoruz kaygısıyla savaşımları için bayrak yapımıştır. Başörtüsü kadınlar için şapka yerine kullanılsın, kapalı yerlerde açsın deyince bu kez kadının saçını erkekler görmesin deniliyor. İyide, erkeklerin saçını kadınlar görüyor. Erkekler kadının, üzerine şiirler yazılan güzel gözlerini görüyor, dudaklarını, yanaklarını, çehresini görüyor, televizyonda, evlenme programlarında erkekler hanımların güzel ellerini öpmek için yarışıyorlar da, bu saçta ne var bilinmez, bir telinin dahi görünmesini istemiyorlar.

Bakın Fransızların bazıları Müslümanlar için: “İslam onları ilerletmiyor; yaşadıkları evlere, dinledikleri müziklere, nasıl oynadıklarına bakın, bunlar insan değil... diyor”. Belki de Hıristiyanlar dini geri plana atmışlar oldukları için ilerlemekteler. Bizde bazı dini işler ancak köy ortamına uygun. Büyük şehirlerde kurban kesmenin sonuçlarını görüyoruz. Kurban etini verecek muhtaç birini bulmak mesele, kasap bulmak, eti dağıtmak külfet . Omuzda cenaze taşımak artık mümkün değil, cenazenin yıkanması sokakta gasil araçlarında oluyor, oruç tutmayana kızıyorsun, oysa o senin gibi inanmaya mecbur değil, camiler doluyor, dışarılara taşıyoruz, esnaf dükkânından getirdiği kartonun üzerinde sokakta namaz kılıyor, tanımadığımız ölen birinin öldüğünü sala ile birçok mahallede, hiç ilgisi bulunmayanlara duyuruyoruz...
Kuran, zamanının ahlak ve muaşeret kitabıdır, aynı zamanda bir kanun kitabıdır. Ne yiyeceğinden, mirasın nasıl paylaşılacağından evlilik kurumuna kadar birçok şeyden bahseder. Muhammed peygamberin zamanında kitap yoktu, kanun yoktu; işler bu şekilde hallediliyordu. Ünlü Fransız filozofu, hukukçu ve fikir adamı Voltaire, dinin birçok cahil insanı suç işlemekten alıkoyacağını, bunun yanında, dinlerin ve mezheplerin toplumu böldüğünü söyler. Din ümit kaynağıdır. Çaresiz anlarımızda ona sığınır, ondan cesaret alırız. Bugünün şımarık çocuklarını günah korkusuyla, Cehennemde yanarsın diye onunla korkuturuz. Ama onu da aşırıya götürmemeliyiz. Peki, halkımızın ahlakı sadece baş örtmekten, ibadetlerini şeklen yerine getirmekten mi ibaret? Mühim olan amel, yani işin eylem yönü. Küçükten büyüğe dürüstlüğünü, vicdanını unutmuş; nezaketini yitirmiş yetişkinlerimize nasıl engel olacağız? Fakir, belki muhtaç olduğu için hırsızlık yapıyor ama ya kendini beğenmiş zenginler, acımasız şirketler, gözü doymayan bankerler hep böyle mi kalacaklar? Hayır! Hiçbir şeyi vatandaşın vicdanına bırakamayız, ama yasalara uymaya mecbur edebiliriz.
Başörtülüleri Suudi Arabistan’a göndermeyi düşünmeyin, belki yakında, belki de pek yakında bu gidişle, burası da Suudi Arabistan’a döner. Bizler de her ne kadar dirensek de, İonesco’nun Gergedanlar piyesinde olduğu gibi, bütün direnmemize rağmen, bir gün gergedanlaştığımızı görürüz.
 

orhan

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
14 Kas 2013
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Jacques Chirac cumhurbaşkanı olur olmaz ilk iş olarak Bernard Stasi başkanlığında 20 aydından meydana gelen bir komisyon kurar. Komisyonun hazırladığı raporda, cumhuriyetin temel prensibi olan laisizm üç değer üzerine oturur: Vicdan özgürlüğü, manevi ve dini tercihlerin hukuki özgürlüğü, siyasi iktidarın tarafsızlığı.
Devlet bireyi şekillendirmek, dönüştürmek, kamu düzeninin bir parçası haline getirmek, başka bir deyişle, uygar toplumun bir üyesi haline getirmekle yükümlüdür. Komisyon, dinlerin kendilerini laik yaşam şekline uydurma çabası içinde olmaları gereğine özellikle değinir.
Stasi raporu, cumhuriyetçi ve laik değerlerin öğrenildiği yerlerin okullar olduğunu, bunun için de laiklik ilkelerinin ve değerlerinin okullarda öğrencilerin zihinlerine yerleştirilmesi gereğine vurgu yapar. Okul, öğrencileri her tür aidiyetten ve farklılıktan sıyırarak cumhuriyet vatandaşı yetiştiren bir fabrikasyon işlevi görür. Okulların dinler karşısında tarafsız olamayacağını, dinlere karşı eleştirel bir yaklaşım biçimi geliştirerek bireyleri doğmalardan uzaklaştıracak bir özgürlük getirmesi gerekliliğini söyler. Okul, eğer dini ya da manevi kültür karşısında tarafsızlığın darkavrayışıyla sınırlandırılırsa, öğrencilerin bilgisizliklerine katkıda bulunmuş, onları o bilgisizliğin üzerinde gelişen siyasi-dini eylemcilerin baskıları karşısında savunmasız ve fikrî donanımdan yoksun bırakmış olur, der.
Stasi raporu, başörtüsünü aynı zamanda Fransa’da kamu düzenini bozan bir tehdit olarak algılamıştır. Komisyonumuz, bugün için sorunun vicdan özgürlüğü sorunu olmadığı, kamu düzenine meydan okuma olduğu görüşündedir, der.
 

speech

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
6 Haz 2013
Mesajlar
27
Tepkime puanı
0
Puanları
0
başlıktaki ifadeyi savunan birisi, "Dekolteliler Fransa'ya, Burası Osmanlı" diyen birisine ne yanıt verir?
 

ihaveanidea

Filozof
Yeni Üye
Katılım
25 Ocak 2017
Mesajlar
848
Tepkime puanı
8
Puanları
18
Ya gereken cevap aydın kesim tarafından verilmiş.

Ancak şunu anlamıyorum.Baş örtüsü takmayanlar laik,takanlar dinci yaftasının kaynağı ne?Bu sığlık hangi denizden kaynaklı?

Şunu biliyoruz ki baş örtüsü takarakta her haltı yiyen var takmayarak da;baş örtüsü takanlar içinde de kaliteli insanlar var takmayanın da.İşin din boyutunu geçtim vardır ya da yoktur;ama sırf kadının başındaki yarım metrelik mesele ile o kadının düşünce ya da yaşayış tarzını eleştirme hakkını nereden alabiliyorsunuz merak ediyorum.

Bu konu sadece bir etiket.Aynı olay takım elbise giyen adamın efendi,biraz daha laçka giyen adamın bohem yaftası yemesinde de mevcut.Ne zaman bu putlar yıkılacak da takılan gözlüğe değil takan göze odaklanacağız?
 

X

FAdmin
Onursal Üye
Katılım
25 Kas 2013
Mesajlar
693
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Boyle serefsizce bir basligi acik tutmakta serefsizliktir.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Sidebar Kapat/Aç
Üst