Fikir hapsi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde iuflsfozkn tarafından oluşturulan Fikir hapsi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,729 kez görüntülenmiş, 20 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Fikir hapsi
Konbuyu başlatan iuflsfozkn
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Neden ? Fikir hapsinden kurtaramıyoruz kendimizi. İlla ki birilerini etiketlemek gerekiyor mu? Sen su cu sen bu cu sun seni dinlemeye bile gerek yok!!!! Ne ahmakca bir laf !! Hangi egitim sisteminden geldigimizi bildiğimden birbirimizi dinlemeye tahammül gösteremeyisimizi anlayabiliyorum. En basa gidelim ta en basa hepimiz aynı soydan geliyoruz hepimiz aynı dünya da yaşıyor aynı oksijeni alıp veriyoruz! Hayatta kalmak için birbirimize en az ekmek kadar su kadar ihtiyacımız var! Ekmek olmadan su olmadan yaşanır ama nefretle kin ile karnın tok cebin para dolu olsa da yasayamazsin insanca.! Herkes kendi olacak ki bizler farklılıklar ikliminde yeni duygular yeni yaşayışlar öğrenebilelim . Herkesin Galatasaray li olduğu bir yerde takım tutmaktan bahaedemeyiz. Heryerin aydınlık olduğu bir yerde aydınlıktan ışıktan bahaedemeyiz. Bırakalım herkes inandığı gibi yasasın inandığı gibi giyinip istediği gibi konuşsun kime ne? Devlet neden var? Bırakın farklılıklar arasındaki sorunları hukuk çözsün biz acabildigimiz kadar acalım kucaklarimiZi tüm farklılıklara . Gökkuşağını neden severiz ? O meczetmiyor mu tüm renkleri sinesinde .? Ona güzellik katan tek renk olmaması değil mı? Monoton olmaması değil mı? Bizler insanlarız aklı olan varliklariz bitki gibi hayvan gibi yasayamayuz sadece cisim için yasayamayiz.
Eğer fikirlerinin haklı olduguna inanıyorsan sen inandığın gibi yasa ve karsına çıkan farklı fikirleri olağan gor ki karşındaki de seni anlamaya Fırsat bulsun . İzlesin sen nasıl yasıyorsun hayattan anladığın ne Bırak görsün seni .
Son olarak geçenlerde bir arkadas edindim fikri temellerimiz çok farklı ama konuşacak bir sürü ortak yanımız vardı ve çok memnun oldum tanıştığıma . Derken okul yemekhanesine yemeğe indik yemek yerken bir grup ogrenci protesto ettiler hükumetin uygulamalarından birini. Yeni tanıştığım arkadasım Musade istedi yemeğini yarıda bırakıp eyleme katıldı ve sonra yemeğe tekrar dondü . Ne kdar imrendim !!! Hayran oldum !!! İnandığı gibi yaşadığı için !!! Laf ile kalmadığı için. Üzüldüm??? benim inandığım pesinden gitmeye çalıştığım ideallerime daha iyi sahip çıkmam gerektiğini gördüm !!!!
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Nietzsche'ye göre İslâm medeniyeti

"Hıristiyanlık, bizi, kadim dünyanın [antik Yunan ve Ro*ma] kültürünün mahsulünden mahrum bırakmıştı. Üstelik bununla da yetinmemiş, daha sonraları, bizi İslâm kültürü*nün mahsûlünden de mahrum etmişti. Aslında bize [insan olarak bize], Grek kültüründen de, Roma kültüründen de, esasta, temel meseleler açısından daha yakın olan, bizim [insan olarak] duygularımıza, zevklerimize ve seçimlerimize daha doğrudan hitap eden İspanya'daki o harikulâde İslâm kültürü ve İslâm kültürünün eşsiz birikimi ayaklar altına alı*narak çiğnenmiş ve yok edilmişti (-bunu yapan ayağın ne tür bir ayak olduğunu söylemeye dilim varmıyor, ne yazık ki!-): İyi de, neden?

Nedeni şuydu: Çünkü İslâm kültürü, asil bir kültürdü; çünkü İslâm kültürü, kökenlerini, temellerini insan fıtratı*na borçluydu [insanın fıtrî özelliklerini muhafaza edebilme*sine borçluydu]; çünkü İslâm kültürü, İspanya'daki Müslü*man hayatının nâdir bulunan, nefis hazinelerinin üzerinde bile hayata Evet diyordu. Daha sonraları, Haçlılar, estir*dikleri o toz bulutunun ortasında, aslında önünde diz çök*meleri gereken, diz çökmekle daha iyi bir iş yapmış olacak*ları bir şeye karşı, asil bir kültüre karşı, bizim bugünkü 19. yüzyıl kültürümüzle mukayese edildiğinde, bizim çağdaş kültürümüzün, kendisini, İslâm kültürünün yanında son derece yoksul ve oldukça "geç kalmış" bir kültür olarak görebilece*ği böylesine asil ve yüksek bir kültüre karşı savaş açmışlar*dı. Haçlılar, ganimet peşinde koşuşturuyorlardı, hiç şüphe*siz ki. Çünkü Doğu, İslâm dünyası, zengindi." (Deccal/Sahte İsa, Çev. Yusuf Kaplan, Külliyat Yayınları, İstanbul 2009, s. 130).
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Malta şövalyeleri Ayasofya'da! (*)
-Bölge çapında bu yıl düzenleyeceğimiz plan tatbikatı çalışmalarını başlatıyorum arkadaşlar. Âsımcığım kıdem sıralamasına göre ilk söz senin.

-Sağolun komutanım; bu yılın senaryosu şöyle efendim. Malta Şövalyeleri hakkında tarihi film çekiyoruz ayaklarından bir sinema ekibi imiş gibi gruplar halinde Yeşilköy'den pasaportlarıyla giriş yapıyor ve tramvaya binerek Cankurtaran'da Erol Taş'ın kahvesinde toplanıyorlar. Hedefleri Ayasofya'yı ele geçirerek misyoner âyini düzenlemek...

-Vay şerefsizler! Demek öyle ha; koyar mıyız yanlarına...

-Lütfen müdahale etmeyiniz Yusuf Paşa; bu adı üstünde bir senaryo!

-Özür dilerim komutanım, bir an şey'ettim de heyecanla...

-Evet, devam ediyorum arkadaşlar. Bunu haber alan dinci, gerici, yobaz güçler, "Hükümet uyuyor; asker ise işin gırgırında plan tatbikatı yapıyor; din elden gidiyor; omuz vermezsek herifler Ayasofya'nın ümüğüne çökecekler" diye Fatih, Eyüp Sultan, Çarşamba ve özellikle Hırka-i Şerif mahallelerinde propaganda yürüterek fırsattan istifade yeni bir 31 Mayıs, yeni bir Menemen olayı yapmak üzere hazırlığa geçerek...

-Komutanım, Menemen neyse de, bu 31 Mayıs'ı anlayamadım ben; nedir 31 Mayıs?

-Evet Âsım Paşa, ben de çıkaramadım; nedir 31 Mayıs?

-Özür dilerim komutanım, 31 Mart olacaktı; planı temize çeken yedeksubay yanlışlık yapmış. Düzeltiyorum. Devam edeyim mi Komutanım?

-Lütfen sessizlik arkadaşlar... Buyrun Âsım Paşa...

-Evet, gericiler, dandik Malta Şövalyeleri'nin eylemlerini bahane ederek sabah namazı kılacağız bahanesiyle Sultanahmet Camii'ne 100 bin kişilik mücahit militan yığınağı yapıyorlar. Güyâ Ayasofya'yı şövalyelerden önce işgal edip, minarelere yeşil sancak asacak, kubbelere mitralyöz yerleştirecek kendi akıllarınca nâmussuzlar...

-Vay vay vay; bak şu rezillere... Eee? Bu esnada bizim elimiz armut mu toplayacak yani?

-Hayır Paşam. Aslına bakarsanız Malta Şövalyeleri, bizim seçkin personelimizden oluşmaktadır, yani başından sonuna olay bizim kontrolümüzde gelişiyor.

-Komutanım, itiraz değil de, katkı gibi bir şey yapabilir miyim?

-Buyrun Volkan Paşa, sizi dinliyorum?

-Komutanım, iyi güzel de rahmetli Erol Taş'ın Cankurtaran'daki kahvesi, toplantı yığınak noktası olarak elverişli görünmedi bana pek. Ya bizim Malta Şövalyeleri kılığına giren çocuklar, nasıl olsa kahvedir, beklerken bir okey çevirelim derlerse ne olacak, disiplin açısından yani; rezil oluruz valla?..

-Olur mu komutanım; sekiz aydır biz bu çocuklara eğitim veriyoruz. Başlarda şövalye üniforması giymek istemediler, zor ikna ettik fakat hepsi görevlerinin bilincinde aslan gibi çocuklar...

-Anlaşıldı, sen devam et Âsımcığım.

-Bu safhadan sonrasını Faruk Paşa arzedecek komutanım, arzederim.

-Peki Faruk Paşa, sıra sende...

-Sağolun komutanım. Bizim Malta Şövalyeleri kuşluk vakti civarında ara yoldan Topkapı'ya, oradan Ayasofya'ya doğru harekete geçerken, Sultanahmet Camii'nde şeriat ayaklanması için bekleyen 100 bin kişiyi, daha önce ayarladığımız sahte vaiz ve hocalarla gaza getiriyoruz; "Haydin Müslümanlar, gazâ günüdür. Şövalyeleri tepeleyip Ayasofya'ya yeşil sancak asalım" numarasından kalabalığı çıkarıyor muyuz şimdi At Meydanı'na?

-Çıkardık, ne olacak?

-Dikilitaş'ın dibine yerleştirdiğimiz Rambolar, camideki mürtecilere bomba yağdırıp biçmeye başlıyor, oradan İbrahim Paşa Sarayı'ndaki SAS'larımız yandan çevirme yaparak isyancı mürtecileri Kumkapı'ya doğru geriletmektedir...

-Güzel! Yav bu İbrahim Paşa, meşhur "Makbul-Maktul İbrahim Paşa" değil mi, hani şu dizide oynaan çocuk vardı... ondan yani...

-Evet, işte o saray efendim... Bu esnada ara sokaklara dalarak izini kaybettirmeye çalışan gericileri toptan itlâf etmek için hava destek birimlerimiz, Samatya'dan tutun da Kumkapı'ya kadar bütün yerleşim yerlerini napalmla yakıyor bir güzel...

-Komutanım itiraz ediyorum?

-Niçin itiraz ediyorsun Yusuf Paşa, mis gibi plan işte...

-Efendim, seksen-doksan bin gerici kıracağız diye caanım meyhaneler de arada yanıp kül olacak, onu şey'decektim de...

-Haklı çocuk Faruk Paşa; bu ayrıntıyı ihmâl etmişsiniz, düzeltin o plânı çabuk. Ayrıca hava destek unsurlarımız, hazır havadayken Üsküdar felândaki irticâ yuvalarını gümbürdetsin; hatta elleri değmişken Anadolu yakasını temizlesinler, çoğu bina ruhsatsızmış zaten; onu da ilave edelim plâna.

-Emredersiniz komutanım. Not aldım komutanım.

-Tutukluları ne yapacaksınız peki, belki bir milyon kişiyi tutuklamak gerekecek; ne yedirir içiririz onca adama?

-Valla komutanım, hesap ettirdim arkadaşlara; bir sürü masraf çıkaracak bunlar; esir, pardon tutuklu almayalım diyoruz; değmez, sermayesini kurtarmaz. Hallederiz bir şekilde efendim. Nüfusumuz fazla veriyor zaten, bir şey olmaz.

-Güzel, aferin çocuklar; bu sene iyi hazırlanmışsınız bakıyorum. Albayım toplayın paşalardan tatbikat evrakını, Başçavuşum siz de video ve ses kayıtlarını deşifre ediniz. Bir nüsha Kozmik odaya gönderin; bir nüsha bende kalsın; isteyenler de birer nüsha alabilirler hâtıra olarak ama evde çoluğa çocuğa göstermeyin ha; sızar mızar, başımıza iş almayalım şimdi. Evet, şimdi de Hüsamettin Paşamızdan bir genel değerlendirme alarak plan tatbikatını kapatalım; buyrun Hüsamettin Paşam, söz sizin...

-Valla ne desem boş komutanım; arkadaşların ellerine, yüreklerine, bileklerine sağlık. Özellikle Malta Şövalyeleri ve Ayasofya'nın işgali fikri çok kreatif. Kutluyorum arkadaşları. Bir küçük eleştiri getirebilirim belki, Sultanahmet turistik bir yer. O gümbürtüde birkaç turist telef olursa, hükümetleri başımızı ağrıtabilir; bilmem ki turistlerin can güvenliğini sağlayacak bir tedbir şeyedilebilir mi yani. Kaldı ki o kadar kusur, kadı kızında, pardon yargıç kızında da bulunur zaten!

-Teşekkür ederim Hüsamettinciğim. Toplantı sona ermiştir. Buyrun şimdi lobide çay ve bisküvit ikramına...

(*) Bu yazı, bir yıl kadar önce Cafcaf dergisinde yayınlanmıştı ve o günün mânâ ve ehemmiyetine uygundu. Yeterince ders alınmayan ülkelerde tarih boyuna tekerrür edip durduğundan bir sene sonra yeniden yayınlamayı uygun gördüm. /ATA

t.alkan@zaman.com.tr
 

Süreyya Önal

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
16 Nis 2010
Mesajlar
469
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Yusuf Paşa değiliz tabi.. 'mis gibi plana' itiraz neyin etmeden hangi Zaman buraya da gelir, bi senaryoda burada çiziktirirler ufkumuzu genişletirler! anlayalım hele plan/programı deyi okurken, yok sermayesi kurtarmaz yok hükümetin başı yanar tadında bırakalım... falan filan...yine ikram faslına geçilmiş.

bu lobi faaliyetleri heç mi bitmez arkadaş!
 

Süreyya Önal

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
16 Nis 2010
Mesajlar
469
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Günlük gazete ve köşe yazarlarının okurlarıyla buluştuğu bir mekanları/alanları mevcut iken.. forum sayfalarına, yazılarının üstüne yorum dahi yapılmadan, tamamının alınarak asılmasına forum üyesi olarak sıcak bakmadığımı belirterek, neden...? düşünceme, açıklık getireyim.


Öncelikle t.alkan 16 Şubat 2011 de yayınlanan köşe yazısında şöyle demiş…

''Bundan yaklaşık bir yıl önce Mehmet Baransu'ya ait "Mürüvvetmend olalım" başlıklı bir yazı yayınlandı bu köşede....
O yazı anlamını kaybetmedi çünkü yargılama usulü, edebi, hatta nezaketi hakkındaydı. Şöyle cümleler vardı: "Darbe zanlılarının bile, usûl hukukunun himâyesi altında, haklarındaki karar kesinleşene kadar şahsiyet ve fikir bütünlüğünü koruyabildikleri bir güvenlik rejimidir hukuk devleti ve biz Türkiye'nin artık böyle bir devlet olmasını arzuluyoruz. Hukuk devletinin egemen olması için mücadele ediyorsak, hukukun nezaket ilkelerine de sonuna kadar riayetkâr davranmak zorundayız. Tek tek her birimiz nasıl şahsen vekar sahibi olduğumuz iddiasında isek, darbe zanlılarının bile, son mahkeme kararına kadar vekar sahibi insanlar olduğuna dair önkabulümüzü kaybetmemeliyiz."
diyor ve şöyle devam ediyordu: "Gözaltındaki insanlara peşinen kriminal tip muamelesi revâ görmek âdil değildir; bir hatâ, aynı çapta bir başka hatâ ile ıslah edilemez. Bu meselede usûl, esas kadar, hattâ yer yer esastan daha önemli."

Dileyen arşivde tamamını bulup okuyabilir; o gün ne yazılmışsa bu sütunda, yazarı hâlâ aynı şeyi düşünüyor, "Muzaffer vakt-i fursatta âdûdan intikaam almaz/ Mürüvvet-mend olan nâkâmi-i düşmenle kâm almaz" diyor; "Yargı işini yapsın, biz de kendi işimizi görelim, centilmen olalım, âdil, nâzik ve insaflı olalım. İntikamcılığın ayaküstü lokantasında ucuz nevâlelerle enaniyetimizi avutmayalım; farklı isek farkımız görülsün" diyor.
Mesele hakkında en doğru ve hakkaniyetli yaklaşım tarzı budur; hepimiz öyle düşünmeliyiz....''

Yazar ortada bir iddianame ve yargılama süreci olduğuna ! değinirken devamında yargının, uluslararası hukukun usul kurallarına uygun olarak, cereyan etmesini ve bu sıkıntılı berzahtan yüz akıyla çıkılabilmemiz için sürecin hızlandırılmasını ve mâsumların tez vakit ayıklanıp itibarlarının iade edilmesini de belirtmişken( ki gayet güzel ifadeler) yetinmemiş konuya bir de şuradan bakmış

''... Eğer!! Balyoz planlarında kararlaştırılan eylemler yapılmış, darbe başarıya ulaşmış olsaydı, şu anda okumakta olduğunuz yazı, bu yazının yazarı ve bütün çalışanlarıyla birlikte elinizde tuttuğunuz gazete ve benzerleri olmayacaktı!! …

Son sözü de ilginç bağlamış yazar ve ...Zanlı yakınları ve onları destekleyen basın erbabı, toplumu dava etrafında kamplaşmaya zorlamamalı; hele haziran seçimlerine hiç sirayet ettirmemeli çünkü böyle gerginliklerden nihai tahlilde hükümet kârlı çıkıyor.

Okura 4 gün önce kamplaşmayalım deyip de aynı yazının alt paragrafında safını! tutmuş olan yazar bugün aynı safta hedef atışına devam ediyor.eee nerde kaldı okura/hukuka saygı-ciddiyet adı üstünde zanlı!! Ve zanlı yakınlarına,destekleyenlere aba altından sopa göstermek de hocanın dediğini yap yaptığını yapma şeklinde akıl vermek de böyle oluyor demek

.......basın erbabı, toplumu dava etrafında kamplaşmaya zorlamamalı; hele haziran seçimlerine hiç sirayet ettirmemeli çünkü böyle gerginliklerden nihai tahlilde hükümet kârlı çıkıyor.

kar zarar hesabı :confused: pehh
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Eğer ben o kose yazılarını paylasiyorsam zaten yorumum yazarın ki yonundedir. Ayrıca siz okumak zorunda değilsiniz ve hatta ben paylaştım ve bu sayede sizi ve fikirlerinizi öğrenmiş oldum . Kötü kısmı neresi?
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Günlük gazete ve köşe yazarlarının okurlarıyla buluştuğu bir mekanları/alanları mevcut iken.. forum sayfalarına, yazılarının üstüne yorum dahi yapılmadan, tamamının alınarak asılmasına forum üyesi olarak sıcak bakmadığımı belirterek, neden...? düşünceme, açıklık getireyim.

Peki sizce - ben yazarın avukatı değilim ama sizin eksiğinizi gördüm- davanın sonuçlanmasının sizce zanlıların zanlı olmalarına son ver miyor mu ? Evet son veriyor . Bu durumda yazar çizgisini korumuş herhangi bir sorun görünmemekte
Öncelikle t.alkan 16 Şubat 2011 de yayınlanan köşe yazısında şöyle demiş…

''Bundan yaklaşık bir yıl önce Mehmet Baransu'ya ait "Mürüvvetmend olalım" başlıklı bir yazı yayınlandı bu köşede....
O yazı anlamını kaybetmedi çünkü yargılama usulü, edebi, hatta nezaketi hakkındaydı. Şöyle cümleler vardı: "Darbe zanlılarının bile, usûl hukukunun himâyesi altında, haklarındaki karar kesinleşene kadar şahsiyet ve fikir bütünlüğünü koruyabildikleri bir güvenlik rejimidir hukuk devleti ve biz Türkiye'nin artık böyle bir devlet olmasını arzuluyoruz. Hukuk devletinin egemen olması için mücadele ediyorsak, hukukun nezaket ilkelerine de sonuna kadar riayetkâr davranmak zorundayız. Tek tek her birimiz nasıl şahsen vekar sahibi olduğumuz iddiasında isek, darbe zanlılarının bile, son mahkeme kararına kadar vekar sahibi insanlar olduğuna dair önkabulümüzü kaybetmemeliyiz."
diyor ve şöyle devam ediyordu: "Gözaltındaki insanlara peşinen kriminal tip muamelesi revâ görmek âdil değildir; bir hatâ, aynı çapta bir başka hatâ ile ıslah edilemez. Bu meselede usûl, esas kadar, hattâ yer yer esastan daha önemli."

Dileyen arşivde tamamını bulup okuyabilir; o gün ne yazılmışsa bu sütunda, yazarı hâlâ aynı şeyi düşünüyor, "Muzaffer vakt-i fursatta âdûdan intikaam almaz/ Mürüvvet-mend olan nâkâmi-i düşmenle kâm almaz" diyor; "Yargı işini yapsın, biz de kendi işimizi görelim, centilmen olalım, âdil, nâzik ve insaflı olalım. İntikamcılığın ayaküstü lokantasında ucuz nevâlelerle enaniyetimizi avutmayalım; farklı isek farkımız görülsün" diyor.
Mesele hakkında en doğru ve hakkaniyetli yaklaşım tarzı budur; hepimiz öyle düşünmeliyiz....''

Yazar ortada bir iddianame ve yargılama süreci olduğuna ! değinirken devamında yargının, uluslararası hukukun usul kurallarına uygun olarak, cereyan etmesini ve bu sıkıntılı berzahtan yüz akıyla çıkılabilmemiz için sürecin hızlandırılmasını ve mâsumların tez vakit ayıklanıp itibarlarının iade edilmesini de belirtmişken( ki gayet güzel ifadeler) yetinmemiş konuya bir de şuradan bakmış

''... Eğer!! Balyoz planlarında kararlaştırılan eylemler yapılmış, darbe başarıya ulaşmış olsaydı, şu anda okumakta olduğunuz yazı, bu yazının yazarı ve bütün çalışanlarıyla birlikte elinizde tuttuğunuz gazete ve benzerleri olmayacaktı!! …

Son sözü de ilginç bağlamış yazar ve ...Zanlı yakınları ve onları destekleyen basın erbabı, toplumu dava etrafında kamplaşmaya zorlamamalı; hele haziran seçimlerine hiç sirayet ettirmemeli çünkü böyle gerginliklerden nihai tahlilde hükümet kârlı çıkıyor.

Okura 4 gün önce kamplaşmayalım deyip de aynı yazının alt paragrafında safını! tutmuş olan yazar bugün aynı safta hedef atışına devam ediyor.eee nerde kaldı okura/hukuka saygı-ciddiyet adı üstünde zanlı!! Ve zanlı yakınlarına,destekleyenlere aba altından sopa göstermek de hocanın dediğini yap yaptığını yapma şeklinde akıl vermek de böyle oluyor demek

.......basın erbabı, toplumu dava etrafında kamplaşmaya zorlamamalı; hele haziran seçimlerine hiç sirayet ettirmemeli çünkü böyle gerginliklerden nihai tahlilde hükümet kârlı çıkıyor.

kar zarar hesabı :confused: pehh


Peki sizce - ben yazarın avukatı değilim ama sizin eksiğinizi gördüm- davanın sonuçlanmasının sizce zanlıların zanlı olmalarına son ver miyor mu ? Evet son veriyor . Bu durumda yazar çizgisini korumuş herhangi bir sorun görünmemekte
 

Süreyya Önal

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
16 Nis 2010
Mesajlar
469
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Selam iuflsfozkn,

herhangi bir köşe yazarının okuru-takipcisi olabilir, fikirlerini şahsen paylaşabiliriz de, ancak forum katılımcısı biz olduğumuz üzre her hangi bir haberi-fikri beyanı alıntılayıp tartışmaya açmak yerine gazete-yazar-köşe yazısını periyodik olarak ve tamamını da alarak foruma taşımak ne derece doğru ben itirazımı belirttim, sonrasında gelişen değerlendirme ise anlayışa kalmış

''Ayrıca siz okumak zorunda değilsiniz bu sayede sizi ve fikirlerinizi öğrenmiş oldum''

ben okumak zorunda değilim tamam da siz asmak zorundamısınız nedir : )) hem bu sayede!!? değil sırf 94 msj.fikir beyanım mevcuttur forumda

****

1)alıntıladığın yazım 3 numaralı yazıya binaen ve yazarın tutarsızlığına!!! (moda tabirle yandaş medya ya )dikkat çekmekte 2 ncisi, yargılama süreci devam etmekte(bilmem yargının bağımsızlığı ön yargılarla baltalanmaması gereken bir süreç olduğuna... cevap vermeme değermi) eksik yokta birileri fazla dolmuş sanki

selametle
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Tepkinizi anlıyorum . Ben beğendiğim seyleri paylaşmamdan hoşlanıyorum siz okumak zorunda olmadığınız gibi cevaplamak zorunda da değilsiniz . Ben yazmak zorunda miyim !? Bana göre evet ! Faydalı olacağına inandığım şeyi yapmak benim icin faydalı bir zaruret oluşturur
Neyse sizin adınıza üzüldüm siteden ayrılmanız eğer sırf bu sebeple ise saygı duyarım .
İsin haber boyutu dediğim gibi önceki yaZi sanıklik süreci icinde benim paylaştığım yaZi ise 163 kisinin tutuklanmasından sonra tutarsız bir durum yoktur. Ayrıca milletin Ocağını ateşe veren bu insanları savunmak ne kadar vatan ve millet sevgisine uygun siz kendiniz değerlendirin . Mesele yazarda değil belliki
 

nirvana

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
15 Mar 2009
Mesajlar
60
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konuyu açtığın yazıdan yola çıkarak sözüme başlayayım.
Zaman yaşanan herşeyin aslında normalin bu olmasından kaynaklı olduğunu gösterecek.Şöyleki herkesin başkasının fikrine saygı gösterme,olduğu gibi kabullenme durumu hiçbir ilerlemeye izin vermez.Aramızda çıkabilecek çatışmaları devlet çözmeliyse,devlet kimdir,kural insan elindense kural nedir?devletin normali adil olan mıdır?
Lay lay lom bi dünya hiç olmadı kabil ile habilden bu yana.yaşasın dünya barışı diye bir masal var nesilden nesile gelen.doğa büyük balık küçük balığı yutar denklemi üzerine işliyor.sevgi merhamet bana ve benden olana yetiyor ancak herkes için.insanı seviyorum ben diyen onun gelip inat ve ısrarla üzerine pislediğini görse o insanı öldürebilir.aldatıldığını gören eş diğerini aşkına rağmen kıtır kıtır kesebilir.yaşaşın hitler diyene onun kendi doğrusu olduğunu bilsemde rahatlıkla uçan tekmeyle cevap verebilirim.
 

Preatorian

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Eyl 2010
Mesajlar
296
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
cafcaf kimdir? Kuresel Iletisim Mrk Medya Yay.Bil.veInt.Hiz.TicA.S çıkardığı dergi. Peki bu Kuresel Iletisim Mrk Medya Yay.Bil.veInt.Hiz.TicA.S kimdir?





gibi sitelerin sahibi. Peki bu siteler nedir?

Bu siteler nurcularındır. Zaten açıp okursanız Atatürkten, Türkçülükten nefret eden bir mekanizmadır. Sözde sağcıdır ama sağı karışmış başka ülkelerin sağları kollarına yapışmıştır. Genelde iran ve arap dünyası desteklidir.
İçinde Atatürkle Cüneyt Arkını kıyaslayan hatta Ramboya benzeten zihniyet mevcuttur. Din eksenlidir fakat kendi dinleri. Şeriatı öve öve bitiremez. Kısaca beynine format atmak isteyenler için güzel sitelerdir. Arapça öğrenmek üyelikte ön şarttır. Ön koltuklarda emniyet kemeri zaruridir. Lütfen cep telefonlarınızı kapalı konuma getiriniz.

Amin!
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Konuyu açtığın yazıdan yola çıkarak sözüme başlayayım.
Zaman yaşanan herşeyin aslında normalin bu olmasından kaynaklı olduğunu gösterecek.Şöyleki herkesin başkasının fikrine saygı gösterme,olduğu gibi kabullenme durumu hiçbir ilerlemeye izin vermez.Aramızda çıkabilecek çatışmaları devlet çözmeliyse,devlet kimdir,kural insan elindense kural nedir?devletin normali adil olan mıdır?
Lay lay lom bi dünya hiç olmadı kabil ile habilden bu yana.yaşasın dünya barışı diye bir masal var nesilden nesile gelen.doğa büyük balık küçük balığı yutar denklemi üzerine işliyor.sevgi merhamet bana ve benden olana yetiyor ancak herkes için.insanı seviyorum ben diyen onun gelip inat ve ısrarla üzerine pislediğini görse o insanı öldürebilir.aldatıldığını gören eş diğerini aşkına rağmen kıtır kıtır kesebilir.yaşaşın hitler diyene onun kendi doğrusu olduğunu bilsemde rahatlıkla uçan tekmeyle cevap verebilirim.

bana ütopya gibi gelmiyor ..nedense ..ne bileyim cok zeki olmama gerek yok ya da cok bilge ...agora diye bir film var yakın zamanda izledim..orada hypatia isimli BAYAN filozof canlandırılmış.filmde dinlerin kavgaya neden olduğu fikri hakim ben öyle düşünmesem de..dinler geliyor her yeni gelen din yeni yaşam tarzıyla ortaya cıkıyor .filmde adı gecen şehirde üç din grubu var yahudi ,pagan (hypatia pagan) , hristiyan.hristiyanlık yeni gelmiştir ve devlet dini olmuştur ..devlet dini olması onlar da hoşgörüyü ya da diğer dinden insanları rahat yaşamasına sınırlama getirmiştir..acaba gercekten Hz isa olsa oyle yapar mıydı? Bilinen su ki Hz isa yanağının birine tokat yediğinde diğerini gösterecek kadar alicenap biri..eğer Hz isa böyleyse hristiyanların yanlış davrandığı açık zaten.. paganlar baskılardan sıkılıp isyan eder ve devlet onları kovar daha sonra paganlara ibadet etme yasagı hatta yoldan gecerken bir paganlıkla ilgili bir put veya sembole bakması ona saygı göstermesi bile yasaklanır ve ceza idam dır...film bu yanlışı hristiyanlığa veriryor ki eğer gercekten böyle olmuş ise belli ki devrin hristiyanları dinlerini anlaymamış Hz isa yı anlayamamıs gorunuyor..
benim demem o ki biz osmanlı da ve asrı saadette böyle şeyler olmadığınnı biliyoruz..mesela sahabeden biri savaşta kaçan bir düşman kaçarken inandım demesine rağmen öldürmüştür..fakat Hz peygamber net bir şekilde öldürmemeliydin diyerek kızmıştır...
biz insanların gönüllerini hoş tutmak için yaşmalıyız ..olabilir farklı düşünsün, hata yapsın , ben kendime bakarak yaşamalıyım ...zaten dediğiniz gibi kolay olmadığını bilmekteyim ..öyle olmasa şimdi dünya neden hala kan döküyor olsun ...işte tam burda devlet,hukuk devreye giriyor ..öyle bir hukuk lazım ki ve öyle bir devlet lazım ki tüm dünyada süper güç ve en adil olan devlet olsun ....bunu da insani yasalar ile sağlmak mümküm mü??? benim modelim Osmanlı ...
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
cafcaf kimdir? Kuresel Iletisim Mrk Medya Yay.Bil.veInt.Hiz.TicA.S çıkardığı dergi. Peki bu Kuresel Iletisim Mrk Medya Yay.Bil.veInt.Hiz.TicA.S kimdir?





gibi sitelerin sahibi. Peki bu siteler nedir?

Bu siteler nurcularındır. Zaten açıp okursanız Atatürkten, Türkçülükten nefret eden bir mekanizmadır. Sözde sağcıdır ama sağı karışmış başka ülkelerin sağları kollarına yapışmıştır. Genelde iran ve arap dünyası desteklidir.
İçinde Atatürkle Cüneyt Arkını kıyaslayan hatta Ramboya benzeten zihniyet mevcuttur. Din eksenlidir fakat kendi dinleri. Şeriatı öve öve bitiremez. Kısaca beynine format atmak isteyenler için güzel sitelerdir. Arapça öğrenmek üyelikte ön şarttır. Ön koltuklarda emniyet kemeri zaruridir. Lütfen cep telefonlarınızı kapalı konuma getiriniz.

Amin!


tavsiyen için teşekkür ederim...bundan sonra nur cu la ra karşı daha dikkatli olurum..nur işte nerden çıkacağı belli olmuyor ...
 

Preatorian

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Eyl 2010
Mesajlar
296
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
tavsiyen için teşekkür ederim...bundan sonra nur cu la ra karşı daha dikkatli olurum..nur işte nerden çıkacağı belli olmuyor ...

Her insan kendi nurundan sorulur. Kendi nurunu bulmayan başkasının nurunu ne yapsın? Kendi nurunu bulan başkasına nur verme hevesinde değildir. Bu yüzdendir ki herkese nur sunan kendi nurundan bir haberdir.
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
...ve hakiki diyalog ancak herkes başlangıçta başkasından öğreneceği bir şey olduğuna kesinlikle inandığı zaman gerçekleşir.
hakiki medeniyetler diyalogğu ancak herkes, diğer insanı, kendisinin tam anlamıyla insan olması içini kendisinde bulunmayan taraf olarak görüp buna kesinlikle inandığı zaman var olur..
roger garaudy
 

tırı vırı

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
25 Şub 2011
Mesajlar
44
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Daha darbe ve İhtilal ayrımı yapamayan bir toplumla yaşadığımızın farkındayız değil mi arkadaşlar? Güzel ve kaliteli paylaşımları fark ediyorum tartışmalarınız bile seviyeli ama dış dünya böyle değil,okumaktan sıkılan bir toplumuz keşke dünya bir forum olsa yönetenleri vs okumadan öğrenilmese yazılanlar ve herkes o yüzden okumak zorunda kalsa ne güzel olurdu, ama ezber ve öğretilmiş yanılgılarla atalet sizleşen bir toplumum beyinler dolduruluyor rant, siyaset çıkar uğruna hele şu televizyon yok mu, O icat edileli yozlaştık...
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Bol şiirli bir yazı bu. Zira bir şaire dair. Bizden başka şeylere inansa, başka davalara da adasa kendini, memleketini seven hem de zannımızca çok seven bir şaire. Nazım Hikmet’e…

1902’de Selanik’te doğup kimi gönüllü kimi zorunlu sürgünlerin ardından 63’te Moskova’da hayatını kaybetti Nazım. Yıllar yılı birilerinin kahramanı birilerinin düşmanı olarak sürdürdü varlığını. Biz, insan Nazım’ı yâd etmek niyetindeyiz, zira kim olursa olsun tüm sıfatlarının önündedir bizce insanlığı…

Nazım Hikmet’in 1961’de Paris’te kendi sesinden kayda alınan şiirleri geçen günlerde Yapı Kredi ve İş Bankası Kültür Yayınları’nın işbirliği ile bir kitap eşliğinde piyasaya çıktı. Uzun, hüzünlü ve heyecanlı bir hikâyesi var kaydın.

İki sanatçının samimiyetlerine dair ipuçları da içeren kayıt, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir ziyaretinde yapılıyor. “Başlayayım mı Üstad?” diye soruyor Nazım Hikmet. “Başla Reis!” diye cevap veriyor Bedri Rahmi. Ve uyarıyor: “Yalnız patırtı yapmayın şimdi…” 57 şiirini okuyor şair. Kâh durup soluklanıyor, kâh beğenmeyip baştan alıyor. Sonra arkadaşı Bedri Rahmi’ye verip Türkiye’ye gönderiyor.

“Sana tüm şiirlerimi banda kaydedeceğim. / Yaşamımım tüm sesleri seninle kalsın. / … / Sonra Türkiye’de ver bu sesi. / Bizim barışmamız ölümümden sonra olacak. / Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım.” Karısı Vera’ya yaptığı vasiyeti yakın dostu yerine getiriyor. Ancak o yıllarda yasaklı Nazım. Emanetin saklanması lüzum ediyor. Bedri Rahmi sık sık evini arayan polisler için bir tedbir almayı da ihmal etmiyor. Kasetin başına kendi okuyor ilk şiiri. Soran olursa bana ait diyecekti besbelli. Sonra Nazım geçiyor teybin başına. 57 şiir okuyor. Bunlardan ikisini diğerlerinden ayırmak gerek. Biri daha önce hiç yayımlanmamış. Diğerininse Rusçası biliniyor ancak Türkçesi ilk kez ortaya çıkıyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu oğlu ve gelinine ‘Bu kaydı çok iyi saklayın aman ha!’ uyarısıyla teslim ediyor kaseti. Yıllarca evin muhtelif bölümlerinde; yüklükte, merdiven altında saklanan kasetin nerede olduğu ‘yayın vakti geldi’ denildiğinde ancak bir haftada bulunuyor.

Şairin ömrünün son yıllarında yaşadığı vatan özlemi ilk kez yayımlanan şiirinde bütün derinliği ile hissettiriyor kendini. “Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden / gölgem gibi demiyorum / çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da / Ellerim ayaklarım gibi de değil / uykudayken yitirirsin elini ayağını / ben hasreti uykuda da yitirmiyordum / Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden / açlıktı, susuzluktu demiyorum / sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil / giderilmesi imkânsız bir şey / ne sevinç ne keder / şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz / içimdeydi dışımdaydı / Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden / zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan / hasretten gayrı…”

‘Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım’ çaresizliğinin üstüne bu şiirini okuyunca ideolojilerin, siyasetlerin insanın önüne ördüğü anlamsız, zalim duvarlara bir kez daha öfke duymamak imkânsız herhâlde...

Ayse Adlı nin aksiyon icin yazdığı yazıyı paylaşmış oldum




Fikir hapsi büyüsünde
Yutsun önce fikirleri
Sonra insanları yutsun
Toplumu yutsun
İnsanlığı yutsun
Uyutur önce yutmadan
Yutar sonra uyandırmadan
İnsanın insana yaptıgı bu zulm
Yok eder bir gun dönüp, yuttuklarını kusar bir gun
Zulm ölür adalet kalır
 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
rasim özdenören den alıntıdır

PANORAMA

Bazı Genellemeler: Halen beş milyara yakın insanın yaşadığı yeryüzünde başka hiçbir ek faaliyete gerek duyulmadan mevcut nüfusun on mislini besleyecek seviyede bir üretim yapıldığı halde, milyonlarca insanın açlıkla pençeleştiği söylenirse ortada bir bozukluğun olduğu aşikardır.

Kaliforniya’nın portakal bahçelerinde günde üç portakal karşılığında bütün gün çalışmak zorunda bırakıldığından dolayı karnını doyuramayan tarım işçilerinin olduğunu, fakat bahçe sahiplerinin fiyatları düşürmemek için portakalları denize döktüğü bir dünyada ortada bir bozukluğun olduğunu görmek için Kaliforniya’ya gitmeye gerek yoktur.

Doğmuş çocuğu beslemek için sarfedilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarfedildiği yerde bir terslik var demektir.

İslamı Anlamak: Kafası Çağdaş putlarla iğdiş edilerek uzlaşmacı bir tavra sürüklenen bazı müslümanlar belki durumu bütün vahametiyle kavramakta acze düşmekte ve çoğu zaman da bilinçsizce İslam düşmanlarıyla aynı safta yer alabilmektedirler. Bakışlarımıza İslam’ın öngördüğü şartlar değil, fakat İslam -dışı

Dünyanın gözümüze taktığı gözlükler hakim kılınmıştır. Müslümanca bakmak nasıl olur? Müslüman kadar batının hasm-ı canı olduğunun bilincinde olan başka bir insan zümresi yoktur. Yalnız İslam kültürüdür ki, kendisinin dışında her türlü kültürü reddetmek durumundadır. İslam’ın kendisiyle bu uzlaşmaz durumunu ise batı çok iyi düşmandır. Bu yüzdendir ki olup bitenleri bizim göstermeye çalıştıkları gibi değil de müslümanca bir bakışla görmek zorundayız diyoruz.

Batı kültürü, bugün öyle bir “bilim” geliştirmiştir ki, bu bilimin hasılası diye bakılan “teknoloji” tabiatı tahrip etmeye yönelirken, bilimin kendisi de dini telakkiye muhalif olmayı adeta varlığının temel hikmeti diye kabul etmektedir. O kadar ki, insanların haya duygularına müdahale etmek, haya duygusunu iptal etmek bile, artık “bilim” yaftası ile peçelenebilmektedir.

Bizim dini görevimiz nedir?

Aslında bugün bizim belki de en önde gelen “dini görevimiz” dini hükümlerin bize kazandırdığı zihniyeti, telakki tarzını hayata hakim kılmaktır.



SAĞLIKLI DÜŞÜNMEYE DOĞRU

İnanmanın Diyalektiği: Dine Allah’ın emri olduğu için ve sırf bunun için inanmak asal bir usul meselesidir. Bu yüzdendir ki, akla mantığa yahut hikmete ve felsefeye uygundur diye dine inanmak küfür sayılmıştır. Dininin hükümlerine hiçbir sebeple mukayyed olmadan inanmak, inanmayı kendi hakikati içinde yakalamak ve öylece saklamak anlamına gelir.

Batı dünyasında bu konuda en tutarlı ve doğru yaklaşım içinde olanlardan biri Dostoyevski’dir. O da kendini batılı saymaz. Şöyle bir sözü var: “Hz. İsa’nın batıl olduğu matematik bir gerçeklikle ispat edilse bile, ben yine de onun yanında yer alırdım.” Şurası var ki, bir kez bu yoldan inanınca dinin hükümlerine ait hikmetlerin araştırılması yasak değildir. Bu türden araştırıcılık imanın kuvvetlenmesine yol açarken hikmete uygundur diye inanmak küfre götürebilir.

Çağın gözüyle mi İslam’a bakmalı, İslam’ın gözüyle mi çağa:

Müslüman, kendisini değerlendirmeye tabi tutmak isteyen “kıstası” “müslümanca” olup olmadığına göre değerlendirir. Eğer kullanılan kıstas geçirmeye çabalasın bir değer ifade etmez. Bir başka deyişle bizim için asıl olan bu kıstaslar hakkında İslam’ın ne dediğidir.

MÜSLÜMANIN ÖZELLİKLERİ

Yaklaşımlardaki Mizaç Faktörü: Asabi ve celadetli bir mizaca sahip olan Hz. Ömer Rasulullah’ın irtihali esnasında: “Kim, O öldü derse boynunu vururum” diyordu. Hz. Ömer ancak Hz. Ebubekir’in O’na diri ve kalıcı olanın Allah (cc) olduğunu Rasulullah’ın ise sadece kul olduğunu hatırlatarak “Bütün nefislerin ölümü tadacakları” na dair ayet-I kerimeyi okumasıyla toparlanabilmiş ve ancak o zaman hakikate teslim olabilmişti.

Hz. Ebuzer servet biriktirilmesine şiddetle karşıydı. İnsanları ellerine geçeni dağıtmaya teşvik ederdi. Hz. Osman’ın hilafeti zamanında ondan kişilerin ellerindeki serveti dağıtmaları hususunda devlet gücünün çalıştırılmasını talep etmişti. Fakat Hz. Osman, zekatını verdikten sonra geriye kalan servetini dağıtması hususunda insanların zorlandığına dair Allah Rasulü’nden herhangi bir sünnet intikal etmediğini söyleyerek, Hz. Ebuzer’in teklifini reddetmişti. Böylece kişisel cömertlik ve takva haliyle, şeriatın ölçüsü tefrik edilmiş oluyordu.



Nihai Hedef: Allah’ın Rızası: Müslümanları öteki din mensuplarından ayıran8 en önemli niteliklerden biri de her amelini, her davranışını “Allah Rızası” için ifa etmesi gerçeğidir. Müslümanın gayesi “Allah’ın Rızasını” kazanmaktır. Halen materyalistik bir bazda işleyen bir kafa yapısının önümüze getirdiği ve gerçekleştirmesini istediği hususların hiçbiri Müslüman için asgari bir düzeyde bile herhangi bir gaye değeri taşımaz. Materyalistik düşüncenin bize gaye diye gösterdiği herşey İslami bir hayatın sonucundan ibarettir.

Ayrıca şu inceliği de belirtmek gerekiyor; Karşılık beklemeden amellerini sırf Allah Rızası için işleyenler, Allah’ın vaadettiklerini umarak amel işleyenlerin umdukları bütün nimetlere ulaşırlar, belki biraz fazlasını da!

Bilgi ve bilinçlilik: İslam’a göre bir yaşama tarzını elde edebilmek İslam’a göre düşünmek ise, onun hakkında birtakım “maddi” bilgiler elde etmekle gerçekleştirilmez. Mühim olan kafatasını birtakım bilgilerle doldurmuş olmak değil, İslam’ın gerektirdiği “nosyon” içerisinde düşünebilme yeteneğidir. Prensiplere ulaşamamış bir bilgi manzumesi ne kadar yüklü olursa olsun, hiç beklenmedik yerlerde, kolaylıkla mihverinden sapabilir. Prensiplere ulaşabilen bir bilgi manzumesi ise “bilinçli” olmakla ilgilidir.

Bu müslüman bir yandan namaz kılar, orucunu tutarken, bir yanda da küfrün ve zulmün aleti olmaya bilerek veya bilmeyerek devam ederse, onda elbette belli bir bilincin bulunduğundan bahsedilmez.

Kul olarak Kendini Kavramak: Bugünkü hayat tarzının en önemli özelliği, müslümanı, farkında olmadan İslam dışı emirle itaat etmeye razı kılmasıdır. Dünyaya karşı muhabbet, bağlanma gün ve gün artmaktadır. Bugün sokakta ki Müslüman’ın çok sayıda küçük ilahları vardır fakat bilmemektedir. Çünkü kulluğunun farkında değildir, unutmuştur. Gene unutmuştur ki, Allah’tan başka ilah tanıyan Allah her şeyi ilah kılar Allah’tan başkasına kulluk edeni de Allah herşeye kul eder.



İSLAMIN’IN ÖZGÜNLÜĞÜ

İslam’ın Diyalektik Yapısı: İslam, onu bütün ruhuyla kavramayanlara oldukça “parodoksal” gelebilir. Bir yerde zenginliğin övüldüğünü görürsünüz, biryerde fakirliğin nimetlerinden bahsedilir. Bir yede insanların birbirine güvenmeleri gerektiği söylenirken, başka bir yerde tam tersini söyleyen bir ifadeyle karşılaşabilirsiniz. Bütün bu ifadelerin altındaki gizli anlamı (hikmet) kavramadan sadece lafızlara göre hükmetmeye kalkışırsak, içinden çıkılması imkansız çelişkilerle karşı karşıya bulunduğumuzu sanabiliriz. Fakat çelişki gibi görünen bu ve benzeri ifadelerin altındaki değişmez “temel bildiri”yi hesaba kattığımızda, bunların bütünüyle insanı apayrı bir hayat düzenine, yepyeni bir düzleme çağırdığını farketmekte gecikmeyiz.



İslam ve felsefe: Hayvanların filozofu merkep, Orwell’in “HAYVAN ÇİFTLİĞİ” adlı satirik romanında şöyle konuşur: “Allah bana sinekleri kovmam için kuyruk vermiş” der ve hemen arkasından ekler; “fakat ne sinekler olsaydı nede kuyruğum.” Burada hem felsefe ile istihza edilmekte, hem miskin bir ruh hali sergilenmektedir. Ayrıca miskin ruhların birtakım bahanelerle nasıl oyalandıkları da inceden inceye vurgulanmakta: Merkep kendisine verilen kuyruğu harekete geçireceğine, birtakım yersiz varsayımlarla avunmaktadır.

Felsefi düşüncede insanı harekete geçirici “cevher” yoktur. Şartlara müdahale etmekten sakınan insanlara zihin idmanı yaptırıyor sadece. Fakat bu zihin idmanı hayata yansımıyor. İnsanı sadece hayallerle (illüzyon) uğraştırıyor. Onu nihayet vehimlere götürüyor. Vehim, aklın kendi icadı olan fantezilerle, illüzyonlarla uğraşmasından başka birşey değil… Buysa yerinde sayarak yürümek gibi birşey. Ya da pandomim: Hayat yerine hayatın taklidi.

Batının kafa yapısı, dini de felsefe haline getirmiştir. Dinin hayatı sevk ve idare edecek yönünü iptal etmiştir. Marx, din afyondur, derken asıl bunu anlatmak istiyordu. Yani Hıristiyanlığın artık insanı harekete geçirici, sevk ve idare edici özünü yitirdiğini vurgulamak istiyordu.

İslam bir zihin fantazisi olarak indirilmemiştir. Yaşasın diye indirilmiştir. Dinin buyrukları yerine getiren, yasakladığı şeylerden sakınan insanların meydana getirdiği toplulukta, hayata, dünyanın gidişatına kendiliğinden müdahale edilmiş oluyor. Kuyruk altına üşüşmüş sinekleri “sinekler olmasaydı” diye düşünmek felsefenin işiyken, harekete geçip sinekleri kovmak dinin işlevi oluyor.



 

iuflsfozkn

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
8 Ocak 2011
Mesajlar
641
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
38
Melda Bekcan
Demek ki matematikçiden oyuncu olurmuş!
Gerçekten keskin bir çizgi var mıdır akıl ile duygu arasında? Duygu, akılsız mıdır? Akıl, katıksız mıdır? İkisi bir arada barınamaz mı? İnsan hem akıllı hem de duygusal olamaz mı?
Yaklaşık on yıl kadar önce, oyunculukta kendimi yeni yeni ispat etmeye başladığım dönemlerdi. Reklamdı, diziydi, filmdi derken, sokakta yürürken bile yavaş yavaş tanınmaya başlamıştım.

Bunu övünmek için söylemiyorum çünkü genel kanının aksine son derece sancılı bir süreçti benim için.

Karşılaştığım kişiler, ekrandan tanıdıkları, yani kendilerine göre farklı bir boyutta yaşadığına inandıkları simayı hazır yakalamışken adeta soru yağmuruna tutuyor, tüm bilinmeyenleri bilmek, gerçekleri iyice bellemek istiyorlardı.

Bense oldum olası kendimden bahsetmekten hoşlanmayan, dolayısıyla özel hayatıma dair soru sorulmasından kaçınan biri olarak ezilip büzülüyor, elimden geldiğince yuvarlak hatlı ve arkadan yeni soruların gelmesine imkan tanımayan cevaplar vermeye çalışıyordum.

Yani ‘Kem küm…’ diyerek lafı evirip çeviriyordum.

Hiç şaşmadı! Yöneltilen soruların önceliği eğitimimle ilgiliydi, çünkü insanlar nasıl oyuncu olduğumu merak ediyorlardı.

*Fakat aldıkları cevap karşısında bir hayli tepki gösteriyorlardı!

İnanır mısınız; bugüne kadar bir kez bile diş hekimliği fakültesinde okuduğuma şaşırmayan çıkmadı, hiç kimse bu durumu normal karşılamadı.

Gözlerdeki soru işareti çok netti!

Nasıl yani? Bir insan hem hekim olup tıp bilimine, hem de oyuncu olarak sanata yatkın olabilir mi?

******

Hadi, sinema ve televizyon sektörüyle ilişkisi olmayan kişilerin, bu durumu yadırgamasını makul karşılayalım, gelin görün ki yıllardır işin içinde olan, bir film çekiminden diğerine koşan emektarlardan da aynı tepkiyi gördüm!

Biliyor musunuz; hâlâ kulaklarımda çınlar, sinema projesinde birlikte çalıştığım ünlü bir görüntü yönetmeninin, sette yanı başımda ‘Matematikçiden oyuncu olmaz!’ demesi.

Bir değil, iki değil, üç değil, hep aynı cümleyi tekrar etmesi. Anlayacağınız, ben ve benim gibilerin asla oyuncu olamayacağını kastetmesi!

***

Ne mi yaptım?

Her ne kadar üzülmüş olsam dahi elimden geldiğince belli etmemeye çalıştım çünkü o camiadakiler de kendilerine göre haklıydı. Bulundukları konuma gelebilmek maksadıyla sosyal bilimlerle iç içe yaşarken, fen ve matematikten alabildiğine uzak kalmışlardı, tıp dünyası onlar için hakkında fazla bilgi sahibi olmadıkları meçhul bir âlemdi.

Evet, sorunun temeli yetişme biçimindeydi!

***

Sanırım toplum olarak elbirliğiyle mücadele etmemiz gereken en büyük problemimiz, klişe! Vee bu vadideki tohumlar, çocukluk yıllarından başlıyor yeşermeye.

Taa küçük yaşlardan itibaren bizi gruplara ayırıp kimimizi fenci, kimimizi de sosyalci yapan eğitim sistemimizin de hataları var elbette.

Üstelik o klişe düşünce bir kere yapıştı mı artık kimsenin gücü yetmez değiştirmeye.

Yine geldik, zihnimizdeki demirbaş listesine…*

***

Malum! O listeye göre insanlar iki safta toplanmıştır; çocuğun kafası ya matematiğe yatkındır, ileride büyüyünce mühendis, doktor olacaktır ya da sosyalcidir yani duygu ağırlıklı kariyer peşinde koşacaktır.

Kafalı bir çocuğun, aynı zamanda duygusal eğilimi olmasına, duygusal bir çocuğun da zihinsel üstünlük gerektiren faaliyetlerde boy göstermesine meydan bırakılmayacaktır…

Peki, soruyorum sizlere; sınır belirlemek bu kadar kolay mıdır? Gerçekten keskin bir çizgi var mıdır akıl ile duygu arasında. Duygu, akılsız mıdır? Akıl, katıksız mıdır?

İkisi bir arada barınamaz mı? İnsan, hem akıllı hem de duygusal olamaz mı? Aklını rehber edinerek, duygu denizinde kulaç atamaz mı?

Lütfen… Şu demirbaş listesi, mümkün olan en kısa sürede buruşturulup bir kenara atılamaz mı?






Ben de matematik mezunu olduktan sonra felsefe de Yüksek lisans yapıyor olmamı ablak , şaşkın , istihza dolu iştah kaçıran bakışlar ile karşılayanlara çok tanık oldum .. Haklılar , biZim kalıplarımız var. Halbuki filozofları az tanıyan bilir ki pozitif bilimlerde de soz sahibi bir çok filozof yasamış bu evrende.... Hak veriyorum melda bekcan in yazdıklarına
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst