"Türkçe'yi"Turkche"leştirmeyin !!

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kültür ve Sanat kategorisinde mavi tarafından oluşturulan \"Türkçe'yi\"Turkche\"leştirmeyin !! başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,122 kez görüntülenmiş, 16 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kültür ve Sanat
Konu Başlığı \"Türkçe'yi\"Turkche\"leştirmeyin !!
Konbuyu başlatan mavi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Mühendis

mavi

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
20 Ocak 2010
Mesajlar
63
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
42
(Alıntı'dır)

Bir ferman yayınlamıştı...

"Bugünden sonra, dîvanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya!"

diye, hatırlayanınız var mı? Dolanın yurdun dört bir yanını, çarşıyı, pazarı, köyü, şehri, fermana uyanınız var mı? Nutkum tutuldu, şaşırdım merak ettim, dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere, gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?

Tanıtımın demo, sunucunun spiker, gösteri adamının showmen, radyo sunucusunun diskjokey, hanım ağanın, first lady olduğuna şaşıranınız var mı?

Dükkânın store, bakkalın market, torbanın poşet, mağazanın süper, hiper, gross market; ucuzluğun, damping olduğuna kananınız var mı? İlân tahtasının billboard, sayı tablosunun skorboard, bilgi alışının brifing, bildirgenin deklarasyon; merakın, uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?

Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı, beldelerin girişinde welcome, çıkışında good-bye okuyanınız var mı? Korumanın, muhafızın, body guard; sanat ve meslek pirlerinin duayen; itibarın, saygınlığın, prestij olduğunu bileniniz var mı? Sekinin, alanın platform; merkezin center; büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final, özlemin hasretin, nostalji olduğunu öğreneniniz var mı? İş hanımızı plaza, bedestenimizi galeria, sergi yerlerimizi center room, showroom, büyük şehirlerimizi, mega kent diye gezeniniz var mı?

Yolüstü lokantamızın adı fast food, yemek çeşitlerimizin menü; hesabını, adisyon diye ödeyeniniz var mı? İki katlı evinizi dupleks, üç katlı komşu evini tripleks, köşklerimizi villa, eşiğimizi antre, bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?

Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik, vurguncunun spekülatör, eşkıyanın mafya, desteğe, bilemediniz koltuk çıkmağa, sponsorluk diyeniniz var mı?

Mesireyi, kır gezisini picnic, bilgisayarı computer, hava yastığını air bag, oluru, pekâlâyı, okey diye konuşanınız var mı?

Çarpıcı önemli haberler flash haber,

Yaşa, varol sevinçleri, oley oley,

Yıldızları, star diye seyredeniniz var mı?

Vırvırık dağının tepesindeki köyde, cafe show levhasının altında, acının da acısı kahve içeniniz var mı? Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken, dilimizin çalındığını, talan edildiğini, özün el diline özendiğine içi yananınız var mı? Masallarımızı, tekerlemelerimizi, ata sözlerimizi unuttuk, şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik,

Türkçemiz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?

Karamanoğlu Mehmet Bey´i arıyorum,

Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?

Bir ferman yayınlamıştı...
 

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Teşekkür ederim sevgili mavi,

Türkçe'miz ile ilgili bu harika makale; 'Karamanoğlu Mehmet Bey´i Arıyorum. Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı? ' başlığıyla Sayın Yusuf YANǴ'a ait olup Türk Dili dergisinde (1999, Nisan) yayınlanmıştır.


Karamanoğlu Mehmet Beyin 15 Mayıs 1277’de yayımladığı bildirilen fermanın aslı bugün mevcut değildir.

Böyle bir fermanın yayımlandığı, İbni Bibi’nin bir eserinden öğrenilmektedir. Yazar, “Al Avâmir-ül Alâiye” adlı Farsça eserinde, bu fermanın şöyle olduğunu bildirmektedir:

“Bâdel-yevm ber-divan, ber-dergâh, ber-barigâh, der-Meclis, der-meydan, çün be-zeban-ı Türkî, zeban-ı diğer nedâret.”

İbni Bibî'nin, eserinde naklettiği bu fermanı Yazıcı-zâde, “Tevârih-i Al-i Selçuk” adlı eserinde şöyle tercüme etmiştir:

“Şimdiden girü hiç kimse ne kapuda ve divanda ve meclis ve seyranda Türkî dilinden gayri dil söylemeye.”

• Fermanın şu anki kullanımı (TDK tarafından 2000 yılında sadeleştirilmiştir):

"Bugünden sonra hiç kimse sarayda,divanda,meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya"
 

mavi

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
20 Ocak 2010
Mesajlar
63
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
42
Eklemeler için çok teşekkür ederim..

Kısa bir ekleme daha;
Karamanoğlu Mehmet, bu fermanı yayımlayarak resmî dil olan Farsçanın yerine Türkçeyi devlet dili ilan etmiştir.
Bu fermanla tarihte ilk defa siyasî iradenin Türkçeye sahip çıkmış olduğunu görüyoruz. Lakin ne yazık ki Karamanoğlu Mehmet Bey, saltanat mücadelesinde başarılı olamayarak kısa bir süre sonra öldürülmüş (20 Haziran 1277) Farsça da tekrar sarayda resmî dil olmuştur.
y1p4n2lX0RXgA0t4anJUpGOA7jeUZ_Zc43DivQGU2P6C9AIuQ-1GOlLjGooGxGmw7G39Ry0_OZiNF8
 

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
BİR TÜRKÇE KELİME 17 İNGİLİZ KELİMESİNE BEDELDİR


DERS 1
Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan mısınız ?

İngilizce tercümesi:
-Are you one of those people whom we unsuccessfully tried to make resemble the citizens of Afyonkarahisar?

DERS 2

Yeni başlayanlar için tercüme cümlesi :
-Üç cadı üç Swatch saate bakıyorlar. Hangi cadı hangi saate bakıyor?

İngilizce tercümesi:
-Three witches watch three Swatch watches. Which witch watch which Swatch watch?

DERS 3

Simdi ileri derece tercume cumlesi :
-Üç travesti cadı uc Swatch saatin butonuna bakıyorlar. Hangi travesti cadı hangi Swatch saatin
Hangi butonuna bakıyor?

İngilizce tercümesi: (bunu kendi kendinize sesli okuyun lütfen!)
-Three switched witches watch three Swatch watch's switches.Which switched witch watch which
Swatch watch's which switch?

İşte ingilizce'nin bittiği an..... :) :)

İnternetten alıntı.
 
M

monaliza

Ziyaretçi
Çok önemsediğim bir konu.Değinişiniz için ben de teşekkür ediyorum. Diline sahip çıkamayan millet,millet olamaz. Ayrıca; Tatil beldelerimizde yemek listelerinin sadece ingilizce, fiyatlarının da dolar yada Euro olarak yazılmasını da şiddetle eleştiriyorum.

Dilimize sahip çıkmamız konusundaki çaba ve çalışmalarıyla taktir ettiğim Sayın Oktay Sinanoğlu'nu anmadan geçemeyeceğim..Yabancı Dil öğrenelim, ancak anadilimizi bozmayalım,yozlaştırmayalım.

Bir anekdot;Biraz da onlar bizim dilimizi öğrenmeye gayret etsinler:). Biz yabancı bir ülkeye gittiğimizde,elimizde pratik dil kitabı taşıyoruz. İstanbul (özellikle Mısır Çarşısı,Sultanahmet,Topkapı vs.saraylarımız)turist kaynar, ellerinde bir Türkçe kullanım klavuzuna rastlamadım. Üstelik Türkçe' de bilmiyorlar. Bizim yaptığımız Turiste hizmet mi? Evet hizmet.Lakin, Dilimizi bozarak işi çığırından çıkartıyoruz.

Mesele; Milli Şuur Meselesi. Çözüm sağlıklı ve doğru temel eğitim..
 

Aksiyom

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
4 Tem 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
32
Paylaşımın faydasından ötürü çok teşekkür ederim.Gençler arasında artık k yerine q ,-ch vs. kullanılarak kalıplaşan anlamsız kelimelere dur denmeli.Şu da bir gerçektirki evrensel dil ve günümüz dünyasında bilinilmesi gereken dil ingilizce ama ingilizceden önce bilinmesi gereken milli dilin önemi.
Saygılar
 

şehrin yabancısı

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2009
Mesajlar
426
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
BYE BYE TÜRKÇE

Bir rüya gördüğünüzü farzedin. 2050'li yıllara gelmişiz. New-York şehrinde, Brodway'den aşağı yürüyüp meşhur Times meydanına varıyorsunuz. Etrafınızda Amerika'da hep olan o kocaman, dev bina büyüklüğünde reklamlar. Fakat hayret, gözlerinize inanamıyorsunuz. Bir ulu binanın tüm yüzünü kaplamış dev levhada, Türkçe olarak(!) Nefis Rize Çayı. İşte Hakiki Çay yazıyor. Yazının yanında lale biçimli, ince belli, cam bardakta tavşan kanı bir çay resmedilmiş. Sadece dipte küçücük harflerle ingilizce olarak Drink Real Tea yazıyor.

Nasıl? Beğendiniz mi rüyayı? Devam etsin mi? Peki o zaman New-York sokaklarında dolaşmaya devam edelim. Yoruldunuz. Üstünde Jimmy's Kahvehanesi yazılı, şemsiyeli masaları sokağa taşmış sakin bir yer gördünüz, gidip bir masaya oturdunuz. Gelen görevli Türk olduğunuzu öğrenince arsız arsız sırıtıp, bir iki kelime Türkçe bildiğini gösterme çabasına girişiyor. Kola yokmuş, ithal malı soğuk Susurluk marka ayran getiriyor.

Rüyanın devamı var. Ama biz bu kadarını yazalım. Ne de olsa bizim rüyamız değil. O, Oktay Sinanoğlu'nun rüyası. Sinanoğlu "BYE-BYE TÜRKÇE" kitabının yazarı. Kitap aslında, Sinanoğlu'nun son kırk yıldır hep üstünde durduğu, Türkçe'nin önemi, yabancı dille öğrenim yanlışlığı gibi konularda yazdığı, yayınladığı yazılar, konuşmalar ve söyleşilerden oluşuyor. Bu yüzden, zaman zaman takrarlara rastlasanız da Türkçe'ye hakim bir bilim adamının akıcı, akılda kalıcı anlatımıyla kitabı okudukça derin düşüncelere dalıyorsunuz.

Örneğin bu satırların yazarı gibi, kırklı yaşlarınızdaysanız ve de ilköğretimde okuyan bir ya da iki çocuğunuz varsa, aile içinde ve dostlarınızla yaptığınız konuşmalarınız hep çocuklarınızın eğitimini nasıl ve nerede sürdüreceği üzerine oluyorsa... "BYE-BYE TÜRKÇE" yi okurken gerçekten derin düşüncelere dalıyorsunuz. Neden mi? Bakınız Prof.Dr. Sinanoğlu ne diyor:

"Önceleri, belli bir tekniği almak, belli bir dalı geliştirmek için başlayan dışarı öğrenci gönderme, zamanla bir alışkanlık haline geldi. Artık “niye öğrencilerimizi dışarı gönderiyoruz, bundan beklediğimiz nedir” diye kimse sormuyor. Bunun böyle olması gerektiği bir alt inanç, yabancı terimle bir "Dogma" olmuş. Her aile, yabancı bir kolejde okutmak istiyor çocuğunu, sonra da dışarıda. Her çeşit okulda okuyanlar var... Okunacak dallar nasıl seçilmiştir? Hepsi üstün nitelikte okullar mıdır? Çoğunlukla Türk ulusundan çıkan, öğrenci başına 5000 Dolar (1973 fiyatı) fedekarlığı gerektiren bu okumalardan Türkiye'nin ne beklediği belli midir?"

Bu sözlerin sahibi Prof.Dr. Oktay Sinnanoğlu kendi deyimiyle dışarıda (Amerika'da) okumuş bir bilim adamı. Hal böyle olunca söylediklerinin önemi kat be kat artıyor. Bir iki alıntı daha aktaralım size:

".....Atatürk bilim dilinin Türkçe, tüm derslerin her düzey-de Türkçe olmasına büyük özen göstermiş, o kadar ki 1934' te oturup bir "Geometri" kitabı yazmış, bugün kullandığımız "üçgen" gibi terimleri kendi türetmişti. Yabancı dilli misyoner okullarına özenilmesin diye de Türk Eğitim Derneği'ni, onun özel okulu TED Yenişehir Lisesi'ni kurmuştu. Ben bu okulda yetiştim. Yabancı dil öğretilmesine önem veriliyor ama bu her akıllı ülkede olduğu gibi takviyeli yabancı dil dersleride yapılıyordu. Bütün fen, edebiyat, felsefe vb. dersler tam Türkçe idi. İşte bu gaye ile kurulan böyle başarılı bir okula İngiliz-Amerikan çengeli 1953'te atılıp dersler İngilizce'ye çevrildi. Okula "Ankara Koleji" dendi. O zamana dek yurtta böyle bir misyoner tipi Türk okulu yoktu."Kolej" misyoner okulu demekti. Sonra açılan bu ingiliz deliğinden kova gibi su girdi. "Anadolu Liseleri" vb. aldı yürüdü. Millete de yabancı dil öğretmenin yolu buymuş gibi yutturuldu.

....Arkasından geldi "Orta Doğu Teknik Üniversitesi"... Toptan Amerikanca...Sonra peşpeşe gelen Boğaziçi, derken Bilkent(adı güzel ama!) şimdi de Koç vb. için bahaneye artık luzüm görülmüyor. Çünkü kamuoyu artık yeterince uyuşturulmuştur. Bunun sonu, çok değil bir iki nesil sonra Türkçe'ye "bye bye" demek olacaktır..."

TED Yenişehir Lisesi'ni birincilikle bitiren Oktay Sinanoğlu burslu olarak ABD'ye gider. ABD Koliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliğini birincilikle bitirir. (1956) ABD'de M.I.T'den birincilikle Yüksek Kimya Mühendisi olur. Berkeley'de Kuramsal Kimya doktarasını yapar. Harvard ve YALE'de kendisine ait kuantum (nicam) kimyası ve fiziği üzerine teorileri hakkında üst düzey dersler verir. 1962'de, 26 yaşında, Batının 300 yılda en genç profesörü olur. "Moleküler Biyoloji" konusunda ikinci kürsüsüne atanır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti çıkardığı özel bir kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek "Türkiye Cumhuriyeti Profesörü Ünvanı"nı verir. Değişik ülkelerde iki kez Nobel Ödülü'ne aday gösterilen Oktay Sinanoğlu çift pasaportlu olmamakla övünüyor. Meksika'dan Hindistan'a, japonya'ya kadar bilim dünyasında tanınan Prof. Sinanoğlu'nu, yukarıda yaptığımız gibi bir paragrafa sığdırarak tanıtmak olanaksız. Okur "BYE BYE TÜRKÇE" yi eline aldığında aslında yazarı daha iyi tanı-yacak. Biz yine onun kaleminden birkaç satırı buraya alalım.

"Can kurtaran" yaygındı, birden "ambulans" hatta "ambulance" oluverdi. Bu çirkin İngilizce laf kökeninde "dolaşan" demektir. Eh uygun. Öyle ya, bu araba keşmekeşinde gariban can kurtarmıyor, dolaşıyor!...
"Meclis" birden "parlamento" oluverdi. "Milletvekilleri" de "parlamenter" kesiliverdiler. Hayrola, bu lafla kendilerine bir hava vermekte olanlara hatırlatalım: "parlamenter", İtalyanca kökeninde "laf üreten" demektir...
"Bilim ve tekniğin baş döndürücü bir hızla ilerlediği günümüzde eğitimin her düzeyindeki İngilizce hazırlık sınıfları büyük bir zaman israfıdır."
"Her ülkenin eğitim dili o ülkedeki çoğunluğun ana dili olan resmi dilidir. Yabancı dilde eğitim Türkiye ve birkaç başka sömürge ülkelerinde görülmektedir."
"İngilizce ile bilim eğitimi sonucu Batı hayranı kendi kültürüne yabancılaşan ve onu aşağılayan bir nesil yetişir. Böyle yetişenlerle bilim yapılamaz. Ayrıca İngilizce'nin evrensel olduğu fikri de yutturmacadır."

Oktay SİNANOĞLU
Bye Bye Türkçe
 
M

monaliza

Ziyaretçi
Teşekkürler sevgili yabancı. Konuya renk kattığınız için.Zevkle okudum.Harikaydı.
 

theoden_king

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
31 Ocak 2010
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Türklüğümüz adına Hassas bir konu.Ne yazıık ki günümüzde geçen hergün insanlarımızın güzelim Türkçemizi istedikleri gibi, kendilerine en rahat nasılsa öyle kullandıklarını daha doğrusu katlettikleri gözle görülür bir gerçek.Çok yakışıksız.TEŞEKKÜRLER PAYLAŞIM İÇİN.
 

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Kanyon...
Yasai katsu curry.
Ebi raisukaree.
Yaki udon.
Moyashi soba.

Nedir bunlar?
"Karateci" diyenler, bilemedi.

İstanbul'da yeni açılan Kanyon alışveriş merkezi var
ya... Onun içindeki restoranlardan birinin mönüsü
bu...
"Pilav, mantarlı tavuk, kabak" falan demek istiyor.

Merak ettim, gezdim Kanyon'u.
Amerika'da mıyız, Japonya'da mıyız, İtalya'da
mı, anlamadım...
Türkiye olmadığı kesin.

Asabım bozuldu, sigara içeceğim.
Oturdum bir yere...
Şöyle yazıyor duvarda.
"Kahvelerimiz Peru orijinli, Villa Rica çekirdeklerinden
hazırlanmaktadır."
Aferin.

Garson yanaşıyor, sipariş vereceğim...
- Sıcak içeceklerden ne var?
- Espresso, decaffeinate, cappuccino, latte macchiato, cafe au
lait, hot milk, hot chocolate, green tea, peppermint, chamomile
flowers...
- Türk kahvesi yok mu?
- Maalesef.
- Su rica edeyim o zaman.
- Normal mi, San Pellegrino mu?
- Dizel olsun...

Abartmıyorum... Çıldırırsınız.

Mağazalara bakıyorum.
Havaya giriyor insan.
Şeytan diyor, dal içeri, "how much" diye sor...

Çünkü sağımda Angelo Nardelli, Bally, Bashqua,
Carnevale, Perigot, Haaz.
Solumda Fornarina, Guess, So chic, Murphy&Nye, Patrizia Pepe,
Swarovski.
Önümde Scabal, Thomas Pink, Birkenstock, Cesare Paciotti,
Furla, Shisly.
Arkamda Mom-to-be, Only, Mandarina Duck, Vetrina, Kaloo, Via
Pelle...

"Allahım ben neredeyim" diye düşünüyordum ki...
Sinemayı gördüm.
"Mars Cinema" yazıyor.
E Mars olabilir.
Başta demiştim... Türkiye olamaz.

Bu saatten sonra da, hiç kimse çıkıp, "tekstilimiz
şöyle ilerledi, böyle atılım yaptı" filan demesin
bana...
İlaç için bir tane Türk markası yok.
Sadece Başbakan'ın kankası, sponsor Remzi'nin
mağazası var.
Onun da adı, Ramsey.


Yılmaz Özdil
 

şehrin yabancısı

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2009
Mesajlar
426
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Teşekkürler sevgili yabancı. Konuya renk kattığınız için.Zevkle okudum.Harikaydı.

ne mutlu bana bir şeyler paylaşıp bir konuda aynı fikirde olabiliyorsak.:) evet bir kültütür yok ederseniz o ülkeyi ele geçirmiş olursunuz. ve yavaş yavaş galiba yok oluyoruz.belki bizler farkında olarak sadece bunu izliyor hiç birşey yapmıyoruz.çok acı verici.. kendi açımdan. iyi paylaşımlar.
 

cogito

Üye
Yeni Üye
Katılım
30 Ocak 2010
Mesajlar
198
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Türkçeyi tukcheleştirmek iletişimin zorlaşması ve içtenliğini, anlaşılırlığını kaybetmesi bakımından oldukça kötü. Bu hangi dil için olursa olsun öyle olurdu.Dünya üzerindeki egemen kültürlerin hem bilimi, hem teknolojisi hem yiyeceği içeceği her şeyi diğer kültürlerin içine girer hatta empoze edilir. Fakat buna yaklaşılması geren açı şu olmalıdır :Çeşitlilik güzeldir başka milletlere ait yiyecekleri içecekleri yiyebiliriz, bunları beğenebiliriz onlar da bizim ülkemize geldikleri zaman yemeklerimizi beğene beğene yerler, kültürel özelliklerimize uyum sağlamaya çalışırlar hatta sürekli misafirperverliğimizi takdir ederler.Eğer başka bir ülkeden gelen ilaç daha etkiliyse kullanabiliriz. Türk köftesi yerine isveç köftesini tercih edebiliriz.
Bizim dilimiz dünya üzerind egeçerli bir dil olmuş olsaydı onlar da eminim öğrenmek için gayret ederlerdi.
 

mavi

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
20 Ocak 2010
Mesajlar
63
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
42
Konfüçyüs’e sordular:

- Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?
Büyük filozof şöyle cevap verdi:

- Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım.

Ve dinleyenlerin hayret dolu bakışları karşısında sözlerine şöyle devam etti:

- Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.

turkce-yasasi-na-destek-1218311796.jpg

 

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Öyle istiyorum ki, Türk Dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK



TÜRKÇE KATINDA YAŞAMAK

Seslenir seni bana sonsuz
Der ki çoğal,
Der ki uzun mutluluğuna
Usun iyiliğin doğruluğun,
Bir bilinmeyenden bir bilinene dek
Türkçe, var olduğumuz.

Türkçe, nice desem seni,
Onca güzelim.
Görünmek derinleşmek,
Dolmak;
Seni düşünürük düşünürüm, yarı karanlıklarda, dal,
Anlarım onca.

Bir bölü beş, bir bölü dokuz,
Bir bölü bin üç!
Ayrılık anlamların öylesine azar azar dağılır,
Ta doğudaki balık,
Duyar kokusunu
Ta batıdaki yoncanın.

Seslenir seni bana yakın uzak,
Yeryüzü mavisinden gökyüzü yeşiline,
Tutsak uluslar var ya geceler boyu
Onlar için
Yitik özgürlükler için,
Türkçe, haykırmak

O süre yaradılış dar iken
Düz iken, yassı iken,
Daha’lar
Daha’lar
Daha’lar daha’lara karışmış,
Sınırlığın getirmiş yarınları.

Konuşamaz iken, o yusyuvarlakta,
Diyemez iken,
Artısı eksisi almış götürmüş
Toprağın bitkilerden arta kalan sağlığını
Sıcak uzun,
Bir kişiler geleceğine.

Seslenir seni bana bir duru su
İçinde masallar kazımış ilk yazıları ilk anıtlara,
yankılanır
Alandan alana, uçsuz bucaksız,
Evrenden akınlarının uğultusu.

Ama bağışla beni unutmuş;um,
Yıldızı güneşini ayını, utanmadan.
Öyle köksüz günlerim gelmiş bozkır çadırlarından
çırılçıplak,

Unutmuşum ana demesini bile,
Öykünmüştüm türküsünü ellerin,
Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni.

İşte and içiyorum,
Bütün ölüler adına
Bütün gençler, bütün doğacak çocuklar adına,
Varacağım deyişine gündüz gündüz,
Varacağım tanrıya dek,
Soluğumda soluğun

Seslenir seni bana Ova’m, Dağ’ım,
Nere gitsem bulur beni arınmış.
Bir çağ ki akar ötelere,
Bir ak ... ki yüce atalar, bir al ... ki ulu oğullar,
Türkçem, benim ses bayrağım !

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
 

Epilogue

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
279
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Eskişehir`e indim; Porsuk Çayı`nın orda, dükkânın adı "Lavash". İstanbul, Beşiktaş yokuşunda kebapçı olmuş "Dönerchi". Allah Allah, bunu yazan zât-ı Avrupaî anlaşılan Batı dilinde "ch" nın "c" değil, "ç" okunduğunun da farkında değil. Ve tabii böyle gülünç (daha doğrusu acınacak) misâlleri artık sıkça görüyorsunuz. Sâdece aşağılık duygusundan, sömürge ruhluluktan mı, yoksa üstüne özenti sıvanmış bir kara câhillikten mi oluyor bunlar dersiniz?

Sanmam; işin temelinde "millî eğitim"i 1946′dan beri güdümüne almış yabancı danışmanların (ve tabii onların yerli emir kullarının) kademeli oyunlarından biri yatıyor. Nasıl mı?

Kademeler şöyle:

1. Önce Türkçe ikiye bölündü. Bilim terimleri, Atatürk`ün yolunda bir süre Kök Türkçe`den türetilip bu terimler ortaöğretime yerleşti. Ancak aynı terimleri evrenkentler pek kullanmadığı için tam bir teknik dili birliği oluşmadı. "Solcu" diye bilinen Öz Türkçeciler 1950-1980 arası tedrîcen ana gayeden uzaklaşıp Eski Türkçe`yi tasfiye yoluna girdiler. "Sağcı" diye bilinen Eski Türkçeciler ise bu tasfiyeciliğe aşırı bir tepki olarak bilim için Kök Türkçe`den türetilen terimlere dahî düşman oldular. Oluşan boşluğa İngilizce bozuntusu ("Tarzanca" lâflar hücum etti. İki tarafın da saplantılıları, artan "Anglomanlıca" tehlikesine pek aldırmadılar; birbirleriyle "Kelime mi, sözcük mü?", "Millet mi, ulus mu?" diye kavga etmeyi sürdürüyorlardı.

2. İngilizce ile eğitim, önceleri yalnız fen dersleri olmak üzere ilk kez bir Türk okulunda (hem de Atatürk`ün tam tersi gayeyle kurduğu okulda) 1953′te başladı. Kısa sürede bu, devletin birçok okullarına, sonra özel ve cemaatlerinkine bulaştırıldı. 1960′ta gene dış telkinle ilk kurulan İngilizce dilli Türk evrenkentini zamanla birçok yenileri tâkip etti. Bunlarda yalnız fen değil, tüm dersler İngilizce oldu (tarih, edebiyat dâhil). Kamuoyu toptan aldatıldı (Bkz. O.S, "Bye Bye Türkçe" kitabı (Otopsi Yayınları, İst., 25.baskı 2005).

3. 1990′larda "Tarzanca" ile eğitim ilkokullara, anaokullarına kadar indirildi. (Bir ülkenin dilini yok etmenin temel yöntemi).

4. Bir yandan da Türk yazısını bozmak (sonra yok etmek) faaliyetleri yürütülüyordu. 1980 darbesinde, birden Türk yazısındaki inceltme işaretleri (^) kalktı. Tabii bu, "Eski Türkçe" sözcükleri yazılamaz hâle getiriyor, Türkçe`ye de büyük bir karışıklık darbesi vuruyordu. (Örn. "hala" "hâlâ", "kar" "kâr" ikililerindeki gibi.) İşin garibi, tasfiyeciliğe karşı olanlar dâhil "sağ"lı, "sol"lu basın-yayın bunu uyguladı. Kimin başlattığına gelince, iki taraf ta birbirinin üstüne atıyordu. Demek ki, hiçbirinden değil, olay gene yabancı danışmanlardan (yâni "güdücü"lerden) kaynaklanmıştı. [Sanırım aynı sıralarda, okullarda da Türkçe yazım kuralları öğretilmez oldu. Zâten edebiyat (ve târih) dersleri de azaltılıp duruyordu].

5. Atatürk`ün yeni Türkçe yazısı tüm dünyanın imrendiği, bütünüyle diline tam uyan, okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir yazıdır. Herkes bu yazıyı birkaç haftada öğrenebilir. İlk defa karşınıza çıkan bir kelimenin nasıl okunacağı, nasıl yazılacağı diye bir sorun yoktur. "Harf harf söyle" diye sorulmaz. Batı dillerinde, özellikle şu imlâsı tam bozuk "Tarzanca"da ise, biri "Adım Smith" dese, öbürü hemen, "spell it" (harfle) der. Ne gülünç; halbuki "Smith", Türkçe`deki "Mehmet" kadar yaygın bir isim. Türkçe`nin ve yazısının bilgisayar ve bilim için en uygun dil ve yazı olduğu hakkında ise Batılılar da artık yazılar yazıyorlar.

Dili İngilizce olan okullarda çocuklara okuma yazma öğretmek çok zordur. Her sözcüğün okunuşunu yazılışını çocuk ezberleyecek. Kural kaide yok. Nitekim ABD basınına göre orada liseyi bitirenlerin yüzde 60′ı kendi dili İngilizce`yi dosdoğru okuyup yazamıyor. Türkçe`de ise yakın zamana kadar çocuklar heceleme yöntemiyle ve Türkçe`nin güzel kuralları sâyesinde her şeyi hemen okuyabilir, yazabilir konuma ilk yılda gelirlerdi. Derken, Türkçe`yi yok edip yerine 250 kelimelik köle dili İngilizce`yi koymak ana planına uygun olarak, yabancı danışmanların güdümüyle okullarımızda Türkçe okumak yazmak öğretimi yöntemi değiştirilip kelime kelime, her birisinin görüntüsünü ezberleme yöntemi kondu. Sonuçta evrenkentli gençlerin bile imlâsı bozuldu (e-postalarda sık sık görüyoruz). Tabii buradaki dış güdüm gayesi, aslında sâdece İngilizce okumayı öğretmek, Türkçe`yi toptan yok etmek. Ayrıca ilkokulda Türk alfabesi öğretirken "w", "q"yu da katıyorlar.
Yukarıda, bir dizi abuk sabuk, mantıksız gibi görünen olayların, yapılanların arasında nasıl bir temel bağıntı, nasıl bir düşman hedefine doğru adım adım yürüyüş olduğunu göstermeye çalıştık. Umarım durum belirginleşmiştir.

Şimdi Türkçe`nin yazısı konusundaki ilkelerimizi şöyle sıralayabiliriz:

a. Türk yazısında inceltme (^) işaretleri herkes tarafından mutlaka kullanılmalıdır. (Bilgisayarda onları koymak da çok kolay.) Yazarlar, çıkacak yazılarında koydukları inceltme işaretlerinin aynen baskıda da olması için yayınevine, gazete, dergi idâresine (bizim yaptığımız gibi) ısrar etmeli.
b. Okullarda okuma yazma tekrar bizim usul heceleme yöntemiyle öğretilmeli. Türkçe`nin dilbilgisi, ses uyumları, terim türetme kuralları eskiden olduğu gibi çok iyi öğretilmeli.
c. Türk edebiyatı (her dönemdeki) ve târihi dersleri yeniden ihyâ edilip 1980′e kadar olduğu şekle ve miktara rücû etmeli; tarih derslerinde Türk kültür tarihine verilen yer de artırılmalı.

Tabii bütün bunların olabilmesi için her düzeydeki eğitimi düzenleyen devlet kuruluşları artık kesinkes yabancı "danışman"lar hâkimiyet ve güdümünden kurtarılmalı.

Oktay Sinanoğlu'ndan
 

Epilogue

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
279
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Yansıtılan bu gerçekler çok vahim bir hal almış durumda .Sorun şuki: Kimse farkında değil ve aslında farkında da olmak istemiyor .
Üniversitede bir çok alanda çalışma yapan insanlar bile bu konunun ciddiyetinin farkında değilken ,önemsemezken , halkın diğer kalan kısmı nasıl farkında olsun? Çok yazık .
Bir ülkeyi yok etmek istiyorsanız en büyük iki silahtan bir din diğer ise dildir . Geçmişimizi yansıtan kültürümüze ait olan dili erozyona uğratmak bir felakettir , nitekim bu savaş çoktan başlamış durumda.. Dil'i yıpratmak ve kendine has özelliklerini zaman içinde yok etmek zaten kültürü yok etmektir , kültürü yok ederseniz geçmişde hasara uğradığı için geçmişini bilmeyen bir toplum ortaya çıkar .Dış tehlikelere karşı korunamaz hale geliriz ." geçmiş tekerrürden ibaret " . Haçlı seferleri hala devam etmekte , sadece adı değişmektedir!!

Böylesine hassas bir paylaşım sunduğundan ötürü teşekkür ederim Mavi ..
 

Mühendis

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
3 Eki 2009
Mesajlar
271
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
İlkokulda, matematik dersinde öğretmen üçgenin alanını, çocuklara
şu şekilde öğretmiş:

Bir üç kenarlının alanı, yatayımı ile dikleşiminin
vuruşumunun, ikiye bölümüdür. Çocuk bunu güzelce ezberlemiş.

Akşam babası evde sormuş:
- Bu gün okulda ne öğrendiniz?
- Matematik dersinde, bir üç kenarlının alanını öğrendik babacığım.
- Ya öyle mi, peki nasıl öğrendiniz?
- Bir üç kenarlının alanı, yatayımı ile dikleşiminin vuruşumunun,ikiye bölümüdür.

- Yavrum, yanlış öğretmişler size. Doğrusu: Bir üçgenin alanı,
tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir.

O sırada, bir yandan gazetesini okuyan, bir yandan da torunuyla
oğlunun konuşmasını dinleyen dede, dayanamayıp söze girmiş:

- İkinizde yanlış öğrenmissiniz! Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi,
kaidesiyle irtifaının hasıl-ı darpının nısfına müsavidir.

İnternette çokça dolaşan bu iletiyi sanırım hatırlıyorsunuzdur.

Ne söylüyordu dede?
Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi,
kaidesiyle irtifaının hasıl-ı darpının nısfına müsavidir.
Arapça ve Farsça (Parsça) kelimeler.

Baba;
Bir üçgenin alanı,tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir.
Türkçe.

Torun;
Bir üç kenarlının alanı, yatayımı ile dikleşiminin vuruşumunun,ikiye bölümüdür.
Türkçe.

Baba mı, torun mu doğru söylüyor acaba?

Ama her ikisinin de söyledikleri Türkçe, diyebilirsiniz.
Evet ,öyle gözüküyor.
Kelimelerde Türkçe.
Çelişki nerde?

İrdelemeye çalışalım.

Baba: Üçgen,taban ,yükseklik,çarpım,yarı
Torun: Üç kenarlı,yatayım,dikleşim,vuruşum,ikiye bölüm.

Üçgen:Bir düzlem içinde üç noktalı ve bu noktaları birleştiren üç kenara sahip bir alan.

Üç kenarlı :Bir düzlem içinde iki noktalı üç kenara sahip ucu açık bir şekil.

Üç kenarlı :Bir düzlem içinde üç noktalı üç kenara sahip bir alan.


İki veya üç nokta?
Evet.
İki noktalı üç kenarlı bir çizim yapabilirsiniz. Yaptığınız çizimde birbiriyle birleşmemiş üç kenarlı bir model çıkacaktır.
Eh buda üçgene benziyor mu bilmem!
Ötesi beni aşar.
Diğer türetmelerin de sentezini yaparsak aynı sonuçlara ulaşırız.

Neden dilimiz ;
dede,baba,torun arasında bu derece FARKLI.
İşin püf noktası.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK.

Çünkü; dilimizde devrim yapmıştı.
Babanın kullandığı tüm geometri kelimeleri Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dilimize kazandırdıklarıdır.

Peki torun neden bunları kullanmıyor veya kullanamıyor.

Çok basit.
Ödeyecekleri diyetler için vatanını satan hainler eserlerini yok etmek için çalışıyorlar.
Sanıyorlar ki ; eserlerini yok edersek Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü de yok ederiz.


Hani son günlerin söylemiyle !
Anladı sen.…


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK


Dört kelime.
Açalım.

Mustafa= Ailesi tarafından koyulan isim
Kemal=Öğretmeni tarafından koyulan ikinci isim
Gazi= T.B.M.M tarafından verilen unvan (Türkçe’mizde isim olarak ta kullanılmakta)
ATATÜRK = Kanunla verilmiş Soyadı.(Kimse tarafından kullanılamaz)

Devamlı kullandığımız,özellikle vurgulamak istediğimizde ağzımızdan düşürmediğimiz;

ATATÜRK şöyle söyledi,
ATATÜRK böyle düşünüyordu.
ATATÜRK şunu yaptı.

İyi,güzel de……
Türkçe’mizde kişilere soyadı ile hitap edilmez ki.
İsimleri ile hitap edilir.

Biz İngiliz,Fransız,Alman vs değiliz ki soyadı ile hitap edelim.

O halde neden Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ den bahsederken sadece soyadını kullanıyoruz.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst