- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 15 Şub 2008
- Mesajlar
- 1,694
- Tepkime puanı
- 5
- Puanları
- 38
A- Şeyhin Doğuşu
1935 yılına gelinceyedek, Şeyh Bedrettin 'in gerek dedeleri, gerekse doğduğu yer ve tarih üzerine açık hiçbir şey bilinmiyor gibiydi. O yıl "İnkılâp Müzesi"nde Şeyhin torunu hafız Molla Halil'in manzum elyazma "MENAKIB"ı ansızın elimize geçti. (1) Orada olduğu gibi anlatılan Şeyhin kendisi kadar soyu da çok ilgi çekiciydi. Osmanlıların doğuşunda, Rumeli'ye geçişinde İslâm öncüsü olarak büyük Haçlılar seferini bozuşunda, Şeyh'in soyu olağanüstü önemli, öncü rolünü oynamıştı. Bu rol aydınlanmadıkça, Osmanlılığın pek çok sırları karanlıkta kalırdı.1939 yılı, Menâkıp esas tutularak Şeyhin hayatı yeni baştan yazıldı: Bu kitap, 27 yıl önce yazılmıştı, yalnız dilini az düzeltip temize çekerek yayınlıyoruz.
Kişi olarak Şeyhin soyu ve oluşu üç ayrımda toplandı :
1- Şeyhin dedesinin dedeleri;
2- Şeyhin yakın akrabaları;
3- Şeyhin dünyaya gelişi.
I- Şeyhin Dedesinin Dedeleri
"Simavna Kadısı İsrâil'in oğlu" diye ün alan Şeylı Bedrettin Mahmut Rûmî üzerine, l939 yılına dek, Cumhuriyet Türkiyesi'nde Türkçe bir tek bilim eseri yayınlanmıştı. (2) Onda Şeyhin yalnız İsrail adlı babasından konu açılır. Kimi "Terâcüm" yazarları Şeyhin dedesinin Abdülaziz olduğunu bildiriyorlardı (3). Abdülaziz'in kim olduğu, ne yaptığı bilinmezdi.
Değerli düşünürümüz Bay Bezmi Nusret Kaygusuz Menâkıp'tan yararlandığı eserini yaymakta bizden çevik davrandı. Himmeti var olsun: Kendi açısından ve "Vâridât" tercümesiyle daha derinleşmiş olan eserinde (4) Şeyhin açık şeceresini koydu. Ona göre : "Mevzuât'i Ülûm" da Şeyh, Selçuk Sultanı Alâeddinin kardeşi oğlu, dedeleri Selçuk vezirleridir : "Tâc'üt Tevârih" te Şeyhin büyük dedesi Sultan Alâeddinin yakın akrabası ve vezirlerindendir : "Kısası Enbiya" da Şeyh, "Alâeddin'in amcası oğludur: "Şakaayık'ı Nûmâniye" ve "Lûgat'ı Tarihiyye ve Coğrafiyye"de Bedreddin, Sultan Alâeddin'in öz yeğenidir. (Üçüncü Alâeddin'in) : "Hayrullah Efendi" Tarihi ile "Vâridât" önsözünde, Şeyh Feramürz oğlu III Alâeddin oğlu Abdülaziz oğlu İsrail'in oğludur.
Bay Kaygusuz : "Bedreddin'in dedesi Abdülaziz, kardeşi III.Alâeddin Keykubâd'ın vezirliğinde bulunmuştur."(5) der. Abdülaziz'in atalarıyla uğraşmaz. Özetlemeye önem vermiştir. Oysa Menâkıb Şeyhin en canlı trajedisini verdiği gibi Abdülaziz'in dedeleri üzerine de açıklama yapar :
"Ceddi ânın Bağdat ilinde, ey said
"Oldu Cengiz hân elinde Şehid" (Me, 7) der. Cengiz 1224 (göç: 621) yıllarında Batı'ya döndüğü vakit Bağdat Halifesiyle müttefikti. Yalnız Moğol tüccarlarını öldüren Hvarzim şahı Alâeddin'den öc almak üzere: Maverâünnehr, Hvarzim, Horasan, Kafkas ülkelerini hallaç pamuğuna çevirdi. Ama, Bağdat'a inmedi. Molla Halil'in durup dururken yalan söylemeyeceğine, belki tarih yanlışı yapmış olacağına göre : Abdülaziz'in dedesi Bağdat 'a ne vakit gelmiştir ? Orada niçin öldürülmüştür ?
Herkesten daha yetkili olarak Menâkıb şunu anlatır :
Nesi idi Sultan Alâiddine bil
Şüphe yoktur bu söze ey zinde dil
"Şâh Alâeddin nesliydi özü..." (Me, 7)
Bu şah Selçuklardan hangi Alâeddin idi? Şeyhin ataları onunla nasıl kuşaklanıyordu?
Al'i Selçûkilere neslen vezir
"Hem çü Al'i Bermeki Abbas mir." (Me, 7) deniliyor. Cengiz Kâşgarı 1219 yılı, Semerkand'ı 1220 yılı ele geçirmiştı. O sıralar (G. 617, İS : 1220) Rum (Anadolu) Selçuk Sultanı Alâeddin Keykubad İbn’î Gıyasüddin Keyhusrev (ölümü : 635, Kaamûs âlâma göre 636, İs.1237) idi: Bu kişi Cengiz'le birlikte Hvarzim şahı Mehmed Alâeddin'e saldırmıştı. Menâkıb, hangi Selçukluları konu ettiğini belirtmiyorsa da, Rum Selçuklularını anlattığı besbellidir. Alâeddin adını taşıyan üç Selçuk Hânı yalnız Rum (Anadolu) ülkesinde saltanat sürdü. Bu Selçuklu Hânların dölünden gelen Şeyhin ataları, o hânedana soyca "Neslen" vezir olmakta, tıpkı "Bermek" oğullarının Abbâsilere soyca vezir oluşlarına benzermiş. Bir mecûsi ateşgede hizmetçisi olan Bermek acem bezirgân muhalefeti üzerine barbar kollektif aksiyon geleneğini temsil eden Horasanlı Ebâ Müslim ile birlikte Irak'ta küçük bir tarihsel devrim yapıp "Abbâsiye" halifeliğini kuranlardandı. Bermek oğulları 750 ilâ 788 (G. 132 ilâ 171) yıllarında, sıra ile babadan oğula geçmek üzere, 40 yıl Abbâsiler ister istemez "neslen vezir" olmuşlardı.
Bu kadar ayrıntılı anlatılan bir olay uydurma olamaz.Öyleyse işin aslı nedir ?
II- Şeyhin Dedesinin Dedesi Bağdat'ta
Şeyhin dedesinin dedesi Moğol saldırıları sırasında Bağdat'a niçin gitmiş ? Menâkıba göre :
Emmisi şah olduğu vakte anın
"Kaçup Abbâsilere gitmişti anın."
Eski Türkler'de, Babahânlı göçebe geleneğince, Hân'ın büyük oğlu, veziri "Beşe" veya Paşa'sı olurdu (11). Abdülâziz'in dedesi, anlaşılan Selçuk Şahının hem büyük oğlu, hem veziri imiş. Hangi Şâhın ? Söylenmiyor. (12) Selçuk Şah ölünce yerine büyük oğlu geçmeliydi. Burada, çocuğun amcası açıkgöz davranıp tahta konmuş olacak: O zaman, baba mirası Şahlıktan yoksun kalan büyük oğlu, yâni Abdülâziz'in dedesi Bağdat'a kaçmış bulunabilir. Menâkıb'ın anlattığı böyle yorumlanabilir.Bu yoruma hak verdiren başka olaylar da eksik değil.
İlkin, Menâkıb dahi Şah Alaeddin'le soydaş olan Bedreddindir, diyor. Cengiz ile, işbirliği yapan Alâeddin birincisidir.Abdülâziz'in dedesinin Bağdat'a kaçışı besbelli çok sonlara gelir. Cengiz hengâmesinden yüzyıl önce İran Selçukları devletinde Hasan Sabbab'ın "Haşisi Partisi", Rum Selçukları devletinde "İsmâilî" Partisi gibi tanrısız devrim örgütleri türemişti.Demek her iki Selçuk düzeni çıkmaz çağın kapısını çalıyorlardı.Halk içinde yaman etkiler yapan devrimci partiler kimi saray ve hanedan üyeleri arasında bile hoşnutsuz taraftarlar bulmuşlardı.(13) İlkel sosyalizm geleneklerini büsbütün yitirmemiş bulunan hanedan üyeleri halktan yana, saray entrikalarına kapılanlar halk düşmanlığına dönünce, arada ister istemez çekişme ve çarpışmalar başgösterdi. Çarpışmalardan halkın kendisine pek bir rahmet yağmazdı. Kimi Bizans İmparatorları, kimi onların karşı kutbu olan Bağdat halifeleri, entrika çevirip yararlanmaya çalıştılar."(14)
Böylece, birbirinden çıkma üç kördüğüm ilmeklendi :
1- İç kargaşalıklar, 2- Hanedan kavgaları, 3- Dış karıştırma ve karıştırmalar. Bu şartlar ortasında Bağdat'a kaçış olayı kendiliğınden anlaşılır. Abdülâziz'in dedesi Bağdat'a kaçarken, Selçuk Sarayında ve ülkesinde besbelli kargaşalıktan geçilmiyordu: Ancak bu kaçış hangi zamanda olmuş olabilir ? İlkin, Abdülâziz'in dedesi Cengiz zamanı Bağdat'a kaçmış olması gerektir. Menâkıb'ın verdiği başka konkret olaylar o tarihle bağdaşamaz: Alim etti Mu'tesim - billâh ani
"Şeyhülislâm eylemişti ey ganî" (Me, 7) deniyor. Bağdata gidip, Şehülislâmlık derecesine dek bilgini yetişmek için, önce kaçanın öğrenim çağında bir genç olması gerekir. Amcası zoruyla tahtı elinden alınmış gencin durumu buna uygundur. Sonra, aynı gencin, en az yirmi otuz yıl bilim alanında seçkinleşmesi gerekir, ki Şeyhülislâmlığa çıkabilsin. Şeyhülislâmın Bağdat Fethi'nde trajediye uğradığı, Bağdat'ın Moğollarca ele geçirilmesi ise 1258 yılına düştüğü düşünülsün. O tarihten 23 yıl öncesi 1215 yılı gerçekten Rum Selçukları sarayında bir başka trajedi oynanır.Bizans adamı Gıyasüddin Keyhusrev, savaş sırasında öldürülünce, tahta geçen İzzeddin Keykâvus, hem amcasını, hem küçük kardeşini boğdurup kumandanlarını yaktırır!
Abdülâzızin dedesi (Şeyh Bedreddin'in dedesinin dedesi) her kim olursa olsun, Bizans yanlı olan o Sultan İzzeddin şerrinden yakasını kurtarıp, amcası elinden İslâm halifeliğine sığınabilir. Her zaman ve her yerde "Ruhani" rol görünmez eliyle kaçanı kendine bağlar. Batı Ortaçağında barbar kralları dama taşı gibi kullanan Papalıktır; Doğu Ortaçağında, komşu devlet saraylarına parmağını sokan İslâm papalığı Abbasî Halifeliği, kendisine sığınan genci, bir gün yeri gelince kullanmak üzere yetiştirip, zekâsına göre en yüce bilginliğe çıkarmış olabilir.Menâkıbin sözleri birbirini tutar.
III- Şeyhin Dedesinin Dedesi Nasıl Öldürüldü?
Menâkıb, Abdülazizin dedesi için "Cengiz Han İLİNDE şehit oldu" diyor; Cengiz zamanında demiyor. Sözünün anlamını aşağıda biraz daha açıyor. Öldürülme sebebi, tam Şeyh Bedrettin'in şânına uygun bır ülkü ve düşünce yiğitliğidir :
"Nâsır î Tûsiye oldem arbede
"Eyliyen ol idi muhkem, ey dede
"İbn'î Hâcib'le ikisi, ey hümâm
"Idicek ilzâm ani beynel enâm
"Kaakıyıp ibn'î Hülâgûy'i lâiyn
"Itti anları Şehid anda hemiyn." (Me, 7)
Burada anılan adlar, elyazmalarında çok görüldüğü gibi, Arapça harflerin kötü imlâ yanlışına kurban gitmiş görünüyorlar.Bedreddin’in babası "İsrail" iken, Câmiülfusûleyn ile Brockelmann’da "İsmail" olmuştu... Yanlışları ayıklamalıyız. Bir yol, anılan Abbas Halifesi Mu'tasanı olamaz : Müsta’sim olacak.Bağdat Moğollar eline geçtiği gün, Abbasi halifesi Mürtâ’sim- billâh idi. Ondan sonra, Abdülaziz'in dedesiyle "Arbede" (kapışma) yapan kişi de Nâsır Tûsi olamaz. Besbelli ünlü bilgin Nâsivrüddin'i Tûsi ile acem folklorcu ozanı Nâsır Tûsi birbirine karıştırılıyor. Hattâ, İbn'î Hacib'in birlikte öldürülmüş olduğu bile epey şüphelidir. (15).
Abdülazizin dedesiyle Nasivrüddin neden kapıştılar ?
Hülâgû oğlu niçin kızdı ?
Bağdad'ın Moğollarca ele geçirilmesi trajedisinde bütün tarihsel devrim trajedilerinde barbarların çağırılışına benzer büyük tarihsel ihanetlerden biri yatar. Halife Müsta'sım : Şiilere eğginlik gösteriyordu. Bir Şiî olan Müeyvedüd-din İbn'î Alkami'yi kendisine vezir yapmıştı. Bu vezir ile, gene Müstâ'sımın yakınlarından ve çağın bilgini sayılan Nasivrüddin Tûsi gizlice birleştiler. Cengiz oğullarından Hülâgû Hânı, gelerek Bağdat'ı alması için çağırdılar. Herşeyden habersiz Halife, Bağdat dışında Moğollara yenilince, dönüp kaleye kapandı.Kuşkulanmadığı veziri İbn'î Alkami ile Nasivrüddin Tûsi, Halifelere, görünüşte haklı bir teklif yaptılar. Kaleden dışarıya çıkıp Hülâgû karşılanır ise, vaktiyle Selçuk, oğlu Tuğrul Bey için Doğu'da, Atillâ'ya karşı Papaca Batı'da yapıldığı gibi, kan dökülmeden gelenler elde edilmiş olacaktı.
Halife, kurulan tuzağa düştü : "Devlet adamlarını ve kent ileri gelenlerini yanına alıp, mağrur Hânı karşılamaya çıkan Halife, bütün maiyyetiyle Tatarlar tarafından öldürüldü.". (16).Menâkıb'ın anlattığı olay budur. Besbelli, Şeyh Bedrettin'in dedesinin dedesi de iki yüzlülüğe dayanamamıştı. Belki İbn'î Hâcib'le birlikte dönek Şü Nasivrüddin Tûsi'yi Hanefilik veya Mâlikilik adına "ilzam" (hapt) etmişler. Buna içerleyen Hülâgû oğlu da, safi düşmanlarını kılıçtan geçirtmişti.
"Meyyitini ehl'i sünnet aldılar
"Ebu Hanife iline kaldırdılar
"İkisinden gayri hem, ey din eri
"Vardı bin mikdar âlim, key çeri
"Cümlesi maktû oluptur bigünah
"Oldular fenâ fülâtünde tebah" (Me. 7)
Binlerce bilgin ve asker ölüsü arasından, İbn'î Hâcib sağ kalmış olabilir.
IV- Fetret Ve Konya'ya Dönüş
Menâkıb bir şey daha söylüyor :
"Fetret oldu ol arada ki, azim
"Cümle Rum'a nâzil oldular zebim" (Me. 7)
"Fetret" : Antika tarihte patlak veren her tarihsel devrimden sonraki devletsiz anarşi zamanlarına denir. Bu hangi fetretti ?
Uzak Doğunun Çin ve Hint medeniyetleriyle Yakın Doğunun Irak, Mısır ve Akdeniz medeniyetleri arasında en istikrarlı geçit İran yaylâsıdır. Çin ve Hintten kalkacak kervan, Akdeniz kıyılarına inmek için, İran yaylâsından aşıp gelirdi. Bu tarihsel karayolunun en işlek kuzey kestirmeleri üstünde Horasan ve Hvarzim ülkeleri gelişmişti. İslâmlıktan az önce, bitmez tükenmez Bizans - Acem savaşlarıyla tıkanmıştı. O zaman, Umman denizi üzerinden güney yolunu deneyen İslâmlık sahneyi tuttu. Tarihsel orta karayolunu açar açmaz, iç zıtlıklarla parçalandı. Bir sürü "Tavâlfülmülûk" bin başlı müslüman derebeylikleri orta yolu gene tıkadı. Bu sefer, Ortaasya yollarının eski bekçileri ve kervancıları işe elkoymak zorunda kaldılar. Cengiz ve oğulları, Takakifül-mülûk devletçikleriyle yaptıkları ticaret andlaşmalarının para etmediğini görünce kılıca sarıldılar. Daha doğrusu gerek Çin, gerekse İslâm medeniyetlerince elaltından saldırmâya kışkırtıldılar. Cengiz, Hvarzime karşı Bağdât Halifeliği ile Rum Selçukluları tarafından çağırılır. Hülâgû, bizzat Bağdat Halifesinin vezirleri tarafından çağırıldı.
Orta Barbarlığın tâze vurucu gücü, büyük Orta kervan yolunu kanla, demirle açtı. Zengin ticaret ve İslâmlık merkezleri : Buhara, Semerkand, Belli, Merv, Hcerat kentleri yakılıp yıkıldı. Çevrelerde ilişen yığınla kabile ve aşiretler, Batıya doğru ürkütüldüler. Cengiz zamanı 17 yıl süren Fetret çağında göçmen kuşlar gibi bilgin katarları akıntıyla Batıya sürüklendiler. Mevlânâ Celâleddin Rumî'nin babası Buharalı Emir Sultan, Şemseddin Tebrizi, Sadreddin Konevî, Burkhaneddin Mehmet Tebrizi, Ermiyeli Hüssameddin, Şehabeddin Süherversi, İdrisi, Cenâbî ve ilk, ve ilh... bunlardandı. (17). Anlaşılan, Abdülazizin babası da, bilgin katliâmı yapan Hülâgû oğullarından, aynı mekanizma ile yakayı kurtarınca yeniden Batıya kaçıp Konya'ya sığınmıştır. Ve Abdülâziz :
"Geldi Konya'da vücuda kendüzi
"Salı Alâeddin nesliydi özi" (Me. 7)
Bir nokta kalıyor : Âbdülâzizin dedesi Konya'dan kaçmışken, şimdi babası Konyaya dönebilir miydi ? Aradan yüz yıl geçmiş, kendisinden kaçılan İzzeddin Keykâvus çoktan ölmüştü. İzzeddin’in torunu II. Gıyasüddin'le birlikte Rum Selçuklar Moğol oyuncağı olmuşlardı. II. İzzeddin Mısır’la andlaştığı için azledildi. Kırım’da öldü. Üç oğlundan Mesud’u Abaka kovar, Mahmut Gaazân, Doğuya hükümdar yapar. II. İzzeddin'in üçüncü oğlu Feramürz'ün de üç oğlu vardır. Konya hükümdan II. Alâeddin, Şeyhin dedesi Abdülâziz ve Abdülmümin.
Bu kısa geçmiş Şeyhin alınyazısı olmuştur : 1-FETRET : Şeyhin soyunu yeriden oynatıyor. Dört kuşak yukarıdaki dede Cengiz akını sonuçlarıyla öldürülüyor. Aynı Uzak ve Yakın Doğular arası kervan yolunu, aynı ticaret amacıyla aynı Tatarlar 13. yüzyıl başında Cengiz,14. yüzyıl sonunda Timur adı altında açıyorlar. Bu "Aziym Fetret" in ikincisinde Şeyh Timur "Afet"ini gözüyle görmek için Tebrize dek koşacaktır. 2- Devrimcilik : Şeyhin atalarını ve halkçı geleneği Selçuklularda kazıyan İzzeddin Keykâvus'un Sivas’taki mezarına şöyle yazılmıştır. "Saltanat tahtından mezar evine indi. Hazineleri, gücü kalmadı. Gezisini yaşayışiyle birlikte bitirdi. İşte her şey böyle zevâl bulur." (18). Demek Şeyhin soyu böyle kişilere karşı, halka yakındı. Onun için, o sarayları titreten yaman İslâmiyye devrimciliği, Şeyhin ruhunda parlayacaktır. 3- Ülkücülük; Şeyhin ataları inançları yolunda ölmeyi bilmiş, büyük fikir şehidi olmanın yüceliğine ermişlerdir. Abdülâziz'in dedesi : Medeniyetin biricik ölmez değeri bilim uğruna ilk büyük bayrağı çekmiştir. Şeyh o bayrağı dedelerinin elinden alıp, dünya saltanatı peşinde insanları ezenlere karşı çıkacaktır.
B - Osmanlılık Ve Şeyhgil
Şeyhin ataları, Rum Selçukluları sarayından uzaklaşınca, Bağdat'ta bir çeşit bilim hânedanı kurmuş oldular. Ancak, zamanın yaman kargaşalıkları ortasında kılıç ve baş kesin rolü oynuyordu. Her sahici müslüman, bilimi kılıç gibi kullanmak zorundaydı: Göçebe geleneğinin medeniyet ülkücülüğü kişileri ister istemez hem EVLİYA (Hâvâri, hem MÜCAHİD (kutsal asker) demek olan GAAZİ (Şövalye) yapıyordu. Şeyhgil de soyca yarı bilgin, yarı mücahit kesildiler.
I - Osmanlı Kuruluşu Ve Şeyhgilin Gaazileri
Adil oğlu Oruç'un yazdığı "Tevârih'i Al'i Osman’a göre,Osman henüz adsız binlerce gaaziden biri iken, yeğeni Aktimur ile Selçuk Sultanı Alâeddinden (şeyhin dedesinin kardeşinden) silâh yardımı alarak Karahisarı ele geçirdi. Bunun üzerine Alâeddin, veziri Abdülazizle (şeyhin dedesi ile) Osman Gaazi'ye : "Mısır hükûmdarlarından gelmiş Hz. Peygamberin ak sancağı ile tuğ ve alem ve değerli başka hediyeler gönderdi.
Osman Gaazi:
Gönder üzerindeki hilâli çıkartıp, büyük bir saygı ile otağı üzerine koydurdu." Bay Kaygusuz : "Abdülaziz'in ve kimi hısımlarının sonradan Osmanlılara geçmesi, mutlaka bu ilk tanışmanın tesiriyledir" (Keza, 31) diyor. Demek Osman Gaazi'nin tarihe ilk girişi, Şeyhgilin eliyle olmuştur. Öyleyken, Şeyhgilin en ufak mevki hırsı gözetmediler. Din düşmanı saydıkları hristiyanlığa karşı savaşmak onlara yetiyordu. Saltanatın ne olduğunu öğrenmişlerdi. Batıya karşı Osman oğullarına kavga yoldaşı olmaktan başka amaç akıllarına gelmedi.
Osmanlılığın kuruluşu gibi, en cesur fetihlerinde de Şeyhgilin payı hiç bir tarihte yazılmadık kertede büyük oldu. Osmanlı akıncısı olarak Çanakkale önüne geldikleri vakit, Şeyhin dedesi Abdülâziz yüz yaşını aşkın bir pirdi. Çoğu gaaziler gibi hem derviş, hem kılıç eriydi. Önce Mevlâna Celâleddin Rumi'nin has haremine emin oldu.
"Pire hizmete itmiş idi ol emir
"Şâhlar halinden olmuştu habir
"Hazret'i Mevlâna'ya ermişti ol
"Eşiğine nice yıl olmuştu kul." (Me, 6)
Mevlânâ ölünce, Hüsameddin Rumî Çelebi'nin "Şamda'nına mum" olmakla yetindi. Saltanatı dervişlikle seve seve değişmiş, fukaralıkla kendisini hiçe saymaktan daha yücelik bulamamıştı: "İhtiyar etmiş idi fakr'ü fenâ-âna vird olmuş idi hamd'ü senâ" (Me, 6). Gaazinin anladığı "Fenâ : Yokolma" tekkede fodla öğütülüp, yasla da ölmek değildi. Olumlu işler görüp, yaratırken yitmekti. Hangi gün "Gazâ kapısı açılsa" Abdülâziz "Fiy sebil'il -lâh" (Tanrı yolunda) elde kılıç o kapıdan er meydanına ilk çıkan olurdu. Savaşta uğuru denenmişti.Beyoğulları (şehzadeler) Abdülâziz'siz kavgaya girmezlerdi.Yiğitliği yazılmakla tükenmezdi : "Önüne düşerler idi Gaaziler - Konsa dolardı oyalar, yazılar - Her gazâda bile olsa idi ol-Cümleye nusratla hak açardı yol" yüzyılı aşan tecrübesiyle hep ileriyi görürdü. Her dediğinin çıktığı denenmişti: "Bir sözü söylerdi ol günde ayân - Ertesi vaaki olurdu ol heman" (Me,6)
Altay, oymak öğütlerinden beri, Osmanlı yiğitlik geleneğinde: Üçler, Yediler, Kırklar vardır. Abdülâziz tayfası YEDİLERdendi: "Yedi kimse idi bunlar, ey civan –Heft encümveş yere taban olan.". (Me, 7) Yeryüzüne ışık saçan bu yedi yıldızın başı Abdülazizden sonra, iki kardeşi gelir; biri Abdulmumin. Yürekli çeridir; Abdülâzizin bilgin oğlu (Şeyhin babası) İsrail (19)dir. Genç İsrail hem Şeriat hem Cenk yiğitiydi : "Buyruğunu tutardı Allahın tamam - Hükm'ü Şer'a olmuş idi kalbi râm Dirler içli ana İsrail'i vakt - Cenge oldugu içün Azrail'i vakt" (Me, 8).
Şeyhgilden tarih denizinin yüzeyine çıkan beşinci baş :Abdülâziz'in kızkardeşi oğlu Tülbentli İlyas'tır. O sıra, her çeri "börk" denilen keçekülâhı giyerken o ak sarığı ile tanınırdı:"Kimse tülbent giymez idi ol zaman - Doğru börkler giyer idi her civan - Ak amâme sarıyor ol gördüler Lâkabın Dülbendli İlyas verdiler."
En sonra gelmekle birlikte, adlarını güçleriyle Osmanlı tarihine sokmuş olan Şeyhgilin iki Türk şövalyesi: Hacı İlbeyi ile Gaazi Ece'dir. Bunlar Abdülâziz'in kızkardeşi kızının oğullarıdırlar. Babaları, hiç de Selçuk hanedanından gelmiyordu Menâkıb'da yalan yok : "Lik, nesli Âl'i Selçûki değil Gürgen tohumu dürerlerdi; öyle bil" (Me, 8). Bu gürgen tohumu çocukların atları vardı (20). Kılıçları hakkına "Nâmdâr ve küfre lâyık kimselerdi." Tarihte değme Osman oğullarıyla atbaşı birlik ün bırakacaklardı.
II- Rumeliye Geçiş
Osmanlının Rumeliye geçişi, doğrudan doğruya Şeyhgil "Yediler" inin eseridir. Bir gün "Beşe Süleyman ile bu yedi acar" deniz kıyısında buluştular. Nasıl etsek te : "Rumeli İslâm ile bayındır olsa diye düşündüler. O gece "Şeyh Süleyman" bir rüyâ gördü: Bütün erler toplaşmışken, görünmez eller :
"Diktiler önüne bir kâfur mum
"Şûlesinde görünür aksây'i Rum
"Noş minâreler yapılmış ol zaman
"Okunur savt'ı bülend ile ezan." (Me, 9).
Görüyoruz, Rumelinin fethi Osmanoğullarının rüyalarına Şeyhgil Yedilerinin baskısıyla girmiştir. O altbilinç karanlığında enerji kazanan ülküyü, bomba gibi Osmanlı bilincine çıkaranlar da gene Yedilerin başı olur. "Beğe"liği, sonradan "Paşa"lığa çevrilen Orhan Gaazi oğlu Süleyman "Kâfur mumu ışığıyla tüm Rum ilinde "Hoş minarelerden avaz avaz ezanlar okunur görüşünü yoldaşı Gaaziye anlatır anlatmaz o : "Dedi bir fethe işarettir, tamam! - Himmet idinüz geçelüm cümlemiz – Din uğruna yeğdür anda ölmemüz Yediler'in dinamizmi zincirinden boşandı. Abdülâziz'in yorumu üzerine : Beşe Süleyman, Gaazi Ece, Gaazi İsrail, Gaazi Abdülmümin, Hacı İlbeği ve arkadaşları, gemi ile karşıya geçtiler. Beşe Süleyman : "Az zamanda çok etti fütûh - Sonra attan düşüp teslim etti ruh." (Me, 9) Süleyman'ı "Bolayırda kodular". Türbesini yapıp, ertesi gün sağ kalanlarla gazâya çıktılar. Her davranış öylesine basitti. İş yapıldığı için, kişi tapıncı ile adam aldatmaya kimse kalkmıyordu.
Osmanlının Rumeliye geçişinde Şeyhgil'in oynadığı önemli rolü, resmî tarih de gizleyemez. Cihannümâ (21) daha çok ayrıntılar verir: Süleyman Beşe ilkin Ece Bey ve Gaazi Fazıl'la sözleşir.Bu adamlar Virancahisar denilen yerde Güğercinliğin aşağısından Çinihisar yanlarına geçerler. Orada canlı bir esir yakalarlar. Öldürmek şöyle dursun, esire "Hil'at" giydirirler. Gönlünü alarak, Hisar'a girilecek yeri öğrenirler. Onun üzerine, 80 kişi toplanıp, sallarla karşıya atlarlar. Hisar'ı ele geçirirler. Burada adıgeçen Fâzıl bey Şeyhin amcası, Gaazi Ece halasının torunudur.
(Kâtip Çelebi : Cihannümâ, Elyazması, No. 170, s. 682. Köprülü Meh. Pş. Kütüphane.)
Hikmet KIVILCIMLI
(1) Molla Hafız Halil (Şeyhin torunu) : "Menakıb'ı Şeyh Bedreddin İbn'i Kadi İsrail", yazılışı Fatih çağına çıkan manzum elyazması.1935 yılına gelinceyedek hiç bir yerde adını işitmediğimiz bu çok zengin eser başlıca kaynağımız olduğu için, oradan aldığımız pasajları yalnız parantez içinde rakam yazarak işaretleyeceğiz : Örneğin (Me, 7) : Menâkıbın yedinci sayfası demektir. Değerli düşünürümüz Bay Bezmi Nusret Kaygusuz.
(2) M. Şerafettin (Darülfünun İlâhiyat Fakültesi Tarih'i Kelâm Müderrisi) "Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin", s. 4. 5. Evkaf Matbaası. 1341-1925. İstanbul. Yazar "Menâkıb"ı bilmediği için, Şeyh üzerine pek seyrek olarak ileriye sürdüğü kanılarında yanılır. Gene de Şeyhi ilk defa karanlıktan kurtardığı için emeğine teşekkür borçluyuz. Eseri için (M.Ş.) rumuzunu kullanacağız.
(11) Osman Gaazi'nin büyük oğlu Alâeddin, Orhan Gaazi'nin büyük oğlu Süleyman Paşalar, vezir idiler. Türkçede Paşa sözcüğü, Padişahınoğlu anlamına gelir. (Hamma c. I, Abdürrahman Şeref: "Tarih'i Osmâni", c. I, s.103)
(12) Selçuk Alâeddin'lerinden birisi 10 uncu Selçuk Şahı "Gıyasüddıin Keyhusrevin oğlu Alâeddin Keykubat 1:1220 ilâ 1237 (D. 617-536) dir; ötekisi : "Alâeddin Keykubad oğlu Gıyasüddin Keyhusrev oğlu İzzeddin Keykâvus"un oğlu Alâeddin Keykubad II dir. Bu 1393 ilâ 1401 (D. 697-700) yıllarında saltanat süren 15 inci Selçuk hükümdarıdır. Anlatılan olaylara yakın olanı, birinci Alâeddin'dir.
(13) 1193 ilâ 1202 (D. 589-599) yılları Selçuk Şahlığı yapan "Rükneddin, gizlice, dinsiz İsmailiye Partisi’nin taraftarı idi. Bir gün bir filozof (Hakim), ile bir derviş, hükümdarın sarayında ve huzurunda çekişiyorlardı. Derviş Hakimin kıyaslarına yenilince ona bir tokat atma kertesinedek içerledi. "Rükneddin ise bu çekişmeye hiç karışmadı. Derviş geri dönünce, Hakim, kendi huzurunda böyle kötü işlemlere uğradığından dolayı Rükneddine gocundu." Hükümdar, ona şu karşılığı verdi; "Eğer ben filozofların doktrinini açıktan açığa savunacak olursam, halk hepimizi yokeder." Aynı Hükümdar bir yaşlı kadının yoğurdunu çaldığı için, Nedimi güzel Ayaz'ın karnını deştirmiştir." (Hammer : Osmanlı Devleti Tarihi" Tercüme'den Mehmet Atâ c. I. s. 71. Bedrosyan matbaası, İstanbul,1329).
(14) Örnek;1202 de Şah Rükneddin öldü. Yerine geçen oğlu İzzeddin Kılıçaslan Hammerce 5 ay Saltanât süremedi. Konstantiniyye (Bizans)tan gelme Gıyasüddin Keyhusrev tarafından yenildi (1203 G. 600) O da 7 yıl sonra Savaşta öldürüldü (1211 G. 607) ve ilh.
(15) Abbasî halifelerinden Mu'tasam adını alan 2 kişi vardır. Biri Zekeriyâ bin İbrahim; Cengiz 'den 200 yıl sonra Mısır'da görülmüştür. Ötekisi, Bağdat'ta hüküm süren : Mu'tesim-billâh: Rum Selçuklularından 2 ve Cengiz olayından 4 yüz yıl önce yaşamıştır. Nâsır' ı Tûsi : Kadim Fars folklorunu 30 yıl uğraşıp 60 binden aşırı beyitle derleyerek "Şehname" anıt eserini yazan, büyük acem Homerosu sayılacak Firdevsi'dir. Firdevsi'nin Bağdat'la ilişiği yoktur. Kendisi de Hûlagû'dan 2 yüzyıl önce yaşamıştır. İbn'î Hacib'e gelince :Babası, Emir İzzeddin Salâhi'nin "Hâcip"liğini (kapıcılığını) yapan bir kürttü. Kendisi, mâliki fakiyhlerindendi. Mısır'ın Kons eyâleti, Esnâ kasabasında 1175 (d. 570) yılı doğmuş,1248 (D. 646) yılı İskenderiye'de ölmüştür. Menâkıb İbn'î Hacib'in Hülâgû oğlu elinde öldürüldüğünü yazıyor. Belki o sıra Bağdattaydı. Öldü sanılıp kaçmıştır.
(16) İbrahim Hakkı : "Tarih'i Umumi", c.11, s. 8 - 9 - Karabet matbaası, İstanbul 1305.
(17) Hammer : c. I. s. 76, l.14, c.lll, s. 83
(18) Hammer : Keza
(19) Şeyhin babasının İsrail adı, Selçuklularla ilişiğini gösterir. Osmanlı Türklerinde İsrail yoktur. Adlarını torunlarına vermek eski barbar geleneğidir. İlk Selçuk'un kardeşi İsrail idi. Hammer cl. s. 65, 70)
(20) Menâkıb yazarı, Şeyhi Selçuk hânedanına bağlamakla öğünmeye düşseydi. Yediler arasına gürgen tohumu derlemekle geçinenleri katmazdı, hiç değilse o noktada susardı. Menâkıb'ı olağanüstü gerçek belgeliği kuşku götürmez. "Bu menâkıb içre ne kim söyledim - Şeyhten işitileri nakleyledim - Niceler Şeyhe menâkıb yazdılar- Yazdılar amma, havada gezdiler, derken Halil kuru "İddia" yapmaz.
Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Mahmud :
15. yüzyıl düşünürü ve eylem adamı.
Edirne civarındaki Simavna'da 1365'da doğan Şeyh Bedrettin, Bursa, Konya, Kahire gibi devrin en büyük ilim ve kültür merkezlerinde eğitim gördü. Mısır’da Muhammed Bin Ekmeleddin, sonradan ünlü bir tıp bilgini olan Hacı Paşa, ozan Ahmedi, Şemsettin Fenari gibi islam düşüncesinin o çağda önemli aydınları arasında yer alıp ilk tasavvuf eğitimini alır. Şeyh Hüseyin Ahlati de bu bilginlerden birisidir. Şeyh Ahlati Alevidir. Şeyh Bedreddin ise, aldığı eğitim çerçevesinde sünnidir. Ancak aradan geçen zaman Şeyh Bedreddin’i Alevi anlayışa doğru sürüklemiştir. Şeyh Hüseyin Ahlati öldükten sonra onun yerine geçer. Bu görevi fazla uzun sürmez. Şam, Halep, Karaman, Konya, Aydın, Tire ve İzmir’e uğrar ve 1406 yılında Edirne’ye gelir.
Bu zamanlar Osmanlı’nın taht kavgaları yaşanmaktadır. Musa Çelebi bu kavgadan “galip” çıkarak Edirne’yi ele geçirir. Şeyh Bedreddin kazaskerdir artık. 1413 yılında bu görevi son bulur. Musa Çelebi’nin kardeşi Çelebi Mehmet tahtı ele geçirir ve Şeyh Bedreddin’i İznik’e sürgüne gönderir. Şeyh Bedreddin burada örgütlenme faaliyetlerini artırır. İnsanlar daha önce de söylediğimiz gibi, taht kavgalarından dolayı huzursuzdur. Bu huzursuzluğunun yanında Osmanlının baskıları da eklenince bıkkınlık artar.
Şeyh Bedrettin; Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa gibi yakın arkadaşlarıyla birlikte İznik'te kurdukları, bir tarikatla, Anadolu ve Rumeli'de fikirlerini yaymaya başladılar.
Bu görüşler Anadolu’ya yayılır. Bunda en önemli rol de Şeyh Bedreddin’in müritlerinden özellikle Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’dir. Anadolu’nun değişik kentlerinde örgütlenme çalışmaları yapan bu insanlar Şeyh Bedreddin’e oldukça insan kazandırmıştır. Börklüce Mustafa Aydın’da, Torlak Kemal ise, Manisa’da Osmanlı ordusuna karşı direnişler gerçekleştirmektedir.
Bu direnişler Osmanlı tahtı için tehlikeli görülür. Çelebi Mehmet direnişi bastırmak için askeri gücünü seferber eder. Karaburun’da Börklüce Mustafa işkence edilerek öldürülür. Bu direnişlerde Osmanlı ordusu kayıplar vermektedir. Fakat, direniş bastırılır. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal işkencelerden geçirilir. Bu işkencelere karşı kahramanca direnilir, teslim olunmaz. Bu yenilgiden sonra Şeyh Bedreddin, Rumeli’de önce Eflak, oradan da kendisini sevenlerin çok olduğu Deliorman’a gider. Burada Osmanlı Ordusuna esir düşer ve Serez Çarşısı’nda, 1420’de idam edilir.
Şeyh Bedreddin’in müritlerinden Börklüce Mustafa, bazı kaynaklara göre, Sakız Adası yörelerinde Hıristiyanlar ve keşişlerle ilişki kurup, onlara Şeyhin görüşlerini açıklamış, böylece belki de o güne kadar dini farklılıkların üstünü örttüğü “hak edilmiş bir ortak yaşantı” kurmak amacıyla ortak davranma yollarını araştırmıştı.
Bedreddin'in ve yoldaşlarının Fetret devrinde Osmanlı'ya karşı giriştiği ayaklanma Türkiye'de toplumsal sosyalist hareketin beslendiği kültürel damarlardan birisidir Orhan Asena 'nın bir tiyatro oyununa, Radi Fis 'in ve Erol Tay' un birer romanına ve Nazim Hikmet 'in bir şiirine konu olmuştur bu ayaklanma.
Felsefesi
Bedreddin sevgiyi, insanın bütün kötülüklerden kurtulması, yücelmesi ve Tanrı katına yükselmesi olarak anlar. Eşitlik ve kardeşlik düşüncesini hep ön planda tutar. Bu anlamıyla döneminin komünar önderlerindendir. Bu önderlik Anadolu topraklarında bir kesişme noktası olmuştur.
Şeyh Bedrettin, 1200'lü yıllar Anadolu'sunda geliştirilen felsefe sistemini, 1400'lü yılların ilk çeyreğinde bir devrim meşalesine dönüştürerek taşımaya çalışmıştır. Doğa ve insan olanaklarının gerçek kapsamları ve gerçek boyutları içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Onun savunduğu düşüncenin özünü ifade eden "ünlü söylemi" şudur:
"İlahi irade dahi, bir nesnenin (ancak) yeteneğinde olanı Allah'ın dilemesi demektir; yoksa, o nesnenin yeteneğinde olmayanı, Allah'ın istemeye yetkisi yoktur".
Bedrettin, hemen her şeyin insanlar arasında ortak, paylaşabilir ve mubah olmasını bir eşitlik ilkesi olarak görmüştür. Osmanlı toprağında yaşayan halklar arasında, din farkının kaldırılmasını ve Müslüman olmayanların da ülke topraklarından yararlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu çerçevede "bir toprak reformu ve buna koşut olarak dinsel bir reform" yapılmasını savunmuştur. Bedrettin her ne kadar dini bilimler okumuş olsa da, kendisi daha çok toplumun ekonomik ve sosyal yönüyle ilgilenmiştir. Öbür dünya yerine bu dünyaya yönelmiştir. Her şeyin insanda bulunduğunu, doğa ile insanın bütünlüğünü vurgularken, emeğin doğayla ilişkilerini açıklamaya çalışmıştır. Bu nedenle üretim-tüketim sorunlarıyla da yakından ilgilenmiştir. “Tanrı malı, Padişah malı” düşüncesine de karşı çıkmıştır. “yarin yanağından gayrı her şey ortak” tezini geliştirmiştir. Böylece Şeyh Bedrettin’de, üretim araçlarının mülkiyeti açısından, çok ciddi bir sosyalist düşünce anlayışının filizlenmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bedreddin’e göre, dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Bedreddin bu bağlamda derki “Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır.”
O, bilginin önemi açısından bilgisiz kişilerde sezginin de olmayacağını öne sürer. Yanılmanın esasen bilgisizlikten kaynaklandığını, oysa bilgi ve akıl ile yanlışa düşmenin mümkün olamayacağını söyler.
Bedrettin, varlık birliği denilen “Vahdet-i vücut”ta insanın tanrıyla birliği düşüncesine inanır. Bunun dışında Tanrı’nın kavranmasının güçlüğünü anlatır.
Ona göre insan, özellikleri bakımından Tanrıdan bir parçadır. İnsanların yaradılışında tanrı bir yönüyle kendisini örneklemiştir. İnsanların tanrının güzelliklerini, iyiliklerini taşımaları gayet doğaldır, ve bunda hiç bir sakınca aranmamalıdır. İnsan yaradılışında, diğer varlıklardan üstün tutulmuştur. Bu nedenle insanoğlu düşünce gücü ve yetenekleri bakımından Tanrı’nın kendisine aktardığı üstün niteliklerin değerini bilmelidir, ona göre davranmalıdır.
Bedrettin akıl konusunda başka bir yaklaşım getirerek, aklın tanrıyı kavrayamayacağını ileri sürer. “Tanrı’nın kavranması aklın sınırlarını aşar. İnsanın akıl gücü Tanrının büyüklüğünü, kudretini kavramak için yeterli değildir. “
“Tanrı’nın varlığı tüm evreni tamamlar. Evrenin varlığı yine Tanrı ile varoluşundandır. İbadetin koşulu ve kuralı yoktur. Tanrı her türlü ibadeti kabul eder.”
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber
hep beraber sürebilmek toprağı
ballı incirleri yiyebilmek hep beraber
yarin yanağından gayri her şeyde
her yerde
hep beraber
diyebilmek için
on binler verdi sekiz binini..."
Olup Mansur, bu yolda verdi bâşın
"Hüdâ aşkında hiç çatmâdı kaaşın
"Münafıklar atarlar tain taaşın
"Bizim mürşidimiz Şeyh Bedreddindir."
(Menâkıb, s. l38)
Molla Hafız Halil
(Şeyh Bedreddin'in torunu)
Siyasi faaliyetleri
Osmanlı devleti 1402 Ankara savaşıyla birlikte tarihte fetret devri diye anılan tam 13 yıl sürecek olan büyük bir bunalım ve buhran devresine girmişti. I. Bayezid’in Osmanlı devletine tabi olan Türk beyliklerini ve yabancı tabi devletleri tek bir merkez etrafında birleştirme çabası kendisi de bir Müslüman-Türk devleti olan Timur Devleti’nin Anadolu’daki hâkimiyetini tehdit eder hale gelmişti. Anadolu’daki bu hâkimiyet mücadelesi neticesinden 1402’de Osmanlı-Timur Devletiyle Ankara savaşı vücut bulmuş ve savaş neticesinde I. Bayezid mağlup olup esir olmuştur. Bu tarihten sonra Osmanlı tahtı boşlukta kalmış ve Yıldırım Bayezid’in 4 oğlu olan İsa, Musa, Mehmet ve Süleyman şehzadeler arasında amansız bir taht mücadelesi başlamıştı. Şehzadelerin bu taht mücadeleleri esnasında Musa Çelebi kardeşi Süleyman’ı ortadan kaldırarak Edirne’ye geçmiş ve burada hükümdarlığını ilan etmiştir. Musa’nın ilk faaliyeti devlet kadrolarındaki kendisine muhalif olan eski bürokratları temizleyip yerine kendi mahiyetindekileri getirmek olmuştur. Bu atalardan en mühimlerinden biri de Şeyh Bedreddin’in Musa Çelebi’nin ısrarı yahut emriyle 1411’de kazaskerliğe getirilişidir. Ancak Bedreddin’in aktif meşru siyasi hayatı Mehmet Çelebi’nin Musa Çelebi’yi ortadan kaldırmasına yani 2 yıl kadar devam edebilmiştir.
Mehmet Çelebi, Musa ve etrafındakileri ortadan kaldırmakla birlikte şeyh Bedreddin’in üstün ilim hünerine hürmeten onu öldürtmemiş ve ailesiyle birlikte İznik’e sürmüştür. Ayrıca kendisine Çelebi Mehmet tarafından aylık 1000 akçe de ulufe tahsis edilmiştir.<!--[if !supportFootnotes]-->[xi]<!--[endif]--> İznik’te eserlerini yazmakla meşgul olan Şeyh Mısır’dan gelen davet üzerine hacca gitmek için Çelebi Mehmet’ten müsaade istemiş fakat bu arzusu kabul edilmemiştir. Tam bu esnada Kahire’de Edirne’ye avdeti sırasında Tire’de tanıştığı ve daha sonra Kazaskerliği esnasında Kethüdalık vazifesine tayin ettiği ele avuca sığmaz müridi Börklüce Osmanlı devletinin içinde bulunduğu buhran ve iç karışıklıktan istifade ederek büyük bir isyan hareketini ateşlemiştir. <!--[if !supportFootnotes]-->[xii]<!--[endif]-->
Börklüce Aydın’da üç bin kadar taraftar toplamayı başarmıştı. Bu esnada Şeyhin yine Kahire dönüşünde Kütahya’da tanıştığı Torlak Kemal Manisa civarında Börklüce gibi iki bin kişiyi etrafına toplamayı başarmış halkı isyana teşvik etmişti. Hadisenin kaynaklara yansıyan en ilginç yönlerinden birisi de devrin çağdaşı Bizans tarihçisi Dukas’ın tarihinde yer almaktadır. Dukas olayı naklederken ilginçtir ki Torlak Kemal ve Şeyh Bedreddin’den hiç bahsetmez. İsyanı tamamen Börklüce Mustafa’nın adı altında aktarır. Aynı şekilde Fatih devri müverrihlerinden Şükrullah da Behçetü’t-tevarih adlı eserinde Şeyh Bedreddin’den hiç bahsetmeden Börklüce Mustafa isyanını anlatır. Kaynakların verdiği bu bilgiler bizim isyanın şeyh kaynaklı olup olmadığı hususundaki şüphelerimizi arttırmaktadır. Çünkü Şeyh’e atfedilen sözlerin fikirlerin neredeyse tamamı Börklüce Mustafa’nın halk içindeki propagandalarının olduğu açık görünmektedir. “Yarin yanağından gayri her şey ortaktır. “ gibi İslam şeriatına müsait olmayan sözlerin Börklüce Mustafa’ya ait olduğu anlaşılıyor. Osmanlı kaynaklarında umumen Börklüce Mustafa’nın peygamberlik iddiasıyla (şeyhlikten şahlığa temayül) ortaya çıktığı ve ortalığı yakıp yıkıp yağmalayarak isyan ettiği fikri öne çıkmaktadır.
Çelebi Mehmet isyanı bastırmak üzere İzmir sancak beyi Aleksandır’ı görevlendirir. Ancak Aleksandır isyanı bastırmaya muvaffak olamamıştır. Bunun üzerinde Çelebi Mehmet işin ehemmiyetini anladı ve Saruhan beylerbeyi Timurtaşpaşazade Ali Bey’i bu işle görevlendirdi. Ancak Ali Bey dahi mağlup oldu. Kendisini zor kurtarıp Manisa’ya kaçtı. İyice ehemmiyet kazanan isyana büyük bir tedbir alınması gerekmekteydi ve Çelebi Mehmet bu işi kökünden halletmek üzere Veziriazam ve Beylerbeyi olan Bayezid paşayla beraber mahdumu şehzade Murad’ı daha büyük bir kuvvetle Börklüce kuvvetleri üstüne gönderdi. Bayezid Paşa evvela yoldaki asi grupları temizledikten sonra isyancıların sığındığı dağa ulaşmayı başardı. Bu sefer isyancılar Bayezid Paşa’nın kuvvetleri karşısında mukavemet edemeyip teslim oldular. Bayezid Paşa asileri sorguladıktan sonra işin başının Börklüce olduğunu anladı ve asileri onun gözünün önünde boğazladı. Asiler “dede sultan eriş” nidalarıyla can verdiler.<!--[if !supportFootnotes]-->[xiii]<!--[endif]--> Börklüce elleri tahtaya mıhlanmak suretiyle çarmıha gerildi ve bir deve üstünde şehirde teşhir edildikten sonra katledildi. Manisa taraflarındaki Torlak Kemal isyanı Börklüce’nin başlattığı Karaburun isyanı kadar büyük olmayıp bastırılması daha ziyade kolay olmuştur. Bayezid Paşa ve Şehzade Murad Torlak Kemal ve mahiyetindeki asileri astırmak suretiyle isyanın Aydıneli kısmını bastırmışlardır.
Şeyh Bedreddin’in yakalanarak idam edilmesi
Müridleri tarafından çıkarılan bu halka ayaklanmalarının başını ağrıtacağını düşünen şeyh tahminen 1416 Temmuzunda Kastamonu’ya geçmiş ve Musa Çelebi ve Cüneyt’in müttefiki olan İsfendiyer Bey’den kendisini Tatar illerine, Şahruh’a göndermesini talep etmiştir. Ancak Çelebi Mehmet’ten ziyadesiyle çekinen İsfendiyar Bey bu teklifi reddetmiş ve şeyhi Kırım’a göndermiştir. Bu sırada Eflak ve Boğdan arasında süren savaş yüzünden Kırım’a gitmekten vazgeçen Şeyh sonucu ne olursa olsun Edirne’ye dönmeye karar vermiştir. Zağra’dan Silistre ve Dobruca’ya oradan da Deliorman’a geçen şeyh Kazaskerliği döneminde buralarda çok sevildiği ve bir Şeyh olarak da kabul gördüğünden dolayı olsa gerek ki çevresinde geniş halk tabakaları toplanmaya ve ona eşlik etmeye başlamışlardır. Fakat halkın bu eşlik edişini bazı kesimler kötüye yormuş ve şeyhin isyan için hazırlandığı rivayetlerini yaymaya başlamışlardır. Mehmet Çelebi’nin de kulağına giden şikâyetler sonucu padişah onun isyan arefesinde olduğu hükmüne varmış ve Bayezid Paşa’yı Bedreddin’in üzerine göndermiştir. Bu noktadan sonra isyan Deliorman’da fiilen başlamıştır. Ancak daha isyanın ilk safhasında Börklüce ve Torlak’ın idam edildikleri haberi gelince şeyhin yanındakilerin kısm-ı azamı dağılmıştır.<!--[if !supportFootnotes]-->[xiv]<!--[endif]--> Bayezid Paşa Deliorman’a ulaşınca zaten büyük kısmı dağılmış olan isyancıları dağıtmış ve Şeyh Bedreddin’i yakalayarak Serez’de bulunan Çelebi Mehmet’in yanına götürmüştür.
Sultan Mehmet şeyhin ilmine ve tasavvuf erbabı olmasına binaen ona verilecek ceza hakkındaki fetvanın ulema tarafından verilmesini istemiştir. Şeyh dini telakkilerinin şer’an şuç unsuru taşıması ve devlete karşı ayaklanma ile suçlanıyordu. Bedreddin bu suçların ikisini de kabul etmedi. O dönemde İran’dan yeni gelmiş olan Heratlı Mevlana Haydar adlı âlim Şeyh Bedreddin’i sorgulamak üzere Sultan Mehmet tarafından görevlendirildi. Mevlana Haydar şeyhle giriştiği münazara neticesinde şeyhin dini telakkileriyle alakalı müdafaasını beratı için yeterli buldu ancak devlete karşı ayaklanma suçunu sabit bularak “şer’an katlinin helal malının haram”<!--[if !supportFootnotes]-->[xv]<!--[endif]--> olduğuna hükmetti. Menakıpnameye göreyse Mevlana Haydar Şeyhi suçlu telakki etmeyip serbest bırakılmasını istemiş ancak Bayezid Paşa’yla şeyhe düşmanlık eden çevresindeki diğer münafıkları ikna etmeyi başaramamıştır.<!--[if !supportFootnotes]-->[xvi]<!--[endif]--> İdam kararını şeyhin eski dostlarından olan ama şimdi ona ihanet eden yine bir İran kökenli âlim Fahredddin-i Acemi vermiştir. Rivayete göre Şeyh Bedreddin’in kendisi de bu hükmü haklı bulmuş ve İbn Arabşah’ın nakline göre Mehmet Çelebi şeyhten suçuyla alakalı hükmü bizzat kendisinin vermesini istemiş, Şeyh de bunun üzerine kendi idamına hükmetmiştir. 18 Aralık 1416 tarihinde Serez pazarında bir dükkân önünde asılarak idam edildi ve buraya defnedildi ve malları varislerine verildi.
Sonuç
Üstünden yüzyıllar geçmesine rağmen hala çok tartışılan bir konu olan Şeyh Bedreddin İsyanı meselesi hem zamanının kaynaklarının hem bu dönemin kaynaklarının kapalı bakış açıları nedeniyle hala aydınlatılmamış ve tarihsel bir incelemesi henüz yapılamamıştır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi Bedreddin’in fikirlerinin tam manasıyla anlaşılmadan sadece çeşitli malumatlarla ve varsayımlarla hareket edilerek yazılmaya çalışılmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Bedreddin gerçekten isyan etti mi ya da o günün tabirleriyle iştirakçi bir hayat tarzını tavsiye eden görüşleri var mıydı? Bu konuda açıkçası söylenebilecek çok fazla şey görülmemektedir. Olayı yakından inceleyen bütün kaynaklarda Bedreddin’e atfedilen fikirlerin neredeyse tamamının müridi Börklüce tarafından ortaya atıldığı görülmekte ve kimi Osmanlı tarihlerinde olayla ilgili Şeyh’in ismi dahi geçmemektedir. Hala gizemin korumaya devam eden bu konu ancak Şeyh’in yazmış olduğu diğer eserleri de incelendikten sonra açıklığa kavuşturulabilir kanısındayız.
Esasen Şeyh’in yazmış olduğu ve günümüzde birçok incelemesi yapılmış olan eseri Varidat’ında dahi Şeyh’e atfedilen fikirlerden hiçbirine rastlamamaktayız. Ancak Şeyh bu eserinde çok özgün dini açıklamalar yapmakta ve sanırız bu yüzden tepki görmektedir. Şöyle ki Şeyh eserinde Cennet ve Cehennem’in bu dünyaya içkin olduğunu ve onları ötelerde aramamızın yersiz olduğunu ve o ötelerde kurduğumuz dünyayı değil bu dünyayı düzenlememiz gerektiğini savunmaktadır. İşte bu noktada devrinin neredeyse bütün İslam âlimleriyle ihtilafa düşmüş olmasından dolayıdır ki ona bir takım yakıştırmaların yapıldığını düşünmekteyiz. Onun bu dünyanın bir eğlence mekânı olduğunu söylediği ve kadınlı kızlı meşk sofralarında yaşadığı iddia edilmiştir. Bütün bunların devrinde yaşayan ve onu rakip olarak gören yahut tam manasıyla anlamadan hüküm veren kişilerin yargıları olduğunu düşünmekteyiz. Biz Şeyh’in Varidat’ın da bu ithamlarla örtüşen bir yaşam tarzını tasvip edici bir görüşe rastlamadık.
İşin ilginç olan kesimi günümüz sol ideolojik yapılanması pek itibar etmemesine rağmen Osmanlı müverrihlerinin bu ithamlarını sanki gerçekmiş gibi kabul etmeleri ve Şeyh’i kutsamalarıdır. Şeyh’in daha Varidat’ın da verdiği bilgilerle bu zümre tarafından dışlanması gerekirken sanırız tarihsel bir zemin arayışlarından kaynaklanan bir iştiyakla Şeyh’e dört elle sarılmaktadırlar. Bu tür yaklaşımlar anakronik bir bakış açısı teşkil etmekte ve pekte muteber görülmemektedirler.
Sonuç olarak Şeyh Bedrettin Vaka’sı hala esrarengizliğini korumakta ve tarihsel-metodolojik bir çalışma sonrasında gün yüzüne çıkmayı beklemektedir.
Uzunçarşılı, Ord. Prof. İ. Hakkı; Büyük Osmanlı Tarihi, C. I, sf. 360
Michel Balivet; Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan, sf. 39
A.g.e; sf. 40
Severcan, Şefaettin; Şeyh Bedreddin Olayı, Türkler Ansiklopedisi. C. 9, sf. 265
A.g.e; sf. 266
Baba İlyas ve talebesi Baba İshak Kefersudî'nin ortaya attığı bir Türk mezhebidir. Gerçekte ise bütün dinleri birleştirme iddiasıyla ortaya atılan bir dindir. Bütün dünyaya yayılarak genelleşmiştir. Şamanizm'den izler taşıyan bu Babailik mezhebi Anadolu Türkleri arasında taraftar bulmuştur. Babailer, Baba veya resul olarak andıkları Baba İshak'ın peygamber olduğuna inanırlardı. 13. yüzyılda Selçuklu Devleti'ni haylî uğraştıran Baba İshak asılarak idam edilmiştir. Babailiğin, Vefailik, Kalenderilik, Haydarilik ve Yesevilik olmak üzere dört heterodoks tarikatın mensuplarını örgütleyip yönettiği, büyük çoğunluğuyla Türkmen zümrelerini içine alan, senkretik bir dini ideoloji kullanmasına rağmen, dini değil, sosyal-siyasi bir hareket olduğunu kabul etmek daha doğru görünüyor. Bektaşiliğin bu mezhepten türediği söylenebilir. Abdallık, Alevîlik, Çepnilik, Haydarilik, Kalenderilik, Kızılbaşlık, Tahtacılık üzerinde de tesirleri görülen Babaîlik sonunda Bektaşîlik içinde erimiştir.
Hacı Bayram-ı Veli tarafından 14. yüzyılın sonlarında Ankara'da kurulan bir tarikattır.
Michel Balivet; Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan, sf. 55
A.g.e; sf. 59
Severcan, Şefaettin; Şeyh Bedreddin Olayı, Türkler Ansiklopedisi. C. 9, sf. 267
Aşıkpaşazade Tarihi; Atsız, Nihal, M.E.B 1992, sf. 73
Dindar, Bilal; Bedreddin Simavi, D.İ.A, C. I, sf. 332
Uzunçarşılı, Ord. Prof. İ. Hakkı; Büyük Osmanlı Tarihi, C. I, sf. 363-364
Severcan, Şefaettin; Şeyh Bedreddin Olayı, Türkler Ansiklopedisi. C. 9, sf. 269
Aşıkpaşazade Tarihi; Atsız, Nihal, M.E.B 1992, sf. 75
Severcan, Şefaettin; Şeyh Bedreddin Olayı, Türkler Ansiklopedisi. C. 9, sf. 270