- Konbuyu başlatan
- #1
"Son ümidim de bitti..." desem de inanmayın vazgeçmeye hiç niyetim yok!
Bu güne kadar hiç aksatmadan açtığım(ız) yılsonu sergisi imkânsızlıklar nedeniyle (sanırım) açılamayacak. Eylülden beri biriktirdiğim(iz) çalışmalar resim atölyesinin bir köşesinde boynu bükük çiçekler gibi bana bakıyor ama onları ışığa çıkaracak gücümüz sınırlı ne yazık ki!…
Yıl boyunca, her değerlendirme sonunda, o çalışmaları toplarken öğrencilerim çok mutlu oldular. “Benim çalışmam sergiye alındı” diyerek daha bir gayretle bir sonraki uygulamaya daha bir istekle katıldılar. Çalışması sergiye alınmayan çocuklar, bunu sorgulayıp, eksikliklerini fark ederek, tamamlamaya gayret gösterdiler. Hâlâ bunu çok da önemsemeyen, azınlık da olsa, öğrencilerim var ama, bir gün onların da önemseyeceği ümidini hiç yitirmedim. Ücretsiz resim kursuna gelen çocuklarım ise; SBS canavarına inat aylardır, bodrum katındaki resim atölyemizde varlıklarıyla, çalışmalarıyla bana yarenlik ettiler…
Bu yıl ; 4-5 ve 6. Sınıfların dersine giriyorum. Genelde 7 ve 8. Sınıflarda dersimize olan ilgi azalır. Çünkü sağ olsun velilerimiz, kendi gerçekleştiremedikleri düşleri çocuklarının üzerine yamalamaya bayılırlar. İşin ilginç yanı Görsel Sanatlar dersinde gerçekten çok yetenekli dediğimiz öğrenciler diğer derslerde de çok başarılıdırlar. Çocuk Güzel Sanatlar Lisesine gitmek ister ama velisi tarafından parsellenmiş yarınlarına bu umudun ışığı bir türlü düşmez. Çok küçük bir azınlığı bunun dışında tutuyorum tabi ki. “Benim çocuğum evde de resim yapmak istiyor” diye şikâyete gelenleri bile biliyorum. En büyük şoku ise bunu söyleyen büyüğümün eğitimci olduğunu öğrendiğimde yaşamıştım…
Anlaşılan fazla dolmuşum ki; düşüncelerim oradan oraya savruluyor. Neyse; konunun özüne dönecek olursam: iki yıldır bir özel okul belirli bir sürede olsa ayaklı resim panoları gönderiyordu. Üç haftadır bize verdikleri tarih sürekli değişti ve bu gün neredeyse okulun kapanış haftasında vermeye karar verdiler. Yani SBS’nin hemen öncesine. Öğrencilerim o tarihte kafesteki kuşlar gibi olurlar, çünkü bu onların hayatlarının sınavıdır!!! Üç-beş kişiyle sergiyi açıp sadece içsesimizi rahatlatmanın bir anlamı yok ki… O çalışmalara emek harcayan çocuklarımın, gözlerindeki gülümsemeyle tamamlanır son resim…
Bir devlet okulunun sergisi kimi ilgilendirir? Belki bu satırları okuyup “bana ne…” de diyebilirsiniz. Ya da, aklınızdan farklı çözümler geçebilir. Benim de geçiyor aslında. Hep (hiç gitmememe rağmen) eski İstanbul’un daracık sokakları arasındaki, karşılıklı evlere gerili iplerin üzerindeki, rengârenk çamaşırların görüntüsü beni çok etkilemiştir. İpin üzerinde asılı resimler nasıl görünür diye düşündüm gün boyu. Ama çok fazla çalışma var ve plastik mandallar o güzelim resimlerin üzerinde hiç de estetik görünmez.
Aslında benim derdim; yarama ilaç aramak değil bu notu yazarken… Biz sergimizi öyle ya da böyle açarız, açacağız… Kendi okulumun imkânlarından çok çok daha kötü durumda olanları da biliyorum. Yeni ders programları, anlatılanlar ve gerçekte yaşananlar…
Sadece şunu söylemek istiyorum: Sürülmemiş, demlenmemiş, tohum atılmamış toprağın üzerini, başka diyarlardan koparılmış, kokusunu bilmediğimiz, rengi bize yabancı çiçeklerle örtmek sadece bir aldanış!... Ve bizlere “aldanan” rolünü biçmişler…
Yirmiikimayısikibindokuz
Bu güne kadar hiç aksatmadan açtığım(ız) yılsonu sergisi imkânsızlıklar nedeniyle (sanırım) açılamayacak. Eylülden beri biriktirdiğim(iz) çalışmalar resim atölyesinin bir köşesinde boynu bükük çiçekler gibi bana bakıyor ama onları ışığa çıkaracak gücümüz sınırlı ne yazık ki!…
Yıl boyunca, her değerlendirme sonunda, o çalışmaları toplarken öğrencilerim çok mutlu oldular. “Benim çalışmam sergiye alındı” diyerek daha bir gayretle bir sonraki uygulamaya daha bir istekle katıldılar. Çalışması sergiye alınmayan çocuklar, bunu sorgulayıp, eksikliklerini fark ederek, tamamlamaya gayret gösterdiler. Hâlâ bunu çok da önemsemeyen, azınlık da olsa, öğrencilerim var ama, bir gün onların da önemseyeceği ümidini hiç yitirmedim. Ücretsiz resim kursuna gelen çocuklarım ise; SBS canavarına inat aylardır, bodrum katındaki resim atölyemizde varlıklarıyla, çalışmalarıyla bana yarenlik ettiler…
Bu yıl ; 4-5 ve 6. Sınıfların dersine giriyorum. Genelde 7 ve 8. Sınıflarda dersimize olan ilgi azalır. Çünkü sağ olsun velilerimiz, kendi gerçekleştiremedikleri düşleri çocuklarının üzerine yamalamaya bayılırlar. İşin ilginç yanı Görsel Sanatlar dersinde gerçekten çok yetenekli dediğimiz öğrenciler diğer derslerde de çok başarılıdırlar. Çocuk Güzel Sanatlar Lisesine gitmek ister ama velisi tarafından parsellenmiş yarınlarına bu umudun ışığı bir türlü düşmez. Çok küçük bir azınlığı bunun dışında tutuyorum tabi ki. “Benim çocuğum evde de resim yapmak istiyor” diye şikâyete gelenleri bile biliyorum. En büyük şoku ise bunu söyleyen büyüğümün eğitimci olduğunu öğrendiğimde yaşamıştım…
Anlaşılan fazla dolmuşum ki; düşüncelerim oradan oraya savruluyor. Neyse; konunun özüne dönecek olursam: iki yıldır bir özel okul belirli bir sürede olsa ayaklı resim panoları gönderiyordu. Üç haftadır bize verdikleri tarih sürekli değişti ve bu gün neredeyse okulun kapanış haftasında vermeye karar verdiler. Yani SBS’nin hemen öncesine. Öğrencilerim o tarihte kafesteki kuşlar gibi olurlar, çünkü bu onların hayatlarının sınavıdır!!! Üç-beş kişiyle sergiyi açıp sadece içsesimizi rahatlatmanın bir anlamı yok ki… O çalışmalara emek harcayan çocuklarımın, gözlerindeki gülümsemeyle tamamlanır son resim…
Bir devlet okulunun sergisi kimi ilgilendirir? Belki bu satırları okuyup “bana ne…” de diyebilirsiniz. Ya da, aklınızdan farklı çözümler geçebilir. Benim de geçiyor aslında. Hep (hiç gitmememe rağmen) eski İstanbul’un daracık sokakları arasındaki, karşılıklı evlere gerili iplerin üzerindeki, rengârenk çamaşırların görüntüsü beni çok etkilemiştir. İpin üzerinde asılı resimler nasıl görünür diye düşündüm gün boyu. Ama çok fazla çalışma var ve plastik mandallar o güzelim resimlerin üzerinde hiç de estetik görünmez.
Aslında benim derdim; yarama ilaç aramak değil bu notu yazarken… Biz sergimizi öyle ya da böyle açarız, açacağız… Kendi okulumun imkânlarından çok çok daha kötü durumda olanları da biliyorum. Yeni ders programları, anlatılanlar ve gerçekte yaşananlar…
Sadece şunu söylemek istiyorum: Sürülmemiş, demlenmemiş, tohum atılmamış toprağın üzerini, başka diyarlardan koparılmış, kokusunu bilmediğimiz, rengi bize yabancı çiçeklerle örtmek sadece bir aldanış!... Ve bizlere “aldanan” rolünü biçmişler…
Yirmiikimayısikibindokuz