Mustafa Ulusoy Yazıları

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Psikoloji kategorisinde ayşenur tarafından oluşturulan Mustafa Ulusoy Yazıları başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 5,375 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Psikoloji
Konu Başlığı Mustafa Ulusoy Yazıları
Konbuyu başlatan ayşenur
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan iuflsfozkn

ayşenur

Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Ağu 2010
Mesajlar
236
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
10/12/2005 - Edeble Örtünmek
Kategori: Mustafa Ulusoy



Örtü ve Örtünme Biçimleri Üzerine Düşünceler- 4
Edeb
Mustafa Ulusoy
“UYANIYORSUN. GÜNEŞTEN ÖNCE. Sana özgü, sadece senin daldığın bir uykudan. Ve sadece senin görebildiğin bir rüyadan. İçini bir huzur kaplıyor. Ortalık hala ipeksi örtü ile kaplı. Örtünün rengi biraz açılmış. Siyah ve beyaz ipliği birbirinden ayırabilecek kıvama gelmiş örtünün rengi.
Sabah kalkar kalkmaz ilk işi “hayır olsun” ile başlayarak rüyasını anlatan insanlardan olmak istemiyorsun. İçinde tutuyorsun. Kimseye anlatmak istemiyorsun rüyanı. Anlatırsan sanki rüyanın büyüsü bozulacak. İnsanın kendisini çok anlatması kişiliğin kimyasını bozar. Bir kere, bir kere daha geliyor rüyan aklına. Ne gördün? Tamam anlatma. Merak ettiğimi itiraf ediyorum. Bana da anlatma. Sadece sen bil. Ve sana o rüyayı gösteren O bilsin. Bu içini ısıtıyor.
Durgunsun. Ne kadar suskunsun. Bu konuşma isteksizliğinden kaynaklanmıyor. Bu edebinden kaynaklanıyor. Mahcub mahcub bakıyorsun. Perdeyi aralıyorsun. “Gecenin gündüze, gündüzün de geceye çevrilmesini” (al-i imran: 26) izliyorsun.
Sessizsin. Zihnine takılan bir şeyden değil değil mi bu sessizlik? Ne kadar saçma bir soru. Afedersin. Sessizliklerin garip karşılandığı zamanın çocuklarıyız. Bu yüzden suskunluklara ve sessizliklere dayanamıyoruz. Tabi ki ya. Suskunluğun mahcubiyetten kaynaklanıyor . Kainatın Rabbi karşısında kalbin mahcub. Onun sana verdiklerinin karşılığını veremediğini ve asla veremeyeceğini biliyorsun. Keşke daha çok şey yapsam diyorsun Onun için. O bunları yapmışsın olarak kabul ediyor.
Sabaha daha ilk ışıklar dökülmeden tüm varlıklar aynı tevazuya bürünmüşler. Gözleri yere inik, kalbi derinlere yükselmiş bir insanın bakışlarını andırıyor varlıklar. Senin gibi. Edebli. Tamam. Senin mahcub etmek istememiştim. Her varlık haketmeden verilen bir varoluş karşısında Ona karşı mahcubdur.
Bu vakitlerde en çok hangi duayı etmeyi seviyorsun? Dur tahmin edeyim. “Hoş geldin, sefa geldin ey sabah ve ey yeni gün! Merhaba ey mutlu gün! Ve merhaba ey katip ve şahit melek!...” (Evrad-ı Kudsiye) Tahminim doğru mu? Doğru olduğuna sevindim.
Büyük an geliyor. Dünyaya güneşin ışıkları dökülüyor. Gökyüzü bulutlu. Bulutlar ışınların varlıkların üzerine parıltılı dökülmesine tam izin vermiyor. Olsun. Varoluşun her biçiminin güzel olduğunu düşünüyorsun. Susuyorsun. Ama hareket etmek istiyorsun.
Sabah yapılacak en iyi şeylerden biri yürümektir. Bak yola koyuluyorsun. Yola koyulmak. Bu cümle aklına takılıyor. Yolcusun. Yürüyorsun. Düşünüyorsun. Gözlemliyorsun. Selamlıyorsun. Tanıdığın bir kaç kişiye merhaba diyorsun. Melekleri unutmuyorsun. Yanıbaşındalar, biliyorsun. Her varlığın üzerine ilişmişler, hissediyorsun. Bak, onlarda senin selamını alıyor. Ağaçlar sana gülümsüyor. Bunu bir başkasına anlatsan sana hezayanları var diyebilir mi? Diyebilir. Ama sadece “der”. “Der”lere, “dedi”lere, “demiş”lere aldırmıyorsun. Sen yoluna devam ediyorsun. Kainatın şenliğine katılıyorsun.
Bugün biraz daha az konuşuyorsun. Çok düşünüyor, çok yaşıyorsun. Bakışlarındaki utangaçlık seni sen yapıyor. Duyguların ne kadar sakin. Hırçınlıktan uzak ruhun kendi içine doğru derinleşmiş. Utangançsın ama olup bitenin farkındasın. Tüm utangaç insanlar gibi gözlemlerin keskin, sezgilerin güçlü. Sözlerini tüketmiyorsun. Sözcüklerin senin varoluşunun bir parçasıdır. Varoluşunu tüketmiyorsun. Geçen gün okuduğun hadiste ne diyordu sevdiğin insan hz. peygamber: “ - Susma halimin tefekkür olmasını, konuşma halimin zikir olmasını, bakışımın da ibret olmasını..emretti Rabbim”. Hz. Peygamberin de utangaç olduğu söylenir, biliyorsun. Dün gece bir arkadaşım e-mektubda yazdı: “hayasının şiddetinden dolayı adeta örtüsü içindeki bir genç kızdan daha utangaç idi” diye tanımlarmış kitaplar onu.
Utanmak ince ve ipeksi bir örtü gibi seni örtüyor. Seni zarifleştiriyor, güzelleştiriyor. Ne kadar güzelsin? Bak bu da utandırdı seni. Tamam bir daha söylemem. Belki de söylerim yine. Bilmiyorum.
İnsanı örten en zarif örtü edeb. Onun içinde çok güzel görnüyorsun. Bak dayanamadım, yine söyledim. Ama aslında söylemek istediğim belki şuydu: Edebi ince ve zarif bir örtü olarak yaratarak, insanı örten Rabb ne güzeldir?”
© 2005 karakalem.net / Mustafa Ulusoy
 

ayşenur

Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Ağu 2010
Mesajlar
236
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
Örtü ve Örtünme Üzerine Düşünceler- 3
Logorea*
Mustafa Ulusoy
İNSAN KENDİNİ AÇAN bir varlıktır. Fettahiyet isminin önemli bir tecellisine mazhar olmuş insan, başka varlıklara karşın, deneyimlediklerini öteki varlıklara dil aracılığı ile aktarır. Böylelikle dil bir bağlanma aracı olarak işlev görür. Bizi birbirimize bağlayan unsurlardan biri de dildir. İnsanın kendisini ötekine açması zorunlu olarak kendisinden bahsetmesini gerekli kılar.
İnsanın kendisinden bahsetmesinin de iki zıt ucu vardır: bir yandan “duygularını bastırmış” bir kişiliğe sahip olan bireyler kendilerini ileri derecede gizlerler. Çok çok az konuşurlar. Duygularını ifade etmekten çok çekinirler. Hem olumlu hem de olumsuz duygularını ifade etmekte çok büyük zorluklar yaşarlar. Bu kişilerle çalışırken hayalime yaz ayında kat kat giyinmiş bir insan imgesi gelir. İçe dönüklüğün bu tefrit noktası kişiyi insan ilişkilerindeki inanılmaz zenginlikten mahrum bırakır.
Kendini açmanın öte ucunda ise bir örtüsüzlük hali olarak tanımlayageldiğim logorea(konuşma ishali) vardır. Konuşma ishaline tutulan kişiler dünyada sadece kendileri varmışcasına, neredeyse sadece kendilerinden bahsederler. İkili ilişkilerde, ilişkinin temeline kendilerini koyarlar. Konuşma ishali ilişkinin derinleşmesine mani olan bir tutumdur. Bu örtüsüzlük hali ilişkiyi tek taraflı bir hale konumlandırarak vermeyi bilemeyen, almak üzerine kurulan bir biçime iter.
Bir örtüsüzlük biçimi olarak konuşma ishalinde, kişiler sorunlarını, alınganlıklarını, kaygılarını, dertlerini içlerinde tutmayı öğrenememişlerdir. Hissettikleri çoğu zaman ağızlarının ucundadır. Bir tohum çok sıkıca bir toprağın içine gömülür ve toprak çapalanmadan mahrum bırakılırsa gelişme imkanı bulamayacağı gibi; sürekli yeri değiştirilen ve kök salamayan tohum da aynı akibete maruzdur. Konuşma ishali olan insanlar ikinci grubtaki tohum gibidirler. Aynı zamanda da bu örtüsüzlükleriyle kış ayında çıplak kalmış bir insanın huzursuzluğunu yaşarlar.
Kendini ve sorunlarını sürekli çevre ile paylaşan benlikler için temel saik “haklı görünme” isteğidir. İşin en tehlikeli tarafı da budur. Görünmek sadece fiziksel bir olgu değildir. “Haklı görünmek” de başka tür bir görünme biçimidir. Bir benlik neden bu kadar haklı görünmeyi arzular?: Haklı olmadığından. Vicdanında ki haklı olmadığına ait uyaranlardan muzdarip olarak, sahip olduğu açmazlar ile yüzleşme cesareti bulamayan narsisistik benlikler için artık haklı olmak önemini yitirir: “olmak”, “görünme” ye dönüştürülür. Varolmak yerine var görünmek ne kadar iç karartıcı bir varoluş biçimi ise; “haklı olmak” yerine “haklı görünmek” merakı da o denli iç karartıcıdır.
“Haklı olmak” hali kişinin gerçekte haklı olduğu durumlar ile sınırlı değildir. Kişi yaşadığı bir olayda haksız bile olsa “haklı olma” halini deneyimleyebilir. Bir insan yaşanılan bir olayda gerçekten haklı ise zaten haklıdır. Mutlak hiçlikle yoğrulu insan için hayat çukurları olan bir yolda düşe kalka gidilen bir yolculuktur ve bu yolculukta insan haksız olduğu durumlara düşebilir. “ Haklı olmak” gerçekten haklı olduğu durumlar dışında haksız olduğu durumlarda da “haksızlığını kabul etmek” anlamını da içerir. “Haksızlığını kabul eden” insan hakikati kabul edebilme hali ile sahih bir halin içindedir ve bu yüzden “haklı”dır. “Haklı görünme” ise haksız olduğu halde kişilik zayıflığının bir emaresi olarak haksızlığı ile yüzleşip bunu kabul edebilme cesaretinden yoksunluğun bir ürünüdür. Bu “mütekebbir(büyüklük taslayan) benlikler” “olmak” yerine bir cesaretsizlik alameti olarak “haklı görünme” ye çabalarlar.
“Haklı görünme” için başvurulan yöntemler üç aşağı beş yukarı bellidir: gıybet, karalama, iftira, yalan, kapı kapı dolaşarak kendini anlatma. Bunları gerçekleştirmek için ise tek silah yine dildir. Yani sözcükler. Kendini anlatma, haklı yönlerini ortaya koyma için korkunç bir çaba sarfeden bu benlikler sonunda gevezelik ve boşboğazlık biçiminde tezahür eden konuşma ishaline yakalanır.
Konuşma ishalinden muzdarip benliklerin en çok kullandıkları kelime “dedi”, “o öyledir”, “bunu yaptı” dır. Konuşma ishalinde hayatın hakikatleri değil, salt olaylar ve kişiler konuşulur. Başkalarına yönelik iftira kampanyaları da “o öyledir” üzerinden yürütülür. Konuşma ishali kişinin verimliliğini ve işlevselliğini bozar. Zihinsel faaliyetler insanlar üzerine odaklandığı için entellektüel faaliyetleri genelde sığdır. Haklı görünme arzuları kişisel ilişkilerde aşırı duyarlılık sonucunu doğurur.
“Haklı görünmek” bir savaşa hazırlanmaktan daha zordur. Gıybet, iftira, yalan için geliştirilmesi gereken taktikler vardır. Bu ise zihinsel bir emek ve çaba ister. Bu çabalar, güneşin altında örtüsüz yatan bir insanın bedenini karartması gibi konuşma ishalinden muzdarip benlikleri siyahlandırmaya başlar.
Kişinin “haklı görünme” emeli uğruna kendisini bu kadar açığa koyması kişiliği çıplaklaştırır ve çarpıklaştırır. Başkalarının bilmediği acısı, duygusu, mahremiyeti, incinmişliği, dertleri, problemleri yoktur adeta. Bu halleri ile bu benlikler için varoluşları hem kendileri hem de diğerleri için bilinmedik bir özelliği kalmamış varlığa dönüşürler. Kendileri ve öteki insanlar için cazibesiz bir varoluşa sahiptirler artık. Bu yüzden konuşma ishaline tutulmuş benlikler; eninde sonunda hem kendileri hem de diğerleri tarafından orta malı gibi hissedilmeye başlanır. Onlar artık örtüsüz, çıplak, ortada kalakalmış kibirli benliklerdir.
Mahremiyet, gizem, sır tutma, kendini ölçülü açma, yaşadıklarını ulu orta anlatmama gibi özellikler bir insanın kişiliğini örten zarif ve ipeksi örtülerdir. Bu örtü kalkıp bir gizeme sahip olmanın çekiciliğinden mahrumiyet en nihayetinde onları sadece “olmak” dan mahrum bırakmaz; “görme”ye bile değmez kişilikler haline getirir ve eninde sonunda bir de “görünmez” olurlar.




*Not: “logorea” tabiri psikiyatride konuşma ishali anlamında dur durak bilmeden konuşma yerine kullanılır. Bu kelimeyi burada kullanma biçimim tam tamına psikiyatrik hastalık belirtisi karşılığı olmayıp bir kişilik tanımlaması için başka bir şekilde kullanılmıştır.
© 2005 karakalem.net / Mustafa Ulusoy
 

ayşenur

Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Ağu 2010
Mesajlar
236
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
• 10/12/2005 - Gece bir Örtünmedir
Kategori: Mustafa Ulusoy


Örtü ve Örtünme Üzerine Düşünceler- 2
Gece
Mustafa Ulusoy
“GÜNDÜZ ORTALIKTAYDIN. KONUŞTUN, çalıştın, yürüdün, koşturdun. Üstü açık uyuyan bir insanın üşüdüğü gibi ruhun da üşüdü. Üstü açık uyuyan bir insanın yatağında büzüşüp kalması gibi senin duygularında kalbinin içinde büzüşüp kaldı. Bakmaktan ve görülmekten yorgun düştün. Sadece görmek yormaz insanı biliyorsun değil mi? Daha çok görülmektir yoran insanı.
Hem bedenin hem duyguların pelte gibi. Dinlenmek istiyorsun. Ama Kainatın Rabbi üstü açık uyumana razı değil. Zarif bir örtüye ihtiyaç duyuyorsun. O senin için bir örtü dokuyor. Zarif, ipeksi bir maddeden. Güneşin ipeksi ışıkları geri çekildikçe ipeksi zariflikte örtü dokunuyor. Her varlığın üzerine tam tamına uyacak bir örtü bu. Örtü ne kadar sakince örtülüyor. Baksana. İzliyormusun? Görüyorsun değil mi? Güneş ne kadar zarifçe çekiliyor. Işınlar dokundukları yerden ne kadar sakince çekiliyor.
İşte güneş battı. İşte zarif bir örtü kapladı her yanı. Her yanını. Ellerine baksana. Yüzüne de. Görebiliyor musun? Tam göremiyorsun. Çünkü zarif ve ipeksi bir örtü ile kaplı herşey. Sen de. Çevrendeki her varlıkta.
Acele etmiyorsun. Işığı hemen açmıyorsun. Örtüyü izliyorsun. Akşam olunca ortalık karardı diyenler hep yanılmıştır. Halbuki siyah ipekten bir örtü ile zarifçe örtülüyor varlıklar. Karanlığa tahammül edemezsen hayatının karanlıklarına nasıl alışacaksın? Korkuyor musun? Güzel. Korkmamana sevindim. Ama içini bir hüzün kapladığını biliyorum. Bu anlaşılabilir. Her varlığın üzerinin örtülmesi ne kadar da hüzün verici. Ama onların orada olduklarını biliyorsun. Sonsuz bir ayrılık değil yaşadığın. Geçici bir ayrılık seninkisi. Bundan eminsin. Kalbini bu rahatlatıyor.
Güzel. Çok iyi bir şey yapıyorsun. Işığı hala açmıyorsun. Bekliyorsun. Örtünün biraz daha koyulaşmasını izliyorsun. Ne güzel. İçine doluşan hüzün yanında ruhunun örtündüğünü hissediyorsun. Ruhun savunmasızlığından kurtuluyor. Baksana. Ruhunu dinliyorsun. Duygularını daha çok görüyorsun. Seni senden uzaklaştıran bakışlar yok artık. Yalnızsın. Her varlık yalnızlaştı. Her varlık kendi içine çekildi.
Kendini yalnız hissediyorsun ama bu yalnızlığın seni zenginleştiriyor. Yalnızlığını hissettikçe biricikliğini hissediyorsun. Kainat içinde bir tanecik senden olduğun gerçeği seni yalnızlaştırıyor. Seni diğer bütün varlıklardan ayırıyor. Ancak bu ayrışma seni biricik ve tek hale getiriyor. Onun Ferd ismi yalnızlığının içindeki biricikliğin şeklinde sende tecelli ediyor. O ne kadar Mutlak Tek se, sen de o kadar Onun Mutlak Tekliğinin tecellisi ile o kadar biriciksin. Bak. Biricikliğini hissettin. Muhteşem bir duygu değil mi? Tam zamanıydı bu zaman bunu hissetmek için. Çünkü örtündün. Seni, senin gibi yaratılmış insanlardan görebilecek tek sensin. Ama çok daha önemli bir şey oluyor şimdi. O hem seni görüyor. Hem senin gördüğün seni görmek istiyor. Senin tek ve biricik bir varlık olarak yaratıldığın gerçeğini başkalarının farketmesini bekleme. Buna öncelikle sen farket. Sen farkedersen, senin farkettiğin şeyi de müşahede edecek O. Senin kendini Onun kudret elinden çıkmış tekliğini ve biricikliğini anlamış olmandan razı olacak ve Sonsuz sanatını sende seyredecek. Muhteşem bir an değil mi?
Örtünün altında varlığının nefesini duyuyorsun. Hatırlıyor musun? Küçükken nefesini daha iyi duymak için yorganı başının üzerine çekerdin. Şimdi ise gece örtüsünün altındasın. Varoluşun sakince gecenin içinde nefes alıyor. Nefesin ruhunda yankısını buluyor. Bu anı iyi değerlendiriyorsun. Görünmüyorsun. Ama görüyorsun. Kendini. Seni huzursuz edecek bakışlar yok artık bak. Işığı hala açmıyorsun. Perdeni açıyorsun. Kalbin yıldızları seyrediyor.
Baksana gökyüzü de örtünmüş. Utangaç insanların çekiciliğini anladın mı? Utanmanın bir örtü gibi insanı örttüğünü hissederdin hep. Sanki her varlık örtünerek utangaç olduklarını dile getiriyorlar. Gece bu yüzden mi çok çekici acaba? Galiba öyle. Geceyi bu yüzden çok seviyorsun. Belki gri havaları da bu yüzden çok seviyorsun. Parıldayan şeyler gözlerini alıyor değil mi?
Her varlık kapandı. Gece her varlığı örttü. Her varlık biricikliğine kavuştu. Şimdi seni gören sensin. Başkalarından sıyrıldın. Seni meşgul eden şeylerden sıyrıldın. Zenginleştin. Senin zenginliğin sensin. Işıkları hala açmıyorsun ve bu anın hiç bitmesini istemiyorsun.
Yüzyıllar önce titrek mum ışıkları, gaz lambaları altında insanlar kendilerine daha yakındı. Şimdi elektrik lambaları insanların üzerindeki örtüyü çekip sıyırıyor. Işıkları hala açmıyorsun. Televizyonun karşısına geçmeyi biraz daha erteliyorsun. Bu gece hiç mi seyretmeyeceksin? Biraz daha örtülü kalmaya karar veriyorsun gecenin örtüsü altında.
Işığı açmadın. Ama içinde ne çok ışık varmış. Görüyor musun? İçinde parıldayan yıldızları görüyormusun? Ne güzel. Bu gece elektirik lambasını hiç açmayacak mısın? Bence de yap bunu. En azından bu gece. Gecenin örtüsü altında herşey ve sen biriciksin ve teksin. Yalnızlığını keşfetmeden tekliğini ve biricikliğini nasıl anlardın başka? Örtünmeden biriciklik ve teklik nasıl anlaşılır?
Göz kapakların ağırlaşıyor. Örtünme ihtiyacın daha artıyor. İnsanların birlikte yapamadıkları şeylerden biri ne biliyor musun? Birlikte aynı rüyayı görmek. Aynı odada yatan insanlar aynı uykuya dalamazlar. Her uykuya dalış yalnız gerçekleştirilir. Zamanı geldi. Uykuya dalıyorsun. Nihai örtüye, uykuya bürünüyorsun. Ve sadece sana ait olan bir rüyaya dalıyorsun. Yalnız. Tek ve biricik..”
 

ayşenur

Üye
Yeni Üye
Katılım
25 Ağu 2010
Mesajlar
236
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
10/12/2005 - Gözlerini Kapa ve Kapanan Perdeden İçeri Gir
Kategori: Mustafa Ulusoy
Örtü ve Örtünme Üzerine Düşünceler- 1
Gözkapağı
Mustafa Ulusoy

“SENİNLE DIŞ DÜNYA arasındaki mesafe incecik bir örtü kadar. Kendi içine odaklanmak için bu örtüye ihtiyacın var. En yakınındaki örtü göz kapaklarındır. Şimdi gözlerini kapat. Gözkapakların gözlerinin üzerinde nasıl da kaydı. Hissettin mi? Şimdi örtündün. Örtündün ve zenginleşeceksin. Çok şey bulacaksın bu örtünün altında. Hazır mısın?
Kapanmış gözlerinin örtüsünü hisset şimdi. Göz kapaklarına odaklan. Bu zarif örtü seni kendine götüren bir yola dönüşecek. Kendini bulacaksın örtünün altında. Örtü seni senden saklamayacak. Seni sana gösterecek. İçine odaklanacaksın şimdi. İçine. Derinliğine. Varoluşuna doğru gideceksin. Öyle derinsin ki. Gözlerine baktın mı hiç? Gözlerine bakınca ruhunun derinliğini gördün mü? Ruhunu göremezsin. Ancak gözlerine bakarsan ruhunun derinliğini görürsün. Örtündün şimdi. Gözlerin kapalı görünüyor. Endişelenme. Kalp gözün açıldı. Kalbin gözlerinin göremediklerini gösterecek sana.
Hadi şimdi nefesine odaklan. Yavaşça nefes alıyorsun. Nefes alışlarını dinle. Duyuyor musun? Duyduğun ses sana aittir. Hayatta oluşunun sesi bu. Hayatın bir nevi sende uyandırdığı yankı. Hayatı dinlemek istediğinde nefesini dinle. Şimdi içine çektiğin hava ile dışarı verdiğin havanın seslerini ayrı ayrı dinle. İkisine ayrı ayrı odaklan. Yavaş yavaş nefes alıyorsun şimdi. Sakince. Koşuşturmaların kesildi. Yavaşladın. Durmadın ama. Hiç durmayacaksın. Ölsen bile durmayacaksın.
Şimdi kaslarını farket. Başının ağırlığını hisset. Hissediyorsun değil mi? Sana verilenlere odaklan. Farkediyorsun. Bedenin sana verilen bir emanet. Bütün dikkatinle sana verilen bedenini algılıyorsun.
Kalb atışlarını duyuyor musun? Duyuyorsun. Güzel. İyice dinle kalbinin tiktaklarını. Bütün bedenine kan pompalıyor kalbin. Kanın içinde neler yokki. Rabbin kanına ihtiyacın olan herşeyi yükledi. Her hücrene ulaşmak için yola çıktı. Her kalp atışın hücrelerinin rızkını taşıyor.
Şimdi hayatı hissediyorsun. Gözlerin kapalı değil. Sadece zarif bir örtü ile örtülü. Anneciğin ve babacığın geceleri senin üzerini örterdi ya. Öylesine zarif bir örtü ile örtülüsün işte. Rüzgarın sesini dinliyorsun. Rüzgar tenine çarpıyor. Rüzgarın ne dediğini duyuyor musun? Merhamet elçiliği yapıyor rüzgar. Sana elçi olarak gelmiş. Baksana bedenine tık tık vuruyor. Hadi dinle onu. Mutlak bir rahmetten haber getiriyor.
Ağaçların uğuldamasına odaklan şimdi. Yaprakların O'nu anmasını duyuyor musun? Sakinliği hissediyorsun. Sonsuz yumuşuklık sarmış her yanını. Kasların gevşiyor. Ruhunu sıkıntıları her nefesini alıp verdiğinde dışarı çıkıyor. Her nefesi aldığında sonsuz rahmetin sonsuz yumuşaklığı içine doluyor. Her nefes alışında kainatla daha çok bütünleşiyorsun. Sen ve kainat yok şimdi. “Biz” var. Kainatla arandaki mesafe iyice daralıyor. Bu mesafenin kapanmasını bekleme ama. Bu mümkün olmayacak. Her ikiniz de yaratılmış birer varlıksınız. Her ikiniz de Onu anıyorsunuz. Yalnızlığının yatıştığını duyuyorsun. İçine sonsuz rahmetin tecellisi doluyor. Kalbindeki boşluk sonsuz rahmetle doluyor.
Çiçeklerin kokusu geliyor burnuna. Toprağın kokusu ciğerlerine kadar doluyor. Ciğerlerin tertemiz kokan hava ile dolu. Bu koku bütün bedenine yayılıyor. Rüzgar tekrar bedenine dokunuyor. Sesler her yanını sarıyor. Yalnızlığın gevşiyor. Sonsuz isimlerin tecellileri seni sarıyor. Hissediyor musun?
Gözlerin incecik bir örtü ile hala kapalı. Ama ruhun sonuna kadar açık. Duygularının derinliğini görüyorsun zarif bir örtü ile örtülü gözlerinle ama açık olan kalbinle. Kalbin gözlerini açmış sonuna kadar. Ne kadar sessizsin ama ne kadar çok ses var içinde. Kalbindeki duyguların sesini duyuyorsun. Kalbin ne kadar sevildiğini hissediyor. Değerli olduğunu hissediyor kalbin. Dinliyor musun? Duyuyor musun?
Karşılığını vermek istemez misin? Bunu farketmen ilk karşılık vermendir. Onun seni sevdiğini farkedip bunu kalbinin en derin ve özel köşesinde tutmak istiyorsun. Hiç unutmak istemiyorsun bunu. Ona teşekkür ediyorsun.
Botanik bahçesinde seyrettiğin çiçeklerin renklerini gözünün önüne getir. Binlerce çeşit sanat kalbine akıyor. Venüs yıldızının parıltısını hatırlıyor musun? Nasıl da sakin sakin duruyordu o gece seyrettiğinde bu yıldızı. İstersen venüse selam söyle. Seni de beni de yaratan O diyebilirsin.
Şimdi yine nefesini hisset. Ne kadar derinsin. Ne kadar çok şey var içinde farkettin mi? Kainat kadar genişsin. İhtiyacın olan şey incecik ve zarif bir örtü.
Örtü insanı zenginleştirir. Anladın mı? Artık gözlerini açabilirsin. Kalbin açıkken artık kendini ve kainatı daha derinden seyredebilirsin. Kalbini açmak için ise önce örtünmelisin.”
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Önemli biri olma çabasının boşunalığı -1
Tatar Çölü romanının daha ilk sayfasında mühim bir yanılgıyı öyle güzel anlatır ki Dino Buzzati.

Harp Akademisi'ni bitirip teğmen olduğunda üniformasını giyeceği daha o ilk sabah, aslında fena halde yanıldığını anlar Drogo. Üniformasını giyer, gaz lambası ışığında aynada kendine bakar ama heyhat, umduğu sevinci hissedemez. Hâlbuki "yıllardan beri, hep bu anı, gerçek yaşamın başlayacağı bu günü beklemiştir".

Gerçek yaşamın başlayacağı bir an yoktur aslında. Çünkü gerçek yaşam doğduğumuz an başlamıştır bile; belirsiz bir geleceğin dehlizlerinde saklanmamıştır. Gerçek yaşam şimdiki zamanın içinde gömülüdür, eğer orada aranırsa. "Gerçek yaşamın başlayacağı bir anı, bir günü beklemek", hayatta sığındığımız tatlı bir avuntudur sadece.

Drogo'nun "şimdiyi" çözecek bir sırrı yoktur. Sıkça denenen yönteme başvurur o da; kendini geleceğe kapatır. Bekleyecek, bekleyecek ve elbette eninde sonunda ölecektir.

Yollara düşer Drogo. Önemli bir iş başararak önemli olduğunu hissetmek için. Bastiani Kalesi'ne tayini çıkmıştır. Yolda kırk yaşlarındaki Yüzbaşı Ortiz'le karşılaşır. Ortiz, on sekiz yılı aşkın kalede görev yapmaktadır ve bir nevi Drogo'nun yaşlanmış halidir. O da başka subaylar gibi gelecekte olacak önemli bir olayın gerçekleşmesini beklemektedir.

Drogo'nun kaledeki ilk gecesinde insanın varoluşsal gerçekliğiyle ilgili önemli bir bilgiye ulaşırız. İlk günün şamatası, tanışma faslı, yol heyecanı bitmiş, günün telaşesi sönmüş, tüm meslektaşları uykuya dalmış, Drogo ise tavana bakıp endişe girdabında yuvarlanmaktadır: "Şimdiden kendisini tamamen unutmuşlardı... Bu uzun gece boyunca hiç kimse ziyaretine gelmeyecek; bütün kalede, hatta sadece kalede değil tüm dünyada tek bir insanoğlu kendisini düşünmeyecekti; herkesin kendi meşguliyeti vardı, herkes kendi kendine zor yetiyordu, hatta annesi bile, evet, belki de annesi bile şu anda başka şey düşünüyordu, tek oğlu Giovanni değildi, bütün bir gün onu düşünmüştü, şimdi sıra biraz da ötekilerdeydi."

Hepimiz gibi Drogo da önemsenmek ister. Boşu boşuna gezegende olmadığına inanmak ister. Varlığı ile yokluğu arasındaki farkın ne olduğu insanın en mühim meselelerinden biridir.

Anlam ve önem insanın dünyadaki eylemleri, yapıp ettikleriyle de sıkı sıkıya bağlantılıdır. Hayat bir faaliyettir. Faaliyetlerimiz ve eylemlerimiz varlığımızın anlamı ve önemine işaret edebilmeli, varlığımızla yokluğumuz arasındaki farkı açığa çıkarabilmelidir. Drogo da hayatına bir anlam ve önem katacak, "İşte sırf bunun için yaşadım" diyecek bir eylemin peşindedir.

Romanın bence doruk noktası kaledeki terzihanede olan konuşmadır. Bir pelerin diktirmek için terzihaneye giden Drogo'yu oradaki bir ihtiyar uyarır. Kalede kalıp bekleme olayını başlatanın Albay Filimore olduğunu; onun on sekiz yıl önce "büyük olaylar" olacak demekle işe giriştiğini, kalenin çok önemli olduğunu ve hatta bütün diğer kalelerden çok daha önemli olduğundan dem vurarak bir "önemlilik hapishanesi" inşa ettiğini anlatır Drogo'ya.

"Önemli şeyler olacak, önemli işler yapacağız..." ne kadar tanıdık değil mi?

Drogo, o an esas meseleyi idrak eder aslında: Kaledekilerin talihi -kendininki de- herkesin yaşamın da "en az bir kez çalan o mucize anı" beklemek olacaktır. Kalenin kuzeyinden, Tatar Çölü'nden gelecek bir tehlike -yıllardır gelmemiştir- önemli olaylar doğuracak, kaledeki askerler "önemli işler yapacaklar", kahramanca savaşacaklar belki ve hayatta bir işe yaradıkları hissine kavuşacaklardır.

"Muhakkak farklı bir şeyler olagelmeli, öyle bir şey ki, insan, 'artık sonuna gelmiş olsam bile beklemeye değmiş diyebilmeli'."

Farklı bir şey, sıradan olmayan bir şey yapabildiğinde önemli olacağına inanır birçok insan gibi Drogo da. Kalede yıllarca miskince beklemenin sırrı budur. Kaledekiler bir gün tecelli edecek varoluşsal anlamın, bir hikmetin peşindedirler. Drogo kendinin bunun dışında kalacağını düşünür. Yanılır. Çünkü basit eylemlerdeki sonsuz sırrı çözemediğinden, o mucizevî anı beklemekten başka bir çıkar yolu yoktur.

Hâlbuki hayatın sırrı önce sıradanlıkta tecelli eder. Günlük yaşantının sıradan gibi görünen eylemlerine sızmış anlam ve hikmetin sırrına vâkıf olamadıkça, sıra dışı ve gösterişli eylemlerle hayatın anlamına ve sırrına erişilemez.

Önümüzdeki hafta "Black Hawk Down" filmiyle konuya devam edeceğim.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst