- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 19 Ağu 2008
- Mesajlar
- 3,589
- Tepkime puanı
- 179
- Puanları
- 63
- Yaş
- 60
Kudret, güç/lü olmayı ifade eder. Tapınak ise, insanların manevi/tinsel inanç ve değerlerini yaşadıkları/gerçekleştirdikleri yerlerdir. Her tapınak temsil ettiği bir güce dayanır ve o güç karşısında her bireyin boyun eğmesini ister. Kudret tapınağı ise, “güç istenci”nin tabulaştırıldığı bir paradigmadır. Bir yandan gücün bireyde yaratılması gerektiği düşüncesi diğer yandan o gücün –mükemmelin- esriği olduğunun benimsemesine dayandığından bir paradoks oluşturur. Bireyin güçsüzlüğü karşısında “güç istenc”i bir tapınak duvarları gibi yükselmeye başlar. Tapınakların hangi gereksinimlerin sonucunda yapıldıkları onların yapılışındaki geçen uzun zaman diliminde unutulmaya başlanır ve artık geriye soyutlanmış bir güç kalır.
Okumak, imgelerin sıra-dizilişlerini görmektir. İmgelemin, insanın var-olma savaşındaki ortaklaşmasının sonucunda insanın bir yaratması olduğu da aynı şekilde gerçekleşmesi çok uzun bir zaman dilimine yayıldığından, o da tıpkı tapınaklar gibi soyutlanarak gerçeğin iz-düşümü olmaktan çıkarılmalarına, gerçeğin kendisi gibi görülmelerine neden olur. Tersinden okumak ise, ezberin/paradigmanın çözümlenmesidir.
Tuğlalar sayısal değerleri ifade ederler. Onların çeşitliliği, renkleri ve dizilişlerindeki sonsuz biçimler insanın soyutlama yapmasına oldukça katkı sunmuş olmakla birlikte, devasa tapınaklara dönüştüklerinde ise renklerini yitirerek gücün simgesine dönüşmüşlerdir. Bu nedenle tapınaktaki her tuğlanın ayrı bir önem ve değeri olduğu zamanla unutulmuştur. Oysa ki, her tuğlanın rengi, biçimi o tapınağa bir kimlik kazandırmaktadır. Yığınlarca tuğla arasından bir tek tanesinin renk farkı bu nedenle hemen göze ilişmektedir/çarpmaktadır. Genel renk ve tablo içerisinde ayrıksın olanın rengini görmezlikten gelmek ya da bunu önermek tapınağın eksikli olduğunun ön-kabulüne dayanmak zorundadır ki o zaman, Kudret Tapınağı çöker. Tuğlaları ören insan onları yıkıp yeniyi örmesini de bilir. Bu bağlamda Gordon Childe “Kendini Yaratan İnsan” tanımında haklıdır.
Neredeyse 7000 sahifeden oluştuğu bildirilen aforizmalarından çok küçük bir bölümünü değerlendirerek filozofun düşüncelerini inceleme konusu yapmak, bir yönüyle devasa tapınaktan bir tuğlayı çekmekle eş-değerdedir. Unutmamak gerekir ki, tek bir tuğla olmadan tapınak inşa edilemez. Elias Cannet “Kitle ve İktidar” adlı araştırma yazısında orman kitlesi ile Alman ordusu kitle ruhlarının Neitzsche’nin düşünceleri ile örtüştüklerine vurgu yaparken, ikinci paylaşım savaşında bu ruhun Nazilerin yürüyüşü ile nasıl benzeştiklerine değinmiş olmalıdır. “Güç İstenci” ve “Üst/ün İnsan” ın Ari ırkıyla bağdaştırılması kaçınılmaz olarak ötekileştirmeye gereksinim duyar ve ırkçılığa düşünsel bir zemin hazırlar. Jean Paul Sartre antisemitizm hakkında düşüncelerini açıklarken boşuna şu tesbitte bulunmamaktadır; der ki, “Antisemit yok etmek istediği bir düşman bulmadıkça , yaşayamayan bir tiptir.” Ötekiler yok edilmedikçe “üst/ün insan” kendini gerçekleştiremeyeceğine göre, kitlesel yok-edilmelere haklı bir gerekçe hazırlanmış demektir. Bu düşünce, özünde bir felsefe değildir. Felsefe filozof-bilge/insan sevgisi olarak biliniyorsa, bu düşünce felsefenin/insanın reddi üzerinde kurulan yıkıcı bir düşünceden başka bir şey olmasa gerek. Pozitivizm ile ivmelenmiş ve akıl suyu ile yıkanmış olsa da, o kadar masum değildir. Ruh ve bedenin bir olduğunu yadsıyan hem idealizm, hem de ruhsuz olan pozitivizm farklı yollardan gelip aynı kavşakta birleşen iki ayrı ekol/okul olarak yek-diğerinin destekleyeni ve ardılı sayılmalıdırlar.
../.