Forumumuza Hoş Geldiniz

Hoşgeldiniz. Ücretsiz içerikler ve özel hizmetler sizi bekliyor. Hemen üye olun!

Tanrıya İnanmayan adam felsefe yapamaz !

allfeelingheart

Yeni Üye
19 Ocak 2012
79
0
0
43
Koyulaştırılmış kısım gayet basit şekilde anlaşılabileceği gibi, Tanrı'nın bize ilettiğine inandığımız bilgileri önyargısız inceleyecek her bireyin ulaşabileceği bir Tanrı yorumudur. Elbette insan ağzı ile söylenmesi gerekir, çünkü başka ağız yoktur söyleyecek. Anamızın karnından çıkışımız örneğimin bu denli ilgi göreceğini biliyordum, belki de hissediyordum demeliyim ve amaç da belki buydu, çok fazla düşünmeden onu sonradan eklemiştim. Ne kadar maddesel baktığınızın size, kendinize kanıtı olacaktı, tarifleriniz hemen bilime dayanıyor, maddenin nasıl oluşturulduğunu hayal ediyorsunuz orada. Canı, aklı, ruhu, ne diyorsanız, maneviyatı es geçiyorsunuz. Ayrıca ses tek değildir, sana yontan ve yontmayan, bencil ve sencil, iki ayrı ses, seçici olarak ise birey, yani sen ya da ben varım, hepsi tek bünyede. Sencili seçmek kolay dediğim gibi, onu ayırt edip siz olmadığı için ona cephe almak en kolayı. "Diğerini neden duymuyor insan, ne yanıltıyor onu?" diye çok düşündüm. Sonuç şu; o diğeri hep "ben" diye konuşuyor, insan konuşanın kendisi olduğunu zannediyor. Halbuki seçici vasfımızdan başka vasfımız olmadığı aşikardır. Sen, sana sunulan kadarını görecek, yaşayacak ve ancak bunların içerisinde seçimler yapacaksın, bu yanlış mı?

İnsan mükemmel değerler yaratamaz diye bir kavram asla yoktur. Şu ise bunun kanıtıdır; "İnsan kendisine öyle bir armağan sunulandır ki, bu armağan ile dilerse meleklerden daha iyi, dilerse şeytanlardan daha kötü kavramlar yaratabilir." Sorun ise bilinenin aksine, Tanrı'ya olan inancımızdaki ekskilikten ziyade (onu sürekli anmaktayız sonuçta), aklımızı çelen ve bizmiş gibi konuşmayı asla ama asla kesmeyen, dilerseniz nefsiniz diyebileceğiniz, gerçekte siz olmayan ve kendisinin çok etkisiz olduğuna insanoğlunu inandırmış olan başka bir gücü inkar edişimizmiş gibi görünüyor.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Koyulaştırılmış kısım gayet basit şekilde anlaşılabileceği gibi, Tanrı'nın bize ilettiğine inandığımız bilgileri önyargısız inceleyecek her bireyin ulaşabileceği bir Tanrı yorumudur. Elbette insan ağzı ile söylenmesi gerekir, çünkü başka ağız yoktur söyleyecek. Anamızın karnından çıkışımız örneğimin bu denli ilgi göreceğini biliyordum, belki de hissediyordum demeliyim ve amaç da belki buydu, çok fazla düşünmeden onu sonradan eklemiştim. Ne kadar maddesel baktığınızın size, kendinize kanıtı olacaktı, tarifleriniz hemen bilime dayanıyor, maddenin nasıl oluşturulduğunu hayal ediyorsunuz orada. Canı, aklı, ruhu, ne diyorsanız, maneviyatı es geçiyorsunuz. Ayrıca ses tek değildir, sana yontan ve yontmayan, bencil ve sencil, iki ayrı ses, seçici olarak ise birey, yani sen ya da ben varım, hepsi tek bünyede. Sencili seçmek kolay dediğim gibi, onu ayırt edip siz olmadığı için ona cephe almak en kolayı. "Diğerini neden duymuyor insan, ne yanıltıyor onu?" diye çok düşündüm. Sonuç şu; o diğeri hep "ben" diye konuşuyor, insan konuşanın kendisi olduğunu zannediyor. Halbuki seçici vasfımızdan başka vasfımız olmadığı aşikardır. Sen, sana sunulan kadarını görecek, yaşayacak ve ancak bunların içerisinde seçimler yapacaksın, bu yanlış mı?

İnsan mükemmel değerler yaratamaz diye bir kavram asla yoktur. Şu ise bunun kanıtıdır; "İnsan kendisine öyle bir armağan sunulandır ki, bu armağan ile dilerse meleklerden daha iyi, dilerse şeytanlardan daha kötü kavramlar yaratabilir." Sorun ise bilinenin aksine, Tanrı'ya olan inancımızdaki ekskilikten ziyade (onu sürekli anmaktayız sonuçta), aklımızı çelen ve bizmiş gibi konuşmayı asla ama asla kesmeyen, dilerseniz nefsiniz diyebileceğiniz, gerçekte siz olmayan ve kendisinin çok etkisiz olduğuna insanoğlunu inandırmış olan başka bir gücü inkar edişimizmiş gibi görünüyor.

Demekki insan agzi, ayni insan agzi da tam tersini soyleyebilir. Cunku her agzin beyni kendi algi,m bilgi, inanc, ideoloji v.s. duzeyindedir ve birbirinden farklidir.

Ben konulara maddesel, varliksal bakmiyorum; bilgisel bakiyorum. Maddenin olusumu ile ilgili bir sey soyledigimi hatirlamiyorum. Sadece bilimin bilimselliginin maddeyi gozlem oldugunu soyledim. Insanoglunun beyninin fonksiyonu cognitive science, yani bilissel bilim olarak beynin soyutlarini icerir. Bunlar adlandirilmalari sekliyle, akil, dusunce, zeka, zihniyet, hafiza, bilinc v.s. dir. Iste bunlarin yarattigi soyutlar ise inanctir. Kavramlar insanoglunun ortaya attiklaridir. Konu ve sorun/tartisma kavramin ne oldugunda ve ifadesindedir. Cunku her beyin kendi duzeyince soyut kavramlari farkli algilar, tanimlar, anlam ve icerik verir.

Tanri, yaratici, akilli tasarimci v.s. insanoglu beyninin bir ihtiyaci olarak ya olumlu/ya da olumsuz anlam ve iceriklendirilen kavramdir. Bu kasvrama ihtiyac duymayanin bu kavrami olumlu/olumsuz sahiplenmesine ve tartismasina da gerek yoktur. Bu qua felsefesidir.

Benim bireysel olarak temelim ne insandisi olan madde ne de tanridir. Insanoglunun bizzat kendisidir. Madde insanogluna gozlem veren, tanri ise insanoglunun aklinin yarattigi kavramlardir. Biri fiziksel, digeri sosyal bilgidir.
 

allfeelingheart

Yeni Üye
19 Ocak 2012
79
0
0
43
Farkı kabul ediyorum ve Tanrı'ya inanmıyor olmanız gayet doğal. Konulara bilgisel açıdan bakıyor olmanız da gayet yerinde. Şöyle hiç düşündünüz mü peki? Kimdir biz gözlemleyelim, bilgi edinelim diye çevremize gözlemleyecek anlama sahip varoluşlar donatan, onları yine bizler için anlamlı derin bilgilerle süsleyen, ki biz irdeledikçe daha da anlayalım diye? Rastgelelik mi bu kadar anlamı bizim çevremizde toplayan? Ay tozu, Mars'ın kızıl kumları, Güneş'in yakıcı ikilisini mi isterdik, onlar daha mı anlamlı olurdu çevremizde? Gözlemlemek asıl mesele ise, neyi gözlemlediğini bilmek de önemli olsa gerek. İlla ki Tanrı ile, maddeyi ayırmak istiyor bilim, akıl Tanrı'yı yaratabilmiş olmayı diliyor. Onun ne kadar kudretli olabileceğini düşünebilmeniz, bu evreni Yaratan'ı aklınızda şekillendirmeniz ve O'nu ortaya sizin koymuş olmanız anlamına geliyor. Az önce demiştim ki, biz daha bu evreni algılayamıyoruz, maddeyi ve boyutlarını kavrayamıyoruz, bilemiyoruz. Bu oluşumu aklımıza sığdıramıyorken, nasıl oluyor da cüret ediyoruz, onu oluşturanı bizim yarattığımızı iddia ediyoruz?

Bahsettiğiniz ihtiyaç meselesini birkaç kişiden daha duydum çevremde, neden bu şekilde düşünüldüğünü sorguladım. Kabul ettiğim şekliyle her şeyi yaratan olarak Tanrı, sizin, benim ve hepimizin ürettiği düşüncelerin de sahibidir. Dolayısıyla sizin düşünceleriniz maddeye yoğunlaştığında ondan çıkaracağı anlamlar, bilgiler, diğer insanlarınkinden elbette farklı olacak, belki yakın olacak fakat yine O'na ait olacaktır. Siz, Tanrı kavramına baktığınızda ve O'nu sınıflamak istediğinizde, O'nu kendinizden üst kademede fakat etkisiz bir koruyucu, kollayıcı olarak düşünüyorsunuz, ihtiyaç duyulduğunda sığınılan fakat fayda vermeyen varlık. Siz kimseye ihtiyaç duymadan fiziksel ve ruhsal olarak ayakta durabilmekte ve her türlü niyetinizi yerine getirebilmektesiniz, doğru. Bu durumunuz sizde, Tanrı'ya ihtiyacınız olmadığı, Tanrı'ya inanalarda bir eksiklik mevcut olduğu için bu kavramı oluşturdukları düşüncesini uyandırıyor. Bu düşünce şekli, Tanrı'ya inanmayan ve O'na en sert karşılığın bu olduğunu düşünen herkesin ortak tepkisidir. O ihtiyaçtır size göre, muhtaç olan ona sığınır. Siz muhtaç değilsiniz. Biraz daha derine inelim mi? Muhtaç olma durumunu sürekli olarak siz ve ben arasında kefeye koyuyorsunuz, ben olmayabilir de inanan başka biri olabilir. Sürekli tartıyorsunuz, "O inanıyor, Allah'a muhtaç, ben değilim, kendin kendime yetmekteyim." Hatta her insan ile siz arasında böyle bir tartı kuruyorsunuz gibi hissediyorum. Muhtaç olma durumları üzerine. Neden böyle hissediyorum biliyor musunuz? Muhtaç olduğu durumlara düşüyor insan, görüyorum, dersler alıyor, muhtaç olmamayı öğrenmeye çalışıyor. Karşı koymayı direnmeyi, rüzgara karşı yürümeyi doğru yol belliyor. Çoğumuz bunu yapıyor. İnanç bir zaaf oluyor. Çünkü o muhtaç olduğu duruma düştüğünde yetişmiyor Yaratan. Vakit o vakit değil. Kimsenin inancından mesul olmadığımı söyledim ve elbette tek değilim. İhtiyacım hiç olmadı O'na, hatta küfür değil ama, hakaret ettiğimi bilir ve hatırlarım, bu yüzden üzülürüm aklıma geldikçe. Maddi sıkıntım hiç olmadı, o yönden eksik hiç hissetmedim. İnancım korkumdan, küçük hissedişimden, ihtiyacımdan oluşmadı. Büyük yanılgıdasınız, O'nun haklı oluşundan dolayı, kabul etmek zorundaydım. Her yıl bir iki kez sınandığınızı fark ediyor musunuz diye sorarsam belki bir çağrışım yapacaktır ama hakkını verir misiniz ki? İnsanlığınızın sorgulandığı anları hatırlıyor musunuz ya da hatırladığınızı itiraf edecek misiniz? Gerçekten Allah'a inanan kişinin bir şeye ihtiyacı yoktur. Ona zaten sunulmaktadır ihtiyacı olan her şey. Kendi içinden mukayese etmez karşısındaki ile kendisini. Muhtaçlık durumunun kendisini ve anlamını, o duruma düşenler var eder. Gerçekten bir Yaratan'a inanan, hiçbir durumda hiçbir şeye mutaç değildir, daha doğrusu bu söz bu kadar büyük değil, düzeltmesi şudur; kendi içinde gerçekten bir Yaratan'a inanan kişi, muhtaç olacağı duruma pek düşmez, düştüğü zaman ise ona yardım etmek için, daha doğrusu onun kendilerine yaptığı iyiliklerin karşılığını ödeyebilmek için bekleyenler mevcut olur. İnsan ya fark eder bilincine varır ya da şımarır az bulur, nefsine kapılır.
 

faşist

Yeni Üye
25 Kas 2011
286
0
0
33
'allfeelingheart' yazısından kendi payıma olan bölümlere cevap vermek istiyorum.

Öncelikle Tanrının varlığı/yokluğu hakkında kişisel kesin bir yorumum yoktur.Ben madde üzerinde gözlem harici hiç bir unsuru kendime hakikat edinmem.Ama varsayımlarım vardır.

Tanrının varlığını kabul edersem kişisel olarak şöyle bir yorum çıkartıyorum.Tanrı bir insan değildir,bir hayvan yada başka bir şeyde değildir(maddeyi yaratan olarak düşündüğümüzde).O maddeyi yaratandır.Dünya'nın her kozmozu onun yaratısıdır.Bu yaratım mükemmeldir.Evrenin işleyişine bilimsel bir gözle baktığımız da bu işleyişin mükemmel olduğunu görüyoruz.Bu varsayımla birlikte Tanrı kusursuzdur.Yarattığı kanunlar,yeryüzü,evrenin bütün diğer öğeleriyle mükemmeli oluşturmuştur.Birde insanı yaratmıştır ve diğer canlıları.Tanrının mükemmel olduğunu ortaya koyduk.O halde tanrının gönderdiği değerlerde birey için mükemmel olmalıdır.Bu gönderdiğine inanıldığı değerlerde semavi dinlerdir.Semavi dinleri tek tek incelediğimizde maddeyi yaratan tanrının bu değerleri ne kadar kusurlu,uygulanamaz yani mükemmel olmayan değerler olduğunu görürüz(bunu görmek isteyen yeryüzünde madde ve tin ayrımını yapmalıdır).Bu değerleri yüklenen birey dünya üzerinde yaşayamaz hale gelir.Hapsolur çünkü onu yaratan mükemmelin ürünü değildir bu değerler.Çünkü bireyler madde değildir,maddede olduğu gibi kanunları yoktur bireylerin.Hepsi tektir,biriciktir.Hepsinin ayrı algısı,istemleri,düşünüşleri vardır.Ama (inanışa göre)tanrı hepsinin aynı olmasını aynı değerlere inanmasını ve onları rehber etmesini ister.Sadece bu yaklaşım bile bu gün bilinen tanrı değerlerinin insan ürünü olduğunu ortaya koyar.Kısacası analitik bir düşünceyle madde mükemmelse,değerlerde mükemmel olmalıdır ve ben bugün bu değerleri eleştiriyorsam bu değerler mükemmel değildir.Ve ben bugün bu değerleri içimde öldürüyorsam ve sığınacak bir tanrıya ihtiyaç duymuyorsam tanrı mükemmel değildir(bugünün zihniyetinde algılanan tanrı).

İkinci varsayım tanrının yokluğu yani tanrının insan yapılandırması olduğunu düşünürsem(ki bu bana daha uzak) bugünkü dinlerin(değerlerin) insanoğlunun doğal zihniyeti olduğu sonucunu çıkarırım.Bu çıkarım yine beni kendi değerlerimi yaratmaya iter çünkü ben biriciğim(tıpkı diğer her birey gibi).Bu temelde bakıldığında zaten madde,varlık,kanunlar,evrende insan yapılandırması olarak düşünülecek ve bireyler yaratıcı olacaktır.Bu düşüncenin farklı eleştirilecek yanları vardır(o ayrı bir konu olduğundan burada belirtmiyorum).


Ben geçmişe bakmam,gelecekte ki faydama bakarak hareket ederim.Benim faydamıda benden iyi bilen hiçbir unsur olamaz.Çünkü yeryüzünde yaptığım her eylem kendim içindir(tıpkı diğer bireyler gibi).

Not:Varlık/yokluk üzerine görüşlerim varsayımdır.Kesinlik iddia etmiyorum.Ama görüldüğü gibi iki varsayımın sonucu bireyin kendine çıkıyor.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
Farkı kabul ediyorum ve Tanrı'ya inanmıyor olmanız gayet doğal. Konulara bilgisel açıdan bakıyor olmanız da gayet yerinde. Şöyle hiç düşündünüz mü peki? Kimdir biz gözlemleyelim, bilgi edinelim diye çevremize gözlemleyecek anlama sahip varoluşlar donatan, onları yine bizler için anlamlı derin bilgilerle süsleyen, ki biz irdeledikçe daha da anlayalım diye? Rastgelelik mi bu kadar anlamı bizim çevremizde toplayan? Ay tozu, Mars'ın kızıl kumları, Güneş'in yakıcı ikilisini mi isterdik, onlar daha mı anlamlı olurdu çevremizde? Gözlemlemek asıl mesele ise, neyi gözlemlediğini bilmek de önemli olsa gerek. İlla ki Tanrı ile, maddeyi ayırmak istiyor bilim, akıl Tanrı'yı yaratabilmiş olmayı diliyor. Onun ne kadar kudretli olabileceğini düşünebilmeniz, bu evreni Yaratan'ı aklınızda şekillendirmeniz ve O'nu ortaya sizin koymuş olmanız anlamına geliyor. Az önce demiştim ki, biz daha bu evreni algılayamıyoruz, maddeyi ve boyutlarını kavrayamıyoruz, bilemiyoruz. Bu oluşumu aklımıza sığdıramıyorken, nasıl oluyor da cüret ediyoruz, onu oluşturanı bizim yarattığımızı iddia ediyoruz?

Bahsettiğiniz ihtiyaç meselesini birkaç kişiden daha duydum çevremde, neden bu şekilde düşünüldüğünü sorguladım. Kabul ettiğim şekliyle her şeyi yaratan olarak Tanrı, sizin, benim ve hepimizin ürettiği düşüncelerin de sahibidir. Dolayısıyla sizin düşünceleriniz maddeye yoğunlaştığında ondan çıkaracağı anlamlar, bilgiler, diğer insanlarınkinden elbette farklı olacak, belki yakın olacak fakat yine O'na ait olacaktır. Siz, Tanrı kavramına baktığınızda ve O'nu sınıflamak istediğinizde, O'nu kendinizden üst kademede fakat etkisiz bir koruyucu, kollayıcı olarak düşünüyorsunuz, ihtiyaç duyulduğunda sığınılan fakat fayda vermeyen varlık. Siz kimseye ihtiyaç duymadan fiziksel ve ruhsal olarak ayakta durabilmekte ve her türlü niyetinizi yerine getirebilmektesiniz, doğru. Bu durumunuz sizde, Tanrı'ya ihtiyacınız olmadığı, Tanrı'ya inanalarda bir eksiklik mevcut olduğu için bu kavramı oluşturdukları düşüncesini uyandırıyor. Bu düşünce şekli, Tanrı'ya inanmayan ve O'na en sert karşılığın bu olduğunu düşünen herkesin ortak tepkisidir. O ihtiyaçtır size göre, muhtaç olan ona sığınır. Siz muhtaç değilsiniz. Biraz daha derine inelim mi? Muhtaç olma durumunu sürekli olarak siz ve ben arasında kefeye koyuyorsunuz, ben olmayabilir de inanan başka biri olabilir. Sürekli tartıyorsunuz, "O inanıyor, Allah'a muhtaç, ben değilim, kendin kendime yetmekteyim." Hatta her insan ile siz arasında böyle bir tartı kuruyorsunuz gibi hissediyorum. Muhtaç olma durumları üzerine. Neden böyle hissediyorum biliyor musunuz? Muhtaç olduğu durumlara düşüyor insan, görüyorum, dersler alıyor, muhtaç olmamayı öğrenmeye çalışıyor. Karşı koymayı direnmeyi, rüzgara karşı yürümeyi doğru yol belliyor. Çoğumuz bunu yapıyor. İnanç bir zaaf oluyor. Çünkü o muhtaç olduğu duruma düştüğünde yetişmiyor Yaratan. Vakit o vakit değil. Kimsenin inancından mesul olmadığımı söyledim ve elbette tek değilim. İhtiyacım hiç olmadı O'na, hatta küfür değil ama, hakaret ettiğimi bilir ve hatırlarım, bu yüzden üzülürüm aklıma geldikçe. Maddi sıkıntım hiç olmadı, o yönden eksik hiç hissetmedim. İnancım korkumdan, küçük hissedişimden, ihtiyacımdan oluşmadı. Büyük yanılgıdasınız, O'nun haklı oluşundan dolayı, kabul etmek zorundaydım. Her yıl bir iki kez sınandığınızı fark ediyor musunuz diye sorarsam belki bir çağrışım yapacaktır ama hakkını verir misiniz ki? İnsanlığınızın sorgulandığı anları hatırlıyor musunuz ya da hatırladığınızı itiraf edecek misiniz? Gerçekten Allah'a inanan kişinin bir şeye ihtiyacı yoktur. Ona zaten sunulmaktadır ihtiyacı olan her şey. Kendi içinden mukayese etmez karşısındaki ile kendisini. Muhtaçlık durumunun kendisini ve anlamını, o duruma düşenler var eder. Gerçekten bir Yaratan'a inanan, hiçbir durumda hiçbir şeye mutaç değildir, daha doğrusu bu söz bu kadar büyük değil, düzeltmesi şudur; kendi içinde gerçekten bir Yaratan'a inanan kişi, muhtaç olacağı duruma pek düşmez, düştüğü zaman ise ona yardım etmek için, daha doğrusu onun kendilerine yaptığı iyiliklerin karşılığını ödeyebilmek için bekleyenler mevcut olur. İnsan ya fark eder bilincine varır ya da şımarır az bulur, nefsine kapılır.

Genelde benim sorularim bilimsel cercevede. Yani pek bilimsel olarak ortaya henuz konmamis bir soru varsa, o konuda bir inasnc ya da bir akilci ideoloji belirtmek yerine, bilimin su ana kadar bildirdigi ile yetinirim ve bilirim ki, bilim bilimsel olarak bildirmeye ve belirtmeye devam edecektir. Iste o yuzden de konu ve kavramlara varliksal/inancsal/akilsal/yaratilissal degil; bilimsel/bilissel/gozlemsel/olgusal yanasirim ve bilirim ki, inanc sabitler, bilim ise yeniler, degistirir, yanlislar gelistirir, bilgiyi artirir. Cunku bilim bilgi, algi, gozlem ve olgu uzerinedir.

Yani "bu dunya nasil yaratildi?" diye sormam "bu dunya nasil olustu?" diye sorarim. Ayrica eger bir yaratici, akilli tasarimci v.s. aranacaksa, bu yine soyutlamayetisi ile insanogluna aittir. Yani neyin ne oldugu insanoglu yapilandirmaciligidir. Herseyi algilayabildigim kadar, bilgiye tasiyoruz. Bilim ve teknigin gelismesine ve yenilenmesine paralel algi ve bilgimiz de gelisiyor. Bilim daha once en kucuk parcanin atom oldugunu soylemisti, bugun ise artik atomun parcaciklari biliniyor. O yuzden bilimin bilgisi olgusal ve yanlislanabilene kadar tartismasiz gecerlidir.

Dedigim gibi her sey bakis acisi farki, sen herseye tanridan bakarak sorar ve cevaplarsin, ben herseye insanoglundan bakarak sorar ve cevaplarim. Bu da ikimizi her soru/cevapta farkli yerlere goturur. O yuzden tanrisal zihniyet olarak bir taraf olmaya (tanrili ya da tanrisiz) ihtiyac duymuyorum. Cunku her turlu bilgi insanoglunas aittir. Tanri da bir insanoglu bilgisidir. Bu bilginin var/yok tartismasi sadece bu bilgiyi sahiplenme anlam ve iceriginde ifadeye tasimaktir. Iste benim buna ihtiyacim yok. Isteyen inanir ve varlar, isteyen inanmaz ve yoklar. Sonucta konu ve kavram bilimsel olmayan oldugu icin, ne tanriyi dogrulayani baskasi ona yanlislatabilir, ne de tanriyi yasnlislayani baskasi ona dogrulatabilir. Bu tartisma sonuca varmayan bir kisir dongudur. Iste benim bu kisir donguye katilmaya ihtiyacim yok. Bilen ve bilimsel olanin inanca ihtiyaci yoktur. Eger olursa, bu onun sadece kendi aklini kisisel tatmin anlamindadir.
 

allfeelingheart

Yeni Üye
19 Ocak 2012
79
0
0
43
Kimse kimseyi herhangi bir inanç konusunda zorlayamaz. Cevaplarınız için teşekkür ederim. Konu ve yayıldığı çerçeve hakkında gerçekten düşüncesi olan iki insan var.

faşist, ilk yorumunda "Tanrı maddeyi yaratandır" derken birçoğunun inandığı (aynı bilgilere baktığımız halde çıkaranlar bu anlamı nasıl çıkarıyorlar anlamış değilim) ve ses dalgalarına dönüştürmeden, içlerinden geçirerek kullandığı gizli kelimeleri de yorumunun ardına ekliyorsun, "yarattıktan sonra maddeden uzaklaşan, kaçıp gidendir Tanrı, başka yerlere saklanıp oradan gözleyendir" Yaygın olarak insanların anlamak istediği şekli budur, böylesi daha kolaydır, çünkü daha uzaktır o büyük gücün sahibi, insanın kendisi için daha rahat vericidir uzaklara konumlamak O'nu.

"Semavi dinler" diyerek hepsini aynı kefeye koymak istemiyorum. Çünkü insanoğlunun eline neyi verirseniz verin, onu mükemmelleştirdiğini zannederek kendisine sunulanı bozar, aşındırır, değiştirir ve bu değişim sunulanı asla daha iyi hale getirmez. Örneği gözlerinizin önünde, sunulan maddi ve manevi dünya ortadadır. İnsanoğlu, bu açıdan bakıldığında sunulan içerisinde eline aldığı neyi daha mükemmel hale getirebilmiştir mesela? Var mıdır daha mükemmel kıldığımız bir ağaç? Ya da sudan daha mükemmel bir su yapabildik mi? Yoksa onları önce incelemek, sonra deforme etmek mi görevimiz oldu? iPhone mu daha mükemmel kılabildiğimiz? Bu cevabı vermezsiniz kanımca. İnsan hiçbir şeyi mükemmele taşıyamamıştır tarihi boyu, yine de buna uğraşır, saniye durmadan. Simetri hastalığımız, mükemmeliyet arayışımız bizden ayrılmayan parçalar. Ama doğaya baktığınızda insan kadar simetriye takıntılı bir Yaratan göremezsiniz. Simetrik olan mükemmel değildir, insan öyle zanneder. Mükemmeliyet; düz, parlak, pürüzsüz, aynı olmakla ya da belli başlı bazı işlere yaramakla da olmuyor. Anlayacağımız, yapamadığı ve hiç yapamayacağı şeyi başarabilmek için didinir durur insan. Yaratan'ı da yine bu uğraşa dahil etmek ister. Eğer insan gibi düşünüyor olsaydı O, varolduğu bütün zaman boyunca sürekli ve "hiç durmadan" insanlığa müdahale etmesi, onu mükemmelleştirmek için uğraşıyor olması gerekirdi. Çünkü biz insanlar öyle yapıyoruz, Yaratan'ı kendimiz gibi zannetme gafletine de düşüyoruz. Eğer yaratımımız altında bir nesil bulunsaydı, asla Allah ya da Tanrı gibi sabırlı olamaz, her ana müdahale eder ve gerçekte o neslin hür yaşamasına hiçbir zaman müsaade etmezdik.

Şimdi ne düşünüyorsunuz? O, biz bozduğumuzda tekrar müdahale mi etmeliydi ve bu müdahalenin sonuçlarını kalıcı mı kılmalıydı? O zaman özgürlüğümüz nerede olacaktı, hür irademiz? Olmazdı. Belli başlı seferlerde, belki de insanoğlu çok vahim bir duruma düştüğünde, ki ben böyle inanırım, O müdahale etmiştir. Göstermiş ve emanet etmiştir. İnsan olarak biz, emanete hıyanet ettikten sonra, bir de dönüp emanetin zaten bize verildiğinde bozuk, çalışmaz olduğunu iddia ediyoruz. Bu hissi hatırlayacaksınız sanırım. Aynısı değil midir sizce? Çünkü saf olması gereken bir yapı bozunuma uğramışsa ve ortamda insan varsa, bu bozunumun sebebi insandır. Kedi masanın üstünde gezinirken çarpıp devirdiği şeyleri bilinçsiz bozunuma uğratır, insan ise bunu seçer. Gözlemlemeyi seven gözler, gördüğünü yoran beyinler şimdi de çalışsınlar lütfen; insan haricinde "yapılması/söylenmesi gerekeni" gördüğü/bildiği halde, onu yapmamayı seçebilen başka bir varlık var mıdır? İnsan haricinde hiçbir varlık kendisi için önceden hazırlanmış yolun dışına çıkamaz. Düzenin değil, yolun. Sahip olduğumuz özelliklerimiz ile elde ettiğimizi söyleyebileceğimiz yegane fark aslında budur. Dünyadan tüm insanları kaldırdığınızda, etrafımızda sürekli devam eden deformasyon durur ve gerilemeye başlar, her şey “kendi yoluna” girer. Doğa “tamirata” girişir. Yanlışsam yanlışsın diye söyleyin. Kendi yolunu kendisi belirleyen varlık olarak insan, demek ki çevresine bulunan her şeyi deforme etmektedir. Buna din inancı da dahildir. Deforme edilmiş bir yapıya bakıp, bunun Allah'ın kusuru olduğunu söylüyorsunuz. Ayrıca Allah, madde madde yazılmış din kanunları gönderip, "Bunlar okunduğunda cümle bazında ortaya çıkan anlamlara direk inanacaksınız, yorumlamayacaksınız!" dememiştir. Birincisi, madde madde sıralamak insan zekasının uygulaması ve eksiğidir, çünkü uygulayabilecek başka bir yöntem geliştirememiştir insan, buna takılmak kendi eksiğine takılmak olur (aralarında manevi değer farkı bulunmadığı halde, öncelik sırası bulunmadan bir şeyleri ister zekamızda, ister maddesel dünyamızda istifleyebilmeyi hiç başaramadık) Bu inanç şeklini insan var etmiştir, bu kadar kusurlu bir inanç ancak insan elinden doğar. İkincisi, inanmak isteyenlere Tanrı ilettiği bilgilerin içinde birçok yerde şu kısa cümle ve benzerlerini yerleştirmeyi unutmamıştır; "Biz ayetleri böyle detaylandırırız ki, siz düşünesiniz diye." Karşımızda, düşünmemizi isteyen, hem de derin düşünmeye özel önem veren, gönderdiği cümleleri direk okuduğumuzda anlayacaklarımızın yeterli olmadığını söyleyen ve bilen bir Yaratan şekilleniyor, bu benim görüşüm.

Bireylerin yaptıkları eylemler elbette kendileri içindir. Atlanılan incecik ayrıma dikkat çekmek istiyorum. Bireyler her bir eylemde, ister yalnız kendisinin faydasını, isterse de kendisi ile beraber en az bir varoluşun daha faydasını düşünebilme yetisine sahiptir. Yani eylemlerimize kendimiz haricinde birilerini daha ekleme seçeneğimiz, bu eylem sonucunda elde edilecek getiriyi bir diğeri ile veya birçoğu ile paylaşma şansımız vardır. Paylaşım denince insanın aklına belli bir tümlükten, yani 100%'den bölüp, yarısını veya istediği oranını bir başkasına vermesi gerektiği anlaşılıyor. Manevi dünyada yaşadığımız pozitif duygular, onları birileri ile paylaştığımızda eksilmezler. Bizde tümlük olduğu gibi dururken, diğerine nereden geldiğini hiç düşünmediğimiz,yoktan varolan, fazladan ve aslında kendimizden keserek vermediğimiz duygular yüklenir. Harcama yapmayız bunun için elimizdekinden, bizden bir şey eksilmez. Manevi duyguları oluşturmak için ise insan zorunludur bazen (her zaman değil) maddeyi kullanmaya. Maneviyi oluşturmak için maddiyi kullanacaksam, elimden gidecek demektir işte, madde gidiyor elimden!? İşte paylaşımın takıldığı nokta. Madde değildi ki zaten seni mutlu eden. Mutluluk kavramın olmasaydı, madde seni nasıl mutlu ederdi? Her şey insan için fakat insanın maneviyatı içindir özde. Takınabileceğimiz en güzel davranış şekli ise, kendini düşünmeyi bırakmak, diğerlerine kanalize olmak, onlar için yaşamak değil, kendin için yaşadığını bilirken, her bir anına, her bir eylemine bir başka “mutlu olmayı bilen”i nasıl dahil ederim diye kendine soru sorabilmek, cevabı bulmak ve uygulamaya geçirmektir kanımca. Çünkü, istisnasız her konuda yalnızca kendi faydasına bakan birey, diğer her yana gözlerini kapatmış demektir. Bu durumu elbette diğer bireyler tarafından hissedilir, kendisi söylemese bile. Hal, hareket, söz ve tavırlarına yansır bu insanın. Yalnızca kendini düşünen, kimseye faydalı olamaz ve kimseye faydalı olamayan, asıl kendisine faydalı olamaz. Neden olamaz biliyor musunuz? Çünkü bütün ömrümüz boyunca illa ki bir yerlerde, bir zamanlar, birilerine, daha doğrusu bazı “insanların” bizi düşünmesine gereksinim duyuyoruz. İyi ama bu duruma geldiğimizde çevremizdekiler bizim diğerlerini, o an için bizi düşünmesine gerek duyduğumuz kişileri hiç düşünmeyip, kendi faydamıza baktığımızı biliyor halde oluyorlar. Geri besleme olarak hayal edin bunu. Siz, karşınızdaki insanın yalnızca kendi çıkarına çalıştığını bilseniz, o insana herhangi bir durumda yardım etme isteği içinizde oluşur mu? Oluşmaz değil mi? Dolayısıyla insan, ileride destek görme ihtimali olan her bireyi, kendi düşüncelerinin güzelliği ve kapsayıcılığı ile hayatına ekler. Bu ekleyişi art niyetle değil, farkında bile olmadan yapar kendine yardım eden insan. Nasıl ki, yalnız kendini düşünenler farkında dahi olmadan onları ileride önemsemeyi dileyenleri kayıp ettiklerini anlayamıyor, göremiyorlarsa, iyi huyuyla güzeli kendine çeken de bu durumun çok da farkında değildir. Basit insan zekasının tahmin ettiği gibi güzellik, dönüşü olsun diye yapılan bir şey değildir, güzellik ortaya konur, dönüşü kah olur kah olmaz. Bunu güzelliği yapan seçemez. Güzellik manevi de olur, maddi de. Manevi güzelliğin en küçüğü, maddi güzelliğin en büyüğünden daha büyüktür. Ayrıca geri dönüşü olmayabileceği gibi olabilir de, hem de ne yaptığınızdan bağımsız, manevi de olabilir, maddi de. Kendini düşündüğü gibi, diğerlerini de düşünerek kendine yardım ediş yolu budur bireyin. Bu, ölçümü ve tartımı yapılabilecek bir şey değildir, sağlaması bir insan hayatına yayılır ve bu yüzden anı gözlemlemek ile çok fazla uğraşanlar, ki bu kişilik yorumuna bilimin kendisi de dahildir, tamamı gözden kaçırır. Çünkü insanın yarattığı bilim henüz bu konuyu açıklayabilecek kapasiteye sahip değildir. İnsan yaratımıdır çünkü bilim, eksiktir her zaman, bunu biliyor ve kabul ediyorsunuz zaten. Bilimin eksiği yüzünden, bilim tarafından kanıtlanmış bir Allah henüz yoktur. İnancıma göre de hiç olamayacaktır. Basit zeka Allah inancı ile bu konuyu birleştirip mucizeler bekliyor, bunu hissediyorum. En inançlı insan, mucizeleri en sona bırakandır, en son dediğim de hesap zamanıdır, kendisi öldükten çok sonraya yani (o zaman mucizenin anlamı ne değil mi? ah sadece kendine yontan insan düşüncesi.) Siz eğer mucizeleri mantığın önüne geçirip Allah’ı algılamayı düşünüyorsanız, var ise mucizeler göstermesini bekliyorsanız onu iyice kaybedersiniz, bu yolu izleyerek kaybı yaşayanlara şahidim. Halihazırda diğerlerinin umurunda değildir zaten o bireyin faydalı olup olmamasının tartımı. Yani kime ne fayda sağladığın, hatta en ufak bir fayda dahi sağlayıp sağlamadığın gerçekten umurunda değil kimsenin. Herkes kendine faydalı olmayı konuşuyor ama kimse bilmiyor gibi görünüyor.

İnsanoğlunun bilgisi tarif edebildiği şeyler üzerine dayanır. Bilimin tüm amacı da tarif edebilmektir zaten, çünkü böylece tarif edilen şeyin bilindiğine inanabilir insan. Her şeyi tarif etme çabamızdan, aslında her şeyden çekinmekte olduğumuzu anlayabilir, tarif edemediğimizi konuşmak dahi istemeyip ondan kaçındığımızı görebiliriz. Elbette bilimin çevremizde bulunan “hemen hemen” her şeyi tanımladığını es geçmiyorum. Lakin bilimin henüz tanımlayamadığı, sadece tahminleri bulunduğu şeyler var. O şeylerden birisi kafatasımızın içinde. Anne karnı örneği gibi; her birimiz kafamızın içinde nasıl çalıştığını tam bilmediğimiz bir “madde” taşıyoruz, bunu çözememiş olmamıza üzülmüyor, bilimi bu yüzden suçlamıyoruz. Beyni de, Allah’ı yaptığımız gibi, çözülemediği ve karmaşıklığı ile suçlamıyoruz. Çözememiş oluşumuzu kendi eksiğimiz görüyor, çözemediğimiz için ona inancımızı kaybetmiyor, hatta daha sıkı sıkıya ona yapışıyoruz. Eee ne oldu şimdi, bilim beyni tarif edemedi. Haydi bırakalım beynimize olan inancı o zaman, yoktur beyin diyelim. Oldu mu? Olmadı. Madde di mi o? İnanmak için sebepler var. Demek ki, bilimin çözebildiği şeylere inanmıyoruz, hem bilim çözmüş olacak hem de görülebilir olacak insanoğlu için. Safi görülür olsa da yeter, çözülmemişse fakat madde ise, onun varlığını kabul ediyoruz. O zaman ben de sormak zorunda kalıyorum, aşk nedir? Aşkı anlatın bana, tarif edin, madde değil o ama etkisini görüyoruz maddesel dünyada? Hormon değil mi aşk? Kendine uyan tetris bloğu karşına gelince, o da sen de hormon salgılıyorsun, duyguların değişiyor, sen de buna aşk diyorsun değil mi? Eee, hangi hormonsa sorumlu veya sorumlular, o zaman sentezlesinler vücuttan, aşkı eksilen çiftler alsın, kullansın, birbirlerine olan aşk sevgi azalmasın. Var değil mi? Ama birbirlerine aşk, sevgi duymuyorlar, azıyorlar, çiftleşme manyağı oluyorlar dışarıdan alınca hormonu. Çünkü işleyen sistem ilk ve inanıldığı gibi sadece hormon değil. İnsan, bir formu kendisine uydurduktan sonra hormonlar yayılıyor vücuda ki, söylenmese bile karşı taraf bir şeyler algılasın. Çünkü söylemiş, yani zikretmiş olmak geri dönüşün olmadığı duygu transferini başlatmış olmayı gerektiriyor. Belki diğer taraf bunu başlatmayı dahi istemiyor? Bunun için önce hissetmesi, hissettikten sonra rahatsız oluyor ise kırmadan ve kırılmadan uzaklaşabilme seçeneğinin kendisine sunulmuş olması gerekiyor. Çoğunlukla da tam tersi gibi, hormonları algılayan bünye, bazen de olsa, kendini geri çekebilmeyi denemek yerine, aşk ile şehveti karıştırıp, kendisi için zehirli hale gelen bu içkiyi bir yudumda fondip yapıveriyor.

evrensel-insan; “Bilen ve bilimsel olanın inanca ihtiyaci yoktur.” Çok doğru bir söz olurdu eğer insan her şeyi bilen olsaydı ama insan bilen değildir, kendini öyle kabul edendir sadece. Sürekli bilmeye çalışan, her bir yeni ilerleme kaydedişinde bir önceki kademede aslında bilmediğinin farkına varanız bizler. Şu andaki kadememiz de bir sonrakinin “bilmez” halidir doğal olarak. Bilimsel olabileceğimiz doğrudur ama örneğini verdim, kafamızın içindekinin çalışma mekanizması, depolama, yargı ve karar mekanizmamızın nasıl oluştuğu konularında bilimimiz tahminlerdedir sadece. Yani bilinmeyene inanmaktayız beyine ve onun gücüne inanarak. En yakınımızdakini çözemeden, en uzağa konumladığımıza ulaşmaya çalışan bizleriz, insanlar. Söyler misiniz, bu inanç ile Tanrı inancı arasındaki fark nedir? İkisi de bilim tarafından çözülememiştir ve beyin maddesel yapıya sahip olmasına rağmen, içerideki seçici varlık olmadan, yani madde olmayan soyut varlık olmadan hiçbir anlam ifade etmemekte, yaşamamaktadır. Beyni ve dolayısıyla onun hükmettiği vücudu süren, gözle görülemeyen bir varlık mevcuttur. Bunu inkar etmek, bu yazılanları okuyan, bir şeyler düşünen ve yorumlayan, hisseden kendimizi inkar etmek olmaz mı?
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
teşekkürler...

emeğine yüreğine sağlık ve benim açımdan felsefe budur...
 

faşist

Yeni Üye
25 Kas 2011
286
0
0
33
'allfeelingheart' yine kendi payıma olan bölümlerine cevap vereceğim.

İşte bugünün semavi dinlerinin en büyük kusuru yine karşımıza çıktı yazınızda.Şöyle der semavi dinler(tanrının gönderdiğini varsayarak):Biz sizleri yarattık,sizlere mükemmeli verdik,ama siz kötüsünüz/yanlışsınız siz bu mükemmeli bozansınız.Ne karar verdi insanın kötü/yanlış olduğuna.Kötünün/ahlakın/doğrunun/yanlışın soykütüğü nedir ? Her birey kendi için yaşıyorken yeryüzünde ve bunlara kendi karar vermesi gerekirken kim/nasıl/ne zaman karar verdi bizlerin bu değerleri oluşturmasına ?Bu soruların cevabının tamamı bireyin kendi aklındadır.Birey aklı haricinde bu soruların yine birey açısından gerçek cevapları olamayacaktır.İnananlar her düşünüşlerin de tanrıya dönecekler ve soracaklar bu yaptığım doğru mu ? Bense kendime döneceğim,hangimiz özgürüz/güçlüyüz/istemliyiz ?


Ben iki varsayımdan bahsettim ve yine belirteyim kesinlikle iddia etmiyorum ama iki varsayımın sonucunda yine kendime dönüyorum.Bu kendime dönüş beni değerli kılıyor ve kendime şunu söylüyorum her yolun sonu bana çıkıyo o halde tek gerçeklik benim,benim doğrularım,benim mükemmelim.

Bireylerin her yaptığı fiil,her düşünceleri kendileri içindir.Bunu size açıklayabilirim.Siz aşkı örnek vermişsiniz.Bende ondan örnek vereyim ve konuyu küçülterek daha derinine inelim.Aşk,karşındaki herhangi bir şeyi sevmek ve onu arzulamaktır.Buna karşı cinsi örnek verelim.Karşı cinse duyduğunuz aşk,size onu elde etme isteği verir.Siz onu sizin onu sevdiğinizden daha çok sevmesini,düşünmesini,arzulamasını istersiniz.Ona sahip olmak istersiniz.Çünkü bunların sonunda sizin duygularınız tatmin olacak hazza ve faydaya ulaşacaksınız.Siz onu sevdiğinizi zannederseniz aslında kendinizi seviyorsunuzdur.Ona sahip olmak kendi istemleriniz içindir.Yine kendimize dönüş vardır.Bir örnek daha verelim.Anneliktir bugünün bireyleri için en kutsal görünen.Nedir anneliği kutsal yapan ?Birey türünden kaynaklı ebedi olmak ister çünkü ebediyet ona gücü verecektir.Yeryüzünde sonsuzluğa erişmesi kendi bedeniyle olamayacaktır,o halde kendi bedeninden bir parça ebediyete gitmelidir.Kadın anne olmak ister çünkü o ebediyet onu daha güçlü kılacaktır.Çocuğuna duyduğu bu sevgi aslında ebediyete/güce duyduğu sevgidir,kısaca annelik gibi kutsal görünen bu kavram dahi bireyin kendine dönüştür.Bireyin yaptığı her adım kendi içindir bunu her örnekte görürüz.

Bunu böyle kabul edersek bireyler kötü müdür ? Şöyle düşünecektir inananlar eğer böyleyse bireyler ne kadarda bencil/çıkarcı/egoist vs.Ama bu saydıklarımın kötü olduğuna kim karar verdi ? Siz söylemeden ben söyleyeyim,insanı kötü ilan edenler yani dinler.Bizi hep suçladılar siz çıkarcısınız,mükemmeli bozansınız bizse mükemmeliz,size rağmen mükemmeliz.İşte bu insanı kötü ilan edenler insanın güçlenmesini engellediler.İstemlerini geri plana ittiler.Bunu yaparken de şöyle dediler:'Bakın maddeyi mükemmel yaratan tanrı size mükemmelde değerler sundu,siz kötüsünüz ama bu değerler sizi iyi yapacak,buna uymayanlar da cezalandırılacak'.Ama bazı bireyler itaat etmedi çünkü o bireyler kendi cezasını dahi kendi verecek kadar güçlü.
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
"Ben iki varsayımdan bahsettim ve yine belirteyim kesinlikle iddia etmiyorum ama iki varsayımın sonucunda yine kendime dönüyorum.Bu kendime dönüş beni değerli kılıyor ve kendime şunu söylüyorum her yolun sonu bana çıkıyo o halde tek gerçeklik benim,benim doğrularım,benim mükemmelim..."

"nefsini bilen rabbini bilir..." burada nefs=öğretmendir,ancak bu bilme ile yaratıcıya kadar seviye yükselten bir öğretmendir,
gerçek bilgi ve bilimsellik,işte bu bilme işidir...

dinsel metinlerin asıllarına vakıf olsaydın,
inisiye yolla süren kadim bilgilerden haberdar olsa idin,
yukarıya alıntıladığım cümlenin bu metinlerde insan için nasıl "öz" olarak kabul edildiğini ve bu "öz"ün muhafazası için neler anlatıldığını bilirdin...

sakın alınma;şimdi söyleyeceğim kişisel hakeret değil ve ebu cehil başlığını da tam bu neden ile açtım...

"cahil" tehlikeli değildir,ancak cehaleti kendisine kalkan yaparak doğruları gizlemeye çalışanlar (ebu cehilller...)tehlikelidir,
cahile bilmediğini öğretme şansınız her zaman vardır,
ama ebu cehiller zaten bildiğini inkar ettiği için onlara öğretme şansınız hiç bir zaman yoktur...

samimi olarak söylememiz gerekirse;hepimiz her şeyi her zaman en doğrusu ile bilme şansına sahip olmadığımız için cahil olabiliriz,
bu öğrenmemize engel değil,
ancak,bildiklerimizi bile inkar ederek her konu hakkında biliyormuş bilinçli olarak "bir tavır" sergiliyorsak...
 

faşist

Yeni Üye
25 Kas 2011
286
0
0
33
"Ben iki varsayımdan bahsettim ve yine belirteyim kesinlikle iddia etmiyorum ama iki varsayımın sonucunda yine kendime dönüyorum.Bu kendime dönüş beni değerli kılıyor ve kendime şunu söylüyorum her yolun sonu bana çıkıyo o halde tek gerçeklik benim,benim doğrularım,benim mükemmelim..."

"nefsini bilen rabbini bilir..." burada nefs=öğretmendir,ancak bu bilme ile yaratıcıya kadar seviye yükselten bir öğretmendir,
gerçek bilgi ve bilimsellik,işte bu bilme işidir...

dinsel metinlerin asıllarına vakıf olsaydın,
inisiye yolla süren kadim bilgilerden haberdar olsa idin,
yukarıya alıntıladığım cümlenin bu metinlerde insan için nasıl "öz" olarak kabul edildiğini ve bu "öz"ün muhafazası için neler anlatıldığını bilirdin...

sakın alınma;şimdi söyleyeceğim kişisel hakeret değil ve ebu cehil başlığını da tam bu neden ile açtım...

"cahil" tehlikeli değildir,ancak cehaleti kendisine kalkan yaparak doğruları gizlemeye çalışanlar (ebu cehilller...)tehlikelidir,
cahile bilmediğini öğretme şansınız her zaman vardır,
ama ebu cehiller zaten bildiğini inkar ettiği için onlara öğretme şansınız hiç bir zaman yoktur...

samimi olarak söylememiz gerekirse;hepimiz her şeyi her zaman en doğrusu ile bilme şansına sahip olmadığımız için cahil olabiliriz,
bu öğrenmemize engel değil,
ancak,bildiklerimizi bile inkar ederek her konu hakkında biliyormuş bilinçli olarak "bir tavır" sergiliyorsak...


Bilmek nedir ?
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
çok güzel bir soru...

bilmek idrak edebiliyor olmaktır,
bilmek idrak edebildiğinin farkındalığını yaşıyor olabilmektir,
bilmek farkındalığını yaşadıkları ile yeni bilgiler elde edebilmektir...

bilmek zahiri beş duyu ile algıladığını batıni beş duyu ile yorumlayabilmektir...
 

faşist

Yeni Üye
25 Kas 2011
286
0
0
33
çok güzel bir soru...

bilmek idrak edebiliyor olmaktır,
bilmek idrak edebildiğinin farkındalığını yaşıyor olabilmektir,
bilmek farkındalığını yaşadıkları ile yeni bilgiler elde edebilmektir...

bilmek zahiri beş duyu ile algıladığını batıni beş duyu ile yorumlayabilmektir...

Peki kendimize biliyorum dememiz için neyi idrak etmeliyiz ?
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
"bilgi" anlamında peşinde olduğun şeyi...

başkasının "bilgi" anlamında öne sürdükleri "bilgi" kapsamında değil öğrenme kapsamındadır...
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
evrensel-insan; “Bilen ve bilimsel olanın inanca ihtiyaci yoktur.” Çok doğru bir söz olurdu eğer insan her şeyi bilen olsaydı ama insan bilen değildir, kendini öyle kabul edendir sadece. Sürekli bilmeye çalışan, her bir yeni ilerleme kaydedişinde bir önceki kademede aslında bilmediğinin farkına varanız bizler. Şu andaki kadememiz de bir sonrakinin “bilmez” halidir doğal olarak. Bilimsel olabileceğimiz doğrudur ama örneğini verdim, kafamızın içindekinin çalışma mekanizması, depolama, yargı ve karar mekanizmamızın nasıl oluştuğu konularında bilimimiz tahminlerdedir sadece. Yani bilinmeyene inanmaktayız beyine ve onun gücüne inanarak. En yakınımızdakini çözemeden, en uzağa konumladığımıza ulaşmaya çalışan bizleriz, insanlar. Söyler misiniz, bu inanç ile Tanrı inancı arasındaki fark nedir? İkisi de bilim tarafından çözülememiştir ve beyin maddesel yapıya sahip olmasına rağmen, içerideki seçici varlık olmadan, yani madde olmayan soyut varlık olmadan hiçbir anlam ifade etmemekte, yaşamamaktadır. Beyni ve dolayısıyla onun hükmettiği vücudu süren, gözle görülemeyen bir varlık mevcuttur. Bunu inkar etmek, bu yazılanları okuyan, bir şeyler düşünen ve yorumlayan, hisseden kendimizi inkar etmek olmaz mı?

Ben "insan herseyi bilen" diye bir cumle kullanmadim. Cunku bilimsel olarak ne hersey ne de bilmek sonlanamaz. Ikiside gozlem verdigi surece ve algilandigi surece bilinir ve belirtir. Bu da surekli suregelen bir surectir. Bilim bilmediklerinden degil; bildiklerinden yola cikarak, yeni bilgiler belirtir ve bildirir. Dolayisiyla bilimde ortaya konmus haliyle "bilinmeyen yoktur" algiya ve bilgiye surekli suregelen surec olarak acik gozlem, bulus, olgu, yenilenim v.s. vardir. O yuzden bilim akildan da yola ciksa, yani gozlemden degil de; hipotezden, tezden v.s. yinebunu gozlem ile ortaya koymak durumundadir, koyamazsa koyana kadar teori olarak kalir. Bir seyi cozmek, once sorunun bilgi ve bilincine varmak, sorunu ortaya koymak ile mumkundur. Eger ortada sorun algi ve bilgisi/bilinci yoksa, cozum de yoktur. Benim bahsettiginiz anlamda bir inancim yok. Cunku bilim inanctan degil; bilgi/olgu den yola cikar.
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
"Cunku bilim inanctan degil; bilgi/olgu den yola cikar."

bilim inançtan yola çıkar,inanmayan insanın bir şeyin peşinde dolaşması mümkün değildir...

inanç=din gözü ile bakar konuşursak bütün söylemlerimiz askıda kalır...

eğer kast edilen dini inanç ise; Cümle şöyle kurulmalı, "Cunku bilim DİNİ/inanctan degil; bilgi/olgu den yola cikar..."
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
"Cunku bilim inanctan degil; bilgi/olgu den yola cikar."

bilim inançtan yola çıkar,inanmayan insanın bir şeyin peşinde dolaşması mümkün değildir...

inanç=din gözü ile bakar konuşursak bütün söylemlerimiz askıda kalır...

eğer kast edilen dini inanç ise; Cümle şöyle kurulmalı, "Cunku bilim DİNİ/inanctan degil; bilgi/olgu den yola cikar..."

Bilim inanctan degil; elindeki bilgi ve bulgudan yola cikar ve bunu gozlem ile gelistirir. Buradaki bilim epistemolojik temelli bilimdir, metafizik temelli bilim degil. Bilim fenomen adini verdigi varligi ortaya koymaz, bunun tartismasini metafizik yapar. Bilim fenomenin gozlemini ortaya koyar.

Ayrica burada bahsedilen inanc faith degil; belieftir. Yani ya bir seye inanirsin, ya da bir seyi bilimsel olarak bilirsin.
 
M

Mor ve Ötesi

Ziyaretçi
2X2=4 öğrenmedir,
H2O öğrenmedir...

2X2=4 diyen ile su=H2o diyen ortaya bir bilgi koymuştur,
ortaya bilgi koyabilme işinin adı "ilim insanı" ilim insanının ortaya koyduğu bilgiler üzerinden makale yazma işi ise bilim insanı basitliğidir...

bizler ya öğrenenlerdenizdir,yada peşinde olduğumuz şeyi idrak ederek "bilgi" anlamında ortaya koyanlardan...
bilgi anlamında peşinde olduğun şey nedir?
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
2X2=4 öğrenmedir,
H2O öğrenmedir...

2X2=4 diyen ile su=H2o diyen ortaya bir bilgi koymuştur,
ortaya bilgi koyabilme işinin adı "ilim insanı" ilim insanının ortaya koyduğu bilgiler üzerinden makale yazma işi ise bilim insanı basitliğidir...

bizler ya öğrenenlerdenizdir,yada peşinde olduğumuz şeyi idrak ederek "bilgi" anlamında ortaya koyanlardan...
bilgi anlamında peşinde olduğun şey nedir?

Bilgi, insanoglunun kendi icin ve kendi eliyle ortaya koydugu her turlu dile getirimdir. Ogrenmek ise bilgiyi duymak demektir, bilmek ise bilginin bilincine varmak ve ne oldugunu her yonu ve cesidiyle algilamak demektir.
 

faşist

Yeni Üye
25 Kas 2011
286
0
0
33
2X2=4 öğrenmedir,
H2O öğrenmedir...

2X2=4 diyen ile su=H2o diyen ortaya bir bilgi koymuştur,
ortaya bilgi koyabilme işinin adı "ilim insanı" ilim insanının ortaya koyduğu bilgiler üzerinden makale yazma işi ise bilim insanı basitliğidir...

bizler ya öğrenenlerdenizdir,yada peşinde olduğumuz şeyi idrak ederek "bilgi" anlamında ortaya koyanlardan...
bilgi anlamında peşinde olduğun şey nedir?


Bilim insanı basitliği ? Söylediklerinizden gerçekten bir şey anlamıyorum.Belki benim eksikliğim belki de sizin eksik anlatımınızdan kaynaklanıyor.

Benim için bilgi epistemolojik olarak sınıflandırılmış birçok bilginin benim tarafımdan anlaşılabilmesi ve yorumlanabilmesidir.Peşinde olduğum bir unsur yok,eğer bir hedefim olup olmadığını soruyorsanız,hedefim kendimdir,kendi istemlerim için savaşmaktır.
 
Tüm sayfalar yüklendi.

Yeni Konular

Üst