İşkence Deneyi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Psikoloji kategorisinde chimera tarafından oluşturulan İşkence Deneyi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,770 kez görüntülenmiş, 12 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Psikoloji
Konu Başlığı İşkence Deneyi
Konbuyu başlatan chimera
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Objectivity

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
2032.jpg

Ünlü İşkence Deneyi Tekrarlanıyor

1960'ların başında, Yale Üniversitesi'nden Psikolog Stanley Milgram tarafından yapılan ve büyük yankı uyandıran meşhur işkence deneyinin tekrarlanması konuyu yeniden gündeme taşıdı.

Milgram tarafından yapılan orjinal deney sıradan, normal kişilerin bazı durumlarda, belirli bir otorite figürü tarafından verilen emir altında, tamamen suçsuz saydıkları bir insana, vicdanlarına aykırı gelse bile işkence yapabildiğini ortaya koymuştu. ABC News'de yer alan bilgilere göre bu deneyde, sıradan kişilerden diğer odada bulunan araştırma deneği olduğunu sandıkları kişilere ciddi acı verebilecek hatta bazen ölümcül olabilecek miktarda elektrik vermeleri istenmişti. Bir kısmı duraksamış, bir kısmı yapmayı reddetmiş olsa da katılımcıların üçte ikisi gibi büyük bir kısmı, verebilecekleri maksimum miktar olan 450 volt elektrik vererek deneyi tamamlamıştı.

Yeni ile elde edilen sonuçlardan bazıları ilk deney ile benzerlik gösterirken, bazıları ise aksini bildiriyor. Yeni deneyde, katılımcılardan %70'inin maksimum voltajda elektrik verdiği belirtiliyor. Yeni deneyin eskisinden en önemli farkı, daha erken durulması ve deneklerin en fazla 150 volt elektrik vermesine izin verilmesi. Ayrıca etik açıdan herhangi olumsuz bir durum oluşmaması için, deney sırasında katılımcıların durumlarının dikkatle takip edildiği de belirtiliyor.

Ancak, yeni deney sırasında eskisine oranla etik kurallarına daha fazla dikkat edilmesine rağmen, etik uzmanları denekler karşı tarafa gerçekten elektrik şoku verdikleri yönünde kandırıldığı için bu deneye karşı çıkıyor. Psikolojik bir sıkıntıya sebep olma olasılığı yüksek olan aldatmaca yöntemiyle yapılan araştırmanın geçerliliği de tartışılan konular arasında. Öte yandan, insanların emre uyma konusundaki eğilimlerine ışık tutması açısından her iki deneye de olumlu bakan uzmanlar da var.

ÇOK TARTIŞILMIŞTI

1965'te, Yale Üniversitesi'nde ünlü psikolog Stanley Milgram'ın gerçekleştirdiği 'otoriteye itaat deneyi' büyük bir şaşkınlığa ve tartışmalara rol açmıştı. Deneye katılanlar, oluşturulan deney ortamında, hiç tanımadıkları ve kendilerine bir zararı dokunmamış bir kişiye 450 volt elektroşok vermişlerdi. Orijinal deneyin yapılmasından yaklaşık 50 yıl sonra deney tekrarlandı. Orijinal deneyle benzer sonuçlar alınınca, benzer tartışmalar yeniden ortaya çıktı. NTVMSNBC, her iki deneyi ve sonuçlarını ünlü sosyal psikolog Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı ile konuştu. Deneylerin sonucu pek çok kişiyi hayal kırıklığına uğratmış olabilir ama işkenceyle mücadelede elimiz kolumuz bağlı değil.

Milgram deneyinin amacı neydi?

Deney, 'otoriteye itaat deneyi' olarak da biliniyor. Bu deneyde Milgram insanların günlük hayatta yapmayacakları ya da yapmayı reddettikleri davranışları otorite altında yapıp yapmayacağını sınadı.

Ve sonuçlar beklenenin ötesinde çıktı...

Orijinal, yani ilk araştırmada Milgram, deneyini Yale Üniversitesi'nde 40 kişiyle yaptı. Deneye katılanlar öğrenci değil, dışardan bulunan gönüllülerdi ve sonuçlar çok şaşırtıcı oldu. Deneklerin yüzde 68'i deneyin sonuna kadar gitti. Üstelik bu tek bir deney değildi; bazı etkenler değiştirilerek tekrarlandı ama sonuç değişmedi. Ortalama olarak katılımcıların yüzde 65'i deneye devam ederek, kendilerine zarar vermemiş olan bir başka kişiye 450 voltluk elektroşok verdi. Daha doğru bir anlatımla, deney düzeneği nedeniyle şok verdiklerini düşündüler.

Bu tabii Milgram'ın kendisinin de beklemediği bir sonuçtu, herkesin tahminlerine ters düşüyordu. Milgram deney sonuçlarını açıklamadan önce psikologlar, psikiyatristler ve kendi öğrencilerinden sonucu tahmin etmelerini istedi. Hepsi, 450 volta çıkan, yani deneyi sonuna kadar götürenlerin oranının yüzde 1'i geçmeyeceğini savundu. Oysa sonuç yüzde 65'ti. Dolayısıyla bu ilk araştırma çok ses getirdi, gazetelerde geniş olarak yer buldu. Deney daha sonra çeşitli yerlerde, çeşitli zamanlarda tekrar edildi. Bin kişiyi bulan gruplarla, kadınlarla-erkeklerle yapıldı. Bu tekrarlarda da çeşitli düzeylerde otoriteye itaat bulundu. Sonuçlar biraz altında ya da üstünde olabiliyordu ama çok da farklı değildi.

Bu araştırmalar ya da tekrarlar yalnız ABD'de de mi yapıldı?

Hayır başka kültürlerde de yapıldı. Benzer sonuçlar çıktı denebilir genel olarak. Mesela, İngiltere'de ve Avustralya'da itaat, orijinal araştırmadan daha düşük olarak belirlendi. Buna karşılık İspanya'da, Avusturya'da daha yüksek. Batılı ülkelerin dışında örneğin Ürdün'de de yapıldı; Ürdün'de ise sonuçlar daha yüksekti.

Sonuç olarak Milgram'ın bulgularından bir genellemeye gidebilir miyiz?

Bu araştırmaların hepsinin tıpatıp birbirinin aynısı olduğunu söylemek mümkün olmasa da evet öyle, bu bir genel bulgudur. Küçük küçük değişiklikler yapabiliyorlar bu tekrarlarda. Ama daha sonra yapılan araştırmalar çoğunlukla aynı düzeyde hatta çoğunlukla daha da büyük oranda seyretti. Örneğin Almanya'da yüzde 85'i buldu. Sonuçta çoğu yerde en az Milgram'ın bulguları bulundu.

Peki, bunun gerekçesi ne olarak gösteriliyor? Sonuçlar içgüdü ya da öğrenilerek yapıldığına mı işaret ediyor?

Hayır, içgüdüden hiç söz etmiyor, tamamen bu bir sosyal psikoloji olayıdır. Sosyal etki, burada da otoritenin etkisidir bulunan.

Yaklaşık 50 yıl sonra Milgram deneyi tekrarlandı. Deneyi düzenleyen Jerry Burger, deney düzeneğinde bazı değişiklikler yaptı. Örneği Milgram deneyindeki gibi son sınır 450 volt değil, 150 volt olarak belirlendi ya da deneye katılanlardan, deneyi yarım bıraksalar bile ödenecek paranın bir bölümünü alabilecekleri deneye başlamadan önce söylendi. Bu tür değişiklikler sonucu etkiler mi?

Belli oranda etkiler ama tamamen başka bir deney yapılmıştır denemez. Orijinal deneyde 150 volt zaten bir kırılma noktasıydı. 150 volttan sonra 450 volta kadar devam eden katılımcıların oranında büyük değişiklik olmamıştı, hafif bir düşüş olmuştu.

Milgram'ın deneyi yaptığı 1960'lı yıllarla günümüz dünyası çok farklı. O yıllarda II. Dünya Savaşı ve dünyadaki faşist ya da Nazi yönetimlerinin sona ermesinin üzerinden çok da uzun zaman geçmemişti. Bugün ise bunlar çok geri kaldı ya da öyle söyleniyor. Aradan geçen zamandan sonra, 2008'li yıllarda biz daha az bir oran bekleyemez miydik?

Ama işte, bulunmamış.

Peki, bunu neye bağlıyoruz?

Öncelikle daha çok birey düzeyinde bir olay bu. Genel olarak ideolojilerden ya da benzeri olgulardan çok fazla etkilenmiyor. Ayrıca 1960'larda da ABD'de büyük bir açılım ve serbestlik vardı. Çiçek çocuklar, hipiler gibi... Yani bugünden hiç geri değildi. Bilakis bugün ABD'de, Türkiye'de olduğu gibi, çok daha fazla bir muhafazakarlaşma ya da muhafazakarlaşma eğilimi var. Politikalar da öyle. Ama bu deneylerde daha temel insan davranışları söz konusu. Genel politikalarla o kadar ilgili bir şey değil. Burada insanın otoriteye karşı itaate yönelme eğiliminin yüksek olduğu görülüyor.

Milgram kendi araştırmasında da verdiği örneklerde gösterdiği gibi, buradaki en önemli faktör de, kim bunun sorumluluğunu taşıyacak sorusu. Eğer o adama (deneydeki öğrenciye) bir şey olursa ne olacak diye soruyor katılımcı, sorumluluk bana ait denilince devam ediyor. Sorumluluk bir başkasına ait olduğu anda kişi, bir piyon gibi iş görebiliyor.

Sonuçlarda kişinin eğitimi durumu, refah seviyesi ya da benzeri farklılıklar bir şey değiştirmiyor mu?

Değiştirmiyor. Kadın-erkek farkı da yok. Milgram'ın ilk deneyinde yalnızca erkek katılımcılar kullanıldı ancak daha sonra kadın katılımcılar da katıldı. Normalde beklenen kadınların daha az şok vereceğidir ama böyle olmuyor. Çünkü belki bir taraftan daha az şok verme eğiliminde olabilirler, karşısındakine acıdığı için ama diğer taraftan da daha yumuşak başlı ve itaatkar oldukları için kadınlar bu iki eğilim birbirini götürüyor ve erkeklerden çok da farklı sonuçlar alınmıyor. Kadınların stres düzeyleri daha yüksek oluyor ama sonuç değişmiyor.

Milgram'ın deneyine ilham kaynağı olarak Nazi Almanyası'ndaki toplama kamplarında görevli Adolf Eichmann'ın bunu yalnızca bir görev olarak yaptığını söylemesi gösteriliyor. Ne yazık ki Nazi Almanyası'ndan sonra da pek çok işkence örneğini yaşadık. Belki de bunun en somut örneği Ebu Gureyb'de yaşananlardı. Yaşanan ve devam eden bunca örnekten sonra işkenceyi önlemek için, insanları bire bir eğitmenin ötesinde farklı ve daha genel mekanizmaların yaratılması gerektiğini söylenebilir mi?

Tabii bu da söylenebilir ama Ebu Gureyb'de yaşananlar için Milgram'ın deneyinden ziyade, Zimbardo'nun deneyi kullanıldı. Bu deney bir simulasyondu. Zimbardo, Stanford Üniversitesi'nde simule edilmiş bir hapishane yaptı ve buraya rasgele seçilen erkek denekleri, bir kısmını mahpus, bir kısmını da gardiyan olarak koydu. Bunları kendi hallerine bıraktı ve bir süre sonra gardiyanların çok haşin, sert, acımasız hale geldiğini, mahpusların da çaresizlik içinde olduklarını ve durumlarını kabul ettiğini gördü. Deneyi tamamlanamadan bitirilmek durumunda kaldı. Çünkü zarar gardiyanlar vermeye başladı ama buradaki gardiyanların da öğrencilerin de hepsi üniversitesi öğrencileriydi. Dolayısıyla Ebu Gureyb'de yaşananların açıklanmasında da Zimbardo'nun deneyi ve yorumu daha çok kullanıldı. Genel olarak Zimbardo'nun yorumunu şöyle özetleyebiliriz, herkes de bu tür davranışlar potansiyel olarak vardır ancak önemli olan çevresel faktörlerdir. İnsanları bu tür ortamına koyduğunuz zaman, böyle bir şiddet ortamında insanlar bu tür şeyleri gerçekleştirebilir. Stanford Hapishane Deneyi olarak da bilinen Zimbardo'nun deneyi de çok meşhurdur.

Böyle bir yorum işkencecileri aklama ya da en azından oları maruz görme anlamına gelmez mi?

Oraya da çekilebilir. Tabii bu şekilde eleştiriler de geliyor; insanlar bu kadar piyon mudur, tamamen çevresel etkenlerin etkisinde midir diye itirazlar da geliyor. Ama Milgarm'ın da Zimbardo'nun da bulguları çevresel etkilerini önemine vurgu yapıyor.

Peki, bu konuda yapılacak bir şey yok mu, çevrenin insanın otoriteye baş eğerek ya da çevre etkisiyle bu tür eylemlerde bulunması konusunda yapılacak bir şey yok mu?

Bu konular insanlara, anlatılarak farkında olmaları sağlanmalı ve insan eğilimlerini daha iyi anlamaları öğretilmeli. Ve en önemlisi de karşısındaki ile empati kurarak bunun üstesinden gelmesi sağlanabilir. Ayrıca grup dinamikleri de kullanılabilir. Örneğin Milgram deneyinde araştırmacının iki asistanı katılımcı rolünde deneğe dahil oluyor. Elbette esas katılımcı bunların asistan olduğundan haberdar değil. Deneyde üç de şok verecekler ama bu iki kişi 120-150 volttan sonra biz bu işi yapmayız diyorlar. Bu durumda gerçek katılımcıların yüzde 90'ı şok vermeye devam etmiyor. Bu çok önemli bir bulgu çünkü bu gösteriyor ki insan tek başınayken daha zayıf oluyor ve çevre etkisinde, özellikle de otorite etkisinde kalabiliyor ama küçücük bir dayanışma ile, bir kişi bile yanında otoriteden farklı düşüyorsa ya da karşı gelebiliyorsa bu kişiyi çok güçlendiriyor. O da karşı gelebiliyor çok kolaylıkla. Bunun başka da bir sürü araştırması var.

Ama bunun tersi de doğru, değil mi?

Evet bu durumda katılımcı ters etkide kalıyor, ters yönde hareket ediyor.

Empatinin öneminden bahsettiniz. Bu konuda ne tür araştırmalar yapıldı?

Örneğin Feshbach'lar ilkokul çağındaki çocuklarla ilgili yaptıkları araştırmalarda bu empati eğitimini yapıyorlar. Feshbach'lar karı-koca sosyal psikologlar, yaptıkları araştırmalarda empati eğitimi alan çocukların, diğerlerine oranla çok daha az saldırganlık gösterdiklerini gözlemlediler. Çocuklar saldırganlık eğilimleri bir yerde ortaya çıksa dahi ona engel olup kontrol ediyorlar ve saldırganlık göstermiyorlar. Japonya'da da Obuchi'nin yaptığı araştırmasında da benzer şeyler gözlemlendi. Bu araştırmada Bu da Milgram'a çok benzer bir şekilde yine şok kullanılıyor ama burada da kurban durumundaki kişi, deney başlamadan önce kendisi hakkında bilgiler veriyor. Kendi hayatı ile ilgili bilgiler verilince, katışımcıda bir miktar, empati oluşuyor, çünkü o kişiyi daha çok tanıyor oluyor. Bu durumda katılımcının verdiği şoklar da daha hafif şoklar oluyor.

Burada Milgram deneyi ile aynı düzenek mi kuruldu?

Aynısı değildi, benzeriydi. Bu deneyde de benzer biçimde orada da şok verildi. Önemli olan sonuçta katılımcının daha az şok vermesi

Öyleyse çevresel etkenlerden dolayı insanların otoriteye boyun eğebileceklerini görüyoruz. Ama bu konuda çok da çaresiz olmadığımız çünkü insanların empati kurarak bunun üzerinden gelebileceğini söyleyebiliriz.

Evet, nitekim empati eğitimi verildiği durumlarda daha hafifi şoklar verildiği bulunduğu Obouchi'nin deneyinin benzerleri Amerikalı Hanoh ve Richardson tarafından da gerçekleştirildi ve benzer sonuçlara ulaşıldı.

Tüm bu araştırmalarla alınan benzer sonuçlar, empatinin çok önemli olduğunu gösteriyor Bir kişiye zarar vermek için o kişiyi 'diğer', 'farklı', ya da 'öteki' olarak görmek gerekir. Oysa, eğer empati kurup, o kişiyi anlamaya çalışıp bir şekilde yakın hissederseniz, o zaman ona kötülük yapma ihtimali azalıyor. Bunun da aplikasyonları (uygulamaları) çok önemlidir. Bütün bu 'düşman', 'diğer' görüşler, aslında saldırganlığa kolaylıkla yol açabilen güçler, temelinde kendinden farklı görmek yatıyor. Oysa, kendine yakın görüp empati kurabilmek, o kişiyi insan olarak anlayabilmek, çok daha insancıl yaklaşımlara yol açabiliyor ve saldırganlığın önüne geçebiliyor.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: İşkence Deneyi

İşkence yöntemleri, bu güne kadar çeşitli kaynaklarda defalarca yazılmıştır ve artık birçok kişi tarafından bilinmektedir. Aynı zamanda bu içerikle hazırlanmış yazıların, işkenceyi önlemek ve bu konuda insanları bilinçlendirmekten çok, bazı kişilerde istenmeyen birtakım davranışların ortaya çıkmasına neden olduğunu, ayrıca bu yolla şiddet içerikli bu davranışların öğrenilmesinin söz konusu olduğunu düşünmekteyim. Örnek vermek gerekirse; özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Nazi zulümlerinin yazılı olduğu çeşitli kaynakların, sonraki dönemlerde bir şekilde suça karışan gençler için ilham kaynağı olduğu görülmüştür. Savaş sonrası dönemde ve günümüzde Nazi hayranlığı, beraberinde getirdiği şiddet eğilimleriyle hala bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerçek hayatta meydana gelen işkence ve şiddet içerikli davranışların örnek alınması konusunda şüphesi olanlar, seri katiller hakkında yazılmış biyografilere bakabilirler. Bu nedenle bu yazımda işkence yöntemlerinden bahsetmeyeceğim.

İŞKENCE NEDİR?

’Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Davranış veya Cezaya Karşı Sözleşme’, işkenceyi bilgi ya da itiraf elde etmek, ceza, korkutma, ya da baskı amaçlı, ya da “ ayrımcılığa dayanan herhangi bir nedenle”, “kişiye fiziksel ve ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren kasten yapılan tüm fiiller” olarak tanımlar. Bu tanım içerisindeki ‘işkence’, ‘zalimane, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış veya ceza’yı birbirinden tam anlamıyla ayırmak ne yazık ki mümkün görünmemektedir. Her ne şekilde olursa olsun bu tanımları karşıladığı düşünülen her eylem, uluslararası hukuk kurallarıyla yasaklanmıştır.

İŞKENCENİN AMACI

İşkence basit olarak iki tipe ayrılabilir; Psikolojik zayıflık yaratan teknikler (kişiye çaresiz kalmayı öğretme ve kişide tükenmişlik hissi yaratma) ve kişiliği yıkan teknikler (kişiye suçluluk yükleme, korku ve aşağılanma yoluyla öz saygı yitimi yaratma). En etkili psikolojik işkence, kişilerin kendilerini ifade etme haklarının ellerinden alınmasıdır. Fiziksel işkence tekniklerinin kullanılma amacı ise yine psikolojik etkileridir. Peki nedir bu psikolojik etkiler?

İşkence, bireyi konuşturarak bilgi toplamaktan öte, sistematik olarak, bireyin benlik duygusunu yok etme amacına yönelik bir cezalandırma yöntemidir. Bu yolla benlik parçalanması yaşayan birey, bir daha kendisini insan yapan en önemli olgusunu gerçekleştiremez, yani sağlıklı olarak sosyalleşemez.

Her türlü duyusal girdinin en aza indirgenmesi ile kendini gösteren işkence görme (yoksunluk yaratma), duyusal yoksunlukla birlikte algısal ve sosyal yoksunluğu beraberinde getirir. Bu şekilde yoksunluğa uğrama bilişsel bozukluklara, konsantrasyon güçlüklerine, bellek, konuşma ve yönelim bozukluklarına, kimlik duygusu zayıflığına, büyük olasılıkla görsel ve işitsel halüsinasyonlarla birlikte seyreden psikotik rahatsızlıklara ve duygusal değişkenliğe neden olur. Bozulan psikolojik dengenin yeniden kurulması çabasında, işkenceye maruz kalan kişi her türlü uyarana çok duyarlı hale gelir.

Bilindiği gibi korkunun, öğrenilen bir olgu olduğu düşünülmektedir. Yani doğduğumuzda korkuyu bilmeyiz; zamanla öğreniriz. İşkencenin bir baskı aracı olarak yaygın biçimde kullanıldığı toplumlarda, tek tek bireyler aracılığıyla uygulanan işkencenin, topluma korkmayı öğreterek ciddi bir yaptırı aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Özünde işkence bireyi ya da bireyleri değil, bireylerin yaşadığı tüm toplumu hedef alarak, sadece bireye eziyet edip bu yolla ceza vermekten öte sistematik bir işleve hizmet etmektedir.

İŞKENCENİN FİZİKSEL VE PSİKOLOJİK SONUÇLARI

İşkencenin, tek tek bireyler üzerindeki etkisi değişebilmekle birlikte, işkence kurbanları bir takım ortak fiziksel ve psikolojik semptomlar göstermektedir.

İşkenceye maruz kalmış kişilerin kemiklerde kırık, çıkık, çatlak ve incinme; eklemlerde oynama; kaslarda yırtılma; kronik baş, mide, sırt, kol, bacak ağrıları; parmak, tırnak, kulak, ayak parmağı gibi vücut organlarının eksilmesi; deride kesiklerden oluşan derin izler; sigara, kimyasal madde veya elektrik şokunun yarattığı yanıklar, dişlerde kırıklar; kulak zarı yırtılması, sağırlık, burun kemiklerinde kırıklık, görme yetisinde kayıplar; böbrek ve idrar yolu iltihabı; anüs ve vajina ağzı yırtılmaları, testislerde hasar (kısırlık); kadınlarda düzensiz adet kanamaları gibi fiziksel rahatsızlıklara rastlanmaktadır. Ayrıca işkencenin cinsel taciz veya tecavüz ile birlikte görülmesi durumunda, işkenceye maruz kalan kişide 'cinsel ilişki yoluyla bulaşan hastalıklar' görülebilmektedir. İşkence sonucu ortaya çıkan bütün bu fiziksel rahatsızlıklar, doğaldır ki birçok psikolojik rahatsızlığı beraberinde getirecektir. İşkencenin, işkenceye maruz kalan birey ve toplum üzerindeki etkisi çok büyük olmakla birlikte, neredeyse tüm işkence kurbanlarının ortak ifadesi, işkencenin psikolojik ve sosyal etkilerinin çok daha şiddetli ve kalıcı olduğu yönündedir.

İşkence kurbanlarının birçoğunda, Travma sonrası stres bozukluğu (Post traumatic stress disorder) başta olmak üzere, anksiyete, çeşitli fobiler, depresyon ya da kişilik bozuklukları görülmektedir. İşkence kurbanlarının bir kısmında psikolojik rahatsızlıklar hemen ortaya çıkarken, bir kısmında yıllar sonra kendini gösterektedir.

İşkenceye maruz kalan kurban, yaşadıklarını çok açık ve detaylı olarak başkalarıyla paylaşmasa da, işkencenin psikolojik ve sosyal sonuçları o kadar şiddetli ve güçlüdür ki, bireyin günlük yaşamla ilişkisinde çok açık olarak kendini gösterir. Birçoğunda konsantre olma sorunu vardır. Bu kişiler sürekli suçluluk duygusu hissedebilirler ve insanlara güvenlerini kaybettiklerinden, sürekli izole olmuş biçimde yaşarlar ve sosyal ilişki kurmakta zorlanırlar. Kişinin çekilen bu psikolojik acıya dayanamayıp intihar girişiminde bulunması oldukça sık görülen bir durumdur. İşkencenin yapısı ve süresine bağlı olarak her olguda kişiliğin yıkılabilmesi söz konusudur.

Aşağılanma duygusu, kişinin kendisi ve çevresi üzerindeki kontrolünü yitirdiğinde ortaya çıkan bir duygudur. İşkence ile kurbanın aşağılanması sonucu suçluluk duygusu gelişir ve utanca yol açan zihinsel bir süreç başlar. Böylece kurban, psikolojik olarak da kendisini, öz yıkımının bir parçası olarak algılanmaya zorlanır. Bu sürecin sonunda, bütün suçun kendisinde olduğuna yönelik çıkarımlarda bulunur.

İşkence öncesinde, zihinsel gelişim, insanın kişiliğine uygun biçimde ortaya çıkan güdülerine, davranışlarına ve seçimlerine bağlı olarak gelişir. Yani her türlü gelişimin kendisi büyük ölçüde kişinin kendisinin kontrolündedir. İşkence boyunca zihinsel gelişim zorunlu öğrenmeye dayanır ve kişi zamanla sağ kalabilmek için az yada çok uyumlu hale gelir. Bunun dışında iki olasılık daha söz konusudur: intihar ve psikolojik rahatsızlık. Böylece kişi, eğer sağ kalabilirse, işkenceden kurtulduğunda ‘kurban rolü’ne uyum sağlar. Bu durum nadir olarak zamanla değişebilmekle birlikte (kişi eski sağlıklı kimliğine geri döner), sağ kalanların çoğu sonsuz bir travmatik yaşantı içinde kalırlar. Kurbanın karşılaşmak zorunda kaldığı dayanılmaz anılar, dünyanın güvenilmez olduğu inancı, suçluluk duyma, anksiyete, öz saygı yitimi bu travmatik yaşantı içinde sıklıkla görülebilecek bazı psikolojik durumlardır. İşkenceden uzun yıllar sonra bile, işkence görenlerin beden algılarının değişmiş olduğu belirtilmiştir.

İşkenceye maruz kalan bir insan, kendisine işkence yapan kişilere çeşitli atıflarda bulunarak bu süreci atlatmaya çalışabilir. Ancak işkencenin sona erdirilmesi konusunda dışarıdan yardım alamadığı sürece, insanların bu duruma engel olamamasını bir türlü kabullenemez. Sonuçta, insanlara ve insanlığa olan inancını ve güvenini zamanla yitirerek, dünyaya ilişkin algısını olumsuz bir biçimde değiştirir.

İŞKENCEYE MARUZ KALMIŞ KİŞİNİN PSİKOTERAPİSİ

Bu kişilere genellikle, Travma sonrası stres bozukluğu tedavisi uygulanmaktadır. İşkenceye maruz kalmış kişinin psikoterapsinde genellikle ilk adım, bu konuda uzmanlaşmış olan psikoloğun, kurbanın işkence sürecinde hangi uyum taktiğini kullanmış olduğunu belirlemesi ve bu uyum taktiğinin, kurbanın şu anki düşünce ve davranışları üzerindeki etkisini gözlemlemeye çalışmasıdır.

İŞKENCECİNİN PSİKOLOJİK PROFİLİ

1962 yılının Mayıs ayında, Yale Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Stanley Milgram adlı sosyal psikolog, psikoloji tarihinin en tartışmalı deneylerinden birini yapmıştır. İtaatkarlık deneyi olarak da bilinen bu deneyden, işkence konusunun geçtiği yerlerde sıklıkla bahsedilmektedir.

Başta Hitler Almanya'sında olmak üzere yargılanan savaş suçlularının, işkence ve kötü muamele yaptıklarına dair suçlamalara yanıt olarak kendilerini "ben sadece görevimi yapıyordum" şeklinde savunmaları Milgram’ı oldukça etkilemiş ve bunun üzerine bu deneyi yapmaya karar vermiştir.

İnsanların hangi seviyeye kadar itaat edeceklerinin ölçüldüğü bu deneyde deneklere, cezalandırmanın öğrenme üzerindeki etkisinin araştırıldığı söylenmiştir. Denekler ya öğretmen ya da öğrenci olmak üzere hileli (yani her halükarda öğretmen olacakları) bir kuraya katılmışlardır. Öğretmen rolünde yapmaları gereken yan odada, kelime çiftlerini ezberlemeye çalışan ve bir şok aletine ("shock generator"a) bağlanmış diğer deneğe (öğrenciye), yanlış yaptıkça elektrik vermekti. Önlerindeki panelde 15 volttan başlayıp, 450 volta kadar 15 voltluk aralıklarla giden düğmeler vardı. Yapılan her yanlışta, öğrenci rolündeki deneğe verilen elektriğin dozu arttırılacaktı. Bu arada öğrenci rolündeki denek kalbinden hafif bir rahatsızlığı olduğunu söylemektedir. Öğrenci rolündeki bu insan aslında Milgram'ın asistanıdır ve elektriğe bağlı değildir.

Deneğe şokun ne kadar can acıtabilecek bir şey olduğunu görmesi için 40 voltluk örnek şok uygulanır. Deney başladıktan bir süre sonra, öğrenci de yavaş yavaş yanlışlar yapmaya başlar (bu durum teybe alınmış sabit ve her uygulama için aynı olan bir ses kaydıdır). Deneğin, öğrenci ile göz teması yoktur, sadece sesini duymaktadır.

Denek uygulanacak gerilimi yükseltme konusunda her tereddüt ettiğinde, aşağıdaki cümleler sırayla söylenir;
1- Lütfen devam edin.
2- Deney devam etmenizi gerektiriyor.
3- Devam etmeniz deney için çok önemli
4- Devam etmekten başka çareniz yok, devam edeceksiniz.

Beşinci hatayı yapıp da 75 volt elektriği aldığı andan itibaren öğrenci inlemeye, tuhaf sesler çıkarmaya; 150 voltta deneyden çıkmak için yalvarmaya; 180 voltta "artık acıya dayanamıyorum" diye bağırmaya başlar. Öğretmen rolündeki denek panelin üzerinde ‘tehlike: yüksek şok’ yazan yerlere geldiğinde ise öğrenci duvarlara vurarak "beni bu odadan çıkartın" diye haykırır.

Deneye katılan kırk kişiden %65’i (24 tanesi), karşılarındakini öldürebilecek bir seviye olduğunu bile bile, 450'e volta kadar giderler. Bu hiç beklenmeyen düzeyde yüksek bir rakamdır. Deneklere uygulanan kişilik testleri, bu insanların hiç de psikopat, sosyopat ya da sadist eğilimlere sahip kişiler olmadıklarını ortaya koymuştur. Başka deneklerle ve başka ülkelerde defalarca tekrarlanan deneyde, benzer sonuçlar bulunmuştur. Hatta bazı deneylerde, 450 volta çıkanların oranı %85’i bulmuştur. Deneylerde erkekler ve kadınlar arasında itaat konusunda farklılık görülmemiştir.

Yukarıda bahsettiğim bu deneyin sonuçlarını, her insanın işkenceci olabileceği ve işkencecilerin psikolojik bir rahatsızlığa ve/veya kişilik bozukluğuna sahip olmadığı yönünde yorumlamak oldukça yanlıştır. Çünkü gerçek işkence ortamıyla, deney koşulları arasında belli farklılıklar söz konusudur. Milgram’ın deneyinde, denekler sahte öğrenciye, gerçekte var olmayan voltajı verirken, voltajı verdikleri kişiyi görmemektedirler. Tabi ki o insanların sesi, çığlıkları da engelleyici bir faktör olabilir, ancak bu deneyde olmamıştır. Ayrıca görüntünün, sesten daha önemli bir engelleyici olduğu bellidir. Durumsal etkenlerin de çok önemli olduğu görülmüştür. Deney yapılan yerin değişmesi durumunda ( şehrin eski bir binasında, üniversite binasına oranla) itaatin azaldığı gözlenmiştir. Aynı şekilde deneklerin yanında öğretmen rolünü paylaşan bir başka kişi olduğunda ve gerilimi artırmak konusunda tereddüt ettiğinde yine itaat azalmaktadır.

Oysa gerçek işkence ortamında görsel ve işitsel uyaranlar birlikte görülür. Kişinin başında durarak, işkence uygulamak zorunda olduğunu sürekli söyleyen birisi de bulunmaz. Yani işkenceyi uygulayıp uygulamamak, işkenceye devam edip etmemek, genellikle işkencecinin kendi kontrolündedir.



Her insan şiddete başvurma eğilimi gösterebilir. Bunun doğuştan gelen bir eğilim olup olmadığı da tartışmalıdır. Ancak her insan şiddete başvurmaz. Aynı şekilde, her insan işkenceci de olamaz.

İşkence vakalarının görülme sıklığı savaş ve işgal dönemlerinde, diğer zamanlara oranla oldukça artmaktadır. Bu dönemlerde dünyanın pek çok yerinde devletlerin, güvenlik kuvvetlerinin çeşitli kademelerdeki mensuplarına ülkenin bütünlüğünü korumak gerekçesiyle belli talimatlar verdiği bilinmektedir (Nazi Almanya’sı döneminde olduğu gibi). Bu emirlere direnebilmek gerçekten zordur. Ama bu emirleri uygulayan kişilerin rasgele seçildiğini düşünmek, bu kişilere karşı oldukça iyi niyetli bir düşüncedir.

İşkence uygulayan kişilerin neredeyse tamamı, bunu kendilerinden bir üst kademede, rütbede, seviyede bulunan bir başka kişinin isteği (ya da emri) üzerine yapmak zorunda kaldıklarını belirtirler. Bu sınıflandırmaya uymayan ve işkence uygulayan bir başka grup ise sadist eğilimlere sahip kişilerdir. İşkence uygulamaya, bir başkası tarafından zorlanmak fikrini benimsemek, bu süreci çok basit görmek ve işkencecinin kişiliğini göz ardı etmek demektir. Oysa bu konuda yapılan diğer araştırmalar her iki gruptaki işkencecilerin, güç ve kontrol yönelimli, uyum sağlamaya ve yönlendirilmeye açık, sadistik bir kişiliğe sahip olduklarını göstermektedir. İşkencecilerin yakın çevresindekilere de (eş, çocuklar vs.) fiziksel şiddet gösteren kişiler oldukları bilinmektedir. Bu yaklaşıma göre işkencecilerin, seri katil vakalarına benzer şekilde, çocukluklarında aşırı fiziksel ve/veya duygusal istismara maruz kalma oranları oldukça yüksektir.

İşkencenin psikolojik nedenlerine ilişkin tartışmalara değinmeye çalıştım. Asıl önemli olan, bütün canlıların işkence karşısında masum olduğudur. İşkenceye maruz kalanlar hukuksal açıdan kendilerine tanınan bütün haklardan yararlanabilmelidirler, bu konuda zaman aşımı gibi bir durum söz konusu olamaz.
(Alıntıdır)
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: İşkence Deneyi

50 YIL SONRA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK
Milgram’ın ünlü ‘İtaat Deneyi’ni, yaklaşık 50 yıl sonra Santa Clara Üniversitesi’nden bilim adamı Jerry Burger küçük değişikliklerle tekrarladı. Bu değişikliklerden biri, ‘öğrenci’ye verilen maksimum voltun orijinal deneydeki gibi 450 değil, 150 volt olarak belirlenmesiydi. Burger bu değişikliği şöyle açıklıyor: “Deneyde, öğrencinin bağırmaya ya da ağlamaya başladığı düzey olan 150 voltta elektroşok uygulayan deneklerin yüzde 79’u, 450 volta kadar çıktı. Dolayısıyla kırılma noktası olan 150 voltta deneyi sonlandırmakta bir sorun görmedim.”

SÜRPRİZ VE HAYALKIRIKLIĞI
Burger tekrar deneyinin sonuçlarını, “sürpriz ve hayalkırıklığı” olarak nitelendiriyor. “Zira” diyor, “Tekrar deneyinine katılanların yüzde 63’ü, tanımadıkları bir kişiye, deneydeki son nokta olan 150 volt elektroşok uygulayabiliyor.” “Deney sırasında katılımcılarda olağandışı ya da yanlış bir şey yoktu” diyen Burger, 1960’larda otoriteye daha fazla itaat ettiğini düşündüğümüz kuşakla günümüz insanlarının bir biçimde benzer karakteristikler taşıdığının görüldüğünü açıkladı.

Burger, sonuçları sürpriz olarak karşılasa da, değerlendirmelerinde ihtiyatlı: “Her ne kadar soykırım gibi karmaşık toplumsal davranışları laboratuvar koşullarında elde edilen bilgilerle açıklamak zor olsa da bu tür çalışmalar insanların beklenmedik davranışlarını anlamada önemlidir.” Burger, sonuçları değerlendirdiği American Psychologist dergisinde, deney sonuçlarının Irak’taki Ebu Gureyb ya da II. Dünya Savaşı’nda olanların ancak bir bölümünü açıklayabileceğini belirtti.
297479.jpg
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: İşkence Deneyi

Chimera,

Doğrusu “işkence” sözcüğü bile insanı rahatsız etmektedir. İşkencenin kriminal olarak hem öznesi hem de uygulayanı açısından analitik çözümlenmesi yapılmış olup, insan olma onurunun belki de en ağır travmalarından olduğu bilinmektedir. Denekler üzerinden işkence yapmak/yapılmasına onay vermek ve bu sonuçlara göre insan tipolojileri oluşturmak yerine işkencenin bilinen sonuçlarının irdelenmesi, açıklanması ve buna karşı alınacak önlemlerin neler olması gerektiğinin tartışılmasından yanayım.

İşkencenin sıradan bir olgu olmadığı ve bunun da kanıksanacak şekilde işlenmesinin doğru olmadığını düşünüyorum.

Savaş sahnelerinin canlı olarak gösterilip günlük ritüel bir durum gibi gösterilmesi/kanıksanıp/önemsenmemesi gibi...

Paylaşım için teşekkür ediyorum.

Saygılarımla...
 

eski

Üye
Yeni Üye
Katılım
5 Ağu 2008
Mesajlar
107
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Ynt: İşkence Deneyi

Deneyin asıl amacı aşağıdaki yazıda bellidir..

Milgram tarafından yapılan orjinal deney sıradan, normal kişilerin bazı durumlarda, belirli bir otorite figürü tarafından verilen emir altında, tamamen suçsuz saydıkları bir insana, vicdanlarına aykırı gelse bile işkence yapabildiğini ortaya koymuştur.

Milgram deneyi yaparken işkence amaçlı değil bir bilim adamı olarak ele almıştır ve sonuçlarının neler doğurabileceğini ortaya koymaya çalışmıştır.

Bu deney Sosyal psikoloji içerisinde itaat kavramını açıklamakta kullanılan bilimsel bir çalışmadır.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: İşkence Deneyi

nejdet,
milgram deneyi bütün dünyada halen tartışılan ve eski arkadaşımın bahsettiği gibi tamamen bilimsel bir sosyal pskiloji deneyidir,ki bu deney de amaç işkencenin meşrulaştırılması/kanıksanması gibi bir düşünceye hizmet etmek değil,bilakis insanlık onuruna aykırı sonuçlara yol açan bu psikolojinin tesbit ve önlenmesine yönelik bir amaca hizmet etmektedir.
Empati konusunda da paylaştiğimiz düşüncelere paralel bilimsel tesbitler yapılmıştır bu deney sonucunda.

'Tüm bu araştırmalarla alınan benzer sonuçlar, empatinin çok önemli olduğunu gösteriyor Bir kişiye zarar vermek için o kişiyi 'diğer', 'farklı', ya da 'öteki' olarak görmek gerekir. Oysa, eğer empati kurup, o kişiyi anlamaya çalışıp bir şekilde yakın hissederseniz, o zaman ona kötülük yapma ihtimali azalıyor. Bunun da aplikasyonları (uygulamaları) çok önemlidir. Bütün bu 'düşman', 'diğer' görüşler, aslında saldırganlığa kolaylıkla yol açabilen güçler, temelinde kendinden farklı görmek yatıyor. Oysa, kendine yakın görüp empati kurabilmek, o kişiyi insan olarak anlayabilmek, çok daha insancıl yaklaşımlara yol açabiliyor ve saldırganlığın önüne geçebiliyor.'
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: İşkence Deneyi

“Milgram tarafından yapılan orjinal deney sıradan, normal kişilerin bazı durumlarda, belirli bir otorite figürü tarafından verilen emir altında, tamamen suçsuz saydıkları bir insana, vicdanlarına aykırı gelse bile işkence yapabildiğini ortaya koymuştur.”

Bu cümledeki ;

“normal kişi”
“suçsuz saydıkları bir insan” ve
“vicdanlarına aykırı gelse bile”

“işkence yapabildiğini”

ögeler bir türlü yan-yana gelmiyor.

.....

Ayrıca,
Denekler üzerine yüklenen “otorite figürleri” nedir? Ve bunlar deneklere yönelik bir travma değil midir? Bilimsel çalışmalar, özellikle sosyal bilimler ile ilgili ise psikolojik temellere oturtulmalı ve travmadan kesinlikle uzak durmalıdır.

...
Chimera,
Söylediğinde haklısın /deney sonuçları açısından/ bu konuda sana katılıyorum. İtirazım deney yönteminedir.

Ek olarak baskı/otorite ve bağlı sürüleşmenin kanıtları sebil gibi her gün görsel basından yansımaktadır zaten; böyle bir deneye gerek olmadığını düşünmekteyim. İnsanlara işkence yapmak için mutlaka haklı/haksız bir nedeniniz olması gerekmiyor denmek isteniyorsa bunun altında ve hemen karşısında mistifike edilmiş/gizli bir düşünce var demektir. Bu da, işkence yapanın mazur görülmesi düşüncesidir. Denekler hiçbir nedenleri yok iken işkence yapmaktaydılar/normal sayılan kişilerdi!!!. O zaman işkence yapan ve yaptıran ayrımına geliyoruz ki bu son düzlemde işkence yapanın da mazur görülemeyeceğini belirtmek gerekmektedir.İşkence yapan ve yaptıran kişiliğin psikolojik olarak hasta bir kimlik taşıdığı tartışmasızdır. Böyle olunca yukarıdaki söylenen deneydeki deneklerin de hasta olması kaçınılmazdır. Bu nedenledir yukarıda belirttiğim gibi bu ögeler ne yaparsanız yapın yan-yana gelmiyorlar.

Saygılarımla...
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: İşkence Deneyi

nejdet ' Alıntı:
“Milgram tarafından yapılan orjinal deney sıradan, normal kişilerin bazı durumlarda, belirli bir otorite figürü tarafından verilen emir altında, tamamen suçsuz saydıkları bir insana, vicdanlarına aykırı gelse bile işkence yapabildiğini ortaya koymuştur.”

Bu cümledeki ;

“normal kişi”
“suçsuz saydıkları bir insan” ve
“vicdanlarına aykırı gelse bile”

“işkence yapabildiğini”

ögeler bir türlü yan-yana gelmiyor.

Saygılarımla...

Kimi zaman,(normal insan) bugün israilin filistine uyguladığı baskı ve katliama karşı çıkarken,ki normal bir insani tepki bu olmalı iken;yaratılan bir sosyal psikoloji ile bakıyoruzki ertesi gün nazi soykırımına hayranlık cümleleri kurabiliyor ve işkenceyi,katliamı zulmü onaylamak (ileri evresi psikolojik şartlandırma ile eylemsel duruma geçmek) tavrına geçiş yapabiliyor.Bu bir içselleştirilmiş psikoloji değildir(vicdani reddi halen taşımaktadır) ve içselleştirmese/özümsemese dahi otorite emrine (psikolojik şartlanma) uymak eğilimi taşımaktadır.Bu tip insanlar tam tersi bir şartlanma ile başka bir düşünceyede itaat edebilecekdir ve psikolojik tramvalara direnç gösterebilecek güç ve donanıma sahip değillerdir.Bu tür tramvalar değilmidir tarih boyu savaşların süregelmesi..Yöntemsel açıdan bende sana katılıyorum.Ürkütücü insanlık adına..Ancak sonuçlarıda bir okadar ürkütücü boyutta..
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: İşkence Deneyi

"Bu tür tramvalar değilmidir tarih boyu savaşların süregelmesi.."

kesinlikle hem-fikiriz.
 

eski

Üye
Yeni Üye
Katılım
5 Ağu 2008
Mesajlar
107
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Ynt: İşkence Deneyi

Ben sizlere katılmıyorum.Olayda insanların içlerinde ki ortaya koyamadıkları yada koymaya çalıştıkları durumlarda bastırmış oldukları dürtülerin ne şekillerde ortaya çıktığını göstermektedir.

Psikolojinin amaçları arasında anormal davranışların neler olduğunu ve bu anormal davranışları önceden belirleyip olaylara müdahale imkanı vardır.

Bu tür çalışmalar kendisine yabancı olan insanın kendisini tanıması açısından oldukça güzel çalışmalardır.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: İşkence Deneyi

eski,
ürkütücü olsada deney yöntemi,işkence ve bu anormal davranış eğilimleri gerçektir ve psikolojinin konusudur.Bu anlamda bu tür deneylere karşı değilim.Bunu aşağıda belirttim.Sadece güzel bir çalışma değilde ürkütücü buldum kendi adıma,öyle tanımladım.Deney sonucundaki tesbitler zaten deneyin amacını yansıtmakta.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: İşkence Deneyi

"Psikolojinin amaçları arasında anormal davranışların neler olduğunu ve bu anormal davranışları önceden belirleyip olaylara müdahale imkanı vardır."

sayın Eski,
bu görüşünüze aynen katılıyorum. Yukarıda örneklenen ilk deney yaklaşık 50 yıl önce yapılmış ve sonuçları alınmış. 50 yıl sonra benzer deney aynı sonuçları vermiş! Çok ilginç. Bilim insanlarının bunda bir sorumluluğu yok mu diyeceğiz? Olaya neden müdahale edilmemiş? Bu duruma bilim insanları neden tepki vermemiş? Tepki vermiş iseler bunlar nelerdir? Soyut olarak belirleme yapmak yeterli midir? Sürekli aynı deneyi yapalım ve aynı sonuçları gösterelim, ne olacak?

Toplumlarda bileşik kaplar kuralı geçerlidir. %50 yi aşan sizin tanımınız ile bastırılmış duygularını açığa çıkaratan hasta ruhlu bir toplumda tüm yapılar da hastalanmış olmayacak mı? ve bilim insanları bu hastalıktan ne denli uzakta kalcaklar?

sorular gördüğünüz gibi bitmiyor.

Bazen insanlar/bilim adına uyuşturmadan hayvanları denek olarak kullanmaktadırlar. Vardıkları bulgular da çok işe yaramaktadır belki. Ancak hiç bir tütün diğer türü incitmeye hakkı olduğunu düşünmüyorum. Türler arasında üstünlük ve hiyerarşi de olamaz. Şimdi bu tür deneylerin sonuçları insanlara yararlı diye benimsememiz mi gerekecek? Ben kişisel olarak bu soruya Hayır diyorum
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Milgram Deneyi

Milgram Deneyi; işkence deneyi değildir. Bazı kişiler deneyi bu şekilde yorumlasalar da kişilerin vicdanının otorite karşısında geri planda kaldığını kanıtlayan bir deneydir.

İnsan doğduğunda masum mudur?
Vicdan mı otorite mi ?


200px-Milgram_Experiment_v2.png


Milgram deneyi, insanların erk (otorite) sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Deneyi gerçekleştiren Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram, bu araştırmasını ilk olarak 1963'te Anormal ve Sosyal Psikoloji Dergisi dergisindeki makalesiyle tanıtmış ve bulgularını 1974'te yayımladığı Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış isimli kitabında daha derinlemesine incelemiştir.

Deneyler Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann'ın Kudüs'te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, Temmuz 1961'de başladı. Milgram, deneyleri şu soruya cevap aramak üzere geliştirmişti: "Eichmann ve Yahudi Soykırımında yer alan yüzbinlerce yardakçısı sadece onlara verilen görevi yerine getiriyor olabilir miydi? Onların hepsi yardakçılık suçuyla suçlanabilir miydi?

Milgram ulaştığı sonuçları 1974 tarihli makalesi "İtaatin Tehlikeleri"nde özetledi:
İtaatin hukuksal ve felsefesel açılardan devasa önemi bulunmaktadır, ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. Yale Üniversitesinde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. Katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim, ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir erk makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur.
Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler. Ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü.

Kaynak ve Deney yöntemi - sonuçlar için :

********

Bu deneyi konu alan iki filmi de mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Das Weisse Band / Beyaz Bant (2009)

Filmin öyküsü 1913 yılında Almanya'nın kuzeyinde öğrencilere sıra dışı cezalar verilen bir köy okulunda geçiyor. Haneke bu filmde Faşizmin ortaya çıkışında okulda verilen eğitimin rolünü çözmeye çalışmıştır.


The Experiment - Deney ( 2010)

Filmde, 26 kişi psikolojik bir deney için gardiyan ve tutuklu rolüne bürüneceklerdir. Deneyin devamında olaylar karmaşık bir boyuta ulaşacak ve kontrolden çıkacaktır.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst