Psikopat Gen

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Bilimsel Araştırmalar kategorisinde Objectivity tarafından oluşturulan Psikopat Gen başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,114 kez görüntülenmiş, 29 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Bilimsel Araştırmalar
Konu Başlığı Psikopat Gen
Konbuyu başlatan Objectivity
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Objectivity

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Yüzlerce seri katilin beyin röntgenlerini inceleyen ünlü nörolog James Fallon ‘psikopat geni’ keşfetti. MAOA adı verilen genin, protein üretimini kontrol altına alarak davranışlara yön verdiği belirlendi.

Hayatını yüzlerce katil ve seri katilin beyinlerini taramaya adayan ve ‘psikopat beyni’ diye bir şeyin olup olmadığını araştıran ünlü nörolog James Fallon, sonunda insanda ‘psikopat geni’ olduğunu ortaya çıkardı. Psikopatların ve katillerin davranışlarını belirleyen tek bir etkenin olmadığını belirten Fallon, incelediği beyin röntgenlerinde ve DNA’larda MAOA adlı bir psikopat geni keşfetti. Bu genin şiddeti ve saldırganlığı tetiklediği belirlendi. Savaşcı olarak da bilinen genin protein üretimi kontrol ettiği öğrenildi. Kontrol altına alınan proteinin beyne gereken sinyali vermemesi üzerine kalp taşı, kan basıncı ve mutluluk hormununda düzensizliklerin yaşanmasına neden olduğu açıklandı.

Beyni doğrudan etkiliyor

Az protein üretimine neden olan genin, beyin kimyasını bozduğunu ve bunun sonucunda insanı şiddet içerikli davranışlara yönelttiği belirlendi. James “Psikopat gene sahip kişilerde genelikle düzensiz uykuya ve şiddete meyilli oldukları görülür” dedi. Acımasız insanlarının beyinlerini yıllarca inceleyen nörolog Fallon, kendi beynini de 2005’te inceliyor ve kendinde de bir ‘psikopat gen’ buluyor. "İçimdeki Psikopat: Beynin Karanlık Tarafına Yolculuk" adlı bir kitap çıkartan Fallon, insanın içindeki farklı ‘ben’e yolculuk yaparak psikopatlığı gösteriyor.

- Alıntı -

Geçenlerde bir seri katil hakkında belgesel tarzında bir film izledim. Uzun yıllardır yakalanamayan ve yaptığı tüm kötülüklerin bedelini ödemeden yaşamına devam eden bu katil, tahmin ettiğimizden çok daha fazla zeki çünkü hem o kadar cinayet işliyor, hem de iz bırakmıyor.

Katillerin beyninin normal insanlardan çok farklı işlediği bilinir fakat genlere bağlı olarak katil doğmak da, yaşam planının bu dünyaya gelmeden önce oluşturulduğu konusunda iddialarımı doğruluyor, ya görevli ya da yaşam planı geçmiş deneyimlerine göre bu şekilde işleyecek olmalı.

Seri katillerin normal bir insana dönüştürülmesi için hapishanelerde değil, tedavi merkezlerinde tutulması gerekiyor. Beynin işleyişini etkileyen bu gen ile mücadele nasıl olur, bilemiyorum fakat tüm insanlara mutlaka bir "Gen Taraması-Genetik Taraması" yapılması mı gerekiyor acaba, diye düşünmeye başladım ve böylece olası cinayetler, belki de daha başlamadan önlenebilir. Bu başarının elde edilmesi özgür iradenin, o kişiler için devreye girebileceği anlamına gelir. Katil doğmak ama katil olmadan yaşamak. Özgür irade; hayatımızdaki olası seçimleri kapsıyor yani tamamen özgür değil gibi görünsek de, olaylar karşısında seçimlerimizi değiştirme şansımız var. Genlerine bağlı olarak katil doğan birisinin, uygulanacak tedavi sonrası öldürmemesi yani öldürmeyi seçmemesi, işte özgür iradenin varlığını gösterir. Hayat planımız ne olursa olsun, koşullara bağlı seçim hakkımız vardır. Kukla gibi gelmiş, baştan rolümüz yazılmış ve oynayıp, gidiyoruz mantığı yanlıştır.

Filmi merak edenler için;
Poughkeepsie Kasetleri - The Poughkeepsie Tapes 2007

2001 yılında New York Poughkeepsie'de yanmış cesetler bulunur ve tüm bu cesetlerin bir malikanede öldürüldüğü ortaya çıkar, evin içinde arama yapıldığında ise daha 800 adet daha cinayet kaseti bulunur. Yıllar süren araştırmalara rağmen ise katil bulunamamıştır.
 
Son düzenleme:

gerçeği arıyan adam

Üye
Yeni Üye
Katılım
26 Ocak 2018
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
haaahh şöyle alıntı yapta anlıyalım. zaten senin yazılarını okuyorumda. % 65 şi alıntı .. alıntı yapmıyarak kendin yazmış gibi gösterdiğin yazdığın yazıları analız ettım.
en azından alıntı olarak belirt. bu örneklemede olduğu gibi. zaten seni çok iyi tanıdım. çok iyi birisin ama kafan sadece ayetlere çalışıyor.buda gayet dogaldır. çünkü seni araştırdım. imam hatip lisesi mezunu olduğunu ögrendım. üniversiteyi okudun yeri bilmiyorum. ama oldukça düşük bir seviyeyele bitirdiğin anlaşılıyor. ama bu önemli değil. iyi birisin asıl önemli olan bu. seni eleştirmek için yazmadım. yanlış anlama ama imama hatip mezunusun ama ayetleri senden daha iyi biliyorum kabul et artık.. ayetler ve islam dışında yazdıklarının % 90 sının alıntı olduğunu düşünüyorum. hatta çok fazla belli oluyor alıntı olduğu senın yazılarınla alıntıyı karşılaştırdım. ve analiz ettım. sonuc. bazı yazılarında alıntı var ama yazmıyorsun. :)
çok ilginç müslümansın ama biyolojıden alıntı yapıyorsun genelde biyolojı ateistlerin en büyük silahıdır islama karşı..
 
Son düzenleme:

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
haaahh şöyle alıntı yapta anlıyalım. zaten senin yazılarını okuyorumda. % 65 şi alıntı .. alıntı yapmıyarak kendin yazmış gibi gösterdiğin yazdığın yazıları analız ettım.
en azından alıntı olarak belirt. bu örneklemede olduğu gibi. zaten seni çok iyi tanıdım. çok iyi birisin ama kafan sadece ayetlere çalışıyor.buda gayet dogaldır. çünkü seni araştırdım. imam hatip lisesi mezunu olduğunu ögrendım. üniversiteyi okudun yeri bilmiyorum. ama oldukça düşük bir seviyeyele bitirdiğin anlaşılıyor. ama bu önemli değil. iyi birisin asıl önemli olan bu. seni eleştirmek için yazmadım. yanlış anlama ama imama hatip mezunusun ama ayetleri senden daha iyi biliyorum kabul et artık.. ayetler ve islam dışında yazdıklarının % 90 sının alıntı olduğunu düşünüyorum. hatta çok fazla belli oluyor alıntı olduğu senın yazılarınla alıntıyı karşılaştırdım. ve analiz ettım. sonuc. bazı yazılarında alıntı var ama yazmıyorsun. :)
çok ilginç müslümansın ama biyolojıden alıntı yapıyorsun genelde biyolojı ateistlerin en büyük silahıdır islama karşı..

İmam hatip lisesi mi? Yine hayal mi görmeye başladın? Beni kimden ve nasıl araştıracaksın ki, hiç kimse beni tanımaz ve hakkımda da bilgi aktaramaz. Alıntı yaptığımda yazıyorum zaten ve ne analizi yapacaksın sen, otur da kendini analiz et.

Dinlerin batıni kısmı ile ilgileniyorum yani hakiki manası ile, senin gibi ayet cımbızlayan birisi anlayamaz.

Biyoloji ya da bilim konularına karşı bir tavrım yok çünkü aklın yolu birdir, bilim ile dini karşılaştırmak bile anlamsızdır çünkü ikisi çok farklı noktadalar. Mesele inançlı olmak ya da olmamak değil, hakikati aramak fakat sen, sabit fikirli olduğun için hep yerinde sayıp duracaksın. Şu diline doladığın Aristo'nun mantığını doğru öğrensen, o bile yetecek ama bunun için önce akıl gerekiyor, o da maalesef sonradan edinilemiyor.
 

gerçeği arıyan adam

Üye
Yeni Üye
Katılım
26 Ocak 2018
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Biyoloji ya da bilim konularına karşı bir tavrım yok çünkü aklın yolu birdir, bilim ile dini karşılaştırmak bile anlamsızdır çünkü ikisi çok farklı noktadalar. Mesele inançlı olmak ya da olmamak değil, hakikati aramak fakat sen, sabit fikirli olduğun için hep yerinde sayıp duracaksın. Şu diline doladığın Aristo'nun mantığını doğru öğrensen, o bile yetecek ama bunun için önce akıl gerekiyor, o da maalesef sonradan edinilemiyor.[/QUOTE]

aç google yaz aristonun mantıgı de arastır bu çıkar. :)
aristonun mantığını 15 yasındaki ateistler bile.. ögrenmış ama sen hala anlıyamamışsın. bravo. :) :D yoksa ben ezbere biliyorum. hatta bu ezbere arge yapma kapasitesıne sahibim. analız yapmakta ustayımdır.. senın gibi alıntı hastalıgı yok bende..
ben sadece senın zeka seviyene göre basite indirgedim o kadar. :)
kuşlar uçar tavuk kustur. o halde tavuklar uçarmış :D :D
aristonun mantıgına göre dünyada herşey sabitttir tıpkı senın gibi hiç bir sey değişmezmış :D evren sabitttir. bütün canlıllar şimdi oldukları giib yaratılmışlar hiç değişmemışler. der arıstocuk :D en uçtakı tanrı bile sabıtttır. değişmez. ölümde sabittir. ölümde değişmez.
tırtık tırtıldır kelebekte kelebek :D :D

biyolojıye karşısın demedım zaten. biyolojı sana karşı çünkü ateistler bu argümanı çoktan sahiplendiler. :D sen müslümansın. bir ateistle biyolojı kavramını tartışamazsın. yerle bir olursun. ateist seni biyolojı niyetine su gibi içer.. :D
 
Son düzenleme:

ihaveanidea

Filozof
Yeni Üye
Katılım
25 Ocak 2017
Mesajlar
848
Tepkime puanı
8
Puanları
18
Tebrik ederim bilgilendirici bir yazı olmuş.


Fakat görüşünüze şu yönden ekleme yapmak isterim:


Yazınızda katilliğin sadece bir gen tarafından kontrol edildiğini belirtmişsiniz.Mantıklıdır,zira yazınız da bunun üzerine.


Ancak gerçekten bu durum var olsa bile insan davranışlarını mekanikleştirip determinist bir tavırla beyin ve vücutta gerçekleşen birtakım olaylara bağlamak yanlış değildir fakat yetersizdir.


Olsa olsa bebeklik ya da çocukluk çağında gerçekleşen bazı travmatik olaylar nevrotik süreçte zihin evriminin gelişimini olumsuz etkileyip,sürecin olağan seyirinden farklı olarak gelişim göstermesi ve bunun sonucunda kansere benzer "psikopatlaşmış bilinç" gözlenebilir.


Yani davranışsal anlamda kendine yer bulan katillik,genden ziyade bir aksaklık ve aksaklığın da ileride etkileşimde bulunulan kişilerle ciddi temas sonucu empoze edilmesiyle gözlemlenebilir en fazla.


Yine de en doğru ve mantıksal yaklaşımı bilim adamları eleştirilerimize sunacaklardır.
 

gerçeği arıyan adam

Üye
Yeni Üye
Katılım
26 Ocak 2018
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
psikopatlaşmış gen biyolojının olmazsa olmazıdır. ama bana göre tanrısal bir kavramdır. :) ben farklı bir örnekle süslendiricem.
biyolojıde down sendromu hastalıgı aslında 46 kromozom yerine 47 kromozom oluşmasından kaynaklanır. işin ilginç yanı anne ve baba saglıklı ama cocukları 47 kromozom yanı down sendromu olur.
peki? bu nasıl olur. dow naslında genetık bir farklılıktır. biz buna tıbben bir hastalık diyememeyız. adı bellıdır genetık bozukluk zeka geriliği peki? bu nasıl? olur. anne ve baba eşleşmesınde Bu durumun sebebi, döllenme öncesinde veya sırasındaki hücre bölünmesinde ortaya çıkan sperm veya yumurta hücresinde ekstra bir kopya kromozomdur. yani biz buna tıpta hayali kromozm yanı kopya kromzom. derız.
şimdi bu örnegi niye? verdım. zekı kız verdıgın psıkopat genı ile down senromu arasındaki tek fark biri 46 kromozomlu zekı insan digerıde 47 kromozomlu geri zekalı insan.
şimdi proteinsel bazda bunu tetıklyende tanrı hayalı hücreleri tetikleyende yine aynı tanrı. şimdi sana soruyorum. tanrının verdıgı kötülük genını bir insana yüklemek doğrumudur? o insanı yargılamak aynı zamanda tanrıyı!! yargılamak değilmidir???
 
Son düzenleme:

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Tebrik ederim bilgilendirici bir yazı olmuş.
Fakat görüşünüze şu yönden ekleme yapmak isterim:
Yazınızda katilliğin sadece bir gen tarafından kontrol edildiğini belirtmişsiniz.Mantıklıdır,zira yazınız da bunun üzerine.

Ancak gerçekten bu durum var olsa bile insan davranışlarını mekanikleştirip determinist bir tavırla beyin ve vücutta gerçekleşen birtakım olaylara bağlamak yanlış değildir fakat yetersizdir.

Olsa olsa bebeklik ya da çocukluk çağında gerçekleşen bazı travmatik olaylar nevrotik süreçte zihin evriminin gelişimini olumsuz etkileyip,sürecin olağan seyirinden farklı olarak gelişim göstermesi ve bunun sonucunda kansere benzer "psikopatlaşmış bilinç" gözlenebilir.

Yani davranışsal anlamda kendine yer bulan katillik,genden ziyade bir aksaklık ve aksaklığın da ileride etkileşimde bulunulan kişilerle ciddi temas sonucu empoze edilmesiyle gözlemlenebilir en fazla.

Yine de en doğru ve mantıksal yaklaşımı bilim adamları eleştirilerimize sunacaklardır.

Sadece genler etkili demek yeterli olmaz, nitekim araştırmayı yapan doktorda da aynı gen çıkmış fakat bu genin zamanla aktif hale gelmesini tetikleyen başka unsurlar var, yaşam koşulları ya da hormonlar gibi.
Katillerin geçmişi hep sorunludur, iyi bir aile ortamında yetişip de katil olan birisine çok nadir rastlanır fakat asıl mesele bu genin hangi koşullarda ve ne zaman aktif olacağının tam olarak kestirilemiyor olmasıdır.
Bazı insanlar çok uzun süre sakin bir hayat yaşar sonra birden büyük bir katliam ile haber olur, çevresi onun böyle bir şey yaptığına inanamaz, işte sebep bu gen olabilir. Tüm bunlar birer tahmin tabii ki bilimsel çevrelerin yapacağı araştırmalar ile netlik kazanacaktır.

psikopatlaşmış gen biyolojının olmazsa olmazıdır. ama bana göre tanrısal bir kavramdır. :) ben farklı bir örnekle süslendiricem.
biyolojıde down sendromu hastalıgı aslında 46 kromozom yerine 47 kromozom oluşmasından kaynaklanır. işin ilginç yanı anne ve baba saglıklı ama cocukları 47 kromozom yanı down sendromu olur.
peki? bu nasıl olur. dow naslında genetık bir farklılıktır. biz buna tıbben bir hastalık diyememeyız. adı bellıdır genetık bozukluk zeka geriliği peki? bu nasıl? olur. anne ve baba eşleşmesınde Bu durumun sebebi, döllenme öncesinde veya sırasındaki hücre bölünmesinde ortaya çıkan sperm veya yumurta hücresinde ekstra bir kopya kromozomdur. yani biz buna tıpta hayali kromozm yanı kopya kromzom. derız.
şimdi bu örnegi niye? verdım. zekı kız verdıgın psıkopat genı ile down senromu arasındaki tek fark biri 46 kromozomlu zekı insan digerıde 47 kromozomlu geri zekalı insan.
şimdi proteinsel bazda bunu tetıklyende tanrı hayalı hücreleri tetikleyende yine aynı tanrı. şimdi sana soruyorum. tanrının verdıgı kötülük genını bir insana yüklemek doğrumudur? o insanı yargılamak aynı zamanda tanrıyı!! yargılamak değilmidir???

Ne kadar anlatsak boş. Tanrı kötülük genini veriyor ama niye? Kişinin tekamül yolunda bu gene sahip olarak doğması gerekiyor, neden peki? Önceki yaşam planı ile alakalı olduğu gibi görevli de olabilir.
Senin bugün bu halde olmanın sebebi, Tanrı'nın suçu değil, bizzat kendi suçun, geçmiş yaşamından hangi yükleri getirdin Allah bilir, bu gidişle bu yaşamında da yüklenecek ve sonraki yaşamına aktaracaksın.

Hayat bu şekilde işliyor, akıntıya karşı kürek çekmek yerine yaşamını daha anlamlı kılmak için bir şeyler yapmaya çalış.
 

M3CSL

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
30 Ağu 2016
Mesajlar
258
Tepkime puanı
30
Puanları
28
Güzel yazı
Küçük kötülükler büyük kötülükleri önlemek içindir, resmin tamamına odaklanmak gerekir, şehit neden verilir, vücütta neden mkroplar vardır, aşı neden yapılır araştırmak lazım.Hayatın olumsuzluğunu görmeden olumlu yanlarını anlayamayız
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Görücüye gittiği evde katliam yaptı: 3 ölü, 4 yaralı
Balıkesir'in Havran ilçesinde 26 yaşındaki Ali Saral, ailesiyle birlikte kız istemeye gittikleri evi çıkan tartışmanın ardından av tüfeğiyle bastı. Saral'ın silahından çıkan saçmalarla 3 kişi öldü, 4 kişi de yaralandı. Zanlı Saral, olay yerinden ayrılmadan önce gerçekleştirdiği katliamı cep telefonu ile kaydederek sosyal medyada paylaştı.

Zanlı Ali Saral, gerçekleştirdiği saldırıdan sonra kan gölüne çevirdiği evden sosyal medyadan canlı yayın yaptı. Dehşet görüntüleri Facebook'tan canlı yayınlayarak anlatan Ali Saral, "Bu saatten sonra Hüseyin Beşeler Köyü'ndeyim son hali" dedi. Saral, son olarak "Oldu bitti kül oldu" yazılı ifadelerini paylaştı.



Haberde bahsi geçen kişi, 26 yaşına kadar normal bir yaşam sürüp, kız istemeye gittikleri evde katliam yapacak kadar ne yaşamış olabilir? Sosyal medyada canlı yayın yapması da, öfke patlaması ile oluşmuş bir katliam olmadığını göstermektedir.

Sosyal medyada katillere duyulan hayranlık da hiç anlaşılır bir durum değil ve kişilik bozukluğudur yani katil ile aynı kafaya sahip gizli katiller var ve her an ortaya çıkabilirler.

Bahsi geçen "gen" bu şahısta var mı yok mu, bakmaları gerekiyor çünkü çok dikkat çekici bir örnek.

 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
PSİKOPAT BİR SİNİRBİLİMCİYLE BEYNİN KARANLIK TARAFINA YOLCULUK

James “Jim” Fallon, 1947 doğumlu Amerikalı sinirbilimcidir. California Üniversitesi, Irvine Tıp Fakültesi’nde psikiyatri ve insan davranışları profesörüdür. Araştırma alanları arasında yetişkin kök hücreleri, kimyasal nöroanatomi, yüksek beyin fonksiyonları ve beyin görüntüleme yer alır. Fallon, şizofreni, Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı dâhil olmak üzere sinirbilimin çeşitli alanlarında önemli katkılarda bulunmuştur. Fakat onu diğer sinirbilimcilerden ayıran asıl olay, 2006 yılında beyninin karanlık bir tarafının olduğunu fark etmesi ile olmuştur. Dr. Fallon, 2006 yılında kendi beyninin bir taramasıyla karşılaştığında, psikopat katillerin beyin taramalarını inceliyordu. Beyninin duygusal bölgesinde gördüğü yapısal farklılık azımsanabilecek gibi değildi. Kendi beyin görüntüsü ile psikopat katillerin beyin görüntüleri birebir uyuşuyordu. Beyin görüntülerine eşlik eden genetik testler ve psikiyatrik testler sonucunda ailesinin ve arkadaşlarının yıllardır ısrar ettiği bir şeyi kabul etti: Fallon bir psikopattı.

Psikopati nedir?

Psikopati; kişinin başkalarına ve toplumsal kurallara saygı duyamadığı bir kişilik bozukluğu olarak tanımlanır. Psikopatinin en önemli özelliklerinden biri pozitif ve negatif duyguların yoksunluğudur. Kişi, karşısındaki ile empati kuramaz. Diğer özellikleri ise; benmerkezcilik, aldatıcılık, dürtüsellik, duyarsızlık, sorumsuzluk, sığ duygular, yetersiz davranış kontrolü ve anti-sosyal davranışlardır. Psikopatlar genellikle çekici kişiliğe sahiptirler ve bu çekiciliklerini başkalarını manipüle etmek için kullanırlar. Beyinlerinde endişe ile ilgili bölge tam gelişmediği için, hatalarından ders alamazlar, bu da onların sorumsuzca ve acımasızca davranmasına yol açar.

Türkçeye “İçimdeki Psikopat” adıyla çevrilen bir kitabı bulunan Dr. Fallon ile Bilim ve Ütopya okuyucuları için, Suç Bilimleri sayısına özel olarak, insan beyninin karanlık dehlizlerine doğru bir yolculuk yaptık. Keyifli okumalar.

Bilim ve Ütopya: Merhaba, bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?

James Fallon: Hakkımda neler yazıldığını bilmiyorum ama aslına bakarsan sıradan bir insanım, sıradan bir çocukluk ve gençlik geçirdim. Barmen ve işçi olarak çalıştım. Lisede ve üniversitede sporla yoğun olarak ilgilendim. Futbol, güreş, kayak gibi pek çok spor yaptım. İlk defa kız arkadaşım olduğunda 12 yaşındaydım, aynı kızla 12 sene flört ettim. Hâlâ o 12 yaşındaki kızla sevgiliyim; evlendik, şimdi çocuklarımız ve torunlarımız var. Yani gördüğün üzere sıradan bir hayatım var. Çocukluğumdan bu yana hep bilim adamı olmak istedim, şimdi California Üniversitesi’nde profesörüm. Hayatım boyunca ne olmak istediğime veya kiminle evlenmek istediğime dair özel bir çaba harcamadım. Hepsi kendiliğinden, doğal olarak gelişti. Rahat bir çocukluk geçirdim diyebilirim, özel bir şey yoktu.

BÜ: Sizinle ilgili çok özel bir durum var aslında; hakkında kitap da yazdığınız psikopat beyniniz. Tam olarak ne zaman keşfettiniz bu durumu?

JF: İlginç bir durum değil mi? Anatomik ve genetik olarak ilk keşfetmem 2006 yılında oldu, üzerinde pek durduğum bir konu değildi aslında. Sonuçta ne bir suç kaydım vardı, ne de kötü bir insandım. Fakat benim için asıl şaşırtıcı olan karımın bu duruma şaşırmaması oldu. Beni hep “iyi huylu bir psikopat” diye değerlendirirdi. Karım beni “kontrol altına alınmış kötü bir adam” olarak nitelendirirken, annem ise “kontrolden çıkmış iyi bir adam” olarak niteliyordu. Her ikisinin ortak anlaştığı nokta ise psikopat özellikleri gösterdiğimdi. Evet, bu özellikleri gösteriyorum ama klinik bir psikopati vakası değilim, bu da beni sınırda psikopat yapıyor.

BÜ: Bu ikisi arasındaki farkı biraz anlatabilir misiniz?

JF: Hare listesine göre iki psikopatlığı tanımlamak için iki faktör vardır. Birinci faktör grubu daha çok narsistik kişilik bozukluğu ile ilgilidir. İkinci faktör (PCL-R 2a ve 2b) grubu ise güçlü anti sosyal kişilik bozukluğu, öfke, şiddet ve suç ile ilgilidir. Bu gruptakiler klinik psikopati vakalarını oluştururlar, ben bu gruba girmiyorum. Bu bağlamda benim için olumlu (prososyal) psikopat terimi kullanılabilir.


Prof. Dr. James FALLON
California Üniversitesi Irvine Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü

Söyleşi: Sinem SERAP
Yeditepe Üniversitesi Doktora Öğrencisi

 

ÜstünKişi

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
21 Ocak 2018
Mesajlar
744
Tepkime puanı
114
Puanları
43
PSİKOPAT BİR SİNİRBİLİMCİYLE BEYNİN KARANLIK TARAFINA YOLCULUK

James “Jim” Fallon, 1947 doğumlu Amerikalı sinirbilimcidir. California Üniversitesi, Irvine Tıp Fakültesi’nde psikiyatri ve insan davranışları profesörüdür. Araştırma alanları arasında yetişkin kök hücreleri, kimyasal nöroanatomi, yüksek beyin fonksiyonları ve beyin görüntüleme yer alır. Fallon, şizofreni, Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı dâhil olmak üzere sinirbilimin çeşitli alanlarında önemli katkılarda bulunmuştur. Fakat onu diğer sinirbilimcilerden ayıran asıl olay, 2006 yılında beyninin karanlık bir tarafının olduğunu fark etmesi ile olmuştur. Dr. Fallon, 2006 yılında kendi beyninin bir taramasıyla karşılaştığında, psikopat katillerin beyin taramalarını inceliyordu. Beyninin duygusal bölgesinde gördüğü yapısal farklılık azımsanabilecek gibi değildi. Kendi beyin görüntüsü ile psikopat katillerin beyin görüntüleri birebir uyuşuyordu. Beyin görüntülerine eşlik eden genetik testler ve psikiyatrik testler sonucunda ailesinin ve arkadaşlarının yıllardır ısrar ettiği bir şeyi kabul etti: Fallon bir psikopattı.

Psikopati nedir?

Psikopati; kişinin başkalarına ve toplumsal kurallara saygı duyamadığı bir kişilik bozukluğu olarak tanımlanır. Psikopatinin en önemli özelliklerinden biri pozitif ve negatif duyguların yoksunluğudur. Kişi, karşısındaki ile empati kuramaz. Diğer özellikleri ise; benmerkezcilik, aldatıcılık, dürtüsellik, duyarsızlık, sorumsuzluk, sığ duygular, yetersiz davranış kontrolü ve anti-sosyal davranışlardır. Psikopatlar genellikle çekici kişiliğe sahiptirler ve bu çekiciliklerini başkalarını manipüle etmek için kullanırlar. Beyinlerinde endişe ile ilgili bölge tam gelişmediği için, hatalarından ders alamazlar, bu da onların sorumsuzca ve acımasızca davranmasına yol açar.

Türkçeye “İçimdeki Psikopat” adıyla çevrilen bir kitabı bulunan Dr. Fallon ile Bilim ve Ütopya okuyucuları için, Suç Bilimleri sayısına özel olarak, insan beyninin karanlık dehlizlerine doğru bir yolculuk yaptık. Keyifli okumalar.

Bilim ve Ütopya: Merhaba, bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?

James Fallon: Hakkımda neler yazıldığını bilmiyorum ama aslına bakarsan sıradan bir insanım, sıradan bir çocukluk ve gençlik geçirdim. Barmen ve işçi olarak çalıştım. Lisede ve üniversitede sporla yoğun olarak ilgilendim. Futbol, güreş, kayak gibi pek çok spor yaptım. İlk defa kız arkadaşım olduğunda 12 yaşındaydım, aynı kızla 12 sene flört ettim. Hâlâ o 12 yaşındaki kızla sevgiliyim; evlendik, şimdi çocuklarımız ve torunlarımız var. Yani gördüğün üzere sıradan bir hayatım var. Çocukluğumdan bu yana hep bilim adamı olmak istedim, şimdi California Üniversitesi’nde profesörüm. Hayatım boyunca ne olmak istediğime veya kiminle evlenmek istediğime dair özel bir çaba harcamadım. Hepsi kendiliğinden, doğal olarak gelişti. Rahat bir çocukluk geçirdim diyebilirim, özel bir şey yoktu.

BÜ: Sizinle ilgili çok özel bir durum var aslında; hakkında kitap da yazdığınız psikopat beyniniz. Tam olarak ne zaman keşfettiniz bu durumu?

JF: İlginç bir durum değil mi? Anatomik ve genetik olarak ilk keşfetmem 2006 yılında oldu, üzerinde pek durduğum bir konu değildi aslında. Sonuçta ne bir suç kaydım vardı, ne de kötü bir insandım. Fakat benim için asıl şaşırtıcı olan karımın bu duruma şaşırmaması oldu. Beni hep “iyi huylu bir psikopat” diye değerlendirirdi. Karım beni “kontrol altına alınmış kötü bir adam” olarak nitelendirirken, annem ise “kontrolden çıkmış iyi bir adam” olarak niteliyordu. Her ikisinin ortak anlaştığı nokta ise psikopat özellikleri gösterdiğimdi. Evet, bu özellikleri gösteriyorum ama klinik bir psikopati vakası değilim, bu da beni sınırda psikopat yapıyor.

BÜ: Bu ikisi arasındaki farkı biraz anlatabilir misiniz?

JF: Hare listesine göre iki psikopatlığı tanımlamak için iki faktör vardır. Birinci faktör grubu daha çok narsistik kişilik bozukluğu ile ilgilidir. İkinci faktör (PCL-R 2a ve 2b) grubu ise güçlü anti sosyal kişilik bozukluğu, öfke, şiddet ve suç ile ilgilidir. Bu gruptakiler klinik psikopati vakalarını oluştururlar, ben bu gruba girmiyorum. Bu bağlamda benim için olumlu (prososyal) psikopat terimi kullanılabilir.


Prof. Dr. James FALLON
California Üniversitesi Irvine Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü

Söyleşi: Sinem SERAP
Yeditepe Üniversitesi Doktora Öğrencisi


Günlük hayatta insanlarla haşır neşir olmayı pek sevmem ama istediğim zaman kolayca iletişim kurabilirim.

Görüntü veya zekamla dikkat çeken bir insan değilim.

Çok zor sinirlenir ve üzülürüm, çok kolay mutlu olurum. Hafiften korkak, daha çok temkinli ve risk almayı sevmeyen bir yapım var.

İnsanlara ve insanların yaşamlarında bir hümanist kadar değer vermiyorum. Işidin yayınladığı insan öldürme vb. videoları izlediğimde iğrenmiyorum, sinirlenmiyorum veya korkmuyorum herhangi bir şey izliyormuşum gibi geliyor.

Etrafımdaki kimse (bilinçli olarak takılmadığım, küçük rahatsız edici şakalar yapmadığım sürece) benden rahatsız olmuyor, en azından ben öyle düşünüyorum.

Sokak hayvanlarına ve diğer hayvanlara hiç değer vermiyorum hatta sokak hayvanlarının birçoğunun yok edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Benim yaşam sürem içerisinde beni etkilemeyceği şekilde doğaya saygı duymuyorum.

Narsist değilim ama bencilim.

Empati yapabildiğimi düşünüyorum, empati yeteneğimi geliştirip insanların yazdıklarından, söylediklerinden, hareketlerinden onların düşünüş biçimlerini öğrenip düşüncelerini az da olsa tahmin edebilmeyi istiyorum. (Yaşlarınız kaç adlı başlığımda bu konuya değinmiştim.)

**Ben psikopat mıyım?**

Bu yazıyı yazma sebebim beni biraz daha iyi :) tanımanız ve benimle bu bilgileri göz önünde bulundurarak konuşmanızı sağlamak. Dilediğinizce cevap vermenizi rica ediyorum.
 
Son düzenleme:

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Günlük hayatta insanlarla haşır neşir olmayı pek sevmem ama istediğim zaman kolayca iletişim kurabilirim.

Görüntü veya zekamla dikkat çeken bir insan değilim.

Çok zor sinirlenir ve üzülürüm, çok kolay mutlu olurum. Hafiften korkak, daha çok temkinli ve risk almayı sevmeyen bir yapım var.

İnsanlara ve insanların yaşamlarında bir hümanist kadar değer vermiyorum. Işidin yayınladığı insan öldürme vb. videoları izlediğimde iğrenmiyorum, sinirlenmiyorum veya korkmuyorum herhangi bir şey izliyormuşum gibi geliyor.

Etrafımdaki kimse (bilinçli olarak takılmadığım, küçük rahatsız edici şakalar yapmadığım sürece) benden rahatsız olmuyor, en azından ben öyle düşünüyorum.

Sokak hayvanlarına ve diğer hayvanlara hiç değer vermiyorum hatta sokak hayvanlarının birçoğunun yok edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Benim yaşam sürem içerisinde beni etkilemeyceği şekilde doğaya saygı duymuyorum.

Narsist değilim ama bencilim.

Empati yapabildiğimi düşünüyorum, empati yeteneğimi geliştirip insanların yazdıklarından, söylediklerinden, hareketlerinden onların düşünüş biçimlerini öğrenip düşüncelerini az da olsa tahmin edebilmeyi istiyorum. (Yaşlarınız kaç adlı başlığımda bu konuya değinmiştim.)

**Ben psikopat mıyım?**

Bu yazıyı yazma sebebim beni biraz daha iyi :) tanımanız ve benimle bu bilgileri göz önünde bulundurarak konuşmanızı sağlamak. Dilediğinizce cevap vermenizi rica ediyorum.

Senin psikopat olup olmadığına ancak beyin taraması yapmak sureti ile bir uzman karar verebilir, başkalarının yapacağı analizler sağlıklı olmaz. Herkes psikopat geni taşıyor veya beyninde yatkınlıkla yaşıyor olabilir fakat ortaya çıkmadığı sürece ve gerçekte bu davranışları neyin tetiklediğini bilmeden konuşmak doğru olmaz.

Senin normal olmadığın kesin fakat yaşın itibari ile dikkat çekmek için bazen saçmalayan gençlerden birisi gibi görüyorsun ve bu durumunu anlayışla karşılıyorum. Bazılarınız abuk subuk fikirlerle ortaya çıkmayı marjinallik kabul ettiğiniz için, bazı şeyleri biraz daha olgunlaşmadan anlamanız mümkün değil.

Sokak hayvanlarına ya da doğaya saygısı-sevgisi olmayanları kendi adıma yarım insan gibi değerlendiriyorum. Ne acıdır ki bazı insanlar bu hayatta gerçek bir insan gibi yaşama şansına sahip olamıyorlar, tabii bu konuda kendini geliştirebilirsin, her zaman bir şansın var.

Şiddetin normalleştirildiği bu çağda o tip görüntüleri izleyip etkilenmeyen çok sayıda insan var çünkü beyin gördükçe alışmaya başlıyor. Bu sitede defalarca yazdığım gibi şiddet-korku filmleri, kitapları, bilgisayar oyunları ve benzeri tüm materyaller çocuk-gençlerin sağlıksız düşüncelerle yetişmelerine sebep oluyor. Etkisi her insanda aynı olmasa da kötü yönde etkilenenler çok fazla.

Garantici hayat yaşayan insan çok şey kaçırır ama bu demek değildir ki çılgınca riskler alıp hayatını kabusa çevir, sadece dengeli yaşamayı-koşullara uyum sağlamayı öğrenmek gerekiyor.
 

ÜstünKişi

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
21 Ocak 2018
Mesajlar
744
Tepkime puanı
114
Puanları
43


Senin normal olmadığın kesin fakat yaşın itibari ile dikkat çekmek için bazen saçmalayan gençlerden birisi gibi görüyorsun ve bu durumunu anlayışla karşılıyorum. Bazılarınız abuk subuk fikirlerle ortaya çıkmayı marjinallik kabul ettiğiniz için, bazı şeyleri biraz daha olgunlaşmadan anlamanız mümkün değil.


Düşüncelerini paylaştığın için teşekkürler.

Yaşımın kaç olduğundan ve saçmaladığımı düşündüğün davranışlarımın ciddi olduğundan çok emin gözüküyorsun, öyle misin.

Benim marjinal olmak için yaptığım ve abuk subuk fikirlerle yola çıktığım için olgunlaşmadan anlayamayacağım bazı şeylerden bahsedermisin.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Düşüncelerini paylaştığın için teşekkürler.

Yaşımın kaç olduğundan ve saçmaladığımı düşündüğün davranışlarımın ciddi olduğundan çok emin gözüküyorsun, öyle misin.

Benim marjinal olmak için yaptığım ve abuk subuk fikirlerle yola çıktığım için olgunlaşmadan anlayamayacağım bazı şeylerden bahsedermisin.

Yaşından nasıl emin olabilirim, tabii ki bu mümkün değil fakat yazdıkların belli bir olgunluğa ulaşmamış olduğunu gösteriyor yani 50 yaşında da olsan düşüncelerin sağlam temellere oturmuyor, çok zorlama ve özenti görünüyor.

Sokak hayvanları konusunda yazdıkların çok saçma mesela yani ortaya farklı bir fikir atayım da ne olursa olsun mantığı ile yazıyorsun. Aklınca sıra dışı biriymiş imajı yaratmak için yüreğinin kabul etmediği şeyleri yazıyorsun.

İnsanlar üzerinde psikolojik deneyler yapmaktan daha önemli işlerin olması gerekirken, vaktini görmediğin insanların ruh halini anlamaya harcaman da anlaşılır bir tavır değil.

Akıl yaşta değil baştadır ama sende bu geçerli değil.


---------- Mesajlar Birleştirildi at 17:04 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 15:52 ----------

Genlerimiz Bizi Katil Yapar mı?

Katil, İncil’ini okudu. Sarhoştu. Epey bir içmişti. Bradley Waldroup, 22 kalibrelik avcı tüfeğini alıp büyük tarım arabasından indiğinde, Tenessee’nin güneydoğusunda 2006’nın bir sonbahar gecesiydi. Boşandığı eşi ve onun bir arkadaşı, Leslie Bradshaw, Waldroup’ların 4 çocuğunu eve bırakmak için yeni gelmişlerdi. Waldroup bir anda eski eşi ve onun arkadaşıyla tartışmaya başladı. Silahına davrandı ve Bradshaw’a tam 8 el ateş ederek öldürdü. Sonra, kafasını kesip açmak için bir bıçak kullandı.

Ardından eski eşini bir bıçak ve kocaman bir palayla kovalamaya başladı. Bir ayak parmağını bıçakla doğradıktan sonra arabanın treylerine sürükledi. Ödü kopmuş çocuklarına “ Gelip annenize hoşça kal diyin” dedi çünkü bu annelerini görecekleri son sefer olacaktı. Mucize eseri, kadın adamın elinden kurtulup kaçmayı başardı.

3 yıl sonra, Waldroup mahkemede her şeyi itiraf etti. Yargıca, bir anda öfkeyle patladığını ve yaptıklarının hiçbirinden gurur duymadığını söyledi. Öldürme suçundan hüküm giyen Waldroup, ölüm cezasıyla burun buruna geldi.

Yasal işleriyle ilgilenen grup, hayatını kurtarmak için daha önce hiç kullanılmamış, olağandışı bir yaklaşımla geldiler. Nashville’deki Vanderbilt Üniversitesinin moleküler genetik laboratuarlarına, Waldroup’un kan örneklerini gönderdiler ve spesifik bir gene bakılmasını istediler. Gerçekten de, Waldroup’un X kromozomunda bir genetik farklılık bulundu. Monoamin oksidaz-A (MAOA) enzimini kodlayan gende bir değişiklik.

Bu enzimin görevi, dopamin ve serotonin gibi önemli nörotransmitterları parçalamak. Eğer bu transmitterlar başıboş bırakılırlarsa, bu kuvvetli kimyasallar beyinde birikip; sinirsel iletim kontrolünün kaybına ve dolayısıyla öfke ve şiddettin artmasına sebep olabiliyor. Waldroup’un avukatları, belirli bir dereceye kadar da olsa genlerinin bunu yaptırdığını savunuyor.

20 yılı aşkın bir süre önce genetikçiler, MAOA enzimi eksikliğiyle şiddet içeren davranışlar arasında bir bağ kurdu. Ve yaklaşık 10 sene önce de medya bu eksikliğe sebep olan genlerden birine “savaşçı gen” adını taktı. Bu gen, şiddet içeren psikopat davranışlarla ilgili olduğu düşünülen tartışmalı genlerden biri.

Akıl hastalıkları da genetik sebeplere bağlanmaya başladı. Harvard’lı bilim adamları şizofreninin kökeninde yattığı düşünülen bir geni tanımladı ve bu gelişme şok edici bir etki yarattı. Bu gendeki bir değişiklik, ergenlikte ve yetişkinliğin ilk dönemlerinde, beynin karar vermeyle ilgilenen ön lobundaki sinapsların fazla kısalmasına (synaptic pruning) sebep oluyor ve bu da iletim ve sinyal kontrolünü harap ediyor. 2.2 milyon şizofreni hastası Amerikalının sadece küçük bir kısmının şiddet kullandığı bilinse de, ciddi akıl hastalıklarına sahip olan insanlar, normal insanlardan 2-3 kat daha fazla şiddet uygulamaya yatkın oluyorlar.

Birçok toplu katliam, saldırı ve yol kavgasında öldürme gibi cinayet haberleri gündemimizi doldurdukça; emniyet görevlileri, politikacılar, akıl sağlığı uzmanları ve halk bir sonrakini engellemek için ne yapılması gerektiğini sormaya başladılar. Tehlikeli ve şiddete yatkın insanları, birisine zarar vermeden önce fark edebilir miyiz? Seri katil Ted Bundy, toplu katliam yapan Adam Lanza ve yol kenarında rastgele 6 kişiyi öldüren Uber şoförü Jason Dalton gibi katiller arasında genetik bir benzerlik var mı?

Aslında bunlar, Nazilerde kafatası bilimi(frenoloji) ve ırk ıslahı gibi fikirlerin uyanmasını sağlayan cinsten, oldukça rahatsız edici sorular. Ama genetikçiler, kişilik özelliklerinin ve patolojisinin sırlarını çözmeye başladıkça, davranışçılıktan çok genetik determinizmi kucaklamaya başlıyoruz. Daha öncelerde karakter zayıflığıyla ilişkilendirilen alkolizm için, şimdi bilimin alkolizm riskini arttıran bir gen bulduğunu kabul ediyoruz. Genlerin, beyin fonksiyonlarını değiştirerek, endişeli davranışları tetikleyebileceğini savunuyoruz. Şimdi de aynısının şiddet için geçerli olabileceğiyle ilgili kanıtlar var.

“Ted Bundy ve Adam Lanza arasında genetik bir benzerlik var mı? Bu, soy ıslahını(öjenik) akıllara getiren rahatsız edici bir soru.”

Kent Kiehl, Grant şehrinde 440 tutukluya ev sahipliği yapan Western New Mexico Correctional Facility’de, taşınabilir küçük bir treylerin içinde çalışıyor. Sıkışık bir masada, büyük ve sürekli ses çıkaran silindirik bir tüpe bağlı bilgisayar ekranının karşısında oturuyor. Bu, 2.2 milyon dolarlık Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (FMRI) cihazı. Kiehl, teker teker bütün katillerin, tecavüzcülerin, kundakçıların ve diğer şiddet kullanan suçluların kafalarında delik açarak, beyinlerini inceliyor. Kiehl, şizofreni ve psikopati sinirbilimindeki en iyi uzmanlardan biri.

Kiehl, çalışmalarına özgün ve benzersiz bir perspektifle yaklaşıyor. Ailesi oldukça sakin bir mahalle olan Tacoma’da, Ted Bundy’nin alt sokağında yaşamış. Bundy 1975’te, 20 yıl içinde 36 kadını öldürmekten tutuklandığında, bütün mahalle sakinlerini inanılmaz bir korku kaplamış. O zaman Kiehl şunu düşünmüş: “Nasıl bizim sakin küçük banliyömüzde böyle bir insan yetişebilir?” New Mexico Üniversitesinde bir nörolog olan Kiehl, son 25 yılını bu soruya cevap bulmak için harcamış.

Psikopatlar birkaç duygusal iletişim bozukluğuna sahip; empati ve pişmanlık duygularından yoksunlar. Kiehl, bu insanların Amerikan hapishanelerindeki popülasyonun %16’sını oluşturduğunu keşfetti. Bu insanlar aynı zamanda genel popülasyonun da %1 ini kapsıyor. Başka bir yönden bakılırsa, bulimiya kadar yaygın ancak teşhis edilmesi çok daha zor. Bu biraz sıkıntılı bir durum çünkü psikopatlar saldırmaya ve şiddete eğilimli oluyorlar. Ortalama olarak, sabıkalı bir psikopat 40 yaşına gelmeden 4 şiddet suçundan hüküm giyiyor. İkizlerle yapılan çalışmalar, psikopatik özelliklerde genetik materyalin önemi vurguluyor ancak pek az uzman bunların kesin sebep olduğu konusunda hemfikir. Kiehl, limbik ve paralimbik kortekslerdeki bozuklukların izinin sürülebileceğine ve sonrasında duyguların üretilip, sinir iletiminin kontrol edilebileceğine inanıyor.

Bir deneyde, tutuklu, bir bobinin altına yatıyor. Bu bobin birtakım manyetik sinyaller gönderiyor ve alıyor. Kiehl, “mevkinin elinden alınması” gibi işitsel kelime grupları ve araba kazası resmi gibi görsel veriler kullanarak, tutuklunun bunları ahlaki suç oranına göre puanlamasını istiyor.

Tutuklu karar verdikçe, nöronları ateşleniyor ve bilgisayar cevap süresini ve beynin hangi bölgesinin aktive olduğunu kaydediyor. Psikopat olmayan birinde, beynin amigdala bölgesinde aktivite gözlemlenirken, psikopatlarda gözlemlenmiyor. Kiehl, tutukluların verileri nasıl işlediğini, hangi bölgelerin aktif olduğuna bakarak belirleyebiliyor. Bir psikopat, amigdalada çok küçük bir aktivite gösterirken, verileri asıl beynin mantık bölgesinde işliyor. Hatta bazı durumlarda, Kiehl’i kandırmaya çalışıp, “uygun olan”, “olması gereken” cevapları veriyorlar.

Kiehl, 2 eyalet ve 8 hapishaneden topladığı, 4000 den fazla suçludan elde ettiği verileri birleştirerek, dünyanın en büyük adli sinirbilim kütüphanesini oluşturdu. Psikopatların, beyinlerindeki gri maddenin normalden az ve daha küçük amigdalaya sahip olmaya yatkın olabileceklerini buldu. Kısacası, Kiehl şöyle diyor: “Onlar daha farklı bir beyine sahipler. Ve bu farklılık en az %50 oranında genetik farklılıklardan kaynaklanıyor. Sinir bilimle ilgilenen biri için pek de sürpriz bir sonuç değil.”

Kiehl’in çalışmaları o kadar meşhur olmaya başlamış ki, sorunlu çocukları olan aileler tavsiye için başvurmaya başlamış. Bunu sıkıntılı bir durum olarak buluyor çünkü henüz onlar için bir yanıtı yok. Kiehl şöyle diyor: “Haftada en az bir kere çocuklarıyla başı dertte olan ebeveynlerden mail alıyorum. Ve bu çok içler acısı. ‘Çocuğum bir psikopat mı?’, aramak isteyecekleri en son insanım.”

Psikopatların, normal insanlardan farklı olan beyin bölgelerini gösteren bir beyin taraması sonucu

psc0616_gne_08-1.jpg


Şiddetin genetik kökeniyle ilgili modern araştırmalar, Hollanda’da Nijmegen Üniversite hastanesine gelen bir kadın sayesinde, 1978’de başladı. Ailesindeki erkeklerin (birçok erkek kardeş ve kendi oğlu), aynı akıl hastalığına sahip olduğundan şüpheleniyor ve yardım istemek için hastaneye geliyor. 2 tanesi kundakçılık yapıyor. Bir tanesi öz kız kardeşine tecavüz etmeye çalışıyor. Bir diğeri, patronunu arabasıyla ezerek öldürmeye çalışıyor. Başka bir tanesi yine öz kız kardeşine bıçak çekerek soyunması için zorluyor. Hatta 1962 yılında tedirgin bir aile bireyi tarafından detaylı bir biçimde çıkarılan şiddet suçlularının gösterildiği aile ağacı sayesinde, bu sülaledeki şiddetin 1870’lere dayandığı ortaya çıkıyor.

Bu kadın hastanede ortaya çıktıktan neredeyse bir 10 sene sonra, sonunda neyin yanlış olduğunu buluyorlar. Bu şiddete meyilli adamların X kromozomunda bir mutasyon meydana gelmiş. Bu bozukluğun MAOA genine zarar verdiği ortaya çıkıyor. Gen X kromozomunda olduğu için, sadece bir X kromozomuna sahip erkekler, iki X’e sahip olan kadınlara göre daha fazla sıkıntı yaşıyorlar. Çünkü kadınlardaki normal fonksiyonlarına sahip ikinci X, problemi telafi edebilir. Ancak, kadın bu kusuru oğluna aktarabilir. Bu bulgulardan sonra, ailedeki kadınlar taşıyıcı olup olmadığına bakılmak için test ediliyor.

“Şiddet, taciz, saldırı ve kundak suçlarından oluşan bir geçmişe sahip Alman bir adam da aynı genetik bozukluğa sahip”

O zamandan beri, başka genetik risk faktörlerinin keşfedildiği projeler de yapıldı. 2011’de, Alman bir araştırmacı, katekol-o-metiltransferaz (COMT) proteinini kodlayan bir gen ile homisidal davranışlar arasında bir bağlantı buluyor. Aynı MAOA gibi, bu da dopamini düzenleyen bir enzim. 4 sene sonra, Finlandiyalı araştırmacılar, hapishanedeki tutuluklularla bir araştırma yapıyor. Şiddet suçlularının genellikle, beyin hücre sinyal sisteminde görevli CDH13 proteinini kodlayan MAOA ve benzeri genlere sahip oldukları görülüyor. Daha önceki çalışmalar bu benzer ve çeşitli genlerin; otizm, şizofreni ,dikkat eksiği ve hiperaktivite bozukluğuyla bağlantılı olduğunu keşfetmişler. Molecular Psychiatry’de yayımlanan bu çalışma, hücresel fonksiyon bozukluğuyla ilişkilendirilen CDH13 ve benzerlerinin, şiddet içerikli davranışlara makul bir açıklama getirdiği sonucuna varıyor.

Saldırganlığın biyolojik bir temeli olma ihtimali, bilim adamları ve etikçileri bir hayli zor duruma sokuyor. Her şeyden önce çevresel koşulların, genlerin ekspresyonunda çok büyük bir rol oynadığını belirtiyorlar. Meme kanseri riskini arttıran bir gene sahip olmak, meme kanserine yakalanılacağı ya da şizofreniyle ilişkilendirilen bir gene sahip olmak, şizofreni olunacağı anlamına gelmiyor. Johns Hopskin Üniversitesi Beyin Gelişimi Lieber Enstitüsü başkanı Daniel Weinberg şöyle diyor: “Genler, vücudunuzdaki her bir hücrenin içinde gerçekleşen tüm aktiviteleri, yaşadığınız her saniye boyunca yürüten bir program. Eğer birtakım küçük kusurlar, bozukluklar kalıtım yoluyla size aktarılırsa, tabi ki bu size bir yol belirler. Ancak bir akıl hastalığına yakalanacağınızı belirlemez. Bu küçük kusurlar kader değil, risk unsurları. Çevresel faktörler de bir o kadar etkili.”.

“Pek çok insan, eşinin arkadaşını öldüren adamda olan o gene ve benzerlerine sahip ama onlar kimseyi öldürmüyor.”

Buna karşı, eşinin arkadaşını öldüren Bradley Waldroup’un sahip olduğu geni ve benzerlerini taşıyan pek çok insan var ama onlar kimseyi öldürmedi. Ancak mahkemeler, etik ve bilimsel tartışmalara açık “genlerim bana bunu yaptırdı” savunmasını kabul etti. 1994 ile 2011 arasında Amerika’da, neredeyse 80 defa genetiğe atıfta bulunularak savunma yapılmış. Fordham Üniversitesi Sinirbilim ve Hukuk Merkezi başkanı Deborah Denno şöyle diyor: “Dava vekilleri gün geçtikçe, birtakım davranışlara açıklamalar getirmek için daha sofistike bir bakış açısı kullanıyorlar.”.

Jüri, Waldroup davasında, ölüm cezası yerine onu ömür boyu hapse mahkum etti. Yani katil-gen savunması işe yaradı. Bir jüri üyesine, Waldroup’un genetiğinin kararına etki edip edilmediği sorulduğunda, “O, tabi ki !” cevabını aldılar.

Ancak Denno, genlerin rollerinin ve şiddet riskini arttırmalarının, medya yüzünden mahkemeler tarafından yanlış anlaşıldığını düşünüyor. Davranış genetiği, genleri çalışmakla birlikte, aynı oranda çevresel faktörlerin de davranış üstündeki etkilerini araştırıyor. Bu psikoloji, sosyoloji, istatistik ve daha birçok alanı kapsayan disiplinler arası bir çalışma. Denno şunu ekliyor: “ Genlerin davranış üstünde etkisi olmakla birlikte, ne onları belirliyor ne de yönetiyor.”.

Hatta beslenme bozukluğu, sosyal ve ekonomik problemler, yetersiz eğitim gibi değişik çevresel faktörler, yetişkinlerin davranışsal patolojisini belirlemede kullanılan en güçlü araçlardan biri. Psikologlar çocukluk döneminde maruz kalınan istismarın, şiddet için başlı başına bir risk faktörü olduğunu uzun zamandır biliyor. 2002’de Science’ta yayımlanan bir çalışmaya göre; dengesiz, baskıcı ve cezalandırıcı ailelerde büyümüş çocuklar, anti-sosyal kişilikler geliştirip, şiddet kullanmaya daha yatkın oluyorlar. Tabi ki her suistimal edilmiş çocuk şiddete başvurmuyor. Beyinde sinirsel bozukluk veya hiperaktiviteye sebep olarak, şiddete yatkın olma riskini arttıran bu gen ve benzerleri fikri bir hayli dikkat çekici. Ancak bu, ne şiddetin kökeninde yattığı ne de tek sebep olduğu anlamına gelmez.

Julian Ford, Connecticut Üniversitesi Sağlık Merkezinde, çocuk ve ergenlik dönemi post-travmatik stres bozukluğunda (PTSD) uzmanlaşmış bir psikolog. Ford, Adam Lanza ve 2012 Sandy Hook İlkokulu saldırısı hakkında 114 sayfalık resmi bir araştırma raporu yazılmasına yardım ediyor.

Lanza 20 öğrenci, 6 çalışan, annesi ve kendisini öldürdükten sonra; eyaletin adli tıp doktoru, Lanza’nın beyninden bir parçayı DNA analizi için UConn genetik uzmanlarına gönderiyor. Bu, bir seri katilin genomunun çıkartılıp araştırıldığı ilk çalışma.

Popular Science’ın resmi talebine rağmen, ne adli tıp uzmanı ne de UConn genetikçileri raporların sonuçlarını açıklamıyorlar. Hatta ne aradıkları hakkında bile bir bilgi vermiyorlar. Ancak büyük olasılıkla, akıl hastalıklarıyla alakalı olan genleri araştırıyorlar.

Lanza hayatı boyunca, uykusuzluk (insomnia) ve konuşma bozukluğuyla uğraşmış. Utangaç, sessiz ve dışlanmış bir çocuk. 5. sınıfta, proje ödevi olarak “Büyükannenin Kitabı” adlı bir hikaye yazıyor. Hikayede, yaşlı kadın çocuklara ateş ediyor ve kabuğunun altındaki bir çocuğu korumaktan bahsediyor. Sonunda, Lanza’ya Asperger Sendromu, anksiyet ve obsesif kompulsif tanısı konuluyor. Asperger şiddetle pek bağlantılı olmamasına rağmen, Lanza’nın şiddet içeren düşünce ve davranışlarını maskelemiş olabilir. Bir psikiyatrisin önerisi üstüne, annesi Lanza’yı okuldan alıyor ve evde eğitime başlıyor. Ford’a göre, herkes Lanza’nın üstesinden gelmeye çalıştığı zorlukları sebep alırken gözden kaçan asıl olay yaşadığı duygusal çalkantılar.

Ergenlik kırılgan ve zayıf bir dönem, sadece mod değişikliklerinden dolayı değil aynı zamanda inişli çıkışlı hormonlar yüzünden. Akıl hastalıklarının dışa vurumun en iyi gözlemlenebileceği zaman. Mesela şizofreninin belirtileri, genellikle bir anda bu dönemde veya yetişkinliğin başlarında ortaya çıkıyor. Harvard’da yapılan bir araştırmada, bilim adamları bu zamanlamadan sorumlu olduğu düşünülen bir geni tanımladı. Beynin, nöronlar arasındaki etkisiz bağlantıları kestiği sinaptik budama (synaptic pruning) süreci, beyin olgunlaştıkça görülen doğal bir olay. Bu, düşünme ve planlamanın yapıldığı prefrontal kortekste gerçekleşiyor. Bu geni ve benzerini taşıyan bireylerde, budama hızlanıyor ve bu da şizofreni riskini arttırıyor.

Harvard genetik uzmanı ve çalışmanın yazarı Steven McCarrol, bu sebeplerden dolayı bir ergenin bakımının ne kadar kritik olduğunu vurguluyor: “Genellikle gençler birtakım semptomlar göstermeye başladıklarında, psikiyatri uzmanına başvurmadan sadece pediatri uzmanlarına görünüyorlar.”. Avustralya’da 2006’da başlamış “headspace” adı verilen bir akıl sağılığı programından bahsediyor. Program sayesinde, alışılmadık ama oldukça pratik yerlerde 80’den fazla klinik açılıyor. McCarrol şöyle diyor, “Hatta bazıları alışveriş merkezlerinde. Yumuşak renkler ve rahat koltuklar sayesinde klinik havasında değil, böyle bir şey burada da olsa harika olurdu.”

Peki ya Adam Lanza gibi sağlık hizmetlerindeki çatlakların arasından kaçan çocuklara ne olacak? Gen taraması ve genetik araştırmalar yardımcı olabildi mi? Şimdilik, hayır. Ve araştırmacılar, gelecekte de işe yarar olabileceği hakkında şüpheliler. McCarrol şunları ekliyor, “Genetiği tanı koymada kullanmak için yeterli genetik bilgisine henüz sahip değiliz.”

Ne aradığımız ve ne bulacağımız konusunda pek çok soru var. Özellikle şiddetle ilgili genetik risk faktörü taşıyan biri belirlendiğinde onun özel hayatı ve toplumun tepkisiyle ilgili birtakım endişeler mevcut. Yine de genetik araştırmaların devamı, suçluları hedeflemeden, şiddet ve şiddetin kökenini daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Daha iyi anladıkça, engellemek için daha çok adım atılabilir.

Dolayısıyla, genetik ipuçlarını takip etmeyi bırakmak biraz zor. Johns Hopskin’den nörobilimci Daniel Weinberg, ölen PTSD hastalarından topladığı dünyanın en büyük beyin koleksiyonuna sahip. Çalışmalarında, akıl hastalıklarının arkasındaki moleküler ipuçlarını arıyor. “Yüzyıl boyunca, akıl hastalıklarının nasıl gözüktüğünü, kulağa nasıl geldiğini ve nasıl hissettirdiğini biliyorduk. Ancak temelinde yatan sebep hakkında fikrimiz yoktu. Şimdi, genetik sayesinde, 10 yıl önce bize bilimkurgu gibi gelen şeyleri keşfedebiliyoruz.” diyor Weinberg.

Ancak o bile, bilimin neleri keşfedebileceği ve insanların buna nasıl tepki vereceği hakkında endişeli. Son olarak, şunları ekliyor, “Herkesin genomunda değişik bozukluklara sebep olacak değişik risk faktörleri var. Yani aslında, herkesin bir sorunu var.”

 

ÜstünKişi

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
21 Ocak 2018
Mesajlar
744
Tepkime puanı
114
Puanları
43
Yaşından nasıl emin olabilirim, tabii ki bu mümkün değil fakat yazdıkların belli bir olgunluğa ulaşmamış olduğunu gösteriyor yani 50 yaşında da olsan düşüncelerin sağlam temellere oturmuyor, çok zorlama ve özenti görünüyor.

Sokak hayvanları konusunda yazdıkların çok saçma mesela yani ortaya farklı bir fikir atayım da ne olursa olsun mantığı ile yazıyorsun. Aklınca sıra dışı biriymiş imajı yaratmak için yüreğinin kabul etmediği şeyleri yazıyorsun.

İnsanlar üzerinde psikolojik deneyler yapmaktan daha önemli işlerin olması gerekirken, vaktini görmediğin insanların ruh halini anlamaya harcaman da anlaşılır bir tavır değil.

Akıl yaşta değil baştadır ama sende bu geçerli değil.

Hayatımı etkilemeyen felsefi düşüncelerimin somut temellere dayanması gerektiğini düşünmüyorum sonuçta burası bir bilim sitesi değil felsefe sitesi. Düşüncelerimin o düşüncenin sınırları içinde mantıklı olduğunu düşünüyorum, size mantıksız gelen kısımları da burada tartışıyoruz zaten.

Sokak hayvanları konusındaki yazımda herhangi bir yapaylık yoktur, o yazı tamamıyla özgün düşünceleriminbir ürünü olup kimseye bir şey kabul ettirme çabası içinde yazılmamıştır.

Benim hayatımı ilgilendiren işlerin önem derecesini kendimin belirleme hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. Ayrıca insanların düşüncelerini tahlil edip insanları daha kolay anlamak için deney yapmak neden bu kadar değersiz bir iş olsun ki? Deney yaparken kendimin ve deneğin zarar görmesini istemem ve deneyi bu isteğe göre yaparım.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Hayatımı etkilemeyen felsefi düşüncelerimin somut temellere dayanması gerektiğini düşünmüyorum sonuçta burası bir bilim sitesi değil felsefe sitesi. Düşüncelerimin o düşüncenin sınırları içinde mantıklı olduğunu düşünüyorum, size mantıksız gelen kısımları da burada tartışıyoruz zaten.

Sokak hayvanları konusındaki yazımda herhangi bir yapaylık yoktur, o yazı tamamıyla özgün düşünceleriminbir ürünü olup kimseye bir şey kabul ettirme çabası içinde yazılmamıştır.

Benim hayatımı ilgilendiren işlerin önem derecesini kendimin belirleme hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. Ayrıca insanların düşüncelerini tahlil edip insanları daha kolay anlamak için deney yapmak neden bu kadar değersiz bir iş olsun ki? Deney yaparken kendimin ve deneğin zarar görmesini istemem ve deneyi bu isteğe göre yaparım.

Öncelikle sahte bir profil oluşturup, olmadığın birisi gibi hareket ederken karşı tarafın yani senin deyiminle "deneğin" bundan haberi olmuyor. Yazdıkların ile karşı tarafı geriyor olman bile, deneğe zarar vermek anlamına gelir.

İnsanları tanımak istiyorsan hayata karışacaksın, psikoloji ve beyin üzerine ya da insan davranışları üzerine kitaplar okuyacaksın. İletişim becerilerini geliştireceksin. Sanalda herkes senin gibi rol yapıyor ya da samimi cevaplar vermiyor-davranmıyor olabilir, bu sebeple yaptığın deney adı altında mizansenlerin kimseye ve özellikle sana hiçbir faydası yok.

Şu yazdıklarından sonra benim kanaatime göre senin de bir beyin taraması yaptırmanda fayda var, psikopatlık çıkmasa bile mutlaka başka bir farklılık çıkacaktır. Sonuçları bize de bildirirsen, sevinirim.

 

ÜstünKişi

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
21 Ocak 2018
Mesajlar
744
Tepkime puanı
114
Puanları
43
Öncelikle sahte bir profil oluşturup, olmadığın birisi gibi hareket ederken karşı tarafın yani senin deyiminle "deneğin" bundan haberi olmuyor. Yazdıkların ile karşı tarafı geriyor olman bile, deneğe zarar vermek anlamına gelir.

İnsanları tanımak istiyorsan hayata karışacaksın, psikoloji ve beyin üzerine ya da insan davranışları üzerine kitaplar okuyacaksın. İletişim becerilerini geliştireceksin. Sanalda herkes senin gibi rol yapıyor ya da samimi cevaplar vermiyor-davranmıyor olabilir, bu sebeple yaptığın deney adı altında mizansenlerin kimseye ve özellikle sana hiçbir faydası yok.

Şu yazdıklarından sonra benim kanaatime göre senin de bir beyin taraması yaptırmanda fayda var, psikopatlık çıkmasa bile mutlaka başka bir farklılık çıkacaktır. Sonuçları bize de bildirirsen, sevinirim.


Adı üstünde; deney. Deneyin doğru sonuçlara ulaşabilmesi için deneğin davranışları gözlenmeli, bu yüzden deneğe yazışma konuşma sırasında çeşitli duuguları deneyimletip sonuçları bunlara göre analiz etmek gerekiyor. Anlayacağın ortada insanlara bir şeyi dayatıp onları rahatsız etmek yerine, çeşitli yazışmalara verdiği tepkileri ölçmek var. Ayrıca az önce bahsettiğim aktif deneyi sadece düşünceleri uç noktalarda olan kişiler için kullanıyorum, çoğu zaman sadece farklı insanların diğer insanlarla yaptıkları yazışmalara verdiği tepkiyi gözlemliyorum.

Deneyimi sanal dünyada yapmamın nedenleri:
-Kısa sürede daha fazla ve daha farklı düşüncedeki insanlarla iletişime geçebilmek.

-İnsanların sanal hayatta daha samimi olmaları.(İnsanların bazı mesajlarda yalan söylemesi diğer mesajlarda da yalan söylediği anlamına gelmiyor.)

-Sanal dünyada sohbetler kolayca kayıt altına alınabiliyor bu da deneysonuçlarını bir çok kişinin farklı farklı yorumlayabilmesine olanak sağlıyor.

-Sanal dünyanın uç şeyler yapılmadıkça (dini/milli değerlere hakaret, pedofili, kişisel verilerin gizliliği vb.) güvenli olması.

Deneyi henüz sonuçlandırmadım. Deneyin şu anki hızı genel olarak toplumun düşüncelerini seyretmeden hızlı değil.

Psikopat mıyım diye sorarken kendimi(henüz tanımıyorsunuz) değil ÜstünKişi'yi kastetmiştim.

*Şizofren olmadığımdan eminim.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Adı üstünde; deney. Deneyin doğru sonuçlara ulaşabilmesi için deneğin davranışları gözlenmeli, bu yüzden deneğe yazışma konuşma sırasında çeşitli duuguları deneyimletip sonuçları bunlara göre analiz etmek gerekiyor. Anlayacağın ortada insanlara bir şeyi dayatıp onları rahatsız etmek yerine, çeşitli yazışmalara verdiği tepkileri ölçmek var. Ayrıca az önce bahsettiğim aktif deneyi sadece düşünceleri uç noktalarda olan kişiler için kullanıyorum, çoğu zaman sadece farklı insanların diğer insanlarla yaptıkları yazışmalara verdiği tepkiyi gözlemliyorum.

Deneyimi sanal dünyada yapmamın nedenleri:
-Kısa sürede daha fazla ve daha farklı düşüncedeki insanlarla iletişime geçebilmek.

-İnsanların sanal hayatta daha samimi olmaları.(İnsanların bazı mesajlarda yalan söylemesi diğer mesajlarda da yalan söylediği anlamına gelmiyor.)

-Sanal dünyada sohbetler kolayca kayıt altına alınabiliyor bu da deneysonuçlarını bir çok kişinin farklı farklı yorumlayabilmesine olanak sağlıyor.

-Sanal dünyanın uç şeyler yapılmadıkça (dini/milli değerlere hakaret, pedofili, kişisel verilerin gizliliği vb.) güvenli olması.

Deneyi henüz sonuçlandırmadım. Deneyin şu anki hızı genel olarak toplumun düşüncelerini seyretmeden hızlı değil.

Psikopat mıyım diye sorarken kendimi(henüz tanımıyorsunuz) değil ÜstünKişi'yi kastetmiştim.

*Şizofren olmadığımdan eminim.

Sanal dünyada samimiyet tümüyle bir yanılgıdır çünkü insanlar bu ortamda samimi değil tam tersi olmadıkları ya da hayal ettikleri kişi gibi davranıyorlar.

Yazışmalara verdikleri tepkiyi nereden biliyorsun, yazı dilinde duygu aktarımı çok zordur. Hatırlarsan ilk olarak MSN yazışmalarında emoloji ile bu sorunu çözmeye çalışmışlardı fakat ne kadar gerçekçi tepkiler verildiği tartışılır.

Çoğu insan sanalda desteklemediği bir konuya sahip çıkıyormuş gibi göründüğü gibi bazen de kendisinin de yaptığı şeylere, karşıymış gibi tavır takınıyor. Face to face görüşmeler kadar sağlıklı olması mümkün değil. Karşındaki yaşını-cinsiyetini bile sana yanlış söyleyebiliyor.

Şizofren ya da psikopat olduğunu iddia edemem ama her insan bence beyin taraması yaptırabilir ve böylece "kimiz ve her an neye dönüşebiliriz?", az çok bilgi sahibi olmuş oluruz. Anne adayları bu geni taşıyıcı olarak çocuklara aktarabildiğine göre özellikle çocuk sahibi olmadan bu testler yaptırılmalıdır.

Şiddetin genetik kökeniyle ilgili modern araştırmalar, Hollanda’da Nijmegen Üniversite hastanesine gelen bir kadın sayesinde, 1978’de başladı. Ailesindeki erkeklerin (birçok erkek kardeş ve kendi oğlu), aynı akıl hastalığına sahip olduğundan şüpheleniyor ve yardım istemek için hastaneye geliyor. 2 tanesi kundakçılık yapıyor. Bir tanesi öz kız kardeşine tecavüz etmeye çalışıyor. Bir diğeri, patronunu arabasıyla ezerek öldürmeye çalışıyor. Başka bir tanesi yine öz kız kardeşine bıçak çekerek soyunması için zorluyor. Hatta 1962 yılında tedirgin bir aile bireyi tarafından detaylı bir biçimde çıkarılan şiddet suçlularının gösterildiği aile ağacı sayesinde, bu sülaledeki şiddetin 1870’lere dayandığı ortaya çıkıyor.

Bu kadın hastanede ortaya çıktıktan neredeyse bir 10 sene sonra, sonunda neyin yanlış olduğunu buluyorlar. Bu şiddete meyilli adamların X kromozomunda bir mutasyon meydana gelmiş. Bu bozukluğun MAOA genine zarar verdiği ortaya çıkıyor. Gen X kromozomunda olduğu için, sadece bir X kromozomuna sahip erkekler, iki X’e sahip olan kadınlara göre daha fazla sıkıntı yaşıyorlar. Çünkü kadınlardaki normal fonksiyonlarına sahip ikinci X, problemi telafi edebilir. Ancak, kadın bu kusuru oğluna aktarabilir. Bu bulgulardan sonra, ailedeki kadınlar taşıyıcı olup olmadığına bakılmak için test ediliyor.

 

ÜstünKişi

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
21 Ocak 2018
Mesajlar
744
Tepkime puanı
114
Puanları
43
Sanal dünyada samimiyet tümüyle bir yanılgıdır çünkü insanlar bu ortamda samimi değil tam tersi olmadıkları ya da hayal ettikleri kişi gibi davranıyorlar.

Yazışmalara verdikleri tepkiyi nereden biliyorsun, yazı dilinde duygu aktarımı çok zordur. Hatırlarsan ilk olarak MSN yazışmalarında emoloji ile bu sorunu çözmeye çalışmışlardı fakat ne kadar gerçekçi tepkiler verildiği tartışılır.

Çoğu insan sanalda desteklemediği bir konuya sahip çıkıyormuş gibi göründüğü gibi bazen de kendisinin de yaptığı şeylere, karşıymış gibi tavır takınıyor. Face to face görüşmeler kadar sağlıklı olması mümkün değil. Karşındaki yaşını-cinsiyetini bile sana yanlış söyleyebiliyor.

Şizofren ya da psikopat olduğunu iddia edemem ama her insan bence beyin taraması yaptırabilir ve böylece "kimiz ve her an neye dönüşebiliriz?", az çok bilgi sahibi olmuş oluruz. Anne adayları bu geni taşıyıcı olarak çocuklara aktarabildiğine göre özellikle çocuk sahibi olmadan bu testler yaptırılmalıdır.

Şiddetin genetik kökeniyle ilgili modern araştırmalar, Hollanda’da Nijmegen Üniversite hastanesine gelen bir kadın sayesinde, 1978’de başladı. Ailesindeki erkeklerin (birçok erkek kardeş ve kendi oğlu), aynı akıl hastalığına sahip olduğundan şüpheleniyor ve yardım istemek için hastaneye geliyor. 2 tanesi kundakçılık yapıyor. Bir tanesi öz kız kardeşine tecavüz etmeye çalışıyor. Bir diğeri, patronunu arabasıyla ezerek öldürmeye çalışıyor. Başka bir tanesi yine öz kız kardeşine bıçak çekerek soyunması için zorluyor. Hatta 1962 yılında tedirgin bir aile bireyi tarafından detaylı bir biçimde çıkarılan şiddet suçlularının gösterildiği aile ağacı sayesinde, bu sülaledeki şiddetin 1870’lere dayandığı ortaya çıkıyor.

Bu kadın hastanede ortaya çıktıktan neredeyse bir 10 sene sonra, sonunda neyin yanlış olduğunu buluyorlar. Bu şiddete meyilli adamların X kromozomunda bir mutasyon meydana gelmiş. Bu bozukluğun MAOA genine zarar verdiği ortaya çıkıyor. Gen X kromozomunda olduğu için, sadece bir X kromozomuna sahip erkekler, iki X’e sahip olan kadınlara göre daha fazla sıkıntı yaşıyorlar. Çünkü kadınlardaki normal fonksiyonlarına sahip ikinci X, problemi telafi edebilir. Ancak, kadın bu kusuru oğluna aktarabilir. Bu bulgulardan sonra, ailedeki kadınlar taşıyıcı olup olmadığına bakılmak için test ediliyor.


Kesin olmamakla beraber bir insanın sanal dünyada takip ettiği kişilerden, belirli şeyler verdiği yazılı tepkilerden o kişinin ne olduğu anlaşılır.

Gerçek halini az çok anlayabildiğim bir kişinin, sanal dünyada hayal ettiği kişiyi yansıtması insan düşünceleri üzerindeki deneyimde bana yardımcı olacaktır.

Bir insanın bir şeye nasıl tepki gösterdiği, verdiği cevaptan anlaşılabilir. Gerçek hayatta kişi, tanımadığı insanlarla konuşurken genellikle temkinlidir, iç yüzünü hemen ortaya çıkarmaz önce karşısındakini tanımaya çalışır. Ancak sanal alemde insanlar yüz yüze konuşmadıkları için aralarındaki interneti bir perde olarak görüyorlar ve anonim olarak diledikleri samimilikte iletişim kurabiliyorlar.

Kısa süreli yazışmayla iç dünyasını az da olsa tahmin ettiğim(en azından ettiğimi düşündüğüm) bir kişinin farklı davranması, o kişinin düşüncelerine daha çok ilgi duymamı sağlar ve o kişiyi daha dikkatli incelerim.

Karşıdaki kişinin yaşı ve cinsiyeti çeşitli tuzak sorularla tahmin edilebilir ancak bu tahmin işinde karşındaki kişinin zekası ve sana karşı olan tedbir seviyesi doğrudan etki ediyor.
Örnek vermem gerekirse genelde facebook gibi ciddi şeylerin tartışılmadığı sitelerde profil fotoğrafında kadın olan bir hesapla bir erkekle kolayca iletişim kurabilirsiniz ancak erkek fotoğraflı bir hesapla bir kadınla o kadar kolay iletişim kuramazsınız. Benzer şekilde; daha çok siyasi konuların tartışıldığı ve kullanıcınkitlesinin daha kültülü olduğu bir site olan twitterda bir siyasi görüşü hissettiren hesapla karşıt görüşü destekleyen bir hesapla kolay iletişim kuramazsınız, kursanız bile sağlıklı olmayacaktır, ancak twitterda aynı siyasi görüşe sahip bir hesapla iletişime geçmeye çalışırsanız sizinle kolayca iletişim kuracaktır. Daha da güzeli bir tartışmada bir tarafın aklındaki düşünceleri tartmadan yazıya döktüğünü anlamak için yazı şekline bakmak yeterlidir. Örneğin: birisi yazım kurallarına dikkat etmiyor ve sürekli harf yanlışı yapıyorsa aklına gelenleri bir an önce söylemek istiyordur ama birisi harf hatası ve yazım yanlışı yapmıyor ve kelimelereni anlaşılır bir sırayla yazıyorsa soğukkanlılığınınkoruyor ve kendisine tartışmayı kazandıracak plan yapıyor demektir.

**Yazım yanlışlarım ve sayfa düzenim için kusura bakmayın düşüncelerim önceden demlenmiş düşüncelerimdi ama bir an önce yazmak istedim.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Kesin olmamakla beraber bir insanın sanal dünyada takip ettiği kişilerden, belirli şeyler verdiği yazılı tepkilerden o kişinin ne olduğu anlaşılır.

Gerçek halini az çok anlayabildiğim bir kişinin, sanal dünyada hayal ettiği kişiyi yansıtması insan düşünceleri üzerindeki deneyimde bana yardımcı olacaktır.

Bir insanın bir şeye nasıl tepki gösterdiği, verdiği cevaptan anlaşılabilir. Gerçek hayatta kişi, tanımadığı insanlarla konuşurken genellikle temkinlidir, iç yüzünü hemen ortaya çıkarmaz önce karşısındakini tanımaya çalışır. Ancak sanal alemde insanlar yüz yüze konuşmadıkları için aralarındaki interneti bir perde olarak görüyorlar ve anonim olarak diledikleri samimilikte iletişim kurabiliyorlar.

Kısa süreli yazışmayla iç dünyasını az da olsa tahmin ettiğim(en azından ettiğimi düşündüğüm) bir kişinin farklı davranması, o kişinin düşüncelerine daha çok ilgi duymamı sağlar ve o kişiyi daha dikkatli incelerim.

Karşıdaki kişinin yaşı ve cinsiyeti çeşitli tuzak sorularla tahmin edilebilir ancak bu tahmin işinde karşındaki kişinin zekası ve sana karşı olan tedbir seviyesi doğrudan etki ediyor.
Örnek vermem gerekirse genelde facebook gibi ciddi şeylerin tartışılmadığı sitelerde profil fotoğrafında kadın olan bir hesapla bir erkekle kolayca iletişim kurabilirsiniz ancak erkek fotoğraflı bir hesapla bir kadınla o kadar kolay iletişim kuramazsınız. Benzer şekilde; daha çok siyasi konuların tartışıldığı ve kullanıcınkitlesinin daha kültülü olduğu bir site olan twitterda bir siyasi görüşü hissettiren hesapla karşıt görüşü destekleyen bir hesapla kolay iletişim kuramazsınız, kursanız bile sağlıklı olmayacaktır, ancak twitterda aynı siyasi görüşe sahip bir hesapla iletişime geçmeye çalışırsanız sizinle kolayca iletişim kuracaktır. Daha da güzeli bir tartışmada bir tarafın aklındaki düşünceleri tartmadan yazıya döktüğünü anlamak için yazı şekline bakmak yeterlidir. Örneğin: birisi yazım kurallarına dikkat etmiyor ve sürekli harf yanlışı yapıyorsa aklına gelenleri bir an önce söylemek istiyordur ama birisi harf hatası ve yazım yanlışı yapmıyor ve kelimelereni anlaşılır bir sırayla yazıyorsa soğukkanlılığınınkoruyor ve kendisine tartışmayı kazandıracak plan yapıyor demektir.

**Yazım yanlışlarım ve sayfa düzenim için kusura bakmayın düşüncelerim önceden demlenmiş düşüncelerimdi ama bir an önce yazmak istedim.

Facebook, Twitter ve Instagram gibi sitelerde hesapları olan kitlenin bir çoğunun amacı zaten yeni birileriyle tanışmak ve kendini birilerine ispat etmektir.

Benim sosyal medyayı yoğun kullanan bazı arkadaşlarımın fotoğraflarını gördüğüm an şok yaşıyorum çünkü gerçek hayatta böyle görünmüyorlar, Photoshop ile bambaşka birisine dönüşmüşler. Bazen yazdıklarını okuduğumda da dehşete düşüyorum çünkü asla böyle bir görüşe sahip değiller, kısacası çok büyük bir aldatmaca dünyası ile karşı karşıyayız. Bu platformlardan sağlıklı analizler çıkmaz.

Geçen gün bir tanıdığım, annesinin Facebook hesabı açtığını fark etmiş ve çaktırmadan ne yaptığına bakmış. Yabancı erkeklerle konuşması ve fotoğraf koyması, o fotolara gelen yorumlara sevinmesi karşısında ne yapacağını şaşırmış ve üzüntüden mahvolmuştu. Babası fark ettiği an olay çıkacağı için çözüm arıyordu. Üzülerek söylüyorum ki bu da bir ihanet çeşididir.

Bayramda Aile Danışmanı Prof. bir bayanla tanıştım. Kadın 52 yaşında ve hiç evlenmemiş, danışanları arasında sosyal medya üzerinden ihanet konusunda gördükleri karşısında artık bir erkeğe asla güvenemeyeceğini söyledi. Kadın ya da erkek fark etmiyor, bu ortam çoğu insanın maalesef aklını çeliyor ve belki de senin de dediğin gibi günlük hayatta yapamadıklarını, söyleyemediklerini bu alanda açıkça ifade edebildikleri için daha da cazip geliyor fakat bu tavır da sahteliktir, güvenilmezliktir.

Psikopatlar ve diğer ruh sağlığı bozuk kişiler için de sosyal medya bulunmaz bir fırsat, özellikle çocuk tacizcileri sosyal medya hesaplarından çocuklara ulaşıp, ne yazık ki zarar veriyorlar.

Tekrar gen konusuna dönersek, insanların evlenmeden önce gereksiz bir sürü testten geçirilmesi yerine ana başlıkta bahsi geçen testlerin de yapılması zorunlu olmalıdır.
 
Son düzenleme:
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst