Mevlana'ya Zulüm Etmek

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Nedir? kategorisinde ulasu61 tarafından oluşturulan Mevlana'ya Zulüm Etmek başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 5,015 kez görüntülenmiş, 20 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Nedir?
Konu Başlığı Mevlana'ya Zulüm Etmek
Konbuyu başlatan ulasu61
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan X
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

ulasu61

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
17 Tem 2012
Mesajlar
18
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Bizlere bir şeyler oldu!
İlginç bir süreçlere imza atıyoruz. Önümüzü göremez, günümüzü kestiremez bir hale geldik. Herkes istediği şeyi söyleyebilir; ama bizler, toplum olarak dedikoduculuk, iftiracılık bir yana; kolay kolay yetişmeyen mana erlerine, akılcı ve inandırıcı olmayan yorumlarla, marifetmiş gibi, yersiz korku ve kuruntularla donanmış bir kişilikle saldırır olduk.
Hem de paranoyaklık derecesinde!.. Kendi adıma söylüyorum bunları.
Bunu yapanlar, Allah’ın sistemiyle değil, bireysellik bulguları ile donanmış lar. Hepsinin ortak özelliği de sancılı ve ürkütücü olmaları. Ne yazık ki huzursuzluk, kargaşa ve acıdan başka hiçbir şey getirmiyorlar.
Topluma yararlı bilgilerin verilmesi için, bunların cesurca ayıklanması şart...
Uzun süre önce ’ya yapılan amansız saldırılardan bahsediyorum!..
Bunlarla uğraşıp durmak, hem yorucu hem üzücü.
Yeryüzünde mana âleminin sarrafı olarak bilinen ve yüreği insan sevgisi ile dolu bu Zât’ı, hileyle karalamak, adını olmayacak konulara karıştırmak, kör olan yaşantımızda neleri değiştirecek, ne fayda getirecek acaba? O’nun büyüklüğünü ve paha biçilmez zenginliğini göremeyip, sadece kendi kısıtlı kapasiteleri ile değerlendirenler, kesinlikle “vahşi hayvan” penceresinden olaylara bakabiliyor.
Aslında bunu yapanların kafasında yenilikle, değişimle, ağızlarında evrensellik teraneleri, ancak kafa yapıları tam berbat.
Kendi kendisiyle çelişkiye düşen bu kişilere göre O, normal biri değil. Ve toplum dışı kalmaya mahkûm. Gerçekte, yaşamı boyunca; yoldan çıkmış olanı düzeltmiş, biraz daha derine doğrulara yaklaşım yapmasını sağlamıştır. Bir bakıma, sağlam olmayan ayakkabılara ökçe olmuştur. Celaleddin, toplum içinde herkesin dostu olarak bilinir, öyle tanınır... Yaşam felsefesi alternatif görüşleri ortaya koymakla geçmiştir
İnsanı karamsarlığa götüren biri değildir. Her zaman dürüst olmuş, dengesini oluşturmuştur.
Kısacası; insanın içine, iliklerine işlemiştir. Benliği yoğrulmuş, doğru bilgi ile donanmış, hayatı güçleştirmemiş, aksine kolaylaştırmıştır.
İnsanın O’nun yanında kendini güvende hissetmesi bu nedenlere dayanır.
O’nu kimin, ne kadar içine sindirdiği düşüncesine karışamayız. Ancak üzücü olanı, uğradı hakaretlerdir.
Yazımı onun anlam taşıyan sözleri ile noktalamak istiyorum: “Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu. İçimdeki esrarı araştırmadı. Ben mi? Sırrım, feryadımdan uzak değildir. Lakin her gözde onu görecek nur, her kulakta onu işitecek kudret yoktur."
 
F

Fetâ

Ziyaretçi
Mevlana'nın, kişiliği ve ideolojisi edebi dairesinde tartışılabilir ve tartışılabilmeli de... Fakat, insanlar o duruma geldi ki artık, kendi ideolojilerine ters olan her fikri ve kişiliği yerden yere vuruyor. Hem de hiç araştırmadan, okumadan. Bu durumdan Mevlana da nasibini alıyor, şaşılacak bir durum değil.
Fakat, Mevleviliğin bugün hangi odaklarca desteklendiğine baktığımızda, durum biraz kafa karıştırıyor. Mevlana'ya olan saldırılar da buradan kaynaklanıyor sanırım.
Mevlana ve Mevlevilik ayrı ayrı değerlendirilmelidir kanısındayım.
 

yamak

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
10 May 2012
Mesajlar
76
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Abdullaziz Bayındır çok eleştiriyor herhalde Mevlana'yı oda Mesnevi'nin önsözündeki yazılarından dolayı eleştiriyordu sanırsam. Ama mesnevi yazım dili (yanlış hatırlamıyorsam) Farsça ama ön sözü Arapça diyordu sonradan eklenmiş olabileceği olasılığının olduğunu söylüyordu.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
"Hak yolunun yolcusu küfürden de dinden de beridir.
Gönlüme baktım; Allah'ı orada buldum. Yoksa başka yerde değil.
Ben ne Hristiyanım, Ne Musevi ne de Zerdüşt ne de Müslüman.
Ne şarktanım ne garptanım, ne topraktan ne de denizden.
İkiliği bir yana attım. İkinin bir ettiğini gördüm.
Bir'i arar, Bir'i yaşar, Bir'i çağrırm ben
."
*************************************************

"Her iki alem de aşka yabancıdır. Aşkta yetmiş iki delilik, yetmiş iki divanelik vardır. Aşkın mezhebi yetmiş iki dinden ayrıdır." Mesnevi
*************************************************

Mevlana gibi birleştirici birini bile karalamaya çalışanlar ayrımcılık taraftarı olanlardır çünkü böyle uzlaşmacı yaklaşımlar, ötekileştirmeye çalışan grupların işine gelmez maalesef.
 

ElChupakabra

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2014
Mesajlar
40
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
40
Tasaffuv düşünürlerinden Hallac-Mansur nihayetinde şöyle bir kanıya vardı ve yüksek sesle bunu dile getirdi.ENELHAK (BenTanrıyım). Hemen oracıkta döve döve öldürdüler. Mansurun sonu kendinden sonra gelen tasavvuf düşünürlerine ders oldu. Mansurun sözü açık seçik olarak çok söylendi, ama öylesine anlaşılmaz şekillerde söylendi ki, söyleyenler öldürülmek şöyle dursun tümen tümen hayranlar kazandılar. Bir takım sayılara, işaretlere, harflere anlamlar veridi. Açık seçik düşünce sır oldu. Tarikata girenlere güvenilmiyor, sırrı öğrenebilmeleri uzun denemelere bağlanıyordu. Mansurun iki kelimeyle söylediği o yalın sözü anlayabilmek için uzun yıllar geçirilmesi gerekiyordu. Muhiddin Arabi, Feridüddin Attar, Mevlana, Esterabatlı Fazlululah, Hacı Bektaş hepsi sırra vakıftı. Evet Mevlana ne olursan ol gel diyordu, aslında o tanrıyı çağırıyordu her farklı suretiyle. Allah heryerdeydi, aslında heryer ve herşey Allahtı.
Sakın gaza gelipte dışarda ben allahım diye dolanmayın beyninizin pekmezini akıtırlar..
 
L

lamei

Ziyaretçi
Evet Mevlana ne olursan ol gel diyordu, aslında o tanrıyı çağırıyordu her farklı suretiyle

Dememiş.



aslında heryer ve herşey Allahtı.

Tövbe .. İftira etme!
Dediklerinin ne Kuran ne de Sünnette yeri var.

---------- Mesajlar Birleştirildi at 22:13 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 22:12 ----------

Bi de şuna bakın.

 

ElChupakabra

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2014
Mesajlar
40
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
40
Görüş aktardım. Benim fikirlerim materyalist nitelikli çokca zaman. Videoyu izledim. Beyfendi inanları aktif ve militan bir dindar olmaya çağırıyor. Çok yeni birşey deil. Tamam kabul ettik ülkeyi de fethettik ölen öldü kalan sağlar bizimdir. Şeriat devletimiz kuruldu. Artık rahat bir nefes ala... Hayır, olur mu. Komşu devlet ecnebi. Önce büyükelçi vasıtasıyla dinimize davet... Bu ne ya.. El kaideyede böyle adam topluyorlar..
 
L

lamei

Ziyaretçi
Görüş aktardım. Benim fikirlerim materyalist nitelikli çokca zaman. Videoyu izledim. Beyfendi inanları aktif ve militan bir dindar olmaya çağırıyor. Çok yeni birşey deil. Tamam kabul ettik ülkeyi de fethettik ölen öldü kalan sağlar bizimdir. Şeriat devletimiz kuruldu. Artık rahat bir nefes ala... Hayır, olur mu. Komşu devlet ecnebi. Önce büyükelçi vasıtasıyla dinimize davet... Bu ne ya.. El kaideyede böyle adam topluyorlar..

Sadece video attım, O'nu da dinleyip atarım Edip Yüksel'i de ,
Dawkins , Hawking x y z..

Sen naptın sen sen!
Konuyu saptırdın.
El Kaide'den çıktın.
Bravo!
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
ben gerçeğim/ben tanrıyım/ben hakkım/ben O'yum /-i am a-the truth /ben varolanım-
ben varmışım-! ya da sonuç buldum




burdaki ben kipleri;
"O " arıyor - Tanrı arıyor; hakk arıyor ve gerçek arıyor ve bulmuşlar-
eşleşmişler ve gerçeklerini eşleştirmişler;
öyle sözediyorlar

ve bulan ve arayan da ben kipleri
böyle sözediyorlar

Burada, Kişiye içte bir ben (esas ben)- ya da dışta bir ben (tanrı ben ve daha büyük gerçek) araması söyleniyor ve ulaşınca bileceği; aydınına varacağı söylenmiş;
Kişiye daha büyük bir gerçek ve sonuç olacağı öğretiliyor, öğütleniyor- öneriliyor ve sistemli bir düşünme çabası ile buna ulaşabileceği bildiriliyor;

Sonra bu uğraşlar ve uğraşmalar (bilgi karıştırmaları, bilgi yüklemeleri ve anlam zorlamaları ile de birlikte ) kişi sonuçta arananın bulunduğu ilan edilerek, bir sonuca erişilip aydınlanıldığı bildiriyor

tam yukarıdaki

Bir gerçeklik aydınlanması ve uyanışı ,ayırdı, olarak tasvir edilen bu durum; gözlemci tanrı (gözlemci gerçek-gözlenen ve gözleyecek) ikiliği ve ayırdı- ayrılığı ya da gözlem ikiliği bırakmadığını ve bırakmayacağını söylüyor
ve bunları söylemesi ile meşhur bir biliş ve söyleyiş ve iddia değil mi?

Ben ve tanrı arasında bir ikilik kalmadı? ama digerleri -var- ne olacak
onlarda tanrı mı?
Aradığımı buldum; tamam- Ben benden başkası değilmişim-Tanrıdan başkası değil mişim ;Benimin ucunda bir tanrı varmış heey
tanrı ve gerçek benden başka şey değilmiş
ya sizden ve onlardan da başkası da değilse ne olacak
bu beni o sonuca götürür;

Benim ucumda ben varmış ve benden başkası yokmuş.
-diğerimde tanrı varmış-ayrılık yokmuş-Tanrı benden ve bizden başka şey değilmiş; gayrılık yokmuş

bunu diyenler sanırım şunu diyor. Kendimin ucunda O nu, O kendiyi ya da O kendi tanrıyı da buldum -
Ve bu durumda bir ikiliklilik göremedim

bu beni şimdi tanrı mı yapar? kim ve ne yapar? "bu bizi ne yapar" asıl sorudur

Sonuçta Ben ve ben olmayanlar arasında bir ikilik kalmadı yada kalmayacak ve kalmamalıdır da
tüm herkesten, herşeyden nefret ediyordum-Kötüler sınıflamıştım. Çatışmalar oluşturmuştum. Şimdi -bunları- ne yapacağım ben
Onlar bense ne olacak -ne yapacağım ben-bunu bulmak istemezdim belki;

Ben ve tanrı olmayanlar farkı kalmadı
ve ben ve tanrı olmayanlar arasında bir fark-ikilik kalmadı

-------

yukarıdaki çözümleme ve aydınlama sonrasında;
orda yatan bir "ben" kipi var

"O" diye adlandırılan ya da içeriklendirilen "bir" gerçek ya da tanrı bulundu şimdilik ve "bir" ben aydınlandı,

Peki ben'in bundan sonra nereye gitmesi gerekecek
bu bilgi ile ne yapacak
onu nasıl yapılandıracak ve taşıyabilecek mi? -düzenleyebilecek mi? yapılandırabilecek mi? onunla başedecek mi? Ondan bir bilgin ve ego (daha byük bir ego ve süper ego) mu yapacak-yaratacak ve onu bir hoca mı yapacak-ne yapmalı

"O" diye adlandırılan ve içeriklendiren "diğer" ya da tanrı saltı ve saltığı üzerine (yüklenen özlem) ya da yükleme ve özleme araması tamamlandı
nihayetine erdirildi ve
ve buluşan "Bu ve O"
ya da buluşan "Ben ve O" bir fiil oldu
ve arama ilişkisi sonlandı/sağlandı
sanırım
bunun ilerisi -gerisi- berisi nedir? ne olur?

---
Eğer ordaki ben kipi bunu bize yayamaz ise çok acı çekecek onu söyleyebiliriz;
Eğer travmalarla kendini yüksek bir ben ve kişi sanarsa ya da kendi tanrı ayırdına sanısına varırsa diğerlerini düşürürse çok daha da acı onu da söyleyebilirdik
Bunu paylaşmakta güçlük çekecek ve kendi sanrısı ile de boğuşacak
eğer çok dikkatli ve özenli ve ileri çok yavaş narin adımlarla ilerlememişse bu çok zor olabilecektir öyle anlıyoruz ve
bu bilgiyi yapılamak zor onu da anlıyoruz ve
söyleyebilirdik

Her sonuçta ve diyalktikte
ordaki ben kipi; biz gelişimi ve biz ilerlemesi sağlayacaktır ve sağlamalıdır
diğer türlü zorlanacaktır

benin "we" olan ve olacak olan biçemi
ve "biz" olan bir koşulu ve durumu bunu ileri sağlıyor ilerletiyor ve çözümlüyor; ve ilerletiyor olacaktır...
biz öyle algılıyor ve sunuyoruz;
daha iyi bir yazım için-kadar bekleme

burdaki ben kipleri "O" dan ziyade ve "O" dan sonra ( O-dan başlayarak ve ben'den sen'den başlayarak gelişmiş olabilir ancak) sonra size ve dolayısıyla bize -biz genişliğie ve aslıdna salt ben değil de sizbirliğe ve bizbirliğe doğru ilerlemeli ve gelişmelidir
Diğeri acı meşalesidir;

biz gerçeğiz-biz hakkız-
aydınlamasına yürüyüş ordan başlamalı
tüm anlatabileceğimiz budur;
bu sizi aydın ileri ve uyanık ve yüksekte yapmayacağı gibi yalnızların meşalesinde kulaç yapar;

yani kişi daha da aydınlanmak istiyorsa;
ya da bir sonraki aydınlığı denemek ya da merak ediyorsa?
hep birlikte aydınlanmak bir yol ve çoğul çaba bir yol;

---

"ben tek gerçek değil mişim"
ben tek başıma tanrı ya da tek gerçek değil mişim; diğerleirnden üstü nfelan değil mişim ben
iyiler ve kötüler yokmuş
ya da benim tanrım diğer herşeyinde tanrısı imiş ve olmalı ise;
o halde herkes aynı ise;
ben en buldum
bununla ne yapacağım ve başedeceğim o halde
bu çok arzulanan bir sonuç olmasa gerek;

bir egonun en yalnız kalacağı en zor-zorlanacağı yerlerden alanlardan biri bu olmalı;
olabilir;
bu narsiszmin ileri zirve taşı bile olabilir- bu hakseverlik değildir-olabilir de ama siz düşünün ve karar verin;
bu size ne yarar ve çıkar sağladı;ondan bilgi edinebildiniz mi?
bu işinize yaradı mı?
bu sizi aydınlattı mı?
hayatınızı düzenledi ve geliştirdi mi?
sizi de aydınlatıyor mu? karmaşık laflar mı buluyorsunuz? anlayabiliyor musunuz şimdi;
hayatınıza daha fazla karmaşa getiren şeyi -neden?

Siz şimdi Rumi diye bir adamın çıktığı bir mertebe ve sizin çıkamayacağız olamyacğaınız yer ve şey
ve anlaşılmayan bir Rumi topağı görüyorsanız da Rumi de anlamamıştır;
ya da bu gerçek bize ve size ne anlatacak
biz kimiz;

bireysel bir gerçek alımı sanısı yalnızlığı ve kimsizliği;
ego ve narsist çakışmalar bölünemsi ile bölünmek yalnzlığı ve ile çakılmak -ileri gitmek yorulmak ve boğulmak
- boğuşmak ve boğulmak
hızlı gitmek ileri gitmek -için- hisleri;
diğerleri yalın ya da sözde bir gerçek yaşarken bilgi bulma-bulundurma hisleri;
tanrıya koşma ve bilgi yükü yeri; hisleri;

ben uyandım ya da aydınlandım ya da bir gerçek buldum ve gerçeği şimdi daha iyi algılıyorum
şimdi ne yapmalıyım

Tabi ki Rumi bundan eminse ve inanlı ise ve bir bizbirlik fikrini sunabilir ve heycanlatabilir ise en büyük çalışmayı yapardı
ben birim demeyi bırakıp biz birim -sen birim ve biz biz birlik biriz diyebilse idi;

sonuç birleştirebilme-bütünleştirebilme çoklama ve ve özdeğerleme sonucu sağlıyor mu?
örn. bir başka tarihsel kişilikleri de ele alalım- Halıkı birbirine çekmiş ve toparlamış kişilikleri?
Kendi değil çekim ve ekimini sunmuş kişiler; Ad değil birleşmenin kendini bırakmış kişi-ler var ise
sevilirliklerin ölçütü nedir? Rumi yi Mevlana yı herkes sever-
birey yükleminden ve yöneliminden ? bu işler zor değil mi?
---

Benim yükseğim eringinliğim ve ermişliğim yokmuş-hep bir erermişiz bu ne demek
beni anlamıyorlar ve anlamayacaklar ben en yapmalıyım; onlara ne ifade edebilirim ki
dolandırılmış laflar mı?
ben neye çabaladım-onlara ve bize kendime dönüp ne diyeceğim-yüksek biri mi olacağım
halk içine karışacağım

--
Şimdi nasıl sıradan olacağım. Örneğin vali olsam akşama kadar sınıfım olurdu ve köydeki çocukla nasıl oynardım
Yaşlı bi kocakarı benle nasıl dalga geçer ve gülüşürdü ben neler kaçırırdım
Karım bana sövemezdi ve sayamazdı ve beni terkedemezdi
Yalan saygı temaşa yapardı
Ben neleri sınırladım ve sınıfladım
ben neler kaçırdım aga;
yık-ın bu saltanatı ve yakıp yıkıp geçeceklere dillerine bilgi, gerçek bilgi ve insan ilgisi saygısı çalacaklara yol izin verin açık verin;

---------- Mesajlar Birleştirildi at 08:23 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 07:13 ----------

buraya ben size bir örnek ve alıntı taşıyayım

Köroğlu ismini duymak örneğin güç ve güven verir-ilik hissi
otoriteye karşı durabilmek-durabilirlik hissi verir;

Mevlana ya da Rumi ismi duymak-Bizi ve insanları çok sevmiş, sevecen kimlik ve kendinde insan ayırmamış bi insan bütün sevgi saygıcıl kimlik izlenimi verir. Keşek diğer dünyadaki herkes öyle olsa ama güç ve otorite karşısında
bilmeme
insanların bir aynı olabileceğini düşünmüş sevgicil yakınlıklı bi insan gönlü
-insan ayırmamış bi insan izlenimi verir-şimdi bunu çok sayıyoruz ve çok önemsiyoruz

Gandhi ismi duymak örneğin bir izlem uyandırır; bir başarımdır;bir mücadeledir;
Gandhyi birey ve bireysel olarak güç ve otorite karşısına konumlasak?

Örneğin Mansur o diğerlerinin yoludur. orda gerçek -bir çividir-çakılıdır;
Belki Rumi-nin ya da bir diğerinin de ışığıdır ve ön ışığıdır

başka örneklerde var,
Yani halkın asıl malı olmak, özellikle o dönemde, 15-16. yüzyıllardaki bu anonim şairlerde güç buradan geliyor. Halk onu özümsüyor, halkın içinde eriyor ve birçok şairler çıkıyor. Aynı adı taşıyan, bu şu demektir. Aynı felsefi doğrultuda yazan şairler, oraya herhangi bir şair alınmaz, örneğin Nasrettin Hoca,
söylememiş, yazmamış bile olsa, o doğrultuda o felsefe doğrultusunda -ki fıkralar girebilir bana göre-

....onun büyük yanı kavga şairi olmasıdır. Ki, bu kavga şairi sürmüştür. Kavgalı, kavgacılığı sürmüştür, kendi ölümünden sonrada bugüne kadar sürmüştür. Kötüye karşı savaşım vermektir. Ve köylü başkaldırılarında, Türkiye’de köylü başkaldırılarında çok büyük etken olmuştur bu kavgacı şair. .O nun bir özelliği, birçok ondan bir çok olması. kitaba göre 4-5 tane filan gösteriliyor. Bana kalırsa, nereden seziniyorum, çünkü bu kavgacılığı ve propagandasının sürmesi birçok o'nun yaşamış olduğunu gösteriyor. Ölümünden sonra da, ölümünden önce de. Ve lejander bir kahraman oluyor böylece. Yani halkın asıl malı olmak,
 
Son düzenleme:

ElChupakabra

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2014
Mesajlar
40
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
40
Önceki tövbeye çağırıp ardından bu videoyu koyunca benimsediğin kanaat önderlerinden birinin videosunu paylaştığın görüşü oluştu ve videonun ana amacı olan konuya yöneldim. Bu kişinin Mevlana yla ilgili yorumlarına yönelecek olursak Mevlana yılını komplo malzemesi yapmış işin özünden uzak kalmış, kabirperestlik demiş peygamberin medenide ki mezarı için kendi fikrinide belirtmiş olmuş..
 

major

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
4 Mar 2017
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0


"Eşek ile sevişirken dikkat edilmesi gerekenler"

By Mevlana

Cehalet böyle oluyor işte insanda biraz utanma olur, ilkokul seviyesindesin madem araştırma yapmadan bu tip konulara yorum yapma al oku bakalım belki biraz hicap duyarsın. Utanmıyorsun anladık allahdan mı korkmazsın bre gafil?

MEVLÂNÂ"NIN MESNEVÎ"SİNDE “HAR (EŞEK)” METAFORU
“Eşek olduğunu bilmeyen, hakîkaten eşektir!”1 (Hz. Mevlânâ)

Özet
Fiziksel dünyânın ötesinde metafizik bir âlemi ve insanın zâhirinden çok iç dünyâsını (mânevî/rûhî yapısını) kendine temel konu edinen Tasavvuf düşüncesi ve edebiyâtı alanında da soyut mânâları ifâde etmek için metaforik anlatım biçimine sıkça başvurulduğu görülmektedir. Bu bağlamda tasavvuf düşüncesinde “eşek” metaforu, genellikle “nefs/nefsânî hasletlerden kendini kurtaramamış kimse/gönlünü ve zihnini dünyâlıklarla, boş ve faydasız söz ve duygularla dolduran kişi ve ilmiyle amel etmeyen âlim” gibi mânâları ifâde etmek üzere kullanılmıştır. Biz de bu çalışmamızda, “Acaba Mevlânâ, Mesnevî"sinde “har (eşek)” metaforunu hangi anlamlarda kullanmıştır?” temel sorusunun cevaplarını arayacağız. Bu yönüyle çalışmamız, Mevlânâ"nın kullandığı dilin inceliklerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve ona yönelik birtakım olumsuz ve haksız eleştirilerin sorgulanması noktasında katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Biz, bu çalışmamızda, “Acaba Mevlânâ, Mesnevî"sinde “har (eşek)” metaforunu hangi anlamlarda kullanmıştır?” temel sorusunun cevaplarını arayacağız. Bu bağlamda, Mevlânâ"nın Mesnevî"de sıkça başvurduğu “eşek” metaforuna yüklediği anlamları ortaya koymaya gayret edeceğiz. Bu yönüyle çalışmamız, Mevlânâ"nın kullandığı dilin inceliklerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve ona yönelik birtakım olumsuz ve haksız eleştirilerin sorgulanması noktasında katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Şimdi, Mevlânâ"nın Mesnevî"de “eşek” metaforuna yüklediği anlamları, yedi başlık altında incelemeye çalışalım:

3. Nefs
Nefs ile ruh, insan bünyesi üzerinde sürekli bir hâkimiyet kurma savaşı vermektedirler. Ruh, insana, fıtratına uygun olanı; nefs ise hep aykırı olanı salık vermektedir. İşte bu durumu Hz. Îsâ ve eşekmetaforlarıyla anlatan Mevlânâ, rûhunun gıdâsını (zikir ve mânevî ilimler) ihmâl edip sürekli nefsini (hayvânî ve şehevî duygularla) besleyen eşek mîzaçlı kimselere şöyle seslenmektedir:
“Sen, Îsâ"yı bıraktın da eşeği besledin. Hulâsa, eşek gibi perdenin ardında kaldın./İlim ve mârifet, Îsâ"nın tâlihidir, ey eşek sıfatlı, eşeğin şansı değil!/Eşeğin anırmasını duyar, acırsın. Halbuki bilmezsin ki eşek, sana eşeklik telkin ediyor./Îsâ"ya acı, eşeğe değil! Tabiatını aklına baş etme!/Bırak tabiatını, ağlayadursun. Sen, ondan al, canın borcunu öde!/Yeter artık, yıllarca eşeğe kul olduğun. Bil ki eşeğe kul olan, eşekten beterdir./“ Onları geride bırakın” sözünden murat, nefsindir. Nefs geride, aklın ileride gerek./Bu aşağılık nefs de eşekle aynı mîzaçta. Gece gündüz bütün düşüncesi, yem kaygısı./Îsâ"nın eşeği gönül feyzini bulmuş, akıllıların makāmında konaklamıştır./ Çünkü akıl galebe çalınca, eşek zayıflar. Zira eşek, şişman ve kuvvetli biniciden dolayı zayıflar./Ey eşeğe değer veren! Aklının azlığından dolayı bu hakîr eşek, ejderha kesildi./Gönlün Îsâ"dan hastalandıysa, yine ondan iyileşir; sıhhat yine ondan gelir; onu bırakma!” (II/142).
Mevlânâ, nefs eşeğini hak yola sokabilmek için, tasavvufun en temel nefsi terbiye yöntemlerinden biri olan, “onun isteklerinin zıddını yapma”yı tavsiye etmektedir:
“Eşeğin başını çek, onu yola sok! Doğru yolu bilen ve görenlerin yoluna sür!/Onu boş bırakma, yularını tut! Çünkü o, yeşilliğe gitmeyi pek sever./Gaflet edip de bir an boş bıraktın mı, çayırlara doğru fersahlarca yol alır./Eşek, yol düşmanıdır; yeşillik görünce sarhoş olur. Onun yüzünden, ona kul olan niceleri telef olup gitmişlerdir./Eğer yol bilmezsen, eşeğin dileğine aykırı hareket et! Doğru yol, o aykırı yoldur.” (I/237).
Bir başka yerde nefsi, “yükten kaçan eşeğe” benzeten Mevlânâ, onu terbiye etme yollarından biri olan “sırtına sabır ve şükür yükünü yükleme”yi de salık vermektedir:
“Mânâ odur ki, seni senden alır; faydasız sûretten müstağnî kılar./Seni kör ve sağır edenin mânâ olduğunu sanma! Sûrete âşık olman, öyle eder./Köre nasip olan, ancak gam arttıran hayallerdir. Gözün nasîbi de fânî hayallerden ibârettir./Körler, Kur"ân"ın harflerini ezberlemişlerdir. Eşeği görmezler de semeri dövüp dururlar!/ Gözün açıksa, kaçan eşeği gör! Ey puta tapan! Daha ne zamana dek semercilik yapacaksın?/Semer nasıl olsa bulunur; yeter ki eşeğin olsun. Canın oldukça, ekmeğin mutlaka az çok gelir./Kaybolan eşek gitti; bir daha gelmez. Eşeğin sırtı olsun da, semer bulunur./Eşeğin sırtı, mal ve kazanç elde edilecek bir dükkândır. Can ve gönül, yüzlerce kalıbın sermâyesidir./Ey boşboğaz, eşeğe çıplak (semersiz) bin! Hz. Peygamber çıplak binmedi mi?/“Peygamber, çıplak eşeğe bindi; yaya yürüdü” de denmiştir./ Eşek nefsin kaçıyor, onu bir kazığa bağla! Ne zamana kadar işten, yükten kaçacak?/ İster yüz yıl olsun, ister otuz yıl; mutlaka sabır ve şükür yükünü ona yüklemeli.” (II/55-56; Nahîfî Terc., II/166-169). “Hoplayıp zıplayıp duran eşeğin sırtına taş yükünü vur! O kaçmadan, sıçramadan önce, sırtına yükü yükle!” (V/115).
Kötü huyların barınağı konumundaki nefsi eşeklikten kurtarıp arındırabilmek için, mutlaka kâmil bir mürşidin terbiyesine sokmak lâzımdır. Zira “Ölmüş eşek tuz gölüne düşünce, eşekliği, murdarlığı geçmişte kalır.” (II/102). Burada tuz, “koruyucu” ve “arındırıcı” olma özelliğiyle, mürşidi simgelemektedir.
Peki, bu nefs eşeğinin insana hiç mi faydası yok? Bu sorunun cevâbını Mevlânâ, Mesnevî"nin konumuzla ilgili en vurucu örneği olan kabak hikâyesinde (V/111-119; Nahîfî Terc., V/268-287) verir. Hikâye, bir câriyenin eşekle ilişkisini anlatır. İç içe geçmiş iki türlü metaforik anlatımın ustalıkla örüldüğü bu hikâyeyi burada uzun uzadıya anlatmak yerine, yalnızca metaforik çözümlemesini vermekle yetineceğiz:
Ön plândaki metaforik anlatıma göre, hikâyenin baş kahramanı olan eşek, nefsi simgelemektedir. Esâsen bunu, Mevlânâ bizzat şöyle açıklamaktadır:
“Bil ki bu hayvan nefs, bir eşektir. Onun altına düşmekse, ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir./Eğer şehvet hırsıyla can verirsen, bil ki sen de o kadından daha alçaksın!/ Tanrı, nefsimize eşek sûretini vermiştir; çünkü sûretler huylara uygundur./ Kıyâmet gününde sırların açığa çıkması, işte budur. Tanrı hakkı için, eşeğe benzeyen nefsten kaç!” (V/116).
Hikâyedeki câriyenin sâhibesi konumundaki kadın ise şehvet, hırs, sabırsızlık vb. gibi yerilen nefsânî hasletlere kapılmış, üstelik, bu gibi kötü huylardan kurtulmak için kendine bir yol gösterici arayıp bulmamış mürşitsiz kişiyi simgelemektedir. Bu mânâya da Mevlânâ, şu beyitleriyle işâret etmektedir:
“Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı, eşeği bile Yûsuf gibi dünyâlar güzeli bir sevgili gösterir./…/Hırs, çirkinleri güzel gösterir. Yol âfetleri içinde de şehvetten beteri yoktur./…/Bir eşeği bile Mısır"ın Yûsuf"u gibi güzel gösterdikten sonra, o çıfıt, bir Yûsuf"u acaba nasıl gösterir?” (V/114).
Kadının mürşidsiz işe kalkışmasını da şu beyitleriyle yermektedir:
“Ustasız iş yapmak istedin, bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın./Benden eksik bir bilgi çaldın; çaldın ama, tuzağın nasıl bir şey olduğunu sormayı ihmâl ettin./…/ Yalnızca görünüşe kapıldın. Halbuki içyüzü senden gizliydi. Usta olmadan dükkân açtın./…Fakat a haris! Neden kabağı görmedin? Yoksa eşeğin aşkına o kadar mı dalmıştın ki, gözüne kabak görünmedi?!” (V/117).
Bu beyitlerden de anlaşılacağı üzere, hikâyenin üçüncü kahramanı câriye de işin ustası olan mürşidi sembolize etmektedir. O, nefs eşeğiyle nasıl ilişkiye girileceğini, onunla iyi geçinmenin ve hattâ onun faydalı yönlerinden yararlanmanın, bu sâyede de ondan zarar görmek yerine zevk almanın sırlarını iyi bilen, ehil kişidir. İşte, tasavvuf yolunda da yalan yanlış, eksik bilgisiyle ve “ben artık oldum” vehmiyle mürşidsiz yola koyulanın başına gelecek kaçınılmaz son, hikâyedeki “kabağı görmeden eşekle ilişkiye giren kadın” gibi olacaktır. Nihâyet hikâyedeki kabak ise, nefs terbiyesini temsîl etmektedir. İnsan ile nefsi arasında “mesâfe” işlevi gören kabak (nefs eğitimi) sâyesinde kişi, nefsinin zararlarından korunabilmekte ve onun faydalı yönlerinden istifâde edebilmektedir.
Söz konusu hikâyenin geri plândaki metaforik anlatım unsurlarını çözümlediğimizde ise daha farklı ve ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Ana fikir olarak, “olaylara yalnızca zâhir gözüyle bakmanın insanı sürükleyeceği felâketlerin sonuçları”nın işlendiği bu çözümlemeye göre, baş kahramanımız olan eşek, “mânevî ilimlerden yoksun olmakla birlikte Cenâb-ı Hakk"ı, insanı ve evreni yalnızca dış görünüş bakımından, zâhirî bakış açısıyla yorumlamaya kalkışma ameliyesi”ni sembolize etmektedir. Olayların bâtınını, içyüzünü ve birtakım inceliklerini kavramaktan uzak olan bu eksik zâhirî bakış, tıpkı hikâyemizdeki eşek gibi, sâhibini iğfâl ederek onun işini bitirir. Bu durumda hikâyedeki kadın ise, mânevî ilimlerden habersiz, yalnızca zâhirî bakış açısıyla hüküm veren zâhir ulemâsını ve onların fikirlerine kapılan kimseleri; câriye de işin derinliklerine ve inceliklerine vâkıf olan mânevî ilim sâhibi kimseleri simgelemektedir. Nihâyet hikâyedeki kabak ise mânevî bakış açısını, yâni mârifet ve hikmeti ifâde etmektedir.
Burada metaforik çözümlemesini verdiğimiz Kabak hikâyesinin, M.S. II. yüzyılda yaşamış bir Latin yazar olan Apuleius"tan (d. 124 – ö. 170) alınmış olduğu da unutulmamalıdır. Onun, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından “dünyâ edebiyâtından tercümeler–Lâtin klâsikleri” arasında 27 numarada yayınlanan Altın Eşek adlı kitabında28 aynı hikâyeyi anlattığı görülmektedir. Mevlânâ"nın kronolojik olarak kendisinden yaklaşık 11 asır [1100 (yazıyla: binyüz) sene] kadar önce yaşamış olan bir yazarın kitabında geçen söz konusu hikâyeyi alıp bize aktarması, “Hikmet mü"minin yitik malıdır; nerede bulursa onu alır”29 ilkesinin bir gereği, yansıması ve sonucu olsa gerektir. Bu demektir ki, içinde yaşadığı Doğu kültürüne vâkıf olduğu kadar, hemen yanı başındaki Batı"dan da haberdar olan bir Mevlânâ ile karşı karşıyayız. Belki onun büyüklüğü, biraz da buradan kaynaklanmaktadır. Esâsen bu durum, Mesnevî"den veya Mevlânâ"nın başka herhangi bir eserinden herhangi bir kısmın –deyim yerindeyse– “cımbızla çekilerek”, onun birtakım seviyesiz ithamlara mâruz bırakılmasının ne kadar yanlış olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Konuyla ilgili Şefik Can merhûmun değerlendirmesi, başka söze mahal bırakmayacak niteliktedir: “Bu arada, bir câriyenin eşekle sevişmesi gibi meşhur hikâye de, Latin şâir Apuleius"un Altın Eşek kitabından alınmıştır. … Apuleius"un Altın Eşek"ini okuyanlar insan tabiatının süflî arzularını ifâde eden bu kitabı alkışlarken, aynı hikâye Mevlânâ"nın Mesnevî"sinde olunca hor görülmüştür. Bu görüş tamâmiyle bîtaraf değildir. Garez gelince insanın gözü kör oluyor, hakîkati göremiyor.”30

4. Nefsânî/Bedensel Şehvet ve Sıfatların Esâretinden Kurtulamamış Kişi
Mevlânâ, nefsânî/bedensel şehvet ve sıfatların boyunduruğundan kurtulamamış kimseleri, “kart eşekler” olarak tasvîr etmektedir. Çünkü onların elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğridir. Yâni onlar, nefs-i emmârelerinin güdümünden kurtulamadıkları için yanlış işler yaparlar; kötü yollara düşerler; gözleri hatâ ve kusurdan başkasını görmez; muhâtaplarına ihânet ve nefretle bakarlar; güzeli değil çirkini, doğruyu değil eğriyi görürler; durduk yerde öfkelenirler, sebepsiz yere kızarlar; savaşı bile kuralına göre yapmazlar; kalleşçe arkadan vururlar (I/206).
Mevlânâ, nefsânî/bedensel şehvet ve arzuların esâretinden kurtulamamış, bedenen güçlü kuvvetli bir kişiyle; bedensel güç bakımından zayıf olmakla birlikte hırs, kin, nefret, şehvet, öfke gibi nefsin yerilmiş hasletlerinden kurtulmayı başarmış kişiyi kıyasladığı bir hikâyeyi (V/312-327) anlattıktan sonra muhâtaplarına şöyle seslenmektedir:
“Onda, eşeklerin erkeklik gücü (cinsel güç) yoktu; fakat peygamberlerin erliği vardı./ Hırsı, şehveti, hışmı terk etmek erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır./İşte, eşek şehvetini terk edeni, Cenâb-ı Hak beylerbeyi diye vasıflandırır./…/Erliğin özü budur; öbürüyse dışı, kabuğudur. Bu cennete, öbürü ise cehenneme götürür./…/…Erkek olan budur; eşeğin erkekliği ise hileden ibârettir.” (V/327; Nahîfî Terc., V/778-779).
Bir başka yerde de buna şunları ilâve eder:
“Ne arzu ânında bir hatâya düşüyorsun; dağ gibi aklın saman gibi uçuyor…/ve ne de öfke ve kin zamanında sabrın gevşeyip karar ve sebâtını terk ediyor!/Erlik budur işte! Yoksa adam, sakalla, tenâsül âletiyle erkek olmaz! Öyle olsaydı eşeğin âleti, erlerin şâhı olurdu.” (V/302).
Mevlânâ"ya göre, nefsin, “kendini beğenme, gurur, kibir ve kendinde bir varlık görme” gibi yerilmiş hasletlerinden kurtulamayan eşekleri aslan parçalar (I/245).31 Nitekim Mevlânâ, insanları bu gibi yerilmiş nefsânî hasletlerden kurtarmak için çabalayan şeyhlerin (erdemli insanların, bilgelerin) terbiyesinden, öğüt ve nasihatlerinden kaçan kimseyi, “sâhibinden kaçan eşek” metaforuyla îzah etmiştir. O şöyle der:
“Eşek, sâhibinden eşekliği yüzünden kaçar. Halbuki sâhibi, onun iyiliğini istediği için peşine düşer./Onu, kendisi bir fayda elde etmek veya bir zarardan kurtulmak için aramaz. Kurt, yâhut yırtıcı bir canavar parçalamasın diye arar.” (II/145).
Allah"a giden yolda kurda kuşa yem olmamak, türlü eziyet ve belâlara mâruz kalmamak için, ayrıca yol arkadaşlarına (ihvân) da ihtiyaç vardır:
“Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleriyle dopdolu bir yol… Dost nasıl dosttur? Akıl ve tedbir merdiveniyle seni yücelten dost./Diyelim ki ihtiyatlısın da seni kurt kapmadı. İyi ama, topluluk olmadıkça o neşeyi bulamazsın ki!/Yalnız olarak bir yolda neşeli neşeli giden kişinin neşesi, dostlarla, yoldaşlarla giderse, birken yüz olur./Eşek bile emsâliyle gezip dolaşsa, bir canlılık ve sevinç elde eder./Kervandan ayrılıp, yalnız başına yol almaya kalkışan eşeğe o yol, yüz kere daha uzar, o derece yorulur./O çölü yalnız olarak aşıncaya kadar kaç sopa fazla yer, kaç kere fazla nodullanır./O eşek sana der ki: “Eşek değilsen, yola böyle yalnız düşme!” Sen de bu öğüdü iyi dinle!/Yolu gözeterek tenhaca ve güzel güzel giden, şüphe yok ki dostlarla daha güzel gider.” (VI/43-44; Nahîfî Terc., VI/118-119).
Nefsinin esîri olması yüzünden hevâ ve heveslerinin peşine takılıp giden, dolayısıyla da ayağı tökezleyip yüz üstü yere düşen ve burnu bir türlü günah pisliğinden kurtulmayan kimseyi, bakınız, Mevlânâ nasıl tasvir ediyor:
“Eşekliği yüzünden bir ayağı bağlanmış eşek serkeşliğe kalkıştı mı, iki ayağı da boynuna bağlanır!/Eşek, “bana bir bağ kâfîdir” dese de ona aldırış etme! Çünkü bu iki bağ, o aşağılık hayvanın kendi hareketi yüzünden bağlanmıştır!” (IV/122).

 
L

lamei

Ziyaretçi
Major önce uslubunu düzelt sonra bize Allamelik(!) yap.

Öyle kopyala yapıştır yapmakla Rumi'yi temize çıkaramazsın.
(Mevlana demek uygun değil, Rumi olacak)
Git bi araştır, tarihçilerden dinle, sonra bize şerhini at.
(Tabi tarihçi derken Kadir Mısıroğlu'ndan bahsetmiyorum.)

HasbiyAllah.
 

epoché

Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Eki 2016
Mesajlar
134
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Mevlânâ, nefsânî/bedensel şehvet ve sıfatların boyunduruğundan kurtulamamış kimseleri, “kart eşekler” olarak tasvîr etmektedir. Çünkü onların elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğridir. Yâni onlar, nefs-i emmârelerinin güdümünden kurtulamadıkları için yanlış işler yaparlar; kötü yollara düşerler; gözleri hatâ ve kusurdan başkasını görmez; muhâtaplarına ihânet ve nefretle bakarlar; güzeli değil çirkini, doğruyu değil eğriyi görürler; durduk yerde öfkelenirler, sebepsiz yere kızarlar; savaşı bile kuralına göre yapmazlar; kalleşçe arkadan vururlar (I/206).

“nefs-i emmaresinin güdümünden” kurtulmuş ama , kendisiyle çelişmekten kurtulamamış :)
 

ihaveanidea

Filozof
Yeni Üye
Katılım
25 Ocak 2017
Mesajlar
848
Tepkime puanı
8
Puanları
18
Cehalet böyle oluyor işte insanda biraz utanma olur, ilkokul seviyesindesin madem araştırma yapmadan bu tip konulara yorum yapma al oku bakalım belki biraz hicap duyarsın. Utanmıyorsun anladık allahdan mı korkmazsın bre gafil?

MEVLÂNÂ"NIN MESNEVÎ"SİNDE “HAR (EŞEK)” METAFORU
“Eşek olduğunu bilmeyen, hakîkaten eşektir!”1 (Hz. Mevlânâ)

Özet
Fiziksel dünyânın ötesinde metafizik bir âlemi ve insanın zâhirinden çok iç dünyâsını (mânevî/rûhî yapısını) kendine temel konu edinen Tasavvuf düşüncesi ve edebiyâtı alanında da soyut mânâları ifâde etmek için metaforik anlatım biçimine sıkça başvurulduğu görülmektedir. Bu bağlamda tasavvuf düşüncesinde “eşek” metaforu, genellikle “nefs/nefsânî hasletlerden kendini kurtaramamış kimse/gönlünü ve zihnini dünyâlıklarla, boş ve faydasız söz ve duygularla dolduran kişi ve ilmiyle amel etmeyen âlim” gibi mânâları ifâde etmek üzere kullanılmıştır. Biz de bu çalışmamızda, “Acaba Mevlânâ, Mesnevî"sinde “har (eşek)” metaforunu hangi anlamlarda kullanmıştır?” temel sorusunun cevaplarını arayacağız. Bu yönüyle çalışmamız, Mevlânâ"nın kullandığı dilin inceliklerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve ona yönelik birtakım olumsuz ve haksız eleştirilerin sorgulanması noktasında katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Biz, bu çalışmamızda, “Acaba Mevlânâ, Mesnevî"sinde “har (eşek)” metaforunu hangi anlamlarda kullanmıştır?” temel sorusunun cevaplarını arayacağız. Bu bağlamda, Mevlânâ"nın Mesnevî"de sıkça başvurduğu “eşek” metaforuna yüklediği anlamları ortaya koymaya gayret edeceğiz. Bu yönüyle çalışmamız, Mevlânâ"nın kullandığı dilin inceliklerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve ona yönelik birtakım olumsuz ve haksız eleştirilerin sorgulanması noktasında katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Şimdi, Mevlânâ"nın Mesnevî"de “eşek” metaforuna yüklediği anlamları, yedi başlık altında incelemeye çalışalım:

3. Nefs
Nefs ile ruh, insan bünyesi üzerinde sürekli bir hâkimiyet kurma savaşı vermektedirler. Ruh, insana, fıtratına uygun olanı; nefs ise hep aykırı olanı salık vermektedir. İşte bu durumu Hz. Îsâ ve eşekmetaforlarıyla anlatan Mevlânâ, rûhunun gıdâsını (zikir ve mânevî ilimler) ihmâl edip sürekli nefsini (hayvânî ve şehevî duygularla) besleyen eşek mîzaçlı kimselere şöyle seslenmektedir:
“Sen, Îsâ"yı bıraktın da eşeği besledin. Hulâsa, eşek gibi perdenin ardında kaldın./İlim ve mârifet, Îsâ"nın tâlihidir, ey eşek sıfatlı, eşeğin şansı değil!/Eşeğin anırmasını duyar, acırsın. Halbuki bilmezsin ki eşek, sana eşeklik telkin ediyor./Îsâ"ya acı, eşeğe değil! Tabiatını aklına baş etme!/Bırak tabiatını, ağlayadursun. Sen, ondan al, canın borcunu öde!/Yeter artık, yıllarca eşeğe kul olduğun. Bil ki eşeğe kul olan, eşekten beterdir./“ Onları geride bırakın” sözünden murat, nefsindir. Nefs geride, aklın ileride gerek./Bu aşağılık nefs de eşekle aynı mîzaçta. Gece gündüz bütün düşüncesi, yem kaygısı./Îsâ"nın eşeği gönül feyzini bulmuş, akıllıların makāmında konaklamıştır./ Çünkü akıl galebe çalınca, eşek zayıflar. Zira eşek, şişman ve kuvvetli biniciden dolayı zayıflar./Ey eşeğe değer veren! Aklının azlığından dolayı bu hakîr eşek, ejderha kesildi./Gönlün Îsâ"dan hastalandıysa, yine ondan iyileşir; sıhhat yine ondan gelir; onu bırakma!” (II/142).
Mevlânâ, nefs eşeğini hak yola sokabilmek için, tasavvufun en temel nefsi terbiye yöntemlerinden biri olan, “onun isteklerinin zıddını yapma”yı tavsiye etmektedir:
“Eşeğin başını çek, onu yola sok! Doğru yolu bilen ve görenlerin yoluna sür!/Onu boş bırakma, yularını tut! Çünkü o, yeşilliğe gitmeyi pek sever./Gaflet edip de bir an boş bıraktın mı, çayırlara doğru fersahlarca yol alır./Eşek, yol düşmanıdır; yeşillik görünce sarhoş olur. Onun yüzünden, ona kul olan niceleri telef olup gitmişlerdir./Eğer yol bilmezsen, eşeğin dileğine aykırı hareket et! Doğru yol, o aykırı yoldur.” (I/237).
Bir başka yerde nefsi, “yükten kaçan eşeğe” benzeten Mevlânâ, onu terbiye etme yollarından biri olan “sırtına sabır ve şükür yükünü yükleme”yi de salık vermektedir:
“Mânâ odur ki, seni senden alır; faydasız sûretten müstağnî kılar./Seni kör ve sağır edenin mânâ olduğunu sanma! Sûrete âşık olman, öyle eder./Köre nasip olan, ancak gam arttıran hayallerdir. Gözün nasîbi de fânî hayallerden ibârettir./Körler, Kur"ân"ın harflerini ezberlemişlerdir. Eşeği görmezler de semeri dövüp dururlar!/ Gözün açıksa, kaçan eşeği gör! Ey puta tapan! Daha ne zamana dek semercilik yapacaksın?/Semer nasıl olsa bulunur; yeter ki eşeğin olsun. Canın oldukça, ekmeğin mutlaka az çok gelir./Kaybolan eşek gitti; bir daha gelmez. Eşeğin sırtı olsun da, semer bulunur./Eşeğin sırtı, mal ve kazanç elde edilecek bir dükkândır. Can ve gönül, yüzlerce kalıbın sermâyesidir./Ey boşboğaz, eşeğe çıplak (semersiz) bin! Hz. Peygamber çıplak binmedi mi?/“Peygamber, çıplak eşeğe bindi; yaya yürüdü” de denmiştir./ Eşek nefsin kaçıyor, onu bir kazığa bağla! Ne zamana kadar işten, yükten kaçacak?/ İster yüz yıl olsun, ister otuz yıl; mutlaka sabır ve şükür yükünü ona yüklemeli.” (II/55-56; Nahîfî Terc., II/166-169). “Hoplayıp zıplayıp duran eşeğin sırtına taş yükünü vur! O kaçmadan, sıçramadan önce, sırtına yükü yükle!” (V/115).
Kötü huyların barınağı konumundaki nefsi eşeklikten kurtarıp arındırabilmek için, mutlaka kâmil bir mürşidin terbiyesine sokmak lâzımdır. Zira “Ölmüş eşek tuz gölüne düşünce, eşekliği, murdarlığı geçmişte kalır.” (II/102). Burada tuz, “koruyucu” ve “arındırıcı” olma özelliğiyle, mürşidi simgelemektedir.
Peki, bu nefs eşeğinin insana hiç mi faydası yok? Bu sorunun cevâbını Mevlânâ, Mesnevî"nin konumuzla ilgili en vurucu örneği olan kabak hikâyesinde (V/111-119; Nahîfî Terc., V/268-287) verir. Hikâye, bir câriyenin eşekle ilişkisini anlatır. İç içe geçmiş iki türlü metaforik anlatımın ustalıkla örüldüğü bu hikâyeyi burada uzun uzadıya anlatmak yerine, yalnızca metaforik çözümlemesini vermekle yetineceğiz:
Ön plândaki metaforik anlatıma göre, hikâyenin baş kahramanı olan eşek, nefsi simgelemektedir. Esâsen bunu, Mevlânâ bizzat şöyle açıklamaktadır:
“Bil ki bu hayvan nefs, bir eşektir. Onun altına düşmekse, ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir./Eğer şehvet hırsıyla can verirsen, bil ki sen de o kadından daha alçaksın!/ Tanrı, nefsimize eşek sûretini vermiştir; çünkü sûretler huylara uygundur./ Kıyâmet gününde sırların açığa çıkması, işte budur. Tanrı hakkı için, eşeğe benzeyen nefsten kaç!” (V/116).
Hikâyedeki câriyenin sâhibesi konumundaki kadın ise şehvet, hırs, sabırsızlık vb. gibi yerilen nefsânî hasletlere kapılmış, üstelik, bu gibi kötü huylardan kurtulmak için kendine bir yol gösterici arayıp bulmamış mürşitsiz kişiyi simgelemektedir. Bu mânâya da Mevlânâ, şu beyitleriyle işâret etmektedir:
“Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı, eşeği bile Yûsuf gibi dünyâlar güzeli bir sevgili gösterir./…/Hırs, çirkinleri güzel gösterir. Yol âfetleri içinde de şehvetten beteri yoktur./…/Bir eşeği bile Mısır"ın Yûsuf"u gibi güzel gösterdikten sonra, o çıfıt, bir Yûsuf"u acaba nasıl gösterir?” (V/114).
Kadının mürşidsiz işe kalkışmasını da şu beyitleriyle yermektedir:
“Ustasız iş yapmak istedin, bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın./Benden eksik bir bilgi çaldın; çaldın ama, tuzağın nasıl bir şey olduğunu sormayı ihmâl ettin./…/ Yalnızca görünüşe kapıldın. Halbuki içyüzü senden gizliydi. Usta olmadan dükkân açtın./…Fakat a haris! Neden kabağı görmedin? Yoksa eşeğin aşkına o kadar mı dalmıştın ki, gözüne kabak görünmedi?!” (V/117).
Bu beyitlerden de anlaşılacağı üzere, hikâyenin üçüncü kahramanı câriye de işin ustası olan mürşidi sembolize etmektedir. O, nefs eşeğiyle nasıl ilişkiye girileceğini, onunla iyi geçinmenin ve hattâ onun faydalı yönlerinden yararlanmanın, bu sâyede de ondan zarar görmek yerine zevk almanın sırlarını iyi bilen, ehil kişidir. İşte, tasavvuf yolunda da yalan yanlış, eksik bilgisiyle ve “ben artık oldum” vehmiyle mürşidsiz yola koyulanın başına gelecek kaçınılmaz son, hikâyedeki “kabağı görmeden eşekle ilişkiye giren kadın” gibi olacaktır. Nihâyet hikâyedeki kabak ise, nefs terbiyesini temsîl etmektedir. İnsan ile nefsi arasında “mesâfe” işlevi gören kabak (nefs eğitimi) sâyesinde kişi, nefsinin zararlarından korunabilmekte ve onun faydalı yönlerinden istifâde edebilmektedir.
Söz konusu hikâyenin geri plândaki metaforik anlatım unsurlarını çözümlediğimizde ise daha farklı ve ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Ana fikir olarak, “olaylara yalnızca zâhir gözüyle bakmanın insanı sürükleyeceği felâketlerin sonuçları”nın işlendiği bu çözümlemeye göre, baş kahramanımız olan eşek, “mânevî ilimlerden yoksun olmakla birlikte Cenâb-ı Hakk"ı, insanı ve evreni yalnızca dış görünüş bakımından, zâhirî bakış açısıyla yorumlamaya kalkışma ameliyesi”ni sembolize etmektedir. Olayların bâtınını, içyüzünü ve birtakım inceliklerini kavramaktan uzak olan bu eksik zâhirî bakış, tıpkı hikâyemizdeki eşek gibi, sâhibini iğfâl ederek onun işini bitirir. Bu durumda hikâyedeki kadın ise, mânevî ilimlerden habersiz, yalnızca zâhirî bakış açısıyla hüküm veren zâhir ulemâsını ve onların fikirlerine kapılan kimseleri; câriye de işin derinliklerine ve inceliklerine vâkıf olan mânevî ilim sâhibi kimseleri simgelemektedir. Nihâyet hikâyedeki kabak ise mânevî bakış açısını, yâni mârifet ve hikmeti ifâde etmektedir.
Burada metaforik çözümlemesini verdiğimiz Kabak hikâyesinin, M.S. II. yüzyılda yaşamış bir Latin yazar olan Apuleius"tan (d. 124 – ö. 170) alınmış olduğu da unutulmamalıdır. Onun, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından “dünyâ edebiyâtından tercümeler–Lâtin klâsikleri” arasında 27 numarada yayınlanan Altın Eşek adlı kitabında28 aynı hikâyeyi anlattığı görülmektedir. Mevlânâ"nın kronolojik olarak kendisinden yaklaşık 11 asır [1100 (yazıyla: binyüz) sene] kadar önce yaşamış olan bir yazarın kitabında geçen söz konusu hikâyeyi alıp bize aktarması, “Hikmet mü"minin yitik malıdır; nerede bulursa onu alır”29 ilkesinin bir gereği, yansıması ve sonucu olsa gerektir. Bu demektir ki, içinde yaşadığı Doğu kültürüne vâkıf olduğu kadar, hemen yanı başındaki Batı"dan da haberdar olan bir Mevlânâ ile karşı karşıyayız. Belki onun büyüklüğü, biraz da buradan kaynaklanmaktadır. Esâsen bu durum, Mesnevî"den veya Mevlânâ"nın başka herhangi bir eserinden herhangi bir kısmın –deyim yerindeyse– “cımbızla çekilerek”, onun birtakım seviyesiz ithamlara mâruz bırakılmasının ne kadar yanlış olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Konuyla ilgili Şefik Can merhûmun değerlendirmesi, başka söze mahal bırakmayacak niteliktedir: “Bu arada, bir câriyenin eşekle sevişmesi gibi meşhur hikâye de, Latin şâir Apuleius"un Altın Eşek kitabından alınmıştır. … Apuleius"un Altın Eşek"ini okuyanlar insan tabiatının süflî arzularını ifâde eden bu kitabı alkışlarken, aynı hikâye Mevlânâ"nın Mesnevî"sinde olunca hor görülmüştür. Bu görüş tamâmiyle bîtaraf değildir. Garez gelince insanın gözü kör oluyor, hakîkati göremiyor.”30

4. Nefsânî/Bedensel Şehvet ve Sıfatların Esâretinden Kurtulamamış Kişi
Mevlânâ, nefsânî/bedensel şehvet ve sıfatların boyunduruğundan kurtulamamış kimseleri, “kart eşekler” olarak tasvîr etmektedir. Çünkü onların elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğridir. Yâni onlar, nefs-i emmârelerinin güdümünden kurtulamadıkları için yanlış işler yaparlar; kötü yollara düşerler; gözleri hatâ ve kusurdan başkasını görmez; muhâtaplarına ihânet ve nefretle bakarlar; güzeli değil çirkini, doğruyu değil eğriyi görürler; durduk yerde öfkelenirler, sebepsiz yere kızarlar; savaşı bile kuralına göre yapmazlar; kalleşçe arkadan vururlar (I/206).
Mevlânâ, nefsânî/bedensel şehvet ve arzuların esâretinden kurtulamamış, bedenen güçlü kuvvetli bir kişiyle; bedensel güç bakımından zayıf olmakla birlikte hırs, kin, nefret, şehvet, öfke gibi nefsin yerilmiş hasletlerinden kurtulmayı başarmış kişiyi kıyasladığı bir hikâyeyi (V/312-327) anlattıktan sonra muhâtaplarına şöyle seslenmektedir:
“Onda, eşeklerin erkeklik gücü (cinsel güç) yoktu; fakat peygamberlerin erliği vardı./ Hırsı, şehveti, hışmı terk etmek erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır./İşte, eşek şehvetini terk edeni, Cenâb-ı Hak beylerbeyi diye vasıflandırır./…/Erliğin özü budur; öbürüyse dışı, kabuğudur. Bu cennete, öbürü ise cehenneme götürür./…/…Erkek olan budur; eşeğin erkekliği ise hileden ibârettir.” (V/327; Nahîfî Terc., V/778-779).
Bir başka yerde de buna şunları ilâve eder:
“Ne arzu ânında bir hatâya düşüyorsun; dağ gibi aklın saman gibi uçuyor…/ve ne de öfke ve kin zamanında sabrın gevşeyip karar ve sebâtını terk ediyor!/Erlik budur işte! Yoksa adam, sakalla, tenâsül âletiyle erkek olmaz! Öyle olsaydı eşeğin âleti, erlerin şâhı olurdu.” (V/302).
Mevlânâ"ya göre, nefsin, “kendini beğenme, gurur, kibir ve kendinde bir varlık görme” gibi yerilmiş hasletlerinden kurtulamayan eşekleri aslan parçalar (I/245).31 Nitekim Mevlânâ, insanları bu gibi yerilmiş nefsânî hasletlerden kurtarmak için çabalayan şeyhlerin (erdemli insanların, bilgelerin) terbiyesinden, öğüt ve nasihatlerinden kaçan kimseyi, “sâhibinden kaçan eşek” metaforuyla îzah etmiştir. O şöyle der:
“Eşek, sâhibinden eşekliği yüzünden kaçar. Halbuki sâhibi, onun iyiliğini istediği için peşine düşer./Onu, kendisi bir fayda elde etmek veya bir zarardan kurtulmak için aramaz. Kurt, yâhut yırtıcı bir canavar parçalamasın diye arar.” (II/145).
Allah"a giden yolda kurda kuşa yem olmamak, türlü eziyet ve belâlara mâruz kalmamak için, ayrıca yol arkadaşlarına (ihvân) da ihtiyaç vardır:
“Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleriyle dopdolu bir yol… Dost nasıl dosttur? Akıl ve tedbir merdiveniyle seni yücelten dost./Diyelim ki ihtiyatlısın da seni kurt kapmadı. İyi ama, topluluk olmadıkça o neşeyi bulamazsın ki!/Yalnız olarak bir yolda neşeli neşeli giden kişinin neşesi, dostlarla, yoldaşlarla giderse, birken yüz olur./Eşek bile emsâliyle gezip dolaşsa, bir canlılık ve sevinç elde eder./Kervandan ayrılıp, yalnız başına yol almaya kalkışan eşeğe o yol, yüz kere daha uzar, o derece yorulur./O çölü yalnız olarak aşıncaya kadar kaç sopa fazla yer, kaç kere fazla nodullanır./O eşek sana der ki: “Eşek değilsen, yola böyle yalnız düşme!” Sen de bu öğüdü iyi dinle!/Yolu gözeterek tenhaca ve güzel güzel giden, şüphe yok ki dostlarla daha güzel gider.” (VI/43-44; Nahîfî Terc., VI/118-119).
Nefsinin esîri olması yüzünden hevâ ve heveslerinin peşine takılıp giden, dolayısıyla da ayağı tökezleyip yüz üstü yere düşen ve burnu bir türlü günah pisliğinden kurtulmayan kimseyi, bakınız, Mevlânâ nasıl tasvir ediyor:
“Eşekliği yüzünden bir ayağı bağlanmış eşek serkeşliğe kalkıştı mı, iki ayağı da boynuna bağlanır!/Eşek, “bana bir bağ kâfîdir” dese de ona aldırış etme! Çünkü bu iki bağ, o aşağılık hayvanın kendi hareketi yüzünden bağlanmıştır!” (IV/122).


Sert kayaya çarptın dostum.Ettiğin tüm hakaretleri sana tekrar iade ediyorum ve başlıyorum.





Bu 1953 basımı mesnevinin ön sözünden bir alıntı.Tatmin olmadıysan:



Bu da 2007 basımı mesnevinin ön sözü.



Şimdi bana diyeceksin ya "Orada vahiy değil,keşif yoluyla gelen bir bilgi." o konuda hakkında da Mevlana'n yazmış :)








Mevlana diyor ki Mesneviye temiz kişilerden başkası el değdiremez.Ayet vermem yasak olduğu için Vakia 79'u aç bakalım ne göreceksin.

Batıl Mesnevinin önünden ve arkasından yol bulamaz der.Fussilet 42'ye bak.

Mesnevi gönüllerin şifasıdır der.İsra 82'yi oku.

Mesnevi alemlerin Rabbinin ilhamıyla hayır sahibi katiplerin elleriyle hazırlanmıştır der.Abese 13-16'yı oku.






Hallac-ı Mansur'un "Ben Tanrı'yım." saçmalığını duymayan yoktur herhalde.Kimse kıvırmasın.Ben Tanrıyım demek Ben Tanrıyım demektir.





Mevlana'ya göre benlik suçtur,pisliktir ve Mevlana insanlara "Sürüde kalın." der.






Hani diyorsun ya "Eşek orada metafordu." Padişah olma metaforunun da Allah olma metaforu olduğunu söylememe gerek yok herhalde.





Sapık herif.Başka bir şey demiyorum.





Bir olma çağrısına da uymazsa Allah ile kavga edecekmiş.Köşedeki bakkaldan tuzlu çekirdek al da izleyelim.






Şimdi hatırlayamadım ama bir post'um da Tasavvufta içtiğiniz suya kadar her şey Tanrıdır inancının olduğunu söylemiştim.Burada da kanıtı buyrun.






Ruh hastası herif.İnancınızın da Allah belasını versin.Yetmedi dimi İslam dünyasını şirkinizle sömürdüğünüz?





Mevlana'ya göre şeyh olan kişi şarapta içebilir,bir kızla sekste yapabilir,küfür de edebilir.Neden?Adam Tanrı sanane.






Burada o sapık inancınızda çeliştiğinizi görüyoruz.Tanrının direk kendisi mi yoksa bozuk Hristiyanlık dini gibi oğlu falan mı?Yeşillendirirseniz sevinirim.








İnternetten kopyala-yapıştır ile olmuyormuş değil mi?Çoğu insanın İslamdan soğumasına,İslamın sadece savaş dini olarak görülmesine sebep olan kişiler sizlersiniz.Siz ve bozuk dini görüşünüz.Bu ne İslam ne de Ateizm.Orta yollu,çıkarlarınıza uygun bir itikat geliştirmişsiniz.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Sert kayaya çarptın dostum.Ettiğin tüm hakaretleri sana tekrar iade ediyorum ve başlıyorum.



Bu 1953 basımı mesnevinin ön sözünden bir alıntı.Tatmin olmadıysan:



Bu da 2007 basımı mesnevinin ön sözü.

Şimdi bana diyeceksin ya "Orada vahiy değil,keşif yoluyla gelen bir bilgi." o konuda hakkında da Mevlana'n yazmış :)





Mevlana diyor ki Mesneviye temiz kişilerden başkası el değdiremez.Ayet vermem yasak olduğu için Vakia 79'u aç bakalım ne göreceksin.

Batıl Mesnevinin önünden ve arkasından yol bulamaz der.Fussilet 42'ye bak.

Mesnevi gönüllerin şifasıdır der.İsra 82'yi oku.

Mesnevi alemlerin Rabbinin ilhamıyla hayır sahibi katiplerin elleriyle hazırlanmıştır der.Abese 13-16'yı oku.






Hallac-ı Mansur'un "Ben Tanrı'yım." saçmalığını duymayan yoktur herhalde.Kimse kıvırmasın.Ben Tanrıyım demek Ben Tanrıyım demektir.





Mevlana'ya göre benlik suçtur,pisliktir ve Mevlana insanlara "Sürüde kalın." der.






Hani diyorsun ya "Eşek orada metafordu." Padişah olma metaforunun da Allah olma metaforu olduğunu söylememe gerek yok herhalde.





Sapık herif.Başka bir şey demiyorum.





Bir olma çağrısına da uymazsa Allah ile kavga edecekmiş.Köşedeki bakkaldan tuzlu çekirdek al da izleyelim.






Şimdi hatırlayamadım ama bir post'um da Tasavvufta içtiğiniz suya kadar her şey Tanrıdır inancının olduğunu söylemiştim.Burada da kanıtı buyrun.






Ruh hastası herif.İnancınızın da Allah belasını versin.Yetmedi dimi İslam dünyasını şirkinizle sömürdüğünüz?





Mevlana'ya göre şeyh olan kişi şarapta içebilir,bir kızla sekste yapabilir,küfür de edebilir.Neden?Adam Tanrı sanane.



Burada o sapık inancınızda çeliştiğinizi görüyoruz.Tanrının direk kendisi mi yoksa bozuk Hristiyanlık dini gibi oğlu falan mı?Yeşillendirirseniz sevinirim.

İnternetten kopyala-yapıştır ile olmuyormuş değil mi?Çoğu insanın İslamdan soğumasına,İslamın sadece savaş dini olarak görülmesine sebep olan kişiler sizlersiniz.Siz ve bozuk dini görüşünüz.Bu ne İslam ne de Ateizm.Orta yollu,çıkarlarınıza uygun bir itikat geliştirmişsiniz.

Trol hesapların lamei ve sen gibi kurduğu bu tuzağa düşecek kadar saf değiliz, her başlıkta insanları rahatsız edecek söylemlerde bulunup kavga ortamı yaratmaya çalışan 2 trol hesabın oyununa gülerim sadece. Major ağzına sağlık kardeşim.

Bana ve Mevlana severlere sapık diyebilecek kadar ileri gitmişsin ancak Allah'ın adaleti nasılsa seni bulacaktır o yüzden fazla söze gerek yok.

Hallac, Mevlana, Yunus ve tüm Tasavvuf ehli değerli alimlere saygı, sevgi ve selam ile...Onlara dil uzatanları da Allah'a havale etmek sureti ile iki trol hesaba son cevabımdır, kendinizi paralayın daha bir kelime yok size.
 

ihaveanidea

Filozof
Yeni Üye
Katılım
25 Ocak 2017
Mesajlar
848
Tepkime puanı
8
Puanları
18
Trol hesapların lamei ve sen gibi kurduğu bu tuzağa düşecek kadar saf değiliz, her başlıkta insanları rahatsız edecek söylemlerde bulunup kavga ortamı yaratmaya çalışan 2 trol hesabın oyununa gülerim sadece. Major ağzına sağlık kardeşim.

Bana ve Mevlana severlere sapık diyebilecek kadar ileri gitmişsin ancak Allah'ın adaleti nasılsa seni bulacaktır o yüzden fazla söze gerek yok.

Hallac, Mevlana, Yunus ve tüm Tasavvuf ehli değerli alimlere saygı, sevgi ve selam ile...Onlara dil uzatanları da Allah'a havale etmek sureti ile iki trol hesaba son cevabımdır, kendinizi paralayın daha bir kelime yok size.

Birincisi lamei falan kimdir tanımıyorum.İkincisi eğer bu yazdıklarımı hazmedip "Evet ben ve görüşüm budur.Mevlanaya,Yunusa selam olsun vara vara..." diyebiliyorsan dijital benim değil de birilerinin tuzağına düşmüşsün.

Allahın adaleti beni değil,seni de bulacak.Sanalmanik'i de bulacak,épocheyi de bulacak.İnananlar ya da inanmayanlar sadece beklemekle yükümlüdür.
 
L

lamei

Ziyaretçi
Trol hesapların lamei ve sen gibi kurduğu bu tuzağa düşecek kadar saf değiliz, her başlıkta insanları rahatsız edecek söylemlerde bulunup kavga ortamı yaratmaya çalışan 2 trol hesabın oyununa gülerim sadece. Major ağzına sağlık kardeşim.

Bana ve Mevlana severlere sapık diyebilecek kadar ileri gitmişsin ancak Allah'ın adaleti nasılsa seni bulacaktır o yüzden fazla söze gerek yok.

Hallac, Mevlana, Yunus ve tüm Tasavvuf ehli değerli alimlere saygı, sevgi ve selam ile...Onlara dil uzatanları da Allah'a havale etmek sureti ile iki trol hesaba son cevabımdır, kendinizi paralayın daha bir kelime yok size.

Bu işsizin
-yorum yazmak için epey zamanı olduğundan-
adını not alın,
fazlasıyla akıllı,zeki anştayn ama bu yüzyılda iyi değil hani.
21. yy dayız yahu.

trol flan anlamam.
Ben bu siteye öylesine geldim,
öyle böyle yazıyorum.
Bu siteye ait tek hesabım zaten.

"Mevlana sever" diyişine de güldüm :)
Madem seviyorsun,
Muhammed aleyhisselam "Kişi sevdiğiyle beraberdir" demiş idi.
(Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165)
Müşrik sen ve müşrik dostların beraber ahirette buluşasınız.
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
ihaveanidea; madem bu kadar iddialısın çevirileri yapanları da yayınlaman gerek bence..

ihaveanidea ne sizden nede @lamei'den trol kokusu almadım bu zaman kadar. ama sitenin istihbarat şefi Dijitalda boşa sallamamıştır ellaham :)

Mevlana ve tasavvuf hakkında özellikle son zamanlarda oldukça olumsuz şeylere denk geliyorum sanal alemde.. bu durum oldukça tuhaf..siz sonradan siteye gelmiş iki arkadaşımızında mevlanaya bu sözleri bencede tuhaf..tuhaf olan bişi daha var; bu siteye dindar gençler hiç bu kadar denk gelmezdi son zamanlar artış var..

ne diyelim hayırlısı :)
 
L

lamei

Ziyaretçi
Dijital de Mevlana'ya verilen gizli sır var.
-ahh rumi olcaktı-
İki yazımızla bizi hemen çözdü.
Herkesin harcı değil, Dijital son insan çözücü.

Trol flan değiliz zaten ls2,
işsiz miyim ben.
Bölümüm zaten ağır. -psikoloji-
Arada gelip buraya bakıyorum,
bi kaç şey yazıp çıkasım geliyor.
Trollük yaptım da, burda trol flan değilim.

Dindar gençler mi :)
Ben bu dindar kelimesini de hiç sevmiyorum,
Müslüman diyorum kendime,
Allah bu ismi seçti ya bize.
Şimdi dindar denince fetocu, sübyancı tipler geliyor,
Allah koruya.
Müslüman genciz. Hayırlısı. :)
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Sidebar Kapat/Aç
Üst