Biricik Cinsellik ve “Eşeysiz” Ben ya da Max Stirner ve Dil Ötesi Ben (1)

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Makaleleri kategorisinde faust tarafından oluşturulan Biricik Cinsellik ve “Eşeysiz” Ben ya da Max Stirner ve Dil Ötesi Ben (1) başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,556 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Makaleleri
Konu Başlığı Biricik Cinsellik ve “Eşeysiz” Ben ya da Max Stirner ve Dil Ötesi Ben (1)
Konbuyu başlatan faust
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan glsezinrs
F

faust

Ziyaretçi
Biricik olduğumu bildiğim andan itibaren kendimin sahibiyim. Kendine sahip kişi ancak biricikleştiğinde yaratıcı hiçliğine, doğduğu yere geri döner. İster Tanrı olsun ister insan, benden yüksek her canlı biricik olma duygumu zayıflatır ve ancak bu bilincin güneşi karşısında söner. Kendi meselemi biricikliğim üzerine kurarsam, o zaman meselem kendi yaşamını kendisi yaşayan geçici ve ölümlü bir yaratıcının meselesidir. Dolayısıyla ben şunu söyleyebilirim:
Meselemi hiçe bıraktım. - Max Stirner -
Önbilgi
Max Stirner’in Der Einzige und sein Eigentum (Biricik ve Mülkiyeti - yazı boyunca BvM diyeceğim) adlı eserinin yayınlanmasından (1844-45) kısa bir süre sonra BvM’ne karşılık verenler arasında dönemin tanınmış üç filozofu da vardı: Ludwig Feuerbach, Moses Heß ve Franz Szeliga. Her üç filozof da Stirner’in felsefesini temellendiren bazı kavramların büyüleyici etkisi altında Stirner’i anlamaya ve bu kavramları betimlemeye çalışırlar. Uzun tartışmalara ve ayrıca günümüze kadar süren yanlış yorumlamalara yol açan bu kavramlardan biri Biricik kavramıdır. Bu kavramın insan türünü içerip içermediği bir yana dişi ya da erkek cinsiyetini içerip içermediği de bu ve başka düşünürlerce tartışılmıştır. Biricik’in “cinsiyetsiz” olabileceği hatta sadece bir kurgu olduğu dönemin önemli filozoflarınca tartışılmıştır. Bu tartışma Sex and Gender teorisinin çıkmasıyla günümüzde tekrar güncellik kazanıyor. Stirner’in doğrudan cinsellik üzerine yazıları olmasa da BvM’inde ve yukarıda adı geçen düşünürlere yazdığı yanıtında (Rezensenten Stirners, 1845) cinsiyet ve cinsellik terimlerini yer yer tartışır. Esas olarak ama Biricik ve Kendi kavramları kapsamında bu konu Stirner felsefesinde önem kazanıyor. Her biricik insanın kendine özgü biricik özellikleri olduğu gibi cinsellik de onun kendine özgü biricik bir özelliğidir. Bu perspektiften bakan Stirner, cinselliği genel tanımlamasından ayırır ya da kurtarır, dolayısıyla Stirner’in biricik bir cinsellik benimsediği öne çıkıyor ancak bu terimin bir karmaşıklık yarattığı da şüphe götürmeyecek kadar açıktır. Biricik, sosyal baskılardan arınmayı hedeflerken dış ve iç baskı mekanizmasına dönüşen cinsellikten de arınmak ister. Ayrıca Biricik’e göre sosyal tanımlamanın kendisi de bir baskıdır. Cinselliğin Kendi’ne yönelmesi, biricikliğine kavuşması günümüz sorunlarının aşılmasında önemli katkıları olduğunu düşünerek sorunu burada felsefi bağıyla tanımlayarak cinsellik sorununu esas olarak Biricik (Einzige) ve Kendi (Eigen/e) kavramları bağlamında tartışacağım.
Image8.gif

Biricik’in Tanımı
Stirner Biricik sözcüğünü kullanırken, onun ifade edilemeyeceğini uzun uzun anlatmaya çalışır; adlandırdığı nesnenin adsız olduğunu, adların nesneyi ifade edemeyeceğini vurgular. Stirner Biricik derken, Biricik demek istemez, çünkü dediği Biricik başka nesneler gibi içerikli olandır, demek istediği Biricik ise nesne ve nesne-düşüncesi içermez. Birinin bir başkasına örneğin Nalân derken başka bir şey demek istemesi gibi; kişi Nalân diye seslenirken Nalân’ı değil, Nalân’ın kendisine seslenir. Kendisi olan, Nalân değildir. Nalân bir birey ve bireyci olabilir ya da bir öğretmen ve bir kadın olabilir. Biricik ise türsüz’dür. Denilerbilir ki: “Biricik, insan olduğu için insan türünden olandır”. Evet, Biricik, bir insan olmakla beraber aynı zamanda, örneğin, bir öğretmen ve bir kadın olabilir. İnsan özellikleri açiklanabilir bir karakter izlerken, kadın ve öğretmenin de özellikleri açıklanabilir. Ancak insan, öğretmen ve kadın olan Nalân genel bir varlıktır. Herkes insandır ve herkes öğretmen olabilir. Biricik açısından antropolojik kategorilerle kültürel-toplumsal faktörler ayrı perspektifler içermelerine rağmen, Biricik’i ifade edememekte birleşiyorlar. Nalân, diğer kadınlar gibi bir kadın’dır aynı zamanda. Bu sıfatlarla Nalân hep genel olandır. Nalân’ın kadın olma ve öğretmenlik özellikleri vardır; o bireyci ya da toplumcu özellikler taşıyabilir ama Biricik değildir. Biricik olmadığı gibi Biricik özellikleri de taşımaz. Nalân ifade edildiği sürece, ifade edilendir: Nalân ifade edilense, ifade edilendir – ifadedir, ifadenin kendisidir ama Kendi değildir. Nalân bir ifadedir! Nitelendirme kapsamında var olandır. Sosyal tanımlamalarla yetinmeyen Biricik dil çerçevesinde düşünüldüğünde bir düşünce tuzağı gibi yansır. Oysa:
Hiç’ten Hiç doğar cümlesini yadsıyan ve böylece Hiç’i hiçe sayan, hiçleyen öğretiler, cümledeki Hiç kökenli Varlık’ı görememekteler: cümlede Hiç’ten Varlık’a bir geçiş mevcuttur; cümledeki Hiç Varlık’a intikal eder. Hiç, Varlık kadar Varlık’tır ya da Varlık, Hiç kadar Hiç’tir: Varlık Hiç kadar ve Hiç gibi sıfatsızdır. Tanrı’yı sıfatsız kılan öğretiler, onu Hiç ile - istemeden - eşanlamlı kılarlar. Hiç’ten Hiç doğarsa Tanrı’dan da Tanrı doğar. “Benim Tanrı’dan eksik bir yanım yok” cümlesi “Ben Hiç’im” cümlesini taşır içinde. Tanrı ifade edilemeyendir, oysa Nalân belirli olan ve belirlenendir.
Nitelendirme kapsamına gir(e)meyen Biricik dolayısıyla eşeysizdir: eşeysiz olanın, ne denli cinsel bir özgürlük amaçlayacağı ve böyle bir istem taşıyacağı toplumsal etikle orantılıdır. Özgür bir cinsellik belirli bir etik’e dayanır, etik ise iyi ile kötüyü ve özgürlük ile hakimiyeti barındırır. İyi ile kötünün ve özgürlük ile hakimiyetin ötesindeyse Biricik vardır. Etik her zaman toplumsal ve genel olandır – Biricik’in kendi cinselliğini ne denli özgür cinsellik kategorisinde gördüğünü aşağıda tartışacağız.
 
F

faust

Ziyaretçi
“Eşeysiz” Biricik
Stirner, BvM’nde etik olgusunu sorgularken, etik kapsamında var edilen cinselliği dönemin hoşgörülü liberalleri bile provoke edecek kadar rahatca eleştirir. Törenin cinsellik üzerindeki baskısını eleştiren o dönemin liberallerini de hedefleyerek gerçek cinsellik kapsamına giren monogaminin kutsallaştırılmasını ve örneğin çok ilişkili bir cinselliği sürdürenlerin cezalandırılmasını sabit düşünceye bağlar. Stirner’e göre kodlanan cinsellik sabitleşmeyi öngörüyor. Cinsel baskının köklerini kadın-erkek ilişkisini simgeleyen heteroseksüalist mantığında gören ancak bununla yetinmeyen Stirner, dolayısıyla toplum-birey ilişkisini heteroseksüalist mantığından yola çıkarak incelemez. Genel olarak üremeye bağlanan bu ilişki Stirner’in Biricik terimine ters düşüyor. Stirner’e göre üreme zaten var, dolayısıyla üremenin cinsel ilişkiyi belirlemesi, onu kodlandırması, yönlendirmesi, insanın insanla ilişkisinin kadın-erkek ilişkisine indirgenmesi düşüncenin sabit fikirliliğinden kaynaklanıyor. Oysa Tek, diğer Tek’lerle ilişkisinde kendine özgü cinsel hazlarını kendisi yaratabilir ve bunları gerçek saplantısı gibi usun daha bir dizi düşünce tuzaklarına düşmeden yaşayabilir. Üremeyse insanın cinselliğinde bir ilke değil, sadece diğer biyolojik ve antropolojik olgulardan biridir. Stirner’in “eşeysiz” düşüncelerine daha sonra bir hayli sinirlenen kimi düşünürler Stirner’i alelacele yanıtlayacaklardı. Bunlardan ikisi Marx ve Engels’dir.
Marx / Engels’in Alman İdeolojisi adlı eserleri Türkçe okurlarınca bilinen hatta bir zamanlar solcu Türkçe okurlarca ezberlenen kendi çapında eşsiz polemik dolu bir üründür. Bu ürün solcuların kendi deyimiyle, kendileri gibi olmayanlara karşı kullanılan ve karşıtın “çürütülmesi gereken bir silahtı”.
Ludwig Feuerbach, Bruno Bauer ve Stirner’e karşı kaleme alınmış olan bu çalışmanın neden ve nasıl ortaya çıkışı çok ilginç olmasına rağmen, burada onu tartışmayacağız. Stirner’i “çürütmek” için Stirner’in eserini sözcüğü sözcüğüne “inceleyen” bu düşünürler, kitabın başından sonuna kadar kişisel saldırılarla ve tipik proleter bir düşünürün kıskançlık belirtilerini ve bastırılmış cinselliği yansıtan bir lümpen “edebiyatla” Stirner’in “eşeysiz” Biricik’iyle, Stirner’in erkek olmadığı ya da cinselliğinde bir şeylerin eksik olduğu şüphesinden yola çıkarak bir hayli dalga geçerler. Marx/Engels’e göre Stirner, Biricik’in cinsellik içermediği ve üreme olgusunu tanımadığı için insanların “cinsel ilişki” olmadan, ancak bir “mucizeyle üreme işlevini sürdürebilmiş” olmalarını düşünmüş olması gerekiyordu. Bunları iddia edecek kadar komikleşen Marx/Engels, Biricik’in “tür” olgusuna yaklaşımını anlayacak determinist ötesi bir düşünceye sahip değillerdi; onlara göre insan denen varlık Biricik olamazdı, çünkü insan denen varlık sınıfsal bir canlıydı. Sınıf ise Biricik ve Biricikleri değil, sınıfsal sabitliği içerir. İnsan ekonomik koşulların zorladığı sınıflı bir insan olmaya mahkumdu. Sınıflı olan aynı zamanda iki cinsiyetten oluşmaktaydı – buna da mahkumdu: Kadın ve Erkek. Stirner’in “ben kendimi Hiç’ten yaratırım” cümlesindeki tür olarak zaten var olan insanın sabitlerden arınması istemine heteroseksist bir açıdan bakılırsa, Marx/Engels’in vardıkları sonuç elbette çok “doğal” ve komik olacaktı. Dolayısıyla Stirner’in “ben insanım ama insandan daha da fazlayım, erkeğim ama erkekten daha da fazlayım” anlayışını anlayamayacak ve “eşeysizlikle” suçlayacaklardı. Cinsellik ve cinsel kimlik olgularını birbirinden ayırt etmekten uzak olan bu düşünürler, kadın ve erkek olarak yaşamaya mahkum edilmiş insan türünü aynı zamanda kadınca ve erkekçe yaşamaya mahkum varlıklar olarak görebiliyorlardı. Bu bağlamda bu düşünürlere göre erkek ve kadın’ın bellibaşlı hazları vardır: erkek kadını, kadın da erkeği ister, çünkü bu istek üreme isteminden / mahkumiyetinden doğar. Marx/Engels, hazzı ya da gereksinimi değişmez bir sabit olarak görürler. Stirner’in şu çok berrak ve basit cümlesi bu düşünürleri saçını başını yolacak kadar sinirlendirmiştir: “Açgözlü biri sahip olan değil, köledir” (Rezensenten Stirners, s. 23 : Açgözlünün haz duyduğu maddeyle ilişkisi bir saplantı (sabitlik) üzerine kuruludur; “doğal” haz ve gereksinimini gidermek varken, açgözlü sahiplenmek ister. (Cinsel) hazzı sadece kadın-erkek ilişkisi olarak gören bu iki düşünür cinsel kimlik sorununu üremeye bağlamaktalar. İnsanın salt bu ilişkide cinsel varlık olduğunu düşünürler. Oysa erkek olarak doğmak ile “erkekçe” yaşamak arasında hayli bir fark var. Biri cinsellik iken diğeri cinsel kimlik olgusudur. İngilizce’de adına sex and gender deyip birbirlerinden ayırdıkları cinsiyet ve cinsel kimlik (biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet) olgusuna dolayısıyla Stirner felsefi zemin hazırlamış oluyordu. Bu zemini Stirner-Feuerbach tartışmalarından daha yakından izleyebiliriz. Ludwig Feuerbach, Stirner’e sorularını şöyle yöneltir (özetleyerek tercüme ediyorum).
Feuerbach: Biricik bir dişiyi sevecek olan Biricik bir erkek kimdir: bir insan mı yoksa bir hayvan mı, hayvanların hangisi? Sen bir erkek misin, erkekliği tinden ayırabilir misin, senin düşüncelerin, duyguların erkeksi değil mi, nedir senin Biricik dediğin, cinsiyetsiz mi? Senin duygu ve düşüncelerin erkeksi değil mi? Senin beynin, şu kutsal iç organın erkeksi değil mi? Sözcüklerle ifade edilmeyen bu Biricik yoksa doğaüstü bir hıristiyanlık düşüncesi midir? Seni (erkek) bir birey olarak kabul etmem için, senin kadınını da birey olarak kabul etmem gerekecek. Bireyin kabul edilmesi için, iki birey gereklidir. Bu iki birey erkek ve kadındır. Ve neticede ikiyi üç takip eder, üçü dört, dördü beş vb.
Feuerbach, son cümlesiyle esasen Marx/Engels gibi üreme olgusunu ilke alıyor ve buradan yola çıkarak da kadın-erkek ilişkisinden doğan çoğalmayı yani aileyi önplana çıkarıyor. Cinsel sevgiyi Feuerbach bu ikili ilişkide görüyor. Tartışmaya başka yönüyle kulak verelim. Feuerbach’ın yukarıdaki sorularını Stirner şöyle yanıtlıyor (yine özetleyerek tercüme ediyorum).
Stirner: Birey, kadın, erkek ve diğer sözcükleri kullanıyorsam da kendimi ifade etmeye çalışmamdan kaynaklanıyor. Sözcükler beni ifade edemez aslında. İnsanım, çünkü insandan daha fazlayım, erkeğim, çünkü erkekten daha fazlayım. İnsan olmak ve erkek olmak ya da gerçek insan ve gerçek erkek olmak gibi ileri sürülen terimler beni ifade edemeyeceklerinden anlamsız buluyorum. Feuerbach hayvansal bir erkek değil, insansal bir erkektir ama Feurbach eserini yazarken sadece bir erkek miydi? Başka bir Fuerbach, örneğin Friedrich – üstelik bu da erkek – bu eseri yazabilir miydi? Feuerbach biriciktir. Ve biricik olduğu için aynı zamanda zaten bir erkek ve zaten bir insandır. Bu sıfatlar ancak onun biricikliğinin bir neticesi olarak reel olabiliyorlar: Feuerbach biricik bir erkek ve biricik bir insandır. Eşi olmayandır. Erkekten daha fazla olan Feuerbach peki cinsiyetsiz midir? Feuerbach’ın beyni, şu kutsal iç organı, hiç şüphesiz erkek organıdır, eril olandır. İşte tüm bunlar Fuerbach’ın biricik olmasından kaynaklanıyor, dünyada binlerce beyin, binlerce iç organ ve binlerce insan olsa da Feuerbach biriciktir. Peki doğaüstü hıristiyanlık düşüncesi bunun neresinde?
Feuerbach: Türü gerçekleştirmek demek bir yazgıyı, doğanın verdiği bir kabiliyeti hatta insan doğasını gerçekleştirmek demektir.
Stirner: Tür daha çok var olan bu kabiliyetle zaten gerçekleşmiş oluyor; mesele senin bu kabiliyetten ne yapacağındır. Örneğin senin elin tür açısından zaten bütünsel olarak geçekleşmiş eldir, el olmasaydı, o zaman el demeyecektik, örneğin pençe derdik. Ama eğer elini geliştirirsen, bununla türsel bir şey gerçekleştirmiyorsun, elin zaten gerçekleşmis; elini geliştirmekle onu istediğin hale getirmiş oluyorsun; istem ve gücünü eline yüklüyorsun. Türsel olan elini biricik, özgün ve sana özgü bir hale getiriyorsun.
Toparlayalım.

Feuerbach, erkeğin zorunlu olarak bir başka bireyle - ki bu birey sadece kadındır – ilintili olduğunu ifade etmekle Marx/Engels gibi tür ve üreme kategorilerini terk etmemekte hatta terk etmek istemiyor. Ona göre Biricik yoktur, olsa olsa Eflatun’un masası kadar reeldir, daha fazla değil. Cinsel sevgiyi ise erkek-kadın ilişkisinde görür. Eşdeyişle: cinsel sevgi erkek-kadın ilişkisinde var olandır, ötesi yoktur. Hiristiyan dininin öne sürdüğü “cinsel sevginin (hazzın) varlık anlamı onun çoğalmasıdır” dogmasını Feuerbach, Marx/Engels gibi, tür/üreme kategorileriyle benimser ve kadın-erkek ilintisini bu kategoriler bağlamında cinsel hazzın merkezi olarak algılar. Diyalogtan anlaşılacağı gibi Stirner, tür/üreme olgusunu sadece antropolojik bir olgu olarak alır ve bu olguyu kendi biricikliğine göre geliştirir, yaşatır, biçimlendirir, dahası antropolojik faktörleri kendi yaşamına entegre eder. Saçlarımın dalgalı olması benim ancak bir “yazgım” olabilir ama bana dalgalı saç ödevi ya da görevi vermiyor. İnsan türünden olmak insanlık görevi gerektirmiyor. Üretken olmak üretme ödevi ya da görevini vermiyor, böyle bir “yazgım” yok benim. İnsan olmak bir görevse en azından insan olmamak da bir görevdir. Dolayısıyla Stirner’in “insan olduğum kadar da insan değilim” cümlesi bu bağlamda mantıksaldır. Hıristiyanlığın tür/üreme dogmasını devralan ve bunun sonucu olarak da erkek-kadın ilişkisini cinsel hazzın merkezi olarak gören, sevgiyi sınıflı ve yüce insanın sıradan bir işi düzeyine indirgeyen Marx/Engels ve Feuerbach’a Stirner, Tek’in Biricik olgusuyla karşılık verir: Görevim insanı ya da insanlığı değil, kendimi gerçekleştirmektir; Biricik olarak hiçbir ödevim ve “yazgım” yoktur: Varlık, Tek’in var olan ve varedilecek olanaklar çerçevesinde varolabilendir.
 
F

faust

Ziyaretçi
Özgür Cinsellik ve Özgün Cinsellik / Sex and Gender

Bizlerin 1921’de göremediğini Tanrı Max Stirner 1844’te gördü. -Wilhelm Reich -

Marx/Engels ve Fuerbach’ın betimledikleri insan resmi, Aydınlanma Avrupası’nın düzeyine indirgediği gerçek insanı ve yine onun düzeyindeki cinselliği tamamlıyordu. Aydınlanma projesinin kayıtsız şartsız benimsediği ve uygulamaya başladığı cinsellik işçisini
daha sonra Michel Foucault ele alacak ve gerçek cinsellik saplantısını otoriter düzenin erk ile olan bağlantısına bağlayacaktı. Hümanite düşüncesini paylaşan (liberal-demokratlarından topluma entegre olmuş kiliselere kadar) herkesten şüphelenen Foucault, erkin egemenlikten uzak bir resmini çizmeye çalışıyordu. Foucault otoriteye tam olarak yenil(e)meyen bir gücün olduğundan yola çıkarken, bu güce otonom özne adını verecekti.
İşte bu otonom özne modern çağda çeşitli düşünce akımı ve ideolojilerce tartışmaya alınırken, feminist akım ve düşünürlerin de tartışma konusu oldu. Postyapısalcılıktan anarka-feminizmine kadar bir çok birey ve gruplar sex and gender problemini ayrıntılarıyla tartışmaya girdiler. Bu tartışmalarda Stirner’in felsefesini oluşturan çeşitli kavramların güncellik kazanması onun etable olmuş filizof ve psikanlizcilerce onlarca yıl bastırılmış olması da dikkat çekiyor. Alman İdeolojisini BvM’nin hemen arkasından kaleme almalarına rağmen yayınlama cesaretine sahip olamayan Marx/Engels (ancak 1932’de yayınlanabilmiştir); Stirner’in etkisini eserlerinde rahatlıkla gördüğümüz ama eserlerinde Stirner’in adını bile anmayan Nietzsche; Stirner’e büyük ilgi duyan Wilhem Reich ve Otto Gross’u “tehlikeli” kişiler olarak adlandırıp bunları cemiyet dışı eden Freud; ve ayrıca diğer ünlü psikanalizcilerin Stirner’i bastırmış olmaları bu tartışmalar bağlamında yeni boyutlar kazanıyor. Ayrıca 1968 gençlik hareketiyle birlikte Stirner “cinsel devrim” kapsamında da kimi psikanalizcilerce önem kazanıyordu. Bunlardan biri Wilhelm Reich’tı. 68 kuşağı’nın “cinsel devrim” diye niteledikleri hareket büyük çapta Reich’tan etkilenmesine rağmen, Reich cinsel devrimin daha farklı “gerçekleşmesini” ümit etmişti. Daha genç bir psikanalizciyken, günlüğüne şunu kaydetmişti: “Bizlerin 1921’de göremediğini Tanrı Max Stirner 1844’te gördü.”(Laska, s. 16). Reich, Stirner’in “Eigner” (sahip olan) teriminden yola çıkıp cinsel özgürlüğü cinsel özgünlüğe dönüştürme çabasındaydı. Ancak “cinsel devrim” hareketi, (çeşitli baskılardan) özgürleşme çabasıyla hareket ederken Tek’in Kendi’ne özgü bir cinselliğini görmekten tamamen yoksundu. “Özgür sex”, özgür aşk” “özgür vs.” belirli bir cinsel noktadan hareketle cinselliği “belirli kişilik” adına adlandırmak amacını taşır. “Özgür cinsellik” düşüncesi heteroseksüalist düşünceden hareket ederek (üreme için bu şarttır) diğer cinsel eğilimleri arkaplana atar ve cinselliğin devlet, din, âhlâk, töre gibi otoritelerden arınmasıyla, cinsel baskının kalkmasıyla doğal cinselliğin özgürleşeceğini kabuleder. İşte burada bir sorun görüyor Foucault. 68 hareketi ve onun temsilcileri cinselliğin baskıdan arınmasıyla özgürleşeceğini düşünürken, doğal (özgür) bir cinselliğin doğacağını ileri sürüyorlardı. Zorunlu âhlâktan arınmak için çeşitli özgürlükler şüphesiz gerekli ve önemlidir ancak ne var ki yeni koşullar yeni erk sorunları yaratacaklardır. Bunların organizasyonu olmaksızın yeni egemenlikler doğacak ve özgürlük bu egemenliklerin işlevleri kapsamında adlandırılacak, dolayısıyla geriye hayali bir özgürlük kalmış olacaktır. Michel Foucault özgür bir cinselliğin olmadığından yola çıkarken, cinselliğin ve esas olarak gerçek ya da doğal cinselliğin eski tarihlerden, özellikle de 18. yüzyıldan buyana “üretildiğini” vurguluyor; bu, erk-bilgi-söylem çerçevesinde gerçekleşebilmiştir. Söylem erki harekete geçirirken otoriteyle ilintili olarak yapar bunu ve bilgisizliğe mahkum edilenle bilgili arasındaki güç dengeleri erkin hakimiyete dönüşmesi ya da dönüşmemesi açısından belirleyicidir. Bir anababa-çocuk ekseni düşünüldüğünde söylemin cinsellik bağlamında bir egemenlik oluşturduğu apaçıktır. Jahudi-Hıristiyan dünyasında (islamiyette buna dahildir) tövbe, günah ve vicdan gibi cinsel egemenlik modelleri söylemin kontrolündedir. Buradaki söylem egemen olunan tarafından itiraf biçiminde dışa yansır. Orta çağda itiraf, kiliselerin ve din adamlarının (din kadınlarının?) bir yöntemiyken, modern çagda Batı uygarlığı (cinsel) itirafı bir bilgi kurumu haline getirmiştir. “Saklanan şey” ve “itiraf edilen şey” hıristiyanlığın ikiyüzlülüğü ama tek gerçek yüzüdür. Hiristiyanlığın devamı olan modern Batı uygarlığı itiraf yönteminden yararlanarak söylemi bilimlerle (pedagoji, tıp vb.) üretmeye başladı. Öğretmen-öğrenci ilişkisi, anababa-çocuk ilişkisi, doktor-hasta ilişkisi, suçlu-uzman ilişkisi demokratik bir erk dağılımıyla organize edilen itiraftan bir dizi ilişki çerçevesinde yararlanıldı. İtiraf artık bir konuşma sanatıdır, itiraf her yerdedir - erk gibi. Erk-bilgi-söylem kapsamında itiraf, üretilen doğal cinselliği korumuştur. Foucault gibi Stirner de doğal bir cinsellikten hareket etmez, bireysel hazlarını genelin baskısından arındırırken özgür bir cinselliğe varmaz, bir bütün olarak özgünlüğe, dolayısıyla özgün cinselliğe varır. Biricik, düşüncelerin sahibi olduğu (Eigner) gibi, cinselliğin de sahibidir; düşünceleri ne kadar biricikse, cinselliği de o kadar biriciktir, bu cinsellik doğal olabilir ama onun olduğu için onun doğasıdır, genelin doğası değildir, onun cinselliği kendisi gibi biriciktir, çünkü o Kendi’nin türüdür. Dolayısıyla genel bir gerçek ya da doğal cinsellikten yola çıkmaz Stirner.
Cinsellik her zaman erk ile ilgilidir.
Erk yaşamı ayakta tutar, onu temellendirir, erksiz yaşam olamayacağı gibi erk özellikle modern çağda bilgi kanalıyla da yansır, dolayısıyla erk hem cinsellik hem de bilgiyle ilgilidir. Kapitalizmin yıkılışıyla özgürleşeceğini sanan 68’liler, özgürleşmekle yeni iktidar şartlarının doğacağını düşünemiyorlardı. Erk ve hakimiyet içiçe olmakla beraber birbirlerinin karşıtıdırlar. Kaldıki Batı uygarlığında sözümona “cinsel devrim” hakim düzen şartlarına uygun olarak kapitalist topluma ustaca entegre edildi. Kapitalizm sonrası bir düzende de böyle olacaktı. Bunu sadece bir pedagoji sorununa bağlayan 68’liler “yarattıkları” anti-otoriter eğitim modelini kendi elleriyle demokratik-otoriter düzene entegre ettiler. Eşcinsellerin evlenebildikleri ülkeler, erk ilişkisinin demokratikleşen iktidar ilişkisine dönüştüğünü sergiliyor. Şüphesiz bütün bu özgürlükler önemli ve değerlidir, varlıkları sağlanmalıdır. Ancak Stirner’in söyleyeceği gibi özgürlük yetmeyecek, Tek’in Kendi olabilmesi erk ilişkisini organize ederek özgürlüğü zaten kapsayacak ve otoriteyi dışlayacaktır. Bu noktada Tek’in bir varlık kipine âhlâksal değer yüklemeden Ben’i iyi ile kötü kategorisi dışına taşıyacaktır. Ancak bu, Tek’lerin kurallar ve “değerler” olmadan yaşayacağı anlamına gelmez: sadece Tek’lerin yasaklar sisteminden uzak ve hazlarını, âhlâk değerlerinden yoksun bir ortamda, cinselliği bastırmadan ama aynı zamanda bastırmanın bir başka yöntemi olan kışkırtma olmadan da yaşayabilmek istemidir. Bu bağlamda erdem düşüncesi sorgulanmalıdır.
Erdemli cinsellik, ilk aşamada yöneten-yönetilen ilişkisinden uzak olarak varığını sürdürürken, âhlâksal bir yasanın davranışıdır; kapitalizmin ya da “kötü insanların” bir baskı yöntemi olarak çıkmadı ortaya. Buna daha çok tinin bir lüks düşüncesi diyebiliriz.
Sokrates erdemli olmayı benimserken bir hıristiyanlık ya da insanı baskıya alma düşüncesinden uzaktı. Kilise bu düşünceyi daha sonra kendi egemenliğine alıp bir baskı mekanizmasına dönüştürmüş olabilir. Erdem düşüncesi öncelikle Tek’in kendi üzerinde kurduğu bir egemenliktir (örneğin cinsel perhiz) ve bu tür bir egemenlik örneğin gerçeğe ulaşmada bir bilgelik olarak ortaya çıktı. Bu bağlamda gerçek cinsellik ve onun neticesinde ortaya çıkan cinsel kimlik daha çok tinin lüksü olarak adlandırdığım bir düşünce dağarcığının hiyerarşik yapısında sıfat kazanıyor. Sıfatların gerçek kodunu alması Biricik’i yoksayıyor ya da arkaplana atıyor. Erdemli bir cinsellik neticede toplumların erk ve hakimiyet ilişkisi kanalıyla kodlanan cinsel kimlikleri ve bunların rollerini ve işlevlerini belirliyor. Bilgelik bu bağlamda birilerinin diğerlerine dayattığı bir bilgi yığınına dönüşürken, bilgi sahibiyle bilgilenen kişi arasındaki otorite ilişkisi de belirlenmiş oluyor ve cinselliğin portresi bu ilişkide Kendi olma özelliğini yitirdiğini sergiliyor.
Erdemli insan, hümanitenin gelecekteki bir varlık’ı olurken erkek ya da kadın olmak da hümanitenin âhlâksal davranışının bir görevi oluveriyor. Oysa iyi ile kötü kategorisinin ötesindeki Kendi, dünyayla ilişkisini Biricik perspektifinden yola çıkarak belirleyecek; insan olmayı hedeflemeyecek, insan olduğu için insan olmayı yaşayacaktır: “Size hayvanlaşmanızı mı tavsiye ediyorum? Sizi hayvan olmaya gerçekten de teşvikleyemem, çünkü bu da bir ödev, bir ideal olurdu. (... ) Hayvanların insanlaşmasını istemek gibi olurdu bu da. Doğanız bir kere insan doğası, insani doğasınız yani insansınız. İşte insan olduğunuz için gelecekte insan olmanıza gerek yok.” (BvM, s. 372). Bilginin yardımıyla arzu ve hazlarını, içgüdülerini kullanmasını öğrenen Tek, hem hazların hem de bilginin efendisidir. “Biricik olduğum gibi tüm gereksinimlerim, eylemlerim, kısaca her şeyim biriciktir. Ve sadece şu biricik olarak her şeye sahibim, şu kendimi harekete geçirdiğim ve geliştirdiğim gibi: Ben kendimi geliştirirken, insanı geliştirmiyorum, ben, insan olarak değil, ben olarak kendimi geliştiriyorum. Biricik’in anlamı işte budur.” (BvM, s. 406).
 
F

faust

Ziyaretçi
Dilin Tuzağı

"Stirner’in söylediği bir sözcük, bir düşünce ve bir kavramdır; söylemek istediği ise, ne bir sözcük, ne bir düşünce ne de bir kavramdır. Stirner’in söylediği söylemek istediği değildir ve söylemek istediği söylenemez." (...) "Biricik bir sözcüktür ve bir sözcüğün altında düşünülecek bir şey olmalıdır, bir sözcük düşünce içermelidir. Oysa biricik düşüncesiz bir sözcüktür, düşünce içermez."
Biricik’i tanımlayan bu paradoksu nasıl açıklayabiliriz? Bu tanımlamada Ben’in dünyayla ilişkisini kuran dilin gücü ve erk’i sarsılmıyor mu?
Dilin hükmünden ve sözcüklerin nesneleri adlandırmasından bu yana Ben ve Evren birbirinden uzaklaşmaya koyulurken, ortaya çıkan köktenci bir kopma evrenin donmasını, katılaşmasını ve sabitleşmesini doğurdu. Bununla biçimsiz olan biçim kazanırken, harfler de dünyayı betimlemeye başladı ve gramer var olanlar arasındaki ilişkiyi biçimlendiren bir yönlendirici rolünü üstlendi. Söylemler ise gerçeğin organizatörü olmayı başardı. Kısaca: Dilin tanımlama gücü erke ve erk de hakimiyete dönüştü.
Dilin egemenliğine giren evrende söylemin egemenliği gerçekleşmeye itilirken cinsellik ne kadar gerçek olabilir ya da neyin gerçeğidir sorusu Stirner’in yukarıdaki cümlesinde yanıtlanmaktadır. Dilin hayaletleri olarak betimleyeceğimiz adsız nesneler ve nesnesiz adlar gibi kuramlar sorgulandığında saf bir dil elde ederiz; Varlık’ın bu kuramlardan bağımsız olarak varolduğunu görür ve bu kuramların her gün yeni adsız nesnelerle ve yeni nesnesiz adlarla değişeceğini anlarız. Dilin insanın evi olduğunu unutmamakla beraber dilin tam da bu nedenle insan üzerinde egemenlik kazanacağını ama Varlık’a giden yolun egemenlik olmadığını da düşünebiliyoruz. Genel felsefe usun dile egemen olduğunu ileri sürerken, sözcüklerin usu yönlendirdiği konusunda geri adım atar: usu dil’le eşleştirir. Buradan elde edeceğimiz bir matematik yoludur ve bununla da cinselliği adlandırırız. İşte insanın en komik davranışının cinselliğe yaklaşımı olduğu ve bu yaklaşımın buradan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Sorarım: Hangi us hangi usçu bir yöntemle cinselliğin doğal / gerçek ya da doğal olmadığını / sahte olduğunu kanıtlayabilir? Doğal cinselliği kayıtsız şartsız savunan Kilise, cinsel ateşini kilisenin soğuk duvarlarında soğutan bir rahibeyi ya da onunla aynı duvarları paylaşan bir rahibi usun hangi kategorisine göre adlandıracak? Devlet hangi usla kilisenin bu cinsel davranışının ayakta kalmasını sağlıyor? Ve kilise devleti ve onun kutsal ailesini hangi usla doğallaştırmakta? Sözcükler ve sözcüklerin egemenliği!
Kimi Batı ülkelerinde alternatif birlikteliklerin ve eşcinsellerin evlenme özgürlükleri bu ülkelerin insanları tarafından klasik kutsal ailenin artık modası geçmiş zorunlu bir birlik olarak algılanması ve katı, töresel aile kurumunun geleceği olamayacağı endişesi sonucu mümkün olmuştur. Yine bu ülkelerde eşcinselliğin doğal ve gerçek cinsellik olarak benimsenmesi gelecekte mümkün. Söylem sahibi devletin bilgili vatandaşlarına sunduğu ya da bu vatandaşların kendi kazanımlarıyla elde ettikleri “demokratik” erk ilişkisinde, genel yaşamın adlandırıldığı gibi cinsellik de belirlenecektir. Tüm bunlar toplumların gelişmeleriyle ilintilidir.
Doğa-çevre ve beden-ruh ilişkisi, sosyal varlık olduğu kabul edilen (öngörülen) insanın eğitim/terbiye sonucu ikinci kez sosyalleştirilmesi (a-sosyalleştirilmesi) ve onun ortak yaşamından doğan bir yığın çelişkiyi kapsayan toplumsal kuramlar, çeşitli halkların çeşitli yaşam felsefelerinin içiçe girmiş olması, kaynaşması, mücadelesi, cinsler ve yaşlar arası çelişkiler ve daha bir çok faktör cinselliğin adlandırılmasında belirleyici rol oynuyor. Aynı zamanda sosyoloji ile antropoloji arasındaki bağ sonucu oluşan felsefi ve bilim tarihindeki çeşitli gelişmeler: antropolojik felsefe, insanın biyolojik doğası, etnoloji, evrim kuramı, “ilkel kültürlerin” incelenmesi, negatif antropoloji, bio-antropoloji, sömürgecilik ve “sömürgecilik sonrası”, globalleşme döneminde gelişen etnik kültür, kültürel antropolojik ve kültürel siyasa biçim ve boyutları, aile kuramı, genetik kod’un “adlandırılma” çabası, beden ve buna bağlı olarak sağlık kuramı, kültürel-politik ve sosyal yaşam biçimlerine değinen feminist kuramlar, cinsel bünye ve cinsel kimliğin inşası ve daha bir çokları cinsellik üzerinde etkisini koruyor.
Cinsellik kuramının bu karmaşasında ve dil düzeyine indirgenerek denetlenen cinselliğin kodlanmış bu sorun yığınında Biricik, adsız kalmayı benimseyecek ve Kendi’ni yaşamaya yönelecektir.
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Dilin Tuzağı

"Stirner’in söylediği bir sözcük, bir düşünce ve bir kavramdır; söylemek istediği ise, ne bir sözcük, ne bir düşünce ne de bir kavramdır. Stirner’in söylediği söylemek istediği değildir ve söylemek istediği söylenemez." (...) "Biricik bir sözcüktür ve bir sözcüğün altında düşünülecek bir şey olmalıdır, bir sözcük düşünce içermelidir. Oysa biricik düşüncesiz bir sözcüktür, düşünce içermez.

M.Stirner, anarşizmin temsilcilerinden.Metinde devlet (ağırlıklı olarak da kilise) eliyle yönlendirilmiş evlilik kurumuna, cinsiyet/cinsellik tanımlarına karşı çıkıyor bakış açısının gereği olarak.Burada, kavramların özneyi aşarak, neredeyse olguları (sosyal olanları tabii) yönlendirdiği saptamasında bulunuyor ki; bu dikkatimi çekti.(hala kavram kavramı konusunda net bir düşünce oluşturmaya çalışmamdan olsa gerek) Düşünce içermeyen bir kavram olarak "biricik", bana yeni bir bakış açısı sundu.Paylaştığınız için teşekkürler.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst