Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Psikoloji kategorisinde Nejdet Evren tarafından oluşturulan Sevginin Kökeni başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 19,470 kez görüntülenmiş, 120 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Psikoloji
Konu Başlığı Sevginin Kökeni
Konbuyu başlatan Nejdet Evren
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: Sevginin Kökeni

kişiyi tanımadan yargılamak; adına yargısız infaz deniyor...size yönelik söyleyeceğim hiç bir yargım yok; düşüncelerim nötürdür. ancak siz olaylara yargısız yaklaşmadıkça kişisel tartışmaya girmemin de bir anlamını göremiyorum. gerçek sevginin özgürlük ile bağlantısını açıklamayı sürdüreceğim.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Sevginin Kökeni

köle,çok kesin yargıları dile getirirken açımlamasını yada dayanağını yeterli yapmadığınız için anlamakta zorlanıyorum sizi.Nefreti öze alıp,sevgiyi ikincil olarak tanımlarken nefretten kastınız,bağımlılık ve zorunluluğun,özgür olamamanın içgüdüsel tepkisimi? yada varoluşumuzla birlikte barındırdığımız bir duygumu nefretten kastınız?
 

köle

Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Eyl 2009
Mesajlar
146
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Ynt: Sevginin Kökeni

Evet varoluşla birlikte gelen temel duygu. Öfke ya da nefret. Fakat sonradan ketlenen, yerine bir şekilde sevginin geçirildiği duygu. Muhtemelen bebeklik yıllarında, annenin tanrı zannedildiği o evrede, öfkemizi susturmak zorunda kalıyoruz. Ve bu böyle sürüp devam ediyor.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Sevginin Kökeni

Varoluşumuzla birlikte gelen bana göre özgürlük duygusudur,nefret ve sevgi ise dediğin gibi bebeklik yıllarından başlayarak oluşan bilinçli yada bilinçaltında şekilenen duygulardır.Önce anne,sonra aile toplum vs şekillenir değişir dönüşür.Sevginin oluşması için önce nefret duygusu şekillenir uzağa itersin,sonra seversin.Kısmen katılıyorum sana bu konuda.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: Sevginin Kökeni

bebeğin öfke duyduğu olgu nedir?
 

köle

Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Eyl 2009
Mesajlar
146
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Ynt: Sevginin Kökeni

nejdet ' Alıntı:
bebeğin öfke duyduğu olgu nedir?

Hayat ya da yaşıyor olmak denebilir mi?
Bebeğin hissettiği şeyleri şu anki empatimizle kavramamız çok güç. Öfkeyi ille birine karşı duyulması gereken birşey olarak almak zorunda değiliz bana göre. Sadece bir his. Özgürlüğün ifade biçimi. Vücudun çalışma biçimi, vücutdan haz alabilme şekli.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: Sevginin Kökeni

bebek ana karnında oldukça sevgi yüklüdür; gözlerini dünyaya açtığında bu sevginin yittiği hissine kapılır öfkelenmez; o sevgisini ister. tam bu aşamada ana göğsüne yaslandığınd yüreğin ritmi ile sevgisinin yitmediğini görür. dolayısı ile sevginin kökeninde tanımlanmayan "var olmanın dayanılmaz ağırlığı/hafifliği" değil gerçek sevgi vardır. bir ana ne kadar çok severse o çocuğun içindeki sevgi o kadar büyük olacaktır. buna sevginin aktarılması diyebiliriz. bu konuda sizler gibi ve var-oluşçular gibi düşünmüyorum
 

köle

Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Eyl 2009
Mesajlar
146
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Bana kötü davranan biri benden nefret ediyor demektir. Bu kötü.
Ama nefretininin sesini dinlemesi ve bunu es geçmemesi kendisine ne kadar iyi davrandığının ve ne kadar dürüst olduğunu gösterir. Bu da iyi.

Sonuç olarak ben benden nefret eden birine nasıl davranmalıyım?

İşte sevgi ve nefret kelimeleri birbirine bu kadar yakın. Ve bu kafa karışıklığı hiç bitmeyecek.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
"ben benden nefret eden birine nasıl davranmalıyım? "

nasıl davranmanız gerektiği konusuna bir açıklık getirirseniz sevineceğim....
 

köle

Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Eyl 2009
Mesajlar
146
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Sn. nejdet, ben sorumun cevabını bulamadım. Bunun hayatımda bir soru olarak kalmasını istiyorum şu aşamada.

Sormak istediğim şey, siz hayatta kimlere karşı nefret duyuyorsunuz? Duyduğunuz nefreti nasıl yorumluyorsunuz?

Sevgiyi insanın özü olarak gören birinden bunları duymak istiyorum. Tabi özellikle kendi yaşamınıza dair duygusal bir anlatım görerek.
 

Turgut Saka

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Eki 2009
Mesajlar
498
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
41
sevmek ya da sevmemek fakat nefret ne alaka onu anlamadım...
sevmek ile nefret etmek cidden karşıt kelimeler mi(cahilliğime bağışlayın)?
bir şeyi seversin ya da sevmezsin, sevmemen nefret etmeni gerektirir mi?
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
sayın enkaz,

belirttiğiniz gibi nefret, sevginin zıttı değildir. ancak, sevginin tam karşısında duran ve sevgi kadar yoğun bir düşünce/birikimdir; öyle bir birikimdir ki, sevgi ile aynı damardan beslendiği için zaman zaman bir-diğerine karıştığını anlamakta güçlük çekebiliriz. her sevilmeyen olgudan nefret edilmez.
 

meraklı

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
31
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
sevgi ya da nefret ya da herhangi diğer bir duygunun kaynağını salt insanın bilinçaltı ile bağlantılandırmanız tümünüzün toplumsal yaratımların etkisini küçümsediğini gösterir. sanırım hepiniz yin yang meselesine hakimsinizdir. sorun insanın içindeki iyi ya da kötü duyguların kendisine açtığı yaşam alanıdır. farz edin ki şiddet ve savaştan yoksun bir toplum ya da düzlem var. burada insanda yeşerecek olan nefret midir? ya da toplumların tamamında eksik olan sevginin yoksunluğunda büyüyen bir birey salt nefret ile mi büyür? ya da sevgisiz kaldı ve sevgiye doymadı, sevgiyi yaşamadı diye birey sevgisizliğin yarattığı nefret dalgalarına kapılmak zorunda mıdır? velhasıl daha da çoğaltabiliriz. ama anlatmak istediğim şey bireyin duygularının kökeni kendisi olsa da onun dışa vurumunda belirleyici olan toplumun verdikleridir. bu konuda salt bilinçaltı yorumlarının gerçek dışı olduğunu düşünüyorum. ayrıca sevgisizliğin toplumun temel sorunu olduğundan hareketle sevginin nasıl çoğaltılabileceği, insanlar arası güvenin nasıl yaratılabileceği konularında daha da derinleşilebilir bence.
bilmem siz ne dersiniz?
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60

meraklı

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
31
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Bilinçaltı yok mu???

Nasıl bir geçmişe sahip olduğunuzu bilmediğimden fazla yorumdan kaçınıyorum ama bilmeniz gereken bazı yaşamsal şeylerin olduğunu düşünüyorum. Psikolojiye hakimiyetiniz konusunda da şüphelerim oluşmadı değil. Bilinçaltının varlığı ve etkisi konusunda böylesi kesin hayır diyen birine daha rastlamadığımı söylemeliyim.
Yaşadığın toplum öylesine korku ve şiddetle dolu iken ve içinde yetişen insanlar kendilerini bir hiç gibi sayarlarken, bunun salt kendi irade ya da tercihlerinin bir sonucuymuş gibi değerlendirmene açıkçası anlam veremiyorum. Sevgiyi doyasıya yaşadığın belli oluyor. Sevgisizliğin ve yaratımlarının farkına varamadığından dolayı, geçmişinde tüm yaşamını etkileyen ve artık ondan kurtulamayacağını itiraf ettiğin gerçekleri yaşamamış olmanla izah ediyorum durumunu. Biliyorum yapmayacağım dedim ama epey yorum yaptım. Ama inan bilinçaltı diye bir şey var ve inanamayacağın kadar kişileri hatta toplumları yönlendiriyor. Iki örnek;
türkiye'nin dış ve iç politikada en büyük korkusunun bilinçaltına işlemiş olan bölünme korkusu olduğunu düşünüyorum.
Ikincisi; enseste kurban olmuş bir insanın tüm insan ilişkilerinde bilinç altına işlemiş olan güvensizliğiyle yaşamasının ne kadar zor olduğu.
Bu ikisi yetmiyorsa sana daha da birçok örnek verebilirim
ha şiddet yazını bitirmedim diyorsun.
Sana bu konuda da bir yardım. En çok sevdiğinden gördüğün bir ağır söz ya da karşıt duygu, düşüncenin insanda ona karşı neden bu kadar şiddet eğilimi yarattığını bir düşün istersen. O zaman bilinçaltı dışında ne kadar etken bulabileceğini doğrusu merak ediyorum.
Saygılarımla
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
teşekkür ediyorum. ancak, bastırılmış duyguları hiç bilinmeyen bilinç-altı fenomeni ile açıklamaya çalışmak bilinç ile açıklamaya çalışmaktan daha metafizik bir uğraş olsa gerek. verdiğin örneklerin tarihsel/sosyal/kültürel nedenlerini bilmek neden bilinç-altı olsun ki? hepsinin açıklaması bilinçsel olarak yapılabiliyor ise...
 

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
“İnsanın hayatı boyunca en önemli ödevi, kendi içsel güçlerinin ve iç potansiyelinin gelişmesine, ortaya çıkmasına, kısaca içsel doğumuna gayret etmektir. Bu çalışmasının sonucu ve mükâfatı ise, kendi gerçek kişiliğini elde etmesidir. bir kişinin, elindeki bu potansiyel güçleri ne dereceye kadar gerçekleştirdiği ve ne kadarını kullanıma sunduğu, yani ödevini ne kadar başardığı, objektif bir değerlendirme ile hemen ortaya çıkar. Kendini gerçekleştirmekte başarısız kalan biri, tıpkı ödevini yapmamış bir öğrenci gibidir, ve onu, 'tembel' ya da 'başarısız' olarak nitelemek mümkündür.
O kişinin bir sürü güçlüklerle mücadele etmek zorunda kalması ya da onunla birlikte diğer kişilerin ve herkesin de ödevini yapmamış olması gibi bahaneler ve mazeretler, bizim bu kararımızı değiştiremez. Çünkü insanın bir tek var olma nedeni vardır, o da kendini ve potansiyel güçlerini geliştirmesidir. Kişiyi saran olumsuz koşulları görmek ve anlamak, belki bizde acı veya üzüntü duygularının canlanmasına yol açabilir. Ama bu, o kişinin ödevini yapmamasını haklı gösteremez. bir insanı anlamak, onun her hareketini doğrulamak demek değildir. Bir insanı anlamak, onu koşulları içinde değerlendirmektir. Yoksa hiç kimse bir hakim ya da tanrı gibiymişcesine, bir diğerini yargılamak hakkına sahip değildir. ‘’

(Erich Fromm - Psikanaliz Ve Ahlak)
 

meraklı

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
31
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
bir insanın bilinçaltını açıklamaya çalışmak metafizik bir uğraş olarak adlandırılabilir. ama insanın ve insan toplumunun birçok gerçekliğini metafizikle ifade ettiği gerçeğini yadsımaz. politikanın kendisi de dahil olmak üzere insan yaşamını ilgilendiren sanat, estetik, maneviyat, müzik hepsi metafizik ürünlerdir. insan yaşamı metafizik dışında anlaşılmayacak kadar karmaşıklaşır. insan yaşamı ve felsefenin materyalist ya da idealist ikileminden kurtulamadığı ve bu ikilemin aslında sistem tarafından insnanları uğraştırmak için kurgulandığını görmek gerekiyor. her türlü zıtlık içeren ikilemlerle insan yaşamını tanımlamaya çalışmak insanı yarım hatta sakat bırakmaya neden olur. evet iddia ediyorum insan metafizik bir varlıktır. düşüncenin kendisi de metafiziktir. maddenin çağrışımları olarak yapılan tanımları çoktan aştığımızı düşünüyoruz. eğer insan evrende bir mikro kozmos olarak tanımlanıyorsa -ki buna canı gönülden katılıyorum- evrenin açıklanmasından tutalım birçok bilinmezliğe insanın kendisini tanıyarak ulaşacağını düşünüyorum. sokrat'ın ünlü KENDİNİ BİL sözü tam da bu noktada kendini gerçekleştiren insanın sloganıdır. kendini bilmek bütün bilmelerin kökenidir ve bunda her ne kadar tarihsel, sosyal nedenler önemli rol oynuyor olsa da tercih ve seçimlerinde bilinçaltı yönlendirmelerinin olduğu da bir o kadar kesindir. bilinçaltını yenmiş insanlar lider özelliklerine sahip olurken, bunda başarısız olanlar kesinlikle bilinçaltının karanlıklarında kendi tekrarlarla dolu bir yürüyüşün içinde bulurlar. bu nedenle insanın bilinçaltında saklı olan ve kendisini yarına bağlayan coşku ve heyecan dolu anları tekrarlamak tutkusu onu yaşama bağlayan yegane unsurlardır.

öncelikle insanın metafizik bir varlık olduğunu görmek, onu kabulden sonra da metafizik yaratımın aslında insan tanımında ne kadar önemli olduğunu görmek gerekiyor. bilincin ve bilinç yaratımlarının kendisi bile yukarıda da belirttiğim gibi metafiziktir. gerçekten sevgi de dahil tüm duygular ve ilham diye adlandırdığımız tüm insan ürünü yaratımlar metafizikle adlandırılamayacaksa ne ile adlandırılacak. bilincin kendisi metafiziktir. bilinçaltı da buna bağlantılı olarak tüm insanlar adına açımlanması ve netleştirilmesi gereken mühendisin yaptığı alıntıda olduğu gibi bir görev olarak adlandırılmalıdır.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Her ne kadar düşünce/idea maddenin zorlamasına dayanır ve bu yönüyle fizik-ötesi ise de maddeden bağsız değildir. Mikro/makro evrendeki kozmosun devinim yasaları ve devingen kuarklar düşünce/idea-dan önce vardırlar ve hala o düşünceyi doğuran beyin dokusunda milyarlarca parçacık olarak devindikleri için düşünce var-olabilmektedir. Bu nedenle rahatlıkla söylenebilir ki fiziği zorlayan düşünce fizik ötesini yaratamaz. Düşüncenin bir ütopya/hipotez olarak maddi gerçekliği etkilemesinin fizik-ötesi ile yakından ilgisi yoktur.

İmgesel algılama/düşünme/aktarma alışkanlığını içerisinde bulunan koşullarda insanımsılar türün sürdürülmesi için yaratabildikleri için insan türü varlığını koruyup geliştirebilmiştir. Bu şu anlamı içerir. İnsan düşünceyi/sözü/imgeyi yarattığı için bu yönde doğayı etkiyip değiştirdiği için insan oldu yoksa bir tür olarak ya var olacak ya da yok olacaktı. Bunun farkına bile varmayacaktı.

Ne pozitivizmin, ne idealizmin ne de psikanalizmin tek yönlü pencerelerinden bakarak insanlaşma süreci açıklanamaz. Bilinç-altı tam anlamıyla pozitivizmin örtülü dokunulmaz totemidir. Bilinmeyenden hareketle bilineni açıklamaya kalkışmak ve tüm var-oluşu buna indirgemek diyalektiği görmezlikten gelmek ve bilimi teolojinin kucağına atmaktır. Dil/el/ayak/beyin diyalektiği hiç de söylendiği gibi libido-dan kaynaklanan bir süreç değildir.

İnsanoğlu öğretileri ezberlemeyi çok sever ve bu alışkanlık ta ilkel dönemlerden kalma zanaatçıların zanaatlarının sırlarını çıraklarına öğretmeleri kadar eskiye dayanmaktadır. Ve yine bunları ezberlediği oranda kendisini gerçekleştirdiği sanısına kapılır. Bununla coşkulu bir akışa kapılır ki demeyin keyfine...ve öğretilere karşı gelenin vay haline?! Erich Fromm “ sevme sanatı”nda bilinç-altına ciddi eleştiriler yöneltse de onu aşma eğilimi taşımamıştır. Öyle ya koskocaman Freud bir kere demişti ya bilinç-altı, tamamdı öğreti ve tüm düşünceler bunun etrafında dönmek zorunda bırakılmışlardır. Tersini söyleyene, hemen birileri kalkıp senin çocukluğuna gidelim ve geçmişini irdeleyelim, bastırılan duygularını çözelim diye müdahale etme gereğini duyumsayacaktı. Birileri kalkıp ta bir diğerini hipnoza tabi tutarak biliç-altını irdelediğinde bilnç-altı irdelenenin bilinç-altındakilerini asla görme/bilme şansı yoktu ve tamamen hipnozcusunun anlattıklarına inanmak zorundaydı; ve buna da koskocaman bilim etiketi takılmıştı. Çok eski çağlarda -ki, bar-bar-toplumları denildiği de oluyor- bu görevi yürüten büyücüler vardı ve ruhlarla ilişki kuruyorlar ve kötücül ruhları kovalayarak insanı iyileştiriyorlardı, sonradan onların yerlerini başka adlarla başkaları aldı ve güne gelindi.

Sevgiyi aramak insanı/doğayı/canlıyı önemsemek,anlamak ile başlar; ötekileştirme ile sevgi bulunamaz; sevgi endemik bir kır çiçeğidir ki her damardan da su içmez ve asla gölgelenmeyi sevmez. Freud bilinir de Hayyam bilinmez; Hayyam’ın psikolojik çözümlemeleri çok daha bilimsel olsalar bile...pozitivist ve oryentalist yaklaşımlar ezber bozulduğunda yok olacaklardır; bunu bilmek ayrı bir sevinç kaynağı olsa gerek
 

meraklı

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
31
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
ezber ve kalıplarla derdimiz var. onları aşmak için felsefeye gönül vermişiz. düşüncelerin kökenine kadar inip bir çıkış yakalamaya çalışıyoruz..
bu aynı zamanda yeni ve farklı her tür düşüncenin tartışılması anlamına geliyor. metafizik düşüncenin materyalizme karşı savunulduğu idealist felsefelerde bile günümüz dünyasında yaşayan insan için eğer iyi bir sonuç çıkarılabilecekse bundan kim zarar görebilir.
sorun köklü hayırlar da değil, olabilirli evetlerin çoğaltılmasıyla yaşanacak fikir zenginliğinde sayın filozof
düşüncenin maddesel devinimlerle oluştuğu aşina olduğumuz bir şey. ama insanın yaşamını belirlemese de onun yaşamını renkli kılmasına neden olan sanat ve kültür ürünlerinin çoğunluğu yoktan var ediliyor mu edilmiyor mu
düşüncenin maddeyi etkilemesinden söz ediyoruz burada. bu anlamıyla insan metafiziktir diyoruz. maddeden aldıklarıyla ürettiği düşensel zenginliğine de materyalist yakıştırması yapıyoruz.
ama ikisinin birleştmesi ya da ikisinin üstünde bir sentez olarak insan varlığı daha değerli olandır.
yoksa kimse sabit fikirli ezber düşünce sevdalısı değil.
senin tahammülsüzlüğün olabilir böylesi düşüncelere
ama insan gerçeğini yadsıyan yaklaşımlar olmamalı.
felsefeyi çekici kılma gibi bir görevim var diyorsan her şeyden önce dilini sadeleştirip kelimelerin arkasına gizlenmeden felsefe yapmak, yaşamın içinden girmek gerekiyor.
sen kaç kişiye ulaşıp kaç kişinin yaşamında felsefeyi güncelleyebiliyorsun.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst