Forumumuza Hoş Geldiniz

Hoşgeldiniz. Ücretsiz içerikler ve özel hizmetler sizi bekliyor. Hemen üye olun!

rakamlarla yormayacagim bir soru

flzf

Yeni Üye
12 Mar 2009
850
2
0
38
Benim bilgisayarında soğuk havaya ihtiyacı var uzun bağlantı kabloları yapıp duvarı delip kasayı buzdolabına koyasım var. ve ciddiyim :)
 

seyrialemir

Yeni Üye
29 Eyl 2013
258
1
0
Benim bilgisayarında soğuk havaya ihtiyacı var uzun bağlantı kabloları yapıp duvarı delip kasayı buzdolabına koyasım var. ve ciddiyim :)

hahahaha :)) bu fikir hosuma gitti, leptoplar icinde fikriniz var mi? benim leptobun sogutucusu hic bir ise yaramiyor isindiginda
 

flzf

Yeni Üye
12 Mar 2009
850
2
0
38
laptoplarda sıkıntı yok ses yok ama bu meret hem ısınıyor hemde ses yapıyor hemde yazılar ben yazdıkdan sonra bana yetişiyor . Ağır tahrik cinayete tam teşebbüs ettirecek cinsten yani.
 

seyrialemir

Yeni Üye
29 Eyl 2013
258
1
0
o Zaman kasanin kapagini söküp bir elektirikli süpürgeyle tozunu aldiktan sonra ince bir temizlik yapin faydasi olur. en azidan isinma gecikiyor isinmaya bagli sesler homurtular kesilir. veya :)) bilgisayari mütevazi bir cenazeyle gömer, akilli kartla yeni bir bilgisayar alirsiniz :D :)
 

flzf

Yeni Üye
12 Mar 2009
850
2
0
38
Bilgisayarım temizde ben fazla şey istiyorum 0 ses olsun hiç ısınmasın :)
 

seyrialemir

Yeni Üye
29 Eyl 2013
258
1
0
[h=2]Ortalamalaştırılma[/h]

Kimse ortalamalaşmadan azade değildir. Sistem, her kesime ve her kişiye uygun ortalamalaşma düzlemleri sunar. Kişiye uygun ambalajlar üretmekte büyük bir deneyim sahibidir. Ortalamalaşmak özde değişim demektir; bir kere bu gerçekleştikten sonra her kişiye uygun ambalaj ve imaj bulunur; koca bir reklam ve moda endüstrisi ne güne duruyor.

Hayatın her alanında yaşadığımız bir sorun var: “Ortalama” bizi kendine çekiyor. Oysa eskiden biz ortalamayı çekerdik. Ama günümüzde ortalamanın yoğun bir egemenliğini yaşıyoruz ve direnmekte zorlanıyoruz. Direncimiz kırıldıkça ve mevzi kaybettikçe, ortalama daha da düşüyor; böylece bizi kendine çeken ortalama daha da geri bir şey oluyor.

“Ortalama”nın cazibesi
“Ortalama”nın cazibesi nerededir? Birincisi “çokluk”ta. Ortalamaysanız çoksunuz, yalnız değilsiniz. Demek ki sistemin ortalamalaştırma mekanizmasının dayanaklarından biri, içimizdeki “yalnızlık korkusu”dur. Azalma, giderek tek başına kalma, en yakınlarımızdan bile kopma korkusu. Sistem bizi bu temel korkumuzdan yakalar ve der ki: “Düzene uy, yoksa yalnız kalırsın!”
“Ortalama”nın cazibe kaynaklarından ikincisi ise “huzur”dur. Güç sarf etme, zorluklara göğüs germe, emek verme zorunluluğunun azalmasıdır ortalama. Çoğu kişi, amaca ulaşmak için gereken emeği verme gücünü kendinde bulamadığı için ortalamalaşır. Daha doğrusu bu emeği verirken huzuru bozulacağı için, ortalamalaşarak huzuru bulur. Demek ki ortalamanın dayanaklarından biri de içimizdeki “emek korkusu”dur. Başka bir deyişle, bunu “bedel ödeme korkusu” olarak da tanımlayabiliriz. Sistem egemenliğini, insanların güçsüzlüğüne dayanarak sürdürür. “Düzene uy, huzura er” der sistem.
Peki sistem gerçekçi midir? Ortalamalaşmaya direnerek yalnız kalmış, büyük bedeller ödemiş binlerce örneğe bakarak, denilebilir ki sistem gerçekçidir. Gerçekçi olmasaydı zaten, ortalama böyle olur muydu! Gerçekçidir, çünkü insanların en temel güdülerine ve korkularına dayanır. Ama statükonun gerçekçiliğidir bu; “an”ın gerçeğidir, sürecin değil. Bu açıdan bakıldığında sistemin gerçekçiliği, kocaman bir “yanılsama”nın üzerine kuruludur. Bu nedenle sistem, “çıplak zor” mekanizmaları kadar, hatta daha da fazla, “yanıltma” mekanizmalarını geliştirmeye uğraşır. O halde sistemin gerçekçiliğini, ortalamanın “cazibesi”ni biraz sorgulayalım.

Yokluğun çokluğu
Ortalamanın yarattığı çokluk hissi, “yokluğun çokluğu”dur aslında. Nicelik artarken, nitelik kaybolur. Ortalamalaşmanın bedeli, nitelik aşınmasıdır. Örnek verelim: Çevrenizdekiler çoğalır, ama dostunuz azalır. Övgü (daha doğrusu pohpohlama) çoğalır, ama gerçekten övülecek yönlerinizin törpülenmesi pahasına. Benzerlikleriniz çoğalır, ama farklılıklarınız aşınır. Yüzey genişler, ama derinlik azalır. Birey çoğalır, ama örgüt azalır. İlişkileriniz çoğalır, ama aşkınız azalır. Ve benzeri… Yalnızlık korkusuyla ortalamalaşmanın sonucu, kopkoyu bir yalnızlıktır aslında. Kalabalık içinde yalnızlık… Yeni ortalamalaşan bu duyguyu çok yoğun hisseder. Ama giderek bu hissini yitirmeye başlar; yanılsamanın bir parçası oluyordur artık.

Teslimiyetin huzuru
Ortalamanın huzuru, “teslimiyetin huzuru”dur. İnsanlar yenile yenile, kendisinden vere vere ortalamalaşır. Güçlükler ve riskler azalır, ama bunun nedeni gücün ve dinamizmin azalmasıdır, yoksa güçlüklerin aşılması değil. Ortalamalaşma, hedefe ulaşma hazzı ve huzuru tattırır; ama bu da bir yanılsamadır. Hedefe ulaşabilmenizin nedeni, hedefi daraltmanızdır. Çıtayı aşarsınız; ama çıtadan daha yükseğe sıçrayarak değil, çıtayı aşağıya indirerek. Sonuç olarak biçimde huzur çoğalır, ama özde mutluluk yitirilir. Çünkü gerçek mutluluk emek ister. Emek vermenin geriliminden (huzursuzluğundan) kaçan, huzur bulduğunu sanır, ama bu mutluluktan vazgeçme pahasınadır. Yeni ortalamalaşan bu duyguyu da çok yoğun hisseder, mutsuzluk ve yetmezlik duygusunu. Ama giderek bu hissi de kabuk bağlamaya başlar; sistemin huzuruna eriyordur çünkü. “Uyum”un ve “uyuma”nın huzuruna… Artık huzursuzluklar çıkarmamaya başlar! Mutluluktan vazgeçerek “mutlu” olma yanılsamasının pençesindedir artık.
Kurtlaştırarak koyunlaştırma
Demek ki insan ortalamalaşmaz, ortalamalaştırılır. Çoğalan sistemdir, insan değil. Huzura eren sistemdir, insan değil. Ortalamalaş(tır)ma, sistem-insan çelişkisinin sistem tarafından (sistem lehine) çözülmesidir, insan tarafından çözülmesi değil. Yanılsama insan içindir, sistem için değil. İnsan ne kadar yanılsama (ortalamalaşma) girdabına çekilebilirse, sistem o kadar gerçekleşir. Sistem, insanları yanıltarak, maymunlaştırarak, zavallılaştırarak kendini gerçekleştirir. Uyum, insanın sistem ile uyumudur, yoksa insanın kendi kendisiyle veya diğer insanlarla uyumu değil.
İşte bu noktada bir diğer mekanizmaya geçiyoruz: “İnsan insanın kurdudur” diye tanımlanan mekanizmaya. İnsan sisteme karşı koyunlaştıkça, birbirine karşı kurtlaşır. Koyunlaştıkça kurtlaşır; kurtlaştıkça koyunlaşır. Ortalamalaşma alanına yukardan (sistem katlarından) bakıldığında bir “Koyunlar Vadisi” görülür; bu gerçektir. Ama alana inildiğinde bir “Kurtlar Vadisi” görülür ki; bu da gerçektir. Rekabet, sisteme uyumun (ortalamalaştırılmanın) vazgeçilmez mekanizmasıdır.
Bu kapitalizmin buluşudur, onun maharetidir: Kurtlaştırarak koyunlaştırma. Kapitalizm öncesi sistemler koyunlaştırmayla (kullaştırmayla) yetiniyordu. Ama kapitalizmin kurtlara ihtiyacı vardır. Daha fazla kâr, daha fazla üretim, daha fazla tüketim, daha fazla sermaye, daha fazla, daha fazla… Yetinmecilik değil, yırtıcılık gereklidir kapitalizme. Ama bu yırtıcılık sisteme yönelmemelidir; peki ortaya çıkan bu enerji nereye yönelecek: Birbirimize. Kapitalizm denklemi yeniden kurmuştur: Kullaştırarak koyunlaştırma yerine kurtlaştırarak koyunlaştırma. Büyük bir buluştur bu.

Özde değil, ambalajda rekabet: İmaj Toplumu
Peki ortalamalaştırılan, nicelleştirilen, birbirine benzetilen insanlar, birbirlerine karşı nasıl rekabet edecekler, nasıl farklılaştırılacaklar, hangi noktada kurtlaşacaklar? Farklılaşma gerekir, ama özde değil. Özde farklılaşma sistem için tehlikelidir, ortalamalaşmaya aykırıdır. İnsanların, birbirlerine benzetilirken, farklılaştırılmaları gerekir. Koyunun, koyun olmaktan çıkmadan kurtlaşması gerekir. Bu noktada da başka bir mekanizmaya geliyoruz: Özde değil, biçimde farklılaşma. İçerikte değil, ambalajda rekabet. Yani “İmaj Toplumu”. Daha doğrudan bir ifadeyle “Yalan Toplumu”.
Birbirinin benzeri olan insanlar, ancak etiketleriyle/ambalajlarıyla farklılaşabilirler. Özel bir markaya sahip olarak “özel ve farklı” olabilirler. O halde marka her şeydir, ambalaj her şey… Kendin ne olursan ol, yeter ki imajın güçlü olsun. Ege Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmayı yansıtan gazete haberi:
“Yılbaşında büyük ikramiye size çıksa ne yaparsınız sorusunu yanıtlayan gençler, önceliği ‘lüks konut ve 4x4 ciplere’ verdiler. Araştırmaya katılan 300 gencin yüzde 46.3’ü 4x4 cipe sahip olmak isterken, yüzde 40.28’i tripleks, bahçeli evinin olmasını istiyor… Gençlerin yüzde 52.17’si tatilini yurtdışında geçirmeyi amaçlarken, yüzde 50’si de ‘lüks bir otelin balo salonunda düğün yapmak isterdim’ yanıtını verdi.” (Cumhuriyet, 24 Aralık 2004, s.3)
İşte ortalamalaştırılan gençlerin farklılaşma araçları: Lüks konut, 4x4 cip, yurtdışında tatil ve lüks otelde düğün. Toplumsal amaçlar tartışma dışı; tartışma bireysel amaçlardaki farklılaşma düzleminde sürüyor: Evim olsun değil, lüks konutum olsun; otomobilim olsun değil, 4x4 cipim olsun; tatil yapayım değil, yurtdışında tatil yapayım; iyi bir eşle evleneyim değil, lüks bir otelde düğün yapayım… Yani toplumsal ve bireysel amaçlar arasındaki bir mücadele değil; imajlar ve markalar arasındaki bir mücadele.

Siz de “Emeğin Avrupası”na giriverin!
Denilebilir ki, bu haber toplumun oldukça geri ve bilinçlenmemiş kesimlerini yansıtıyor; oysa entelektüeller ve “solcular” böyle şeylere tamah etmezler. Hiç de değil, kimse ortalamalaşmadan azade değildir. Sistem, her kesime ve her kişiye uygun ortalamalaşma düzlemleri sunar. Kişiye uygun ambalajlar üretmekte büyük bir deneyim sahibidir. Politik alandan örnek verelim: Gerici iktidar Avrupa Birliği kapılarında sürüklenirken, bazı eski sosyalistlere de “Emeğin Avrupası” sunulur. “Emperyalist Avrupa”ya girmeyi kendine yediremiyorsan, sen de “Emeğin Avrupası”na giriverirsin, olur biter. Burada Avrupa gerçektir, ortalamayı yansıtır. “Emek” ise ambalaj, cila…
Her balık, farklı yemlerle avlanır. Pespaye yerli diziler size hitap etmiyor mu, CNBC-e dizilerine ne dersiniz? Pavyona gitmeye utanır mısınız, sizin için nezih barlarımız mevcuttur. Dinciliği, şeriatçılığı aştınız mı; size post-modernizm versek, bazılarınız için bir miktar Marx sosu da ekleyebiliriz. Türk milliyetçiliği çok mu kaba, zamanında size kurşun mu sıkmışlardı; Kürt milliyetçiliğine ne dersiniz, milliyetçilik olsun da… Koyunlaştırılmak çok mu itici, sizi de pandalaştıralım. Kurtlaştırılmak kanınıza mı dokunuyor, kötü çağrışımlar mı yapıyor; gelin sizi de kedileştirelim veya panterleştirelim; yırtıcı olun da... Ortalama olmayan bir yolla mı ortalamalaşmak istiyorsunuz, o da kabul; size seçkincilik verelim. Çok mu alçakgönüllüsünüz, “halkçı”sınız, seçkinciliğin tam size göre bir biçimi var: popülizm; hem orada seçkinliğiniz daha net ortaya çıkar. Kısacası, size en uygun ambalajı buluruz, koca bir reklam ve moda endüstrisi ne güne duruyor; yeter ki özünüzü değiştirin.
Ortalamalaşmak özde değişim demektir; bir kere bu gerçekleştikten sonra her kişiye uygun ambalaj bulunur. Yaşasın İmaj Toplumu!

***

Peki bu durum nasıl değişir? Bu gidiş nasıl tersine çevrilebilir? Subjektif tedbirler uzun uzun tartışılabilir; hem teoride hem de pratikte. Nesnelliğe gelince… Sizce Ege Üniversitesi’nden mezun olan gençlerin kaç tanesi tripleks eve, 4x4 cipe sahip olabilecek? Kaç tanesi lüks otellerin balo salonlarında düğün yapabilecek? Bırakalım bunları, kaç tanesi iş bulabilecek? Adı üzerinde İmaj Toplumu. İmajını attığımız, ambalajını açtığımız zaman en gerçeğinden sınıf mücadelesi çıkacaktır karşımıza. Felluce’deki gibi… Orada ambalajlar değil, özler savaşıyor.
Bütün okurlarımızın, yazarlarımızın, dostlarımızın yeni yıllarını kutluyoruz. 2005’te de ortalamalaşmaya karşı direnişin kalesi olmaya çalışacaktır Bilim ve Gelecek. İmajı da biraz düzeltiriz, kabul!

Bilim ve Gelecek Dergisi'nin Ocak 2005 tarihli 11. sayısından alınmıştır.


 

seyrialemir

Yeni Üye
29 Eyl 2013
258
1
0
[video=youtube;_iXjHBglYo0]http://www.youtube.com/watch?v=_iXjHBglYo0[/video]
 

seyrialemir

Yeni Üye
29 Eyl 2013
258
1
0
Ruh biçim anlamında, yani belirli bir nitelikteki bir cismin özü anlamında cevherdir.

ARİSTOTELES

Biz birbirinden çok ayrıntılı iki özden kuruluyuz. Hayvanlarla ortaklaşa sahip olduğumuz bir gövde ve Tanrılarla ortaklaşa sahip olduğumuz bir ruh

EPİKTETOS


Pitagoras ve diğerlerinin phren (akıl) ve thumos'u (nefs) hayvanlarla paylaştığımızı söylemeleri, bu durumda alt Manasik yansıma (içgüdü) ve Kama-rupa (hayvansal yaşam arzuları) kastedildiğini kanıtlıyor. Ve Sokrates ve Plato ipucunu kabul edip izlediklerinde, eğer Agathon (Tanrısallık veya Atma), Psike (Ruh), Nous (Spirit), Phren (fiziksel zihin) ve Thumos (arzular) olarak isimlendirilen bu beşe Gizemlerin, görüntüsünü, gölgesel form veya insan dublesi ve fiziksel bedeni eklersek, Pitagoras ve Plato'nun düşüncelerinin bizimki ile aynı olduğunu kanıtlamak kolay olur

Helena Petrovna BLAVATSKY


Ruh, su ile dolu bir havuz gibidir. Onun kanatları bu havuzu aydınlatan ışıktır. Havuzun suyu dalgalandıkça ışığın da dalgalandığı sanılır. Oysaki ışık olduğu gibidir. İnsan erdemleri bulanık ya da sarsılmış değildir. Onun özündeki güçler kıpırdanmıştır. Bu güçler durgunlaşınca her şey durgunlaşacaktır


EPİKTETOS

Ruh, bedene karıştıkça, onunla duygudaşlık kurdukça, onunla anlaştıkça kötüdür, halbuki ruh, bedenle anlaşmazsa yalnız başına hareket ederse; bedenle artık duygudaşlık kurmazsa; bir defa bedeni terk ettikten sonra artık korkmazsa (bu cesarettir), eğer akıl ve zeka dirençle karşılaşmadan egemen olursa (bu adalettir) iyidir ve erdemlidir

PLOTİNUS

Nefs ilahi birlikten ayrılır; fakat yaratılış onu tezahür aleminde çokluğun kalbine yerleştirir. Demek ki tekrar birliğe dönebilmek için ondan soyutlanması gerekir

Fernand SCHWARZ

Tanrı, gelecekte işleyecekleri kötülüklerden kendisini sorumlu tutmasınlar diye, bütün bu yasaları ruhlara tanıttı, bazılarını yerin, bazılarını ayın, bazılarını da öteki zaman aletlerinin üzerine serpiştirdi. Bu işi bitirdikten sonra ölümlü tenlere şekil vermeyi, insan ruhuna katılması gereken, onun için lüzumlu olup da hala eksik kalan her şeyi katmayı, sonra bu ölümlü varlığı, kendi bahtsızlığına kendi sebep olmadıkça, elden geldiği kadar bilgelikle, iyice yöneltmeyi de genç tanrılara bıraktı

PLATON

Niye iyilerin başına birçok bela gelir? İyi insanın başına hiçbir kötülük gelemez; karşıtlar birbirine karışmaz. Nasıl bu kadar çok nehir, gökyüzünden yeryüzüne düşen bu kadar şiddetli yağmur ve bunca güçlü şifalı su denizin tadını değiştirmez, hatta bozamazsa, aynı şekilde felaketlerin hücumu da cesur insanların ruhunu alt üst edemez. Ruh kendi konumunda kalır ve her ne olursa, onu kendi rengine döndürür; çünkü ruh bütün dış şeylerde daha güçlüdür. İyi insanın ruhu bu olanları duyumsamaz demiyorum; aksine onların üstesinden gelir ve saldırıların karşısına sakin ve yumuşak başla dikilir. Her talihsizliği bir deneme sayar

SENECA

Nefs ve beden arasındaki ayrım, eşya ve düşünceler arasındaki ayrımın aynısıdır. İdea gibi nefs de, ebedi hakikatler aleminde kendi kaynağına ve kendi amacına sahiptir. O bedene hapsolmuştur ve kaderini gerçekleştirmek için ondan kurtulmalı ve maddi dünyadan kopmalıdır. Arınmayla ve erdemin uygulanmasıyla İdea'nın bilgisine varır

PLATON

Görme, bizim için en büyük nimettir. Bu büyük nimetin nedeni şudur diyelim: tanrı görmeyi, zekânın gökteki devirlerini seyrederek onları düzensiz olmakla beraber göğün değişmez devirleriyle aynı soydan olan kendi öz düşüncemizin devirlerine uyduralım diye icat edip bize verdi; böylece gökteki bu hareketleri iyiden iyiye inceleyip düşünüşlerinin doğruluğundan pay aldıktan sonra, tanrının hiç değişmeyen hareketlerini taklit ederek yanlış yola sapmaktan geri kalmayan kendi hareketlerimizi doğru yola sokmamız kabil olacaktır. Tanrılar sesle işitmeyi de aynı sebeplerden ötürü vermişlerdir. Musa'lar onu bize ruhumuzun, içimizde düzenini kaybetmiş olan devirli hareketlerini birbirine uydurmaya, düzene sokmaya girişen bir yardımcısı olarak vermişlerdir. Aynı tanrılar insanların çoğunun huyundaki ölçü, zariflik noksanlığını gidermek için de ritmi vermişlerdir

PLATON

Keyiften kaçının, takat kesen mutluluktan kaçının; ruh bunlarla sersemleşir ve insanlığın ortak yazgısını anımsatan bir şey müdahale etmedikçe, sonu gelmez bir sarhoşlukla uyuşmuş gibi kalır

SENECA

Tanrı soylu ruhları sert biçimde sınıyorsa, bunda şaşılacak ne var? Erdemin kanıtı asla kolay değildir. Talih bizi kamçılar ve vurarak ezer, dayanalım! Bu vahşet değil, bir mücadeledir; bu mücadeleyle ne kadar sık karşılaşırsak o kadar cesur olur.

SENECA

Felsefe öğreniminde ilerlemek istersen, ruhu ilgilendirmeyen işlerde aptal görünmekten korkma

EPİKTETOS

Ölüm hemen yakındadır. Bu darbeler için kesin bir yer belirlemedim; istediğin yere vurabilirsin, yaşama giden bir geçit vardır. Ruhun bedenden ayrıldığı ölüm adı verilen o durum, büyük hızının duyumsanamayacağı kadar kısadır. Ya bir düğüm gırtlağı sıkar ya su nefesi tıkar, baş aşağı düşenleri, altlarındaki toprağın sertliği paramparça eder; ya da yutulan duman soluk alıp veren ruhun soluğunu keser; ne olursa olsun, ölüm gelmekte acele eder. Utançtan kızarmıyor musunuz? Bu kadar çabuk olan bir olaydan, uzun süredir korku duyuyorsunuz

SENECA

Ölüler kitabında ruhun gün ışığına çıkışı şöyle dile getirilir; bilinci güneş ve ışık ile özdeşleştirilmiş olan aday, şekillerin efendisi, ışıktaki yolcu olan Gökte yeniden doğabilir. Bu metne göre ruhun gün ışığına çıkışı, zamanın devirlerinden kurtuluş sayesinde gerçekleşir. Aday, 64. Bölümde, zamanın sınırlarının galibi olarak şafakta belirir: - ben dünüm, ben bugünüm, ben yarınım- Bu kurtuluş onu her düzenlemeden özgür kılar ve tam özgürlüğe ulaşmasını sağlar ki ruhun, bütün kozmik biçimlere girme kapasitesi ile sembolize edilmiştir

Fernand SCHWARZ
 
Tüm sayfalar yüklendi.

Yeni Konular

Üst