- Konbuyu başlatan
- #1
F
faust
Ziyaretçi
Risale-i Nur, gerçekte ilmi olmaktan çok uzak bir kitaptır. Neden derseniz:
Risale-i Nur’da ilmi hatalar, alabildiğine çoktur. Hemen her konusunda ilmi yanlışlığa rastlamak mümkündür. Hem din ilmi yönünden yanlışlıklar vardır; hem de müspet ilim yönünden. Birkaç örnek vermeyi faydalı görmekteyim: Sözler adlı risalenin “Onbeşinci söz” adlı bölümünde bir ayet ele alınıyor ve izah edilmeye çalışılıyor. Ayetin Türkçe anlamı şöyledir:“Andolsun ki biz, dünya göğünü, kandillerle süsledik ve şeytanlara birer taşlama kıldık onları.”
Sorumluluk meleklerde mi insanlarda mı?
Bu ayetin yorumu yapılırken şöyle giriliyor konuya:
“Ey kozmoğrafyanın ruhsuz meseleleriyle zihni darlaşan ve aklı gözüne inen, şu âyetin büyük sırrını, o sıkışmış zihinde yerleştiremeyen mektepli efendi! Şu âyetin semasına yedi basamaklı bir merdivenle çıkılabilir.”
Şeklinde yüksekten atan, üstelik bilimi ve bilim öğrenmeye çalışanları küçümseyen bir üslûptan sonra şunlar anlatılıyor:
“Birinci basamak: Hakikat ve hikmet ister ki: Yer gibi, göklerin de kendisine göre sakinleri bulunsun. Şeriat dilinde bunlara melekler ve ruhaniyet adı verilir. Evet hakikat bunu gerektirir. Çünkü yeryüzü, küçük olduğu halde, canlı ve şuurlu yaratıklarla doldurulmuştur. Bu açıkça gösterir ki, ihtişamlı burçlar sahibi ve süslü saraylar durumunda olan gökler de, canlı ve şuurlu yaratıklarla doludur...
“Kâinatı, sayıya sınıra gelemeyen süslerle süslemiş ve sayısız güzelliklerle bezemiş olması, düşünenler ve takdir edenler ister, her güzellik bir âşık ister, yenen içilen şeyler, aç olanlara verilir. Oysa; yeryüzündeki insanlar ve cinler, şu sınırsız görevi yapmaya, bunca şeyleri ibretle incelemeye ve bu kadar geniş kulluk görevlerini yerine getirmeye yeterli değildir. İnsanlar ve cinler yeterli olmak şöyle dursun; düşünme ve yapma görevlerin milyonda birini ancak yerine getirebilirler. Öyleyse; bu sınırsız ve çeşitli görevlerin, ibadetlerin yerine getirilebilmesi için, sınırsız melekler ve çeşitli ruhaniyetler gereklidir.”
Birinci basamakta işte bunlar anlatılıyor. Burada özet olarak demek istenen şudur:
“Kâinatı düşünmeye, kavramaya, Tanrı’nın buyruklarını ve çeşitli görevleri yerine getirmeye, insanlar ve cinler yetmez. Bunun için, başka varlıklar da gereklidir. İşte bu varlıklar, melekler ve ruhaniyetlerdir.”
Bu anlatış biçimi, ne akla uyar ne de dine uyar. Neden akla uymadığı açıktır. Hiçbir akıl, meleklerin ve ruhaniyetin varlığına bu yolla ulaşamaz. Bu, bir. İkincisi, dünyamızdaki şuurlu yaratıkların dışında, görev ve so*rumluluk yüklenecek varlıklar bulunacağını akıl kabul etmez.
Melekleri ve ruhaniyetleri bu şekilde ispat etmeye kalkmanın neden dine uymadığına gelince:
Kur’an-ı Kerim’de, Tanrı’ya ibadet için yalnızca insanlar ve cinlerin yaratıldığı belirtilir; yani ibadet sorumluluğu, yalnızca insanlara ve cinlere yöneltilir. Bütün sorumlulukları (emaneti) yüklenen varlığın da insan olduğu açıklanır. Bir ayetin anlamı şöyledir:
“Biz görevlerin sorumluluğunu (Emanet’i), göklere, yeryuvarlağına, dağlara (Her şeye) sunduk. Ama bunlar, sorumluluğu yüklenmekten kaçındılar. Korktular. Sorumluluğu, insan yüklendi.”
Demek ki, düşünme, kavrama ve görev yapma sorumluluğu altında bulunan, melekler, ruhaniyeti olanlar falan değil; yalnızca insandır; insanoğludur.
“Melekler yok mudur?” diyeceksiniz. Elbette vardır. Ama ispatı, bu kitaptaki gibi yapılamaz. Bu ispatın, hiçbir ilmi, akli ve dini değeri olamaz. Bu ispat biçimi, hiçbir şeye değil, olsa olsa “işkembeye” dayanır. “İşkembe”den rastgele atılmadır bu. Üstelik bu ispat biçimiyle, meleklerin varlığı konusunda kalplere şüphe bile düşürülebilir. Çünkü bir ispat biçimi, inandırıcı olmazsa, ispat edilmeye kalkılan şeyle ilgili olarak zihinler bulandırılmış olur. Kaş yapalım derken göz çıkarılmış olur. “İnsanlar, cinler ibadet için kâfi gelmiyormuş da, meleklerin vb.nin varlığı o yüzden zaruri imiş.” Bunu hangi mantık kabul eder? Böyle bir iddiaya karşılık demezler mi ki; “Tanrı (...)
Risale-i Nur’da ilmi hatalar, alabildiğine çoktur. Hemen her konusunda ilmi yanlışlığa rastlamak mümkündür. Hem din ilmi yönünden yanlışlıklar vardır; hem de müspet ilim yönünden. Birkaç örnek vermeyi faydalı görmekteyim: Sözler adlı risalenin “Onbeşinci söz” adlı bölümünde bir ayet ele alınıyor ve izah edilmeye çalışılıyor. Ayetin Türkçe anlamı şöyledir:“Andolsun ki biz, dünya göğünü, kandillerle süsledik ve şeytanlara birer taşlama kıldık onları.”
Sorumluluk meleklerde mi insanlarda mı?
Bu ayetin yorumu yapılırken şöyle giriliyor konuya:
“Ey kozmoğrafyanın ruhsuz meseleleriyle zihni darlaşan ve aklı gözüne inen, şu âyetin büyük sırrını, o sıkışmış zihinde yerleştiremeyen mektepli efendi! Şu âyetin semasına yedi basamaklı bir merdivenle çıkılabilir.”
Şeklinde yüksekten atan, üstelik bilimi ve bilim öğrenmeye çalışanları küçümseyen bir üslûptan sonra şunlar anlatılıyor:
“Birinci basamak: Hakikat ve hikmet ister ki: Yer gibi, göklerin de kendisine göre sakinleri bulunsun. Şeriat dilinde bunlara melekler ve ruhaniyet adı verilir. Evet hakikat bunu gerektirir. Çünkü yeryüzü, küçük olduğu halde, canlı ve şuurlu yaratıklarla doldurulmuştur. Bu açıkça gösterir ki, ihtişamlı burçlar sahibi ve süslü saraylar durumunda olan gökler de, canlı ve şuurlu yaratıklarla doludur...
“Kâinatı, sayıya sınıra gelemeyen süslerle süslemiş ve sayısız güzelliklerle bezemiş olması, düşünenler ve takdir edenler ister, her güzellik bir âşık ister, yenen içilen şeyler, aç olanlara verilir. Oysa; yeryüzündeki insanlar ve cinler, şu sınırsız görevi yapmaya, bunca şeyleri ibretle incelemeye ve bu kadar geniş kulluk görevlerini yerine getirmeye yeterli değildir. İnsanlar ve cinler yeterli olmak şöyle dursun; düşünme ve yapma görevlerin milyonda birini ancak yerine getirebilirler. Öyleyse; bu sınırsız ve çeşitli görevlerin, ibadetlerin yerine getirilebilmesi için, sınırsız melekler ve çeşitli ruhaniyetler gereklidir.”
Birinci basamakta işte bunlar anlatılıyor. Burada özet olarak demek istenen şudur:
“Kâinatı düşünmeye, kavramaya, Tanrı’nın buyruklarını ve çeşitli görevleri yerine getirmeye, insanlar ve cinler yetmez. Bunun için, başka varlıklar da gereklidir. İşte bu varlıklar, melekler ve ruhaniyetlerdir.”
Bu anlatış biçimi, ne akla uyar ne de dine uyar. Neden akla uymadığı açıktır. Hiçbir akıl, meleklerin ve ruhaniyetin varlığına bu yolla ulaşamaz. Bu, bir. İkincisi, dünyamızdaki şuurlu yaratıkların dışında, görev ve so*rumluluk yüklenecek varlıklar bulunacağını akıl kabul etmez.
Melekleri ve ruhaniyetleri bu şekilde ispat etmeye kalkmanın neden dine uymadığına gelince:
Kur’an-ı Kerim’de, Tanrı’ya ibadet için yalnızca insanlar ve cinlerin yaratıldığı belirtilir; yani ibadet sorumluluğu, yalnızca insanlara ve cinlere yöneltilir. Bütün sorumlulukları (emaneti) yüklenen varlığın da insan olduğu açıklanır. Bir ayetin anlamı şöyledir:
“Biz görevlerin sorumluluğunu (Emanet’i), göklere, yeryuvarlağına, dağlara (Her şeye) sunduk. Ama bunlar, sorumluluğu yüklenmekten kaçındılar. Korktular. Sorumluluğu, insan yüklendi.”
Demek ki, düşünme, kavrama ve görev yapma sorumluluğu altında bulunan, melekler, ruhaniyeti olanlar falan değil; yalnızca insandır; insanoğludur.
“Melekler yok mudur?” diyeceksiniz. Elbette vardır. Ama ispatı, bu kitaptaki gibi yapılamaz. Bu ispatın, hiçbir ilmi, akli ve dini değeri olamaz. Bu ispat biçimi, hiçbir şeye değil, olsa olsa “işkembeye” dayanır. “İşkembe”den rastgele atılmadır bu. Üstelik bu ispat biçimiyle, meleklerin varlığı konusunda kalplere şüphe bile düşürülebilir. Çünkü bir ispat biçimi, inandırıcı olmazsa, ispat edilmeye kalkılan şeyle ilgili olarak zihinler bulandırılmış olur. Kaş yapalım derken göz çıkarılmış olur. “İnsanlar, cinler ibadet için kâfi gelmiyormuş da, meleklerin vb.nin varlığı o yüzden zaruri imiş.” Bunu hangi mantık kabul eder? Böyle bir iddiaya karşılık demezler mi ki; “Tanrı (...)