- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 30 Nis 2015
- Mesajlar
- 38
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
Ölüm insanın kendi bireysel varoluşunda, şiddetle hissettiği ve hayatın anlamına dair kendini sürekli olarak sorguladığı bir durumdur. Ansızın hesaplaştığında insanın ruh halini tüm acısıyla kederiyle yaşadığı, sorguladığı ve doğrudan doğruya yaşamla karşı karşıya getirdiği bir haldir. Bu duruma yalnızca akıl yoluyla ulaşamayacağımız gerçeği karşımıza çıkar. Çünkü akıl ölüm için seçenekler sunamaz, ölümün seçeneği yoktur. Bunun karşısına yaşamı koyduğumuzda akıl yaşam için birçok seçenek kayabilir. Tekrar Tolstoy’a dönersek “hayatın anlamının akli değil yaşamsal…” olduğunu söyler. Ölüm sadece akılla bilinilmeye çalışılan bir şey olmayıp tüm varlığımızla bildiğimiz kendine has bir gerçektir. Burada Freud”un yaşam enerjisi ya da yaşam içgüdüsü dediği erosun karşısında tüm çıplaklığıyla duran ölüm içgüdüsü olan thatanos; kaygının ve çaresizliğin ta kendisidir. Bu çaresizlikle ve gerçekle baş edebilmek için kişiliğin bir parçası olan ego savunma mekanizmalarını devreye sokarak yaşanılan çatışmanın yarattığı kaygıyla başa çıkabilmek için çeşitli tutum, davranış ve düşünce sergiler der.
Yıllar önce izlediğim “Eşkıya” filminde ölüm çok sıradan bizim ayrılmaz bir parçamızmış gibi ölümlülüğün sonsuz, çaresiz bir durum olmadığını, yeniden bir şekilde var olduğumuz duygusunu veriyordu;
-Uğur Yücel: “Çok korkuyorum eşkıya beni bırakma çok korkuyorum çok.”
-Şener Şen: “Korkma sadece toprağa gideceksin sonra toprak olacaksın sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin oradan özüne ulaşacaksın çiçeğin özüne bir arı konacak belki belki o arı ben olacağım.”
Her şeye rağmen ölüm her birimiz için sarsıcı ve korkutucu bir gerçektir. Doğanın bir parçası olan biz insanlar ölümün hakiki anlamını çaresizliğini, tüm gerçekliğiyle yaşamaktayız. Dolayısıyla ölüm, nesnel hayatın içinde akılsal olmayıp yaşamsal bir durumsa; “Ölüm hoş gelsin sefa gelsin, ama biraz geç gelsin”
Mekanın Cennet olsun dedemm..
Yıllar önce izlediğim “Eşkıya” filminde ölüm çok sıradan bizim ayrılmaz bir parçamızmış gibi ölümlülüğün sonsuz, çaresiz bir durum olmadığını, yeniden bir şekilde var olduğumuz duygusunu veriyordu;
-Uğur Yücel: “Çok korkuyorum eşkıya beni bırakma çok korkuyorum çok.”
-Şener Şen: “Korkma sadece toprağa gideceksin sonra toprak olacaksın sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin oradan özüne ulaşacaksın çiçeğin özüne bir arı konacak belki belki o arı ben olacağım.”
Her şeye rağmen ölüm her birimiz için sarsıcı ve korkutucu bir gerçektir. Doğanın bir parçası olan biz insanlar ölümün hakiki anlamını çaresizliğini, tüm gerçekliğiyle yaşamaktayız. Dolayısıyla ölüm, nesnel hayatın içinde akılsal olmayıp yaşamsal bir durumsa; “Ölüm hoş gelsin sefa gelsin, ama biraz geç gelsin”
Mekanın Cennet olsun dedemm..