P
Pyramos
Ziyaretçi
Toplam 106 mesajının nerdeyse 100 tanesinde küçük farkları geçersek aynı şeyleri yazıp duran istikrar abidesi sayın Paslıçivi'yi tebrik ediyorum. yeterrr demek istiyorum ya da pofsss
Toplam 106 mesajının nerdeyse 100 tanesinde küçük farkları geçersek aynı şeyleri yazıp duran istikrar abidesi sayın Paslıçivi'yi tebrik ediyorum. yeterrr demek istiyorum ya da pofsss
İslamda iki dikkat çeken kavram vardır.
1- Fetret devri (Hak dinlerin, bir sonra gelecek dinle arasının uzun olduğu dönemler için kullanılır. Bozulmalar olmuştur, dinin etkisi azalmıştır ve insanlar çeşitli akımların etkisi ile sersemlemiştir.)
2- Ehl-i necat (kurtuluşa erenler, kendilerine kitap veya tebliğcilerin ulaşmadığı topluluklar)
1- Dönemimizin gayr-i müslimlerinin, fetret devri insanı sayılıp, kurtulabileceklerini savunan islam alimleri hiç de az değildir. İslam'ın üzerinden neredeyse 1500 sene geçmiştir ve çeşitli akımlar insanlar üzerinde çok şiddetli tesirler bırakmıştır. Zihinler bulanıktır ve bu süre içerisinde hiç peygamber gelmemiştir ve gelmeyecektir.
2- Kendilerine peygamber gelmemiş ve tebliğ ulaşmamış toplulukların azaba uğratılmayacağını biz İslam'dan öğreniyoruz. Yani bu hükme tabi olup kurtulmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir. Belki yargılanmaları temel insani değerler üzerinden olabilir.
neden......
sevgili toz zerresi.. bakın dünkü yazımdan bir bölümü tekrar alıntılıyorum
bir evrensel insan var o da bu durumu "doğal düşünce sorundur" deyip kestirip atıyor..
insanlığın varolan bilinçdurumu gerçekten çok enteresan ama bunu dile getirip anlatabileceğim, paylaşabileceğim kimse yok
kendim çalıp kendim oynuyorum sanki
..
kısaca ana hatları ile özet geçeyim;
- Madde-Anti madde hesabı ile görüşleri çarpıştırma ana dayanağı. (karşıt görüşlü iki filozofu birbiriyle yalanlamak gibi zekice(!) )
-Abartıyor ve alakasız bağlantılar kuruyor ( kendi ana fikrine uygunlara ve uygun olmayanlara yaklaşımına bakınız)
her zaman söylerim, her insan ayrı bir dünyadır diye.. inanmak da bu işin içinde, çok subjektif bir eylem, o yüzden bunun skalası çok geniş.. en basitinden bir tanrıya inanıp yaşamında buna göre yönlendirmeyenler olduğu gibi inancı uğruna hem kendi yaşamını hem diğer insanların yaşamalarını katleden insanlar da pek azınlık değil.. o yüzden herkesi fanatizm ile yaftaladığı konusunda sizinle hemfikir değilim.. inanmanın ne olduğundan haberi bile yok demişsiniz, buyrun siz bize inanmak eylemi içinde olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatın, onu değerlendirip tartışalım..- İnanmanın ne demek olduğundan haberi bile yok. herkesi fanatizm ile yafyalıyor (egonun savunma mekanizmalarını kendi fikrine çekiyor)
- başta hümanizm üzerinden olmak üzere, duygu sömüsürü yapıyor.
"Kestirip atiyor" derken! neyi kast ediyorsun?
İblisin kovulma nedeni, insana secde etmemesi (onun üstünlüğünü kabul etmemesi) nedeniyledir..En eski öğretilerde bile bu cennetten kovulma söyleminin farklı biçimlerini bulabiliriz.Şeytanın insanı üstün görmeme nedeni, islami kaynaklarda kendisinin ateşten, insanın da topraktan yaratılmış olması savı üzerine temellendirilir çoğunlukla..Ama tüm bu simgesel anlatımlarda gözden kaçan (kanımca) şudur;(Bilgi ağacı-yasak meyva-Havvanın kandırılışı ve ademe yasak meyvanın sunumu-cennetten çıkarılış...vb)., Yaratıcı ademi yarattı ve ona "isim"leri öğretti..Yani kavram/kavramlaştırma yetisini bahşetti.Şeytan, bilgiye/bilgilendirilene-insana- hürmet etmeyi reddettiği için kovuldu..Günümüzde de bilgiyi/bilgeliği/zekayı şeytani bir yeti olarak görmek,sorgulamayı, kuşkuyu şeytani güçlerin etkisine bağlamak vs..gibi paganizmin kalıntıları mevcuttur ve ne yazık ki islami yorumlarda (pek çok alanda olduğu gibi) sıklıkla karşımıza çıkabilmektedir..
Hatırlayınız iblisi. Bir cindir. İnsana benzer özellikler taşımaktadır ve buna rağmen meleklerin arasında saygın bir konuma yükselmiştir. Ve melekler sorarlar yaratıcıya. Yine kan döküp bozgunculuk yapacak bir tür mü yaratacaksın diye. Yaratıcı da, siz benim bildiğimi bilmezsiniz der ve onlara seceyi emreder. Melekler koşulsuz itaat eder. Ancak iblis karşı çıkar ve kovulur. Burada insanoğlunun aslında çok yüksek bir potansiyele sahip olduğunu ve bazı insanların bu potansiyeli değerlendireceklerini vurguluyor yaratıcı. Ve bu zaten onları meleklerden üstün yapan şey. Diğer insanların helak olduğu manası çıkmaz buradan. Sadece bu seçkin insanların çok daha yüksek bir mertebeye sahip olduğu gerçeği çıkar ortaya.
Senin de dediğin gibi insan yaradılış itibarı ile ve potansiyel itibarı ile çok masum ve değerlidir.
sevgili evrensel-insan, seninle bu konuyu 3-4 yıldır konuşuyoruz.. sen insanoğlunun varolan zihin yapısını "düşünce şekli" olarak ben "bilinçaçıklığı" olarak değerlendiriyorum.. bir kavramın adını nasıl ifade ettiğimiz çok önemli değil ama sonuç itibariyle ikimiz de dünya insanlığının binlerce yıldır ve halen günümüzde sahip olduğu bu yapılanmayı ciddi bir problem olarak görüyoruz.. çünkü gözlemlediğimiz de insanoğlunun insana yakışır bir şekilde farkındalık ve bilinçte olmadığını, bu insandan öte değerler uğruna sürekli biribiriyle bir bölünme bozgunculuk içinde olduğunu dile getiriyoruz.. aslında insanoğlunun buna mahkum edilemeyceğini ve yine insanoğlu eliyle bu durumun düzeltilebileceği düşüncesini taşıyoruz..
ayrıştığımız noktaya gelince..
sen "sorun algısından" bahsediyorsun ve diyorsun ki; kişide sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur.. insanoğlu türünü bu bölücü bozguncu kaosa teslim ediyorsun..
ben de diyorum ki; evet günüzümüz bilim teknolojisinde sana hak veriyorum, kişide böyle bir sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur, bunu da zaten sık sık dile getiriyorum.. kişi bunları okuyarak, araştırarak, sorun algısı gelişmez, ta ki beyin nörokimyasındaki niceliksel değişime uğramadığı sürece.. yani hep dile getirdiğim kırılma noktasından bahsediyorum.. ben diyalektik materyalist açısından değerlendiriyorum.. maddenin niceliği değişmeden ürettiği nitelik(fonksiyon) değişmez..
gözlemlediğim kadarıyla; bu beyin nörokimyasındaki niceliksel değişimler genelde psikolojik bir travma ve/veya meditasyon dediğimiz olayla değişebiliyor.. yani kişi günlük yaşamında keyfi tıkırında(mutluluk/tatmin) ise kendisine yüklenen soyut öğretileri sorgulama ihtiyacı duymuyor. tüm yaşamı yüklenen bu soyutları gerçeklikmiş gibi algılayıp bu şekilde geçiyor ve kişi ölene kadar böyle bir yaşam biçiminde yaşıyor.. kişi ne zamanki bu keyfinin tıkırında olan durumu bir şekilde ciddi anlamda travma yaşıyor, ondan sonra varoluşu sorgulamaya başlıyor.. çünkü o bahsettiğim beyin nörokimyasındaki betonerme yapıda şiddetli bir deprem yaşanıyor ve tatmin/mutluluğumuzu sağlayan endojen morfinler (serotonin, dopamin adrenalin vs) salgılanmıyor ya da çok az salgılanıyor.. beyin nörokimyası yaşamda kalma itkisi ile yeniden bir yapılanma, kendini yenileme, sağlamlaştırma çabası içine girmek zorunda kalıyor..
işte bu aşamada sorgulama, araştırma ,okuma tartışma başlıyor.. kişi daha önce felsefeye çok fazla ilgi duymazken felsefeyle uğraşmaya, daha önce inandığı dini daha ayrıntılı öğrenmeye, sorgulamaya ve çok değişik kişilerle bir konuşma tartışma içine girmeye başlıyor..
neyse lafı çok uzattım.. benim anlatmaya çalıştığım şey sorun algısı olmayan bu kişilerde şimdilik yapılacak bir şey yok iken, geometrik hızla ilerleyen he türlü bilim sayesinde tıp bilimi de bundan nasibini alıyor.. bu gelişmelere paralel olarak önümüzdeki on/yüzyıllarda bu sorun algısı olmayan insaların da bir şekilde bu sorunu algılamaya ve/veya insanoğlunu yalancı bir dünyada yaşatıp biribirne düşüren bu kaosu önemli oranda düzeltilebileceği öngörüsünde bulunuyorum..
yani ben "sorun algısı yoksa yapılacak bir şey yoktur" deyip insanoğlunu bu yalancı dünyaya ve kaotik ortama teslim etmek istemiyorum diyelim..
O yuzden hem dusunce hem de "bilinc" bunun icine girer.
Tabiki bu sinirlar algilanmazsa ve ortadan kaldirilmak istenmezse bilincin onu acilmaz. Iste caba bu bilincin onunu acacak bilgi, birikim ve dusunceyi paylasmaktir.
ayrica insanoglunu fenomenal yapiya teslim ediyorsun ve numenal yetinin rolunu algilayamiyorsun.
sen burda bilinç kavramını hangi anlamda kullanıyorsun bilmiyorum ama ben "bilinçaçıklığı" derken halk arasında "şuur" denilen kavramdan bahsediyorum.. daha önce yazıştığımız TD sitesinde bunu bir kaç kez yazmıştım ama tekrar burda da dile getireyim..
biz tıp mesleğinde bilinci/şuuru değişik düzeylerde kapalı bir hasta geldiğinde durumun ciddiyetini anlamak ve değerlendirmek için "AVPU veya Glasgow koma skalasını" kullanırız.. konu tıbbi olduğu için anlaşılması zor ve sıkıcı olabilir ama kısaca aşağıya konuyla ilgili biraz alıntı vermek istiyorum..
alıntı..
Nöroloji pratiğinde bilinçlilik (consciousness) kişinin uyanık, kendisi ve çevresinden haberdar olduğu durum anlamına gelir. Koma ise bunun tam karşıtıdır. Bu iki ucun arasında ise ara kademeler vardır.
Somnolans (letarji) : Hasta uykuya eğilimlidir. Sesli uyaranlarla uyanıp sorulanlara doğru cevaplar verir. Fakat kendi haline bırakılınca yeniden uyuklamaya başlar.
Stupor : Sesli uyaranlara cevap alınamaz. İlişki kurabilmek için kuvvetli uyaran uygulamak gerekir. Tekrarlanan uyaranlarla hasta gözlerini açar. Bu sırada sözlü emirleri yerine getiremez veya emri yavaş ve yetersiz şekilde uygular.
Koma : Hasta dış uyaranlarla uyandırılamaz. Hafif ve orta dereceli komada hasta ağrılı uyaranı lokalize edip eliyle uzaklaştırmak ister. Yahut, yüz buruşturma gibi genel bir cevap verir. Derin komada ise her türlü uyarıya refleks düzeyde bir cevap bile alınamaz. Sadece vejetatif fonksiyonlar korunmuştur.
İnsanda uyanıklığın asandan retiküler aktivatör sistem (ARAS) adı verilen anatomik bir yapı tarafından sağlandığı kabul edilmektedir. Bu yapı, dağınık hücre grupları halinde beyin sapında rostral pons ve mezensefalon tegmentumunun paramedyan bölgesinden başlayıp talamus düzeyinde posterior paramedyan, parafasikuler ile sentromedyan ve intralaminer çekirdeklerin medyal bölgesini içine alarak korteksin her tarafına projete olan yaygın bağlantılardan oluşmaktadır. Bu yapıları etkileyen metabolik (örneğin hipoglisemi) veya yapısal her türlü değişiklik (örneğin beyin kanaması) komaya yol açabilir. Yani koma bir hastalık olmayıp çeşitli etyo-patolojik süreçler sonucu gelişen klinik bir tablodur.
Glasgow Koma Skoru (GKS)
* GKS, 3 ile 15 arası değerler taşımaktadır ; 3 en kötü, 15 en iyi prognozu gösterir. Üç parametre tarafından belirlenir : I)En İyi Göz Yanıtı, II)En İyi Verbal Yanıt, III)En İyi Motor Yanıt :
En İyi Göz Yanıtı. (maks. 4)
Gözlerini açmıyor. 1 puan
Gözlerini ağrıyla açıyor. 2 puan
Gözlerini sözlü komutla açıyor. 3 puan
Gözlerini spontan açıyor. 4 puan
En İyi Verbal Yanıt. (maks. 5)
Verbal yanıt yok. 1 puan
Anlaşılmaz sesler çıkarıyor. 2 puan
Uygunluk taşımayan sözler. 3 puan
Konfüzyon. 4 puan
Oriyante konuşma. 5 puan
En İyi Motor Yanıt. (maks. 6)
Motor yanıt yok. 1 puan
Ağrı ile ekstansiyon. 2 puan
Ağrı ile fleksiyon. 3 puan
Ağrıdan kaçmak. 4 puan
Ağrıyı lokalize etmek. 5 puan
Komutları yerine getirmek. 6 puan
işte ben bilinçaçıklığı derken kastettiğim budur.. yani kişinin şuurluluk/uyanıklık durumunu tıbbi terminolojiyle dile getiriyorum, felsefik anlamdaki bilinçten bahsetmiyorum..
nasıl uyanıklık, letarji, stupor, koma durumları arasındaki geçişlerde kişinin kendi öziradesi/istenci sözkonusu değilse, teizm düzeyi, nonteizm düzeyi ve aydınlanma düzeyleri arasındaki geçişlerde de kişinin öziradesi/istenci söz konusu değildir demeye çalışıyorum..
çünkü glaskow skalasında hastayı değerlendirirken biz biliriz ki; bu şuur durumunu belirleyen şey beynin fenomenel yani niceliksel yapısı söz konusudur.. kişi kendi iradesi ve istenciyle komadan stupor düzeyine, stupor düzeyinden letarjiye ve ordan da uyanıklık durumuna geçemez.. çünkü bilim diyalektik materyalizm düşüncesiyle çalışır.. maddenin niceliğini değiştirmeden farklı nitelik/fonksiyon bekleyemezsin.. nitekim koma değişik düzeylerinde gelen bir hastanın beynin fenomenal yapısında sorunu tespit eder ve ona yönelik bir tedavi uyguladığımızda kişinin bilinç/şuur durumu açılmaya başlar..
yani sen olayı "düşünce" bazında ben "bilinçaçıklığı" bazında alıyorum derken bunu kastetmiştim..
bu yazımı sitede sağlık sektöründen olanlar varsa vurgulamaya çalıştığım şeyi daha iyi anlayacaklardır..
şimdi sen ve ben insansal zihniyetten, senin tabirinle "insandışı" benim tabirimle "insandan öte" kavram ve değerlerin insanoğlunu nasıl bir bölücülüğe, bozgunculuğa ve kaosa götürdüğünü dile getirip bunun ciddi bir problem olduğunu ifade ediyoruz.. ama sen kişinin kendisinden bu sorunu algılayıp insanoğlu tür bilinç ve farkındalığını kazanmasını bekliyorsun ve bunu bilgi birikim ve düşünceyi paylaşarak olabileceğini dile getirip iddia ediyorsun..
iyi de bu bahsettiğin insanlar ölüm sonrası cennet cehhhenemi, reenkarnasyonu ve karma yaşamı basit bir inanç ve zayıf bir olasılık olarak algılamıyorlar ki.. daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi bir "gerçeklikmiş" gibi algılıyorlar.. yani "kuşlar uçan canlılardır" nasıl 10 puanlık bir gerçeklikse ölüm sonrası bu yaşamlar da aynı şekilde 10 puanlık bir gerçeklik gibi geliyor onlara.. dediğim gibi bilmek ve inanmak arsındaki farkın farkındalığı ciddi anlamda buharlaşmış bu insanlarda..
bu dünyadaki inancı ve eylemleri yüzünden ölüm sonrası bu yaşamları gerçeklik olarak algılayan insanlardan nasıl insansal tür bilinç ve farkındalığı bekleyebilirsin? ölümden sonra cehennemde yanacağını, yeniden farklı bir şekilde doğacağını, bir taş ağaç hayvan, kötürüm, fakir, vs gibi farklı bir şekilde tekrar sonsuza kadar yaşayacağını gerçeklikmiş gibi algılayan bir insan takar mı senin insansal zihniyet tür bilinç ve farkındalığını.. sanırım sen hayatında teizm veya diğer nonteizm düzeylerini hiç deneyimlemedin, bunların inanırlar tarafından nasıl algılandığı konusunda hiç bir fikrin ve deneyimin yok.. çünkü deneyimlemiş olsaydın birincisi bu insanlara bunları konuşarak aktaramayacağını ve aktarmaya çalıştığında sana karşı niçin böyle büyük bir öfkeyle saldırdığını algılayabilirdin.. işte o zaman da bu insanlarla empati kurup dalaşmaz ve onların bilinçdüzeylerini 2-3 yüzyıl eski olmakla suçlamazdın.. ve bu insanların inandığı değerleri yanlışlamaya çalışmanın onları nasıl çileden çıkardığını şiddetli bir öfkeye neden olduğunu algılayabilirdin..
mesela materyalist/ateistlerde de durum çok farklı değildir.. onlar da bir tanrının ve ölümden sonra yaşam olmamasına 10 puan vererek bir gerçeklik olarak algılarlar.. oysa tanrı ve ölüm sonrası yaşamlar bilimsel anlamda bir gerçeklik değil sadece insanoğlu bireyinin ortaya attığı basit bir tezden başka bir şey değildir.
ama nasıl bir teist tanrı ve ölüm sonrası yaşamlarının "olmama ihtimalini" yoksaymak ve reddetmek zorundaysa, aynı şekilde bir ateist de tanrının ve ölümsonrası yaşamların "olma ihtimalini" yoksaymak ve reddetmek zorundadır.. her iki grup da evrene bilimsel ve epistemolojik yaklaşamaz, mutlaka inançsal yaklaşmak zorundadır.. işte zihinde/egoda yaşamak dediğim budur ve bu durum o kişinin öziradesi ve istencinde değildir, olamaz da zaten.. çünkü irade ve istenç dediğimiz numenal yetiler yine bir madde olan beyin dokusundan türevlenmektedir.. aksini düşünmek zaten soyutçuluğa girer..
Ben suurdan bahsetmiyorum. Cognitive science yani bilissel bilimden ve bir kisinin dusunup davrandigi her ne ise bunu bilerek bilincli ve farkinda olarak yapmasindan bahsediyorum. Bunun tersi bilincalti ve alisiulagelmis, otomatiklesmi ve yerlesmis nesillerden nesillere aktarilan ve sorgulanmadan uygulanan her turlu etik yonlendirim ve yaptirimlardir.