Tanrıya İnanmayan adam felsefe yapamaz !

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde öz/ tarafından oluşturulan Tanrıya İnanmayan adam felsefe yapamaz ! başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 14,493 kez görüntülenmiş, 175 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Tanrıya İnanmayan adam felsefe yapamaz !
Konbuyu başlatan öz/
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan UpBot
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
senin tarafından anlaşılmasının adı öğrenmedir,
öğrenmenin ise bilim ve bilimsellik ile bir alakası yoktur...

tıp fakültesi okursan doktor olursun,çünkü tıp bilgilerini öğrenmişsindir,
ama tıp anlamında bir "bilgi" ortaya koyarsan (bununda tıp okumak ile ilgili bir şartı yoktur...) buna da ilim adamlığı denir...
 

faşist

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Kas 2011
Mesajlar
286
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
senin tarafından anlaşılmasının adı öğrenmedir,
öğrenmenin ise bilim ve bilimsellik ile bir alakası yoktur...

tıp fakültesi okursan doktor olursun,çünkü tıp bilgilerini öğrenmişsindir,
ama tıp anlamında bir "bilgi" ortaya koyarsan (bununda tıp okumak ile ilgili bir şartı yoktur...) buna da ilim adamlığı denir...


Bireyin bilim adamı olması için ortaya bulunmamış bir bilgi koymak zorunda mı ? Öğrenme bilgi sahibi olmaktır.Öğrenme olan bilginin algılanabilmesidir.Ama anlayamadığım şöyle bir nokta var burada yaşadığınız sorun/çelişki/tartışmak istediğiniz nedir ?
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
evet zorunda...

ben sadece "şeytanın avukatlığını yapıyorum",
belki biraz etkisi olur diye...
 

faşist

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Kas 2011
Mesajlar
286
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
evet zorunda...

ben sadece "şeytanın avukatlığını yapıyorum",
belki biraz etkisi olur diye...


Bir gemi inşaatı mühendisi Arşimet tarafından bulunan suyun kaldırma kuvvetini,Eintein tarafından bulunan kütle-enerji eşitliğini formülünü,George Napier ve Joost Bürgin tarafından bulunan logaritmayı ve daha bir çok kuram ve bilimsel bilgiyi kullanarak gemi inşaatında bulunur.Bunu yapan mühendisi bilim adamı değildir de nedir ? Sıradan bir insan mıdır ? O zaman sizi uçak,gemi,otomobil yapmaya yada kalp ameliyatı yapmaya davet ediyorum.Nasılsa bizlerde bilim adamı değiliz, onlarda.Çünkü bilimsel bir bilgi ortaya koymadık.
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
Bir gemi inşaatı mühendisi Arşimet tarafından bulunan suyun kaldırma kuvvetini,Eintein tarafından bulunan kütle-enerji eşitliğini formülünü,George Napier ve Joost Bürgin tarafından bulunan logaritmayı ve daha bir çok kuram ve bilimsel bilgiyi kullanarak gemi inşaatında bulunur.Bunu yapan mühendisin bilim adamı değildir de nedir ? Sıradan bir insan mıdır ? O zaman sizi uçak,gemi,otomobil yapmaya yada kalp ameliyatı yapmaya davet ediyorum.Nasılsa bizlerde bilim adamı değiliz, onlarda.Çünkü bilimsel bir bilgi ortaya koymadık.

bilim adamıdır? ama ilim adamı değildir,çünkü öğrendiklerini uygulamaktadır...
ilim adamı olabilmeleri için;mesela arşimedin bulduğu suyun kaldırma gücü yerine havanın ittirme gücünü koyarak (yelkenli değilde motor gücü) yeni bir motor icat etmeleri gerekir,...

otomobil vs yapmak zor bir iş mi? yerli motorbisiklet yapan arkadaşın tahsil ve mesleki bilgisi üzerinde bir araştırma yaparmısın???
 

faşist

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Kas 2011
Mesajlar
286
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
bilim adamıdır? ama ilim adamı değildir,çünkü öğrendiklerini uygulamaktadır...
ilim adamı olabilmeleri için;mesela arşimedin bulduğu suyun kaldırma gücü yerine havanın ittirme gücünü koyarak (yelkenli değilde motor gücü) yeni bir motor icat etmeleri gerekir,...

otomobil vs yapmak zor bir iş mi? yerli motorbisiklet yapan arkadaşın tahsil ve mesleki bilgisi üzerinde bir araştırma yaparmısın???


Siz bilim adamı olamaz demiştiniz,benim soruma verdiğiniz cevapla o nedenle bu örneği verdim.Hiçbir teorik dayanağı ve bilgisi olmayan bireylerde tabi ki bir şeyler icat edebilir ama günümüz kullanabilirliği yoktur.

Mesele zorluk kolaylık değil.Böyle bir bakış açısıyla olaylara bakmam ben.Ben bir teknolojik üründe yada bilimsel çalışma sonrasında bilim adamlarının emeğini görürüm.Bu emek sizin küçümseyebileceğiniz bir emek değildir.

Benim belli sınırlarım vardır,belli görüşlerle tartışmam,zaman ayırmam,size ayırdığım zaman diliminde bende oluşturduğunuz algı sizinle tartışmamam gerektiğini bildiriyor.Bu nedenle tartışmayı burada noktalıyorum .
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
yaw kurbanın olayım,hiç bir şeyi küçümsediğim yok...

ben sadece bilim ve bilimsellik ile bilim adamı yanılgınızı anlatmaya çalışıyorum...

bilmek ile öğrenmek ayni şey değildir,
newton bilmiştir,ama biz onun bildiğini öğrenip o bilgi ile iş görenleriz...
bilenin bildiği ile iş görmek bilimsellik değildir,
bunu anlatmaya çalışıyorum...
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Dine inanan felsefe yapamaz. Çünkü araması için ortada bir sebep yoktur. Bulacağı cevap baştan belli olduğu için felsefe yapamaz. Fikir üretemez. sonuca ulaşamaz. Hatta düşünemez bile.

Mesela öz tektir. Nereden biliyorsun. Verildi çünkü paket olarak. İşte 3 duvar kalınlığında tek duvar.

Tek tek okuyorum biriktirip cevap yazacak hafızam da yok...tek tek cevap yazmayı göze aldım..
Dine inanan felsefe yapamaz diyen halt etmiş hata eylemiş...orta çağ filozoflarını agustinus U anselmus U yemiş yutmuş...ayrıca ıslam felsefesini de yutmuş ..hatta ibn i sina yı vb ...ayıp etmiş.

Dine inanmak düşünmeye teşvik eder aslında ...bir saat tefekkür (düşünmek) bir sene nafile ibadetten hayirlidir..bu hadis yani dının elçisinin sözü.üzüldüm dini anlayış biçiminize
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
bu imazsızlar en az üç cevap veriyorlar ama sizin gibi İmanlılar da her zaman ki gibi hiç cevap vermiyorlar!!! siz sadece soru sorarsınız! :)

öz bir şeyin kendinden yapıldığı şey. mesela peynirin özü süttür. siz varlığın özünü Tanrı sayıyorsanız(bunu anlamlı bulabilirdim) varlığın Tanrı'dan südur ettiğini söyleyen vahdeti vücutçuların söylediğini söylüyor olurdunuz. ama bu kadar idefik hale gelmiş bir inançsal bağ ve imazsızlar üzerine kılıçlı, kılıçlı olmazsa fikirsel cihad ancak ortodoks anlayışa sahip bireyce mümkün olacağı için sizin vahdeti vücutçularıda kafir gören möminlerden biri olduğunuzu söylemek sanırım yersiz olmayacaktır. :)

merak etmeyin benim gibi kafirler soruları cevapsız bırakmazlar. bizim sizin ve varlığın özü kanımca aynı şey: değişime uğrarken bozulup çarpıtılmayan ve maddi tezahürlerde görünen saf enerjinin kendisidir.

Ekber bey tebrik ederim bilgi birikiminiz fena degil...vahdet i vücut cilar temelini yunan filozoflardan aldıkları bilgilerden ötürü hata etmişler .. Tabi ki Mutezile de sıkıntılı..gelin size orta yoldan bahsedeyim
Yaratıcının varlığını inkar etmek günümüzdeki felsefi birikim göz önüne alındığında pek imkanli görünmüyor..Hegel ve Descartes bu konuda okunabilir.. Öz meselesini söyle tanimlayayim ; var olmak için herhangi bir nedene ihtiyac veya gereksinimi olmayan, varlığı kendinden olan..peki insan tanrıdan pay almış mıdır?? Tanrıdan pay almayı nasıl anladığımı söylemeliyim .. Pay alan , var olmasını varlığı kendinden olana borcudur.dolayisiyla pay hak etme degil verildiği kadarı ile yetinme durumunda..buradan hareketle sınırlı bir hayatının var olması hayatı sınırsız bir varlığa işaret eder ve pay alanın aldığı pay hayat in kendisidir..görme için de böyledir , vb her sıfatımız sıfatın asıl sahibinden ancak o sıfat sahibinin dilediği kadar vermesi dir..pay almak bu dur..
Peynirin özü süt mü?? Pek sanmam..iyi düşünürseniz süt , hayvana , hayvana besine , besinler 4 elemente , 4 element ise proton elektron ve nötronlara, onlarda atom altı taneciklere gider... Peki acaba süt un varlık nedeni atom altı parçacıklar mıdır yoksa her nasıl oluyorsa annelerin, hayvanların , bitkilerin ürettikleri o mükemmel sütun asıl nedeni onu yaratan mıdır??
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Ekber bey tebrik ederim bilgi birikiminiz fena degil...vahdet i vücut cilar temelini yunan filozoflardan aldıkları bilgilerden ötürü hata etmişler .. Tabi ki Mutezile de sıkıntılı..gelin size orta yoldan bahsedeyim
Yaratıcının varlığını inkar etmek günümüzdeki felsefi birikim göz önüne alındığında pek imkanli görünmüyor..Hegel ve Descartes bu konuda okunabilir.. Öz meselesini söyle tanimlayayim ; var olmak için herhangi bir nedene ihtiyac veya gereksinimi olmayan, varlığı kendinden olan..peki insan tanrıdan pay almış mıdır?? Tanrıdan pay almayı nasıl anladığımı söylemeliyim .. Pay alan , var olmasını varlığı kendinden olana borcudur.dolayisiyla pay hak etme degil verildiği kadarı ile yetinme durumunda..buradan hareketle sınırlı bir hayatının var olması hayatı sınırsız bir varlığa işaret eder ve pay alanın aldığı pay hayat in kendisidir..görme için de böyledir , vb her sıfatımız sıfatın asıl sahibinden ancak o sıfat sahibinin dilediği kadar vermesi dir..pay almak bu dur..
Peynirin özü süt mü?? Pek sanmam..iyi düşünürseniz süt , hayvana , hayvana besine , besinler 4 elemente , 4 element ise proton elektron ve nötronlara, onlarda atom altı taneciklere gider... Peki acaba süt un varlık nedeni atom altı parçacıklar mıdır yoksa her nasıl oluyorsa annelerin, hayvanların , bitkilerin ürettikleri o mükemmel sütun asıl nedeni onu yaratan mıdır??

Epistemoloji bilgi uzerine oldugu icin, sosyal bir bilginin kabulu/reddi gibi bir durum yoktur. Tanri bir sosyal bilgidir ve bir kavramdir. Konu ve kabul/red sadece bu kavrama verilen anlam ve icerikte ve ifade de ortaya cikar. Bunun da varlik ile degil, inancsal ve ideolojik akilciligin dogrulugu/yanlisligi ile ilgisi vardir.

Yani sosyal bilgiler, var/yok'a tasinmaz. o bilgi ile kurulan bag temelinde leyhte ya da aleyhte bag olarak ifade edilir. Vahdet-i vucutcular, eger anlamlandirdiklari tanri ile bir kulluk bagi kurmazlarsa, zaten panteist olurlar. Cunku panteizm, belirli bir fenomen ile tanri bagi kuran deizmin bir parcasidir. Ama buradaki inancta tanrinin ozdeslestirildigi fenomendir. Vahdet-i vucut algisinda bildigim kadariyla tanrinin boyle bir fenomenal ozdeslesmisligi yoktur, o yuzden de deizme daha yakindir. Ama sonucta hepsi de monoteizm adi altinda birlesir.

Iste burada da oz iki farkli icerikte ortaya konur, ya ozdeslestirme yani A=Tanri, ya da "Tanri A goruntusunun ozudur." anlayisi. Iste ozun bu iki farkli anlayisi, essence ve quiddity olarak farklilasir. Quiddity kim temelli iken, essence ne temellidir.

dinlerin yalan ,sahte olduğuna inandıkları için kafaları sürekli onu yanlışlamak üzerine çalışır böylece dini yalanlarken tüm insanlık tarihinide yalanlarlar. işte bu büyük bir saplantıdır ve onlar bu saplantının duvarını asla aşamazlar ama kabulde etmezler.
öz tektir ama onların her soruya en az 3 cevabı vardır, çünkü onların özü yoktur . mantık kullanmasını bilmeyenin şeytanıdır.

Dinler somut insanoglu yasaminda, yonlendirim ve yaptirim getiren bir imanli/inancli/ideolojik uygulama sistemidir. Burada kisinin uc secenegi vardir. Ya kendisine verilen ve kendisinden istenen sekilde uygular, ya kendi cabalariyla uygulamada neyi uygulayip, neyi uygulamayacaginakendi ideolojik/inancsal dogrusu ile karar verir ve uygular, yada tamamen bu uygulamalari red eder ve uygulamaz. O yuzden dinin yanlislanmasi/dogrulanmasi gibi bir akilcilik mantiksal degildir. Yalniz, dinin felsefi temeli varliksal (ontolojik/teolojik) inanc ve ideolojilere dayandigindan bu dusunceleri degerlendirmek te her beynin kendi duzey ve algisi konusudur.

Tarih hic bir zaman dinsiz,dindisi ve din aleyhte inanc ve ideolojilere sahip beyinlerin, din ile mucadelesinde pek dusunce disina ciktigini gostermemistir. Ama basta karanlik cag olmak ve dini sistemlerle yasamak durumunda olan toplumlarda ise, din leyhte ve dinli inanc ve ideolojilerde, tam bir insanlikdisi ve insandisi drami yasatilmis ve yasatilmakta insanoglu bir birini acimasizca katletmektedir. Ayni zaman da toplumsal baski, zorlama, diktatorluk, mudahele, karisma ve hak ve ozgurlugun her turlusunu ihlal de yine en basta gelmektedir.

O yuzden tarihi insanogluna her turlu zarari verme acisindan inceledigimizde, bu tur dusunce ve davranislarin dinli ve din leyhte beyinlerden geldigini soylemek, hic te tutarsiz olmaz.

Cunku din zaten ilk elden toplumca verilen bir uygulama emridir. Buna karsi cikabilmek bile en azindan kisinin kendi varligini ve veriulenleri sorgulamasini getirir. O yuzden insanoglunun her turlu insanligi, verilenlerde degil; verilenleri sorgulamakta ve sorgulayanin da kendi varliginin bilincine varmasinda yatar. Cunku kendi bilincine ve insanlik bilincine ermis bir beyin, zaten ne kendine ne de turune herhangibir zarar vermeyi dusunmez.

Iste buradaki ozde, bir kisinin neden bir dini uygulama oldugunu sorgulamasi ve bunun temel ve ozune ulasmasi ile aciga cikar. Cunku dinin uygulatmasi sadece goruntusudur, ozu bu uygulatmadaki dusuncenin cikarinda yatmaktadir. Bu da gunumuzde emperyalist zihniyettir. Tarihte de her turlu diktatorlukler.
 

allfeelingheart

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
79
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Konu hayli dağılmış, haftasonu cevap veremedim, devam edelim isterseniz.

faşist; bizlerin içinde kötü veya yanlış olduğunu söyleyen ilk olarak dinler değildir. Bunu biz kendi kendimize söyledik ve kanıtladık ama kanıtladığımız halde inanmadık. Daha sonra bize Yaratan tarafından, inancımız onaylansın diye içimizdeki kötüden bahsedildi. Çünkü dediğin gibi, birey tek başına iken ve ilk başta kendi gerçekliğine inanıyorken başka bir yerden kötünün kanıtını bulamaz. Ancak varsayımlarda bulunabilir. Elbette çoğu bu noktada sormayı keser ve ulaştığına, daha doğrusu; tatmin olamadığı fakat ulaştığını düşündüğü “yalnız kendi gerçekliği” seviyesine ulaşır ve orada durmayı yeğler, daha fazlasının cevabını bulamayacağına inanır. Bu inanç yanlış olmamakla beraber, şu şekilde düzeltilmelidir kanımca; “Tek başına olduğu sürece birey, kendi sorgusunda kesinlikle bir yerlerde tıkanacaktır. Bu yer her bireyde farklı olabilir. Gerçekten felsefe yapmak isteyen ve derinlere inip kendi içinde diğerlerini ve Yaratanı hissetmeyi hedefleyen birey, önce diğerlerinin gerçekliğini kabul etmeli, daha sonra karşısına başka bir gerçek bireyi oturtmalı, karşılıklı sorgu devam etmeli ve böylece karşısında oturanın gerçekliğinin onayını bu sorgu sırasında almalıdır, ki zaten bu onayı almanın “tek” yolu budur. İki birey birbirlerine karşı son derece açık, her hissedileni yansıtır durumda olmalıdır (ki buna bireylerin içinden geçecek en ufak hisler dahildir. Ahlak kurallarımızın hiç ama hiçbirine “manevi” anlamda asla uyulmuyor olmalıdır. Bireyin maddi özellikleri ise önceden belirlenmiş ve buna uyması beklenmektedir ve uyulmak zorundadır devam edebilmek için.) Ancak bu ortam oluşturulabilirse, daha derinlere inmek mümkün olur. Yoksa size isterseniz ömür olarak beşyüz yıl verilsin, içinizde kendinizden başkasını göremezsiniz. Dolayısıyla, kendi içinde yalnız kendi gerçekliğine ulaşabilen ve sadece bunu kabul eden her insan, hissettiğim kadarıyla, karşısına kendi gerçekliğine inandığı kadar “onun da gerçekliğine inanarak” başka bir insanı oturtamamış, karşılıklı birbirlerini “saf olarak” sorgulayamamışlar demektir. Bunu ancak yapmış ve yapmakta olan anlayacaktır. Ama birey (herkes değil fakat çoğumuz öyledir) kendisinin en derin noktalarını kimselere göstermek istemez değil mi? Çünkü bilir orası nasıldır. İşte bu, sadece kendine inananların düşüncesi benim görüşüme göre. Çekinceleri vardır, derinlerini hem göstermek istemez, hem de sorgulatmak istemezler. Sebebi ise; derinlikleri yüzeye çıktığında, diğer insanların onlara ne gözle bakacaklarını kestirememeleridir. Başka bir bireyin gerçekliğine inanabilmek istiyorsanız, sizden hariç en az bir bireye, en derin noktalarınızı sorgulatmış ve sizin de onun en derin noktalarını sorgulamış olmanız gerekir. Eklemek lazımdır ki, karşınızdaki birey sizin hemcinsiniz olmalıdır. Yoksa ortaya hızlı ve kaçınılamaz olarak karşılıklı sevgi, aşk çıkar. En son bahsettiğimi istemsiz olarak deneyimlemiş olduğunuzu düşünüyorum. Elbette bu olduğu andan itibaren, gerçekçi bir sorgunun devamı mümkün değildir.

Tek gerçek bir zamanlar bendim. Sevdiğiniz adamdan zekanız bir gram bile eksik değil, ondan daha fazla derinlere gidip, orada yalnız sizin olmadığınızı keşfetmeniz mümkündür, çünkü o yapamamıştır. Dediğim gibi, belli bir düzeye kadar inebildiğinizde görebileceğiniz sadece kendiniz olursunuz. Asla sonu gelmeyen duygu dünyamızda, daha derinlerin mevcudiyetini ve bu daha derinlerin diğer insanlara yayıldığını kabul edersiniz sanırım.

Aşkı karşılıklı çıkar ilişkisi olarak anlatmışsınız. Yalnız aşk değil, her temas karşılıklı getiri sağlar, getiri olsun diye yapılmamalıdır. Yapılabilir elbette, işte bunun adı çıkardır. “Bireylerin yaptıkları eylemler elbette kendileri içindir” cümlesini kullanarak, bir önceki yazımda bu düşünceye katıldığımı belirttim. Fakat atlanan ince farkı da belirttim, yine atlıyorsunuz. Özetle ince fark şuydu; getiri ile çıkar ayrı şeylerdir. Getiri, yapılan herhangi bir eylemin sonunda ortaya çıkanlardan faydalanmak fakat bu faydayı elde edebilmeyi düşünmeden eylemi gerçekleştirmiş olmaktır. Çıkar ise önceden planı yapılmış, fayda hesaplanmış, bu uğurda bir eylem ortaya konmuş ve planlı olarak fayda sağlanmış demektir. Çıkarın arkasındaki güç art niyet, getirinin arkasındaki güç iyi niyettir. Aşka bakış açınızın çıkar üzerine kurulu olduğuna inanmıyorum, inanmak istemiyorum. “Siz onu sizin onu sevdiğinizden daha çok sevmesini,düşünmesini,arzulamasını istersiniz”, bunu karşı taraf da istemektedir, tek taraflı düşünmek olmaz. İki taraf da bu düşünceye sahipse ve iki tarafın da bu istekleri kefeye konulup tartılamadığına göre, kim kimden daha çok istemektedir, arzulamaktadır ölçümü yapılamaz. Dolayısıyla iki taraf da birbirlerine karşı bu düşüncelere sahip olduklarında, ortada çıkar kalmaz, olayın adı getiriye döner, hem de iki taraflı getiriye.

İyi niyet ve art niyet kavramlarının mevcut olduğunu ve gerçek olduklarını biliyoruz. Bunlar üzerinden gideceğim. “Bencil/çıkarcı/egoist”, bunların kötü olduğuna kim karar verdi? Örnek birey bencil, çıkarcı ya da egoist olsun, her hareket ve düşüncesine bu özellikleri yansıyacaktır. Dolayısıyla bu özellikleri haiz olması sebebiyle birey daha çok art niyet, daha az iyi niyet sergileyecektir. Ve inanmayanlar buna yine inanmayabilir ama görmek isteyen gözler ve duymak isteyen kulaklar her bir insanda art niyetin mi yoksa iyi niyetin mi ağır bastığını algılayabilir. Gözlemci, bireyin art niyetle veya iyi niyetle yapacağı/söyleyeceği hareketlere/sözlere bakar. Bunların içinde kendisi vardır insanın, bu kadar net görülebildiğine inanamıyor insanlar sanırım. Sonuçta, gözlemci eğer art niyetinden fazla iyi niyete sahipse bencil/çıkarcı/egoist bir kişilik gördüğünde şöyle düşünür; “Bu kişi istediklerini bu özellikleri ile elde ediyor fakat çevresini gerek kullanarak, gerek kandırarak, gerek kendi varlığı ile ezmeye çalışarak bunları elde ediyor. Pekala, iyi niyet bu bireyin elde ettiklerini elde edebilir mi? Cevap elbette ‘evet’. Hem de bencil/çıkarcı/egoist birey gibi kimseyi kullanmaya, kandırmaya, ezmeye çalışıp üste geçmeye niyetlenmeye gerek olmadan. Kendine fayda sağladığı gibi, temasta olanlara da fayda sağlayarak.” Ben, şahsen kendim, başkasına ihtiyaç duymadan bunları düşündükten sonra bencil/çıkarcı/egoist bireyler için kötü diyemesem de, iyi niyetliler kadar iyi değiller, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yanlışsam lütfen beni düzeltin. Bireyler yaptıklarının cezasını kendisi verebilecek kadar güçlüdür, evet, ama yaptıklarının karşılığını nasıl tartıyorlar ki? Yani senin yaptığın yanlış bir hareketin benim üzerimde ne kadar derin değişimlere yol açabileceğini hesaplayabiliyor musun? Bunun için ben olman gerekir ki, ben gerçek değilim, sen gerçeksin. Buna inandığın için istesen de ben olamaz, bana ne yaptığını anlayamazsın. Ve karşılığını da hakkıyla hesaplayamazsın, bunu yapamayacağın için, kendine hak ettiğin cezayı vermeye muktedir olamazsın. Kişisel görüşümdür, aksi varsa zihinlerde yazsınlar.

evrensel-insan; cevabında kabul ettiğin kadarıyla bilim sürekli bilebilmek için uğraşmaktadır, çünkü bilmediği şeyler olduğunu kendisi bilir. Bunlardan çoğunu çözerken, en önemli noktaları açık edememiştir bilim. Daha önce bahsettiğim sebep yüzünden. Neydi diyeceksiniz; bilim insan icadıdır, insan icadı neye bakarsanız bakın, o eksiklidir. Doğada yaratılmış hiçbir şeye bakıp buna şunu ekleseydim bu ortam için çok daha uyumlu, çok daha faydalı olurdu diyemezsiniz. Çünkü bilen biz değiliz. Aslında ne dediğimizi bilmeyenler olarak elbette deriz, çünkü biz o eklediğimiz şey ile beraber o bünyenin bu ortamda uzun süreler varlığını koruyup koruyamayacağını ve ekleme yaptık ya, o ekleme ile daha uyumlu/faydalı olacağını kestiremeyiz. Neyi mükemmelleştirdiğimizi sormuştum, maddi manevi. Cevabı gelmedi, çünkü yoktur. Bilen ve bilimsel olanın inanca ihtiyaci olmayacaksa, o zaman bilimin bana öyle ilerlemeler sunması gerekir ki, Yaratan’ı bırakıp ona inanayım. Henüz öyle bir ilerleme sunamadı bilim insana, en azından bana, ki ben de sizinle aynı dünyada yaşıyorum ve hakkıyla konuşabilmem için gerçekten çok yakından bilimi takip ederim. Bilimin keşfettiği hiçbir şey ile düşünce yoğunluğum değişikliğe uğramadı. Manevi ve gerçek hissiyatı, bir ortak paydayı algılamayı bilim bana hiç veremedi. Diğerlerini hissetmeyi öğütlemekten çok, ayrıl diğerlerinden, boşver onları der gibi işliyor bilim. Şunu hissediyorum; büyük oranda insanlar, bilimin onlara her verdiğinin sarhoşluğuna kapılıyorlar. Verdiği her ne olursa olsun, insanlar o sarhoşluğu seviyorlar ve istiyorlar gibi görünüyor.
 

leprechaun

Üye
Yeni Üye
Katılım
15 Ocak 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Tek tek okuyorum biriktirip cevap yazacak hafızam da yok...tek tek cevap yazmayı göze aldım..
Dine inanan felsefe yapamaz diyen halt etmiş hata eylemiş...orta çağ filozoflarını agustinus U anselmus U yemiş yutmuş...ayrıca ıslam felsefesini de yutmuş ..hatta ibn i sina yı vb ...ayıp etmiş.

Dine inanmak düşünmeye teşvik eder aslında ...bir saat tefekkür (düşünmek) bir sene nafile ibadetten hayirlidir..bu hadis yani dının elçisinin sözü.üzüldüm dini anlayış biçiminize
sevgili dost,
neden? neden sizin gibidüşünmeyenler halt etmiş oluyor? neden sizin gibi düşünmedikleri için üzülüyorsunuz? dini inanırlıkta ki asıl sorun, kişilerin dine inananların felsefe yapamayacağına dair önkabullerinin sebebi bu olamaz mı sizce?

Ekber bey tebrik ederim bilgi birikiminiz fena degil...vahdet i vücut cilar temelini yunan filozoflardan aldıkları bilgilerden ötürü hata etmişler ..
bu bir gerekçe değil! Yunan Filozofçulardan alsalar ne olur?!!

kaldı ki Yunan Filozoflar da bu felsefenin icatçıları değildir. bu felsefeyi Mısır mabetlerinde öğrenmişlerdir. :)

Tabi ki Mutezile de sıkıntılı..gelin size orta yoldan bahsedeyim
Yaratıcının varlığını inkar etmek günümüzdeki felsefi birikim göz önüne alındığında pek imkanli görünmüyor..Hegel ve Descartes bu konuda okunabilir..
felsefede birikim söz konusu değildir. ve bilimsel birikimde Tanrı'nın varlığı pek imkanlı görünmüyor. elbette ki Tanrı'nın olmadığını söylemiyorum. ama Tanrı algısı günümüz felsefesinde Tarihsel materyalizm ile biraz geri planda kalmıştır. zaten panteizm, panenteizm ve hatta deizm gibi akımlar da teizmin bu mağlubiyetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış yahut sivrilmiştir.

Öz meselesini söyle tanimlayayim ; var olmak için herhangi bir nedene ihtiyac veya gereksinimi olmayan, varlığı kendinden olan..peki insan tanrıdan pay almış mıdır?? Tanrıdan pay almayı nasıl anladığımı söylemeliyim .. Pay alan , var olmasını varlığı kendinden olana borcudur.dolayisiyla pay hak etme degil verildiği kadarı ile yetinme durumunda..buradan hareketle sınırlı bir hayatının var olması hayatı sınırsız bir varlığa işaret eder ve pay alanın aldığı pay hayat in kendisidir..görme için de böyledir , vb her sıfatımız sıfatın asıl sahibinden ancak o sıfat sahibinin dilediği kadar vermesi dir..pay almak bu dur..
fazlasıyla teist bir yaklaşım. aşağıda peynir süt yorumunuzdan sonra insanın yaşamını sınırlı görmenizi anlamlı bulmuyorum. zira teist bilgilerde insanın bedeni sınırlıdır ancak ruhu sonsuzdur. öyle ya ebedi yaşayacağı cennetler ve cehennemler var ise sonsuza kadar yaşayacak bir ruh sonsuzdan geliyor olmalıdır. ve bu durumda ya başlangıcı olan her şeyin birde sonu var teorisi tükenecektir, ya da ruhun sonsuzdan beri var olduğunu söylemek zorunda kalacaksınız(teizm) ki bu sınırlı olmayan ruhun sınırsız olduğunu söylediğiniz Tanrı ile konumunu aynılaştıracaktır. verildiği kadarı ile yetinmeyecek, borçlu olmayacak vs

Peynirin özü süt mü?? Pek sanmam..iyi düşünürseniz süt , hayvana , hayvana besine , besinler 4 elemente , 4 element ise proton elektron ve nötronlara, onlarda atom altı taneciklere gider... Peki acaba süt un varlık nedeni atom altı parçacıklar mıdır yoksa her nasıl oluyorsa annelerin, hayvanların , bitkilerin ürettikleri o mükemmel sütun asıl nedeni onu yaratan mıdır??
burada eksik bir anlatımınız var. peynirin özünü mü maddenin(peynirde maddedir) özünü mü tartışıyoruz? bahsettiğiniz atom altı parçacıklar özelolarak peynirin değil maddenin özüdür. salt peynire özgü olan öz sütün kendisidir. zira tuzdan peynir yapılmaz.

kaldı ki sizin düşündüğünüz gibi kabul etsek bile öz arkadaşın her şeyin özünü Tanrı görmesi durumu yine teizmi değil panteizmi destekler. nasıl ki maddenin(misal peynirin) özü atom altı parçacıklar ise her şeyin özü Tanrı ise her şey Tanrı'dan yapılmış/fışkırmış/südur etmiş denmelidir. denmediğine göre çelişki yok mu?
 

faşist

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Kas 2011
Mesajlar
286
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
allfeelingheart'

Bir noktada haklısınız bizi kötü ilan edenler ilk dinler olmadı,dinlerin kurucusu genel ahlakçı filozoflardı.Bizi ilk onlar kötü ilan ettiler,bütün dinleri de bunun üzerine kurup bireyleri hapsettiler.Bizde buna inandık.

Karşındakini bütün derinlikleriyle hissetmek...Bunu kavrayamadım...Bunu hissetmek mümkün değildir.Benim gönlüm o kadar derindir ki bir başkasının bunu hissetmesi mümkün olamaz.Çünkü o da bende tekim.Kendi algısında onunda gönlü derin olabilir ama bir başkasının bunu kavraması mümkün değildir.Bireylerin en derin noktalarını kimseye göstermek istememesinin nedeni,bu noktaların sadece kendi gerçekliği olmasıdır.Bu her bireyde farklı gerçekliktir,bu gerçekliği başka bireylerin anlaması mümkün olmadığından ve bu gerçeklikler doğal zihniyet tarafından 'kötü/yanlış/ahlaksız' olarak algılanacağından birey toplumdan dışlanmamak için bunları saklar.Saklamayan da kendi deneyimlerimin de bana gösterdiği toplumdan dışlanmıştır.

Burada sizin anlamadığınız bir nokta var.Bencillik/egoistlik vs bunları bireyler şuanda bilinçli yapmıyor.Yani bugün birine aşıksanız ben ondan faydalanayım diye yaklaşmıyorsunuz.Ama bu bilinç dışı yaklaşımda bireyin kendisi içindir.Bende bunlar gizli yaşanması yerine insan gerçeğinin su üstüne çıkmasını savunuyorum.Çünkü bu insanı güçlendirecek.

Bunu şöyle açayım,sevdiğiniz herhangi birini düşünün.Onun yanında olmak istersiniz.Bu sevgi size fayda verir(sadece aşk olarak düşünmemek gerekli).Onun yanında olmak sevginizden ötürü size mutluluk verecektir.İşte sevginin arka planında kendinizi seviyorsunuz,karşınızda ki sadece bir araç(bu bilinç dışıdır,eğer bilinçli olursa işte o zaman sizin sınıflandırmanıza girer).

Sizden bir deney/gözlem yapmanızı isteyeceğim(bazı gerçekleri görmek adına,ben yaptım).Sevdiğiniz/sevildiğiniz bir arkadaş grubunda benim savunduklarımın yarısını savunun,bakalım arkadaşlarınız ne gibi tepkiler verecek.Yada birlikte olduğunuz karşı cinsle deneyin bunu,ben sadece kendimi seviyorum,nedenlerini de benim söylediklerimi söyleyin.Emin olun toplumdan dışlanacaksınız,çünkü bu gerçekliğe erecek cesarete herkes sahip değil.
 

allfeelingheart

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
79
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Bana şu noktada katılıyorsunuz; dinler değil, insanlar bizdeki kötü veya yanlış veya nasıl adlandırıyorsanız onu söylemiştir. Sizden ricam, bu adımdan sonra içimizdeki kötünün kanıtlanma safhasının da dinlerin ortaya çıkışından önce gerçekleşmiş olduğunu kabul etmeyi sadece tekrar düşünmeniz. Genel ahlakçı filozoflar bizim içimizdeki kötüden bahsetti ve bunu kanıtladılar. Kanıtlandığı için inandık biz. Biz de buna inandık diyorsunuz ya, başka seçeneğimiz yoktu ki, kanıtladılar içimizdeki kötüyü bize.

O da ben de tekim diyorsunuz ya, elbette bunu söylemek rahat geliyor. Benim de kabul ettiğim budur aslında. Ama küçük bir farkla. Her şeyi nasıl gördüğümü biraz izah etmeliyim; "Ben de, o da, ağaç da, toprak da, aşk da, inanç da sevgi de hepsi bir. Madde ve mana ayrı değil. Madde ile manayı ayırmayı istiyor bilim demiştim. Halbuki madde ile mana içiçedir, onları isteseniz de ayıramazsınız. Görüyorsunuz ki siz, vücudunuz tamamen inancınız olan madde iken, içerinize, o maddeye nüfuzlu bir mana taşıyorsunuz. Kendinizin gerçekliğini kabul ediyorsanız, diğer her şeyin de içine nüfuzlu olan fakat nüfuzlu olduğu şeyin kabiliyeti kadar kendini gösterebilen manayı da kabul etmeyi tekrar düşünebilirsiniz.

Bencillik dersek soruna yeter aslında, diğer kelimeler önemsizdir. İnsanoğlunun tek sorunu, içindeki kötü, içimizdeki hastalık, bencilliğin yansımaları herkesde farklı şekilde ortaya çıkar. O yönden bir ortaklık, bir aynılık yoktur. Diyorsunuz ya bilerek yapmıyorlar diye, şunu söylemeliyim; bilerek yapmıyorlar evet, çünkü neredeyse tüm çevre aynı şekilde davranıyor, bu durumda kendine bakan kişi zaten garip bir şey görmeyecektir ki? (deneyi yapmaya ihtiyacım olmadığını anlıyoruz) Fakat kendini daha detaylı sorgulamaya başlarsa ve dediğim gibi, bir başkası ile karşılıklı sorgu yaparsa farklı bir şeyler görmeye başlayacaktır. Onun ve herkesin ve her şeyin gerçekliğine inancınız tam olmalı, ki bunu yapabilmeyi siz kendiniz için imkansız görüyorsunuz, oysa ben şu anda karşımda düşünmeye değer veren bir yüzde yüz gerçeklik görüyorum, sizi görmesem, sesinizi duymasam dahi ve varoluşunuzdan en ufak bir şüphem dahi yok. Bahsettiğim deneyi sizin yapmanızı rica edeceğim.
 

faşist

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Kas 2011
Mesajlar
286
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
Ahlakçılar ve dinler bize bunu kanıtlamadı.Bizi inandırdılar.Kanıtlamak insan değerlerinde mümkün olan bir kavram değildir,hiç kimse bir başkasının iyi/kötü olduğunu kanıtlayamaz.Ahlakçılar ve din şunu söylüyor:'bencil olmayan eylem iyidir'.Şöyle bir örnek vereyim,bir başkasına yapılan herhangi bir yardım genelciler tarafından iyi olarak adlandırıldı.Onlar için kötü sadece bireyin kendisi için yaptığı eylemlerde ortaya çıkabilirdi.Halbuki bireyin yaptığı her eylem kendisi içindi o zaman bireyler kötüydü.Burada bütün kavramları tarihsel,filolojik olarak iyi anlamak ve değerlendirmek gerekir.Çünkü bu kavramların geneli mümkün değildir,bunu daha önce birey biricikliği ile açıklamıştım.

Bütün kavramların soykütüğünü çıkardığımız da bir genele ulaşamıyoruz çünkü hiç biri bireyle vücut bulmuyor.Ben dinin ve ahlahçılığın bu imkansızı bizlere dayattığı savunuyorum.

Madde ve değerler ayrımını daha önceleri bu platformda çok kere yaptım.Ama sizin için kısaca tekrar belirteyim.Benim için iki ayrım vardır;madde ve değerler.Madde zaten olan bizim yaratımız değil insan değerlerinden bağımsız salt gerçekliktir.Benim için tartışması yoktur.Değerler ise (biliyorsunuz bu konuda ki görüşlerimi) maddeden bağımsız insan gerçekliğidir bu da her bireyde farklı yeşerir.

Mesele başkalarının gerçek olup,olmadığı değildir.Benim için değer gerçekliği sadece kendi değerlerimdir.Madde olarak diğer bireyler gerçektir ama onların değerlerinin benim için herhangi bir önemi yada gerçekliği yoktur.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
evrensel-insan; cevabında kabul ettiğin kadarıyla bilim sürekli bilebilmek için uğraşmaktadır, çünkü bilmediği şeyler olduğunu kendisi bilir. Bunlardan çoğunu çözerken, en önemli noktaları açık edememiştir bilim. Daha önce bahsettiğim sebep yüzünden. Neydi diyeceksiniz; bilim insan icadıdır, insan icadı neye bakarsanız bakın, o eksiklidir. Doğada yaratılmış hiçbir şeye bakıp buna şunu ekleseydim bu ortam için çok daha uyumlu, çok daha faydalı olurdu diyemezsiniz. Çünkü bilen biz değiliz. Aslında ne dediğimizi bilmeyenler olarak elbette deriz, çünkü biz o eklediğimiz şey ile beraber o bünyenin bu ortamda uzun süreler varlığını koruyup koruyamayacağını ve ekleme yaptık ya, o ekleme ile daha uyumlu/faydalı olacağını kestiremeyiz. Neyi mükemmelleştirdiğimizi sormuştum, maddi manevi. Cevabı gelmedi, çünkü yoktur. Bilen ve bilimsel olanın inanca ihtiyaci olmayacaksa, o zaman bilimin bana öyle ilerlemeler sunması gerekir ki, Yaratan’ı bırakıp ona inanayım. Henüz öyle bir ilerleme sunamadı bilim insana, en azından bana, ki ben de sizinle aynı dünyada yaşıyorum ve hakkıyla konuşabilmem için gerçekten çok yakından bilimi takip ederim. Bilimin keşfettiği hiçbir şey ile düşünce yoğunluğum değişikliğe uğramadı. Manevi ve gerçek hissiyatı, bir ortak paydayı algılamayı bilim bana hiç veremedi. Diğerlerini hissetmeyi öğütlemekten çok, ayrıl diğerlerinden, boşver onları der gibi işliyor bilim. Şunu hissediyorum; büyük oranda insanlar, bilimin onlara her verdiğinin sarhoşluğuna kapılıyorlar. Verdiği her ne olursa olsun, insanlar o sarhoşluğu seviyorlar ve istiyorlar gibi görünüyor.

Bilim saadece insan "icadi" degildir, bilimin gozlemledigi, buildugu ve algiladigi insanoglu kendi olmakla beraber, insanoglu disinda kalan herseydir. Iste bilim, bunlari kendi insanoglu algisiyla bildirir ve belirtir. Bu da surekli suregelen bir surectir. Bilime gore yaratilmis yoktur, insanogluna gozlem veren fenomenler vardir. Iste insanoglu fenomeni de dahil olmak uzere insanogluna yansiyan her turlu fenomeni bilim gozlemler, deneye tabi tutar, yeni bulgular, olgular ve kuramlar elde eder ve bildirir. Elde eden de bildiren de kendisine bildirilen de sadece insanogludur. Bilim insanoglu eliyle algi, bilgi, olgu, olarak devamli gelisen ve insanoglunu da ufuk olarak genisleten bir insanoglu eylemidir.

Zaten burada aklin sorunu ortaya cikar. Ya bilecek, herzaman bilmedikleri oldugunu bilecek ve her zaman bilmerdiklerini de bildirecek ve eski bilgilerini yenileri ile yenileyecektir, ya da var olacak ve inanacaktir. Yani kendince sordugu sorulara bilimsel degil; yine kendince inanacagi dogru cevaplar ile kendini tatmin edecektir. Iste aklin bu tatmini, her zaman kendi dogrularina bilimin bildirdikleri ters duserse itiraz etmek olacaktir. Bu insanoglu aklinin kendi kendini icine soktugu bir celiskisidir. Oyuzden insanoglunun akli ya bilir, ya da inanir (yaratildigina, var olduguna v.s.). Zaten bilmek hic bir zaman noktalanmayacagi icin, aklin tatmin istemi kendince "bilmedigim kalmasin" diye her turlu bilkgiyi inanc ile noktalar.
 

öz/

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
sevgili dost,
neden? neden sizin gibi düşünmeyenler halt etmiş oluyor?

..gibi düşünmeyenler değil halt edenler , düşündüğünü zannedenler. sizin varlığınız Tanrıya inanlara bağlı ,çünkü tutunacak hiçbir dalınız yok. SisiFOS'sunuz.
 

öz/

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
kısaca Objektif bir zihin ve ihtisasla yaklaşın Dinlere gerçek bir tartışma olsun.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
kısaca Objektif bir zihin ve ihtisasla yaklaşın Dinlere gerçek bir tartışma olsun.

Oyle yaklasilmadigina neye gore karar veriyorsun?

Ya da sence "objektif bir zihin ve ihtisasla yaklasim" nedemektir?

Mesela bunu bir dinsiz dusunceye karsi gosterebilir misin?
 

öz/

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Oyle yaklasilmadigina neye gore karar veriyorsun?

Ya da sence "objektif bir zihin ve ihtisasla yaklasim" nedemektir?

Mesela bunu bir dinsiz dusunceye karsi gosterebilir misin?

sizlere bakıp karar veriyorum:) Dinsizler önce birleşip bir ''öz'' koysunlar ortaya ben ihtisasını yapıp objektif olurum. varsa paylaşın?
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst