biraz lacan-bir kaç lacan

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde "ictenlik" tarafından oluşturulan biraz lacan-bir kaç lacan başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,111 kez görüntülenmiş, 2 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı biraz lacan-bir kaç lacan
Konbuyu başlatan "ictenlik"
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan UpBot

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
"kelimelere ancak istenilen bir sey yok oldugunda ihtiyac duyulur ve eger etrafımızdaki dunya 'gereken' her şey ile donatılmıs olsaydı kelimelere gerek duyulmayacakti. kayip olmayan yerde dil var olamaz."

insanın kendisini parçalı olarak gördüğü ve bu görünümden kurtulup, yapamayacağı birçok şeyi yapma imkanını veren durumun, bir başkasıyla özdeşlik kurmak olduğunu söylüyor. ben'in kurulması için bize kendimizi gösterecek bir ötekine ihtiyaç duyduğumuzu ve bu ötekinin bize bütünlük hissi bağışlarken, aynı zamanda beni, 'ben olmayan' bir şeyle oluşturulduğumuz için bütünlüğün bedelini kendimize karşı kökensel bir yabancılaşmayla ödüyoruz.

birey esasen "bir olamamanın" ızdırabını çekmekte, birey olarak varlığını hissettiği* müddetçe sandığının aksine var olamamaktadır. çünkü esas var olma, yeni doğan* bir bebeğin hissettiği gibi "bir olmakla" mümkündür.

insanların; varlıklarını aile ve diğer kültürel kurumların değer ve söylemleri üzerinden oluşturduklarını, böylece kendi doğalarına ve esas kimliklerine yabancılaşarak, gerçekliklerini "bilinç dışı" hale getirdiklerini söyler.

dogduktan sonra iki yasina kadar, kendisini ve annesini bir butun sanan bebegin, hayati boyunca bu travmatik etkiyi uzerinden atmak icin cesitli arayislar icinde oldugunu savunur.

bebek anne memesinin daima besleneceği bir nokta olmadığını fark ettiği an, kendi bedeninin tek olduğunun farkına varır. fakat kendi bedeninin anneden ayrıldığının farkına varmasıyla beraber bebek, arzunun ilk nesnesini, diğer bir deyişle de "ilk aşk" tanımını anneye yükler. bir süre sonra bu aşkta bir ayrılık gerçekleşir ve bu, insanoğlunun yaşadığı ilk ayrılık deneyimidir. "baba" karakteri ortaya girer ve üçüncü bir şahıs doğmuş olur.

"eğer çekip gidersem, nihayet öteki olmak için gitti deyin. yasa'ya rağmen öteki olmak için geçirilmiş bir ömrün sonunda, herkes gibi öteki olmak'la da yetinebilir insan."

bir bebek, dogdugu zaman kendisini, annesini ve tum cevresini tek bir varlik olarak algilar, ihtiyaclarini karsilayan dis dinyayi bir "oteki" (the other) olarak degil kendi varliginin bir parcasi oldugunu dusunur: "ben" ve "digerleri" nin ayrimina varamaz. bu durum, lacan icin, gercek birlik (unity) hissinin tek bulundugu, yokluk veya kaybetme duygularinin varolmadigi ruhsal bir gerceklik alanidir. bu yuzden bu gerceklikte dil (language) de yoktur.

ben kavramı içine ötekini yerleştirerek, egosentrik (ben-merkezci) avrupalının kafasını karıştırmış, "ben"in oluşumunu tamamlaması için iki aşamadan geçmesi gerektiğini vurgulamış fransız psikanalist. birinci aşama, yani ayna evresi, kısaca şöyledir: ilk başlarda kendi bedeninden kopamamış olan çocuk, ötekinin bedenini kendi bedeninin bir parçası olarak görür. kendi bedenini ötekinden farklı olarak algılaması ancak annesinin kendisine yönelik tepkileri aracılığıyla gerçekleşir. ben kavramının ayrışmasını, ikinci aşama, yani "dil evresi", takip eder. burada çocuk, artık kuralları baba tarafından konmuş ve babanın hüküm sürdüğü sosyal alana girmiştir. lacan, bu evrede, babanın fiziksel varlığına gerek olmadığını, babanın -ya da toplumsal kuralların da denebilir- soyut varlığının yeterli olduğunu vurgular.

sürekli bir farkındalık arayışımızın olduğunu savunan psikanalizci. bebekken, kişinin annesinden ayrı bir yapı olduğunu farketmesi ile başlayan bu ayrılığa hayatı boyunca çözüm aradığını söyler. ve bu arayış asla bitmeyen ve yeri doldurulamayan bir boşluktur. bu eksikliği doldurmak için kişi kendisine düğüm noktaları belirler ve kendisini bu noktalarla ifade etmeye başlar. lacan' a göre, bunlar politik görüş, din gibi kurumlardır ve bireye boşluğunu dolduracak şeyler, ütopyalar vaad ederler. düğüm noktaları bireyin kendisini tanımladığı noktalar olduğu için egemen değerlerdir bu yüzden kişinin kendisinden farklı düğüm noktaları olan bireyleri üstesinden gelinmesi gereken engeller olarak görmesine neden olurlar.

dunyaya ilk geldigi anlarda birlik halinde olup da sonradan sembolik bir evrene sikisan seyin adidir insan. ideoloji de mesela bir sembolik evrendir ve bu sembolik evren muhakkak bir dil ustune kurulur. zihinsel tum nesneler sembolik bir evren yaratirlar ve bunlar ayni zamanda arzu nesnesidirler ve fakat asıl olan, insani insan yapan arzunun kendisidir. ve ne tuhaftir ki, insan en cok arzu nesnesine kavusmaktan korkar. insan, arzunun belirlenmis hali oldugunu farkederse bu ayni zamanda ideolojilerin de sonu olur, cunku cok asikardir ki zannimca, insan ideolojinin nesnesidir bu ikna olmus haliyle.

iste arzunun kendisi oldugumuz, daha dogrusu, arzunun nesnelesme halinin insan oldugunu farketmemiz ozgurluk hissi vermektedir bana.

lacan'a göre psikanaliz pek de işe yarar bir sağaltım yöntemi değildir. psikanalizin işe yarar olabilmesi için "dil"in dinamiğini kavrayabilmesi ve insan konuşmasını anlamlandırabilmesi gerekir. bunu yapabilmek için de işe "dilin analitik diyaloğa dayattığı sınırların direngen çerçevesini kabul etmek"le başlanması gerekir. çünkü lacan'a göre "dil", psikanalizin ve psikanalize özgü bütün kavramların içine doğduğu ve asla kurtulmayı başaramayacağı bir labirenttir.

" ben, sizin özü itibariyle hiç hakikat addetmediğiniz şeylerde gezinirim: rüyada, en süslü benzetmelerin, en garip kelime oyunlarının anlamsızlığının anlama meydan okuyuşunda, talihte -onun yasasında değil,olumsallığında- gezinir dururum, dünyanın çehresini değiştirmek içinse, ona kleopatra'nın burun profilini vermekten daha fazla birşey yapmam asla."

bilinçdışı simgelerden oluşur ve oidipus karmaşası da gerçek dünyanın bir karmaşası değil, simgesel bir karmaşadır. oidipus’ta gerçek bir babanın olması koşulu yoktur. yalnızca simgesel babanın işlevi yani “babanın adı” yeterlidir. kültürel baba konumun tüm anlamını veren aile söylemidir. ailenin kendi gerçekliği, simgeselin kendi otonom kuralları çerçevesinde anlamını kazanır. böylece simgesel düzen biyolojik ihtiyaçlara, onları kültürün düzeni içinde bir “talep” olarak ifade etmek için simgenin özerk düzenini sunarken, bu gerçekliğe de simgenin özerk kuralları çerçevesinde biçimini verir."

---------------

lacan freud gibi "tek" bir cins vardır o da erkektir dedikten sonra, kız çocuk hadım edilmiş erkek çocuktan başka bir şey değildir
----
tam donanımlı provokatör.
şarlatan
topoloji kitabı ile saatlerce dövmek istediğim nitelikli dolandırıcı

bu da toplam üç olumsuz yorum-alındı-geçildi
aslında olumlu yorumlar geçilmedi
aslında bu adam neden geçildi -alındı,

--

bu adamda bütünler değil ama parçalar bulduğumu düşünüyorum-altlar değil ama üstler var- bi şeyler
kökler değil ama dipler,
bütüncül değil ama parçacılda -iyi- veri--sıkı veri kardeşliği;
--
o sondaki cümleyi önemsiyorum- o tarihin konuşması gereken bi şey;
tabi ki lacan'a bırakılmadan
tabi ki cümle debertilerek ve genişletilerek

bir yorum sadece bir yorum;
erkek hastalığı erkeğe göre erkek hastalığı -erkek olmak-cins olmak kendiliği ve kimliği
ve kızın nasıl bi şey olduğunu geliştirememe ve farklı insanlama
düşüncenizde ne oluyorsa onu açın-psikanaliz budur-gerçek
bu kavramlar ortaya girmeye başlamalı şimdi

erkek kız çocuğuna kendi muamelesi yapıyor mu? nelik? burda bir şeyler var düşüncede de bulunabilir boşluklar
ordan buraya;

---
üst tür alt tür ayrımı yapanlar var-bi şeyler var
bebekken az gelişen çok gelişen var -var bi şeyler
aile söndürmesi var

-çocukluk ışığı ilginç bir ışıktır-

ilginç bir fransız bu adam
bir insan doğmuşsan insan hayvanı olarak ne diyebilirsin ki
kendimde aslında bir eşşek görüyorum ve bu hayat bitip gidecek-uçup gidecek
anadolu da doğsa nasreddin olabilir miydi -kimbilir

böyle de denilmiş -tamamen boş atmamış kökleri ya da bütünleri eksik aslında bir adam
bütünün parçacıllığı için iyi veri-
birleştirme

burda oldukça düşünme parçası var-oldukça da boşluk
ilginç sorgulamalar ve değerlendirilebilecekler bütünü;

bir burda bir bütün değil ama oldukça parça var -düşünme parçası ve değerli parça
--

dil içinde yalanı barındırır ve doğa da hiç bir hayvan ya da canlı için yalan ya da saklan kuramı ya da ihtiyaç ya da belki çok azdır-cazibe belki- -neyse odur

dil bir çarpıtıcıdır bunu anlatıyoruz
siyaset ve demagoji yönetim ve istediğini elde etme karşısında sözcük oyunları
inasn bunları kurar- görüyoruz
aslı dibi yok
dili kaldırırsak hiç bi şeyiz

ben kendim
dili edebi ya da daha ziyade felsefi olarak kullanana kadar ya da insanlarla dil üzerine ve dil üzerinden sanal bir iletişim sağlamaya çabalayana kadar hiç bir ikilemim ve problemim yoktu gibi hissediyorum
-doğa üretirdim-gün üretirdim -fikir üretirdim -baltalandı şimdi yok-kayıp -kayıbım-yeter;

o yüzden bu adamı kulağında tutuk getirdik,

olmadığım halde düşünüyorum, demek ki düşünmediğim yerde varım." ya da "varım diyemediğim yerde düşünüyorum."
--

dil kaçılması ve kurtulunması gereken bir silahtır ve uzun vadede dilin kavramsal betikten/belikten ve özgün kavrayıştan kavramadan kaybettirip kaybettirmeyeceğini ve fazla anlatmanın zarar ziyaını ve burada iletişmenin ne alıp ne verip ne götürdüğünü
iyi bi şey olup olmayacağını düşünüyorum
şimdi
-gerçek-
ve kavramsal ve kavram düşün kavrama ve daha doğal özgün sembolik ve daha dilsiz kavramayı küçültüp köreltip köreltmeyeceğini daha fazla özgün sormaya ve düşünmeye başladım
ve ne sonuç üretecek
bu etkileşimlerin bi anlamı var mı,-
kimiz biz?
neye niye

gerçek bir biçimde;
yazmaktan kaç-m-ak (ya da kurtulmak istiyorum) bu yalan değil
buralara sarmış hissediyorum ve aklımı dolamış ve eski sade günlüğüme sorunlu da olsa dönmek kaçmak istiyorum

(siyasal demagoglar ya da gelecek için soyunanlar(programlananlar ve ;insanın içine özüne-içine siyaset -kirlilik- bulaşması yabancılık bulaşması ve ayrışmayan kirlilik bulaşma softa zor kör
-yetişenler ve kendilerini yetiştirenler ama- ben kendi orucuma ve sadeliğime yatmalıyım değil mi?)

" bana hicbir zaman benim seni gordugum yerden bakmazsin. "

---------

kendi süreçlerinize inmeden ezberler size ne giterecek; siz buradan ne topluyorsunuz?

dil içinde yalanı barındırır ve (şimdiki anlatımla siyaseti -kişi kendinin anlatımına (kendine de karşı) bir siyasi demagog olduğunda anlaşamıyoruz- aslında anlıyoruz ya da sank ibirileri anlıyor sadece havada bir bulut o ve ama iletişemiyoruz bizler- Yani kendiyle iletişmeyen iletişmiyor ; (bunu bilinçaltı bilinçdışı yapıyoruz şimdi başka güdücü zoru mu? izlem k. -- psikanaliz altta işler- görür -farkındalık sezin görür-izler işler ama kendiyle iletiştiremiyor)

psikanaliz kuramları yalancılık öbekleri görüyor
insan ihtiyaçları çözümleri görüyor ve ihtiyaç giderememeden (ifade edememeden) sorun üretme ve (ve gereksiz felsefe ve bilgi olmayan ilgi üretme) ve sorun çözme başarısızlığı (ve yaşayamama hastalığı) görmekte sadece

birleşmemiş bilgi- bu dil ile birleşmeyecek-- öyle anlıyoruz-bunlar saçmalık (mokoko-babil ayrımı kuşak kavşak)
hiç bir yere gitmeyeceğiz (bilgi yok eksik bu haliyle) biz öleceğiz şimdi ne yapacağız; neyi yaşayacağız-onlar öldü-ler

birleşmemiş bilgi bu dil ile birleşmeyecek (bilinçaltı bilinçüstü ya da dışı (altı-üstü-dışı) neyle nasıl kuramlanırsa bu önem gibi
; kasyopya olması ney olması başka şey olması yer olması nasıl kuramlanırsa)

yahu anlaşamıyoruz diyoruz -dil yetmiyor olmuyor;
al tür üst tür ya da aşamalaşma erginlik neyse o
bu nasıl konumalanacak; yaş;?
neye göre?

dil yok -bozuk nesne -yok nesne- bitik yok

siyasi girdiler girmek -kim yalancı=?

---------- Mesajlar Birleştirildi at 12:15 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 11:48 ----------

babil yıkımı-babil yıkımı-
hissettiğim şeyin adı babil yıkımı
-iletişimsizliğin ve dile rağmen (huxley) dilsizliğin ya da ortada dil varolamsına rağmen çöp nesne olarak onla uyuşamamanın, iletişim uyuşmamasının ya da zaman uyuşmaması gibi bu şeyin adı şimdi simgesel/sembolik kült-babil
/yıkımı anlıyor musun

boşluklar yazıyoruz gib ihissetmek bunu anlıyor musun
az iş yapıyoruz gibi hissetmek -çok yapmaya ve saymaya rağmen
dil bir kürek sapı

-----

Efsaneye göre -kızgın tanrı/lar ve tanrı sayılacaklar göklere ve bilgiye ulaşmaya çalışan insanların yükselişine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta/anlaşmakta olan insanların dillerini ve zihinlerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller.

ne kadar konuşursak konuşalım arada Babil var gibi hissediyorum
bunu anlatamıyorum,

-------

dil hiç bi şeydir-dil çöp yığınıdır;gibi hissederken bazen;
lacan'ı tanımam bilmem internetten tesadüfen buldum aldım ve dil ve iletişimsizlik hakkındaki söylemleri nedeniyle başlangıçta toparladım

burda bir anlaşama problemi var ben onun üzerinde duruyorum
ve genel yaşamda da var bu.
dilin anlatıma rağmen bizi uzlaştıramaması -bazı şeylerin dilsel kalıplarla çok açık belirtilebilmesi ama iletilememesi ,,
bunun ilerisine ya da benzerine sanırım empati diyoruz

ancak bu kadar kopukluk ve iletişimde bağ kurulamamasının hissel ve algısal geçişkenliği ve empatik geçişkensizliği üzerine bağ kuramayan algı kuşakları psişesi yönelimleri ya da bilinçaltı-dışı etmenleri gibi kavramlarla bunu tamamlamak ve ilgilemek benzeri denediğim şey belki sürü bilinciyle örneklenebilir-benzeştirilebilir ancak etken-bağlılık ve girişiklilik fikirlerimizin şimdilik eksikliğinden bunu açmak için ya da açmayı denemek içinde -şimdilik- uzatmayacağım ve çekileceğim.

dil arada olmasaydı bu cümleyi nasıl kurardım ya da ben ne anlattım hala onu düşünüyorum
ve bunun sembolik düşünsel başka bir ifadesini oluşturmayı- hala onu düşünüyorum şimdi...
 
Son düzenleme:

epoché

Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Eki 2016
Mesajlar
134
Tepkime puanı
2
Puanları
0
İnsanın imleyenle ilişkisinin bu şekilde ön plana çıkarılmasının, bu haliyle, örneğin bir Karen Horney'in fallus tartışmasında Freud tarafından feminist olarak nitelenen konumuyla öncülüğünü yaptığı, sıradan anlamıyla "kültüralist" bir konumla hiç bir ilgisi yoktur. Söz konusu olan insanın toplumsal bir fenomen olarak dil ile ilişkisi olmadığı gibi, alay edercesine kendisine duygu denilen somuta başvurma tarzındaki ilke savsaklamasıyla tanınan, ayrıca her türlü metafizik kavrama zaman aşımına uğramış bir müracaat ile aşılamayan şu ideolojik psikogeneze benzer bir şey hiç değildir.

Söz konusu olan Freud'un düşler konusunda bilinçdışının sahnesi olarak tanımladığı bu öteki sahneyi (ein anderer Schauplatz) düzenleyen yasalarda, dili oluşturan maddi açıdan oynak öğeler zinciri düzeyinde ortaya çıkan etkileri yeniden bulmaktır.

Öznenin kuruluşu açısından belirleyici olan bu etkiler, metonimi ve metafor tarafından oluşturulan ünlenenin bu iki türetiri eğilimine göre imleyende "bir araya getirme" ve "yerine koyma" çifte işleviyle belirlenirler. Bu sınamada sözcüğün matematik anlamıyla öyle bir topoloji ortaya çıkar ki, bu olmaksızın sözcüğün analitik anlamıyla bir semptomun yapısını sadece kaydetmenin bile olanaksız olduğu derhal kavranır. Öteki'nde bu konuşur (ça parle) diyoruz; burada Öteki ile, tam da Öteki'nin müdahale ettiği her türlü ilişkide söze başvurmanın çağrıştırdığı yeri kastederek. Eğer Öteki'nde bu konuşuyor ise, kulağıyla duymuş olsun ya da olmasın, öznenin imlenenin her türlü uyanışına mantıki önceliği dolayısıyla, öznenin orada kendi imleyen yerini bulmasından dolayıdır.

Bu yerde, yani bilinç dışında eklemlediği şeyin bulgusu bize öznenin nasıl bir yarılma (Spaltung) pahasına böylece kurulduğunu kavrama olanağını verir. İşte burada fallus, işlevi bakımından aydınlanır [Freud'cu doktrinde fallus] ve eğer fantezi sözcüğüyle imgesel bir etkiyi anlamak gerekiyor ise, bu bir fantazi değildir. Nesne sözcüğünden bir ilişkide ilginin yöneldiği gerçekliği anlamak gibi bir eğilim olduğu ölçüde, fallus bu doktrindeki haliyle bir nesne, (kısmi, içsel, iyi, kötü vs. bir nesne) hiç değildir. Simgelediği organla; penis ya da kiltoris ile ilişkisi ise çok daha azdır. Ve Freud fallus ile ilgili olarak, Antik Çağ'dakiler gibi bir surete (simulacre) gönderme yaptıysa, bunun belli bir nedeni vardır. Çünkü fallus bir imleyendir; analizin özne içi ekonomisinde işlevi belki de gizem içinde tuttuğu şeyin peçesini kaldırmak olan bir imleyen. Çünkü o, imleyen ağırlığıyla imlenen etkilerini koşullandırmasından dolayı bu etkileri bütünlükleri içinde adlandırmaya adanmış imleyendir.

O halde şimdi bu ağırlığın etkilerini araştıralım. Öncelikle bu etkiler, insan konuştuğu için, gereksinimlerinin kendisinden sapması olgusundan, insanın gereksinimlerinin talebe tabi oldukları oranda ona yabancılaşmış olarak geri dönmelerinden kaynaklanır. Bu, insanın gerçek bağımlılığının sonucu değil (burada nevroz kuramındaki bağımlılık kavramından ibaret olan bir parazit anlayışın bulunduğu sanılmasın), kendi olarak imleyen biçimi almasından ve mesajın Öteki'nin yerinden yayımlanmış olmasındandır. Böylece gereksinimlerde yabancılaşmış olarak bulunan şey, hipotez gereği, talepte eklemlenememekten dolayı bir kökensel bastırma (Urverdrângung) oluşturur; ama gereksinimlerde yabancılaşmış ve ancak bir uzantıda görülebilir olan bu şey, insanda arzu (das Begehren) olarak mevcut olan şeydir. Analitik deneyimden kaynaklanan fenomonoloji kuşkusuz arzunun onu gereksinimden ayıran aykırı, sapkın, yersiz yurtsuz, serseri, hatta rezilane karakterini gösterecek doğadadır.
—F.A
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst