Foucault'daki Hegel Felsefesi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe kategorisinde Laodikya tarafından oluşturulan Foucault'daki Hegel Felsefesi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 543 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe
Konu Başlığı Foucault'daki Hegel Felsefesi
Konbuyu başlatan Laodikya
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan phi

Laodikya

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
19 Eyl 2019
Mesajlar
18
Tepkime puanı
22
Puanları
3
Foucault'taki Hegel Felsefesi:

Foucault'u anlatırken biraz farklı, alışılmışın dışında bir giriş yapacağız. Foucault felsefesi ve post modernizm her ne kadar Hegel'i aştığını kabuk etse de biz çağımız felsefesinin Hegel'i tam anlamıyla aşamadığını söyleyeceğiz. Ama ilk önce Hegel'den belirli farklılıklarına değinelim. Mesela mutlak bilgi yoktur, toplama işlemi olarak alınamaz çünkü tek biçimli değildir ve yanlışlanabilir, tek bir hakikat yoktur dolayısıyla burada tikellikleri içinde çokluk olarak vardır, eski çağın konusu olan hümanizm ile de ilgisi kalmamıştır. Aynı zamanda Foucault'un çok korktuğu kesikli ilerleme ve somutluk da vardır. (Bu son süreç Marx'ta da vardır. Fakat Marx'ta diyalektik bir kullanımı vardır. O yüzden niteliksel değişim söz konusudur burada ise sadece ondan kalan ratlantısal çoğulculuk esastır.) Marx'ta ise olasılıklar arasından ihtimaller elenerek bir tek işe yarayan veya anahtar görevi taşıyan doğru mevcut olacaktır. Çünkü Marks'ta tümel-tekildir, salt görelilik yoktur. Bu son kısım Marx'ta sistemin yukarısından aşağısına doğru ilerlerken uygulanır. Fakat Marks'ta evrimsel süreç gibi tekil-tümel olduğu için Foucault'tan ayrılır. Örneğin Foucault felsefesi hücre gibi bölünmez daha çok gelişim yaşanmayan genetik faktörler gibidir. Foucault demek ki önemli ölçüde ayrılır Marx'tan, çünkü Marx'ın felsefesi gibi tek bir doğru/gerçeklik kalmaz sadece rastlantısal olan uygulanır iktidarın yukarısından aşağıya doğru. Salt rastlantısallık olarak iktidarın aşağısında kısmen de olsa benzeşirler. Ama Foucault'ta Nietzsche genel olarak daha belirgindir diyebiliriz. Yukarıdan aşağıya böyle bir rastlantısallık uygulanır. Hegel'den de oldukça farklıdır. Tabi bunun tersi de vardır. Hegel'deki gibi olguların artarak devam edeni de vardır. Yani iktidarın aşağıdan yukarıya giden kısmı da vardır.

Foucault'un Hegel'e benzerliğine geri dönersek. İlk olarak belirteceğimiz konu, Hegel'de de gördüğümüz bir konu olan "iyi" ile "kötü" nün yer değiştirmesi gibi böylece zaman zaman egemen otoritenin veya bazen de tekrar egemen olmaya çalışanların özneyi kurmasına, gerçekliği kendisine göre değiştirip, tarif etmesine benzer bu durum. Sanırım Marx'ı yanlış anlamış olan Althusser'in, Kapital'i Okumak'ta söylediği; "resmi ideoloji tarafından Hegel'in içeriği Marksizme adapte edilse bu bir sorun olmazdı ya da sorun değilmiş gibi düşünmemiz normal bir şeymiş gibi" sözüne benzetilebilirdi. Burada özellikle burjuvaların veya kamu idaresinin (bürokrasi) aristokrat kesimi (işçi sınıfı da dahil) nasıl hileyle alt ettiğini, zenginliği kendilerine taşıdığının veya Althusserci hak kavramını nasıl bir çeşit hileye dönüştürdüğünün resmidir. Dolaysıyla hile hak olanı (egemenlik) ödeve (devlet) dönüştürür. "Eskisi gibi başkaldırı, koparılan ödünler yenenle yenilenin süregiden çatışması değildir artık... Kralın içinden çıktığı sınıfa hiyanet etmesinin... doğal olmayan gizli anlaşmalarının tarihidir artık" (Foucault) Bunu herhalde bilincinde olarak yapmaz kral, kendi bindiği dalı kesmez, Foucault yazılarında çoğu zaman altını çizmeden de olsa hileli yaklaşımlara değinir, zaten burada da belirtmiş gizli olduğunu. Çünkü hile gizli bir yöntemdir. Fakat "iyi" ile "kötü" burada Hegel gibi "kavramsal" değildir o yüzden kendiliğindenci bilince varılmaz, hatta gerçekte rasyonel düşünce ve iyi, kötü yok gibidir Foucault'ta; çünkü Foucault'un kendi değimiyle görünür olan ile ilgilenmeliyiz. Hile ise gizli bir yöntemdir. Bu durumda kötü biçim ile "içerik" değiştiğine göre sürekli olarak yanılsamaların esiriymişiz gibi kendisini gösteriyor.

Daha basitleştirirsek iktidarın aşağı bölgelerinde tesadüf vardır, yukarı çıkıldıkça kısmen determinist olan ama daha çok akli olan bir kaos sistemi ortaya çıkar. Kısaca üzerinden geçelim Marx'ın da aşağı bölgelerinde tesadüf yukarı çıkıldıkça nedensellik vardır ama onda bu nedensellik verili, taklit olarak değil de daha çok yaratıcı bir nedensel sıralamadır. Marx'ta Locke ile de karıştırılan büyük bilimsel kopuşların ortaya atıldığı bir yaratıcılık vardır. Tekrar konumuza gelirsek; burada yaratıcılık düzeyinde bir nedensel sıralama olmadığı açıktır, nedensellik ile tarihsel boyutta hem taklit eden hem yaratıcı olandır. Tarihi yaratmakla yazmak arasındadır. Nedensel olan yine bu şekildedir. Bu nedenle iktidarın yapısında Foucault'un yine kendi sözleri üzerinden gidecek olursak, aşağı tabakasında iktidar somuttur, yukarı doğru çıkıldıkça soyut bir yapı halini alır. Foucault'da ise özellikle iktidarın aşağısında iyinin ve kötünün ötesine geçilebilir. Buna yukarıya çıktıkça soyut olacağı için oluşacak nedensellik, rasyonalizm, şeylerin analizi (iyi, kötü) ve bir de hileyi katmak gerekebilir, çünkü Hegel'e yaklaşır. Burada Hegel'deki kölede de (muhalefet) olduğu gibi kendi kararınızı vermenizin önüne geçilir, çünkü ikizini yaratmak istemektedir. Hegel'e göre efendinin bilinci, benliği (zihni) ikiye bölünmüştür çünkü, bir yandan ikizini yaratmak isterken diğer taraftan da onu öldürmek ister. İlericilik ve gericilik kavramları bu yüzden Hegel'de eş-zamanlı (her ikisi de çağdaş) bir görünümdedir, kronolojik değildir. Kronolojik olmadığı sürece ani değişimlerin ve ilericiliği, gericilik yapan aklın hilesine açık hale gelir felsefe. Hilenin önüne geçebilmek için tarihi oluşturan seçimlerimizi rastgele değil tarihten aldığımız kaynaklar üzerinden yapmalıyız. Fakat yine belirtelim ki iktidarın tepesindeki bu içerik değişimi senin kendi değişimin olmaktadır, (kralın örneğinde gösterdiği gibi Foucault'un) sana dayatılmaz çünkü daha en başında tarihsel seçimlerini sen kendin yapmışsındır, böyle bakınca bu süreci bir başkası sana dayatmamıştır.

Dolayısıyla içerik değiştiğine göre gerçeklik de Baudrillard'ın söylediği gibi bir simülasyon olarak gerçekliğin kendisi olmaktan çıkmış ve icat edilmiş gibi duruyor. "Hakikat namına, hakikati açığa çıkarmak namına bir kavga değil hakikatin statüsü ile oynandığı bir şey olarak" (Fouacult) ele almak gerekir. Hakikate getirdiğimiz kanaatler konusunda oynama olmuş gibidir. Bu aslında post-modern felsefenin bir sorunudur ama Hegel'de de hem gerçeği açığa çıkarmak hem de gerçeğin bilinemeyeceği durumu vardır. Çağımız felsefesinden önce Hegel düşünmüştür bunu, fakat birebir post-modern anlamda değil. Elbette gerçeklik evrenseldir Hegel'de. Fakat kısmen benzer olan yönleri, gerçeğe ulaşmanın sayısız yönü olması dolayısıyla gerçeğin bilgisinin asla erişilemez, bilinemez olmasıdır. Foucault'un Hegel'den tek farkı Hegel'de hiç bir şey bilmeden hemen harekete geçeriz. Bu yüzden, ben bir şeyi amaçladığımda o şeye çoktan sahip olurum ama böylece elime başka bir şey geçmiştir. Post modernizmden farklı olarak burada bilgimiz genişler. Post-modernizmde ise baskıyla zayıf noktalarınız üzerinden yönlendirilirsiniz size sorulan soruya evet dediğiniz an kimliğinizi oluşturmuş olursunuz böylece öz kimliğinizi reddetmeyle bu hile uygulanır. Yani Foucault'ta bilgi genişlemeyip, değiştirilmiş olur. Çünkü post-modern anlamda gerçeğin değişimi, kendiliğinden sizin bilincinizde yaşanmaz, artık siz kimliğinizi bizzat kurmak zorundasınızdır. Dolayısıyla biz her iki düşünürde de bilgiyi belirli karmaşıklıkta "ani değişimler" bütünü olarak bilmeyiz, görünmez olan zamanın tuzağına düşebilmemiz için bilgimizi düz bir çizgi gibi algılarız yani zamanı gündelik ve açık, seçik bir bârizliği içinde değerlendiririz. Foucault "Toplumu Savunmak Gerekir" adlı kitabında monarşiden, burjuvazinin cumhuriyetine düz bir çizgi gibi geçildiğini itiraf eder, değişimin bilinci yoktur yani. İktidarın alt tabakalarında böyle bir şey yoktur belki kabaca kesikli ilerleme vardır ama yukarı çıkıldıkça tek bir çizgi halini alır ve hileye açık hale gelir. Focault'da, Hegel'den farklı olarak evrensel olanda değil de sürekli yerele dönerek hileyi uygulamaktadır. Çünkü Marks ve günümüzde Althusser evrenseli devrimcileştirmişlerdir. Oradan kopmaları gerkiyor post-modernlerin. O yüzden yerele dönülmeli.

Özetlersek; Foucault'ta ve günümüz felsefesinde hâlâ Hegel'in esiri sayılırız. Günümüz felsefesi Hegel'e alternatif bir karşı tarih geliştirdikçe karşıt gibi duran alternatif tarihi tekrar karşıtına dönüştürüp sizi gafil ağlar, ve Foucault'ta bilginin içeriği de hileye açıktır. Hile Hegel'de açıkça söylense de günümüzde gizli tutulmaktadır zaten bu hileyi biz burada yazmadan çok daha önce Attila İlhan görmüş ve bunun üzerine; "bir alavere dalavere ile ekonomi topluluğunu değiştirip kültür toplumu gibi gösteriyorlar!" demiştir. Böyle söylemiş olsak da aslında diyalektiğin çok önemli ve çok bilinen bir yasası olan her şey karşıtına dönüşür ilkesi Hegel'den itibaren, günümüzde bile hala uygulanan bir diyalektik kanundur. Son olarak söylemek gerekirse iktidarın aşağısında Marks, Popper, Darwin gibi somut bir alan varken (kapatılma ve söylemin düzeni burada yer alır) Foucault denildiğinde pek de bilinmeyen, çok popüler olmayan bir aşamasına iktidarın yukarısına geldiğimizde (diğerlerinden daha etkili bir süreç olan) ilericilik ve gericilik kavramları üzerinde oynama yapan veya aşağı sınıfları üste, üst sınıfları ise aşağıya çeken hileye yani Hegelci felsefeye mahkumuz. Üstelik bugünlerde bütün dünyada zorlukların ve nihilizmin giderek arttığını düşünürsek, Hegel daha da önem kazanıyor diyebiliriz. "Bir felsefe, ve Hegelci olmayacak bir felsefe var olabilir mi?” “..ona karşı kurduğumuz sığınakların...belki de hâlâ bize karşı çıkardığı ve ucunda...bizleri beklediği birer hile olduğunu..” Michel Foucault, Söylemin Düzeni (Hil, 1987), s.64..

Ozan Gerçek (Denizli)
 
Son düzenleme:

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
tesekkurler.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst