Yaşamak nefes almaktanmı ibaret

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefi Tartışmalar kategorisinde ssg44 tarafından oluşturulan Yaşamak nefes almaktanmı ibaret başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,901 kez görüntülenmiş, 19 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefi Tartışmalar
Konu Başlığı Yaşamak nefes almaktanmı ibaret
Konbuyu başlatan ssg44
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan ssg44

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
İnsanların bu telaşları niye? Bekleyenleri olmalı! Çoğu; bir bekleyeni olmasının ne büyük bir hediye olduğundan habersiz..
Ey Aşk; seni nasıl özledim, bilemezsin! Çevremi saran aşıkların renklerine hasretim. Bir cüzdanın içinden, sevilenin sararmış bir resmi çıksın istiyorum. Okurken, gözlerinden dökülen yaşlarla mürekkebi bozulmuş mektuba dalıp giden birini görmek istiyorum. Çok mu eskidim, özlediklerim mi çok eski?

Gözümden bir damla akar, rüzgarla savrulur, bir martıya çarpar.
Sendeler bir an martı çünkü bilir gözyaşıyla denizin suyu arasındaki farkı.
Bir anda geminin etrafını martılar sarar.
Sen, eşlik ediyorlar sanırsın ama martılar hep, o bir damla gözyaşının sahibini arar…
 

naenia_Ss

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Şub 2011
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
ne yazıkki artık herkes yaşamak dediğin şeyi kes kopyala yapıştır olarak devam ediyor yaşamak dediğin artık tüketmek ben merkezli komplo teorileri kurarak yaşatıyor kimsenin kimseyi beklşemeye ne tahammülü ne zamanı var hızlı yaşıyoruz herşeyi erken tüketip anlamını sömürerek
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
ne yazıkki artık herkes yaşamak dediğin şeyi kes kopyala yapıştır olarak devam ediyor yaşamak dediğin artık tüketmek ben merkezli komplo teorileri kurarak yaşatıyor kimsenin kimseyi beklşemeye ne tahammülü ne zamanı var hızlı yaşıyoruz herşeyi erken tüketip anlamını sömürerek

Hayat dediğin herşeyi yaşıyarak tecrübe edecek kadar uzun değil, yaşanmışlardan ibret ve ders almak lazım.
Hayatın yemek içmekten ibaretse bu söz doğru, yok bir başkası için üzülüyor, acı çekebiliyorsan, mutluluklarına birlikte sevine biliyorsan hayatının anlamı vardır.
Eğer insanlar salakça şeyler yapmasaydı, akıllıca işler yapılamazdı.


Hayat ancak geriye doğru baktığında anlaşılabilir ama hep ileriye doğru yaşanır.
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Dünya nimetlerine önem vermeyen yasayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karsılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek olanaksızdır. Mağrur zengin, filozofa:
Ben bir serserinin önünde kenara çekilmem.
Bunun üzerine Diyojen kenara çekilerek,gayet sakin su karşılığı verir:
Ben çekilirim.
 

naenia_Ss

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Şub 2011
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Hayat dediğin herşeyi yaşıyarak tecrübe edecek kadar uzun değil, yaşanmışlardan ibret ve ders almak lazım.
Hayatın yemek içmekten ibaretse bu söz doğru, yok bir başkası için üzülüyor, acı çekebiliyorsan, mutluluklarına birlikte sevine biliyorsan hayatının anlamı vardır.
Eğer insanlar salakça şeyler yapmasaydı, akıllıca işler yapılamazdı.


Hayat ancak geriye doğru baktığında anlaşılabilir ama hep ileriye doğru yaşanır.

ne yazıkki şimdilerde kimse kimseye üzülmüyor herkes kendi yaşadığının derdinde.... evet tecrübe edecek kadar uzun yaşamıyoruz ama tecrübe ettiklerimizide artık kendimize saklıyoruz ne yazık
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
ne yazıkki şimdilerde kimse kimseye üzülmüyor herkes kendi yaşadığının derdinde.... evet tecrübe edecek kadar uzun yaşamıyoruz ama tecrübe ettiklerimizide artık kendimize saklıyoruz ne yazık

işte o bahsettiğin şahıslar bu dünyaya sadece nefes alıp vermeye gelmiş, benim söylediğim söz burada devreye giriyor hayat nefes almaktan ibaret değil. Acılar paylaşıldıkça azalıyor, aksine mutuluklar paylaşıldıkça çağalıyor. Amaç bu olmalı yani paylaşılmalı, eğer tecrübeler dediğin gibi saklansaydı sen bunları bilmeyecektin banada söylemeyecektin, artık tecrübeler saklanılıyorsa o zaman bizler saklamıyacağız
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Bu aşağıda anlatılan uzun bir anlatım ama okunmaya ve paylaşımaya değer.

Mantık Çarpıklıkları

--------------------------------------------------------------------------------

Çoğu insan "toplumu", akraba, dost gibi yakınlık duyulan insanlardan oluşan veya bu tür insanların dahil edilmesine uğraşılan bir "birliktelik türü" olarak algılar. Durum böyle olunca, toplumsal hayat sistemi içindeki verimlilik zorunlu olarak düşer ve geri kalmışlık durumu ortaya çıkar, çünkü, toplum, iş ve meslek dallarında en iyi olanlardan değil, "dost veya akrabalık" özelliklerine göre oluşturulmuş olduğundan (her dost veya akraba da, iş ve mesleğinde en iyisi olmadığından) toplumsal hayatta üretim ve verim gittikçe düşer. İşte, mantık çarpıklığı burada belirginleşir: Hayattaki amaç, refah ve mutluluk içinde yaşamak mıdır, yoksa yokluk ve sefalet içinde yaşamak mıdır? Elinden bir iş gelmeyen, hatta deli-dolu davranışlarıyla sürekli sorunlar yaratan bir "akrabayı", toplumsal hayat sistemi içine sokup, sonra da, hayattan şikayet etmenin mantığı nerededir?

Bir beyin neyle çok meşgul ediliyorsa, o konuda başarılı olur. Örneğin, sabah -akşam bir kağıt oyunuyla ilgilenen kişi, o oyunu diğer insanlardan daha iyi oynar. (Bunun nedeni, beyindeki o konularla ilgili hücrelerin birbirleriyle daha sıkı bir örgütlenme içine girerek, daha hızlı işlem yapabilmeleridir.) Bir toplumdaki insanların temel sorunu, daha rahat ve mutlu yaşayabilmek için, toplumsal hayat sisteminin nasıl düzenlenmesi gerektiği olmalıdır; dolayısıyla insanların beyinleri daha çok bu konuyla meşgul olursa, bu sorunun çözümü için formüller üretebilirler ve en iyi yöntemi bulabilirler. Toplumumuzdaki sıradan bir insanın zorunlu olduğu çalışma ve uyku süreleri dışındaki zamanını nasıl geçirip, beynini en çok nelerle meşgul ettiğini araştırdığımızda, ortaya şu sonuç çıkmıştır:

» % 80-85'i film, sohbet, spor, kağıt oyunları, gazete, TV, vs. tür çeşitli eğlence türleriyle; » % 15-20'si dedikoduyla veya başka insanları tenkit etmekle, "bizden adam olmaz, bu ülke kalkınmaz, vs." gibi umutsuzluk edebiyatıyla ve benzeri boş işlerle!

Görüldüğü üzere, insanların çoğunluğunun gündeminde, toplumsal sorunların çözümü için kafa yorması diye bir şey yoktur. Hücrelerden oluşmuş bir bedenin hücrelerinin, dış ortam koşullarına uyumlarının sağlanması için, hücrelerin eğitilmeleri, programlanmaları gerekir. Bu da genellikle ve özellikle çocukluk evresindeki "oyun" sistemleriyle sağlanır. Hayvanlar küçükken nasıl avlanacaklarını, vs. oyunlarla öğrenirler. Bu onların yapması gerekendir. Halbuki insan, diğer hayvanlardan farklı olarak, sorunlarını duyu organlarından aldığı verileri yorumlayarak vücudu dışında "kültür" denilen eserlerle çözmeye başlayan bir yaratıktır; kültür ise bireysel değil, toplumsal olarak ortaya konulabilir. (Tek başına bir insan toplu iğne bile yapamaz!) Dolayısıyla "oyun veya spor" anlayışında, ağırlık bu konuya verilmelidir. Ancak insanlar "oyun vaya spordan" genelde sadece kas hücrelerini geliştirici hareketleri anlarlar. Halbuki (insanın tanımı gereği) "insanların oyunları, bedensel kas geliştirilmesine yönelik değil, toplumsallaşmanın nasıl sağlanacağına yönelik beyinsel devreler oluşturulması" konularında olmak zorundadır. Yani insanlar çok özel canlılardır ve onlar için "beden eğitimi değil beyin eğitimi" önemlidir. Bu da, insanların hala ne kadar mantıksız davrandığını gösterir. Hele hele "top" oyunları gibi doğal hayatta gerçek hiçbir değeri olmayan "spor" dallarıyla uğraşması, hangi mantıkla bağdaştırılabilir?

Peki bu tür insanlardan oluşan bir toplum, nasıl toplumsal düşünce ve davranış içine girebilir? Zamanlarının büyük bir kesimini, toplumsal hayat sistemine hiçbir katkısı olmayan, tersine, sadece tüketici olarak pastadan pay alan futbol, at yarışı, kumar vs. gibi "toplumsal hayat sistemine zararlı" meslek kollarıyla meşgul ederlerken, "toplumsal hayat sistemimizi nasıl düzenlersek daha rahat ve mutlu yaşayabiliriz?" konusuna; veyahut toplumsal hayatta mevcut daha yüzlerce iş ve meslek koluna gündeminde hiç yer ayırmayan insanların mantığındaki hedef çarpıklığı ne kadardır dersiniz? Bundan daha büyük bir mantık çarpıklığı olabilir mi?

Beyinler çocukluk çağında düşünce ve davranışları etkileyici şekilde programlanırlar. Her aile (veya toplum) genel olarak, kendi soyunu ve inancını yüceltici, başkalarınkini küçültücü bir yaklaşımla çocuklarını yetiştirir. Bu tür eğitimlerden geçen gelecek kuşaklar birbirleriyle uzlaşma ve işbirliği içine girme yerine, birbirlerine güvensizce, hatta düşmanca bakacakladır. İnsanın ve toplumun tanımında, kültür oluşturabilme özelliği vardır; kültür bilgiyle ve bilgiye dayalı hizmetlerin karşılıklı alışverişiyle (ortaklık ve yardımlaşmayla) oluşturulur. Bilgi ve işe yarar hizmet ise, illa bireyin kendi ailesi (veya toplumu) içindekilerde değil, genellikle dışarıdakilerde bulunur. Halbuki geleneksel eğitim sistemi, dışa dönük ilişki kurmayı engelleyici özelliktedir. Bunun sonucu insanlık, kendi içindeki "deli" veya işe yaramaz yakınlarıyla uğraşmaktan kurtulamamakta ve bunun doğurduğu sıkıntı ve işkencelerle, yeryüzündeki bu kısa ömrünü tüketmek zorunda kalmaktadır. Peki bunun mantığı nerededir?

Aşırı bencil olarak yaşayan insanlar yeterince akıllı olmayıp, kısa vadeli hesap-kitap yapan insanlardır, çünkü: hep kendileri en fazla kazanacak şekilde bir yaşam sürerler. Bunun sonucunda, i) toplumun "enerjisi" niteliğindeki para veya mal aşırı şekilde bir yerde depolandığından, doğadaki tüm dengesiz dağılımlarda olduğu gibi, kısa ömürlü olur ve sonunda dağılırlar; ii) evlatlar bu servetlere güvenip, kendilerine uygun bir meslek sahibi olmaktan uzaklaşabilirler ve bunun sonucu hem kendileri mutsuz olurlar, hem anne-babalarını mutsuz ederler, hem de topluma zararlı olurlar.

Değişim ve dönüşüm doğadaki her sistemde mevcuttur, tabii insanlarda da! Bunun için her yeni doğan çocuk, hem anne-babasından çok farklı olarak dünyaya gelir, hem de diğer kardeşlerinden farklı olur. Ama mantık çarpıklığı olan insanlar bunun farkında olmadıklarından, çocuklarının da aynen kendileri gibi olup, kendileri gibi düşünüp davranmaları beklentisi içindedirler. Bu nedenle de çocuklarla ebeveynler arasında sürekli tartışmalar kavgalar olmaktadır.

Bir başka mantık çarpıklığı örneği ise alkol, sigara, uyuşturucu veya kumar gibi kötü alışkanlıklara sapılması olayında görülür. Beyinlerdeki işletim sistemi programlarından birinde, "ödüllendirme devresi" şeklinde özel bir işletim devresi de bulunmaktadır. Bu işletim devresinin amacı, dış dünyaya uyumu kolaylaştırmak için, sık sık karşılaşılan olayları "dopamin" gibi hormonlar salgılayarak, hücreleri bu olayların tekrarlanmasına karşı istekli kılmaktır. Yani bir olay sık sık tekrarlanmaya başlandığında, hücreler bu olayı, dış dünyada bir değişiklik olduğu ve bu değişikliğe uyum sağlanması gerekliliği şeklinde değerlendirirler ve bu olayı ödüllendirme devresi içine alırlar. İşte mantık çarpıklığı burada yatar: Sanki vücut dışı ortamda bu maddeler içinde yüzülüyormuş, veya hayat bu şekilde devam ediyormuş şeklinde programlanan hücreler, bu program uyarınca, sürekli olarak o şeye veya olaya karşı ilgi duymaya başlarlar. İnsanların mantıksızlığı ise, hücrelerinin nasıl bir işletim sitemine sahip olduklarını bilmemelerindedir!

Her insan beyni genellikle çocukluk evresinde, gerekli bilgilerle donatılarak programlanır. Her beyin bedenin tüm sorunlarını çözmekle yükümlüdür ve bunun için ne gerekiyorsa yapar. Beyine yüklenen bilgiler arasında dogmatik nitelikli olanlar varsa ve beyinler bu dogmatik verileri değiştirmek hakkından yoksunsalar, o zaman o beyinler hayali çözümler üretmeye mecbur olurlar. Doğa ve dünya sisteminin değişmez ve sonsuz olduğu şeklinde bir dogma ile sorunlarını çözmek zorunda olan bir beyin, neden kendi bedeninin "ölümlü veya sonlu" olduğu sorusuna hayali çözüm senaryoları oluşturmak zorunda kalmıştır. Kimi toplumlar bir başka dünyadaki bir sonsuz hayat sistemiyle, kimi toplumlar bir bedenden başka bir bedene geçerek sürekli yaşayan ruhlarla bu sonsuzluk sorununu çözmüşlerdir. Ancak bu şekilde çok farklı düşünce ve davranış şekilleri ortaya çıkmış ve bu farklılıklar dünya genelinde insanların veya toplumların birbirleriyle uzlaşmalarını ve dünya üzerindeki sorunlarını çözmede işbirliği içine girmelerini engellemeye başlamıştır. Bu şekilde insanlığın ve toplumun tanımına ters bir durum ortaya çıkmıştır ve insanlık bu sorunu aşmakta zorlanmaktadır. Bunun tek nedeni ise, geleneksel olarak beyinlerin küçük yaşlarda, üzerinde yalanılan doğa ve dünya koşullarına uymayan hatalı bilgilerle yüklenmeleridir. Bunun sonucunda tüm insanlık çeşitli savaşlara veya kavgalara bulaşmakta, işbirliğinden uzaklaşmakta, daha iyiye doğru gideceğine, daha kötüye doğru gitmektedir. Bundan daha kötü mantık çarpıklığı olur mu?

Her canlıda olduğu gibi, insanlarda da beyinler çocukluk evresinde genel hatlarıyla programlanmakta (yani ağaçlar yaşken eğilir kuralı uygulanmakta) ve insanlar hayat şartlarına uyumlu hale sokulmaya çalışılmaktadır. Akıl ve mantık, yaratığın yaşadığı ortamdaki sorunlarına çözüm bulma yeteneği olarak tanımlandığına (ve de yaşanılan ortam zamanla sürekli değiştiğine) göre, insanlara bu çocukluk evrelerinde verilmesi gereken en önemli program sağlam bir mantık yürütme programı olmalıdır ki yaratık büyüdüğünde çevresindeki değişim ve dönüşüm eğilimlerini doğru yorumlayıp, sorunları doğru irdeleyip, doğru bir karar alabilsin. Ama çoğu toplumlar ve ana-babalar çocuklarına bu erken programlama döneminde, mantık yürütme programları değil de, katı, değişmez dogmatik kurallar belleterek, çocuklarının bizzat mantık yürütmelerini değil, atalarından devraldıkları "mantık" sistemlerini çocuklarına kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Değişen doğa ve dünya koşulları karşısında atalardan aktarılan ve "değişmezlik" prensibine dayanan (yani evrimi ve evrimselliği kabul etmeyen) "geleneksel mantık" çocukları büyüdüklerinde zor durumlara sokmaktadır. Dogmatik kurallar sistemiyle programlanan beyinlerdeki hücreler, kesin kurallarla şartlandırıldıklarından, bu şartlanmışlık devrelerini artık kıramamakta ve hep "ikilem" içinde bocalamaktadırlar. İnsanların "akılları başka, gönülleri başka" yönde olmaktadır. Peki, her toplum çocuklarının en iyi şekilde eğitilip, hayata hazırlanmalarını amaçladıklarına göre, "Biz gelenek ve göreneklerimize bağlıyız, biz muhafazakarız" diyerek, sürekli değişen doğa ve dünya koşullarına uygun mantık yürütmeyi değil, atalarından devraldığı 3-boyutlu yani değişmez, evrimsiz bir sistemin mantığını (ya da mantıksızlığını) çocuklarına aktarmakta ısrar eden ve bu konuda mücadele eden insanlardaki mantık çarpıklığı oranı ne kadardır? Hem çocukların 18 yaşına kadar "reşit" olmadığını, kabul edip, hem de bu yaştan önce onlara evrensel bilimsel veriler dışında başka bilgiler yüklemenin mantıksızlığı ortadadır. Doğru olan her bilgiyi, akıl ve mantık sistemi olgunlaşmış (yani reşit) insanlara aktarabilirsiniz. Dolayısıyla, doğruluğuna inandığınız her tür gelenek ve göreneklerinizi çocuklarınız reşit olduktan sonra da onlara verebilirsiniz. Bu nedenle, "... bilgileri şu yaştan önce verilmeli, yoksa daha sonra bu bilgiler verilemez" diye bir düşünceniz varsa, bilin ki, o tür bilgiler "doğru" değildir, çünkü akıl ve mantık her zaman "doğru bilgilere" açıktır. Vermek istediğiniz bilgiler, belirli bir yaştan, özellikle de "ergenlik" yaşından sonra aktarılamıyorsa, kesinlikle yanlış olmak zorundadırlar! Öyleyse öğretimde ana ilke şu olmalı: Ergenlikten sonra öğretilemeyecek hiçbir bilgi, ergenlikten önce öğretilmemelidir.

. Bir toplum içindeki insanlar, aynen bir beden içindeki hücreler gibi davranmak zorundadırlar: Her kes bir diğerini, belirli bir hizmeti ondan almak zorunda olduğu, o hizmet de yaşamı için zorunlu olduğundan, karşısındaki insanın sağlığının ve durumunun iyi olmasının, kendi sağlığı ve geleceği için çok önemli olduğu bir "hayat arkadaşı" olarak görmek zorundadır. Halbuki çoğu toplumlarda, insanlar bir diğerini ondan aldığı veya alacağı hizmete göre değil, kişileri "kulüplerine, partilerine, kabilelerine veya ırklarına, dinlerine veya tarikatlarına, vs." göre değerlendirmektedirler. Bu durumda ister istemez, insanlar arasında mesleğindeki başarısı haricinde bir ayırım yapılması söz konusu olmaktadır. Bunun sonucu ise, mesleğinde başarılı olan insanlar zarar görmekte, bu ise o toplumdaki üretim ve verimi düşürmekte, dolayısıyla yaşam standardı kötüleşmektedir. Bunun yanı sıra, "meslek haricindeki her tür guruplaşma" toplumsal bütünleşmeyi engelleyici "bölünmelere" yol açmakta ve toplum asla "tek bir vücut" olamamaktadır. Bu gerçeği göremeyen (dolayısıyla hem fakirliğe hem bölünmüşlüğe giden) insanların mantığının sağlamlığı ne kadardır?

Doğa ve dünyayı yönlendirici güç, maddelerde, boyutlarına uygun kuvvet sistemleri sayesinde etki ve yönlendirme yapar. Örneğin, bir insanın düşünce veya davranışını, onun bedenindeki trilyonlarca hücreye etki eden çeşitli enerji türlerinin bileşkesi belirler; hücrelerin davranışlarını, moleküllere etki eden enerji sistemleri belirler; moleküllerin davranışlarını atomlara etki eden enerjiler belirlerler; atomların davranışlarını, elektron, proton gibi parçalara etki eden enerjiler belirler. Bunlar ve daha küçük parçacıklar, röntgen, gama, nötrino ışınları gibi küçük boyutlu enerji paketçiklerinden etkilenirler; bu ışınlar tüm maddeleri delip geçebildiklerinden, her ortamdaki insanları veya canlıları otomatik olarak etkilemiş olurlar. Bu nedenle, her insan çok karmaşık duygu ve düşünce sistemleri etkisi altında bulunur; bu etkilerin genel bir bilançosunu yapar ve ona göre hareket eder. Dolayısıyla, insanların duygu ve düşüncelerinin birbirleriyle tam uyuşması asla söz konusu değildir. Öyleyse, günümüz toplumlarındaki insanlar neden karşılıklı olarak birbirlerinin dedikleri veya düşündükleriyle uğraşıp, zamanlarını boşa harcarlar? İnsanlar, doğadaki sorunları anlayıp çözmekle uğraşırlarsa, bunda başarılı olabilirler, çünkü, doğadaki sistemlere etkili olan enerji sistemleri, çok daha basittir ve insanlar bunlarla baş edebilirler.

Vücut kılıfı içindeki hücreler, dış dünya bağlantı araçları olan duyu organları vasıtasıyla, programlanabilmekte ve yönlendirilebilmektedirler. Bu olay en belirgin şekliyle tıptaki "placebo etkisi" olayında görülebilmektedir. Bu olayda, her hangi bir rahatsızlığı olan kişiye, "Sen şu ilaçla veya şu yöntemle iyileşeceksin" yönlendirilmesi yapıldığında, kişi denilene inanıyorsa, kesinlikle o ilaç veya yöntem etkili olmakta ve rahatsızlık ortadan kalkmaktadır. Bu yöntem o kadar etkilidir ki, ameliyatla iyileştirilebilecek "gerçek" hastalıklar bile, bu yöntemle tedavi edilebilmektedir. (Brown (1998)'in belirttiği üzere, Angina pectoris hastalığı bulunan kişilerde yapılan bir denemede, hastaların bir kısmı ameliyata alınıp, gerçekten ameliyat edilmişlerdir; bir kısmı da, ameliyat yapılmış gibi, sadece göğüs derileri kesilip tekrar dikilmiş ve kendilerine, başarılı bir ameliyat geçirdikleri ve iyileşecekleri söylenmiştir. Grafikte görüleceği üzere, gerçekten kalp ameliyatı olanlarda "başarı oranı" % 76 iken, "placebo ameliyatlılarda başarı oranı" % 100 olmuştur!)

Bu olayda açıkça gösterildiği üzere, hücreler duyu organlarınca kendilerine aktarılan bilgilere göre yönlendirilebilmektedirler. Bu yönlendirilme, "muska yazmakla", "okuyup üflemekle", "telkinle", vs. şekillerde de olabilmektedir. Fal, burç, vs. gibi şeylere inanmanın etkisi de bu olayla ilgilidir. Hücreler bir şeye inanmışlardır ve o olayın gerçekleşmesi yönünde eyleme geçmişler ve beklenilen olayı yapmışlardır. Bu yönlendirmeler yukarıda anlatılan örnekteki gibi iyi yönde olabileceği gibi, kötü yönde de olabilir ve sağlam bir vücut birden hastalanabilir.

Peki, hücrelerimize,

onları etkileyen ve yönlendiren güçlerin çeşitli türlerdeki enerji dalgaları veya alanları ve yine kendileri gibi küçük başka mikroorganizmalar ve daha küçük boyutlu moleküller, vs.'ler olduklarını, ve bunlarla geçinecek şekilde kendilerini ayarlamak zorunda olduklarını ve yeryuvarı tarihi boyunca bunda çok başarılı olduklarını ve bundan sonrada mutlaka başarılı olacaklarını öğreterek, onların hiçbir şeyden korkamadan her tür sorunlarını çözecek bir şekilde eğitilmelerini sağlamak mı mantıklıdır,

yoksa,

onları etkileyen ve yönlendiren gücün, şu veya bu kişilerin söylediklerine uyup uymamanıza göre, insanların dua veya bedduaları veyahut telkinlerinin etkisiyle hareket ederek bizlerin sağlıkları veya geleceklerini belirleyen ve ne olduğu tamamen muğlak olan bir güç sistemi var olduğunu öğreterek, gerek bedensel sağlığımızı, gerek gelecek planlarımızı başkalarının yönlendirmesine bırakarak sürekli bir ikilem, korku ve endişe içinde yaşamak, falcılar, "nefesi keskin hocalar", ruh doktorları, vs. peşinde geçirmek mi daha mantıklıdır?

(Beynimize yerleştirilen bilgiler arasında, "can veya ruh" denilen "hayat verici öğenin" "kalpte" yerleşik bir şey olduğu olgusu vardır. Bu nedenle, "Kafanız sağlam, iyi fikirlerle, kalbiniz sevgiyle dolu olsun!" gibi ifadeler günlük hayatta çok sık kullanılır; "Seni bütün kalbimle seviyorum, vs." gibi ifadeler her toplumda yaygındır. Durum böyle olunca, sevgi, duygusallık, vs. gibi beyindeki farklı işletim devrelerine ve programlarına ait biyokimyasal ve biyofiziksel olgular, sanki vücuda dışarıdan girip-çıkan ve kalpte yerleşik olan, bedene yabancı bir şeye aitmiş gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucu bedenimizdeki hücrelerin istek veya arzularını duyup algılamaktan öylesine uzaklaşmışız ki, herhangi bir rahatsızlığımızın nedenini hiç anlayamıyoruz ve bedenimiz dışındaki bir insandan, bizim içimizdeki yaratıkların sorunlarını anlamalarını bekliyoruz.)

İnsanlar enerjilerini birbirleriyle uğraşmakla harcayacaklarına, doğadaki zorluklarla ve sorunlarla uğraşarak harcasalardı, daha kazançlı olacaklardı. Peki bunu fark edemeyen insanların mantığı nerede kaldı?

Kentlerin dolayısıyla toplumların gittikçe kalabalıklaşması ve karşılıklı etkileşimleri sonucu, insanlar yeni buluşlar ortaya koyarak, yeni yeni meslek dallarının oluşmasına, eskiden zor olarak yapılan işlerin daha kolay yapılır hale gelmesine; hayatın daha çeşitli ve daha kolay yaşanır hale gelmesine yol açmışlardır. Yani nüfusun artması, ortadaki pastadan dağıtılacak payın gittikçe azalmasına değil, tersine gittikçe artmasına yol açmıştır. Peki bu çelişkiyi açıklayacak sağlam mantık nasıl işleyecektir?

Sağlıklı veya hastalıklı bir bünye, kısa bir ömür içinde oluşturulacak bir şey değildir; o ancak yüzlerce nesil süresince atalarımızın gösterdiği davranışların ürünüdürler. Atalarımız hep doğa ve dünyaya en uyumlu evlatlarını destekleselerdi; miras derdine düşüp, akraba evliliği yapmasalardı; hastalıklı öz evlatlarının yaşaması ve bu hastalıklı soyun devamı için her şeyi yaparken, komşusunun çok zeki ve sağlıklı evladının ezilip yok olmasına göz yummasalardı, bu gün çok daha sağlıklı birer insan olarak yaşayacaktık ve daha mutlu olacaktık.

Aynı durum toplum sağlığı için de geçerlidir: Toplumu oluşturacak insanlar, en yetenekli, en sağlıklı, en mantıklı insanlar arasından seçilerek oluşturulmuş olsaydı, toplumlardaki mantık çarpıklığı günümüzdeki kadar yaygın olmayacaktı ve daha huzurlu bir dünyada yaşıyor olacaktık.

Görüldüğü üzere, hem kişisel, hem toplumsal sorunlarımız bize atalarımızdan miras kalmıştır. Peki biz de çocuklarımıza aynı kötü mirası devretmeye devam edelim mi? Buğday ekerken, kendi yetiştirdiğimiz tohum yeterince verimli olmadığında, komşunun daha verimli buğday tohumunu alıp, onu yetiştirmeye devam edip, bunun yararını gördüğümüze göre; aynı prensibi insanlar söz konusu olduğunda niye uygulamadığımızı açıklayabilir misiniz? Sağlıksız bir insanın hastalıklı hücrelerinden çektiğiyle, sağlıksız bir toplumun, "hastalıklı" insanlarından çektiği arasında ne fark vardır?

Mantık çarpıklığının sonu, sınırı yoktur; kimi ne zaman etkileyeceği bilinmez. İşte günümüzdeki binlerce çeşit terör, kundaklama, savaş, vs. Toplumda herkesin, yani tüm ortakların, sağlam mantıklı olmaları bu nedenle zorunludur; ve bu durumda herkese görev düşmektedir. Peki sizin çözümünüz ne? Böyle bir soru karşısında herkesin yanıtı hemen hemen aynıdır: Eğitim! İşte mantık çarpıklığı burada da ortaya çıkar. Şöyle ki: "Tüm insanlar eğitilmeli" diyen kişiler, "Tüm insanlar benim kafamdakine uygun bir şekilde eğitilmeli; benim gibi düşünmeli" demeye getirmektedirler; bu da "otoriter" sistemlere dönüşmektedir. Halbuki, çözüm daha basittir: Toplum bir hizmet alış-verişi ortaklığı olduğuna göre, insanlara sadece yeteneklerine uygun mesleki öğretim verilir ve herkesin hizmet alacağı ortağı seçmesi kendisine bırakılır. İşte bu durumda insanlar doğal sisteme uygun bir toplumsal sistemi otomatik olarak oluştururlar
__________________
 

naenia_Ss

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Şub 2011
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
işte o bahsettiğin şahıslar bu dünyaya sadece nefes alıp vermeye gelmiş, benim söylediğim söz burada devreye giriyor hayat nefes almaktan ibaret değil. Acılar paylaşıldıkça azalıyor, aksine mutuluklar paylaşıldıkça çağalıyor. Amaç bu olmalı yani paylaşılmalı, eğer tecrübeler dediğin gibi saklansaydı sen bunları bilmeyecektin banada söylemeyecektin, artık tecrübeler saklanılıyorsa o zaman bizler saklamıyacağız

sen gibi düşünenlerle dolu bir dünya diliyorum işte şimdi
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
sen gibi düşünenlerle dolu bir dünya diliyorum işte şimdi

Yarının bugünde daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine , hemen bugün yarın uyandığımızda kendimizi önceki günden biraz daha iyi hissetmemizi sağlayacak daha iyi şeyler yapabiliriz. Dilekler elde edilmesi imkansız yada kişinin elinde olmayanı istemekiçin kullanılan bir isteme mekanizmasıdır,isteklerin böyle basit istekler için kullanma bunlar olacak şeyler ve oluyor, hayatta isteyeceğin o kadar şey olacakki, etrafına bakarsan herkesin birşeyler paylaştığını göreceksin, bunu çıkar ilişkisi olarakda algılıyabilirsin, ama paylaşım var. İnsanlar kendinden sorumludur, kendini değiştir zamanla çevrendekilerinde değiştiğini göreceksin. Zamanla ama hemen değil. Aptalların cenneti akıllılar için cehennemdir
Yaşamımda edindiğim en büyük bilgi şudur; Kendi kendine yardım etmeyi bilmeyene, hiç kimse yardım etmez.
 

Adramelech

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
2 Ocak 2011
Mesajlar
69
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
Hayat denen basit şey insanların kendisine böylesine anlamlar yüklemesinde yatıyordur belki de.
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Hayat denen basit şey insanların kendisine böylesine anlamlar yüklemesinde yatıyordur belki de.

Hayatın gerçeklerini bilirim, her derdin ağırlığını hissederim ama altından kalkmayı da beceririm, Kaç kere düştüm saymadım ama dibe vurduğum zaman çıkmasını öğrendim

Şöyle bir yazı hatırlıyorum: herkes sevdiği için ölürken o sevdiği için yaşamayı göze almış,
Adramelech, arkadaşımıza göre hayat basit birşeymiş, kimlerine göre ölmek basit geliyor yaşamak zor geliyormuş.. şimdi ne yapmalı hangi basit yolu seçmeli
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Bu dünyaya gelirken babamı seçme hakkım yoktu ama kayınbabamı seçme hakkımın olduğunu biliyorum,
Hayatta en büyük zevk başaksının yapamassın dediğini yapabilmektir.
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
sen gibi düşünenlerle dolu bir dünya diliyorum işte şimdi

ne gecenin karanlığı ne de gündüzün ışığı kalırdı hatırda,,,yazılanlar olmasaydı

hatırda kalması için yazmaya gerek yok, insan yaşanılan hiç birşeyi yaşanmamış sayıp unutamaz, bir hatırlatan olur mutlak....
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Bir kağıt üzerine bir çift göz çiziyor, bu gözleri kendi gözleri olarak kabul ediyor ve soruyorum gözlerime; Ben git derken birine sen niye kaldiyorsun, gözler bu sorunun yanlış yere sorulduğunu, bu soruyu kalbine sorması gerektiğini söylüyor, bu sefer kağıt üzerine kalbini çiziyor ve soruyor. Neden ben birine git derken sen gözlerimi kullanarak onlara kal diyorsun. Yürek söylüyor eğer mantığına sorduğun ve onunla konuştuğun kadar benimle konuşsaydın, bende gözlerini kullanarak onlara kal demezdim..
Büyü Dükkanı..






Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider.
 

nirvana

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
15 Mar 2009
Mesajlar
60
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Hayatın gerçeklerini bilirim, her derdin ağırlığını hissederim ama altından kalkmayı da beceririm, Kaç kere düştüm saymadım ama dibe vurduğum zaman çıkmasını öğrendim

bu kadar büyük iddiaların sahibi ancak gerçek dibi görmemiş olabilir ....
ha gerçek şu ki bu büyük lafların azılı savunucularından biride bendim sanırım enerji yönetim sorunu yaşıyorum şu sıralar.
her insanın dip diye gördüğü yer başka başkadır.senin battığın yer benim boyumu geçmez belki yada tam tersi.
ben şuna inanırım ki Allah kimseye kaldıramayacağından fazlasını yüklemez...o nedenle başarı da ondan kaybetmekte.
yaşamak hikmet gözüyle hayatı görmeye çalışmaktır,o göz gerçekten dileyene ihsan edilir...
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
bu kadar büyük iddiaların sahibi ancak gerçek dibi görmemiş olabilir ....
ha gerçek şu ki bu büyük lafların azılı savunucularından biride bendim sanırım enerji yönetim sorunu yaşıyorum şu sıralar.
her insanın dip diye gördüğü yer başka başkadır.senin battığın yer benim boyumu geçmez belki yada tam tersi.
ben şuna inanırım ki Allah kimseye kaldıramayacağından fazlasını yüklemez...o nedenle başarı da ondan kaybetmekte.
yaşamak hikmet gözüyle hayatı görmeye çalışmaktır,o göz gerçekten dileyene ihsan edilir...

Senin yazdıklarını okuyunca, beni lise yıllarında arabesk müziği dinlenlediğim zamanılarıma götürdün, senin derdin dertmidir benim derdim yanında o zamanlar söylenen şarkıları sanki hepsi bana yazılmış yada benden bahsediyor diyordum, yıllar geçti halen aynı müzikler çalıyor ama ben aynı ben değilim ve o zamanki halime şimdi gülüyorum herşeyin bir zamanı varmış ve insan kolay kolay büyümüyormuş, tos pembe sandığın hayat birden kararabiliyormuş ama zaman ve sabır en güzel ilaçmış.Hayatın dibi bence neresi biliyormusun tamam herşey bitti buraya kadarmış, yarabbi bu bir rüya olsun uyanayım dediğin anlardır ben çok yaşadım allah bidaha da yaşatmasın şuan hayattaysam bu sadece inancımdandır, çünkü:
Derdi veren mevlamsa dermanıda verecek o ve şunu bilir söylerim beterin beteri var arkadaş, hayat insana hergün birşey öğrettiyor.
Mevlam dermansız dert vermesin allah cümlemizin yar ve yardımcısı olsun. İşte bunlar hayat, yaşamak öyle kolay değil......
 

fyodor_17

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
2 Mar 2011
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
1
Yaş
32
yaşamak savaşmaktır savaş ise kaçınılmazdır; bilinmeyen bir şey varsa o da sonucudur. yaşamak dünü aynı anda yaşamak gelecegi aynı anda yaşamak aslın hem geçmişi hem geleceği şimdiki zamanda yaşayabilmektir, bu başarıldıgı anda kader yazgısı ortadan kalkar
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
yaşamak savaşmaktır savaş ise kaçınılmazdır; bilinmeyen bir şey varsa o da sonucudur. yaşamak dünü aynı anda yaşamak gelecegi aynı anda yaşamak aslın hem geçmişi hem geleceği şimdiki zamanda yaşayabilmektir, bu başarıldıgı anda kader yazgısı ortadan kalkar

Kader yazgısının ortadan kalkması ne anlama geliyor? Kader ne ki yazgısı ortadan kalksın?
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Konu başlığı mükemmel . Şimdiye kAdar dikkatimi cekmis ama nEdense buraya yazmaya cesaret edememiş idim
Şimdi ne değişti?
Hayat sadece nefes almaktan ibaret mı ya da hayat mı sadece nefes almaktan ibaret ya da hayat sadece nefes almaktan mı ibaret???
Bu sorular aklıma geldi ... İlk sorunun ilk yanıtı
Zor degil nefes almadan yasamak mümkün ?? !!!Ama o seviyeyi yakalamak hayatın azimli kölelerine ait.
İkinci sorunun ilk yanıtı... Nefes alan bir sürü sey yok mu? Toplumlar , fikirler, insanlar , dunya ve su an emin değilim fakat belki cansızlar da nefes alırlar . Nefes almak bir varlık işareti.
Üçüncü sorunun ilk yanıtı.. Bırinci soruya çok yakin bir soru ve cevabı da o denli yakın olacak "yasaması icin baskasına nefes vermektir yasamak "....
 

ssg44

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Şub 2011
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Konu başlığı mükemmel . Şimdiye kAdar dikkatimi cekmis ama nEdense buraya yazmaya cesaret edememiş idim
Şimdi ne değişti?
Hayat sadece nefes almaktan ibaret mı ya da hayat mı sadece nefes almaktan ibaret ya da hayat sadece nefes almaktan mı ibaret???
Bu sorular aklıma geldi ... İlk sorunun ilk yanıtı
Zor degil nefes almadan yasamak mümkün ?? !!!Ama o seviyeyi yakalamak hayatın azimli kölelerine ait.
İkinci sorunun ilk yanıtı... Nefes alan bir sürü sey yok mu? Toplumlar , fikirler, insanlar , dunya ve su an emin değilim fakat belki cansızlar da nefes alırlar . Nefes almak bir varlık işareti.
Üçüncü sorunun ilk yanıtı.. Bırinci soruya çok yakin bir soru ve cevabı da o denli yakın olacak "yasaması icin baskasına nefes vermektir yasamak "....

Nefesimle bir başkasını yaşatabilseydim keşke, hayatım çok daha farklı olabilirdi, ama olmadı. İnsan nefes alarak ne kadar yaşar 50,70,100 sonuç ölüm yaşamak bu değil, arkaya baktığında ne görebilyorsun,ağlayan,gülen,mutlu olan ,mutsuz olan varsa ve bunlarda sana düşen birşeyler olmuşsa işte o zaman yaşamıssın demektir.
Kader olayına gelince insan hayatında iki türlü kader vardır bir büyük, birde küçük.
Büyük kader: dünyanın dönüşü, güneşin doğup batması, nerde ne zaman doğup,öleceğin, annen ve babanın kim olacağı, mevsimlerin değişimi bunlar büyük kaderdir değiştiremez ve müdahale edemezsin.
Küçük kaderse: İnsanın iradesiyle alakadar olanlardır. burda seçme ve değiştirme hakkın vardır, olmadı birdaha, birdaha deneye bilirsin, aptallıklar kader sayılamaz. İnsanın en büyük özelliği budur değişkenlik, kalıcılık yok istenilince herşey değiştirilebilinir.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst