Forumumuza Hoş Geldiniz

Hoşgeldiniz. Ücretsiz içerikler ve özel hizmetler sizi bekliyor. Hemen üye olun!

Tanrıya İnanmayan adam felsefe yapamaz !

E

evrensel-insan

Ziyaretçi
evet...gerçekten dilsiz insanlar varsa, (ki buradaki dilsiz , konuşamayan anlamında değil de , herhangi bir lisana ait sembollerin anlamlarından habersiz olan insan anlamındadır) asla düşünemezler...bir lisana ait sembollerin , birbirlerine anlamlı ve doğru bir şekilde bağlanamadığı bir psişik süreç, düşünce ortaya koyamaz....

Dusunce ortaya koyabilir. Eger bir dusunce ortaya koyumu, belirli bir linqual (dilin kurallari, kelime olusturumu v.s.) ve etimolojik (kullanilan kelimenin nereden geldiginin tarihi ve izahi kokeni) icerige sahip ise zaten bir dildir. Onemli olan bu dilin ne ifade ettigini algilamaktir, bu da ogrenmekle paraleldir.

Insanoglu dili ile ifade eder. Mesela bir bebek anlamsiz algilanan sesler cikarir ve ebeveyn deneme&yanilma metodu ile bebegin ne istedigini, neden agladigini/guldugunu/sesler cikardigini algilamaya calisir. Dusunce beynin kendine yansiyan ve gozlem verene, !? isaretlerinin "var" yoluyla, algilanmasi ve ses ve de isaret ve de cizim olarak ifadeye donusmesidir.

Iste dusunce ortaya koymak, koyan acisindan degil; onu algilayan acisindan sorun olabilir. Mesela bilimin matemetiksel/mantiksal her turlu bilgisini algilamak icin, onun ogrenilmis olmasi gerekir. O yuzden dusunebilmek, insanoglu fenomeninin numenal bir yetisidir. Bunun ortaya konabilmesi ise, fenomenal ve bes duyuya yonelen isaretlerdir.
 

birazdahaderinmavi

Yeni Üye
29 Ara 2011
1,442
1
0
60
Dusunmek ve dusunuleni ifade etmek farkli seylerdir. Ayrica dilsiz ya da sagarlarin, kendilerini ifade eden; sign language vardir. Bu bir alfabedir ve el isaretleri ile verilir, ayni bir dil gibi bu dili ogrenen kisiler pekala bu kisilerle karsilikli dialog kurabilirler.

düşünmek ve düşünüleni ifade etmek, sadece farklı değil ama aynı zamanda birbirlerine bağlı süreçlerdir ... ve her ikisi için de dil ( yani anlamlı bir semboller zinciri olarak ,lisan) zorunlu ön koşuldur....
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
düşünmek ve düşünüleni ifade etmek, sadece farklı değil ama aynı zamanda birbirlerine bağlı süreçlerdir ... ve her ikisi için de dil ( yani anlamlı bir semboller zinciri olarak ,lisan) zorunlu ön koşuldur....

Ben farkli dedim, ayri demedim. Tabiki birbirini tamamlayan biribirine bagli farklarinin surecidir.
 

birazdahaderinmavi

Yeni Üye
29 Ara 2011
1,442
1
0
60
Dusunmek ve dusunuleni ifade etmek farkli seylerdir. Ayrica dilsiz ya da sagarlarin, kendilerini ifade eden; sign language vardir. Bu bir alfabedir ve el isaretleri ile verilir, ayni bir dil gibi bu dili ogrenen kisiler pekala bu kisilerle karsilikli dialog kurabilirler.

zaten sağır ve dilsiz dediğimiz insanların kullandığı işaretler,alfabeler ve semboller de -anlamlı oldukları sürece- bir dil(lisan) anlamına gelir ve bu lisan aracılığıyla düşünebilir ve düşündüklerini ifade edebilirler....
 
P

Pyramos

Ziyaretçi
-DÜŞÜNCE-

her insanın mutlak ortak noktası.

şimdi Tanrıya inanan adamla ,inanmayan adam arasında nasıl bir düşünce farkı var? yada var mı? Tanrıya inanmak inanmamak neyi değiştirecek? alıntılarla anlatmaya çalışayım.

öncelikler imana epistemolojik olarak Kierkegaardın yorumu ile bakalım.

Bu teolojik fideizm geleneğinin içinde olan Kierkegaard’a göre, iman ve aklın
birbirlerini dışlamadan bir arada bulunmaları imanın epistemolojisi açısından mümkün
değildir. O, “dini inancın, özünde akıl ile uyuşmaz olduğunu öne sürerek fideist bakış
açısının radikal bir versiyonunu geliştirir.
Dini bir dogma söz konusu olduğunda ya inanırsınız ya da inanmazsınız. Onun
mantıki açıdan geçerliliğinin olup olmadığına bakmazsınız. İmanın değeri de bundan ileri
gelir, imanın objesi rasyonel açıdan ispatlanamaz, ispatlanırsa o iman olmaz. İnsan aklının
sınırları bellidir. İman önermeleri konusunda aklın bir takım faaliyetlerde bulunmasını
beklemek akla, kapasitesinin üstünde bir görev yüklemek olur.

işte inanmayanların, inanlara yönettiği '' siz mutlak bir otoritenin görüşü dışında düşünemezsiniz'' yaftası baştan aşağı yanlıştır. Tanrıya inanmak bir iksir gibi beyne girince insanın DÜŞÜNCE yapısının kimyasınıda,işleyişinide değiştirmez. inanan yada inanmayan fark etmez beynin düşünce üretimi HER İNSANDA AYNI SİSTEMDE çalışır. Müslüman bilim ve düşünce adamlarıda buna somut kanıttır.


Tanrıya inanan insan, kendine ve hayata anlam olarak inancını temel alır. tüm düşünce sistemine değil. bu ikisi ayrı şeyler.

peki diğer yandan, Tanrıya inananları düşüncede Tanrıya bağlı olmakla suçlayan,Tanrıya inanmayan insan kendine ve yaşamın ANLAMINA neyi baz alacaktır. sistemi nedir?

hiçbir tarafa bağlı olmayan bir sistem olabilir mi? olamaz !!!

öyleyse bir yerlere bağlanmak zorundadır. ne olabilir bu?

akıl,ahlak,insanlık bilinci,bilgi sitemleri vs vs..

Tanrıya ve Dinlere inanmayan insan kendi kendine bir sistem kurdu diyelim. bu sistemin en büyük handikapı şu olacaktır;

insanın diyalektikten ,karşıtlıklardan kurtuluşu yok !!! yani kendi kurduğu her sistemde zamanla -paradoks- kaçınılmaz son ! (Ölümcül Hastalık)


Umutsuzluğun özü yaşamın, hiçbir şey olmaması*dır. Kierkegaard.

inananların DÜŞÜNCE SİSTEMİNİN KISTLANMASI diye birşey yoktur.

Kierkegaard’a göre, iman ve aklın
birbirlerini dışlamadan bir arada bulunmaları imanın epistemolojisi açısından mümkün
değildir.

İman; bir seçimdir. salt akıl yada akılsızlıkla değerlendirilemez. insanda ne varsa hepsiyle değerlendirilir.

ve Sevgili Okur-Yazardan alıntı ile bitiriyorum.

Felsefeciler noktayı çok genişten alıp yorumluyorlar fakat bu genişlik çemberinin yörüngesinden ayrılmıyorlar ve bu tür bir yorum-bakış açısı kişiyi noktaya yaklaştırmıyor sadece noktaya vefasızlık edip yine de noktayı çok genişten alıp hâlâ noktayı açıklamaya-anlamaya çalışmaya yarıyor, felsefe yaptıran şey noktaya olan arzu fakat felsefe yapmak noktaya vefasızlık çünkü nokta diyor ki bana olan arzunla putperestlik yapma, dedikodu yapma, sadece beni bil, bana yaklaş ve bana yaklaştırdığını düşündüğün şeylerle çok oyalanma, onları kendine perde yapma.

ne ararsan kendinde ara.
 

allfeelingheart

Yeni Üye
19 Ocak 2012
79
0
0
43
faşist; “kanıtlanma insan değerlerinde mümkün olan bir değer değildir” demişsiniz. Kanıtlamaktan kastım şudur; “Su, bilim onun özelliklerini ortaya koymadan önce mevcuttu. Kötü, bizim içimizde söylenmeden önce mevcuttu. Bilim suyun varoluşunu nasıl ortaya koymuşsa, bizim içimizdeki kötüyü de ilk söyleyenler bunu bilim ile örtüşen yollarla ortaya koymuşlardır.” Ortaya konmak, kanıtlanmak, ispatlanmak ne demek isterseniz, bu kavramların hepsi bana göre birdir.

“Biz inandık” diyorsunuz ayrıca. Eğer bize bir şey sunulmamış olsaydı neye inanacaktık ki? İnsan, kendisine gerçekçi bilgiler sunulmadan ve bir şeyler gösterilmeden inanmayandır. Dolayısıyla inandıysak, bir şeyler sundular demektir. İnsan, kendisine yalnızca “sen kötüsün” denildiğinde inanacak kadar aptal değildir, bunu ima etmiyorsunuz kanımca. “Sen iyisin” denildiğinde ise inanmak ister ve çoğunlukla inanır. Bencillik, övülmüşüzdür, buna karşı koymayı düşündünüz mü? Denediniz mi? Cevap olarak “En az ve en çok senin kadar” diyebilen ve söylediğinin gerçekliğine kendi gerçekliğine inandığı kadar inananlar vardır, şahsi gözlemlerim; onlar azdır.

Bilim suyu gözlemlemiş, onu becerisi dahilinde irdelemiş, onunla deneyler yapmış ve ulaşabildiği tüm bilgileri ortaya koymuştur. “Her insanın” içindeki kötü de, gerekli şartlar oluşturulduğunda (yine söylemek zorundayım, insan tek başına bu ortamı oluşturamaz) gayet bilimsel yollar ile, gözlem ve deneyler sonucunda ortaya konabilmektedir. Elbette hangi bireyin içindeki kötü görülmek isteniyor ise, o bireyin kendisinin bu deneyin yapılacağından haberi olmaması gerekir. Yoksa içindeki kötü canlandığı halde, kendisini zorlayarak sadece sırıtmaktan ve içinden kötü fikirlerini geçirmekten başka bir şey yapmayabilir, oynar kısaca. Lakin bu onun doğal durumu değildir. Şüphesizdir ki, gözlem ve deney, oyuncuyu değil, doğal bireyi istemelidir. Bahsi geçen ortaya koyma işi için ise, bilim kelimesini aklınıza getirdiğinizde onunla beraber fikri de aklınıza gelen hiçbir teknolojik ekipmana ihtiyaç duyulmamaktadır. Sadece iki insan yeterlidir. Objektif olabilmek için şöyle demeliyim; ben dahil “her insanın” fikri olarak takılıp kalacağı, konu hakkında daha fazla transfer yapılırsa egosu nedeniyle ortamdan veya düşünceden kaçmaya çalışacağı, kaçmasına müsaade etmezseniz içindeki kötüyü ortaya çıkaracağı şartlar oluşturulabilir. Hem de negatif hiçbir şey söylemeye gerek olmadan, sadece fikirler karşılıklı çarpıştırılarak. Hislerim çoğumuzun “kaçmasına müsaade etmezseniz” kısmında takıldığını, ileriye gitmediğini söylüyor. Zaten gidenler ne ile karşılaştıklarını biliyorlardır.

İçlerinde “hiç” kötülüğü göremeyeceğiniz bireyler mevcuttur. Bu anlamda iyi insan yoktur ve hiç olmamıştır demek istemiyorum. Lakin onlar “iyilik yollarının” aktarıcılarıdır ve onlar artık aramızda yaşamamaktadır. Sorguları sonucu kötünün görülmesi mümkün değildir, anlattığım mertebeye onlarda ulaşılamaz. Çünkü onlar, sorguyu yapacak bireyi “birikim ve hisleri” ile daha ilk kademede ikna ederler, kandırmazlar, ikna ederler. İkna ederken savunacakları fikirlerin hiçbirinin aksini savunma şansınız, bilginiz, birikiminiz, fikriniz dahi olmaz, hepsi saftır bilgilerin çünkü, herkes tarafından anlaşılır ve kabul edilirdir. İşte onlar bizim en iyilerimizdir.

Hepimizde ego mevcuttur. Ego görüşümü de basitçe açıklayayım; içimizde yalnız “beni” düşünendir ego. Egomuzu oluşturan fikirler değiştirilmeye çalışıldığında ve “gerçekten kabul etmek zorunda olacağımız” cümleler/sorular kurulabildiğinde bahsettiğim durum oluşur, çünkü sizi siz yapan değerlerin aksi veya farklısı detaylar ile beraber size sunulmuş, bunları kabul etmekten başka şansınız kalmamıştır (aksinin savunulamadığı cümlelere/sorulara örnek isteniyor ise, daha önce yazdıklarımın içinde cevap istediğim konulara başvurulabilir. Onlar basit örneklerdir, dahasının ve bireye özel olanlarının türetilebileceğini gösterirler.) İnsan aslında kendi içinde bu kabulü yapar fakat sonucun dışarı yansıması farklıdır. Bu duruma geldiğimizde egomuz, bizi biz yapan düşüncelerin tehdit altında olduğunu zannedecek, tarafımıza bizi kökten reddeden düşüncelerin işlenmeye çalışıldığına inanacak ve savunma mekanizmalarımızı devreye sokacaktır. Bu savunma mekanizmalarının ilki insanda bilgidir. Önce bilgisi ile savuşturmaya çalışır karşısındakini birey. Başaramaz ise ikinci savunması kaçmaktır, gerek düşünceden gerekse fiziki ortamdan kaçmak. Kaçmaya çalışır çünkü zarar gördüğünü düşünür. Bunu da başaramaz ise egomuzun iki seçeneği kalır; ya kendisine saldırmakta olduğunu “zannettiği” bireyi susturacaktır (ne pahasına olursa olsun) ya da kendi kendisini ezerek sunulanın gerçekliğini kabul edecek ve pozitif değişim başlayacaktır. Pozitif diyorum çünkü egomuzun bizi tıkadığı her nokta negatiftir. Birey, susturma yolunu seçtiğinde zaten içindeki kötü ortaya çıkmış demektir. Kabul yolunu seçtiğinde ise, ortaya çıkan duruma bakmamız gerekir. Kendisine değil fakat biz kendimize, neden daha önceden kabulün gerçekleşmediğini, savunmaların neden yapıldığını sormalıyız. Bireyin içindeki kötünün, negatifin, eksiğin, yanlışın dile getirdiği çaresiz savunmaları (çaresiz diyorum çünkü sonuçta kabulü seçmiştir, kötü diyorum çünkü kendisine gerçekte kötü bir şey söylenmediği halde saldırı algılamıştır) yapmakta olduğu aşikardır. Kabul sonucunda deney, karşılıklı bireylerin gözyaşları dökmesi fakat sorgulanan bireyin bugüne kadar hiç hissetmediği bir rahatlamayı, daha doğrusu anlaşılabildiğini hissetmesi ile beraber ve kendi vasfını kabul edişiyle son bulur. Bu psikolojik terapi olarak algılanmasın, kimse kimseye bunu yapmak istemiyor ama iyi/kötü kanıtlanamaz diyorsunuz ya, yaptığınızda göreceğiniz budur, inanmak yine size kalır. “Bu kime göre kötüdür?“ diye sormak niyetinizi hissediyorum, bireyin kendisine göre kötüdür artık. Bireyin gözyaşları, hayatında ilk defa önyargısız olarak algılandığını, kabul edildiğini görmesi sebebiyle oluşur, zorlanması sebebiyle değil. Bu noktaya gelebildiyseniz bireye bunu açıkca sorma şansınız mevcut hale gelir ve birey artık egosunun arkasına saklanamadığı için size tamamen gerçeği, yani sunulanı kendisinin bilinçli olarak ve sunulanın kendi içinde bulunandan daha pozitif olduğunu düşünerek, kendi düşüncesinin kötülüğünün farkına vararak kabul ettiğini söyleyecektir. Yine yapmış ve yapmakta olan bilecektir. Daha öncesinde bu algılanmanın imkansızlığına koşulsuz ve kati bir inançla inanan birey, inandığı şeyin gerçek olmadığını gözleri ile görmesi, kulakları ile duyması, kalbi ile hissetmesi sonucunda, karşısında bir “insan” olduğunu bu anda daha farklı olarak anlayacaktır. Egosunun bir konuda çöküşü bireyde, egosunun varlığının daha çok farkına varmasına, onu birçok konuda çökertebileceği cesaretine ulaşmasına ve egonun kötü olduğuna inancı verir, ki zaten engelimizdir ego. Bireyin kendi kendisi bu sonuca varır içerisinde. Çünkü kandırılmış değil, anlaşılmış olduğunu algılar birey. Kandırmak bu kadar saf olamaz, bunu kaçınılmaz olarak hisseder. Elbette siz, deneyi yapan kişi olarak saf biçimde sorguya devam edebildiyseniz, hakaret, küfür, küçük düşürme, vb.. gibi hiçbir negatif kavramı kullanmadan yapabildiyseniz ve onun da sizi sorgulamasına yüzde yüz açıklıkla izin verebildiyseniz bu sonuca ulaşırsınız, ki sayılanlar yapılamaz değil fakat zordur, düşünülenden daha zor. Psikologların anlatılanı yaptığını düşünüyor olabilirsiniz ama onların yaptığı egoyu çökertmek değil, onu daha sağlam inşa etmeye çalışmaktır. Ayrıca kendilerini sorgulatmazlar, bunu iyi düşünmek gerekir. Sonuçta birey adapte olacak, çoğunluğun negatif, egosunun emrinde, bencil davrandığı ortamda kendisini daha rahat hissedecektir. Bunu iyi olarak düşünebilirsiniz fakat adapte oluşu, toplumun pozitif olduğunu göstermez. Ayrıca adapte olmayıp, egosu çökertilen birey, adapte olan bireyden zihinsel olarak çok daha güçlü hale gelir. Sonuçta sorguyu yapan bireye bir şey katılmaz, onun bir getirisi de, çıkarı da yoktur sonuçtan. Hatta öldürülme riskini bile göze alması gerekir sorguyu yapabilmek için. Bunun tüm getirisi egosu çöken bireye yönlenir.

“Madde olarak diğer bireyler gerçektir ama onların değerlerinin benim için herhangi bir önemi yada gerçekliği yoktur” demişsiniz. Bu durumda sevdiğiniz bir düşünürün varolmaması gerekir. Çünkü onun değerleri de sizin için önemsizdir, gerçek değildir. Halbuki o var ve size bazı değerlerini kabul ettirmiştir. Çelişki hissediyorum. Elbette onun düşünceleri hoşunuza gitmiş ve içinizde bir yerlere yerleştirmiş olduğunuz için kabul etmişsinizdir. Buradan çıkaracağım bilgi; ağzınız aksini söylese de, diğer insanların değerlerine (en az birine) önem verdiğiniz bilgisidir. Ve mesele tamamen “ben” haricinde kalanların gerçekliği üzerinedir aslında. Bu kendimi reddettiğim anlamına gelmez. Şöyle açıklamaya çalışayım; sadece siz dünya üzerinde insan olarak kalsanız, ne değeriniz olurdu? Ne değer üretebilirdiniz? Görüşüm; “Değer dediğimiz, diğerlerinin bize yüklediği anlamlardır.” Değer, anlam, mana, bunlar da benim için aynı şeyleri anlatan kelimelerdir. Diğer insanlar olmadan, ne değeriniz olurdu? İnsan oluşunuz gerçekten değerli olur muydu? Bir değeriniz var ise, onun küçücük bir kısmını şu an ben size yüklüyorum, anneniz size yüklüyor, arkadaşlarınız yüklüyor, sevdiğiniz düşünür yüklüyor, sizi sevmeyenler yüklüyor, çoğaltın. Onlar olmadan siz de, ben de değersiziz aslında. Değerleriniz, anneniz olmadan, ben olmadan, ali ekber olmadan, evrensel-insan, mor ve ötesi, phi olmadan, vb.. hiçbir anlama sahip olamaz, hiçbir gerçeklik düzeyine ulaşamaz. Siz dememe takılmayın, sevdiğiniz düşünür de bir yere ulaşamazdı diğerleri olmasaydı. Bizim yapabileceğimiz güzel şeylerden birisi ise, bize yüklenenleri olduğu gibi kabul etmek değil, onları egomuz için pozitif olsalar dahi, detaylı sorgulamak, diğer bireyin bu sonuca hangi yoldan ulaştığını bulmak ve izledikleri yolun sizin tarafınızdan nasıl ve ne gerekçelerle kullanıma açıldığını keşfetmektir. Evet, o yol sizin tarafınızdan kullanıma açılır.

evrensel-insan; “bilimin gozlemledigi, buldugu ve algiladigi insanoglu kendi olmakla beraber, insanoglu disinda kalan herseydir.” Bunu kabul ediyorum fakat yine de bilimin kendisi, her daim eksikli olan yapı, sadece insan icadıdır. Açıklayayım; “Bilimin araştırabileceği konuların mevcut oluşu, örneğin su, bilimin insan icadı olmadığını göstermez. Bilim; insanın kendi kendisine ‘bunun ne olduğunu bilmiyorum, daha yakından bakmalıyım’ demesi, harekete geçmesi ve hareketi hiç sonlandırmaması ile ortaya çıkmıştır. Böyle olduğu için ve bu düşünceye insan haricinde hiçbir varlık ulaşamadığı için, bilim sadece insan icadıdır. İnsan olmadan bilim varolmaz fakat onun incelediği konular varolabilir, bunda bir sıkıntı yoktur.”

Gerçek inanç insana şunu öğütler; “Madde ile manayı ayırma.” Dolayısıyla inanca sahip kişi, manaya gösterdiği önemin zerre farksızını, maddeye de göstermek zorundadır. Bilime önem vermek zorundadır inançlı kişi, onu yakından taklip etmelidir, imkanı varsa gelişimine katkıda bulunmalıdır. Bunları yaparken bilimin sarhoşluğuna kapılamaz. Yaşadığımız dönemde çevremizde bunu göremiyor olmanız sizi yanıltmasın, yaşanılan inanç biçimlerinin doğruluğunu asla savunmadım ve sizinle beraber olup, günümüzün empoze edilmiş inanç biçimlerinin yanlışlığını savunabilirim. Eğer savunduğunuz şey, yani bodoslama bir yaratılış inancı doğru olsaydı, en basit verebileceğim örnek olarak benim “ilginç kuarkların” varoluşundan haberdar olmamam, olsam bile “Allah yaratmış, biz takdir edemeyiz” demem, onlar üzerine hiçbir yorumumun olmaması gerekirdi. Gerçek ise bundan çok uzaktır. Tatmin, burada kullanılabilecek en yersiz kelimelerdendir. “Bilmediğim kalmasın” düşüncesine katılıyorum fakat mantıklı insan her zaman bilmediğinin kalacağını kabul etmelidir. Basit örnek; dünya üzerinde o kadar çok kitap vardır ki, hiçbir insanın ömrü hepsini okumaya yetmez. Yine de o kadar çok bilgi vardır. İnanç, hiçbir insana “her şeyi biliyorum” hissini vermez. Esasen, “bilmediğim ne çok şey var” diyerek daha detaylı düşünmeye başlatması beklenir. Bu olması gerekendir. Aksini görüyorsanız, inancı veya dinleri değil, insanları suçlayınız. Yanlış anlayanlarımız çoğunluktadır demiştim.

Konuyu takip eden, görüş ve hissiyatlarını aktaran insanlara teşekkür ederim.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
allfeelingheart;100577 evrensel-insan; “bilimin gozlemledigi' Alıntı:
Madde ile manayi ayirmayan fakat alanlarini farkli kilan bilgidir. Insanoglu da zaten bu uclu olusumdur, madde, dusunce ve kavram. Bilim bildirir, belirtir, yanlislar, yeniler, gelistirir, ogretir. Ben varligi bilmekten yanayim, ona inanmaktan yana degil. O yuzden ortadainsanoglu adina bilinen ve bilinecek olan vardir. Inanc sorunu bilenecek olani sanki onceden bilinmis gibi aklin inandigi dogru olarak ortaya atmaktir. Bunun bilimsel olarak ortaya konamamasi zaten onu inanc yapar. Bilimin bilimselligi bilmedigi uzerinden degil; bilgdigini gelistirme uzerinden yola cikar. Inanc tabki o hissi insanogluna vermez, ama "herseyi bilen odur/vardir" hissini verir. Bu da insanoglunun her turlu teslimiyetidir. Halbuki bilmek insanoglunun her turlu ufkunu ozgur ve serbest birakir.
 

allfeelingheart

Yeni Üye
19 Ocak 2012
79
0
0
43
İnanca sahip olan kişi "bilmeye çalışma" eylemini bırakamaz. Elbette bilen bir Yaratan vardır inançta fakat O bilgisini bizimle paylaşmamaktadır, ki zaten paylaşmaması en doğrusudur. Çünkü bu bünye, o denli yoğun bilgiyi alabilecek kapasiteye sahip değildir, aklımızı kaybetmemiz kaçınılmazdır.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
İnanca sahip olan kişi "bilmeye çalışma" eylemini bırakamaz. Elbette bilen bir Yaratan vardır inançta fakat O bilgisini bizimle paylaşmamaktadır, ki zaten paylaşmaması en doğrusudur. Çünkü bu bünye, o denli yoğun bilgiyi alabilecek kapasiteye sahip değildir, aklımızı kaybetmemiz kaçınılmazdır.

Farkimiz da bu. Siz bir insanoglu turu biri olarak, kendi insanoglu ozelliklerinizi kendi turu disinizda bir guce inanc olarak veriyorsunuz, ben ise sadece fenomeni gozlemliyorum. O yuzden aklinizin inandirdigi dogru bir inanc olarak bu yarataniniza istediginiz anlam ve icerigi verebilirsiniz, yalniz bunun bilimsel bir icerigi yoktur.
 

allfeelingheart

Yeni Üye
19 Ocak 2012
79
0
0
43
Daha önce söylemiştim; bencilliğe kapılan insan beyni kendisini en büyük güç olarak görür ve düşmanı gibi gözüken (sadece büyüklüğü nedeniyle) algılayamadığı o büyük gücü kendisi yaratabilmiş olmayı "diler" sadece, kanıtı da yoktur ayrıca. Evrendeki bir zerreyi dahi yaratamıyorken, Yaratan'ı kendisi yaratmış olmayı diler. Çünkü bilir, o büyük gücü ortaya koyanın kendisi olduğuna inanabilirse, tüm gücün kendisinde olduğuna da inanacak, kendisini daha çok beğenecektir, sonuçta daha çok kendi bencilliğine yönelecektir.

Bilimsel içeriği olmaması, üçüncü kez söyleyeceğim, bilimin insan icadı olması ve bu nedenle eksik olmasından dolayıdır. Bilimin insan icadı olduğunu kabul ettiniz sanırım. Bilim bu yüzden Yaratan’ı hiç göremeyecektir ve elbette hiç göremeyeceğini yok saymak niyetindedir, çünkü çözemeyecektir. Çözemediği şeyleri bilim “sevmez”. Bencillik eder.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Daha önce söylemiştim; bencilliğe kapılan insan beyni kendisini en büyük güç olarak görür ve düşmanı gibi gözüken (sadece büyüklüğü nedeniyle) algılayamadığı o büyük gücü kendisi yaratabilmiş olmayı "diler" sadece, kanıtı da yoktur ayrıca. Evrendeki bir zerreyi dahi yaratamıyorken, Yaratan'ı kendisi yaratmış olmayı diler. Çünkü bilir, o büyük gücü ortaya koyanın kendisi olduğuna inanabilirse, tüm gücün kendisinde olduğuna da inanacak, kendisini daha çok beğenecektir, sonuçta daha çok kendi bencilliğine yönelecektir.

Bilimsel içeriği olmaması, üçüncü kez söyleyeceğim, bilimin insan icadı olması ve bu nedenle eksik olmasından dolayıdır. Bilimin insan icadı olduğunu kabul ettiniz sanırım. Bilim bu yüzden Yaratan’ı hiç göremeyecektir ve elbette hiç göremeyeceğini yok sayamak niyetindedir, çünkü çözemeyecektir. Çözemediği şeyleri bilim “sevmez”. Bencillik eder.

Bencillik akilcilik ile paraleldir. Bu acidan akilci olan inanctir. Bilimsellik iseaksine, tum insanlik icindir. Inanc ise, sadece aklin kewndi kendini inandirmasi ve bunu kendine kendince dogrulamasidir. Insanoglunun disinda zaten icad yoktur. Bilim ayrica yaratani aramaz ki, gorsun. Cunku bilim gordugunu gozlemler. Bilimin cozemedigi yoktur, sadece zaman algi ve bilgi isidir. Ama akilcilik cozmeyi sirf kendini tatmin adina aklinda yaratir. Yaratanda bunlarin basinda gelir. Yaratan aklin yaratimidir.
 

allfeelingheart

Yeni Üye
19 Ocak 2012
79
0
0
43
Akılcılık ile bencilliği bir paralele getiremedim, biraz daha açarsanız memnun olurum. Akılcı olan inançtır demişsiniz, bilim ve kullandığı bütün yöntemler, daha fazlasını keşfedebilmek için ortaya koyduğu tüm ekipmanlar da akıldan doğmuştur. Yani sizin görüşünüze göre Yaratan'ın yaratıldığı yerden. O durumda bu ikisi arasında bir fark görmemeniz gerekir. İnanç da tüm insanlık içindir, aksini size kimsenin söylemiş olduğunu düşünmüyorum. Tatmini arayan bilimdir, sürekli çözme derdinde olan, tatmine asla ulaşamayan bilimdir. Yanılıyor muyum?
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Akılcılık ile bencilliği bir paralele getiremedim, biraz daha açarsanız memnun olurum. Akılcı olan inançtır demişsiniz, bilim ve kullandığı bütün yöntemler, daha fazlasını keşfedebilmek için ortaya koyduğu tüm ekipmanlar da akıldan doğmuştur. Yani sizin görüşünüze göre Yaratan'ın yaratıldığı yerden. O durumda bu ikisi arasında bir fark görmemeniz gerekir. İnanç da tüm insanlık içindir, aksini size kimsenin söylemiş olduğunu düşünmüyorum. Tatmini arayan bilimdir, sürekli çözme derdinde olan, tatmine asla ulaşamayan bilimdir. Yanılıyor muyum?

Hayir akildan degil, dusunceden dogmustur. Daha dogrusu gozlem ve dusunceden dogmustur. Fark sudur. Biri gozlem verir ve yanlislanabilir ve bu olgudur. Digeri, sabit, mutlak, degismez, kalici, kesin v.s. dir ve dogrulanmasi inanca dayandigindan, yanlislanma olanagi da yoktur.

Biri yarattigini somuta tasimaya calisir, bilimsellik ise gozlemini teoriye ya da teorisini gozlemer tasir. Fark bilmek ve inanmak farkidir. Bilim bilmek icin yola ciktigindan surekli arayis icindedir, bu da her turlu cagsal gelisim ve degisim demektir. Inanc ise sabittir ve hic bir ilerlemesi yoktur, uastelik teslimiyetcidir. Akil zaten tatmine ulastigi icin, durur ve noktalanir ve mucadeleye baslar. Dusunce ise gozlemin verdigi serbestlik ve ozgurluk icinde dusunur.
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
Hayir akildan degil, dusunceden dogmustur. Daha dogrusu gozlem ve dusunceden dogmustur. Fark sudur. Biri gozlem verir ve yanlislanabilir ve bu olgudur. Digeri, sabit, mutlak, degismez, kalici, kesin v.s. dir ve dogrulanmasi inanca dayandigindan, yanlislanma olanagi da yoktur.

Biri yarattigini somuta tasimaya calisir, bilimsellik ise gozlemini teoriye ya da teorisini gozlemer tasir. Fark bilmek ve inanmak farkidir. Bilim bilmek icin yola ciktigindan surekli arayis icindedir, bu da her turlu cagsal gelisim ve degisim demektir. Inanc ise sabittir ve hic bir ilerlemesi yoktur, uastelik teslimiyetcidir. Akil zaten tatmine ulastigi icin, durur ve noktalanir ve mucadeleye baslar. Dusunce ise gozlemin verdigi serbestlik ve ozgurluk icinde dusunur.

okuyorum,sessizce izliyorum...
ama öyle şeyler yazıyorsun ki dayanmak mümkün değil... :)

"hayır akıldan değil düşünceden doğmuştur..."

hay seni okutan hocaya demek geldi birden içimden...
akıl olmadan düşünce nedir?
hangi kafada akıl yok iken düşünce mevcut olabilir???
düşüncenin varlığını,hafızayı bilinç denileni seslendiren akıl değil mi?

boşuna dinsel metinler "akıl" için nimet demiyor muş,bu nimetten faydalanmak için gerekli olan zekayı tarif etmeleri ise çok hoştur...

yazını okuyunca kendi kendime kahkahalar attım; hangi akılsız kafa gözlem yeteneğine sahip olarak düşünce üretebilir????
eğer kafanda "az da olsa..." akıl olmasa bu düşünceleri nasıl üretecektin???
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
okuyorum,sessizce izliyorum...
ama öyle şeyler yazıyorsun ki dayanmak mümkün değil... :)

"hayır akıldan değil düşünceden doğmuştur..."

hay seni okutan hocaya demek geldi birden içimden...
akıl olmadan düşünce nedir?
hangi kafada akıl yok iken düşünce mevcut olabilir???
düşüncenin varlığını,hafızayı bilinç denileni seslendiren akıl değil mi?

boşuna dinsel metinler "akıl" için nimet demiyor muş,bu nimetten faydalanmak için gerekli olan zekayı tarif etmeleri ise çok hoştur...

yazını okuyunca kendi kendime kahkahalar attım; hangi akılsız kafa gözlem yeteneğine sahip olarak düşünce üretebilir????
eğer kafanda "az da olsa..." akıl olmasa bu düşünceleri nasıl üretecektin???

Akil nedir?
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
akıl,senin bilim dediğinin gözlemleyemediği ve bunun için mıçtığı insanı insan yapan argümanlardan birisidir,
tıpkı ruh ve nefs gibi...

Akilcilik, rationalizm demektir. Kelime kokeni olarak ration, oran demektir, rational da "oranlama, olcme/bicme" anlamina gelir. Iste akil ortada olan bir dusunceyi olcer, bicer ve kendine goire de ya dogrular, ya yanlislar. Dusunce olmadan akil yurutumu mumkun degildir. Dusunce, thought, dusunme de thinking dir. Akilci dusunme, rational thinking dir.

Rationalizm ve onun realizmi sadece olani kendince dogrulama ve gerceklestirme adina kendi duzeyince tartar ve bir karara varir. Iste bu karara vardiran degerler, aklin sinirlarini belirler.

Mind ve menthal kokenleri, zihin ve zihniyete tekabul eder. Zihin de akla ve dusunceye geri planda yon veren numenal yetidir. O yuzden her turlu kavramsal zihniyetin bir zeka yonlendiricisi, akil sinirlayicisi ve dusunce ureticisi vardir.

Akil insanoglunu bencil ve egoist kilar. Cunku dusunce mukayesesi, mukayese eden beynin cikarinadir.
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
Akilcilik, rationalizm demektir. Kelime kokeni olarak ration, oran demektir, rational da "oranlama, olcme/bicme" anlamina gelir. Iste akil ortada olan bir dusunceyi olcer, bicer ve kendine goire de ya dogrular, ya yanlislar. Dusunce olmadan akil yurutumu mumkun degildir. Dusunce, thought, dusunme de thinking dir. Akilci dusunme, rational thinking dir.

Rationalizm ve onun realizmi sadece olani kendince dogrulama ve gerceklestirme adina kendi duzeyince tartar ve bir karara varir. Iste bu karara vardiran degerler, aklin sinirlarini belirler.

Mind ve menthal kokenleri, zihin ve zihniyete tekabul eder. Zihin de akla ve dusunceye geri planda yon veren numenal yetidir. O yuzden her turlu kavramsal zihniyetin bir zeka yonlendiricisi, akil sinirlayicisi ve dusunce ureticisi vardir.

Akil insanoglunu bencil ve egoist kilar. Cunku dusunce mukayesesi, mukayese eden beynin cikarinadir.

seni alkışlıyorum....

sayende akıl için eksik bilgilerimi tamamladım...

ezberlediklerin ile değil "aklın" ile konuş...

sana, ne söylenirse söylensin sadece ezberindekiler ile konuştuğunu fark ettiğinde belki bilimsel!!! anlamda bir gelişme gösterebilirsin...

bana akıl nedir? diye soruyorsun,aldığın cevabı algılamadan ezberindekileri sıralıyorsun,
seni gerçekten alkışlıyorum...

millet ne söylerse söylesin sen inatla ezberindekileri okuyorsun...

bak sana bizim memleket te çok söylenen bir tekerlemeyi yazayım,belki akıl denilen nimeti algılamana fayda eder... :)

"akıl yok, fikir ne yapsın?apti karıyı boşamış,bekir ne yapsın?"

saygılar sunuyorum...
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
seni alkışlıyorum....

sayende akıl için eksik bilgilerimi tamamladım...

ezberlediklerin ile değil "aklın" ile konuş...

sana, ne söylenirse söylensin sadece ezberindekiler ile konuştuğunu fark ettiğinde belki bilimsel!!! anlamda bir gelişme gösterebilirsin...

bana akıl nedir? diye soruyorsun,aldığın cevabı algılamadan ezberindekileri sıralıyorsun,
seni gerçekten alkışlıyorum...

millet ne söylerse söylesin sen inatla ezberindekileri okuyorsun...

bak sana bizim memleket te çok söylenen bir tekerlemeyi yazayım,belki akıl denilen nimeti algılamana fayda eder... :)

"akıl yok, fikir ne yapsın?apti karıyı boşamış,bekir ne yapsın?"

saygılar sunuyorum...

Sende sana ne soylenirse soylensdin sadece ve nedensiz/gecersiz muhalefet yapiyorsun. Ben de saygilar sunuyorum.

Bu arada s1k1l1nca ve s1k1s1nca yine "ironi yapiyorum" diyebilirsin. :)
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
Sende sana ne soylenirse soylensdin sadece ve nedensiz/gecersiz muhalefet yapiyorsun. Ben de saygilar sunuyorum.

Bu arada s1k1l1nca ve s1k1s1nca yine "ironi yapiyorum" diyebilirsin. :)

artık ne ironi yapıyorum nede başka bir şey,
sadece merak ile takip ediyorum...

"bilgi" anlamında ne zaman incir çekirdeğini doldurmaya yarayacak bir şeyler yazacaksın veya yazılanların devamına izin vereceksin...
 
Tüm sayfalar yüklendi.

Yeni Konular

Üst