Yazarlar nasıl okuyor???

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde iuflsfozkn tarafından oluşturulan Yazarlar nasıl okuyor??? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,659 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Yazarlar nasıl okuyor???
Konbuyu başlatan iuflsfozkn
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Yazarlar nasıl okuyor?


Hobilerimizi anlatırken hep ilk sırada saydığımız 'kitap okuma' alışkanlığı gerçek hayatta aynı ölçüde karşılık bulmuyor ve yerini TV ve internete bırakıyor. Kitap okumamak için her zaman çok önemli mazeretler çıkıyor ne yazık ki. Hayatını yazmaya ve ilme adamış isimler ise, okumayı hayatın olmazsa olmazı olarak görüyor.



Her konuda üretebileceğimiz bir bahanemiz vardır. Mevzu kitap okumaya gelince bahanelerin ardı arkası kesilmez. "Kitap okuyor musun?" sorusuna verilen cevaplar ise hemen hazırdır: "İşten geç geliyorum, vaktim yok, yorgun oluyorum, bir de onunla mı uğraşacağım, oku oku nereye kadar!" Oysaki günde ortalama 5 saat televizyon seyreden bir toplum olarak bu mazeretler diziler, filmler için geçerli değil. Geniş okur kitlesine sahip yazarlara yoğunluklarına rağmen kitap okumayı nasıl başardıklarını sorduk. Kitap okumayı hayatın manası olarak gören yazarlar, hücrelerin yemek yemekle beslendiği gibi zihnin ve duyguların da okumakla beslendiğini belirttiler. Kitap okuyamadıkları zaman hayata tutunmakta zorluk çektiklerini söylediler ve nasıl kitap okuduklarını, okurken nelere dikkat ettiklerini anlattılar.

İlgi alanındaki kitaplar okumayı sevdirir

Prof. Dr. Ümit Meriç: Benim için okumak düşünce ve ifademi sonsuz boyutlara kadar genişletmektir. Kitap okumak için herhangi bir vakit belirlemem, vapurda, arabada nerede olursam olayım mutlaka kitabımı açar okurum. Okuduğum eserlerin mutlaka altını çizerim, makaleler de dahil. Ayrıca kitabın arka sayfasına yazarla ilgili görüşlerimi yazarım. Daha sonra bu kitabı tekrar elime aldığımda kolaylık oluyor. Okuduklarımı mutlaka arkadaşlarıma anlatır, mütalaasını yaparım. Birkaç kitabı bir arada okurum. Okumayı sevmeyen bir kişi öncelikle ilgi alanına giren kitapları okumalı. Örneğin yemek yapmayı seven birisi yemek kitapları okuyabilir.

Şimdi ne okuyor?

Senaryo Bülent Oran - İbrahim Türk

Bir Ruh Macerası-Ayşe Şasa

Sanatın Öyküsü-Gombrich

Aynı anda birkaç kitabı okumaya çalışırım

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu (Yazar): Okuyamadığım zaman hayata tutunmakta zorluk çekiyorum. Kitap benim için bir gıda. Her zaman her yerde kitabımı okurum. Aynı anda birkaç kitabı okumaya çalışırım. Genellikle yirmi-otuz sayfa roman, bir öykü, bir şiir (aynı şiiri bir hafta boyunca okurum) ve üzerinde çalıştığım sosyoloji-felsefe-tarih ağırlıklı kitaptan bir bölüm okurum. Okuduğum her kitabın arkasına kendi indeksimi yaparım. Çok yavaş okurum ve öğrendiğim her bilgiyi en az iki kişiye anlatırım. Böylece o bilginin hafızama yerleşmiş olmasını sağlarım. Anlatacak kimse bulamayınca da bir yazının içinde geçiririm. Okumayı sevmeyenlere kitap tavsiye etmek ilaç tavsiye etmeye benzer. Muhatabınızı tanıyın ki ona göre kitap önerin. Yoksa o kişiyi okumaktan daha da soğutursunuz.

Şimdi ne okuyor?

Muamma -Sema Karabıyık

Bu Anı Daha Önce Yaşamıştım-Murat Gülsoy

Karakter Aşınması-Sennet

Günde 50 sayfa okumadan yatmam

Ali Bulaç (Gazeteci-Yazar): İslam'ın ilk emri 'oku'dur. Ben de bu ayeti kendime düstur edindim. Genellikle okumalarımı evde, daha sessiz olduğu için geceleri sabah namazına kadar yaparım. Kitapları seçerek okurum, rastgele seçilmiş herhangi bir kitabı okumam. Ayrıca farklı konulardaki birkaç kitabı bir arada okurum. Özellikle Doğu ve Batı kültürü kitapları okumayı tercih ediyorum. Bir kitap disiplin içerisinde okunmalı, abur cubur yer gibi okunmamalı. Kitapların genellikle altını çizerim, dergi ve gazetelerdeki önemli yazıları da kesip konularına göre arşivliyorum. 20 yaşımdan beri tuttuğum bir arşivim var, herhangi bir konu için arşivime müracaat ederim. Günde 50 sayfa kitap okumadan asla yatmam. Çok okumak değil, nitelikli kitap okumak önemlidir. Bir konunun asıl literatürünü okumak gerekir.

Şimdi ne okuyor?

Atlıkarıncada Bir Tur Daha-Tiziano Tarzani

İktisadi Aklın Eleştirisi-Andre Gorz

Hâlâ iyi bir kitap okuma tekniği arayışındayım

Ahmet Turan Alkan (Gazeteci-Yazar): En verimli saatleri ne yazık ki gündelik yayınları okuyarak geçirmek zorunda kalıyorum. Ancak yatma saatlerine yakın kitaplara sıra gelebiliyor; bazen ikindiden sonra birkaç saat çaldığımız oluyor zamandan. Zihni yoğunluğa müsaade ettiği için o saatleri tercih ediyorum. Kitapta sayfa hesabı yapmıyorum hiç. Kitabına göre birkaç sayfa ya da birkaç yüz sayfaya kadar okuyabilirim. Kitap okumak için herhangi bir tekniğim yok, hâlâ iyi bir teknik aramakta olduğumu söyleyebilirim. Ancak kitap yazarken okuyucunun verdiği paraya değmesine dikkat ederim. Kitaplar insanları daha iyi insan yapmaz; sadece biraz daha zenginleştirir; ama zihnen. Kitap okumayı sevmeyen kişiler, kitap okuyan kişilerin hayatını kolaylaştırarak hayra hizmet edebilirler.

Şimdi ne okuyor?

Kaptan Paşa-Adolphus Slade,

Miskinler Tekkesi-Reşat Nuri Güntekin

zaman com tr
bensenveo 21.02.2010 15:47:29
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Büyük Yazar Olmak
Bir sorununuz yoksa, hayatı ve insanı tanımıyorsanız büyük yazar olamazsınız. Sizin yazılarınıza hayat ve
gerçeklik can katar. Başkalarından derleme ve toplama ile yazar olunmaz. Yazdıklarınız sizin düşünce ve
duygularınızın ifadesi olmalı. Çalma ve çırpma ile
ödünç bilgilerle bir şey yazılamaz. Yazılsa da kimse alıp onları okumaz. Bir ideolojinin emrine girmekle
değerli bir şey yazılmaz. Yaşantınız, tecrübeleriniz, size ait olan şeyler çok değerlidir. Gördüklerinizi ve
aklınızla vardığınız sonuçları yazın. Bunlar size ait şeylerdir insanların ilgisini çeker. Siz yazınızda ne kadar
siz olursanız o kadar başarılı olursunuz. İnsanlar söylediklerinizin size ait olup olmadığını çabuk anlarlar.
Başkalarının yazdıklarından elbette yararlanılacak ama yazdıklarınız sizin damganızı taşımalı.
Başkalarından öğrenilen şeyler sizin duyup his ettiklerinizi, tecrübelerinizi aydınlatmaya yaramalı. Onları
olduğu gibi alıp nakletmek hiç bir işe yaramaz. Dünyaca tanınmış yazar Dale Carnegie insanlara yazma ve
konuşma dersleri verirken şöyle anlatıyor ve diyor ki: bir öğrencim vardı güzel yazamıyor, yazdıkları bir işe
yaramıyordu. Ona dedim ki sen bu tarzı bırak, sabah kalkıp evden buraya gelinceye kadar gördüklerini yaz.
Öğrencim dediğimi yaptı ve yazdıkları herkesin ilgisini çekti, dikkatle dinlediler. Bir görüşe, bir cemaate, bir
ideolojiye bağlandıktan sonra ekseri yazar ve şairlerin performanslarında bir gerileme, yaratıcılıklarında bir
düşme meydana gelir. Çünkü yazarken bağlandıkları şeyi göz önünde tutarak yazarlar. Bu onları sınırlar.
Kaç tane bildiğim yazar, şair, düşünür var ki yeni bir inanç ve düşünceye bağlandıktan sonra eski yazdıkları
kadar değerli şeyler yazamamışlardır. Bunlara örnek olarak İsmet Özeli, Necip Fazılı gösterebiliriz. Onları
sevenler kabul etmese de bu böyledir. Bir yazarın hiçbir fikri ve ideolojisi olmasın demek istemiyorum. Bu
çok yanlış bir kanaattir. Fakat benim demek istediğim bir fikre uydurmak isteğiyle yazı yazmaktır. Görüp
kavradıklarınız sizde bir fikir uyandırmışsa o değerlidir. O yolda ilerleyiniz. Hatta bir inancı olan kimseler
daha etkili olurlar. Fakat anlamadığınız, tecrübelerinizin onaylamadığı inanışlara kendinizi uydurmaya
çalışmayın. Bu sizin gücünüzü, enerjinizi sınırlar. Veriminizi düşürür. Bu yalnız yazıda değil, sanatın diğer
dallarında da böyledir. Yukarıda dediğimiz gibi büyük yazar olmak hayatı ve insanı tanımakla mümkündür.
Hayata yönelin, daha çok deneyin ve yaşayın. Hayatınızı çoğalttıkça yazmak kendiliğinden kaliteli ve
değerli olur. Yazar deyince ben bunu anlıyorum. Yazar ile araştırıcıyı birbirinden ayırmak lazım. Yazar
otantik gerçekliği yakalamaya çalışır. Araştırıcı başkalarının yazdıklarını devşirir. İkinci elden gerçeklerle
uğraşır. Belki üçüncü, belki onuncu elden gerçeklerle... Falan ne dedi, filan ne dedi ile uğraşmak yazarlık
değildir. Hamallıktır. Hamallara kim kıymet verir. Bunları öldükten sonra kim okur. Öldükten sonrayı bırak,
yaşarken bile okunmazlar. Kıyamete kadar okunmak dileğiyle yaz! Kıyamete kadar okunmasa da epey
kaliteli olur. Değerli görmediğin hiçbir yazını muhafaza etme. Değerli olanlar çok az olur. Olsun! Bir sürü
değersizden daha iyidir. Çok toprak kazılır fakat değerli bir mücevher nadiren çıkar. Bol olan şeyin kıymeti
yoktur. Herkesin yazabildiğini yazma. Her zaman yazabildiğini yazma. Kendini aşarak yaz. Her yazında bir
öncekini geçemiyorsan boşuna yazıyorsun dostum. Kendin için yaz, hiç kimseyi düşünme. Kendin
beğenmedikten sonra insanların huzuruna çıkarma. En büyük eleştiriyi sen kendine yapacaksın. Hem de
insafsızca... Kendini eleştireceksin ki kimse seni eleştiremesin. Yazı derde derman olmalı. Senin derdine,
kimsenin derdine değil doğal tabii Önünde bir engel var. Her gün yazarak o engeli aşmaya çalışıyorsun.
Yazdıkça derdini iyileştiriyorsun. Yazmak hayatının yegâne uğraşı değilse o adam yazar falan değil, yazma
heveslisidir. Yazma heveslisi de iyidir, çünkü yazmayı taklit ediyor. Bir şeyin taklidi bile değerli ise kendisi
ne kadar değerlidir, anla! Kitap ve yazı bize Peygamberlerden kalmadır. Bizim dinimizin özelliği kitaba
dayanan bir din olmasıdır. Ehli kitap bir dinin mensubuyuz. Ve ehli kitaba muhabbet besleriz. En büyük
peygamberler kitapları olanlardır. Yazı ve kaleme Allah Kuranda yemin ediyor. Onun için yazı yazanlar
peygamberlerle akrabadır. Yaptıkları iş kutsaldır. Peygamberimizin ümmi olması yazının değerini daha
yükseltiyor. O, yazı bilene değer veriyordu. Yazıda üslup ve ifade tarzı önemlidir. Güzel ve ahenkli, açık ve
duru, veciz ve akıcı yazmak yazının değerini yükseltir. Bu yetenekte yazarlar pek azdır. Şüphesiz ki en
büyük örnek kutsal metinlerdir. Hiçbir beşeri yazı bunlar kadar ifade gücüne sahip olamaz. Onun için son
dinin üstünlüğü edebiyat ve belagat cihetiyle olmuştur. Gerçek değeri olan bir metni özentili, süslü,
Sayfa: 1 Toplam Sayfa: 2TÜRKİYE BİLİM SİTESİ
yapmacıklı, tumturaklı ve üslup yapma çabasıyla yazılmış yazılardan ayırmalı. Anlamsız boş sözleri hiçbir
çaba değerli kılmaz. Bu, içerik ve bilgi yetersizliğinden gelir. Yeterli bilgi birikimine sahip olmayanlar bu
açıklarını söz oyunları ile kapatmak isterler. Gerçek bir yazar açık ve yalın bir dille yazar. Hiçbir doldurma
cümleye yer vermez. Doğrudan konuya girer. Malumatfuruşluk yapmaz. Yazısında bir tek lüzumsuz cümle
bulamazsınız. Günlük konuları bırak dostum! Bütün insanlığın temel konularını ele al. Bir Homerus, bir
Firdevsi, bir Hariri, bir Shakspeare, bir Dostoyevski olmaya çalışarak yaz! Ve hiçbir ödül beklemeden yaz!
23 Eylül 2009
Sayfa: 2 Toplam Sayfa: 2
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Niçin roman yazar ve okuruz?
Mutlaka her insan rastladığı bir şeyin, olayın ardını merak eder; sıradan kişiler için bu merak kısa sürebilir; olayın ortadan kalkmasıyla ondaki merak da sona erebilir.

Fakat romancı, tecessüsüyle baş edemeyen, adeta ona yenik düşüp emrine girendir. Olaylar karşısında yüreği de ona kendini duyurur. Aksi takdirde Emile Zola, tanımadığı bir gencin suçsuzluğunu ispat etmek için üç yılını verip edebiyat dünyasına ünlü "Dreyfüs Davası"nı kazandırır mıydı?

Romancının sorumluluğu herkes gibi bireysel değildir; çevresinde olup bitenlerden de kendisini sorumlu sayar. Dolayısıyla insanların içinde bulundukları durumlarını tanımaya, dramlarını idrak etmeye kendini zorlarken, başkalarına verdikleri zararı fiil sahiplerine duyurmaya, onları sorumluluk sahibi yapmaya da çalışır.

Romancıyı ilim adamından ayıran en büyük özellik, sezgilerinin çok güçlü olmasıdır. Bu sezgilerle ilimle ulaşılamayan insan ruhunun girift, en karanlık dehlizlerini aydınlatır. Aksi takdirde Shakespeare'in kahramanlarının, Dostoyevski'nin resmini çizdiği Raskolnikov'un, Karamazov Kardeşler'in kişiliklerini yakından tanıyabilir miydik? İlginç kahramanlar bulup okuyucuya tanıtmak durumunda bulunan romancı bir yanıyla kâşif, diğer yanıyla da analizcidir.

Bilim insanı, şahsiyetinin oluşmasını ele alarak kişinin hal ve tavrını izah edebilir. Fakat mutlu veya mutsuz olması, tamamen subjektif bir olay olduğu için bilim adamının bu konuda söyleyeceği söz yoktur; çünkü aynı olayları yaşayanlar, aynı imkânlara sahip olanlar mutluluk bakımından aynı noktada bulunmazlar. Mutluluk konusunda kişinin özel bir hali vardır; bu tamamen ruh dünyasıyla ilgilidir. Bunun sebeplerini romancı ancak sezgisiyle kavrar, güzel, bize hoş gelen bir üslupla anlatır.

İyi bir sanatkârın antenleri uzun olduğu için herkesin göremediğini görür. Bazen içinde bulunulan veya yaklaşmakta olan tehlikeden dolayı çığlık atar. Ama çevresindekiler onun gördüklerinin, sezdiklerinin farkında olmadıkları için çığlığını duymazlar. Bu da romancıyı yalnızlaştırır. Yalnızlaşan romancı, kalemine sarılmaktan başka çare bulamaz.

Günlerimizin binbir güçlükle geçmesi, hayatta karşılaştığımız sıkıntılar bize yetmiyor mu ki, bir de benzer olaylarla dokunmuş roman okuyalım? Bu iddia doğru görünmesine rağmen gerçeği yansıttığı söylenemez; çünkü bir başkasına ait sıkıntılar, bize acı verirken, bizi kendi dünyamızdan koparır; farklı bir âlemde nefes almamızı sağlar. Okuduğumuz romanın sayfaları ilerledikçe değişik bir iklimde yaşamaya başlarız.

Gün olur ki hayatta hiç tanımadığımız tiplerle karşılaşırız. İnsan, komplike bir varlıktır; tavır ve davranışları zihnimizi kurcalar; fakat geldiği hayatı bilmediğimiz için izah edemeyiz. Bu da aramızda bir sır duvarı oluşturur; bizi birbirimize yabancılaştırır. Ama romanlarda öyle tiplerle karşılaşırız ki, bizim için muamma olan tipin aynısı olabilir. Romancı onun hayatını anlattığından zihnimizde düğüm olan problemlerin çözüldüğünü de hissederiz. Gerçek hayatta karşılaştıklarımızın haklarında şüphelerimizin giderildiğini, kanaatlerimizin doğrulandığını veya yanlışlandığını idrak ederiz. Dolayısıyla romanlar, kanaatlerimizin test edilmesi bakımından son derece önemlidir.

Peyami Safa, Panait İstrati gibi büyük romancılar, üsluplarını, eserlerini teknik bakımından zedelemeden anlattıklarıyla hayatın özüne dair derin görüşler ifade ederler. Mesela İstrati "Sokak Kızı"nda şöyle der: "Büyük ruhlar derin ırmaklar gibidirler; her an diplerini tazelerler." Romandaki olaylar bizleri sürüklerken, yazarın hayata dair görüşleri ruh ve zihin dünyamızı zenginleştirir.

Romancı, yüreği bir başkası için çarpan insandır; merhametin zorlamadığı, duyduğu acıların yönlendirmediği bir insan günlerce bir odaya kapanıp gece gündüz yazabilir mi? Böyle bir insanın hissettiklerinde sıradan insanlar engin nimetler bulmaz mı? Onun tespitleri bizler için hayatı daha cazip, daha renkli hale getirmez mi? m.niyazi@zaman.com.tr

m.niyazi@zaman.com.tr
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
"Yazarlar da çocuktu"...
7 Ocak 2011 tarihli Dünya Kitap çok hoş, çok duyarlı bir dosya açmış: "Yazarlar da çocuktu".

Fikir ve teklif Nermin Sayın'dan gelmiş. Faruk Şüyün, "Sevgili Nermin Sayın, 'yazarların çocukluğunun edebiyatlarına etkileri'ni işlediğimiz bir sayı hazırlayalım dediğinde" pek sıcak bakmamış. "Endişem, samimiyetle ilgiliydi. O kadar hassas bir konuydu ki bu, eğer gerçekten içten yazılar gelmezse, çok kuru, lezzetsiz bir bölümle sizlerin karşısına çıkabilirdik."

İyi ki Nermin Sayın önermiş; Faruk Şüyün yanıldığını kabul ediyor. Yazarlarımızın çocukluk fotoğraflarına, o fotoğraflardan yola çıkarak yazdıklarına 'bayıldım'. Şimdilerin bir dolu karanlığında içim aydınlandı. Diyebilirim ki, bir demet masumiyet!

Ahmet Ümit, işte altı yaşında! İskenderun'dalar. Aziz dostum denizi ilk kez görüyormuş. Zaten fotoğraftaki hanımlar, Ahmet'in denize doğru adımlarına bakakalmışlar: Anne, babaanne, anneanne, abla. Kim bilir ne hissetmişti küçük Ahmet Ümit? İskenderun'un denizi ona neler söylemişti?

Taş bebekleri andırır çocuk Ayşe Kulin, bir bahçede. Bu bahçe İstanbul'da mıydı, bilmiyoruz. Ama bugünün çok sevilen yazarı, babasının Anadolu'dan gönderdiği kartpostalları şiirleştirmiş. Mühendis baba, Ayşe'ye Ordu'dan fındık alıyor, Yeşilırmak boyları kekik kokuyormuş, sonra Dicle...

Evet, kartpostallı yıllardı. Meselâ ben, epey zengin, bir kartpostal koleksiyonuna sahiptim. Tıpkı Ayşe Kulin'in babası gibi, babam kartpostallar gönderirdi. Ama koleksiyonumun en güzel kartpostalları dayımdan. Dayım, Demokrat Parti yılları, Devlet Demir Yolları'nın umum müdürü; sık sık yurt dışına çıkıyor. Gramofon Hâlâ Çalıyor'da yazdığım gibi, dünyanın dört bir yanından kartpostallar. (Gramofon Hâlâ Çalıyor'da biraz sarakaya almışım; şimdi o yitik kartpostallar için epey üzülüyorum...)

Sevgili Buket Uzuner kırmızı trenlerden, rugan ayakkabılardan söz açıyor. Fotoğrafında handiyse emekleme çağında. Sevgili Elif Şafak -ilkokullu fotoğrafında o kadar hüzünlü bakışlarıyla- içine kapanık bir çocukmuş: "Okumayı, hayal kurmayı, kurduğum hayalleri kâğıda dökmeyi sevdim." Galiba ben de...

Haydar Ergülen'in Eskişehir fotoğrafına uzun uzadıya baktım. Onun neden bunca duyarlı, incelikli şiirler yazdığını sanki bu fotoğraf söylüyor.

Hıfzı Topuz, 1951'de gencecik bir gazeteci. Hemen altında İskender Pala: O da ilkokullu, o da hüzünle ve belki biraz endişeyle bakmış objektife. Teksas'lardan, Tommiks'lerden Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'na, çocukluk, okuma macerasını şu içli ifadeyle noktalıyor: "Ne güzel yıllardı; okuma gözlüğü olmadan sayfalar arasında dolaşabiliyor, değişik zamanlardan ve farklı coğrafyalardan dostlar edinip onlarla sohbet edebiliyordum."

Düşündüm de, İskender Bey ne kadar haklı! Farkında pek olmadan, o yaşlarda, kitapların sağladığı imkânla çıktığımız yolculuklar! Kâh Hindistan'dayız, kâh Amerika'da, Hugo'nun anlatımıyla Paris'in sefiller yurdunda. Ben, Dickens'ın sayesinde Londra'da, hem de on dokuzuncu yüzyılda, âdeta yaşamıştım!

Doğrusu, sevgili Mine Söğüt'ün son paragrafını alıntılamadan geçemeyeceğim; tekrar tekrar okudum:

"Bugün ben karamsarlıktan beslenen romanlar, hikâyeler yazıyorum. Umutla kundaklanıp büyütülen çocukluğum, gözlerini kısmış uzaklardan şüpheyle bana bakıyor. Neden, diyor, neden bu kadar karanlıksın. Yetişkinliğim kasvetli bir kuyunun derinliklerinden ona sesini duyurmaya çalışıyor, yeniden aydınlanabilmek için, diyor. Yeniden aydınlanabilmek için..."

Parmaklarını dudakları arasına sokmuş küçük çocuk ise, bugünün usta şairi, aziz dostum Refik Durbaş! Müthiş bir aile fotoğrafında! Ve Durbaş'ın 24 Aralık 2010'daki dizeleri: "Ömrümün yaz bahar kışında / şimdi kaç yaşında çocuğum ben"...

Nihayet 'gözlüksüz' Yekta Kopan. Kaç yaşında? Kaşlarını niye çatmış? Yekta, büyük bir sevgiyle Can Yücel'i anlatıyor...

Dünya Kitap'ın kocaman Faruk Şüyün'ü ise, sondan bir önceki sayfada küçücük bir çocuk. Annesi ve anneannesiyle. Onlara duyulan sonsuz özlem. Eh, artık gözyaşlarımı tutamadım.

Nermin Sayın'dan esinlenme bir önerim var: Gazeteler bir köşe açsalar; her gün bir çocukluk fotoğrafı, başta politikacılar, herkes çocukluğunu anlatsa! Bana öyle geliyor ki, çok şey değişir... s.ileri@zaman.com.tr
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Fotoğraf çekiyor olsam sonsuza kadar diğer fotografçıların fotograflarını görmek isterdim ama yazar olsam ve yazar içeriği okusam gerçekten özgün, tatlı, kendine has dili olan içerikler ya da ustaları okurdum ve daha az okur eminim daha çok üretir ve yazardım hatta bu üretme yazma işinde okumaya artık fırsat bulabilir miydim bilmiyorum
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst