Forumumuza Hoş Geldiniz

Hoşgeldiniz. Ücretsiz içerikler ve özel hizmetler sizi bekliyor. Hemen üye olun!

Kendinden kaçarken

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
Metro istasyonuna dogru çıkmıştı arkadasının yanından .yolda hem yürürken müzik dinliyor her zamanki gibi evanescence dinliyor bir yandan da iç sesleriyle dertleşiyor.aslında herkesin bir iç sesi oldugunu ve sürekli konustugunu biliyordu yani bu konusmaların ciddi yanı olmadıgını düşünüyor ama yine de ciddi ciddi konusup -dinliyordu.konu yine havadan sudan .bazan eva nın soylediklerini mırıldanıyordu iç sesleri bastırmak istediğinde ama ne hikmetse iç sesler yine hüküm giydirmişlerdi.metrodaydı artık.yine güzel bir sima görmüş her zman yaptığı gibi gözlerini kaçırmaya çalışmış ve yine başarısız olmuş hayran hayran bakakalmıştı bugun de..gördüğü her güzel yüz 4 yıldır sevip de kavusamadıgı maşukunu hatırlatır ona ve hep bu nedenle hayran hayran bakar...bakan kendi ama bakılan hep o olurdu yüzler ,yüzlerdeki çizgiler ,kimlikler değişse de hep o..kendini kurtarmalıydı ve bakışlarını boşluga kaydırdı yine hep yaptıgı gibi.metro ineceği istasyona yaklaşmıştı ki başka bir güzellik binmişti ineceği istasyondan bir durak önce..bakışlarını keskince kaçırdı çevirdi yüzünü pencereye fakat aslında camdan yansıyan kişi ile aynydı yüzünü çevirdiği kişi..ve inecegi duraga geldiğinde birden kendini koşarken buldu şaşırdı haline yavaşladı sonra sordu ne yapıyorum böyle neden di bu koşma yoksa kaçmamıydı peki kimden??iç ses yine cevap verdi : KENDİNDEN
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
Aisopos (Esop) evinde çalışırken, bir asil kapıyı vurmadan içeri girer ve kitaplarına eğilmiş filozofa, "Böyle yapayalnız nasıl oturabiliyorsun" der. Aisopos başını kaldırır, "Ben yalnız falan değildim" der, "ama sen içeriye girdiğin andan itibaren ne kadar yalnız olduğumu anladım''
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
Yüz kaslarımızın hareketleri hayata tesir eden en büyük etkenlerdendir. Bunu söyle ornekle açıklayalım bazan karşıdakine kızarsın öfkenin doruklarında dolaşırsın ve hıncını almak istersin ya bunu hangi üslupla nasıl bir yüz mimigi ile yapacağın çok önemlidir . Hafif bir tebessüm ile söylediğimiz eleştiriler mı daha yerini bulur yoksa ağzımızı açıp gözümüzü yumruğumuz ne çıkarsa nereye giderse söylediğimiz cümleler mı yerini bulur? Hep gördüm ki ilki hep daha etkili olmuştur. Asıl olan şefkatle görmezden gelmekmis fakat bu o kadar kolay değil. Yüz kaslarımızı gevşetip yasamak bizim hem tesirimizi artiriyor hem de hayatı kolaylaştırıyor
Vesselam
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
İnsanın kendinden kaçması lazım daha iyiye doğru
Kaçacaksın cismani hazlardan
Kaçacaksın kendinden
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
Mekanı yenilemek değil arzum
Aslıma dönmek hayalim
Saf dupduru bir kalp
Ve bir de kaçmak hayvani arzularımdan
Kacabildigim kadar
Başarmışlar yok değil
Bak gecmise
Brahman a
Platon a
Sokrates e
Ahmet Yesevi ye
Yunus a
Mevlana ya bak
Yoook!!!! kolay sandınsa yanıldın
Kaf dagından ağırdır bu yük yanıldın
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
İnsan olmaktan kaçmak mümkün olsaydı ondan da kaçarsın
Zaten kaçmıyorsan insanlıktan manayı anlamamissin
Beden denen sey insan için sadece bir elbise misali
Bir gün gelir eskir dersin bu elbiseyi çıkarmak gerek
Korktuğun ölüm, maksudun olur
Gel beden düşmeden güçten
Terk et erkenden
Kamil i mümin ol
Anla insandan maksat ne imiş
(kendime sesleniş )
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
ONU NASIL UNUTABİLİRİM??
"Onu nasıl unutabilirim?"
Unutmayacaksın. Daha doğrusu, unutmaya çalışıp, bunun için çabalamayacaksın. Gerekirse, yüreğine taş basacaksın. Gecen gündüzüne karışacak, hayatın alt üst olacak belki. Gözünü kırpmadığın geceler olacak. Gündüzün bir anlamı kalmayacak. Gam ve keder yüreğini mesken tutacak.

Acının ta içinden geçeceksin. Bu hayata, "hayat" demeyeceksin. Yaşamayacaksın, ölüp ölüp dirileceksin. Ölümün içinden geçeceksin, ölmeden evvel. Öyle ki; acıdan müteşekkil olacaksın. Sen acının bizatihi kendisi olacaksın.

Aşka inanıyorsan eğer (ben şefkate inanıyorum), aşkın kederine de inanacaksın.

Aşkın sadece kaymağına talip olmayacaksın. Aşkın sonuçlarına da razı olacaksın.

Baksana, aşka gerçekten inanan şair Sezai Karakoç ne diyor, nasıl da yürekli diyor: "Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum/ Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın/ Ben yaşamıyor gibi, yaşamıyor gibi yaşıyorum/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum" Hiçbir sızlanma var mı bu dizelerde? "Onu nasıl unutabilirim, aşkın acısından nasıl kurtulabilirim?" diye en ufak bir serzeniş var mı?

En önemlisi, "Zavallıyım" sözünü yüreğine sokmayacaksın. Beni bıraktı ya da sevgime karşılık vermedi; "sevilmeye layık değilim ki" diyerek kendine ihanet etmeyeceksin. Göğsünde bir kurşun gibi taşıyacaksın aşkı; göğsüne çiçek gibi takıp, ne zaman kuruyacak diye beklemeyeceksin.

Kalbine karışmayacaksın. Âşık olurken kalbin sana bir şey sormadıysa, maşukundan soğurken de sana sormayacak inan. Kalbin kararını kendi verecek. Kalbini rahat bırakacaksın.

Ayrıca, onu çok seviyordun hani? İnsan sevdiğini unutmak ister mi? Sevdikleri ölen insanlar, en çok neden korkarlar biliyor musun? Onları unutmaktan. Hem de, unutmadıkça yürekleri daha bir kederle dolmasına rağmen. Hem çok sevdiğini söyleyip hem de onu nasıl unutabilirim diyorsan, bir sorun yok mu bu işte, diye düşüneceksin.

Hem, aşkını değil, kederini, kalbindeki sızısını unutmak istiyorsun belki de. Karşılık bekledin, bulamadın. Bulamamanın narsisistik incinmesini yaşıyorsun. Aşk eğer sırf sevmekse, neden sevilmekle meşgulsün? Olmuyor değil mi? Karşılıksız olmuyor. Aşk mukabele talep ediyor. O zaman, aşkı bir kere daha düşüneceksin.

O zaman çektiğin acıya "aşk acısı" demesen; "karşılık bulamamanın acısı" desen? Reddedilmenin acısı. Ayrılığın acısı. Zevalin acısı. Sevilmediğini düşünmenin acısı. "Bunu hak etmedim, güzel ve iyi bir insandım. İyi bir aşkı hak ediyordum" derken bile, aşka düşmekle yetinmiyorsun. Aşkına mukabele bulamamanın derdiyle meşgulsün.

Keşke düşünsen; hiçbir acı, hiçbir üzüntü, hiçbir keder, bir gün sona erecek hayattan daha uzun süreli değildir. Nasıl ki dünyada misafirsek; sevinçler de kederler de bizde öyle misafir. Nasıl ki dünya bizi ağırlıyorsa, biz de sevinç ve kederleri, üzüntüleri öyle ağırlayabiliriz.

Belki bu söylediğime kızacaksın; duygular nankördür. Bugün var olur. Gün gelir, zevale mahkûm hayat gibi zeval bulur. Bir sabaha kalkarsın. Kalbin sevgilisine küsmüştür. Tamam, bu her insanda olmayabilir. Ama inan çoğu insanda vuku bulur. Bir kere daha söylemek isterim ki; bu dünya hayatı ezelî ve ebedî değilse; duygular da ebedî değildir. Ebedî olan sadece O'dur.

"Bir daha başkasını sevemem" de bir yanılgıdır. Seversin. Sevebilirsin. Yeter ki kalbini rahat bırak. Ona karışıp durma. Onu kalbinden söküp çıkarmaya çalıştıkça, çiviye çekiçle bir kere daha vuruyorsun.

Belki de ölüm geçirecek aşk acını. Dünyadaki hayatının bitiş çizgisi, aşkını da bitirecek. Aşkının ipini ölüm çekecek. Şöyle ya da böyle, şu ya da bu; bir gün bitecek. Bir gün unutacaksın. Ve bir gün de unutulacaksın.

Ha, bir de; hani dua ediyordun, "hayırlısı olsun Rabbim" diye. "Hayırlısı değilse olmasın" diye geceleri kalkıp yalvarıyordun O'na. Bak, olmadı işte. Niye teslim olmuyorsun. Yaratıcın duanı kabul etti işte. Hayırlısı değilmiş ki, olmadı. Fuzuli şekilde neden O'nun işine karışıyorsun.

Kalbini rahat bırak...
MUSTAFA ULUSOY ---YAZAR----
 

ayşenur

Yeni Üye
25 Ağu 2010
236
0
0
33
ONU NASIL UNUTABİLİRİM??
"Onu nasıl unutabilirim?"
Unutmayacaksın. Daha doğrusu, unutmaya çalışıp, bunun için çabalamayacaksın. Gerekirse, yüreğine taş basacaksın. Gecen gündüzüne karışacak, hayatın alt üst olacak belki. Gözünü kırpmadığın geceler olacak. Gündüzün bir anlamı kalmayacak. Gam ve keder yüreğini mesken tutacak.

Acının ta içinden geçeceksin. Bu hayata, "hayat" demeyeceksin. Yaşamayacaksın, ölüp ölüp dirileceksin. Ölümün içinden geçeceksin, ölmeden evvel. Öyle ki; acıdan müteşekkil olacaksın. Sen acının bizatihi kendisi olacaksın.

Aşka inanıyorsan eğer (ben şefkate inanıyorum), aşkın kederine de inanacaksın.

Aşkın sadece kaymağına talip olmayacaksın. Aşkın sonuçlarına da razı olacaksın.

Baksana, aşka gerçekten inanan şair Sezai Karakoç ne diyor, nasıl da yürekli diyor: "Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum/ Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın/ Ben yaşamıyor gibi, yaşamıyor gibi yaşıyorum/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum" Hiçbir sızlanma var mı bu dizelerde? "Onu nasıl unutabilirim, aşkın acısından nasıl kurtulabilirim?" diye en ufak bir serzeniş var mı?

En önemlisi, "Zavallıyım" sözünü yüreğine sokmayacaksın. Beni bıraktı ya da sevgime karşılık vermedi; "sevilmeye layık değilim ki" diyerek kendine ihanet etmeyeceksin. Göğsünde bir kurşun gibi taşıyacaksın aşkı; göğsüne çiçek gibi takıp, ne zaman kuruyacak diye beklemeyeceksin.

Kalbine karışmayacaksın. Âşık olurken kalbin sana bir şey sormadıysa, maşukundan soğurken de sana sormayacak inan. Kalbin kararını kendi verecek. Kalbini rahat bırakacaksın.

Ayrıca, onu çok seviyordun hani? İnsan sevdiğini unutmak ister mi? Sevdikleri ölen insanlar, en çok neden korkarlar biliyor musun? Onları unutmaktan. Hem de, unutmadıkça yürekleri daha bir kederle dolmasına rağmen. Hem çok sevdiğini söyleyip hem de onu nasıl unutabilirim diyorsan, bir sorun yok mu bu işte, diye düşüneceksin.

Hem, aşkını değil, kederini, kalbindeki sızısını unutmak istiyorsun belki de. Karşılık bekledin, bulamadın. Bulamamanın narsisistik incinmesini yaşıyorsun. Aşk eğer sırf sevmekse, neden sevilmekle meşgulsün? Olmuyor değil mi? Karşılıksız olmuyor. Aşk mukabele talep ediyor. O zaman, aşkı bir kere daha düşüneceksin.

O zaman çektiğin acıya "aşk acısı" demesen; "karşılık bulamamanın acısı" desen? Reddedilmenin acısı. Ayrılığın acısı. Zevalin acısı. Sevilmediğini düşünmenin acısı. "Bunu hak etmedim, güzel ve iyi bir insandım. İyi bir aşkı hak ediyordum" derken bile, aşka düşmekle yetinmiyorsun. Aşkına mukabele bulamamanın derdiyle meşgulsün.

Keşke düşünsen; hiçbir acı, hiçbir üzüntü, hiçbir keder, bir gün sona erecek hayattan daha uzun süreli değildir. Nasıl ki dünyada misafirsek; sevinçler de kederler de bizde öyle misafir. Nasıl ki dünya bizi ağırlıyorsa, biz de sevinç ve kederleri, üzüntüleri öyle ağırlayabiliriz.

Belki bu söylediğime kızacaksın; duygular nankördür. Bugün var olur. Gün gelir, zevale mahkûm hayat gibi zeval bulur. Bir sabaha kalkarsın. Kalbin sevgilisine küsmüştür. Tamam, bu her insanda olmayabilir. Ama inan çoğu insanda vuku bulur. Bir kere daha söylemek isterim ki; bu dünya hayatı ezelî ve ebedî değilse; duygular da ebedî değildir. Ebedî olan sadece O'dur.

"Bir daha başkasını sevemem" de bir yanılgıdır. Seversin. Sevebilirsin. Yeter ki kalbini rahat bırak. Ona karışıp durma. Onu kalbinden söküp çıkarmaya çalıştıkça, çiviye çekiçle bir kere daha vuruyorsun.

Belki de ölüm geçirecek aşk acını. Dünyadaki hayatının bitiş çizgisi, aşkını da bitirecek. Aşkının ipini ölüm çekecek. Şöyle ya da böyle, şu ya da bu; bir gün bitecek. Bir gün unutacaksın. Ve bir gün de unutulacaksın.

Ha, bir de; hani dua ediyordun, "hayırlısı olsun Rabbim" diye. "Hayırlısı değilse olmasın" diye geceleri kalkıp yalvarıyordun O'na. Bak, olmadı işte. Niye teslim olmuyorsun. Yaratıcın duanı kabul etti işte. Hayırlısı değilmiş ki, olmadı. Fuzuli şekilde neden O'nun işine karışıyorsun.

Kalbini rahat bırak...
MUSTAFA ULUSOY ---YAZAR----

Eyvallah bu bölümde paylaştığın diğer yazılar da çok hoştu ama bu yazı da bir ayrıydı, bir psikolog insan ruhunu böyle mi güzel anlatır, eyvallah tekrar
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
Hala kendine hayran mısın? (kendime sesleniş )
Eğer bir meselenin tartismasında , bir münazarada kendi sozunun haklı çıkması için deli gibi mücadele etsen ve haklı çıktığına sevinsen ve hatta karşındakinin haksızlığına yanlış taraf olduguna sevinip , memnun olsan insafsizsindir . ! Hem zarardasin . Çünkü haklı çıktığın vakit o münazarada bilmediğin bir şeyi ogrenemedin belki de gurur ihtimaliyle hakikati yanlış gösterdin !
İnsafsız olmamak için kaç kacabildigin kadar kendinden???
 

Aksiyom

Yeni Üye
4 Tem 2009
569
1
0
34
ONU NASIL UNUTABİLİRİM??
"Onu nasıl unutabilirim?"
Unutmayacaksın. Daha doğrusu, unutmaya çalışıp, bunun için çabalamayacaksın. Gerekirse, yüreğine taş basacaksın. Gecen gündüzüne karışacak, hayatın alt üst olacak belki. Gözünü kırpmadığın geceler olacak. Gündüzün bir anlamı kalmayacak. Gam ve keder yüreğini mesken tutacak.

Acının ta içinden geçeceksin. Bu hayata, "hayat" demeyeceksin. Yaşamayacaksın, ölüp ölüp dirileceksin. Ölümün içinden geçeceksin, ölmeden evvel. Öyle ki; acıdan müteşekkil olacaksın. Sen acının bizatihi kendisi olacaksın.

Aşka inanıyorsan eğer (ben şefkate inanıyorum), aşkın kederine de inanacaksın.

Aşkın sadece kaymağına talip olmayacaksın. Aşkın sonuçlarına da razı olacaksın.

Baksana, aşka gerçekten inanan şair Sezai Karakoç ne diyor, nasıl da yürekli diyor: "Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum/ Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın/ Ben yaşamıyor gibi, yaşamıyor gibi yaşıyorum/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum" Hiçbir sızlanma var mı bu dizelerde? "Onu nasıl unutabilirim, aşkın acısından nasıl kurtulabilirim?" diye en ufak bir serzeniş var mı?

En önemlisi, "Zavallıyım" sözünü yüreğine sokmayacaksın. Beni bıraktı ya da sevgime karşılık vermedi; "sevilmeye layık değilim ki" diyerek kendine ihanet etmeyeceksin. Göğsünde bir kurşun gibi taşıyacaksın aşkı; göğsüne çiçek gibi takıp, ne zaman kuruyacak diye beklemeyeceksin.

Kalbine karışmayacaksın. Âşık olurken kalbin sana bir şey sormadıysa, maşukundan soğurken de sana sormayacak inan. Kalbin kararını kendi verecek. Kalbini rahat bırakacaksın.

Ayrıca, onu çok seviyordun hani? İnsan sevdiğini unutmak ister mi? Sevdikleri ölen insanlar, en çok neden korkarlar biliyor musun? Onları unutmaktan. Hem de, unutmadıkça yürekleri daha bir kederle dolmasına rağmen. Hem çok sevdiğini söyleyip hem de onu nasıl unutabilirim diyorsan, bir sorun yok mu bu işte, diye düşüneceksin.

Hem, aşkını değil, kederini, kalbindeki sızısını unutmak istiyorsun belki de. Karşılık bekledin, bulamadın. Bulamamanın narsisistik incinmesini yaşıyorsun. Aşk eğer sırf sevmekse, neden sevilmekle meşgulsün? Olmuyor değil mi? Karşılıksız olmuyor. Aşk mukabele talep ediyor. O zaman, aşkı bir kere daha düşüneceksin.

O zaman çektiğin acıya "aşk acısı" demesen; "karşılık bulamamanın acısı" desen? Reddedilmenin acısı. Ayrılığın acısı. Zevalin acısı. Sevilmediğini düşünmenin acısı. "Bunu hak etmedim, güzel ve iyi bir insandım. İyi bir aşkı hak ediyordum" derken bile, aşka düşmekle yetinmiyorsun. Aşkına mukabele bulamamanın derdiyle meşgulsün.

Keşke düşünsen; hiçbir acı, hiçbir üzüntü, hiçbir keder, bir gün sona erecek hayattan daha uzun süreli değildir. Nasıl ki dünyada misafirsek; sevinçler de kederler de bizde öyle misafir. Nasıl ki dünya bizi ağırlıyorsa, biz de sevinç ve kederleri, üzüntüleri öyle ağırlayabiliriz.

Belki bu söylediğime kızacaksın; duygular nankördür. Bugün var olur. Gün gelir, zevale mahkûm hayat gibi zeval bulur. Bir sabaha kalkarsın. Kalbin sevgilisine küsmüştür. Tamam, bu her insanda olmayabilir. Ama inan çoğu insanda vuku bulur. Bir kere daha söylemek isterim ki; bu dünya hayatı ezelî ve ebedî değilse; duygular da ebedî değildir. Ebedî olan sadece O'dur.

"Bir daha başkasını sevemem" de bir yanılgıdır. Seversin. Sevebilirsin. Yeter ki kalbini rahat bırak. Ona karışıp durma. Onu kalbinden söküp çıkarmaya çalıştıkça, çiviye çekiçle bir kere daha vuruyorsun.

Belki de ölüm geçirecek aşk acını. Dünyadaki hayatının bitiş çizgisi, aşkını da bitirecek. Aşkının ipini ölüm çekecek. Şöyle ya da böyle, şu ya da bu; bir gün bitecek. Bir gün unutacaksın. Ve bir gün de unutulacaksın.

Ha, bir de; hani dua ediyordun, "hayırlısı olsun Rabbim" diye. "Hayırlısı değilse olmasın" diye geceleri kalkıp yalvarıyordun O'na. Bak, olmadı işte. Niye teslim olmuyorsun. Yaratıcın duanı kabul etti işte. Hayırlısı değilmiş ki, olmadı. Fuzuli şekilde neden O'nun işine karışıyorsun.

Kalbini rahat bırak...
MUSTAFA ULUSOY ---YAZAR----

Aslında sevende O'dur sevilende O'dur. İnsan arada kalan bir perde.
Yazı için sonsuz teşekkürler arkadaş.
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
4 yıl önce...
bir sabah derse geç gelen bir kız dersin başladığını görür ve hızlıca koca amfide oturacak bir yerler arar/aranır iken hayatında saflığın duruluğun hakim olduğu bir delikanlının gözleri yer bulma çabasındaki kızımıza takılır hatta bakışları artık onda kilitlenmiş ve adeta zaman durmuş ve koca bir deryaya düşüvermiş bulur kendini bizim delikanlı.bundan sonra ya da bu kızdan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi değildir her gün geldiği-gördüğü kampüsün soğuk çehresi değişmiştir .
( az sonra paylaşacağımız yazıda kişinin kendini tartacağı değerin,ölçütün,mihenk taşının ne olması gerektiği hakkında olacak biz burada bu gencin mihenk taşının değişimine biraz bakalım)
bizim delikanlıda değişimler başlamıştır .yaşadığı kimyasal değişiklikerin sonucu olarak fiziksel görüntüye önem vermeye başlamış,arkadaşları arasında fark edilmek için ama sadece O 'na fark edilmek için(kızı kastediyor) yaptığı -konuştuğu şeyler,ses tonu vs vs herşey başkalaşmış aslında genc farkında olmadan artık yeni ama kendi olmayan bir kendiliğe kendini gömmeye başlamışlığın farkında değildir...tam 4 sene bu olmayacak sevdanın çilesini nasıl çektiğini aşağı yukarı aşık olan herkes bilebilir ve olmayan okusa da anlayamaz ...yazmaya şimdilik gerek duyulmadı...
şimdi ise yine MUSTAFA ULUSOY un yazısında Benliğimizin ,egomuzun ağırlığı altında ezilmekten kurtulmaya bir reçete sunalım

Kendini Çirkin Hissedebilirsin Ama..
Eklenme Tarihi : 26/04/2009

Çirkin olduğunu hissediyorsun. İçin acıyor. Üzüntülü ve mutsuzsun. Aynanın karşısında yüzünü inceleyip başkaca yüzlerin hayalini kuruyorsun. Kendini başkalarıyla ne çok da kıyaslıyorsun. Arkadaşının, kardeşinin ya da çevrendeki başka birinin yüzü gibi bir yüze sahip olmadığına hayıflanıyorsun. Bazen de Yaratıcı’ya kızıyorsun. “Neden” diyorsun, “neden beni de başkaları gibi güzel yaratmadın!”
Yok hayır, öyle sandığın gibi göreceli bir fiziksel çirkinliğe sahip olduğunu düşündüğünden mutsuz değilsin. İnan yanılıyorsun. “Fiziksel olarak güzel olduğumu söyleyemem, hatta çirkinim bile diyebilirim ama bunu dert etmiyorum” diyen insanlar da var çünkü. Kendini çirkin bulan her insan mutsuz değil, onların içleri acımıyor, bunu dert etmiyorlar.

O zaman sorunum nedir diyeceksin? Zihnindeki bilişsel şema şöyle: “Çirkinim, o zaman değersizim”. Göreceli fiziksel güzelliği-çirkinliği varoluşunun değeri için bir ölçüt haline getirmişsin. Kendilerini çirkin hissettikleri halde bununla uzlaşıp mutsuzluk ve üzüntü üretmeyenler, göreceli fiziksel güzellikten mahrumiyetlerine razı olup varoluşlarını değersiz görme yanılgısına düşmeyerek bunu başarıyorlar.

Biliyor musun, “Çirkinim, o zaman değersizim” diye inanman tam bir tuzak. Bir kapan. Bu yanıltıcı bilgiyi sen üretmedin. Sana seni veren Yaratıcı’nın bir hükmü de değildi bu. Kimi insanların hükmüydü; sen onlara kandın ve bu tuzağa düştün.

“Çirkinim ve değersizim” bir kendilik tanımıdır. Kendilik bilgimizin inşasında birtakım iç ve dış kaynakları kullanırız. Dış kaynaklarımızın en önemlisi anne babalarımızdır. Ebeveynler bazen kendi açmazlarını, benliklerinin büyüklenmeci tutumlarını ne yazık ki çocuklarına karşı da kullanırlar. Çoğu zaman istemeyerek, bilmeyerek. Söz konusu ebeveynler bunu yapmadıklarını iddia edebilirler. Ancak çocuklarımıza verdiğimiz mesajların çoğunlukla direkt değil, alt mesajlar şeklinde olduğunun altını çizmek isterim. Çocuklar, binlerce kere kendileri hakkında duydukları yoğun değerlendirmelerle belleklerinde bir kendilik inşa ederler. İnsanın belleğindeki bilgiler varoluşunu değersizleştirici mahiyette ise, çok acıtıcıdır.

Söylemek istediğim şu: “Çirkin olduğum için değersizim” inanışı senin varlığının içinden doğan bir hüküm değil. Ebeveynlerinden, belki de arkadaşlarından, yakın akrabalarından alt mesajlar olarak aldığın ve inandığın bir kabul sadece.

Dış kaynaklı kendilik bilgimizin önemli bir kaynağı da sosyal yaşamdır. Güzelliğin başka başka çeşitleri göz ardı edilerek (bunu ayrı bir yazıda tartışacağım) sadece fiziksel güzellik günümüz narsistik kültüründe neredeyse tek değer ölçütü haline getirilmiştir. Çünkü narsistleşen benliklerin önemli haz kaynaklarından biridir fiziksel güzellik. Arzuların tatmini için kusursuz fiziksel özellikler olmalıdır. Narsistik kültürün fiziksel güzelliği bir itibar ve değer ölçütü haline getirmesi hepimiz için başka bir tuzaktır. Bedenimizle aramızı bozan bir tuzak.

Ruhumuz, kalbimiz, duygularımız, benliğimiz ve özellikle vicdanımız ise iç kaynaklarımızın başlıcalarıdır. “Çirkinim” dediğinde içinde hissettiğin mutsuzluk, çirkin olduğunu düşünmenden değil, “Çirkinim ve değersizim” diye inanmandan kaynaklanıyor. Vicdanın “Çirkinim ve değersizim” önermesini reddediyor ve bunu mutsuzluk olarak bildiriyor sana. Şimdi sıra sende! Vicdanının sesine kulak vermeli ve bu önermeyi sen de reddetmelisin.

Kendilik bilgimizin inşasında en sahih kaynak ise varlığımızı bize bahşeden Mutlak Varlık’tır. Narsistik kültür bunu hep unutturuyor sana, bana, hepimize. Mutlak Varlık, insanları birçok açıdan olduğu gibi fiziksel olarak da mutlak eşit yaratmamıştır. Her varlığa bahşedilen tüm özellikler gibi güzellik/çirkinlik de görecelidir. Bir insan diğerinden daha uzun ya da daha kısa olduğu gibi, daha güzel ya da daha çirkin de olabilir. Hiç aklından çıkmaması gerekense şudur:: Fiziksel olarak göreceli bir güzellikten mahrum olabilirsin ama değerli olmaktan mahrum değilsin. Her halükarda değerlisin.

Varoluşuna sahip çıkmalı ve onun değerini fiziksel özelliklere bağımlı olmaktan kurtarmalısın. Hatta diyorum ki; “Kendimi çirkin hissediyorum” da demesen. “Kendimi bazı insanlardan daha az güzel hissediyorum” desen. Olmaz mı?
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
Merhaba??
Not you not love ! Bu yaZi beni çok iyi resmetmis !! Teşekkürler melda bekcan hanım a


MAVİ RÜYA
Başkalarının söylediklerini mi dinlemeli, içimizden gelen sesi mi?
Etrafımdaki insanlar, çok sesli koro kurmuş, aynı şarkıyı söylüyor; ‘Devir değişti, sen de değişmelisin. Yeter artık! Bu kafayla nereye kadar gidebilirsin?’
Çoğu zaman sormuşumdur kendi kendime…

Bir tek ben miyim zamana, zamane koşullarına ayak uydurmakta güçlük çeken?

Başkalarına uyum sağlamak için çaba sarf ederken eskiden kalma özelliklerini bırakmak istemeyip uçlarından çekiştiren

Hadi, asosyal takılmayayım, kalabalığın içine karışayım derken içten içe yalnız kalmayı arzu edip bir köşeye çekilen*****

Her şeyi bırakıp, günler boyunca eve kapanıp, telefonu, bilgisayarı, interneti kapatıp dışarıdan hiçbir uyaran almak istemeyen…

Acaba, bir tek ben miyim?

***

Sanırım yalnız değilim…

Evet, evet! Benimle aynı duyguları paylaşanlar da var, eminim.

Hayatın olağan akışında, bazı kesitlerde onlarla karşılaşıyor,

Izdırap dolu yüzlerine baktığımda, bunu daha iyi anlıyorum.

Meselâ hasta koltuğuna oturur oturmaz, uzaklara dalıp gidenler var.

Bedenleri benim yanımda olsa da zihinleri farklı bir ortamdaymış gibi

Hayattan beklentileri ile sahip olduklarının örtüşmediği o kadar belli ki.

***************************************** ***

Ayrıca konuşurken bakışlarını kaçıranlar, sanki gerçeklerle yüzleşmekten kaçanlar tanıyorum…

Karşısındaki deniz manzarasına mıhlanıp geçmişi sorgulayanlar…

Yolda yürürken kararsız kalıp sağa sola zikzaklar çizenler…

Ağlamak isterken gözyaşlarını tutup, acı acı gülenler…

Arabalarının gaz pedalına basıp, ardına bakmadan gitmek isteyenler…

Nedense onlarda kendimden bir şeyler buluyorum,

Ortak kararsızlığı, arada kalmışlığı paylaştığımızı hissediyor,

Ve bir nebze olsun sıkıntılarımdan arınıyorum.

******************************************* ***

Diğer yandan kargaşa var, tıpkı senfoni orkestrası gibi!

Etrafımdaki bazı insanlar, çok sesli koro kurmuş, aynı şarkıyı söylüyor.

-Devir değişti, sen de değişmelisin.

-Yahu biraz etrafındakilere baksana! Örnek alsana!

- Yeter artık! Bu kafayla nereye kadar gidebilirsin?

***

Kararsızım,

Galiba yol ayrımındayım…

Acaba onları dinleyip değişmeli miyim?

Yoksa aynı çizgide devam etmeli miyim?

***

İçimden gelen ses, kırılgan, sakin ve minnettar…

‘Boş ver! Sen, sahip olduklarınla yetinmelisin’ diyor

Dışarıdan gelen sesler ise daha fazlası için bana diretiyor.**

Her ikisini birden tatmin edebilmek, gerçekten çok zor.

***

D-E-Ğ-İ-Ş-İ M

Ne yapayım işte?

Küçüklüğümden beri ondan çekindim,

Bu yüzden hep acı çektim, sancılar geçirdim

Gün geldi, çevremdeki baskıların etkisiyle değiştiğime üzüldüm.

Gün geldi, değişimi yakalayamama kaygısıyla bir hayli süzüldüm.

Hayatım boyunca hep bu ikilemle kavruldum.

***

*Aslına bakarsanız ne içimden gelen ses, ne de dışarının sesi

Ne hesaplaşmak, ne de ispatlamak

Ne geçmiş, ne de gelecek

Ne kazanmak, ne de kaybetmek

Benim tek derdim ‘an’larımı hakkıyla yaşayabilmek.

********************** **********

Zaman öyle hızlı akıp gidiyor ki**************************************************************

‘Pişmanlık’ hastalığına deva bulana dek

Değişmek yahut değişmemek papatya fallarına kaldı demek!!!

2011-01-31

*
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
Hayattan beklentileri ile sahip olduklarının örtüşmediği o kadar belli ki.

Kimin kendine yetmesi mümkün ki ? Kim artık ben istediğim yere ulaştı
Der ? Diyebilir ki? Gözünü toprak doyurur senin insanoğlu !!!
Tabi çelişkili gelecek belki ama ilahi kaynak insanın gönlünü tatmin edecek seyin yaratanı anmak onun sevdasına yapışmak olarak işaret ediyor !!e tabi hepimizin bir bahanesi vAr ilahi kaynağın iletilerine karsı !!ama ümidimi yitirmiş değilim kendimden !! Kolay olmasa gerek peygamberin büyük cihad dediği kendinden kacmak
 

ayşenur

Yeni Üye
25 Ağu 2010
236
0
0
33
Merhaba??
Not you not love ! Bu yaZi beni çok iyi resmetmis !! Teşekkürler melda bekcan hanım a


MAVİ RÜYA
Başkalarının söylediklerini mi dinlemeli, içimizden gelen sesi mi?
Etrafımdaki insanlar, çok sesli koro kurmuş, aynı şarkıyı söylüyor; �Devir değişti, sen de değişmelisin. Yeter artık! Bu kafayla nereye kadar gidebilirsin?�
Çoğu zaman sormuşumdur kendi kendime�

Bir tek ben miyim zamana, zamane koşullarına ayak uydurmakta güçlük çeken?

Başkalarına uyum sağlamak için çaba sarf ederken eskiden kalma özelliklerini bırakmak istemeyip uçlarından çekiştiren

Hadi, asosyal takılmayayım, kalabalığın içine karışayım derken içten içe yalnız kalmayı arzu edip bir köşeye çekilen*****

Her şeyi bırakıp, günler boyunca eve kapanıp, telefonu, bilgisayarı, interneti kapatıp dışarıdan hiçbir uyaran almak istemeyen�

Acaba, bir tek ben miyim?

***

Sanırım yalnız değilim�

Evet, evet! Benimle aynı duyguları paylaşanlar da var, eminim.

Hayatın olağan akışında, bazı kesitlerde onlarla karşılaşıyor,

Izdırap dolu yüzlerine baktığımda, bunu daha iyi anlıyorum.

Meselâ hasta koltuğuna oturur oturmaz, uzaklara dalıp gidenler var.

Bedenleri benim yanımda olsa da zihinleri farklı bir ortamdaymış gibi

Hayattan beklentileri ile sahip olduklarının örtüşmediği o kadar belli ki.

***************************************** ***

Ayrıca konuşurken bakışlarını kaçıranlar, sanki gerçeklerle yüzleşmekten kaçanlar tanıyorum�

Karşısındaki deniz manzarasına mıhlanıp geçmişi sorgulayanlar�

Yolda yürürken kararsız kalıp sağa sola zikzaklar çizenler�

Ağlamak isterken gözyaşlarını tutup, acı acı gülenler�

Arabalarının gaz pedalına basıp, ardına bakmadan gitmek isteyenler�

Nedense onlarda kendimden bir şeyler buluyorum,

Ortak kararsızlığı, arada kalmışlığı paylaştığımızı hissediyor,

Ve bir nebze olsun sıkıntılarımdan arınıyorum.

******************************************* ***

Diğer yandan kargaşa var, tıpkı senfoni orkestrası gibi!

Etrafımdaki bazı insanlar, çok sesli koro kurmuş, aynı şarkıyı söylüyor.

-Devir değişti, sen de değişmelisin.

-Yahu biraz etrafındakilere baksana! Örnek alsana!

- Yeter artık! Bu kafayla nereye kadar gidebilirsin?

***

Kararsızım,

Galiba yol ayrımındayım�

Acaba onları dinleyip değişmeli miyim?

Yoksa aynı çizgide devam etmeli miyim?

***

İçimden gelen ses, kırılgan, sakin ve minnettar�

�Boş ver! Sen, sahip olduklarınla yetinmelisin� diyor

Dışarıdan gelen sesler ise daha fazlası için bana diretiyor.**

Her ikisini birden tatmin edebilmek, gerçekten çok zor.

***

D-E-Ğ-İ-Ş-İ M

Ne yapayım işte?

Küçüklüğümden beri ondan çekindim,

Bu yüzden hep acı çektim, sancılar geçirdim

Gün geldi, çevremdeki baskıların etkisiyle değiştiğime üzüldüm.

Gün geldi, değişimi yakalayamama kaygısıyla bir hayli süzüldüm.

Hayatım boyunca hep bu ikilemle kavruldum.

***

*Aslına bakarsanız ne içimden gelen ses, ne de dışarının sesi

Ne hesaplaşmak, ne de ispatlamak

Ne geçmiş, ne de gelecek

Ne kazanmak, ne de kaybetmek

Benim tek derdim �an�larımı hakkıyla yaşayabilmek.

********************** **********

Zaman öyle hızlı akıp gidiyor ki**************************************************************

�Pişmanlık� hastalığına deva bulana dek

Değişmek yahut değişmemek papatya fallarına kaldı demek!!!

2011-01-31

*


yetinmeyi bilir misin?
sana verdiği kadarıyla hayatın
hoş
bilsen de bilmesen de
yara bere içinde bu yollardan geçeceksin...


sezen demiş diyeceğini, eyvallah yürekten yazın için...
 

ayşenur

Yeni Üye
25 Ağu 2010
236
0
0
33
Onca zaman sonra bir salıncakta çocukluğunu aramaya koyuldu.
Sallandıkça güklere bakıyordu.Göklere baktıkça İsa'ydı aklına gelen.Öyle ya gelecekti birgün, buydu söylenen.


"İsa!" dedi "Gel artık."

"Yeteri kadar çirkinleşmedik mi?

Yeteri kadar kalp kırmadık mı, kin gütmedik mi?

İnsanın insana umudunu öldürmedik mi?

'Böyle bir dünyaya çocuk getiremem' dediğimiz bir dünya haline getirmedik mi burayı?

İsa, gel artık, in o göklerden acı bize!"


"Kalp kırdık, o kadar çok kırdık ki gönülleri yıktık, hayalleri yok ettik, umudu öldürdük biz.Günahlarımızın altında ezildik, ezdik insanlığımızı biz. Hak çaldık, zulmettik kendimize, birbirimize; sözümüzü tutamadık biz.İsa biz merhametsiz olduk merhametsiz..."
"'Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.' Unuttuk biz Firavun'u da Musa'yı da, Muhammed'i Cehil'i de, yalanlarda bulandık biz..."



Gözünden bir damla süzüldü çocuğun- ağlayabildiğine göre çocuktu artık ve çocuk olduğuna göre güzel- tüm duygusunu, isyanını, acısını taşıyan o damla, dudağından içeri girip gözden kayboldu. Ağzına o tuz tadı gelirken isyanı büyüdü, büyüdü çocuk ahlak oldu, inanç oldu, Allah'a yürüdü çocuk. Sonra düştü yüreğine tekrar İsa.


Göklere baktı, inen yoktu.

"Tanrı hala umutlu mu bizden ah İsa." dedi, ondan(O'ndan) mı gelmiyorsun?

Belki de dedi belki de?


Belki de göklerden inmesini beklediği İsa inmişti yüreklere...




kendimce*
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
aşağıdaki hikaye iskender pala beyin köşe yazısından alınmıştır...yine bir nefs terbiyesi modeli olarak dil konu edilmiştir ya da ben böyle anlamak istedim


Varlıklı, bilgili ve zarif efendilerden biri birkaç günlüğüne dostlarını konağına çağırır. Zengin sofralar kurup engin sohbetler etmektir niyeti. Kahyasına tembih eder:

- Haydi göreyim seni, koştur pazara, dünyanın en tatlı şeylerinden misafirlerime şöyle mükellef bir sofra kurdurt.

Kahya gider. Ama pazara uğramak yerine kasaba uğrar. Bütün misafirlere yetecek miktarda dil alıp aşçılara emirler yağdırır. Akşam misafirler iştahla otururlar sofranın başına. Evvela bir dil çorbası gelir. Nefis!.. Ardından bir dil haşlaması. Âlâ!.. Bir dil söğüş. Eh!.. Ara sıcak niyetine dil ızgara... Derken misafirlerde homurdanmalar başlar. Beklerler ki şöyle yağlılardan, pilavlardan, baklava ve revanilerden tepsiler gelsin. Ne mümkün!... Ardından bir dil kızartma konulur önlerine. Konak sahibi artık tahammül edemez ve kahyasını çağırtıp öfkesini tokat edip yüzüne vurur:

- Bre ben sana pazardan en tatlı şeyleri al demedim mi?

- Evet efendimiz ben de aynen sizin emrinizi yerine getirdim. Dünyada dilden daha âlâ ve tatlı ne tasavvur olunabilir? Marifet ve ilmin anahtarı, mutluluğun ve saadetin başlangıcı o değil midir? Gönüller onunla şen, bilgiler onunla ruşen olmazlar mı? Anlaşmazlıkları çözen de o, adaleti bildiren de!.. O kadar kutsal ki, ibadetler onunla yapılıyor...

Ağa, duyduklarına cevap veremez ama yine de konuklarına mahcup olmamak için haykırır:

- Pekala madem dediğin gibidir, o halde yarın pazara gidip bu sefer en fena yiyeceklerden bir sofra hazırlat bize. Bakalım görelim.

Kahya ertesi gün yine kasaba uğrar, yine aynı yemekleri hazırlatır. Sofraya oturanlar aynı sıra ile başlarlar: Dil çorbası, dil haşlama, dil söğüş... Ve elbette yine aynı sorgu sual. Kahyanın cevabı ibretliktir:

- Efendimiz, emin olunuz emrinizi ayniyle yerine getirmek için bu yemekleri hazırlattım. En fena yiyeceklerden istemiştiniz; Allah aşkına dünyada dilden daha fenasını kim tasavvur edebilir?!.. Bütün kötülüklerin, bütün belaların, bütün kavgaların sebebi bu değil mi? Kim yalanın ve iftiranın güzel olduğunu söyleyebilir; kim, riya ve dalkavukluğun yararından bahsedebilir?!.. Bütün bu fenalıkları dil yaptıktan sonra hangi azık dilden daha kötü olabilir ki?!..

Misafirlerin hepsi o gün sofradan bir dimağ lezzetiyle kalkmışlar ve kahyayı sohbet halkasına dahil etmişler.

Bu hikayeyi üniversite yıllarımda Ahmet Mithat Efendi'nin Kıssadan Hisse adlı kitabında okudum. Kıssadan Hisse, Ezop (Aisopos) masallarının tercümesi idi ve hikaye Ezop ile efendisi Xanthos arasında geçiyordu. Milattan 500 sene evvel Kütahya civarında yaşayan Ezop aslında bir köle imiş. Işıklı bir zeka ve zarif bir fikir güzelliğine sahip olan kafası maalesef iri ve çirkin, dili de kekeme imiş. Xanthos onu zekası için almış ama yüzüne bakan herkes ürktüğü -en başta da karısı o çehreden korktuğu- için çiftliğinde toprak işlerinde çalıştırır, arada sırada konukları gelince onun zeka ve fikirlerinden istifade etmek üzere konağına çağırtırmış. Rahmetli babam, fabller üreterek Anadolu'daki medeniyet davranışlarının devamlılığını sağlayan Ezop'un adını bilmezdi. Ancak bu topraklarda dile ve söze verilen değerdir ki yüzyıllarca harmanlanıp kültürden kültüre aktarılmış, insanlar, nesiller, dinler ve diller değişmiş ama anlam hiç değişmemiş, Ezop'un hikayesini babalar dinî hikaye niyetine çocuklarına anlatabilmişlerdir. Hatta tatlı dil ile olduktan sonra övünmeler, övmeler ve sövmeler bile insana masum görünmeye başlamıştır. Ünlü heccavımız Şair Eşref'in vakitsiz gelen bir misafirine söylediği şu kıt'a gibi:

Nâbehengâm ey bana mihman olan

Tablakârımla döğüş ister misin

Matbah-ı tab'ımda yoktur başka şey

Tatlı dilden bir söğüş ister misin

"Ey vakitsiz gelen (aç) misafir, (sana yemek hazırlamak konusunda) aşçımla beni kavga mı ettireceksin? Yaratılışımın mutfağında sana ikram etmek üzere dilden başka bir yiyecek kalmamış, tatlı dilden bir söğüş ister misin?!.."

i.pala@zaman.com.tr
 

iuflsfozkn

Yeni Üye
8 Ocak 2011
641
0
16
39
kimi sergiler. güzelliğini sınır tanımadan istediği fark edilmek, bilinmek ve sevilmek
kimi bağırır .sanar ki ses yüksek çıkınca kalpler itminana erecek.
kimi şiddet kullanır.düşünür ki insanlar saygı gösterecek.
kimi anlatır sadece .zanneder ki tesir edecek
kimi ler kimi ler i etiketler ve aslına vakıf oldum der
aldanık!!
aldandık güzellik senin olmadığı gibi sana da kalamaz ve hatta emanete hıyanet etmiş olma ihtimalin var
aldandık sesi alçak olanların susması edep miş
aldandık şefkat en ala terbiyeci imiş
aldandık yaşamadığın söylemen nefrete sebep olur aksi ile muamele görürsün...


aslında sözü sahibine bırakmak gerek bakın ne demiş ayşenur
Yeteri kadar çirkinleşmedik mi?

Yeteri kadar kalp kırmadık mı, kin gütmedik mi?

İnsanın insana umudunu öldürmedik mi?

'Böyle bir dünyaya çocuk getiremem' dediğimiz bir dünya haline getirmedik mi burayı?

...doğrudur ama ümitvarız kendinden kaçan tek kişi bile kalsa bu evrende ümitvarız...
 
Tüm sayfalar yüklendi.

Yeni Konular

Üst