4.Haftanın Tartışması / uygarlaşma ve insanlaşma aynı zemindeki zıtların birliği ise.

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde F - Talks kategorisinde non tarafından oluşturulan 4.Haftanın Tartışması \/ uygarlaşma ve insanlaşma aynı zemindeki zıtların birliği ise. başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,408 kez görüntülenmiş, 19 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı F - Talks
Konu Başlığı 4.Haftanın Tartışması \/ uygarlaşma ve insanlaşma aynı zemindeki zıtların birliği ise.
Konbuyu başlatan non
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan evrensel-insan

non

düşünemeyen
Yeni Üye
Katılım
16 Haz 2010
Mesajlar
64
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
34
"uygarlaşma ve insanlaşma aynı zemindeki zıtların birliği ise; bu çelişki nasıl aşılacaktır?"
 

esekherif

Filozof
Yeni Üye
Katılım
3 Nis 2015
Mesajlar
907
Tepkime puanı
5
Puanları
18
İlk insan uygar değil miydi?
Fıtratında İnsanlık olan yaratığın İnsanlaşması nedir yahu?
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
İlk insan uygar değil miydi?
Fıtratında İnsanlık olan yaratığın İnsanlaşması nedir yahu?

Karanlik cagdan kalmanin, boyle bir seyi algilamamasi gayet dogal.

Cunku fitratinda "insanlik" yok, "insanogluluk" var.

Insanlik ta ancak beynin degisimi ve devrimi ile mumkun.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Gunumuz ve gecmis olarak insanoglunun insanlik tarihine baktigimizda, o tarih ve donemde bazi bolgelere gore medenilesmis ve hatta cagdas olan ulkelerde degil de, insanlik dusunce ve davranisinin o tarih ve donemdeki cagdasliga gore geri kalmis diger bolgelerde insanligin dusunce ve davranista daha onde oldugunu goruruz.

Buradaki gozlemin verdigi ilk algi, insanligin gelismislik ve modern/medenilige ve cagdasliga gore geri gitmesidir.

Ikinci algi uygulanan insanligin bilisselsizligi sadece duygusal, inancsal temelde olmasi; uygulanmayaninin ise aklin cikari ile onlenmesidir.

Buradan cikan sonuc, aklin duyguyu her zaman yonetmesi kandirmasi ve yonlendirmesidir.

Bunun en guzel ornegini Avustralyalilar dile getirir. Bir zamanlar Britanya'dan Avustralya'yasurgunler oluyordu. Boylece Avustralyada bu bati beyinli surgunler zamanla toplumsal bir guc haline geldi.

Avustralyalilar dediki "Britanyalilar buraya gelmeden once bizim her seyimiz vardi, onlardasadece incil vardi. Zamanla bir baktik ki bizim herseyimiz onlarin olmus ve bizde incil sahibi olmusuz" iste bu aciklama aklin duyguyu nasil cikari ugruna somurdugunun ve su istismar ettiginin en guzel ornegidir. Iste burada somurulen ve su istismar edilen duygunun insanligi akil somurusunden ondedir.

Aslinda burada devreye vicdan girer. Yani vicdan duygu yukludur, akil ise vicdansizdir.

Gunumuze soyle bir bakalim. Kim sorunsuz, rahat, huzurlu, v.s. olarak halk deyimi ile "tuzu kuru" ise onun insanligi, rahatsiz ve sorunlu, huzursuz ve mutsuz hissedenden daha geridedir.

Kisaca bilincsiz ya da bilincli kendine hak ve ozgurluk savasi verenler, daha bir insanliga bu savasi vermeyenlerden ya da bunu kendine cikar etmis olanlardan yakindir.

Yani insanlik insanoglunun huzuru, rahati, sorunsuzlugu, v.s. "tuzu kurulugu" ile ters orantilidir.

Bugun dunyanin hangi cografya ya da toplumunda "diken ustunde" olanlarin verdigi mucadele bu mucadeleyi vermeyen "tuzu kuru" lardan dahas insanlik olarak ondedir.

Bu her turlu hakimiyet sahibi olan icin de gecerlidir. Mesela siyah irk beyaz irktan daha insanliga yakindir. Cunku ezilen ve hak ve ozgurluk savasi veren odur.

Bugun dogu batidan daha cok insanliga yakindir, cunku her turlu sorun icinde bogusan toplum dogudur.

Buradaki en onemli dikkat edilmesi gereken nokta, bu insanligin savasimi elde edilen anda gerilemesi olmasidir. Yani huzursuz huzura ererse, insanligi geriler. Cunku huzursuz iken duygu, huzurlu iken akil insanoglunu yonlendirir. Iste bu temelde DUYGU SOSYAL, AKIL BIREYCI/KISISELDIR.

INSANLIK SOSYALLIGIN BILISSELLIGI ILE PARALELDIR.

Iste burada insanoglu ne kadar cok kendi varligini birsel ve tursel olarak algiladikca ve bilisselligine tasidikca, insanliga o kadar yaklasir; aksi ya duygunun insanliga ihaneti ya da aklin insanligi somurusudur.

Yalniz ilginc olan sorgulanmayan core faith lerde yani bilincalti sartlanmisligin otomatik ideolojik inancsal dusunce ve davranis sahipligi ve sabitliginde; akil ile duygu ayni insanlik somurusunu gerceklestirir. Cunku amac ideolojik inancsal cikarin elde edilmewsidir ve bunun icin de her yol "mesru ve mubah" tir.

Tum bu temelde olan insanligimizi kaybetmek istemiyorsak; bunun bilisselligine varmamiz gerekir. Yoksa insanoglu her turlu ilerledikce insanligini tarihe gommektedir.

Aslinda buradaki ters oranti ayni marx'in dedigi ters orantidir. Marx "gelismis ulkelerde devrimi yapmak zor ama sosyalizmi yerlestirmek kolay iken, geri kalmis ulkelerde devrimi yapmak kolay, sosyalizmi yerlestirmek zordur" demis ve tarih bunu bize gostermistir. Peki neden?

Cunku sosyalist bilinci gelismis ulke beyni alabilir, ama tuzu kuru oldugu icin devrime yanasmaz. Devrim bilincini de gelismemis ulke alabilir, ama bilissellik olarak sosyalizmi algilayamaz.

Iste burada devrimi yaptiran da sosyalizmi getirmeyen de insanligindan uzaktir. Bunun en tarihi ornegi Stalindir.

Devrimi yaptiran cikar icin yaptirken, sosyalizmi onleyen de cikar icin onler.

Simdi dusunursek insanlik adina stalin ile hitler arasinda bir fark olmadigini algilariz. Cunku HER IKISIDE INSANLIGI KATLETMISTIR. BUNUN NEDENI NE OLURSA HANGI INANCSAL IDEOLOJIK CIKAR OLURSA OLSUN, BU GERCEK DEGISMEZ VE ONLARI HAKLI KILMAZ.

Iste o yuzden insanlik algisi ve bilisselligi sosyal olmasina ragmen; ancak BIREYSEL OLARAK KAZANILABILIR.

Ilk bilincalti yasam bolgesel, parcasal, ayrimsal, degersel v.s. iken-toplumsal kisilik-duygusal

Ilk bilincli yasam bireysel, kisisel kendinsel, bencil, bananeci, bireyci cikar, guc ve otorite temelindedir.-Bireyci akilcilik

Iste asil insanligin bilisselligi bu parcasalligi evrenlestirerek tum insanligin mekanina yaymak ve de bireyciligi turlestirerek tum insanoglu turunu kapsamak. Iste BIR TOPLUMSAL KISILIGIN BIREYCI AKILCILIGININ EVRENSEL VE TURSEL BUTUNLUGUNU BIR KISININ KENDI BIREYSEL DEVRIMI SAGLAR.

Yani insanlik ne turden ne de toplumdan baslar, BIRDEN BASLAR.

Iste bu da birin turu ile butunlugudur.

O yuzden kim "diken ustunde" ise "tuzu kuru" olana kadar insanligini bilincsiz korur. Tuzkurur, insanlikta kurur.

Bu tuzu kuruluk ve diken ustundelik her turlu deger veri tabu ideoloji inanc icin gecerlidir. Cunku diken ustu ile baslayan mucadele tuzu kuruluk ile sona erer. Cunku DEVRIMCI SORGULAMA BILISSELLIGI YOKTUR.

Devrimci sorgulama bilisselligi ise tuzu kuruluk ve diken ustundelikten bagimsizdir. Sadece insanlasmadiginin bilinc ve farkinda olarak kendini insanlastirmaya devam eder.
 

esekherif

Filozof
Yeni Üye
Katılım
3 Nis 2015
Mesajlar
907
Tepkime puanı
5
Puanları
18
Karanlik cagdan kalmanin, boyle bir seyi algilamamasi gayet dogal.

Cunku fitratinda "insanlik" yok, "insanogluluk" var.

Insanlik ta ancak beynin degisimi ve devrimi ile mumkun.

Bizi engin bilgilerinle aydınlat hadi dostum!
İlk insanın sol beyin loblarından başla!
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Bizi engin bilgilerinle aydınlat hadi dostum!
İlk insanın sol beyin loblarından başla!

Bir ust mesajda acikladim.

Tabi aydinlasnmak isteyen icin. Yoksa bulundugu karanlik cagdan memnun olanlar ve "tuzu kuru olanlar" icin; yazilanlar hic bir sey ifade etmedigi gibi, bir de sirf karsi cikilsin diye; genelde anlamsiz gereksiz aciklamasiz elestirilecek ve hatta yazara yonenilecek ve yazara satasilacak ve p[olemige davet edilecektir.

Cunku sitede girdigimden beri "gorunen koy kilavuz istemez ve persembenin gelisi carsambadan bellidir."

Keski malum beyinler beni yaniltabilse ki buna sen de dahilsin.
 

esekherif

Filozof
Yeni Üye
Katılım
3 Nis 2015
Mesajlar
907
Tepkime puanı
5
Puanları
18
dokuzuncu-nesil-yazarlar%C4%B1n-hepsi-gerizekal%C4%B1_328554.jpg
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Uygarlaşma ve insanlaşma aynı zeminde ve birlikte var-olurlar. “Üretim araçlarınınâ€￾ icadı, madenler ve matalurijideki gelişmeler, öküzün karasabana koşumu, buharın makineye uyarlanması vs teknik gelişmeler çıplak doğan insanın doğa karşısında var-olma mücadelesini kuvvetlendirmiş ve “yaşam biçimleriniâ€￾ de değiştirmiştir. Uygarlaşma bu temel üzerinde yürürken bunu yaratan insanın makinenin bir parçası haline gelmesi ya da insanlaşması ile yakından ilgili ve kendi içinde çelişen bir durumdur. O, uygarlaşırken tekniğin bir araç ve yaşam kalitesinin yükseltilmesini ise bir amaç olarak ön-görmüş ve fakat bunu gerçekleştirebilmek için de sermaye birikimine gereksinim duymuştur. Sermayenin kolektifleştirilememesi, bunun yaratılamamış olunması nedeniyle uygarlık gelişirken insanlaşma aynı paralelde gelişememiş, insan kendi yaratısının kitlesel olarak kölesine dönüşmüştür. İnsan süreç içinde makinenin bir parçasına dönüşmüş, teknolojinin tabiri caiz ise oyuncağı olmuştur.

"insanoğlu"￾ kavramı içi boş, yanıltıcı bir kavram olmakla birlikte erk-egemen zihniyetin yeniden ideolojik olarak üretilmesinden başka bir anlam ifade etmemektedir. Uygarlaşma ve insanlaşma çelişkisi insanın bir tür olduğunun bilinci ile ve paylaşım ekseninde çözümlenebilecek bir durumdur. Bunu yaratacak olan da insanın ta kendisidir. Bunu yaparken iç-güdülerinden arınmış olacağından tüm türler açısından ortak paylaşım yasalarını bulmak zorundadır; değilse, uygarlık ilerledikçe/geliştikçe insan/lık gerileyip küçülecektir.
 
Son düzenleme:

İnci Birinci

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
24 Haz 2014
Mesajlar
636
Tepkime puanı
5
Puanları
18
İnsan'la ilgili; İnsanlaşma- Hayvanlaşma-Uygarlaşma teoremleri kişinin "Bilişsel uyum ve uyumsuzluğu" ile doğrudan ilintili. Bilişsel uyum İnsanlaşma-Uygarlaşma'yı sağlarken "bilişsel uyumsuzluk" hayvanlaşma ve vahşileşmeyi getirmektedir. İnsanoğlunun fıtratı,var olduğundan bu yana aynı olduğundan bu gelişim bilişsel algı ve beceriler paralelinde,kişisel yetenek sayesinde kazanılan olgulardır. Örnekleri ilk çağlardan günümüze değin her ortamda net olarak görülmektedir. 1.gurup, iki ayak üzerinde ve dik olarak yürüme yetisine sahipken, 2. gurup yine 2 ayak üzerinde, ama tay-tay yürümektedir. En uygar gezegen Dünya,en uygar ülke Türkiye'dir.
 
Son düzenleme:

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
"en" var mıdır?
 
Son düzenleme:

Fikirkahvesi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
9 May 2015
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aslın da burada zaten cevap sorunun için de " aynı zemin " cahil olan insan mıydı yoksa yoksa insanın etrafında ki çevresel yetersizlik miydi. Zira insan her çağda ilk günden bu yana yeterince ve gerektiğince zekiydi. Şimdi ilk insanı ele aldığımız da öldürmek sureti ile sadece karnını doyurmak üremek ve çoğalmak olan iştikali için yeterli beyni var idi ve bunu yaptı.
Zaten süreç için de taş devri, yontma taş devri, bronz çağı gibi kategoriler de insan beyni çevresel etkenlerin gelişmesi ile evrimini periyodik bir şekil de tamamlamış ve en nihaisi bu gün ki haline yani soru soran ve cevap arayan mantıksal düzeye erişmiştir.
Zıtlık tarafından bakarsak konu da zıt olan tek şey aslın da var olupta gizlenmiş faktörel sebepleri ortaya çıkarma açlığının aşılmasıdır. Başka da bir zıtlık şahsım da görmüyorum açıkçası.
.
 

Kara Kalem

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
1 Haz 2011
Mesajlar
90
Tepkime puanı
17
Puanları
8
Merhaba,

Konu içersindeki kullanılış biçimleriyle; ‘uygarlaşma’ kapitalizmle erken tanışan batı toplumlarıyla ve ‘insanlaşma’ ise asyatik üretim tarzı aracılığıyla geç kapitalizmle tanışmış olan doğu toplumlarının kültürel ilişkileriyle bağlanmış. Feodalite ve Asyatik üretim tarzı konu üzerine bazı şeyler yazılabilir, lakin bu açılan başlığın içeriğine pek uyuşmayabilir. Kısaca belirtirsek kapitalizmin öncelikle batı toplumlarında görülmesi nedenlerinden devraldığı toplumsal üretim biçimi diğer doğu toplumlarına oranla daha fazla artı-ürüne imkan sağlaması gösterilebilir.

Kapitalist üretim tarzının sınırsız ve daha fazla kâr arzusu, insansal tüm değerleri diğer üretim tarzlarına göre oldukça fazla yozlaştırıyor, yabancılaştırıyor. Sermayenin bu çok yönlü taaruzu; emek sömürüsünün yanında bilincin yabancılaştırılması üzerine kuruludur. Toplumda ya da sistemlerde zıtların birliği olgusundan bahsedilecekse temel kriter ezen ve ezilen sınıflar, bu sınıfların karşılıklı çelişkisi/mücadelesi ve dünya nufüsun yüzde 2si yer altı ve yerüstü kaynaklarının yarısından fazlasına sahip olması gibi açmazlardır. Başlıkta kullanılan tarzlarıyla ‘uygarlaşma’ ve ‘insanlaşma’ paradoksunu aşmak ve insanların üzerindeki binlerce yıllık sınıflı toplum kültürünün yıkılarak, toplumsal insan olabilmesi üretim araçlarına sahip ufak bir azınlığın yerini toplumsal mülkiyetin görüldüğü toplumlarda ulaşılabilir.

Ayrıca Marx üretim güçlerinin gelişimi sınıfsal karşıtlıkları derinleştirdiğinden, devrimi gelişmiş ülkelerde daha olası görmüştür. Hatta İngiltere ve ABD gibi ülkelerde işçi sınıf haraketinin oldukça güçlü ve buna karşılık, bürokratizmin ve militarizmin henüz fazla güçlü olmadığı tarihsel konjoktürde barışçıl yolla devrime ulaşılabileceğini bir ihtimal dahilinde olduğunu söylemiştir. Bir ülkede devrim olabilmesi; işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi, kitlelerle kurabildikleri bağ, toplumsal-siyasi krizlerin baş göstermesi, burjuvazinin kendi arasındaki hegomanya savaşının şiddetlenmesi gibi şartların oluşturduğu devrim koşullarının oluşmasıyla mümkün olabilir.

Dostlukla.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
hoş geldin Kara Kalem,
şunu belirtmek isterim ki, uygarlaşmayı kapitalist modernite ile sınırlamadım. tuğla ile bina inşasından, madenlerden yapılan ilkel aletlere kadar "üretim biçiminde" yaratılan her değişikliği uygarlaşma kapsamında değerlendirmek gerektiği kanısındayım.
 

İnci Birinci

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
24 Haz 2014
Mesajlar
636
Tepkime puanı
5
Puanları
18
Uygarlaşma adı verilen eylem, anlam içeriğine aykırı geliştiğinden bugünün insanı iyiden iyiye kendine yabancılaşmıştır.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Bati eliyle "uygarlasma" insanlasma ile ters orantilidir.

Cunku uygarlik sadece bilimsel ve teknik temelde gelisse de, insanoglunun yapilandirilmis zihniyeti; bunu insanlasma yerine, sadece guc otorite ve iktidar temelinde acimasiz bir sekilde biri birine hukmetme olarak kullanmistir.

Bugun insanlik, insanoglu bati tipi uygarlastikca geri gitmektedir.

Yani en uygar toplumlar insanliga en uzak toplumlardir.

Yine kendi yerine degerlerini oine cikaran toplumlar da insanliga uzaktir.

Insanoglunun tarihsel olarak bilinclenme sureci; Once degersel, sonar toplumsal,sonra sinifsal, sonra sosyal gelinen duzeyde en son da bireyseldir.

Yani insanoglu henuz tursel bilinc duzeyine erisememistir.

Insanoglunun yapilandirtdigi ve islerlige koydugu zihniyet temelinde de erisemeyecektir.

Insanoglunun herseyin temeli olarak marx'in "emek sermaye" celiskisinden sonra; kendine ilk donusu nihilism ile olmustur.

Yani insanoglu tarihinde ilk defa nihilism, herseyin ortaya koyucusu olanin insanoglu oldugunun farkina varmistir.

Yalniz bu farkina varies, ne yazikki turseldegil; bireyci ve akilci duzeyde olmustur.

Buna guc otorite ve iktidar da eklenince; insanoglu tarihinde goruulmemis sekilde dunya savaslarina ve acimasiz ideolojik izmlere sahne olmustur ve olmaktadir.

Iste nihilizmin getirdigi hayali overman, ben farkindaligina ve bencillige ve egoizme donusmustur.

Yani insanoglu ilk defa kendi bunytesinde amansiz bir savasa tutusmustur.

Emperyalizmin cografi olarak kendi sinirlarini asmasi ile de; o 19. yuzyilin sonuna kadar suren, adalet, insanlik, dostluk, ve insanlasma yonlenimi; birden bire guclu olanin herseyi kendine mubah ve mesru kilmasi ile, insanoglunu kana bulamistir.

Yani emperyalizm kendi gucu bunyesinde tum insansal degerleri (demokrasi, hak ve ozgurlukjler, insan haklari, adalet, hukuk, esitlik v.s.) kendi politik cikari temelinde arac olarak kullanmistir.

Bu acidan bir yerde zihinsel degisim ve devrim bilissel ve bilesim caginda ve de teknigin sayesinde dunyayi bir ekranda toplarken ve herkesin her turlu bilgiye ulasimini saglarken; digger yanda yonetim ve yonlendirim olarak insanoglunu robotlastirmakta ve cemaatlestirerek karanlik caga dogru geri goturmerktedir.

Insanoglu kendi cikari icin milyonlari katletmekten cekinmez hale gelmistir.

Dunya buyuk bir zihinsel ikilemin icindedir, cikarci insanoglu ve zihinsel insanlasan insanoglu.

Ya uygarlik insanoglunun kendi eliyle kendini mahvedisi olacak, ya da uygarlik zihinsel insanlasma ile insanoglunun kendi tturu bunyesindeki her turlu savasima son verecektir.

O yuzden insanoglunun zihinsel insanlasmasinin bilimsel ve bilisseltemeli, ancak insanlastirir.

Yoksa gucun ve otoritenin insanoglunu kendi Adina harcvamasi ve kullanmasi vardir.

Su anda olan da budur.

Bunun icin de insanoglu daimi degerler bazinda ayristirilmak ya da bananecilestirilmek olarak yetistirilmektedir.

Iste bir yerde "insanoglunun dogasi" kisvesi altinda verilmeye calisilan bu zihniyettir.

Ya insanlasacagiz, ya da birbirimizi yemek icin katletmek icin ustelik her turlu insansal degeri de somurerek ve arac olarak kullanarak en kucuk bahaneye aramizda savasmak icin bas vuracagiz.

Baska da bir yol yoktur.
 

Kara Kalem

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
1 Haz 2011
Mesajlar
90
Tepkime puanı
17
Puanları
8
Uygarlaşma-insanlaşma kavramlarının ve somuta indirgendiğinde maddi üretim ilişkilerinin; kapitalist üretim tarzında, işçi sınıfı ve emekçi haklar için ne kadar gerçeklik kazanacağı, içeriğinin doldurulabileceği oldukça sıkıntılı ve sorunlu kavramlardır. Üretim araçları olduğu gibi tüm üstyapı da (bilim, sanat, kültürel, dini faaliyetler) bir avuç sermaye baronun himayesindedir. Küreselleşme; maddi anlamda üretimin ve dolaşımının evrenselleşmesi olduğu kadar, yaratığı sistem içi ideolojiler halkları düzen içi politik taraflar olmaya itmeye yarayan bir ideolojidir.

Güç, otorite ve iktidar kavramlarının ezilen çoğunluk etkisini ve tarihsel dönemi incelemek istersek kafa-kol emeğin ayrışmasına, iş bölümü kavramının ve devletin ortaya çıkışından günümüze bir kronolojik analizi gerektirir. Kapitalizmi diğer üretim biçimlerinden ayıran en önemli yanı değişim değerinin üretimin tek amacı haline dönüşmesidir. Emperyalizmden önceki hakimiyet biçimiyle sömürgecilik anadolu coğrafyasında ve doğu toplumlarında tarihsel gücün bayraktarlığı halindediler. Çeşitli toplumsal formasyonlar altında (feodalizm veya asya tarzı üretim tarzı) doğu toplumlarının ezen sınıfları da halklara kan kusturdular. Sorunun kaynağı batı toplumlarıyla-doğu toplumları şeklinde ayırmaktan ziyade savaşların, yoksulluğun, gözyaşının, yabancılaşmanın ve insani tüm değerinin yıkımı sınıflı toplum ilişkileridir, adaletsiz paylaşımdır. Ayrıca emperyalizm biçim değiştirerek klasik-askeri müdahale tarzından; diplomasiyle, mali oligarşi IMF, dünya bankası ve diğer uluslarası finans kuruluşları kanalıyla geri bırakılan ülkelerin ekonomik ve siyasi geleceğini hegomanyası altına almaktadır. Bu tarihsel şafak emperyalizmin ‘batıdan’ ya da herhangi bir ileri ulus devletten ibaret olmadığını tamamen içsel bir olgu haline dönüşmesini sağladı. Sistemin bu taktiksel hamlesi, sosyo-ekonomik yapıyı ve bundan bağımsız olmayan mücadele pratiğimize ve teorimize yansıdı-yansıyacak.

Marx’ın devraldığı tarihsel-siyasal mirası ele aldığımızda, ütopizme varan bir sosyalizm anlayışı, gelecek üzerine kurulan iyimser tasvirler ve kitleyle bütünleşme derdi olmayan bir öncünün toplumu ‘kurtarma’ gibi blankizmin peşinde olmaları, Marxı ve ideolojisini üretim araçlarının analizine üst yapı kurumlarıyla olan karşılıklı etkileşimine ve belirleyiciliğin etkisinin son kertede üretici güçler ve ilişkilerinin olduğuna dair teorinin çubuğunu bu yana bükmüşlerdir. Lakin Engel’in de dediği gibi ütopik sosyalistleri eleştirirken üst yapı kurumlarının etkisini küçümsemek ve yok saymak gibi bir niyetlerinin/yöntemlerinin olmadığını ve genelde böyle bir yanılsamanın olduğunu söylemiştir. Maddi üretim ilişkileri denince sadece alt yapı ‘üretim araçları’ ya da emek-sermaye ilişkisinden ziyade alt ve üst yapının karşılıklı etkileşimi ve yaşama yansıması anlaşılmalıdır.

Tarihte kişilerin rolü inkar edilemez, lakin salt kişiler ve fikirleri üzerinden de bir tarih okuması yapılamaz. Tarihsel bir kişinin teorisi/pratiğinden bahsedilecekse o anki toplumsal koşulları irdelenmelidir. Bu bağlamda bilinç ya da akıl düzeyi ve onu kullanabilme yetimiz; o ana kadar ki entelektüel çabanın birikiminden ve bundan bağımsız olmayan maddi üretim ilişkilerinin gelişmişlik seviyesinde verilidir, tabii ki bireysel çabayı unutmadan.

Maddi yaşamdan ayrı düşünülmemesi gereken felsefenin ya da teorinin nitel bir sıçramayla; dünyayı algılama-anlama istencinin ancak değiştirme olgusuyla anlam kazanacağını, somut bir biçime dönüşebileceğini belirtmek gerekir.

Dostlukla.
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Uygarlaşma-insanlaşma kavramlarının ve somuta indirgendiğinde maddi üretim ilişkilerinin; kapitalist üretim tarzında, işçi sınıfı ve emekçi haklar için ne kadar gerçeklik kazanacağı, içeriğinin doldurulabileceği oldukça sıkıntılı ve sorunlu kavramlardır. Üretim araçları olduğu gibi tüm üstyapı da (bilim, sanat, kültürel, dini faaliyetler) bir avuç sermaye baronun himayesindedir. Küreselleşme; maddi anlamda üretimin ve dolaşımının evrenselleşmesi olduğu kadar, yaratığı sistem içi ideolojiler halkları düzen içi politik taraflar olmaya itmeye yarayan bir ideolojidir.

Güç, otorite ve iktidar kavramlarının ezilen çoğunluk etkisini ve tarihsel dönemi incelemek istersek kafa-kol emeğin ayrışmasına, iş bölümü kavramının ve devletin ortaya çıkışından günümüze bir kronolojik analizi gerektirir. Kapitalizmi diğer üretim biçimlerinden ayıran en önemli yanı değişim değerinin üretimin tek amacı haline dönüşmesidir. Emperyalizmden önceki hakimiyet biçimiyle sömürgecilik anadolu coğrafyasında ve doğu toplumlarında tarihsel gücün bayraktarlığı halindediler. Çeşitli toplumsal formasyonlar altında (feodalizm veya asya tarzı üretim tarzı) doğu toplumlarının ezen sınıfları da halklara kan kusturdular. Sorunun kaynağı batı toplumlarıyla-doğu toplumları şeklinde ayırmaktan ziyade savaşların, yoksulluğun, gözyaşının, yabancılaşmanın ve insani tüm değerinin yıkımı sınıflı toplum ilişkileridir, adaletsiz paylaşımdır. Ayrıca emperyalizm biçim değiştirerek klasik-askeri müdahale tarzından; diplomasiyle, mali oligarşi IMF, dünya bankası ve diğer uluslarası finans kuruluşları kanalıyla geri bırakılan ülkelerin ekonomik ve siyasi geleceğini hegomanyası altına almaktadır. Bu tarihsel şafak emperyalizmin ‘batıdan’ ya da herhangi bir ileri ulus devletten ibaret olmadığını tamamen içsel bir olgu haline dönüşmesini sağladı. Sistemin bu taktiksel hamlesi, sosyo-ekonomik yapıyı ve bundan bağımsız olmayan mücadele pratiğimize ve teorimize yansıdı-yansıyacak.

Marx’ın devraldığı tarihsel-siyasal mirası ele aldığımızda, ütopizme varan bir sosyalizm anlayışı, gelecek üzerine kurulan iyimser tasvirler ve kitleyle bütünleşme derdi olmayan bir öncünün toplumu ‘kurtarma’ gibi blankizmin peşinde olmaları, Marxı ve ideolojisini üretim araçlarının analizine üst yapı kurumlarıyla olan karşılıklı etkileşimine ve belirleyiciliğin etkisinin son kertede üretici güçler ve ilişkilerinin olduğuna dair teorinin çubuğunu bu yana bükmüşlerdir. Lakin Engel’in de dediği gibi ütopik sosyalistleri eleştirirken üst yapı kurumlarının etkisini küçümsemek ve yok saymak gibi bir niyetlerinin/yöntemlerinin olmadığını ve genelde böyle bir yanılsamanın olduğunu söylemiştir. Maddi üretim ilişkileri denince sadece alt yapı ‘üretim araçları’ ya da emek-sermaye ilişkisinden ziyade alt ve üst yapının karşılıklı etkileşimi ve yaşama yansıması anlaşılmalıdır.

Tarihte kişilerin rolü inkar edilemez, lakin salt kişiler ve fikirleri üzerinden de bir tarih okuması yapılamaz. Tarihsel bir kişinin teorisi/pratiğinden bahsedilecekse o anki toplumsal koşulları irdelenmelidir. Bu bağlamda bilinç ya da akıl düzeyi ve onu kullanabilme yetimiz; o ana kadar ki entelektüel çabanın birikiminden ve bundan bağımsız olmayan maddi üretim ilişkilerinin gelişmişlik seviyesinde verilidir, tabii ki bireysel çabayı unutmadan.

Maddi yaşamdan ayrı düşünülmemesi gereken felsefenin ya da teorinin nitel bir sıçramayla; dünyayı algılama-anlama istencinin ancak değiştirme olgusuyla anlam kazanacağını, somut bir biçime dönüşebileceğini belirtmek gerekir.

Dostlukla.

http://www.felsefe.net/felsefenet-felsefe-kulubu/74529-cagdas-ve-sosyal-sosyalizm.html
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst