- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 26 Ocak 2014
- Mesajlar
- 49
- Tepkime puanı
- 4
- Puanları
- 8
İslam Dünyası’nda "Kavram Kargaşası" Ya da İslami Düşüncenin "Historisizm" Problemi-2
Mezheplerin kronolojik olarak ortaya çıkış seyrini ele almaya çalıştık..Şimdi sıra şu önemli
soruyu tevcih etmeye geldi;
-Neden mezheplere ihtiyaç doğmaktadır?
-Mezhepler olmasa Müslümanlar ve İslam Toplumu dini ve hukuki sorunlarına çıkış yolu
bulamazlar mı?
-Bazılarının iddia ettiği gibi tek başına “Kur’an” veya günümüz diliyle “Kur’an İslamı”
Müslümanlara aydınlatma-rehber olma konusunda yetmez mi?..
Bu konuya ışık tutabilmek için önce basit bir örneklemeden yola çıkalım..
Bir bina var karşımızda..
Bu binaya bakan üç insan var diyelim..
Bunlardan her birine;
-Bu binayı bize tanımlayın-anlatın,diyoruz..
Bu üç kişi de binayı gördükleri ve algıladıkları şekilde tanımlamaya çalışıyorlar bize..
Biri binanın dış cephesinden,
Biri kapı ve pencerelerinden,
Biri çatısından başlayarak anlatıyorlar..
Ama her birinin binayı tanımlama-anlatma metotları farklı,değişken..
Birbirini tutmuyor..
Fakat bina aynı bina..
Binada en ufak bir değişiklik-farklılık yok bu üç insan ve bizim için!
Değişen-farklı olan sadece bu insanların bize yaptığı anlatımlar-tanımlamalar!
Bu farklılıklar-değişimler o insanların ve bizim eksikliğimizden kaynaklanabilir sadece;
Binanın kendisinden değil,unutmayın..
Kur’an ve Sünnet karşısında da Müslüman bireyin durumu tıpa tıp buna benzer..
Bir ayet veya hadisin veya Peygamberimiz’in bir fiilinin algı ve yorumu da böyledir..
Müslümanlar bir ayetin,hadisin ya da Peygamberimizin bir eyleminin altında yatan
Hakikatin araştırılmasında farklı algılamalardan kaynaklı muhtelif fikirler-yorumlar
serd edebilirler..
Bu farklılık-değişkenlik o ayetin,hadisin ya da fiili sünnetin eksikliğinden kaynaklanan bir
olgu
değildir;
o ayeti-hadisi-sünneti okuyan ve algılamaya çalışan beyinlerin dışa vuran görüntüleridir..
Ayet aynı ayettir..
Hadis ve sünnet de..
Bizim gördüğümüz ise onların “beyin atlası”na düşen görüntüleridir..
Değişik renk ve görüntülerde aksetmiş halleri..
Ve hiç biri “hakikat”in orijinali değildir!
Ve asla Allah’ın “maksudu”na ulaşamazsınız,sadece gayret sarf edersiniz..
Ve yine başka bir tarihi anekdot-örnekleme ile devam edelim sorularımızın cevabı için..
İslam Peygamberi,bedensel engelli olan sahâbisi Muaz b.Cebel’i Yemen’e vâli olarak
Gönderirken ona şu soru soruyordu;
-Ey Muaz,oraya gittiğinde halk içinde nasıl-neyle hükmedeceksin?
-Önce Allah’ın kitabı Kur’an ile..Onda bulamazsam Resulullah’ın sünneti ile
hükmedeceğim,dedi
Muaz b.Cebel..
Allah Resulu sordu;
-Peki her ikisinde de açık delil bulamazsan ne yapacaksın?
-Kendi re’yim(ictihad) ile hükmedeceğim,diye cevap verdi..
İslam Peygamberi elini Muaz’ın omzuna koyup;
-Bana ve Muaz’a istikameti gösteren Rabbime hamdolsun,buyurdu..
Bu olay tarihi vesikaların ışığı altında yaşanmış bir olay..
Bu olay;
“Kur’an yeter,sünnet ve ictihadlara ne gerek var!” diyenlere,..
“Mezhepler,İslam Toplumu’nu bölen-ayrıştıran,gereksiz bir kurumdur” diyenlere
bizzat İslam’ın Şâri’i tarafından verilen en sağlam cevaptır..
Nitekim Kur’an’da Allah (c.c) Peygamberlere bizzat “ictihad” yolunu şu ayetle önermiştir;
“(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine
indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.”
(Nahl/44)
Buna en bariz örnek Bedir,Uhud ve Hendek savaşlarından önce Peygamberimizi(sav)’in
bizzat Sahabesi ile istişare ederek savaş stratejisi konusunda onların reylerine müracaat
etmiş ve en son kendi içtihadıyla Bedir kuyuları etrafında yerleşme,meydan savaşı yapma
ve şehrin etrafını hendeklerle çevirme talimatı vermiştir..
Ve yine Medine etrafında çevrili hurma ağaçlarının bakım ve verimliliği konusunda
sahabinin önerisiyle “aşılama” metodunu tercih etmiştir..
İslam Peygamberi bu konularda Allah’tan vahiy mi beklemiştir?
Ortaya çıkan dünyevi konuların halli-çözümünde “icma” ve ictihad metoduna
başvurmuştur..
Nisa suresi 59. Ayet aslında bir Müslümana yol göstermesi açısından en sarih olan
ayetlerdendir..
“Ey iman edenler; Allah'a itaat edin. Rasule ve sizden olan emir sahiblerine itaat edin.
Eğer bir şeyde çekişirseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve
Rasulüne bırakın. Bu; hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir.”
Allah’a,
Resulu’ne
Dini otoriteye saygı ve kabul tavsiye ediliyor..
Devamında ise her hangi bir bireysel ya da sosyal bir olayın vuzuhunda başvurulması
gereken Merci olarak Allah’tan sonra İslam Peygamberi’ne müracaatı emrediyor..
Yani bizzat Allah Resulü’nün ictihadına..
Zira Sünnet-i Resulullah Kuran’daki kimi emirleri izahat açısından üç konumda bulunur;
Umumu “tahsis” eder
Mücmeli “tafsil” eder
Mutlakı “takyid” eder..
Sırasıyla örnek vermek gerekirse;
Nikahlanması haram olan kadınların sulb,neseb ve itikadi yönden sınıflandırılması..
Regl(hayz) lafzının(kuru’) talak(boşanma)da vuzuha kavuşturan içtihadı..
İhramdan sonra “avlanın..” emir sigası/lafzının mubah konumunda addedilmesi gibi..
Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette..Çünkü Resul’ün nutuk ve kelamı Kur’an’ın
ifadesiyle “vahiy” mertebesindedir..İşte Necm suresi 4. Ayet;
“O'nun size aktardığı sözler, kendisine indirilen ilâhî haberden başka bir şey değildir.”
Elbette bu ayrıcalık sadece Allah Resulü’ne verilmiştir..
Peygamberimiz’den sonra da “ictihad” metodu sahabe-i güzin tarafından devam ettirilmiş
Ve Abdullah B.Ömer,Hz.Aişe,Abdullah B.Mesud,Abdullah B.Abbas gibi her biri birer
“fıkhî ekol” olan mümtaz şahsiyetler bu “ictihad ekolü”nün önde gelen temsilcileri
olmuşlardır..
Peygamberlerin “nübüvvet” özelliklerinin başında elbette gönderildikleri toplumlara önder
olmak, Sosyal ve bireysel olayları çözümlemek ve toplumların sosyal ve kültürel yaşamını
düzene koymak, İnanç ve ahlak ilkelerini yerleştirmek gelmektedir..
Peki bu toplumsal paradigmada kendi rey ve ictihadları ile diğer bireylerin rey ve
ictihadları ne kadar yer almıştır?
Rivayetlerden bilindiği kadarıyla Medine hurmalıklarının aşılanması;
Bedir,Uhud ve Hendek savaşları stratejilerinin tayin edilmesi gibi bazı dünyevi konularda
Sahabe’nin de sorup teyid ettiği gibi hem kendi içtihadını kullanmış hem de bazı
sahabilerin Rey ve ictihadlarını tercih etmiştir..Nitekim Bedir savaşından önce ordunun
konumlanması konusunda görüşünü serd ettiğinde Sahabeden Hubab B.Münzir;
-Ey Allah’ın elçisi;
Bu sözleriniz Allah’ın vahyi mi yoksa sizin içtihadınız mı? diye sorduğunda Resul;
-Hayır,benim ictihadım buyurmuştur..
Daha sonra bunu öğrenen Hubab B.Münzir kendi reyini Peygamberimiz’e sunmuş ve
Allah Resulü,Hubab’ın reyini tercih etmiştir..
Bütün bu teyidli tarihi rivayetler ve vâkıat göstermektedir ki,hem Resul hem de onun
talebesi Mesabesinde olan Sahabe-i Kiram “ictihad” metodunu kullanmışlar ve bu metod
dinî bir “umde/ilke” olarak İslam hukukunda yerini almıştır..
Peygamberimiz sonrası gelişen-büyüyen İslam Coğrafyası,ortaya çıkan yeni hâdiseler
karşısında başta Hulefa-i Raşidin olmak üzere Sahabe-i Kiram ve Tâbiin’den önemli
simalar bu sosyal hadiselerin aydınlatılması konusunda büyük cehd ve gayret sarf
etmişler ve halefleri olan tebe-i tabiin ve mütahhirun denilen selef alimleri de bu çabaya
destek vermişlerdir..
Bütün bu cehd ve gayretlerin "İstinbad" yoluyla oluşturdukları siyasi,itikadi ve hukuki
sosyal açılımlar birer "kurumsal disiplin" olarak topluma rehberlik edip yön vermişlerdir..
Eğer bu "İctihad" ekolü vücud bulup gelişmeseydi ve "mezhepler" olarak müslüman
bireyleri disiplin altına almasaydı müslüman toplum/ümmet içinde zaman zaman baş
gösteren fikir anarşisi ve kavgaları fikirden aksiyona geçecek ve önü alınamaz sivil
savaşlara sebebiyet verecekti..Ve geçmişte bunun izlerini yaşadık-gördük..
Hariciler ile başlayan,Mutezile ,Şia ve gulat-ı şia denilen şianın radikal kolları
ile devam eden bu "kaos atmosferi"nin verdiği,yol açtığı fikri bölünme ve ayrışma sünni
ekollerin itikadi-fıkhi çalışmaları ve sosyal disiplini;
Tasavvufun "ruhi disiplini" ile tolere edilmiş ve İslam Toplu'nun siyasi,itikadi ve hukuki
dirayeti sağlanmıştır..
Daha sonra Batı'nın emperyal politikaları ve İslam Coğrafyası'ndaki kaynaklara sahip
olma iştiyakı ile müslümanlar arasına serpiştirilen Vehhabizm ve Kadıyanilik gibi "heretik"
bazı dini akımlar taraftar bulsalar da "köklü" bir sistem olarak kalıcı olamadı ve
yayılamadılar..
Bugün de Fetö gibi Kesnizaniler gibi bir takım istihbarat örgütlerinin güdümünde olan
dini görünümlü heretik yapılar ile "dinler arası diyalog" martavalları yürütülmeye
çalışılsa da özellikle Anadolu'dan başlayıp Uzak Doğu'ya kadar uzanan "fıkhi ve itikadi
disiplin" sayesinde İslam Toplumu gerekli reaksiyonu gösterebilmektedir..
Sözün özü veya "özün sözü" dersek;
müslümanları sahip oldukları bu "disiplin" sayesinde diri ve canlı tutan ve ayrıştırmacı
aksiyonlardan koruyan "İslami Ekoller" Ümmetin sigortası olmuşlardır..
Bu "değişim" ve "gelişim"e kapalı olmak değildir;
aksine "ictihad" metodu müslüman bireyleri ilmin ışığı altında yeni çözümlere ve
arayışlara iten,statükoya karşı değişim ve gelişmeye teşvik eden bir sosyal dinamiktir..
Yeter ki bizler içimizden "Kur'an bize yeter.." diye kuru-sıkı sallayan cahiller değil;
"Fıkıh(hukuk) kişinin lehinde ve aleyhinde olanları bilmesidir.." diyen Ebu Hanife gibi
münevverler yetiştirelim..
Vesselam...
Mezheplerin kronolojik olarak ortaya çıkış seyrini ele almaya çalıştık..Şimdi sıra şu önemli
soruyu tevcih etmeye geldi;
-Neden mezheplere ihtiyaç doğmaktadır?
-Mezhepler olmasa Müslümanlar ve İslam Toplumu dini ve hukuki sorunlarına çıkış yolu
bulamazlar mı?
-Bazılarının iddia ettiği gibi tek başına “Kur’an” veya günümüz diliyle “Kur’an İslamı”
Müslümanlara aydınlatma-rehber olma konusunda yetmez mi?..
Bu konuya ışık tutabilmek için önce basit bir örneklemeden yola çıkalım..
Bir bina var karşımızda..
Bu binaya bakan üç insan var diyelim..
Bunlardan her birine;
-Bu binayı bize tanımlayın-anlatın,diyoruz..
Bu üç kişi de binayı gördükleri ve algıladıkları şekilde tanımlamaya çalışıyorlar bize..
Biri binanın dış cephesinden,
Biri kapı ve pencerelerinden,
Biri çatısından başlayarak anlatıyorlar..
Ama her birinin binayı tanımlama-anlatma metotları farklı,değişken..
Birbirini tutmuyor..
Fakat bina aynı bina..
Binada en ufak bir değişiklik-farklılık yok bu üç insan ve bizim için!
Değişen-farklı olan sadece bu insanların bize yaptığı anlatımlar-tanımlamalar!
Bu farklılıklar-değişimler o insanların ve bizim eksikliğimizden kaynaklanabilir sadece;
Binanın kendisinden değil,unutmayın..
Kur’an ve Sünnet karşısında da Müslüman bireyin durumu tıpa tıp buna benzer..
Bir ayet veya hadisin veya Peygamberimiz’in bir fiilinin algı ve yorumu da böyledir..
Müslümanlar bir ayetin,hadisin ya da Peygamberimizin bir eyleminin altında yatan
Hakikatin araştırılmasında farklı algılamalardan kaynaklı muhtelif fikirler-yorumlar
serd edebilirler..
Bu farklılık-değişkenlik o ayetin,hadisin ya da fiili sünnetin eksikliğinden kaynaklanan bir
olgu
değildir;
o ayeti-hadisi-sünneti okuyan ve algılamaya çalışan beyinlerin dışa vuran görüntüleridir..
Ayet aynı ayettir..
Hadis ve sünnet de..
Bizim gördüğümüz ise onların “beyin atlası”na düşen görüntüleridir..
Değişik renk ve görüntülerde aksetmiş halleri..
Ve hiç biri “hakikat”in orijinali değildir!
Ve asla Allah’ın “maksudu”na ulaşamazsınız,sadece gayret sarf edersiniz..
Ve yine başka bir tarihi anekdot-örnekleme ile devam edelim sorularımızın cevabı için..
İslam Peygamberi,bedensel engelli olan sahâbisi Muaz b.Cebel’i Yemen’e vâli olarak
Gönderirken ona şu soru soruyordu;
-Ey Muaz,oraya gittiğinde halk içinde nasıl-neyle hükmedeceksin?
-Önce Allah’ın kitabı Kur’an ile..Onda bulamazsam Resulullah’ın sünneti ile
hükmedeceğim,dedi
Muaz b.Cebel..
Allah Resulu sordu;
-Peki her ikisinde de açık delil bulamazsan ne yapacaksın?
-Kendi re’yim(ictihad) ile hükmedeceğim,diye cevap verdi..
İslam Peygamberi elini Muaz’ın omzuna koyup;
-Bana ve Muaz’a istikameti gösteren Rabbime hamdolsun,buyurdu..
Bu olay tarihi vesikaların ışığı altında yaşanmış bir olay..
Bu olay;
“Kur’an yeter,sünnet ve ictihadlara ne gerek var!” diyenlere,..
“Mezhepler,İslam Toplumu’nu bölen-ayrıştıran,gereksiz bir kurumdur” diyenlere
bizzat İslam’ın Şâri’i tarafından verilen en sağlam cevaptır..
Nitekim Kur’an’da Allah (c.c) Peygamberlere bizzat “ictihad” yolunu şu ayetle önermiştir;
“(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine
indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.”
(Nahl/44)
Buna en bariz örnek Bedir,Uhud ve Hendek savaşlarından önce Peygamberimizi(sav)’in
bizzat Sahabesi ile istişare ederek savaş stratejisi konusunda onların reylerine müracaat
etmiş ve en son kendi içtihadıyla Bedir kuyuları etrafında yerleşme,meydan savaşı yapma
ve şehrin etrafını hendeklerle çevirme talimatı vermiştir..
Ve yine Medine etrafında çevrili hurma ağaçlarının bakım ve verimliliği konusunda
sahabinin önerisiyle “aşılama” metodunu tercih etmiştir..
İslam Peygamberi bu konularda Allah’tan vahiy mi beklemiştir?
Ortaya çıkan dünyevi konuların halli-çözümünde “icma” ve ictihad metoduna
başvurmuştur..
Nisa suresi 59. Ayet aslında bir Müslümana yol göstermesi açısından en sarih olan
ayetlerdendir..
“Ey iman edenler; Allah'a itaat edin. Rasule ve sizden olan emir sahiblerine itaat edin.
Eğer bir şeyde çekişirseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve
Rasulüne bırakın. Bu; hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir.”
Allah’a,
Resulu’ne
Dini otoriteye saygı ve kabul tavsiye ediliyor..
Devamında ise her hangi bir bireysel ya da sosyal bir olayın vuzuhunda başvurulması
gereken Merci olarak Allah’tan sonra İslam Peygamberi’ne müracaatı emrediyor..
Yani bizzat Allah Resulü’nün ictihadına..
Zira Sünnet-i Resulullah Kuran’daki kimi emirleri izahat açısından üç konumda bulunur;
Umumu “tahsis” eder
Mücmeli “tafsil” eder
Mutlakı “takyid” eder..
Sırasıyla örnek vermek gerekirse;
Nikahlanması haram olan kadınların sulb,neseb ve itikadi yönden sınıflandırılması..
Regl(hayz) lafzının(kuru’) talak(boşanma)da vuzuha kavuşturan içtihadı..
İhramdan sonra “avlanın..” emir sigası/lafzının mubah konumunda addedilmesi gibi..
Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette..Çünkü Resul’ün nutuk ve kelamı Kur’an’ın
ifadesiyle “vahiy” mertebesindedir..İşte Necm suresi 4. Ayet;
“O'nun size aktardığı sözler, kendisine indirilen ilâhî haberden başka bir şey değildir.”
Elbette bu ayrıcalık sadece Allah Resulü’ne verilmiştir..
Peygamberimiz’den sonra da “ictihad” metodu sahabe-i güzin tarafından devam ettirilmiş
Ve Abdullah B.Ömer,Hz.Aişe,Abdullah B.Mesud,Abdullah B.Abbas gibi her biri birer
“fıkhî ekol” olan mümtaz şahsiyetler bu “ictihad ekolü”nün önde gelen temsilcileri
olmuşlardır..
Peygamberlerin “nübüvvet” özelliklerinin başında elbette gönderildikleri toplumlara önder
olmak, Sosyal ve bireysel olayları çözümlemek ve toplumların sosyal ve kültürel yaşamını
düzene koymak, İnanç ve ahlak ilkelerini yerleştirmek gelmektedir..
Peki bu toplumsal paradigmada kendi rey ve ictihadları ile diğer bireylerin rey ve
ictihadları ne kadar yer almıştır?
Rivayetlerden bilindiği kadarıyla Medine hurmalıklarının aşılanması;
Bedir,Uhud ve Hendek savaşları stratejilerinin tayin edilmesi gibi bazı dünyevi konularda
Sahabe’nin de sorup teyid ettiği gibi hem kendi içtihadını kullanmış hem de bazı
sahabilerin Rey ve ictihadlarını tercih etmiştir..Nitekim Bedir savaşından önce ordunun
konumlanması konusunda görüşünü serd ettiğinde Sahabeden Hubab B.Münzir;
-Ey Allah’ın elçisi;
Bu sözleriniz Allah’ın vahyi mi yoksa sizin içtihadınız mı? diye sorduğunda Resul;
-Hayır,benim ictihadım buyurmuştur..
Daha sonra bunu öğrenen Hubab B.Münzir kendi reyini Peygamberimiz’e sunmuş ve
Allah Resulü,Hubab’ın reyini tercih etmiştir..
Bütün bu teyidli tarihi rivayetler ve vâkıat göstermektedir ki,hem Resul hem de onun
talebesi Mesabesinde olan Sahabe-i Kiram “ictihad” metodunu kullanmışlar ve bu metod
dinî bir “umde/ilke” olarak İslam hukukunda yerini almıştır..
Peygamberimiz sonrası gelişen-büyüyen İslam Coğrafyası,ortaya çıkan yeni hâdiseler
karşısında başta Hulefa-i Raşidin olmak üzere Sahabe-i Kiram ve Tâbiin’den önemli
simalar bu sosyal hadiselerin aydınlatılması konusunda büyük cehd ve gayret sarf
etmişler ve halefleri olan tebe-i tabiin ve mütahhirun denilen selef alimleri de bu çabaya
destek vermişlerdir..
Bütün bu cehd ve gayretlerin "İstinbad" yoluyla oluşturdukları siyasi,itikadi ve hukuki
sosyal açılımlar birer "kurumsal disiplin" olarak topluma rehberlik edip yön vermişlerdir..
Eğer bu "İctihad" ekolü vücud bulup gelişmeseydi ve "mezhepler" olarak müslüman
bireyleri disiplin altına almasaydı müslüman toplum/ümmet içinde zaman zaman baş
gösteren fikir anarşisi ve kavgaları fikirden aksiyona geçecek ve önü alınamaz sivil
savaşlara sebebiyet verecekti..Ve geçmişte bunun izlerini yaşadık-gördük..
Hariciler ile başlayan,Mutezile ,Şia ve gulat-ı şia denilen şianın radikal kolları
ile devam eden bu "kaos atmosferi"nin verdiği,yol açtığı fikri bölünme ve ayrışma sünni
ekollerin itikadi-fıkhi çalışmaları ve sosyal disiplini;
Tasavvufun "ruhi disiplini" ile tolere edilmiş ve İslam Toplu'nun siyasi,itikadi ve hukuki
dirayeti sağlanmıştır..
Daha sonra Batı'nın emperyal politikaları ve İslam Coğrafyası'ndaki kaynaklara sahip
olma iştiyakı ile müslümanlar arasına serpiştirilen Vehhabizm ve Kadıyanilik gibi "heretik"
bazı dini akımlar taraftar bulsalar da "köklü" bir sistem olarak kalıcı olamadı ve
yayılamadılar..
Bugün de Fetö gibi Kesnizaniler gibi bir takım istihbarat örgütlerinin güdümünde olan
dini görünümlü heretik yapılar ile "dinler arası diyalog" martavalları yürütülmeye
çalışılsa da özellikle Anadolu'dan başlayıp Uzak Doğu'ya kadar uzanan "fıkhi ve itikadi
disiplin" sayesinde İslam Toplumu gerekli reaksiyonu gösterebilmektedir..
Sözün özü veya "özün sözü" dersek;
müslümanları sahip oldukları bu "disiplin" sayesinde diri ve canlı tutan ve ayrıştırmacı
aksiyonlardan koruyan "İslami Ekoller" Ümmetin sigortası olmuşlardır..
Bu "değişim" ve "gelişim"e kapalı olmak değildir;
aksine "ictihad" metodu müslüman bireyleri ilmin ışığı altında yeni çözümlere ve
arayışlara iten,statükoya karşı değişim ve gelişmeye teşvik eden bir sosyal dinamiktir..
Yeter ki bizler içimizden "Kur'an bize yeter.." diye kuru-sıkı sallayan cahiller değil;
"Fıkıh(hukuk) kişinin lehinde ve aleyhinde olanları bilmesidir.." diyen Ebu Hanife gibi
münevverler yetiştirelim..
Vesselam...