yunus emre felsefesi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe kategorisinde şehrin yabancısı tarafından oluşturulan yunus emre felsefesi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,079 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe
Konu Başlığı yunus emre felsefesi
Konbuyu başlatan şehrin yabancısı
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Furkan Topal

şehrin yabancısı

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2009
Mesajlar
426
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Yunus Emre ve Dervişlik:

Yunus Emre’nin dervişliği şairliğinden ayrılmaz. Şiirleri inancının, dünya görüşünün, yaşama üslubunun dile gelmesidir.Hayatını yaparak, hatta belki yaparken şiirini de yapmıştır Yunus. Nice şairler gibi yaşadığı başka, söylediği başka değildir. Bir yolun, bir kavganın sözcüsüdür. Hakkın ve halkın hizmetinde olanların yoldaşıdır. Dervişlik, dinlerin, mezheplerin hatta tarikatların az çok dışında, belli kuralları, kitapları da olmayan bir ahlak okulu, bir insanlık disiplinidir diyebiliriz. Ana ilkesini kendini bilmek ve yenmek diye özetleyebiliriz. Kaynakları Hıristiyan, Yunan ve Hint felsefelerine kadar giden, benzerleri her çağda ve her yerde görülen bu okulun başlıca özelliği yaşanan, uygulanan, gündelik hayatın her yönüne indirilen bir felsefe olmasıdır. Bu bakımdan dervişler çağımızın existentialistlerini –varoluşçularını*- uzaktan andırır. Existentialisme de yaşanmayan, kitaplarda kalan, günün sorunlarıyla ilgilenmeyen kuru akılcı felsefelere ve ahlak öğretilerine karşı bir tepkidir. Dervişler üstüne uydurulan nice masallar da gösteriyor ki, Anadolu’da bir zamanlar kimbilir ne acayip kılıklarla dolaşan, akıllı mı deli mi olduğu kestirilemeyen bu insanlar çevrelerini şaşırtmış, yadırganmış, ayıplanmış, sövülmüş ama er geç, ya da yer yer sevilmiş ve sayılmış insanlardı. Elbet bu okulun da bütün okullar gibi bir moda yönü olmuş, sahtecileri türemiş ve zamanla gerçek niteliği unutulmuştur. Nitekim dervişlik aslında uyduluklara, düşünce ve yaşama kalıplarına, padişaha, hatta Tanrı’ya karşı bir insan diretmesi olduğu halde sonraları, dünyadan elini eteğini çekmiş, ne verirsen ona razı, elde tespih dilde dua, boynu kıldan ince, her kadere boyun eğmiş insanlara maledilmiş. Sıkı bir ahlak disiplinine girip ölüm korkusunu yenen Epikurosçuların* sonradan keyif düşkünü sayılmaları, Yunus’un çağındaki Kalenderilerin bugün kalender sözünün anlattığının tam tersine başlarını vermek pahasına sakallarını kesen insanlar olmaları gibi. Asıl İsa da işkenceye boyun eğen değil bezirganları tapınaktan koğan İsa’dır. Benim bu su götürür, yadırganabilir görüşümden sonra dervişliğin ne olduğunu da önce masallara sonra Yunus’a soralım.

Peygamber Tanrı’nın sevgili kulları olan dervişleri görmek istemiş, toplandıkları eve gitmiş, kapıyı çalmış, açmışlar, kimsin diye sormuşlar kendisine, o da: Peygamberim, demiş. Koca peygamber bu kapıdan sığmaz, güle güle deyip kapıyı yüzüne kapatmışlar. Uzaklaşırken, gökten bir ses: Ya Muhammed, vaz geçme, dön bir daha çal kapılarını, demiş. Peygamber bir daha gitmiş. Kimsin diye sormuşlar dervişler. Bu sefer de ben Tanrı’nın elçisiyim demiş. Öyle ulu kişi buralara sığmaz, hem bizim elçilerle işimiz yok demişler, kapamışlar yine kapıyı. Çaresiz uzaklaşırken, yine bir ses göklerden: Ya Muhammed, dön bir daha dene, demiş. Dönmüş Muhammed, bir daha çalmış kapıyı, açıp sormuşlar yine kimsin diye. Bu sefer Muhammed: Yoksulların hizmetçisi diye karşılık verince kapı sonuna kadar açılmış: Merhaba, hoş geldin, buyur, baş üzre yerin var deyip içeri almışlar. Muhammed aralarına oturmuş ve sormuş dervişlere: Sizler kimsiniz, nesiniz? Bizler kırklarız, birimiz neysek hepimiz oyuz, demiş dervişler. Öyle olduğunuz ne malum, diye sormuş peygamber. Birimizden kan aksa, hepimizden kan akar demişler. Bunu gösterebilmeniz gerek, demiş Muhammed. Bunun üzerine bir derviş bıçağıyla kolunu yarınca hepsinin kollarından kanlar akmaya başlamış. Bu sefer peygamberi imtihan etmek sırası dervişlere gelmiş. Önüne bir üzüm tanesi getirip: Ey yoksulların hizmetçisi, bunu bize bölüştür, demişler. Peygamber şaşırmış kalmış, hey Allah’ım, bir üzüm tanesini kırk yoksula nasıl dağıtırım diye düşünürken, Tanrı Cebrail’e: Tez yetiş, demiş, nurdan bir çanak al cennetten, sevgili Muhammed’ime götür; üzüm tanesini o çanak içinde ezip şerbet yapsın. Muhammed nurdan çanakta üzüm tanesini ezip üstüne su katmış ve dervişlere sunmuş. Dervişler bu şerbetten içip sarhoş olmuşlar ve Muhammed’i de aralarına alıp dönmeğe başlamışlar. Dönerken Muhammed’in başından sarığı düşüp dağılmış. Dervişler bu sarığı almış, kırka bölüp bellerine sarmışlar.

Bu güzel efsane dervişlerin halk gözünde ne saygın bir yeri olduğunu belirtiyor. Derviş masalları bütün bir edebiyatın konusu olmuştur Anadolu’da. Köylerde hala anlatılan bu masallara eski Anadolu efsaneleri de karışır: Kırklar yedi başlı ejderhadan kıral kızlarını kurtarırlar, buna karşılık aldıkları altınları yoksullara dağıtırlar. Altın Post efsanesinde olduğu gibi bir seccade üstüne oturup Karadeniz’i aşarlar; ateşlere atılır, yanmazlar; oturdukları yerden çimenler biter, kazdıkları yerden su çıkar; yüce dağ başlarında dev kartallarla yan yana otururlar, karşılarına çıkan kaplanı bir nara atıp kaçırırlar, bir üfürmeyle denizlerde fırtına koparırlar; vücutları büyür büyür odaları doldurur, parmakları uzar uzar canavarların gözünü oyar.

Bütün bunları nasıl başarır, bu insan üstü gücü nasıl elde eder dervişler? Kendi kendilerini, nefislerini yenerek, küçük kaygı ve çıkarlardan, kinlerden sıyrılarak, ellerin, dillerini ve bellerini dizginleyerek.

alıntı
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
"Benim bu su götürür, yadırganabilir görüşümden sonra dervişliğin ne olduğunu da önce masallara sonra Yunus’a soralım.
Peygamber Tanrı’nın sevgili kulları olan dervişleri görmek istemiş, toplandıkları eve gitmiş, kapıyı çalmış, açmışlar, kimsin diye sormuşlar kendisine, o da: Peygamberim, demiş. Koca peygamber bu kapıdan sığmaz, güle güle deyip kapıyı yüzüne kapatmışlar. Uzaklaşırken, gökten bir ses: Ya Muhammed, vaz geçme, dön bir daha çal kapılarını, demiş. Peygamber bir daha gitmiş. Kimsin diye sormuşlar dervişler. Bu sefer de ben Tanrı’nın elçisiyim demiş. Öyle ulu kişi buralara sığmaz, hem bizim elçilerle işimiz yok demişler, kapamışlar yine kapıyı. Çaresiz uzaklaşırken, yine bir ses göklerden: Ya Muhammed, dön bir daha dene, demiş. Dönmüş Muhammed, bir daha çalmış kapıyı, açıp sormuşlar yine kimsin diye. Bu sefer Muhammed: Yoksulların hizmetçisi diye karşılık verince kapı sonuna kadar açılmış: Merhaba, hoş geldin,"


Sevgili Şehrin yabancısı, Yunusu şöyle bir araştırırsan tarihsel süreç içerisinde 200 ün üzerinde Yunusa rastlarsın, araştırmacılar bunu 3-5 e indirselerde halen yaşayıp yaşamadığı belli olmayan biri, Çıkarılan rivayetlere göre şu ana kadar mezarı olarak gösterilen yer sayısı 4 üzerinde olsada o mezar rivayetleride tarihsel zamanlamalarla sıkıntılı, Turizm amaçlı şaibeleride ayrı konu.
Yunusa sorulan soru ve verdiği yanıt zaten Yunusun kim olduğunu söylüyor, Sohbet bir peygamber ile ve onun vücutlu hali ile yapılıyor, peygamber hadisleri Peygamber Vücutlarınında Fani olduğunu söyler yok olacağını...

Burda konuya getirmek istediğim bakış Dervişlik Asyada Bilgelik geneleğidir, Bilge olmasada halk onu korunmak yada söz geçirmek için rivayetlerle süsleyerek geliştirir, dönem dönem bunu beyler yaparken, dönem dönemde, taba yapar ikisininde amacı korunmaktır, birisi mevcut düzenini büyüğe bey'e saygı, iteat olarak pekiştirmek ister, diğeri basit bir olaydan dağa çıkanı bey katili halk kahramanı olarak dillere dolar, Yakın zamanlardaki Hamido, Barzani (Barzaninin Babası)gibi ...

Gelelim Yunus'a atıf yapılan Şiirlere; Yorum amaçlı seçkileri sürekli tanrıya yakarış ve tanrının da kendisi olduğu bu nedenle insanın kendi özüne dönüşü insanı Erdem'e ulaştıracağı şeklindeyken, zevk ve sefayı anlatan şiirlerde çoktur, birden çok çok fazla kıza aşık olmuştur, ki kendi yaşı belli değilken, 14 yaşlarıdır kızların yaşı, Yunus'a atfedilen şiirlerin gücü hakında en ufak bir itirazım yok, Felsefe Anadolu insanının yani İslam İnancı ile Asya ikileminde kalan insanların felsefesi...
Dini ılımlılaştırma politikasının bir parçası, bu aynı, Mevlana ve Pirsultanda yapıldığı gibi, Dünya Hoşgörü anlayışı gibi, Bunların fikir babalarıda Asyayı, Ortadoğuyu Barış adına kan gölüne çeviren anlayış.

Düşünün Bu gün ülkemizde korku İmparatorluğu oluşturulmak için Ergenekon gibi bir saçmalık bahane edilerek tarikatların üzerine, PKK nın üzerine gidilişin önü kesiliyor, Asker ve adliye, Üniversitedeki Önemli Bilim adamları, Atatürkçü çizgideki tüm sağ ve Sol gurupların temsilcileri yıldırılmak için bu bahane ile toplatılıyor, sorgusuz sualsiz, Peki bunu ne ile perdeliyorlar, Sanat açılımları, Barış açılımları, Hoş Görü Açılımları,Alevi Sayıştayları, Kürt Açılımlar, Ilımlı İslam ve sonuçta BOB.
Hangi ergümanları kullanıyorlar, Kültür, dil, ulus, sanat, Tarih, Barış, Kardeşlik... Peki Ön plana çıkardıkları Anzakların yiğitlikleri, Mezobotamyanın kültürü,Ana Dilin kutsallığı, İnsanların Kardeşliği, Eyalet Sisteminin Özgürlüğe katkısı, Peki bu konularda devreye kimleri Sokuyorlar, Mevlana başta olmak üzere Derviş anlayışını, Bölgesel zenginlikleri, Orhan Pamuk, Can Dündar, Ahmet Altan, Murat Bardakçı, Doğan Cüceloğlu, Sezen Aksu, elif Şafak, Şeyh said ve diğerlerini...

Sonuç...
Bu oyunlara gelmemenin yolu " Başkalarının fikirlerini kendine sancak yapanlar esaretten kurtulamazlar " mantığı ile mevcut dönemsel yapının sağlıklı gözlem ve inceleme sonucu kendi özgün çözümlerimizi bulmak bizleri her alanda başarıya götürecektir...
Saygı ve Sevgi ile...
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
ruhun denetlenmesi, bedenin denetlenmesinden önceydi. beden ruhu doğurmuş ve ruh onu denetimi altına almıştı. evrenin bir bütün oluşu gibi ruh ve beden bir bütünün bir parçasını temsil etmeye başlamışlardı. her şey, her şeyin içindedir.
 

rainbow64

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Şub 2010
Mesajlar
331
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
36
Dilinin söylediğinin kalbinin yansıması olduğu, sabır ile yola çıkılmış olmanın verdiği gururu bizlere iletmeyi bilmiş ; fazlada gözü olmayan mütevazılığa anlam katan bir derviştir.
 

Furkan Topal

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Eki 2010
Mesajlar
112
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Bana göre hastalıklı bir felsefedir. Nihilizm bile hiç bu kadar hastalanmamıştı. Varlığı belli olmayan, kimseyle konuşmayan ve kimseye görünmeyen bir tanrıyı herşeyden çok arzulamak, benim için hastalıktan ve şizofreninin uç noktasından öte geçmez.

Evet bunu aşk olarak tanımlayabilirler ama hayır, aşk bu değildir. Tanrı etkisiz elemandır bana göre ve etkisiz elemana karşı duyulan hisler, insanın kendi kendine çabalamasından başka bir şey değildir. Çabalar boşuna, hepsi toprak oldu şimdi. Yinede saygıyı elden bırakmamak lazım.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst