- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 23 Ara 2012
- Mesajlar
- 4,763
- Tepkime puanı
- 319
- Puanları
- 83
ERHAN Afyoncu'nun geçen gün Tarihin Arka Odası'nda Hegel konusunda ettiği bazı sözler felsefecilerimizin profesyonelini de, amatörünü de, heveslisini de, konuyu bilenini de, bilir geçinenini de pek bir hiddetlendirmiş; birkaç günden bu yana bana mesaj üstüne mesaj gönderiyorlar.
"Tinin özdekliği ve saltık denetimi; görüngübilim, tikelin idealize edilmesi, objektif düşünselciliğin nesnel anlatı ile kavranıp çözümlenmesinin kavramlaştırılması, evrensel bağlamda törel bilincin ussal-ereksel değişiminin edimselleştirilmesi çabaları, duyusal ve tekil olanın gerçekliği, olgusallığın birliği..." gibisinden derûnî ifadelerle dolu mesajlar...
Okuduğunuz bu kuru, ruhsuz ve takır-tukur sözler şaka falan değil! Hakikaten böyle lâflar ediyor ve bu şekildeki kelime yığınlarını kullanarak "felsefe" yaptıklarına, Hegel'i anlattıklarına inanıyorlar...
ANLAŞILMAK AYIPTIR!
Bana sorarsanız, Türkçe'yi uzaktan bile olsa andırmayan böylesine harf yığınlarının maksadı başka: Bir insan bu takırtılara meramı anlatmak değil anlatmamak için, daha doğrusu anlatamadığı zaman başvurur; söyleyecek sözü olmadığı zaman işte böyle tuhaflıkları vasıta edinir.
Bu yola gidenler her nedense günlük ve sıradan ifadelerde hepimiz gibi konuşur, meselâ karınları acıktığında "Bedenimin yaşamsal işlevlerini yerine getirebilmesi için azıksal alımda bulunması gerekiyor" gibisinden lâflar etmez, sadece "Acıktım!" derler. Aynı şekilde tuvalete gitmek ihtiyacı hissettiklerinde de her nedense mâlûm tuhaf lisanı kullanmaz, "Aldığım içeceklerin boşaltım sistemini devinime geçirmesinden dolayı sıvısal dış atılım gereksinimi duyuyorum" misâli anlam dolu sözler yerine sadece "Çişim geldi!" derler...
Zira, konuşmak hadi ne ise de, iş yazmaya gelince herkesin anlayabileceği şekilde cümleler kurmak onların gözünde büyük ayıptır! Yazdıklarının anlaşılmaması şarttır, anlayan biri çıktığı takdirde büyü bozulacak, sıradan biri olacaklar ama anlaşılmadıkları takdirde etrafta üstâd arayanların gözünde yüksek, pek yüksek ve ulaşılmaz bir yere gelmiş addedileceklerdir...
Kendi aralarında böyle kakofonik ifadeler kullanmaya çalışan zevâtın, "felsefe" bâbında başka tuhaflıklar da ettiklerinden bir okuyucumun gönderdiği mail sayesinde haberdar oldum:
Mevlânâ da felsefeye merak sarmış, Platon'u, Mlaton'u, falancayı, okumuş, onların tesiri altında kalarak "ussal" ve "tinsel" şiirler kaleme almış ama yazdıklarından bazıları fazla sorgulayıcı ve "heretik" olduğu için imha edilmişmiş!
HİÇ OKUYUP ETMEDEN...
Bu iddiayı, memleketimizin güzide felsefe yayıncılarından biri ortaya atmış... Kaynağı da, Mevlânâ'nın vakti zamanında batılı bir hatun tarafından güya tercüme edilmiş olan birkaç şiiri...
"Yakıldığı" ama bugüne kadar gelebildiği iddia edilen şiirlere bakıyorsunuz, hepsi ya Mesnevî'de yahut Dîvân-ı Kebîr'de mevcut olan beyitler...
Felsefeye itikadı itibariyle zaten karşı olan ve bu işi bir "oyalanma" gören Mevlânâ'yı felsefeci yapmalarının üstüne bazı eserlerinin yakıldığını iddia edip onu 16. asır Avrupası'nın Giardona Bruno'su ile karıştıran bu bilgi fukaralığına ne diyebilirsiniz ki? Mevlânâ'nın zamanından kalma elyazmalarının tamamının Konya'da muhafaza edildiğini, hattâ bazılarının tıpkıbasımlarının yapıldığını, tamamının artık Türkçesi'nin de bulunduğunu ve batı dillerine yapılmış tercümelerden medet ummanın lüzumsuzluğunu nasıl anlatacaksınız?
İşte, uydurma bir dille "El mâ'nâ fi batn-ı şâir" yani "Mânâ, şairin karnında" sözünü doğrularcasına yazıp çizmeye çalışan aydınlarımızın, daha doğrusu aydın olduklarını zannedenlerimizin vaziyeti: Mevlânâ'nın tamamı Türkçe'ye çevrilmiş olan eserlerini okumaya tenezzül etmeden, sufizm merakına düşmüş Avrupalı hatunların "tercüme" adı altında karaladıkları saçma-sapan lâfları Mevlânâ'ya ait zannediyor ve koskoca Mesnevî'yi "Şeytânî Âyetler" ayarına indiriyorlar!
Kaynak; haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/846469-felsefe-ve-mevlana
22.05.2013
"Tinin özdekliği ve saltık denetimi; görüngübilim, tikelin idealize edilmesi, objektif düşünselciliğin nesnel anlatı ile kavranıp çözümlenmesinin kavramlaştırılması, evrensel bağlamda törel bilincin ussal-ereksel değişiminin edimselleştirilmesi çabaları, duyusal ve tekil olanın gerçekliği, olgusallığın birliği..." gibisinden derûnî ifadelerle dolu mesajlar...
Okuduğunuz bu kuru, ruhsuz ve takır-tukur sözler şaka falan değil! Hakikaten böyle lâflar ediyor ve bu şekildeki kelime yığınlarını kullanarak "felsefe" yaptıklarına, Hegel'i anlattıklarına inanıyorlar...
ANLAŞILMAK AYIPTIR!
Bana sorarsanız, Türkçe'yi uzaktan bile olsa andırmayan böylesine harf yığınlarının maksadı başka: Bir insan bu takırtılara meramı anlatmak değil anlatmamak için, daha doğrusu anlatamadığı zaman başvurur; söyleyecek sözü olmadığı zaman işte böyle tuhaflıkları vasıta edinir.
Bu yola gidenler her nedense günlük ve sıradan ifadelerde hepimiz gibi konuşur, meselâ karınları acıktığında "Bedenimin yaşamsal işlevlerini yerine getirebilmesi için azıksal alımda bulunması gerekiyor" gibisinden lâflar etmez, sadece "Acıktım!" derler. Aynı şekilde tuvalete gitmek ihtiyacı hissettiklerinde de her nedense mâlûm tuhaf lisanı kullanmaz, "Aldığım içeceklerin boşaltım sistemini devinime geçirmesinden dolayı sıvısal dış atılım gereksinimi duyuyorum" misâli anlam dolu sözler yerine sadece "Çişim geldi!" derler...
Zira, konuşmak hadi ne ise de, iş yazmaya gelince herkesin anlayabileceği şekilde cümleler kurmak onların gözünde büyük ayıptır! Yazdıklarının anlaşılmaması şarttır, anlayan biri çıktığı takdirde büyü bozulacak, sıradan biri olacaklar ama anlaşılmadıkları takdirde etrafta üstâd arayanların gözünde yüksek, pek yüksek ve ulaşılmaz bir yere gelmiş addedileceklerdir...
Kendi aralarında böyle kakofonik ifadeler kullanmaya çalışan zevâtın, "felsefe" bâbında başka tuhaflıklar da ettiklerinden bir okuyucumun gönderdiği mail sayesinde haberdar oldum:
Mevlânâ da felsefeye merak sarmış, Platon'u, Mlaton'u, falancayı, okumuş, onların tesiri altında kalarak "ussal" ve "tinsel" şiirler kaleme almış ama yazdıklarından bazıları fazla sorgulayıcı ve "heretik" olduğu için imha edilmişmiş!
HİÇ OKUYUP ETMEDEN...
Bu iddiayı, memleketimizin güzide felsefe yayıncılarından biri ortaya atmış... Kaynağı da, Mevlânâ'nın vakti zamanında batılı bir hatun tarafından güya tercüme edilmiş olan birkaç şiiri...
"Yakıldığı" ama bugüne kadar gelebildiği iddia edilen şiirlere bakıyorsunuz, hepsi ya Mesnevî'de yahut Dîvân-ı Kebîr'de mevcut olan beyitler...
Felsefeye itikadı itibariyle zaten karşı olan ve bu işi bir "oyalanma" gören Mevlânâ'yı felsefeci yapmalarının üstüne bazı eserlerinin yakıldığını iddia edip onu 16. asır Avrupası'nın Giardona Bruno'su ile karıştıran bu bilgi fukaralığına ne diyebilirsiniz ki? Mevlânâ'nın zamanından kalma elyazmalarının tamamının Konya'da muhafaza edildiğini, hattâ bazılarının tıpkıbasımlarının yapıldığını, tamamının artık Türkçesi'nin de bulunduğunu ve batı dillerine yapılmış tercümelerden medet ummanın lüzumsuzluğunu nasıl anlatacaksınız?
İşte, uydurma bir dille "El mâ'nâ fi batn-ı şâir" yani "Mânâ, şairin karnında" sözünü doğrularcasına yazıp çizmeye çalışan aydınlarımızın, daha doğrusu aydın olduklarını zannedenlerimizin vaziyeti: Mevlânâ'nın tamamı Türkçe'ye çevrilmiş olan eserlerini okumaya tenezzül etmeden, sufizm merakına düşmüş Avrupalı hatunların "tercüme" adı altında karaladıkları saçma-sapan lâfları Mevlânâ'ya ait zannediyor ve koskoca Mesnevî'yi "Şeytânî Âyetler" ayarına indiriyorlar!
Kaynak; haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/846469-felsefe-ve-mevlana
22.05.2013