Marksizm

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Akımları kategorisinde mavimor tarafından oluşturulan Marksizm başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,722 kez görüntülenmiş, 8 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Akımları
Konu Başlığı Marksizm
Konbuyu başlatan mavimor
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Ferdinand Bardamu

mavimor

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,456
Tepkime puanı
3
Puanları
38
Yaş
44
MARKSİZM

Bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marx'ın görüşlerini temel alan siyasal, ekonomik ve felsefi sistemin adıdır. Maksizmin temel kuramı sınıflar savaşı kuramıdır. Kullandığı yöntem Diyalektik materyalizm olarak adlandırılır. Marx Hegel'den aldığı ancak kendi deyimiyle Hegel'de başaşağı duran diyalektik yöntemi ayakları üstüne oturtarak 'idealist' değil 'materyalist' felsefe için kullanmıştır. Diyalektik yöntem ile toplumu ve doğayı inceleyen Marx, tümevarım yöntemiyle incelediği tarihsel gerçekliği 'Tarihsel Materyalizm Kuramı'ile ortaya koyar. Tarihsel gelişmeyi dört ana başlık altında özetleyen Marx toplumun ilk aşamasını 'ilkel komünal' olarak tanımlamıştır. İlkel komünal toplumda devlet henüz var olmamıştır. Marx üretimin gelişmesi ile birlikte üretici güçlerin, ürün fazlası ortaya koyduğunu ve toplumsal olarak üretilen bu ürüne güce dayalı bir el koymanın başlaması ile toplumda devletin ilk şeklinin belirdiğini ifade eder. Marksizme göre devlet egemen sınıfın baskı aracıdır. Marksizm genel olarak ilkel komünal toplumdan sonra köleci toplumun ortaya çıktığını köleci toplumun yıkılmasından feodal toplumun doğduğunu feodal toplumdan sonraki aşamasının da kapitalist toplum aşaması olduğunu ifade eder. Kapitalist toplum ile birlikte ortaya çıkan işçi sınıfı artık toplumun devrimci dinamiğidir ve 'zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmaması' nedeniyle kapitalist düzeni ortadan kaldırarak komünizme yani sınıfsız topluma giden yolu açacak olan biricik sınıftır. Marx kapitalizmin son sınıflı toplu olduğu ve burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişki sonucu yıkılacağı öngörüsünde bulunur. Marksizm'de önemli bir ayrım olarak altyapı ekonomik ilişkileri, üstyapı ise din, sanat vs.. gibi kategorileri temsil eder. Üstyapı ne kadar karmaşık görünürse görünsün altyapının bir tezahürüdür. Marksizmin düşünsel, sosyal ve siyasal etkileri çok büyük olmuştur. Marx'ın Feuerbach üzerine tezlerinin onbirincisi olan "Şimdiye kadar filozoflar dünyayı değişik biçimlerde yorumlamakla yetindiler,oysa aslolan onu değiştirmektir" tezi pekçok şekilde gerçeklik kazandı.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Toplumların temel sorunu varlıklarını sürdürebilmektir. Varlıklarını sürdürebilmek için insanların yeme, içme, barınma vs. gibi ihtiyaçlarını karşılamaları gerekmektedir. Bu temel ihtiyaçların yanında, toplumun bulunduğu kültür düzeyine paralel olarak ortaya çıkmış bir takım ihtiyaçlar da söz konusudur. Zira temel olan ihtiyaçların haricindekiler, ihtiyaçların sürekli olarak artmasından ötürü sabit değildirler. Örneğin bilgisayar, ancak belirli bir zamandan sonra insan hayatına girmiş ve bir ihtiyaç halini almıştır. Bu maddi nesneler ise doğada kendiliğinden bulunmamakta veyahut da kullanıma hazır hale getirilmeleri gerekmektedir. Dolayısı ile üretim faaliyeti, doğanın insan tarafından ihtiyaçlarını karşılamak için değiştirilmesi, maddi dünyayı kendi ihtiyaçlarını giderecek uygun şekle sokması olarak ifade edilebilir. Marksist teoride üretim faaliyetlerinin temel teşkil etmesinin nedeni, toplumların hayatta kalmaları sürecinde üretimin oynadığı temel roldür. Hayatta kalabilmenin birincil koşulu tüketebilmek için üretmektir. Toplumun organizasyonunda rol alan diğer her şey, bu temel üzerinde yükselmektedir

Üretim yapabilmek için:
Emek gücüne ve üretim araçlarına ihtiyaç duyulur. Emek gücü insan tarafından harcanan fiziki ve zihinsel emek olarak ikiye ayrılır. Üretim araçları ise emek araçları ve emek nesneleri olarak ikiye ayrılırlar. Emek nesneleri, üretim sürecinde değişikliğe uğrayarak nihai mal halini alan nesnelerdir. Bu, direkt olarak doğanın kendisi olabileceği gibi, bir hammadde yahut yarı mamul da olabilir. Örneğin un, ekmek yapımında bir emek nesnesidir. Üretim sürecinde değişikliğe uğrayarak ekmek üretilmesinde kullanılmıştır. Emek araçları ise üretim sürecinde değişikliğe uğramayan ancak eskiyen, yıpranan ve kendisinden bir değer veren, üretim faaliyetlerinde insanın yardımcısı olan araçlardır. Örneğin iplik yapımında kullanılan bir tezgâh yahut kömür çıkarma işleminde kullanılan bir kazma, birer emek aracıdırlar. Bunlar üretim süreci sonucunda yıpranırlar ancak oldukları şey olmaktan çıkmazlar. Emek araçlarının içerisine, binalar, yollar vs gibi unsurlar da dâhildirler. Bu iki faktöre birden yani emek gücü ve üretim araçlarına üretici güçler denilmektedir.

Üretim sürecinin her aşamasında, insanlar birbirleri ile ilişki içerisindedirler. Örneğin işçi, diğer işçiler, ustabaşı, patron vs. ile ilişki içerisindedir. Örneğin herhangi bir alım - satımda karşı karşıya gelen, karşılıklı ilişkiye girenler metalar değil, insanların kendileridir. Yine örneğin üretim sürecinde oynadıkları roller neticesinde çıkarları ortaklaşan, çelişen gruplar, birbirleri ile ilişki içerisindedirler vs. İşte üretim neticesinde ortaya çıkmış her türlü ilişki, üretim ilişkileri olarak adlandırılır. Ve işte toplumun altyapısını oluşturan da bu üretim ilişkileridir. Üretim ilişkileri (birçok ilişki söz konusudur) içerisinde de belirleyici olan yukarıda sözü geçen üretim araçlarının mülkiyetidir. İşte bu mülkiyet konusu, toplumun alt yapısını oluşturmaktadır.

Üretim biçimi (köleci, kapitalist, feodal, sosyalist) ise üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin birlikteliği demektir. Üretici güçler yani emek gücü ve üretim araçları, üretim ilişkileri (üretim araçlarının mülkiyeti) ile etkileşim içerisindedir. Yukarıda sözü geçen üretim biçimlerinin her biri, kendine has ve üretici güçlerin gelişmesine karşılık gelen üretim ilişkilerine (mülkiyet ilişkilerine) sahiptirler. Üretici güçlerin gelişmişlik seviyesi üretim ilişkilerini (toplumun altyapısı), bu üretim ilişkileri de toplumun üst yapısını belirler. Üst yapı sanat, felsefe, ahlak, siyaset, din vs gibi unsurlardır. Bu unsurlar da daha sonra toplumun altyapısında belirleyici etkide bulunurlar. Yani etki tek yönlü değildir. Altyapı temeldir ancak üstyapı da bu temeli etkilemektedir. Marksizm’in bilinci yadsıdığı yahut soyut kavramları yadsıdığı iddiasına bu kısım görmezden gelinerek zorlama bir şekilde ulaşılmaktadır. Kısacası üstyapı kurumları, ekonomik alt yapının yani üretim ilişkilerinin, onun içerisinde de üretim araçlarının mülkiyetinin temeli üzerinde yükselirler.
Değişmeyen tek şey değişimdir. Her şey değişmektedir. O halde üretici güçler de değişmektedirler. İnsan maddi dünya ile ilişkisi içerisinde, gittikçe daha fazla bilgi edinmekte ve bu bilgilerin ışığında bir öncekine nazaran teknik açıdan gelişmiş, maddi (alet, makine, teçhizat vs.) maddi olmayan (üretim teknikleri, yöntemleri, teoriler vs.) araçlar geliştirmektedir. Bir önceki döneme göre farklılaşan bu üretici güçler yukarıda da belirtildiği üzere yeni üretim ilişkileri ihtiyacını da beraberlerinde getirirler. Geçmişin üretim ilişkileri bu yeni üretici güçler ile çelişmeye başlarlar. Bu çelişme sonsuza kadar devam edemez ve belirli bir anda ya da bir süreç içerisinde üretim ilişkileri, üretici güçlerin değişimine paralel olarak değişirler. Üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin ortadan kalkması ile beraber, üretici güçlerin gelişimini sınırlayan faktörler de ortadan kalkarlar. Örneğin 1950’den önce ülkemizde kat mülkiyeti yoktur. Hali ile birçok insan bir araya gelerek, her birinin bir dairesine sahip oldukları büyük bir apartman yapmaları da olanaksızdır. Ancak üretici güçler büyük apartmanlar inşa edebilecek kadar gelişmişlerdir. Burada üretim ilişkileri (kat mülkiyeti), gelişmiş olan üretici güçlerin (inşaat teknikleri, makine, teçhizat vs.)önünde bir engel olarak durmaktadır. İşte bu ikisi arasındaki çelişki, kat mülkiyeti hakkının tanınması ile çözülmüş ve üretim ilişkileri, üretici güçlere uyumlu hale getirilmiştir. (Bu örnek Sadun Aren’den alınmıştır).

Üretim ilişkilerinden bahsederken, bunun insanlar arasındaki bir ilişki olduğundan bahsetmiştik. Ve insanlar ekonomik hayatın içerisinde sahip oldukları rollere göre (bu roller üretim araçlarına sahip olma yahut olmama/üretim ilişkileri temelinde belirlenir) sınıflaşırlar. Örneğin işçiler, üretim araçlarına sahip olmadıklarından, üretim araçlarına sahip olan bir kimsenin (kapitalist) hesabına çalışmaktadırlar. Patron da (kapitalist) kendi üretim araçlarına sahip olduğundan başkasının hesabına çalışmamaktadır. Haliyle toplumsal çelişmelerde esasında farklı ekonomik sınıflar karşı karşıya gelmektedirler. Bu sınıflardan hâkim olan sınıf (hâkimiyet üretim araçlarına sahip olan sınıftadır ve bu araçların sahipliğinde bu sınıf artı-değere el koymaktadır. Artı değer için: http://www.felsefe.net/ekonomi/74009-maksizm-sozlugu.html) mevcut üretim ilişkilerinin savunucusu durumundadır. Bu durumda olması gayet anlaşılır bir şeydir zira üretim araçlarına sahipliğini ifade eden mülkiyet ilişkilerine karşı olması, onu değiştirmeye çalışması düşünülemezdi. Bundan vazgeçmek, artı – değerden vazgeçmek, toplumdaki ayrıcalığını kaybetmek demek olurdu. Ezilen sınıflar ise aksine bu mülkiyet ilişkilerinin mağdurudurlar ve onların üretmiş olduğu artı-değer, üretim araçlarına sahip olmamaları sebebi ile kendi ellerinde kalmadığından ezilmektedirler. Neticesinde bu sınıflar mevcut üretim ilişkilerinin değişmesi için mücadele ederler. Burada şunu belirtmek gerekir ki Marks işçi sınıfının mücadele süreci içerisinde bilinçlenerek kendinde sınıftan, kendi için sınıfa dönüşeceğini belirtmektedir. Bir kimsenin ezilen sınıfa dâhil olması demek, o kişinin illa kendi sınıfının bilincine sahip olduğu, kendi sınıfının çıkarı için mücadele ettiği, kısacası işçi sınıfının da kendi için sınıf olduğu anlamını taşımaz. Bu ancak belirli bir süreç neticesinde, pratik mücadele sürecinin içerisinde sınıf bilincinin kazanılması ile gerçekleşebilir. Bunların ışığı altında üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çatışma somutta kendini sınıf mücadelesi olarak ortaya koyar. Bu sınıfsal çelişme ve çatışma toplumsal olayların itici gücüdür. İşte bu nedenle toplumların tarihi sınıf mücadelelerinin tarihidir.

Bir toplum incelendiğinde ilk olarak göz önüne alınması gereken, o toplumun sahip olduğu üretici güçlerin niteliğidir. Devamında ise üretim araçlarının mülkiyeti mevzusudur. Örneğin ilkel komünal toplumların üretici güçlerinin gelişmişlik seviyesi artı-değer yaratacak yetkinlikte olmadığından, herhangi bir sınıf da ortaya çıkmamıştır. Üretici güçler gelişerek artı-değer yaratacak yetkinliğe ulaştığında, bu üretici güçlere ve haliyle yaratılmış artı-değere güç kullanarak el koyanlar toplumdan ayrılmış, farklılaşmış ve toplumun geri kalanını hüküm altına alarak sınıflaşmıştır. Ancak bu el koyuş salt kaba güce dayanır ise direniş ile karşılaşılacağı ve bu durumun sürdürülemeyeceği açıktır. Bu sebeple söz konusu hâkim sınıfın üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmasının, tüm toplumun da yararına olduğu gibi bir gerekçeye, bir ideolojik silaha da ihtiyaç vardır. Kısacası elde bulundurulan bu gücün korunabilmesi için somut ve soyut baskı araçlarının birlikteliğine ihtiyaç vardır. İşte devlet bu baskı araçlarının toplamı olarak sınıfsallık neticesinde ortaya çıkmış, üretim araçlarının mülkiyetine sahip sınıfın, mevcut üretim ilişkilerini sürdürebilmesinin, toplumun diğer sınıflarına hükmedebilmesinin vücut bulmuş halidir. Tam da bu sebeple ilkel komünal toplumlarda devletlerden söz edilememektedir zira bu toplumlarda sınıfsallık ortaya çıkmamıştır.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Marksizm/Bilimsel Sosyalizm'in Kaynakları

- İngiliz ekonomi politiği: Adam Smith ve David Ricardo. Marks değer teorisini oluştururken Ricardo’nun görüşlerinden etkilenmiştir. Ricardo’nun görüşleri de Fransız Fizyokratlardan esinlenerek oluşturulmuştur. Fizyokrasi, Liberal iktisadın temelini atmıştır.
- Ütopyacı Sosyalistler: Babeuf, Forrier, Saint – Simon, Robert Owen.
- Alman felsefi birikimi : Hegel’den diyalektik, Feurbach’tan materyalizm.
- Fransız Liberal toplum bilimcilerinin, toplum tarihini sınıf çatışması ile açıklayan fikirleri. Douglass J. Soccio’nun ifadesi ile Marks, sınıf çatışması kavramını Saint – Simon aracılığı ile almıştır.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Cevap: Marksizm/Bilimsel Sosyalizm'in Kaynakları

Bilimsel Sosyalizmin kaynağı yaşamın bizzat kendisidir. İnsanlığın bugüne kadar sahip olduğu birikimlerdir. Bu birikimlerin değeri olgularla, gerçeklerle olan bağlantısındadır. Şu yahut bu bilgi, kim tarafından ortaya konmuş olursa olsun, hayat ile gerçekçi bir bağ kurmuş ise, işte o bilgi sosyalizmin kaynağını oluşturur. Emeğin öznesi olan insanın sahip olduğu ideolojinin burada bir önemi yoktur. Önemli olan, bilginin pratikte bir karşılığı olmasıdır. Adam Smith liberal iktisadın babası, D.Ricardo burjuva iktisatçı, Marks'ın değer teorisini oluştururken etkilendiği isim, Hegel, Marks - Engels diyalektik düşünceyi aldığı burjuva Alman düşünürü, Feurbach, Marks - Engels materyalist görüşlerini saygıyla incelediği, eleştirdiği Alman burjuva düşünür.Fransız Lİberal düşünürler, sınıf çatışması fikrinin sahipleri, Ütopik Sosyalistler Sosyalizmin tohumlarını eken burjuva düşünürler. İşte tüm bu insanlar ve daha fazlası, Bilimsel Sosyalist teorinin doğru bilgiyi, üretildiği sınıfa bakmaksızın bünyesine aldığının ve faydalandığının birer göstergesidirler. Bilmsel sosyalizmi canlı kılan, onu tüm insanlığa bağlayan ve her zaman güncelliğini korumasını sağlayan, zamanın belli bir anında donuklaşmasının önüne geçen de olgulara olan bu bağlılığıdır. Teori, kendini teori ile yani kendi kendisi ile değil, teori, kendini yaşamın pratikleri ile ortaya koyar. Teori, gücünü herhangi bir kutsaldan değil bizzat maddi yaşamın kendisinden alır. 19 yüzyılın Bilimsel Sosyalizmi rekabetçi kapitalizm anlayışından hareketle, kaynağını 1848 Paris ayaklanmalarından ve 1871 Paris komünü tecrübesinden, yaşamın içerisindeki somut mücadelelerden alır. 20 yüzyıla gelindiğinde, emperyal aşamaya geçmiş olan kapitalizme karşı mücadeleler,milli demokratik devrim süreçleri, işçi - köylü ittifakı, SSCB süreci, Çin devrimi pratikleri üzerinden (Lenin ve Mao tarafından)yeniler teori kendini. Bilimsel sosyalizm 19 yüzyılda ne ise, 20 yüzyılda da o değildir. Gelecek yüzyıllarda da şimdikinin kopyası olmayacaktır. Diyalektik süreçte ileriye hareket, dairesel değil, uzun vadede hep ileriye yönelik spiral bir hareket olacaktır. Tarih hiçbir zaman tekerürden ibaret olmamıştır. O tekerür fikri insanların kafasındadır, olgularda değildir. İnsan, doğa üzerinde emek harcadığı müddetçe, insanlığın bilgi haznesine birikenler, sosyalizmin kaynağını sürekli besleyecek ve bu sonsuz kaynaktan beslenen sosyalizm, sonlanana kadar gelişmeye devam edecek nihayetinde kendini kendi sonuna sentezleyecektir.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Cevap: Marksizm/Bilimsel Sosyalizm'in Kaynakları

Bilim, teori ve pratiğin bir aradalığıdır. Maddeyi tanıma sürecinde elde edilen veriler, neden sonuç ilişkileri gözetilerek teoriler vasıtası ile inşa edilir ve bir düzene sokulurlar. İnşa edilmiş bu teoriler pratikte sınanarak gerçeklik kazanırlar. Bu şekilde rasyonel düzlemdeki teori, pratik düzlem ile birleştirilerek bilgiye ulaşılmış ve de bilim icra edilmiş olur.İnsanlar bilim ile uğraşmaktadır çünkü hayatlarını devam ettirebilmek için doğa üzerinde etkide bulunmak mecburiyetindedir.İnsan,ihtiyaçlarını giderebilmek için madde ile ilişkide bulunmaktadır. Bu ilişki sürecinde maddeyi gittikçe daha iyi tanımakta, maddeyi daha iyi tanıdıkça da ihtiyaçlarını giderebilecek pratik unsurları ortaya koymakta, ortaya koyduklarını daha da yetkinleştirmektedir. Bu pratik amacın yanında, insan, insan olduğundan bu yana, içerisinde bulunduğu bu maddi dünyayı açıklama, onu anlama çabası içindedir. Bu anlama çabası, tarihin bellirli evrelerinde başka biçimlere bürünmüştür. Büyü,mitoloji,din,felsefe,bilim vs. bunlar bu farklı biçimlerden bazılarıdır. İnsan yaşadığı dönemin koşulları içerisinde şekillendiğinden, ortaya koymuş olduğu pratik unsurların niteliği ile anlama çabasının dışa vurumları da farklı dönemlerde farklı özellkikler göstermişlerdir. Örneğin insanlığın doğa üzerindeki etkisinin günümüze göre sınırlı olduğu ilkel zamanlarda, insanın esas olarak yönelimi bu pratik unsurlaradır. Madde karşısında yetkin olmama, ona ancak sınırlı seviyelerde etki edecek bilgiye sahip olma sebebi, insanlara pratik araçlar üzerinde kafa yormak ve bu şekilde de toplumun hayatta kalmasını sağlamak gibi bir zorunluluk dayatmıştır. İnsan bu dönemde kıtlık problemini aşmak,yiyecek sağlayabilmek, güvenli barınaklar oluşturmak, iklim koşullarına karşı korunmak, ısınmak, giyinmek vs. gibi hayati öneme sahip fizyolojik ihtiyaçlarının giderilmesine çabalayacaktır. Toplum, temel olarak bu çabaların giderilmesi için organize olacaktır. Elbette bu durum, insanların anlama çabalarına gem vuracak değildir ancak pratik araçlar üzerinde harcanan emek (fiziksel emek), dünyayı,evreni anlama çabasında harcanan emekten (zihinsel emek) daha çok olacaktır. Belirtilmesi gereken bir şey de bu aşamada fiziksel ve zihinsel emeğin birbirinden kopuk olmadığı çünkü toplumda iş bölünümün şimdiki gibi olmadığı, toplumda bir sınıfsal farklılaşma olmadığıdır. Örneğin yönetenler (yönetim işi zihinsel emek harcanmasıdır, ilk yöneticiler başkalarını kendi hesabına çalıştıranlardır) ile yönetilenler (ilk yönetilenler fiziksel emek harcayan çalışanlardır) birbirinden ayrı değildirler. Burada şöyle bir durum vardır ki elbette hangi insan topluluğu olursa olsun öne çıkan insanlar olacaktır. İnsanlar yapıları itibari ile farklıdırlar, kimisi daha atak kimisi içine kapanıktır. Kimisi konuşkan iken kimisi o kadar konuşkan değildir, kimisi risk almaktan hoşalanırken kimisi bundan sakınır vs. İlkel topluluklarda da elbette bu insani farkılıklar söz konusudur fakat toplum bir bütün olarak benzer yaşam koşullarında yaşamakta, toplumda kendisine saygı duyulan yahut belirli özellikleri ile öne çıkan insanlar da geri kalan insanlar ile üretim sürecine katılmaktadır. Örneğin böyle bir topluluğa yaklaşıldığında, içlerinden hangisinin toplumun lideri olduğu anlaşılamaz. Önde gelenler toplumdan farklılaşmadığından, şeklen, yani kullanılan kıyafetler anlamında da bir farklılık yoktur. O henüz bir kral değildir. Oysa bir kral, bulunduğu topluluk içerisinde hemen fark edilir. Çünkü görünüşü, O'nun toplumdan farklılaşmasının simgesidir. İşte zihinsel emek ile fiziksel emek arasındaki bu farklılaşma ilkel toplumlarda ihmal edilebilecek boyuttadır. Başka bir ifade ile teori ve pratiğin, zihinsel emek ile fiziksel emeğin arasındaki bağ, bu toplumlarda kopuk değildir. Yine de bu toplumlar için modern anlamda bir bilimden söz edilemez. Çünkü ihtiyaçların kıt kanaat karşılanıyor oluşu, pratik faaliyetlere ağırlık verilmesini gerektirirken, hayatı anlama çabasının gelişimine imkan verecek pratik düzey, örneğin üretim düzeyi henüz söz konusu değildir.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Cevap: Marksizm/Bilimsel Sosyalizm'in Kaynakları

İlkel zamanlarda, insanın kullandığı, örneğin mızrak, ok, el baltaları, oltalar gibi maddi araçların düzeyi, insanın doğa üzerinde etki edebilme kabiliyetinin de belirleyicileridirler. Bu etki sınırlı olduğundan, örneğin geniş çapta tarım yapabilme (insanlık, yöntemleri çok ilkelde olsa neredeyse insan olduğundan bu yana tarım ile ilgilenmiştir. Bu sebeple geniş ifadesini kullandım) tarımda kullanılacak araçların varlığına ihtiyacı gerektirdiğinden, bunların henüz üretilmediği toplumlarda tarım yapılabilmesi de olanaklı değildir. Tarım, bir toplum için nitel bir sıçramadır çünkü tarım, insanın var olabilme mücadelesinde sığınmış olduğu güvenli bir limandır. Bu güvenlilik, görece olmakla beraber, tarımın, insanın besin bulma faaliyetinde tesadüfîlik faktörünü geçmişe nazaran (tarım yapılmayan zamanlar) büyük derecede azaltmış olduğu gerçeği, tartışma götürmezdir. İnsanlık tarımda gerçekleştirdiği nitel sıçramaya adım adım ilerlemiş, bu ilerleyiş, maddenin daha iyi tanınması sürecinin yani bilginin nicel olarak birikmesi sürecinin neticesinde gerçekleşmiştir. Burada, diyalektik materyalizmin “nicel değişiklikler neticesinde nitel değişimler gerçekleşir” kabulünün isabetliliği kendini göstermektedir. Tarım yapabilme kabiliyetine erişmek, üretim biçiminin değişmesi demektir. Örneğin avcılık, toplayıcılık, küçük çaplı tarım ile uğraşan bir insan topluluğu, diyelim ki sabanı ve hayvan gücünü kullanarak geniş çaplı tarım yapabilme aşamasına geçmiş ise, tarımsal üretimin toplumsal önemi artmış olduğu gibi, verimdeki bu artış, tarımın hâkim üretim biçimi olması anlamına da gelir.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Cevap: Marksizm/Bilimsel Sosyalizm'in Kaynakları

Toplumsal üretime katılan bir insan, geçmişte yalnız kendini besleyebiliyor iken, tarımsal faaliyetlerde bulunarak, artık kendisi ile beraber başka insanları da besleyecek yeterliliğe, emek verimliliği düzeyine ulaşmıştır. Örneğin, ortalama bir insanın harcadığı emek, söz gelimi, iki yahut daha fazla insanı besleyecek ürünün elde edilebilmesini sağlamaktadır. Bu aşamada, toplumun tamamının tarımsal üretime katılmama seçeneği de ortaya çıkmıştır artık. Bazı kişilerin, fiziksel emek harcamaktan kopabilme ihtimali, bu kişilerin başkalarını kendi hesabına çalıştırmasını da beraberinde getirir. Üretime fiilen katılmayan ancak başkaları tarafından üretilmiş olana el koyan bu zümre, giderek toplumdan farklılaşır. Bu farklılaşma üretim sürecine katılmamak, üretilmiş fazla ürüne el koymak biçiminde ekonomik temelli ve güç unsuruna dayalı bir farklılaşmadır. Bu ayrışma, aynı zamanda farklı iş dallarına bölünme anlamı da taşıdığından (herkesin tarımsal üretime katılması gerekmemektedir, kişiler başka işlerle uğraşılabilme şansına sahiptir) işi, uğraşı hayatı anlamak olan kişilerin de diğer meslek dalları ile uğraşan kişiler ile birlikte, toplumda yerini almasının önü açılmıştır.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Cevap: Marksizm/Bilimsel Sosyalizm'in Kaynakları

Uzmanlaşma, iş bölümünün ileri aşamasıdır. Teorik araçların gelişmesine imkân verecek olan da iş bölümünün hayata geçmiş olması durumudur. İş bölümü ne kadar gelişirse, herhangi bir iş dalı için de uzmanlaşmanın önü o derece açılır. Bu iş bölünmesi durumu ise ancak bir üretim fazlasının var olabilmesine bağlıdır. Haliyle uzmanlaşmak için bir üretim fazlası zorunludur. Üretim fazlası bir yandan toplumsal sınıfsallaşmaya, kafa emeği ile kol emeğinin birbirinden ayrışmasına, diğer yandan teorik ve pratik araçların uzmanlaşma neticesinde yetkinleşmesini mümkün kılar. Bu süreçte hayatı anlama işi de fiziksel işten ayrılarak sınıfsallaşır. Fiziksel emek harcanarak yapılan işler küçümsenir. Bu işler kölelere havale edilirken, kendi hesabına çalışmayan seçkinler, evreni anlama çabasına girerler. Kafa emeği ve fiziksel emek birbirinden ayrışarak fiziksel emek değersizleşirken, teori giderek pratikten kopar.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Cevap: Marksizm/Bilimsel Sosyalizm'in Kaynakları

Felsefenin doğum yeri Antik Yunan coğrafyasında fiziksel işler salt kölelerin işi olarak görülür. Sokrates, Platon, Aristoteles için bu işler makbul işler değildirler. Fiziksel emeğin, zihinsel emekten kopuşu, teorini pratikten kopuşu, felsefenin de doğadan kopuşudur. Thales, Anaksimender, Anaksagoras, Demokritos vs. gibi materyalist, yani doğadan henüz kopmamış bir düşüncenin temsilcileri geçmişte kalmışlardır. Artık devir Pythagoras’ların, devamında Platon’ların vs.devridir. Bu filozofların kendilerinde, toplumsal sınıflaşmanın, fiziksel emeğin değersizleştirilmesinin, mananın maddeden koparılışının, aklın doğadan koparılışının temsilleri görülür. Elbette materyalist filozofların kendilerinde de sınıfsallığa karşı duruş söz konusu değildir ancak bu filozoflar evreni anlamak için, maddenin yapısal özelliklerini bilmek gerekliliği fikrine sahiptirler. Örneğin Sokrates, doğa bilimlerine karşı dahi çıkmıştır. Platon ise idea dünyasını teorileştirerek, aklın ve felsefenin doğadan kopuşunun mihenk taşı olmuştur. İşte bu kopuş bilime giden süreci daha da uzatmıştır. Bilim, teorinin ve pratiğin, bilinç ve maddenin, felsefe ve doğanın bir aradalığını gerektirir.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst