Kafam cam kiriklariyla dolu doktor

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe kategorisinde ironi tarafından oluşturulan Kafam cam kiriklariyla dolu doktor başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,658 kez görüntülenmiş, 3 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe
Konu Başlığı Kafam cam kiriklariyla dolu doktor
Konbuyu başlatan ironi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan evrensel-insan

ironi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
24
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
09.05

Günaydın Daily Telegraph; şey yani, kâğıt parçası.. Öff!

- Bi günlük diyemedin gittin!

- Hah, ondan işte!

Günaydın my Darling!

- Daily de kardeşim, Deyli!

İngilizce konuşacan diye berbat ettin güzelim sabahı!

- Good morning my darling Daily..

- Fuck off!

- Hıh, senin canın cehenneme! Sen defol git!

*

Nasıl bir kahv(e)altı hazırlayabilirim acep/acaba?

Bakalım görelim hele.

- Gezelim görelim gibi?!

- Ah bu sesten kurtuluş yok!

Haşlanmış potato/patat/patates, örüklü cheese/penir/peynir, dıdo/dü/di/double/two tomatoes/domates/frıngi, green pepper/yeşilbiber/isot yok/Çarliston yok/dolma da var, çay/tea, nan/bread/ekmek, salt/xwey/tuz, sugar/sucker/zucker/şirani/tatlı/şekır/şeker, lemon/leymun/limon...

Krallara lâyık bir sofra olacak..

- Sabırsızlanmayın şövalyelerim; yuvarlak masanızda bekleyin azıcık. Arthurunuz size güzel bir ziyafet çektirecek.. Yalnız gözünüzü dört açın; şu Robin Hood olacak Kevin Costner hergelesi ile Arap bedevisi kılıklı Morgan Freeman yaklaşmasınlar şatomuza!

- Endişelenip kaygılanmayınız saygıdeğer efendimiz; çok çok Bodyguard (1) yaparız onlardan..

- Hadi bakalım; tüf, tüf..

Öncelikle suyu kaynatıyoruz. Domates, biber ve patateslerden de kokteyl yapmak üzere bir güzel doğruyoruz hepsinden.. Her birinden 2'şer tane var zaten.

Bir şarkı dinleyelim bu arada:

Küçük kurbağa

Küçük kurbağa

Kuyruğun nerede

Kuyruğum yok

Kuyruğum yok

Yüzerim derede..

Sonra da zeytinyağı, tuz ve limon döküyoruz renkli karışıma.

Su kaynadı bile.

Bir kısmını çay yapacağım, kalanı da peynire dökeceğim.

- Peki ya peyniri nereye dökeceksiniz efendimiz?

- Şatomuzun dibindeki derede yaşayan kurbağalar acıkmış da; onlara dökeceğim... Hey Allah'ım!

- Havyar da olsaydı Kralım; ne hoş olacaktı..

- Tam da havyarlık bir ağzın var zaten!

Şurada bir çift koç yumurtası var... (yok aslında) Pişirmeyi bilmem. Çik çik dene istersen..

Tövbe tövbe!

*

- Yemek hazır, siz başlayın arkadaşlar; ben doydum.

Size zıkkım; şey, afiyet olsun yani..

- Ne yediniz ki efendimiz?

- Şarkı yedim..

*

11.07

Şu "Yaşamdan Dakikalar" programına bayılıyorum..

Hıncal Uluç, Nebil Özgentürk ve Sunay Akın.. Hele Ferhat Göçer de eşlik ediyor bazen; kopuyorum bu hayattan..

- İyi ki varsınız; canımsınız..

*

13.05

Bu sabah, yerini kimler almış

Diye düşündüm kalktığımda.

Telefon çalıyor.

- Söyle patron.

- Fıs fıs fıs, kıs kıs kıs, dağ taş çiçek böcek, sen misin uçan kelebek, aç kalınca çatlamaz göbek, gelecek de bir gün gelecek, melekler bizi öpmeyecek..

- Tamam patron, anladım. Geliyorum hemen.

*

15.00

Arkadaşla birlikte özel bir hastanedeyim. Refakatçiyim.

- Kendimi çok kötü hissediyorum hemşire hanım!

- Anlıyorum efendim. Geçebilirsiniz..

*

Ben de bir kanepeye geçip bekliyorum.

- Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? (2)

- Anlıyorum Hikmet. Benimki de havyarla dolu. Yalnız, doktor değilim; senin gibi hastayım ben de.

Gerçekle rüyayı ayırt edemiyorum bazen. Mesela bu sabah Kral Arthur olmuştum. Askerlerime kahvaltı hazırlıyordum. Geçen gün de Diyojen'dim..

Bir de baktım İskender geldi. Tabi fıçımın içinde oturmuş, bir yandan güneşin tadını çıkarırken öbür taraftan hayatta en büyük zenginliğin ne olduğunu düşünüyordum. Yaklaşınca:

- Ünlü düşünür ve ermiş Diyojen sen misin, diye sordu. Ben de:

- Evet benim, dedim.

- Böylesine bir sefalet içinde yaşamayı hak etmiyorsun. Söyle bakalım; ne istersin benden?

- Gölge etme, başka ihsan istemem.

İmparatorun o anki yüz ifadesini görmeliydin. Öyle çaresizdi ki; o an istesem, tacını bile çıkarıp verebilirdi. Yapmadım ama. Çünkü o durumda kaybeden yine ben olacaktım.

- Sado-mazoşistten başka bir şey değilsin!

- Mutluyum ama. En büyük zenginlik, mutluluktur Hikmet. Bunu şimdi çok daha iyi görüyorum.

- Züğürt mutluluk ama..

- Aslında Tolstoy'ken daha mutluydum. Hem çok zengindim, hem de kölelerimle birlikte tarlalarımda çalışıyordum.

- Vay be; çok idealistmişsin o zaman! İnsanın düşünceleriyle uygun bir hayat yaşaması... Gerçek mutluluk bu olmalı işte..

- Evet, haklısın. Nietzsche iken, düşüncelerimle çelişiyordum. Mesela bebeklerin, çocuk ve yaşlıların, hastaların öldürülmesini savunuyordum.

- Çünkü..

- Çünkü çalışan ve zinde bireylere yük, ayak bağı olmak dışında bir .ok'a yaradıkları yoktu.

- Mantıklı ama. Ya sonra?

- Sonrasında, efendime söyleyim, bir gün yürüyüşe çıkmıştım. Baktım bir at arabacısı, atına eziyet ediyordu. O an ne olduysa içimde bir merhamet duygusu uyandı ve iri yarı adama müdahale ettim. Adam bana bi koymaz mı; feleğim şaştı. Zaten cılız ve çelimsizin biriydim. Kaç ay sonra da öldüm. Bir daha da Nietzsche olmadım.

- Vay anasını, aynı çelişkiyi Raskolnikov da yaşamıştı! Gözünü kırpmadan iki bayanı baltayla hunharca öldüren Raskolnikov(3), bir gün rüyasında babasıyla yürüyordu. Sonra bir meyhanenin önünde toplanan insan güruhu dikkatlerini çekmişti. Bir at arabacısı, zayıf ve bitkin atını kaldırmak için kırbaçlıyordu. Raskolnikov dayanamayıp koşuyor, atın boynuna sarılıp ağlıyordu. Tabi onu gözyaşları içerisinde uzaklaştırdıktan sonra arabacı, demir bir sopayla atın sırtına vurup öldürüyordu zavallı hayvancağızı.

- Nietzsche'yken Dostoyevski'den çok etkilenmiştim. Bu benzerlik, tesadüf değildi zaten. Benim dışımda Andre Gide, Kafka, Sartre ve daha birçok yazarla filozofu etkilemişti Dostoyevski.

...

15.30

Arkadaşın muayenesi bitince çıkıyoruz.

*

Bursa Askeri Hastanesi'ndeki günlerim geliyor aklıma. Kurduğum arkadaşlıklar, çaylar, leziz yemekler, gök mavisi pijamalarım, terliklerim, robdöşambrım, ameliyatım, neşterin soğuk temas'ı, ördeğim, Çorumlu Şener, Antepli Şükrü ve Barış, Hakkarili Agit, Ürolog Tabip Binbaşı Suat (operatörüm), Genel Cerrah Tabip Yüzbaşı Levent Tezcan (sonra binbaşı oldu), kız kardeşi de bizim burada (Diyarbakırımız'da) çalışan melek hemşire ve diğer hemşireler (hepsi de çok iyiydi), yemeklerimizi ve çaylarımızı, kek ve tatlılarımızı dağıtıp bulaşıklarımızı yıkayan ablalar...

Hepsi bir yalan mıydı?

Ancak, Edward Norton ve Anthony Hopkins'in başrollerini paylaştıkları Kızıl Ejder filminde Dr. Hannibal'in beynime kazınan şu sözünü paylaşmak istiyorum:

Yaralarımız, bize, geçmişin yalan olmadığını söyler.

Ve ben, sol kasığımdaki ameliyat yarasına dokundukça, o mutlu günler üşüşür beynime.

Ve tutamam kendimi, yıkılır giderim o binaya..

*

Bir an için çıksan, hayatımdan

..

Sen geçerken sahilden, sessizce

Gemiler kalkar yüreğimden, gizlice (4)

*



FELSEFE GÜNLÜKLERİ 14

11 Aralık 2011

Güneşli bir Pazar

*

(1) Yine Kevin Costner’ın bir filmi

(2) Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar

(3) Dostoyevski’nin SUÇ&CEZA adlı eserinin kahramanı: Rodyan Romanoviç Raskolnikov

(4) ‘’Yaşamdan Dakikalar’’ın bir bölümünde Ferhat Göçer seslendirmişti.
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
09.05

Günaydın Daily Telegraph; şey yani, kâğıt parçası.. Öff!

- Bi günlük diyemedin gittin!

- Hah, ondan işte!

Günaydın my Darling!

- Daily de kardeşim, Deyli!

İngilizce konuşacan diye berbat ettin güzelim sabahı!

- Good morning my darling Daily..

- Fuck off!

- Hıh, senin canın cehenneme! Sen defol git!

*

Nasıl bir kahv(e)altı hazırlayabilirim acep/acaba?

Bakalım görelim hele.

- Gezelim görelim gibi?!

- Ah bu sesten kurtuluş yok!

Haşlanmış potato/patat/patates, örüklü cheese/penir/peynir, dıdo/dü/di/double/two tomatoes/domates/frıngi, green pepper/yeşilbiber/isot yok/Çarliston yok/dolma da var, çay/tea, nan/bread/ekmek, salt/xwey/tuz, sugar/sucker/zucker/şirani/tatlı/şekır/şeker, lemon/leymun/limon...

Krallara lâyık bir sofra olacak..

- Sabırsızlanmayın şövalyelerim; yuvarlak masanızda bekleyin azıcık. Arthurunuz size güzel bir ziyafet çektirecek.. Yalnız gözünüzü dört açın; şu Robin Hood olacak Kevin Costner hergelesi ile Arap bedevisi kılıklı Morgan Freeman yaklaşmasınlar şatomuza!

- Endişelenip kaygılanmayınız saygıdeğer efendimiz; çok çok Bodyguard (1) yaparız onlardan..

- Hadi bakalım; tüf, tüf..

Öncelikle suyu kaynatıyoruz. Domates, biber ve patateslerden de kokteyl yapmak üzere bir güzel doğruyoruz hepsinden.. Her birinden 2'şer tane var zaten.

Bir şarkı dinleyelim bu arada:

Küçük kurbağa

Küçük kurbağa

Kuyruğun nerede

Kuyruğum yok

Kuyruğum yok

Yüzerim derede..

Sonra da zeytinyağı, tuz ve limon döküyoruz renkli karışıma.

Su kaynadı bile.

Bir kısmını çay yapacağım, kalanı da peynire dökeceğim.

- Peki ya peyniri nereye dökeceksiniz efendimiz?

- Şatomuzun dibindeki derede yaşayan kurbağalar acıkmış da; onlara dökeceğim... Hey Allah'ım!

- Havyar da olsaydı Kralım; ne hoş olacaktı..

- Tam da havyarlık bir ağzın var zaten!

Şurada bir çift koç yumurtası var... (yok aslında) Pişirmeyi bilmem. Çik çik dene istersen..

Tövbe tövbe!

*

- Yemek hazır, siz başlayın arkadaşlar; ben doydum.

Size zıkkım; şey, afiyet olsun yani..

- Ne yediniz ki efendimiz?

- Şarkı yedim..

*

11.07

Şu "Yaşamdan Dakikalar" programına bayılıyorum..

Hıncal Uluç, Nebil Özgentürk ve Sunay Akın.. Hele Ferhat Göçer de eşlik ediyor bazen; kopuyorum bu hayattan..

- İyi ki varsınız; canımsınız..

*

13.05

Bu sabah, yerini kimler almış

Diye düşündüm kalktığımda.

Telefon çalıyor.

- Söyle patron.

- Fıs fıs fıs, kıs kıs kıs, dağ taş çiçek böcek, sen misin uçan kelebek, aç kalınca çatlamaz göbek, gelecek de bir gün gelecek, melekler bizi öpmeyecek..

- Tamam patron, anladım. Geliyorum hemen.

*

15.00

Arkadaşla birlikte özel bir hastanedeyim. Refakatçiyim.

- Kendimi çok kötü hissediyorum hemşire hanım!

- Anlıyorum efendim. Geçebilirsiniz..

*

Ben de bir kanepeye geçip bekliyorum.

- Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? (2)

- Anlıyorum Hikmet. Benimki de havyarla dolu. Yalnız, doktor değilim; senin gibi hastayım ben de.

Gerçekle rüyayı ayırt edemiyorum bazen. Mesela bu sabah Kral Arthur olmuştum. Askerlerime kahvaltı hazırlıyordum. Geçen gün de Diyojen'dim..

Bir de baktım İskender geldi. Tabi fıçımın içinde oturmuş, bir yandan güneşin tadını çıkarırken öbür taraftan hayatta en büyük zenginliğin ne olduğunu düşünüyordum. Yaklaşınca:

- Ünlü düşünür ve ermiş Diyojen sen misin, diye sordu. Ben de:

- Evet benim, dedim.

- Böylesine bir sefalet içinde yaşamayı hak etmiyorsun. Söyle bakalım; ne istersin benden?

- Gölge etme, başka ihsan istemem.

İmparatorun o anki yüz ifadesini görmeliydin. Öyle çaresizdi ki; o an istesem, tacını bile çıkarıp verebilirdi. Yapmadım ama. Çünkü o durumda kaybeden yine ben olacaktım.

- Sado-mazoşistten başka bir şey değilsin!

- Mutluyum ama. En büyük zenginlik, mutluluktur Hikmet. Bunu şimdi çok daha iyi görüyorum.

- Züğürt mutluluk ama..

- Aslında Tolstoy'ken daha mutluydum. Hem çok zengindim, hem de kölelerimle birlikte tarlalarımda çalışıyordum.

- Vay be; çok idealistmişsin o zaman! İnsanın düşünceleriyle uygun bir hayat yaşaması... Gerçek mutluluk bu olmalı işte..

- Evet, haklısın. Nietzsche iken, düşüncelerimle çelişiyordum. Mesela bebeklerin, çocuk ve yaşlıların, hastaların öldürülmesini savunuyordum.

- Çünkü..

- Çünkü çalışan ve zinde bireylere yük, ayak bağı olmak dışında bir .ok'a yaradıkları yoktu.

- Mantıklı ama. Ya sonra?

- Sonrasında, efendime söyleyim, bir gün yürüyüşe çıkmıştım. Baktım bir at arabacısı, atına eziyet ediyordu. O an ne olduysa içimde bir merhamet duygusu uyandı ve iri yarı adama müdahale ettim. Adam bana bi koymaz mı; feleğim şaştı. Zaten cılız ve çelimsizin biriydim. Kaç ay sonra da öldüm. Bir daha da Nietzsche olmadım.

- Vay anasını, aynı çelişkiyi Raskolnikov da yaşamıştı! Gözünü kırpmadan iki bayanı baltayla hunharca öldüren Raskolnikov(3), bir gün rüyasında babasıyla yürüyordu. Sonra bir meyhanenin önünde toplanan insan güruhu dikkatlerini çekmişti. Bir at arabacısı, zayıf ve bitkin atını kaldırmak için kırbaçlıyordu. Raskolnikov dayanamayıp koşuyor, atın boynuna sarılıp ağlıyordu. Tabi onu gözyaşları içerisinde uzaklaştırdıktan sonra arabacı, demir bir sopayla atın sırtına vurup öldürüyordu zavallı hayvancağızı.

- Nietzsche'yken Dostoyevski'den çok etkilenmiştim. Bu benzerlik, tesadüf değildi zaten. Benim dışımda Andre Gide, Kafka, Sartre ve daha birçok yazarla filozofu etkilemişti Dostoyevski.

...

15.30

Arkadaşın muayenesi bitince çıkıyoruz.

*

Bursa Askeri Hastanesi'ndeki günlerim geliyor aklıma. Kurduğum arkadaşlıklar, çaylar, leziz yemekler, gök mavisi pijamalarım, terliklerim, robdöşambrım, ameliyatım, neşterin soğuk temas'ı, ördeğim, Çorumlu Şener, Antepli Şükrü ve Barış, Hakkarili Agit, Ürolog Tabip Binbaşı Suat (operatörüm), Genel Cerrah Tabip Yüzbaşı Levent Tezcan (sonra binbaşı oldu), kız kardeşi de bizim burada (Diyarbakırımız'da) çalışan melek hemşire ve diğer hemşireler (hepsi de çok iyiydi), yemeklerimizi ve çaylarımızı, kek ve tatlılarımızı dağıtıp bulaşıklarımızı yıkayan ablalar...

Hepsi bir yalan mıydı?

Ancak, Edward Norton ve Anthony Hopkins'in başrollerini paylaştıkları Kızıl Ejder filminde Dr. Hannibal'in beynime kazınan şu sözünü paylaşmak istiyorum:

Yaralarımız, bize, geçmişin yalan olmadığını söyler.

Ve ben, sol kasığımdaki ameliyat yarasına dokundukça, o mutlu günler üşüşür beynime.

Ve tutamam kendimi, yıkılır giderim o binaya..

*

Bir an için çıksan, hayatımdan

..

Sen geçerken sahilden, sessizce

Gemiler kalkar yüreğimden, gizlice (4)

*



FELSEFE GÜNLÜKLERİ 14

11 Aralık 2011

Güneşli bir Pazar

*

(1) Yine Kevin Costner’ın bir filmi

(2) Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar

(3) Dostoyevski’nin SUÇ&CEZA adlı eserinin kahramanı: Rodyan Romanoviç Raskolnikov

(4) ‘’Yaşamdan Dakikalar’’ın bir bölümünde Ferhat Göçer seslendirmişti.

Gunlugun ingilizcesi, "daily" degil; "diary" Daily, "gunluk olan herhangibir sey", ya da "guncel" demektir.
 

ironi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
24
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
orada mesele doğruyu yazmak değil ki? günlüüğümü okusanız, anlarsınız... yine de teşekkürler:)))
 
E

evrensel-insan

Ziyaretçi
orada mesele doğruyu yazmak değil ki? günlüüğümü okusanız, anlarsınız... yine de teşekkürler:)))

Rica ederim. Yazilan her yazi kitlenin okurluguna aciktir ve bilhassa yabanci dil kullanimina dikkat edilmelidir. Cunku o kelimeyi ogrenmek isteyen, yazildigi ve verildigi gibi ogrenir. Eger yanlis ise de, ogrenecek olana da yanlis ogretilmis olur.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst