Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Bir zamanlar ermiş/derviş insanlar vardı. Günümüzde bilge deniliyor onlara. Mesele gelecek olursak, birileri dervişlerin sofralarını, neyiyip içtiklerini, nasıl konuşup davrandıklarını merak edip ziyaretlerine giderler. Sizleri tanımak ve görmek istedik derler. Pirim derki ne söylediğimiz değil ne yaptığımızdır önemli olan. Ziyaretçilerden biri nasıl? diye sorar. Pir bekle der. Sofra kurulur ve orta yere içinde çorba olan kocaman bir tas konulur. Gelen konukların her birine yaklaşık 1m uzunluğunda tahta kaşıklar verilir ve buyurun yemeğinizi yiyin denir. Konuklar şaşkın ve kaşıkları bir türlü ağızlarına götürüp yemeklerini yiyemez ve çekilirler. Aynı sorfa kurulur ve dervişler aynı şekilde sofraya otururlar. Her biri bir diğerine kaşığı sunmak suretiyle çorbayı keyifle yer ve doyarak kalkarlar. Gelenler şaşkın bir şekilde ve birazda utanarak, kusurumuza bakmayın biz bir cahillik ettik deyip el-alıp giderler.
Bana göre hayat;aldıklarımızdan ve verdiklerimizden ibarettir.
Değerli Nejdet arkadaşımın anlattığı öykü ise gerçekten gönül insanlığı
ve yeter ki hayat "bu" olsa...Ayrıca öykü de de alınan ve verilen var...
Vermenin hazzını öğretir almak,çünkü gönülden verirseniz mutlu olursunuz,
yani mutluluk alırsınız. Hayatın anlamı da mutluluk demektir.
Bence hayat verdiklerimizdir, aldıklarımız üzerine düşünmeye ihtiyaç duymuyorum, çünkü bana göre öyle bir döngü var ki zaten verdiklerin karşısında alıyorsun bir şeyleri bir gün .. (ama bu doğrudan verdiklerinle bağlantılı olmak zorunda değil elbette) .. İyi verirsen iyi, kötü verirsen kötü .. Evren her şeyi ayarlıyor bence ..
Bana Halil Cibran ın o güzelim Vermek şiirini hatırlattı.Paylaşmak istedim:
Vermek
Sonra, varlıklı bir adam konuştu: 'Bize vermekten bahset.'
Ve o cevap verdi:
'Sahip olduklarınızdan verdiğinizde,
çok az şey vermiş olursunuz;
Gerçek veriş, kendinizden vermektir.
Çünkü sahip olduklarınız, yarin ihtiyacınız olabilir
diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?
Ve yarin, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini,
iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?
Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka bir şey değil midir?
Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak,
tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?
Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar,
ki bu da armağanlarını yararsız kılar.
Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler.
Bunlar hayata ve hayatin definesine inananlardır,
ve kasaları hiç bos kalmaz.
Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.
Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.
Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler,
ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar;
Onlar, su vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler.
Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve
onların gözlerinden Tanrı, dünyaya gülümser.
İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat
istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır.
Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak,
veriş olayından daha fazla sevinç getirir.
Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?
Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.
Öyleyse simdi verin ve vermenin hazzını
mirasçılarınız değil siz yasayın..
Çoğunlukla söyle dersiniz:
'Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.'
Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür,
ne de çayırdaki sürüler.
Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yasayabilsin diye verirler.
Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden
bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.
Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan,
sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir.
Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve
güvenden daha büyük bir değer var midir?
Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak
gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da
onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını
utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?
Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve
verme olayında bir aracı olarak görün.
Çünkü gerçekte her şeyi veren hayattır
ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde,
sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.
Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz, ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için,
hiç bir minnet hissi taşımayın.
Bunun yerine, armağanları kanat yaparak,
verenle beraber yükselin;
Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak,
annesi özgür yürekli dünya,
babası evren olan cömertlik olgusundan
şüphe etmek demektir...'
Hayata anlam veren kendi yaşantılarımızdır , yaşantılarımızıda bir takım etkinliklerle öğreniyoruz.(Görerek,okuyarak,yaşayarak,..) Biz bunları sağlayamadıktan sonra evren ya da kainat bu anlamı ve gücü nerden bulacaktır.Bir yerde onu anlamlandıran kendi yaşantılarımız ve yetilerimizdir . Kainatında kendi bir döngüselliği olduğuda yadsınamaz.
Vermek derken aslında bu bir almaktır. Bir şeyi sol cebinden çıkarıp sağ cebine koyarsan verdiğini de aldığına iddia edebilirsin ama vermek daha nazik olduğu için hayatım verdiklerimdir diyebiliriz.