Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Hiç fark ettin mi? İnsanlar, sevildiklerini fark ettikleri anda hançerlerine uzanıyorlar.
Ve sonra diyorlar ki ‘‘sevdiğini söylemekten korkma.’’ işte bu ironidir.
Ruhunu parçalayabilecek bir gücü altın tepside sunmak bir başkasına, kolay mı sanıyorlar?
İnsanlar genellikle birbirini elde edilebilen bir eşya veya fethedilecek bir kale olarak görüyor. Elde ettiklerinde veya ele geçirdiklerindeyse o insanın pek değeri kalmıyor. Aynı eşyalarımız gibi, sahip değilken çok isteriz ve elde edince pek değeri kalmaz gözümüzde. Birine aşık olmak da onun olmak demektir bence. Aşık olunan kişi zaten sahip olduğu bir eşya peşinde koşmaz genelde.
Her aşk sahip olma güdüsüdür de diyemem. Elbet saf sevgiye dayananlar vardır.
Nietzsche'nin bir sözünü bırakayım: Benim hayalimdeki aşk, iki insanın birbirini sahiplenme duygusundan çok daha öte bir şey.
gerçek aşkın içinde neler? varmış bakalımmı?
1: kıskançlık hissi. ( çok kuvvetli)
2: kin ve nefret hissi.(çok kuvvetli),
3: sahiplenme hissi( inanılmaz seviyede kuvvetli)
4: kaybetme korkusu(korkunç derecede kuvvetli)
5: ruh eşi gerçekliği(incredible)
6: saf sevgi(immortal love reality!)
7: fedakarlık! (ölümsüz umut)
ve en zoruda! 8: aşk acısı(en güçlü histir.hatta hislerin tanrısıdır)
eğer bu saydıklarım sizde yoksa siz aşık değilsiniz demektir.
İnsanların insafı yok. Sevgi adına seni lime lime ederler. Sonra sen ölünce, onlar seni yaptıklarıyla öldürünce, senin bir kişiliğinin olmadığını söylerler. Kocaman, acı gözyaşlarıyla ağlarlar. Sana değil ama. Kendilerine ağlarlar, oyuncaklarını kaybettikleri için."
Başka bir şey yapamıyorum ki
Sen ışık olsan, ben karanlık olabilirim ancak
Geceyim say misal
Beni öldüren güneş isen
Beklemem mi sanıyorsun doğuşunu
Sana dokunmak erimek olsa
-misal bir kardan adamım say-
Kucaklar sıcaklığını, aydınlığına sarılırım
Soruyorsun ya hani
‘‘Seni seviyorum!’’ diyerek kısıtlayamam kendimi
Tüm bu derinliği iki kelime ile kestirip atamam ki
Ne basit, ne sıradan bir kelam..
Seviyorum seni ha? Kusuruma bakma
Oysa ben de istemez miydim
Bir kaç kelime ile hislerimi anlamanı
Mümkün olsaydı şayet..
Lakin dilden çıkan kelimenin çarptığı kulak
Ruhun tutunduğu duyguları es geçip
Ancak harflerin cılızlığı ile karşılaşıyor. Yetmez!
Bin ciltlik ansiklopediyi özetleyebilir misin bir sayfada?
Ben…diyemem öyle. Hani dersem de bil:
İzah edemediğimden dolayı içimdekileri
Acizliğimdendir sadece..
Gel ve tut geceyi
mesafeleri öldürelim
göğün karanlığında yüzyıllar önce sönmüş yıldızları izliyelim
nefesler dahi emanetken
cennet için illaki neden ölmeyi bekleyelim?
Gecenin bir yarısı kalktım ve tüm hayallerimi buruşturup çöpe attım. Tertemiz oldu zihnimin duvarları. Hiç düşünmedim; tam ortasına resmini astım.
Artık bana bir dağ yok tırmanılacak,
Tuttuğum takımın renkleri
Beygir gücünü ezberlediğim arabalar yok
Kaç şeker attığın var kahvene
Belki sarılırsın diye
Korku filmleri izlemeler var
Tutulan ellerin, bakılan gözlerin,
Öpülen dudakların var.
Kusursuz da değiliz elbet.
Her ne kadar sevgilim
çizgilerine basmasakda kaldırımların
Gecenin bir yarısı kalktım, buğulu pencere camımın tam ortasına bir kalp çizdim, çocukça.
Yetmedi, bir de ok geçirdim içinden. Seni bekledim. Yazılacak baş harfin biri eksikti.
Ve sana diyorum ki şimdi:
‘‘Pencereme hoş geldin.’’
Sorun ne biliyor musun? Ben seni çetrefilsiz sevdim. Ara sokaksız, direk ana yoldan.. Vay anam bunu sevmiyormuş, burcu şuymuş, falanca kişiyle yatmış, millet şöyle diyormuş, dinlemedim! Düşünmedim be kadın. Aşk girince ruha akıl fikir hak getire. Hem kalbin sözü her daim ağır basmalı bünyede. Mantıklı bir mutsuz olmaktansa inandıkları için savaşan bir saf olmayı yeğlerim.
Ama sen ne yaptın
Sevmeye çalıştın
E olmadı tabi
Her bir kusurum
Gözüne battı
Anlamadım mı sandın?
Sen ‘‘belki’’ dedin
Ben ‘‘inşallah’’
E Olmadı tabi
Sevgisine karşılık bulamayınca sevdiği insanın kusurlarına odaklanıp ruhuna kazınan değeri karalamaya çalışan ve böylece benliğinde o insanın kendisine layık olmadığı sanrısını yaratan insanlardan nefret ediyorum.
Ne yapıp edip güzel anılar biriktirmeli insan. Sahilde öpüşmeli, ilk ilanı aşkında kızarmalı yüzü, yakmalı gemileri sömürüldüğünde, yüzmeli gecenin bir vakti, ağzını açmalı bir yaz yağmurunda göğe, motor kullanmalı, bir dağa tırmanmalı, kaybolmalı yabancı bir şehrin sokaklarında..
Defterlerin şekli, kalitesi yahut boyutu mühim midir sanki? Ancak içinde yazılanlar onları değerli kılmaz mı?