Sokrates'in Ölümü

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Makaleleri kategorisinde phi tarafından oluşturulan Sokrates'in Ölümü başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,847 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Makaleleri
Konu Başlığı Sokrates'in Ölümü
Konbuyu başlatan phi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
18. yüzyıl Avrupası’nda ortaya çıkan Neo-Klasisizm (Yeni Klasikçilik) akımının öncüsü olarak bilinen, Fransız ressam Jacques-Louis David (1748 1825) tarafından 1787 yılında tuvale aktarılmış ve günümüzde Louvre Müzesi’nde sergilenmekte olan “Sokrates’in Ölümü” isimli bu tablo hakkındaki anlatıma geçmeden önce, ressam ve Neo-Klasisizm hakkında kısa bir bilgi verelim.
Jacques-Louis David (1748 1825), yine Fransız ressam Joseph-Marie Vien (1716 1809) tarafından resim konusunda iyi bir şekilde yetiştirilmiş; önceleri Barok ve o’ndan daha şaşaalı bir tarz olan Rokoko üslubunda da çalışmalara yer vermiş, daha sonra ise Rönesans dönemindeki resim ideolojisini büyük bir ilgi ile benimseyerek klasik bir tarz edinme yoluna girişmiştir. Bu dönemlerde birçok sanatçı, üzerinde bulunduğumuz dünyanın akıl yolu ile kavranmasına mutlak bir öncelik tanıyarak, Aydınlanma ruhuna uyum sağlamayı düşündüler ve daha akılcı, daha berrak eserler imajine etmeye başladılar. İşte tam bu noktada da sanatçılar, kendilerine esin kaynağı olacak Antik Çağ’a yöneldiler ve bu yeni akımın klasik ideallerden feyiz alması ona “Neo-Klasisizm” ismini kazandırdı.
death%20of%20socrates%20copy.jpg
18. yüzyıl ortalarında Roma, Neo-Klasisizm’in merkezi haline gelerek, sanatçıların buluşma mekanı oldu. 1764 yılında Alman arkeolog Johann Winckelmann, sanat tarihinde çığır açan “Eskiçağ Sanatı Tarihi” isimli eserini yayımlayarak, eserin içinde öznel bazı kıyaslamalara yer vermişti. Yazar eserinde, Barok sanatın “formlarda düştüğü hatalara ve ifadedeki ölçüsüzlüğüne” karşı, klasik Antik Çağ’ın “soylu sadeliğini ve sessiz ihtişamını” över. Neo-Klasisizm’in ‘saflık’ idealini benimseyen sanatçılar, tüm yozlaşmalara rağmen ahlaken bozulmamış olan gerçekliği ancak bu saflıkla temsil edebilirlerdi.
Her ne kadar bu sanat akımı bir tür yeniliği ifade etse de; esasında Rönesans sanatçılarının Antik Çağ’a öykünerek yeni bir ifade tarzını, bilgi biçimini ve düşünsel düzlemdeki tutumu dışa vurmaları gibi, Neo-Klasik sanatçılar da Fransız Devrimi’nin arifesinde yeni bir çağın zeminini oluşturmaktaydılar.

Sanat, 1492’den sonra hali vakti yerinde olan insanlar arasında alışılmış yerini korumayı sürdürdü ve genel olarak insanın onsuz yapamayacağı bir şey olarak kabul edildi. İdealistler, sanatçının doğayı çalışması ve çıplak figürden çizim yapmasını kabul ediyor; doğalcılar da klasik antikitenin aşılamaz güzellikte olduğunu onaylıyordu. Fransız İhtilali sırasında birdenbire sanatçılar, bir Shakespeare sahnesinden güncel olaylara kadar gerçekte hayal gücüne seslenen ve ilgi uyandıran istedikleri her konuyu seçmekte kendilerini özgür hissettiler. Amerikalı John Singleton Copley (1737 1815) İngiltere tarihinde ünlü bir olay olan “I.Charles, 1641’de Avam Kamarası’ndan, suçladığı beş milletvekilinin kendine teslimini istiyor” isimli çalışmasını 1785 yılında ilk kez sergilediğinde büyük bir heyecan yaratmıştı. Resimde işlenen konu gerçekten de alışılmışın dışında bir konuydu. Politikacı Edmund Burke’nin bir arkadaşı olan Shakespeare uzmanı Malona, bu konuyu ressama önermiş ve o’na resmin yapımı için gereksinim duyacağı tüm tarihi bilgiyi vermişti. Oldukça yakın sayılabilecek tarihten alınmış böyle bir olay, o zamana kadar büyük boyutlu bir resmin konusu olmamıştı. Copley’in bu iş için seçtiği yöntem de, daha önce hiç alışık olunmayan bir yöntemdi. O, bu sahneyi mümkün olan ölçüde hatasız –çağının bir tanığının gözleri ile gördüğü şekilde- kurmak istiyordu ve tarihi gerçeklere ulaşabilmek için hiçbir yorgunluktan kaçınmadı. Ülkeyi ev ev dolaşarak Parlamento üyelerinin eski portre resimlerini bularak onları inceledi.

Fransız İhtilali, tarihe duyulan bu çeşit ilgiye ve kahramanlık konularını ele alan resimlerin yapımına büyük bir itici güç oldu. Hatta ihtilalciler kendilerini yeniden doğmuş Yunanlılar ve Romalılar olarak düşünmekten hoşlanıyordu. Sanatçılar, Antik Çağ’a yöneldiklerinde, Rönesans sanatçılarından biraz farklı olarak çağın biçimlerini ve içeriksel özelliklerini kullanarak o güne uyarlamanın ve yaşadıkları güncel dünya görüşünü ifade etmenin yollarını aradılar. Yüzyıllardır süregelen ve Rönesans’tan devralınan değerlerin belirlediği eski düşünce yapısı bu dönemde tümüyle aşmaya çalışılır.
Sanatçılar, öykündükleri Antik Çağ’a olan sonsuz minnet duygularını dile getirirken; bir yandan yapay görünen bir resim dili oluşturduklarını söyleyerek, diğer yandan da resimlerinin artık sadece gerçeğin bir yansıması olmadığını, özel mesajlar taşıdıklarını ima ederler. Tablolardaki koyu tonların ağırlıklı olduğu katı ve dolaysız formlar, her türlü lüks eklentiden kaçınan coşkulu bir tevazuunun yeni oluşturulmuş ifade tarzlarını simgeler.

Aydınlanmanın akılcı felsefesinden doğan Neo-Klasisizm’de sanat eseri –David’in yapıtlarında oldukça politik- adeta bir dünya görüşünün dışavurumuna dönüşmüştür. Bu perspektiften bakıldığında Neo-Klasisist resimler gerçek anlamda “ideolojik resimler”dir.

18. yüzyılın sonuna gelindiğinde, sanatın kendi içinde bulunan bütünlüğü yavaş yavaş dağılarak artık tamamen paramparça olacaktır. Bundan sonra sanat akımları birbirine paralel bir şekilde gelişecek ve Neo-Klasisizm ile neredeyse aynı dönemde yepyeni bir akım ortaya çıkacaktır; aklın önüne duyguyu koyan ve o’nu sanat içerisinde idealize edilmiş formlar aracılığı ile ifade etmeye çalışan bu akımın ismi de “Romantizm” olacaktır.

Bu kısa bilgiden sonra, David’in “Sokrates’in Ölümü” isimli tablosunun ifadesel anlatımı, öyküsü ve Sokrates’in hayatı hakkındaki anlatıma geçelim.

David, Yunan ve Roma heykellerini inceleyerek, vücuttaki kasların ve kirişlerin nasıl hacimlendirileceğini ve vücuda soylu bir güzelliğin nasıl verileceğini öğrendi. Özellikle, eserlerinin çoğunda siyah tonları ağırlıklı bir şekilde kullanarak, ışık ve gölge unsurlarını da oldukça iyi bir gerçeklikte oluşturması ile konunun daha etkili hale gelmesini başarmıştır. Bu da, işlediği konular üzerinde daha dramatik bir hava oluşmasına sebep olur.
Sokrates’in ölümü Antik Çağ’da yaşanan en önemli olaylar arasındadır. Kendisine verilen haksız ölüm cezasına karşı gösterdiği tepki, günümüzdeki en basit sorunlara karşı bile verilen tepki ile kıyaslandığında oldukça hafif kalır.

Günümüzde, felsefe tarihinin ve özellikle de Antik Yunan Felsefesi’nin en önemli filozoflarından birisi olarak kabul edilen Sokrates’in (MÖ 469/468 399), daha çok etik ve politika felsefesi üzerine tarihsel bir etkisi olmuştur. Bu iki konu da, hiç kuşku yok ki o’nun en önemli disiplinleridir. Bu açıdan bakıldığında Sokrates’in, felsefeyi, gökyüzünden yeryüzüne indirmiş; doğa felsefesi veya soyut ve spekülatif bir felsefeden, somut ve pratik bir felsefeye dönüştürmüş biri olduğu söylenebilir. Bütün hayatı boyunca felsefe ile uğraşan ve insanlara bir şeyler aktarmak isteyen Sokrates, geride yazılı hiçbir şey bırakmamıştır. Bunun bir nedeni yazılı hiçbir sözün değerine inanmamasıdır. O, yazılı sözün insan zihnini tembelleştirdiğine inanıyordu; diğer bir nedeni de karakterinin alışılmadıklığına, hayat tarzının olanca farklılığına ek olarak, söylediklerinin felsefece yeniliğini ve önemini vurgulamak için, felsefi söylem ve iletişimin geleneksel araçlarından da tamamen vazgeçmeyi tercih etmişti. Daha da önemlisi Sokrates, ahlaki eylemle, ahlaki erdemlerle ve insan yaşamının amacı ile ilgili bilginin öyle uçup gitmesine izin verilmeyecek kadar önemli bir bilgi olduğuna; kağıt yolu ile öğrenmek yerine, kişinin kendi başına araştırıp kendisine mal etmesi gerektiğine inandığı için; iyi hayatla ilgili görüşlerini felsefi metinler ile ifade etmek yerine, kendi görüşlerinin anlaşıldığı şekli ile başkaları tarafından yazılmasına izin vermiştir.

İnsanlara ruhlarına özen göstermeleri gerektiğini söyler. Maddi olan değerlerin bazen yararlı olsa bile hiçbir zaman kalıcı, temel ve özsel olmadığını dile getirir. Ahlaklı ve doğru yaşamanın önemini, doğru yaşamak için doğru düşünmenin zorunluluğunu göstermeye çalışmış ve insanlarda hakikat aşkı ve erdem sevgisi uyandırma çabası vermiştir. Tüm bunlara rağmen döneminin en bilge kişisi olan Sokrates, ‘daimon’ ismini verdiği farklı mistik Tanrılara inandığı ve genç Atinalıları da bu yolda eğittiği yolunda düşüncelerin yayılması üzerine sapkınlıkla suçlanarak ölüm cezasına çarptırılmıştır.

Öğrencisi Platon’un kaleme aldığı ‘Sokrates’in Savunması’nda, Sokrates savunmasını yaparken ölüm korkusu üzerine şöyle söylüyor: “… Çünkü siz erkekler, ölümden korkmak, öyle olmadığı halde insanın kendisini bilge yerine koymasından başka bir şey değildir. Çünkü bu insanın hiç bilmediği bir şeyi bildiğine inanması anlamına gelir. Hiç kimse, ölümün insanlar için iyiliklerin en büyüğü olup olmadığını bilemez, ama yine de, kötülüklerin en büyüğü olduğundan kesinlikle eminlermiş gibi insanlar o’ndan korkuyor…” ve yine Platon’un ‘Devlet’ isimli eserinde Sokrates adalet üzerine şunları söylüyor: “… Nefesim yettiğince, sesim soluğum kesilmedikçe, haksızlığı savunanlara karşı, adaletten yana saf tutmamak korkarım Tanrılara karşı sorumluluğu da zedeler. En iyisi adalet lehine elimden geldiğince ağırlık koymak…

Resmi incelemeye başladığımızda Sokrates’in asil bir bilge gibi betimlenerek altın oran kesitinde kompoze edildiğini görürüz. Tablonun tamamına hakim olan olay bir zindan içerisinde geçmektedir. Uzun ve haklı savunmasına rağmen ölüm cezasına çarptırılan Sokrates, zindanındaki döşeği üzerinde oturur pozisyondadır. Ölümden korkmayan bir tavırla, sol kolunu ve sol işaret parmağını yukarıya kaldırarak, kendi ölümünün kendisi için bir kurtuluş olduğunu ve öldükten sonra da birçok Sokrates’in geleceğini ifade etmektedir. Yüzünde patetik ve neşe karışımı bir ifade ile Sokrates, yaptığı işten utanç duyan ama görevi gereği yapma mecburiyetinde bulunan genç bir Atinalının uzattığı ve içinde baldıran zehri bulunan kadehi almaktadır. Tablonun solunda oturur pozisyonda konumlandırılmış olan kişi Sokrates’in öğrencisi Aristokles (Eflatun/Platon)’dir. Başını öne eğerek ellerini kucağında birleştirmiş ve gözlerini kapamış bir şekilde, çok sevdiği ve saygı duyduğu hocasının adaletsiz bir şekilde cezalandırılmasına karşı elinden hiçbir şey gelememesinden dolayı duyduğu üzüntüyü bir parça da olsa hissedebileceğimiz Platon’un, bu olaydan ne kadar çok etkilendiğini rahatlıkla anlayabiliyoruz. Sokrates’in arkasındakiler ise öğrencileri ve yakın arkadaşlarıdır. Onlar da hayretler içerisinde hem yapılan haksızlığın, hem de Sokrates’in buna gösterdiği rahat tavrın etkisi altında feryat etmekteler. Hemen Sokrates’in yanında oturan ve sağ eli ile Sokrates’in sol bacağını avutucu bir şekilde kavrayan, en yakın arkadaşı Crito’dur. O’nu her ne kadar hapisten kurtarmaya çalışdıysa da, bunu başaramamanın verdiği üzüntü Sokrates’e olan hareketli yakın temasından anlaşılıyor. Tabloya derinlik kazandıran arka plandakiler ise, infazın gerçekleşmesini emretmek için gelen mahkeme heyeti üyeleridir. İnfaz anında bulunamayacak kadar da vicdan sahibi oldukları zindanı terk etmelerinden anlaşılsa da, David, bu paralel kompozisyonda tam da bu noktada olayın tamamen dramatik bir atmosfere bürünmesini ve Sokrates’in son saniyelerini tabloyu seyreden kişiye bir solukta vermeyi düşünmüştür. Dramatik bildiğimiz bu olayın da, tabloda fevkalade gerçekçi bir boyut ivmesiyle canlandırıldığı pekala yadsınamaz.


Kaynakça:

1. Gombrich, Ernst Hans: Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, Türkçesi: Bedrettin Cömert
2. Krausse, Anna-Carola: Geschichte der Malerei (Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü), Literatür Yayıncılık, Türkçesi: Dilek Zaptcıoğlu
3. Platon: Sokrates’in Savunması, Bordo-Siyah Dünya Klasikleri – Felsefe, Türkçesi: Cüneyt Çetinkaya
4. Platon: Devlet, Bordo-Siyah Dünya Klasikleri – Felsefe, Türkçesi: Cenk Saraçoğlu – Veysel Atayman
5. Platon: Sokrates, Say Yayınları, Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Ahmet Cevizci
6. Taylor, C. C. W: Sokrates, Altın Kitaplar, Türkçesi: Cemal Atila
7. http://tr.wikipedia.org/wiki/Neoklasisizm


Aktiffelsefe - E-dergi
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Başka bir forumda üretilmiş Sokrates vb. leri sesler ve esinler duyuyorlarmış. Onlar peygamber mi? vb. Mi? Sorununa üretilmiş yanıttır...

X- Soran

İlkçağ filozoflarının çoğunda esinlenme olurmuş. Bu da tam vahiy gibi olmasa da ilahi bir şey gibi görülebilir. Yani kalbinde hissediyor ya da ses duyuyor. Hatta Sokrates'in ses duyduğunu söyleyenler var. Platon'un kitaplarında olabilir böyle bir şey.

Hasılı eski filozofları çok akılcı olarak görüyoruz ama mitolojiden tam olarak kopmamışlar. Mitoloji ile yüzleşiyorlar ama tanrıyı sorgulamıyorlar. Esinlenme yaşıyorlar.

Şunu dile getirmek istiyorum. İlkçağ filozoflarını aşırı akılcı olarak görüyoruz ama mitolojiden kopmamışlar. Esinlenme yaşıyorlar. Hatta Sokrates ses duyuyormuş. Şaşkınlığımı ve merakımı dile getirmek istemiştim.

"İCTENLİK"/SANALMANİK YANIT ÜRETİMİ;

Ey Atinasızlar !!
ya da Eyy X Forumlular !!
Ve Eyy X - Soran ve Halkı/Kitlesi !!!

Çocukluğumdan beri ses/sesler duyan ben bu işlere çok takıldım
Son yıllarımı ya da yaşamımın bir bölümünü de bu işleri çözmeye geçirdim ya da heba ettim

Aşağıda yazacak iki lanet cümleyi hiç bir zaman bulamamış hissediyorum..

Şunu biliyorum ben Peygamber değilim ve hiç olmadım ve olmakta istemem, asla istemem, hiç bir koşulda istemem.
Bir harem verilecekse de, bu iş kolay olacaksa da istemiyorum ...

Tanrının olmayışını geçelim, bu durumu objektif yakınlaşmayla çözümlemiş (yakınsamış) olmayı da geçelim...

Felsefe bu sesleri susturur ya da bu seslerin üstündedir. Felsefe her zaman ses duvarını aşıyor.

Sessizlik ve uğultu atmosferlerinden felsefe duyumsallaştırmak en büyük duyuş.

Şunu biliyorum. "Birileri susmuyor olsa birileri sesler duymak zorunda kalmazdı."
Bunu öğren Evladım...

Sokratesin duyduğu
Susupta söylemeyenlerin sesleridir ve vicdanıdır; Tanrının değil..
İyi gazlanmış Sokrates...

Sokratesin durumu Evladım
X - Soran Evladım. Nasreddin Hoca'nın köylünün gazıyla köylüyü arkasına katıp filler için Timur'a şikayete gidişine gönderilişine benziyor. Avanağın birinin kavgaya karışması ve itilmesi gibi...
Bunun sessiz yapılmışını düşün..
Gazla Sokrates'i konuşsun...
Atina meydanın da gazlanmış bir adam düşün..
Suskun Atinalıların iç sesinin gazsal sıkışması. Belki de dış sesinin... İçsel belki dışsal Atinalı doldurması. Garibim Baldıran'a kadar gitmiş...
Sen bi Sokratesi mi akıllı sanıyon. Herkesin aklı var.. En safı oymuş demek ki...
Gayserili hikayeleri vardır gayserili onun gibi.. Uyanık olaymışta sesler uydurmayaymış-duymayaymış...

Çok iyi bakarsan Sokrates kurban, kurbanı temsil ediyor. Garipliği ve saflığı iyiniyetliliği. Bunu bir gün çözebileceksin sen de.. Görebileceksin
Bunlar anlaşılabilir şeyler korkma..

Ya da tüm toplumun bildirecek birine ihtiyacı ve çağrısı olmasaydı birileri sesler duyup uydurmazdı...

Ya da içsel yakarcılar, duacılar olmasa ve içsel soru/sorgular yakarılar üretip atmosfere (göğe) bırakılmasaydı da bunlar olmazdı...

Yağmurun yağışı gibi. Düşünceler atmosfer de demlenir...

Emin olun biz bunları çözümledik...
Dürüst iseniz bu işleri bırakın kafa yormayın kimseyi de yormayın Tanrı Manrı yoktur Evladım...
Çok katmanlı Kozmoloji katmanları varmış olabilir.. Mostar köprüsü çökmüş o seni terkedip gitmiş olabilir. Ne olursa olsun yaşamaya mecbursun. Biliş katlı/katmanlı oluş varmış olabilir, başka bilici varlıklar da varmış olabilir demenin bilincin ve oluşun katmanları/kuşakları demekten farkı yok. Başka hiç bir bilişin ve bilicinin/söylevcinin buradaki şimdideki benim bilişimden bilincimden üstünlüğü yok altınlığı da yok... Biliş burda. Bilici burda.. Sensin. Bilen sensin, yaşayan da...
Sokrates zamanında okul kapısında "Kendini Bil." yazarmış. O halde bilici uydurucu, söylevci aramayın. Kendinizi bilin... Kendiniz bilin.. Kendinizden bilin...

Tahir olmakta ayıp değil Zühre olmakta...
Hatta bunun gibi Sokrates ve Yalancı Uydurukçu Peygamber olmakta ayıp değil...
Bütün iş Tahirle Zühre olmakta yani yürekte..

2000 sene sonra gelecek anlaşılmamış bir iade-i itibarla Baldıran içip ölmek ne hoştur..
ve çemkiren ve kafana su döken bir karıyla yaşamakta..
Bunu ister miydin?
O halde Sokrates olma....
Sokrateste seni duyacak mı Evladım?

Herkes sesler duyuyor
Sokrates sandırılmış/kandırılmış oluyor anladın mı? ya da bunalmıştır/bunaltılmış..tır...
Toplum önüne itilmiş...

Şimdi bu köyde kırk kişi bundan/şundan rahatsız (ya da doğruyu biliyor) diyelim ancak çıkıpta söyleyemiyor. Ne yapsak ne etsek?
Bunu ya Deli söyler ya Veli söyler
Ya birini Delirtmeli ya birini Velirtmeli
İşte o Veli o avanak..
Ali --> Veli ---> Deli...
Çizelge bu...
Ali; aklı başında olan. Veli; hafif kaymış, kafası bulanmış olanı. Yöneltmeye açık olanı. Deli hepten sıyırmış olanı..
Alileri dinleyin Alileri.. Kendinizi heba etmeyin, kendinizi dinleyin önce...

Aborjinler birbirinin yüreklerini duyuyorlarmış...

Bunlar toplumunun kurbanları, iş ihale yıkılmış gariban taşeronlar
İleri gitmeyelim...
Çok bilen (bizden de) Evla/Vela olan bilen gelsin bize öğretsin...
O tarihin zırvalarını çözmek, ayıklamak için çok düşündük. Bizden düşüngen bunlara kafa patlatan varsa gelsin şimdi buluşalım söyleşelim biz...
Herkeste kulak var.
Herkeste de vicdan var.
Duyuyorsa herkes duyuyor az çok olan biteni ve herşeyi...
Ya da tüm bir toplumun yüzde üçü beşi iyi duyuyor emin ol.
Başkalarının acı, duygu, dertlerini, ortak acıları bir biçimde duyuyor-duyuşuyor.
Bir Sokratesler değil...
Bu toplumun bile emin ol en az yüzde üçünde beşinde Sokrates kadar yürek, vicdan ve duyuş var..merhamette....
Sokrates kadar insanlık ve bilgisellikte...
....

Birileri başkalarında yok sanıyor ileri gidiyor, kendini ateşe atıyor, kurbanı oynuyor, durumu anlamıyor, içi karışıyor ..Bunlar olur... olağan....
Ya da
Deliyi ya da Veliyi oynuyor ya da oynatılıyor anladın mı?

"İnsanlar gökyüzüne sesler yakarışlar göndermeyi bıraktığın da kimse sesler duymak uydurmak zorunda kalmaz.NOKTA..."

bu yazım da bu bağa bağlama az çok bağdır/bağlamdır..
Krishnamurti de duyup duyup bildirdi ne oldu sonra?
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst