- Konbuyu başlatan
- #1
Atatürk’ün edindiği kuramsal nitelikteki sosyolojik bilgiler, daha çok felsefenin içinde yer almıştı. Esasen o zamanlar sosyoloji, felsefî nitelikleri ağır basan ve felsefenin içinde bir alan görünümünde idi. Bu nedenle hem sosyoloji, hem de felsefe kültürü vardı.
Atatürk, “Felsefe” konusunda şöyle der: “Felsefe, evren karşısında insanın akılcı davranışıdır. Bu yüzden felsefe bilmeyen insan, edebiyatçı da, politikacı da olamaz. Felsefe bilmeyen bir asker, belki bir savaş kazanır, ama savaşı anlayamaz. Ben felsefeyi severim, fakat sistemleri sevmem. Çünkü sistemler “Tek gerçek”e dayanırlar.”
O halde Atatürk’ün felsefeye meraklı olduğu, felsefî eserler okuduğu anlaşılmaktadır. O bir filozof değildi. Fakat felsefeden geniş ölçüde yararlanmıştır. Kendisinin de belirttiği gibi hiçbir zaman tek bir felsefî akıma bağlı kalmamıştır. Felsefenin çeşitli akımlarından yararlanmıştır. Düşüncelerini eylem halinde dile getiren, söz ve söylevle ortaya koyan bir düşünür gibi idi.
Atatürk, felsefî açıdan olgucu (Pozitivist), işlevselci (Fonksiyonalist), pragmatist, hümanist, gerçekçi (realist) rasyonalist olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenle felsefî tutumunda eklektik bir yol izlemiştir denilebilir. Yani bu akımların bir çözümlemesini ve bu çözümlemeyi eyleme dönüştürme gücünü temsil etmektedir.
Onun, toplumun tüm bireylerini düşünen insan yapma gereğine inanış, halk egemenliği, devrim, ülke ve ulus bütünlüğü tam bağımsızlık ve çağdaş uygarlık kavramları öz bakımından yukarda değinilmiş felsefî akımlar üzerine oturtulabilen bir düşün sistemidir. Başka bir deyişle onun benimsediği ve yararlandığı çeşitli felsefî akımlar, ulusal öze dayandırılan bir bireşim (Sentez) olarak ele alınabilir.
A. Pragmatist Yönü (Yararcılık)
Atatürk, bir kuramcı olmayıp, yaşayan bir adamdır. Bir yazarımızın belirttiği gibi; “Kafasını daha çok kuramcı Fransız kültürü ile beslemiş olan bu akılcı insan, Anglosakson görgücülüğüne (Empirisme) ve pragmacılığına daha yakındır. Bilgiyi deney, gerçeği fayda ölçüsüne vurmayı sever.”
Eğitim sürecini, insan yaşamında bir yarara (faydaya) yararlı (faydalı) olan bir işe araç kabul eden Atatürk, birçok konuşmalarında pragmatist (yararcı, faydacı) bir eğitim felsefesine bağlı olduğunu belirtici ifadeler kullanmıştır. Örneğin; “ Bir taraftan cehaletin giderilmesiyle uğraşırken bir taraftan da çocuklarımızı toplumsal ve ekonomik yaşamlarında verimli, başarılı kılabilmek için gerekli olan bilgi ve becerileri iş içinde ve iş aracılığıyla vermek eğitim yöntemimizin temelini oluşturmalıdır” der.
Eğitmen denemesi ile Köy Enstitüleri teşkilâtı aslında Atatürk’ün daha 1 Mart 1923’de Millet Meclisini açış nutkunda ileriye sürdüğü bir önerinin uygulanışıydı. Bununla ilgili olarak “Üretim ve imalâtı artırıcı unsurlar yetiştirmek Türk eğitiminin temel ödevi olmalıdır” der.
B. Olgucu (Pozitivist) Olarak Atatürk
Atatürk’ün felsefî açıdan bir değerlendirilmesi de, onun olgucu (pozitivist) oluşudur. Pozitivizm, olguculuktur. Yani, araştırmalarını olgulara, gerçeklere dayayan, fizik ötesi açıklamaları kuramsal olarak imkânsız ve yararsız gören; deneyle denetlenmeyen sorulan sözde soru olarak niteleyen felsefe doğrultusudur. A. Comte’un felsefeye getirdiği bir kavramdır. Pozitivist sistemin çıkış noktası, duyularımızın bize sağladığı olaylardır. Bu nedenle ancak olayları bilebiliriz. Pozitivizmin yöntemi ise analitik akla dayanıyordu. Comte’a göre düşünce dünyasını yöneten mantık yasaları, nitelikleri gereği değişmezler ve her zaman her yerde ve her konuda ortaktırlar. Bu formül, pozitivist felsefenin ve pozitif bilimlerin temeli olan analitik aklın ifadesidir. O halde olguculuk (pozitivizm), analitik akla dayanır, tarih felsefesi ve varlık sorununu reddeder. Atatürk’ün olguculuk yönü, onun bilim kavramına önem vermesi ve onu esas almasından ileri gelmektedir. Bu düşünü, teknik, pozitif ve toplumsal bilimleri kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir. Böylece bu anlayış, çağdaş uygarlığı yaratması bakımından müspet bilimciliktir. Dünyayı, olayları ve her şeyi kavramak için müspet bilime başvurulmalıdır. Fizik ötesi ve bilim dışı kavramlar Atatürkçü düşüncenin dışındadır. Çağımızın bilimsel düşüncesini, düşünce özgürlüğünü ve onun yol göstericiliğini benimsemiştir. İşte, Atatürkçü felsefe, bir yazarımızın belirttiği gibi, akıl ve bilim gibi kaynakların temel alındığı felsefî akımların ulusal öze dayandırılan bir bireşimi (sentezi) olarak kabul edilebilir. Onun gerçekçiliği de yine olguculuk (pozitivist) yönünün bir başka görünümüdür. Ayrıca onun hümanist değerleri benimsemesi de bir başka felsefî yönünü oluşturur. Atatürk düşünce sistemindeki bu felsefe akımları, yeni bireşimi (bir sentezi) ifade etmektedir. Günlük yaşama yön verecek değerler topluluğunu ve eyleme dönüştüren bir görünümü temsil etmektedir.
C. Akılcılık (Rasyonalizm) ve Atatürk
Mustafa Kemal, Batıdaki akılcılığı (Rasyonalizmi) benimsemiş, akılcı düşünürlerin eserlerini incelenmiştir. Esasen sözlerinde ömür boyunca sistemli olarak oluşan akılcı bir görüş vardır. Akılcı olduğu için bağnazlığa, yobazlığa, dogmacılığa, boş inançlara, doğa dışı düşüncelere karşıdır.
Akılcılık, bilgimizin kaynağını ve bilginin nasıl kazanıldığını açıklayan Descartes’in 17. yüzyılda geliştirdiği bir felsefi akımdır. Gerçekler aranırken akla dayandırılır. Akla uygun olmayan tüm davranış ve olaylar gerçeğe uygun değildir. Bu akım Batı ülkelerinde bilim ve tekniğin hızla gelişmesinde etkin bir rol oynamıştır.
Atatürk, akılcılığı ve bilimciliği devletin ve toplumsal yaşamın her alanına yaymaya çalışmış, akla ters düşen her şeyi reddetmiştir. O, bu akımı Batı felsefesini derinliğine araştırarak elde etmiş olmayıp, kendi dehasının özellikleriyle kendiliğinden elde etmiştir. Akılcılığı, kendi kendine düşünüp çıkarmıştır. Özellikle davranışlarıyla bu akımı uygulamaya koymuştur. Böylece, onun devrimciliğini, akılcılığın topluma uygulaması olarak nitelendirebiliriz.
D. Kemalist Felsefenin ilkelerinin Eğitimsel Sonuçları
Kemalist felsefenin genel ilkelerinde ulusçuluk, devletçilik, halkçılık, devrimcilik gibi ilkeler her alana olduğu gibi Atatürk döneminin eğitimsel uygulamalarına da yansımıştır.
a) Halkçılık: Bu ilke, eğitimde fırsat eşitliğini yaratmaya çalışmıştır. Özellikle alt sosyo-ekonomik kesimlerin eğitimini sağlayarak eğitimin kitle eğitimine geçişini gerçekleştirmiştir. Böylece seçkin azınlık eğitiminden kitle eğitimine dönüşüm olmuştur. Halk eğitimi ve kadın eğitimine halkçılık ilkesinin ışığında önem verilmiştir.
b) Devrimcilik: Bu ilke de bütün ilkelerin yayılması ve korunmasında eğitim sürecinin gücünden, eğitim kurumlarının etki alanından ve eğitimcilerin inançlı çabalarından yararlanılmasını sağlamıştır. Bu dönemin öğretmenleri, Kemalist felsefenin askerleri gibi canla başla hizmet görmüşlerdir.
c) Ulusçuluk: Bu ilke, toplumun değişik öğelerinin, kültürel ve eğitimsel amaçlar çerçevesinde bütünleşmesine yol açmıştır. Ulusçuluk, eğitim olgusunun da ulusal bir nitelik kazanmasını sağlamıştır. Ulusçuluk ilkesi, ulusal bilinçlenmeyi amaçlamıştır. Bu husus eğitime de yansımıştır. Örneğin dilde yenileşme bu konudaki göstergelerden biridir. Bu kavram, eğitimin amaçları ve programlarına coğrafî ve lâik sınırlamalar çerçevesinde yansımıştır.
d) Devletçilik: Bu ilke, eğitimi iki yönde etkilemiştir.
aa) Devlet işletmeleri, bürokratik eğitim merkezleri olarak etkin olmuşlardır. Bu işletmelerden yetişenler daha sonra, büyük özel kesimlerin kuruculuğunu yapmıştır.
bb) Yüksek öğretim kurumlarından bazıları programlarını bu işletmelerin insan gücü ihtiyacına dönük olarak yenilemiştir.
Bu ilke aynı zamanda, çevre kalkınmasını da amaçlayarak, çeşitli işletmelerin açılmasını sağlamıştır. Bunlar çevre kalkınması, halk eğitimi ve sanat eğitimi merkezleri olarak da hizmet etmişlerdir.
e) Lâiklik ilkesi: Eğitim sistemini en fazla etkileyen lâiklik ilkesidir.
Eğitim sisteminin tümünü, amaçlarını ve süreçlerini geniş ölçüde etkilemiştir. Atatürk yeni bir eğitim sistemini Batılılaşmanın ilk koşulları arasında gördüğünden bu sistemin lâikleştirilmesine önem vermiştir.
Atatürk lâiklik ilkesini, geniş kapsamlı olarak ele almış, onun siyasal, toplumsal, kültürel programlarda ortak bir ilke olarak uygulanmasına önem vermiştir. Bu çerçevede eğitim programlarında da lâikliğe yer vermiştir. Ona göre eğitimde lâiklik, eğitimin dinsel otoritelerin etkisinden kurtarılarak devletin denetimi altına alınmasını ifade ettiği gibi, eğitim ve öğretimin amaçlarının, içeriğinin dünyevî gereklere uygun olarak yeniden düzenlenmesi anlamını da taşır. Bu çerçevede medreseler kapatılmış, zorunlu öğretim yaşında olan tüm Türk çocukları, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı ilkokullara devamları zorunlu kılınmıştır.
Prof. Dr. Mahmut Tezcan
Yararlanılan Kaynaklar:
-Bozdağ, İsmet., Atatürk’ün Evrensel Boyutları, s. 32.
-Alkan, Cevat., “Atatürk Felsefesinde İnsan Kavramı”, Eğitim ve Bilim, Sayı 46.
- Tütengil, CO., “Atatürk’ü Anlamak ve Tamamlamak, s. 214.
-Akay, İ., Atatürkçülüğün İlkeleri, s. 264.
-Koç, Şükrü., “Atatürk’ün Eğitim Felsefesi”, Atatürkçülük Nedir? s. 70 vd.
-Koç, a.g. yazı, s. 72.
-Akarsu, B., Felsefe Terimleri Sözlüğü.
-Tunalı, t., Felsefe, s. 54.
-Timur, T., Türk Devrimi, s. 114.
-Timur, a.g.e., s. 114.
-Savcı, B., Atatürk Düşünü’nün Felsefe ve Toplumsal Özü Üzerine. Türk Dili, Sayı 278,s. 853.
-Savcı, a.g. yazı, s. 853.
-Tütengil, CO., Atatürk’ü Anlamak ve Tamamlamak, s. 213.
- Tütengil, CO., a.g.e., s. 214.
- Perin, Cevdet., Atatürk Kültür Devrimi, s. 17.
- Mumcu, Ahmet, Atatürkçülükte Temel İlkeler, s. 125.
Atatürk, “Felsefe” konusunda şöyle der: “Felsefe, evren karşısında insanın akılcı davranışıdır. Bu yüzden felsefe bilmeyen insan, edebiyatçı da, politikacı da olamaz. Felsefe bilmeyen bir asker, belki bir savaş kazanır, ama savaşı anlayamaz. Ben felsefeyi severim, fakat sistemleri sevmem. Çünkü sistemler “Tek gerçek”e dayanırlar.”
O halde Atatürk’ün felsefeye meraklı olduğu, felsefî eserler okuduğu anlaşılmaktadır. O bir filozof değildi. Fakat felsefeden geniş ölçüde yararlanmıştır. Kendisinin de belirttiği gibi hiçbir zaman tek bir felsefî akıma bağlı kalmamıştır. Felsefenin çeşitli akımlarından yararlanmıştır. Düşüncelerini eylem halinde dile getiren, söz ve söylevle ortaya koyan bir düşünür gibi idi.
Atatürk, felsefî açıdan olgucu (Pozitivist), işlevselci (Fonksiyonalist), pragmatist, hümanist, gerçekçi (realist) rasyonalist olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenle felsefî tutumunda eklektik bir yol izlemiştir denilebilir. Yani bu akımların bir çözümlemesini ve bu çözümlemeyi eyleme dönüştürme gücünü temsil etmektedir.
Onun, toplumun tüm bireylerini düşünen insan yapma gereğine inanış, halk egemenliği, devrim, ülke ve ulus bütünlüğü tam bağımsızlık ve çağdaş uygarlık kavramları öz bakımından yukarda değinilmiş felsefî akımlar üzerine oturtulabilen bir düşün sistemidir. Başka bir deyişle onun benimsediği ve yararlandığı çeşitli felsefî akımlar, ulusal öze dayandırılan bir bireşim (Sentez) olarak ele alınabilir.
A. Pragmatist Yönü (Yararcılık)
Atatürk, bir kuramcı olmayıp, yaşayan bir adamdır. Bir yazarımızın belirttiği gibi; “Kafasını daha çok kuramcı Fransız kültürü ile beslemiş olan bu akılcı insan, Anglosakson görgücülüğüne (Empirisme) ve pragmacılığına daha yakındır. Bilgiyi deney, gerçeği fayda ölçüsüne vurmayı sever.”
Eğitim sürecini, insan yaşamında bir yarara (faydaya) yararlı (faydalı) olan bir işe araç kabul eden Atatürk, birçok konuşmalarında pragmatist (yararcı, faydacı) bir eğitim felsefesine bağlı olduğunu belirtici ifadeler kullanmıştır. Örneğin; “ Bir taraftan cehaletin giderilmesiyle uğraşırken bir taraftan da çocuklarımızı toplumsal ve ekonomik yaşamlarında verimli, başarılı kılabilmek için gerekli olan bilgi ve becerileri iş içinde ve iş aracılığıyla vermek eğitim yöntemimizin temelini oluşturmalıdır” der.
Eğitmen denemesi ile Köy Enstitüleri teşkilâtı aslında Atatürk’ün daha 1 Mart 1923’de Millet Meclisini açış nutkunda ileriye sürdüğü bir önerinin uygulanışıydı. Bununla ilgili olarak “Üretim ve imalâtı artırıcı unsurlar yetiştirmek Türk eğitiminin temel ödevi olmalıdır” der.
B. Olgucu (Pozitivist) Olarak Atatürk
Atatürk’ün felsefî açıdan bir değerlendirilmesi de, onun olgucu (pozitivist) oluşudur. Pozitivizm, olguculuktur. Yani, araştırmalarını olgulara, gerçeklere dayayan, fizik ötesi açıklamaları kuramsal olarak imkânsız ve yararsız gören; deneyle denetlenmeyen sorulan sözde soru olarak niteleyen felsefe doğrultusudur. A. Comte’un felsefeye getirdiği bir kavramdır. Pozitivist sistemin çıkış noktası, duyularımızın bize sağladığı olaylardır. Bu nedenle ancak olayları bilebiliriz. Pozitivizmin yöntemi ise analitik akla dayanıyordu. Comte’a göre düşünce dünyasını yöneten mantık yasaları, nitelikleri gereği değişmezler ve her zaman her yerde ve her konuda ortaktırlar. Bu formül, pozitivist felsefenin ve pozitif bilimlerin temeli olan analitik aklın ifadesidir. O halde olguculuk (pozitivizm), analitik akla dayanır, tarih felsefesi ve varlık sorununu reddeder. Atatürk’ün olguculuk yönü, onun bilim kavramına önem vermesi ve onu esas almasından ileri gelmektedir. Bu düşünü, teknik, pozitif ve toplumsal bilimleri kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir. Böylece bu anlayış, çağdaş uygarlığı yaratması bakımından müspet bilimciliktir. Dünyayı, olayları ve her şeyi kavramak için müspet bilime başvurulmalıdır. Fizik ötesi ve bilim dışı kavramlar Atatürkçü düşüncenin dışındadır. Çağımızın bilimsel düşüncesini, düşünce özgürlüğünü ve onun yol göstericiliğini benimsemiştir. İşte, Atatürkçü felsefe, bir yazarımızın belirttiği gibi, akıl ve bilim gibi kaynakların temel alındığı felsefî akımların ulusal öze dayandırılan bir bireşimi (sentezi) olarak kabul edilebilir. Onun gerçekçiliği de yine olguculuk (pozitivist) yönünün bir başka görünümüdür. Ayrıca onun hümanist değerleri benimsemesi de bir başka felsefî yönünü oluşturur. Atatürk düşünce sistemindeki bu felsefe akımları, yeni bireşimi (bir sentezi) ifade etmektedir. Günlük yaşama yön verecek değerler topluluğunu ve eyleme dönüştüren bir görünümü temsil etmektedir.
C. Akılcılık (Rasyonalizm) ve Atatürk
Mustafa Kemal, Batıdaki akılcılığı (Rasyonalizmi) benimsemiş, akılcı düşünürlerin eserlerini incelenmiştir. Esasen sözlerinde ömür boyunca sistemli olarak oluşan akılcı bir görüş vardır. Akılcı olduğu için bağnazlığa, yobazlığa, dogmacılığa, boş inançlara, doğa dışı düşüncelere karşıdır.
Akılcılık, bilgimizin kaynağını ve bilginin nasıl kazanıldığını açıklayan Descartes’in 17. yüzyılda geliştirdiği bir felsefi akımdır. Gerçekler aranırken akla dayandırılır. Akla uygun olmayan tüm davranış ve olaylar gerçeğe uygun değildir. Bu akım Batı ülkelerinde bilim ve tekniğin hızla gelişmesinde etkin bir rol oynamıştır.
Atatürk, akılcılığı ve bilimciliği devletin ve toplumsal yaşamın her alanına yaymaya çalışmış, akla ters düşen her şeyi reddetmiştir. O, bu akımı Batı felsefesini derinliğine araştırarak elde etmiş olmayıp, kendi dehasının özellikleriyle kendiliğinden elde etmiştir. Akılcılığı, kendi kendine düşünüp çıkarmıştır. Özellikle davranışlarıyla bu akımı uygulamaya koymuştur. Böylece, onun devrimciliğini, akılcılığın topluma uygulaması olarak nitelendirebiliriz.
D. Kemalist Felsefenin ilkelerinin Eğitimsel Sonuçları
Kemalist felsefenin genel ilkelerinde ulusçuluk, devletçilik, halkçılık, devrimcilik gibi ilkeler her alana olduğu gibi Atatürk döneminin eğitimsel uygulamalarına da yansımıştır.
a) Halkçılık: Bu ilke, eğitimde fırsat eşitliğini yaratmaya çalışmıştır. Özellikle alt sosyo-ekonomik kesimlerin eğitimini sağlayarak eğitimin kitle eğitimine geçişini gerçekleştirmiştir. Böylece seçkin azınlık eğitiminden kitle eğitimine dönüşüm olmuştur. Halk eğitimi ve kadın eğitimine halkçılık ilkesinin ışığında önem verilmiştir.
b) Devrimcilik: Bu ilke de bütün ilkelerin yayılması ve korunmasında eğitim sürecinin gücünden, eğitim kurumlarının etki alanından ve eğitimcilerin inançlı çabalarından yararlanılmasını sağlamıştır. Bu dönemin öğretmenleri, Kemalist felsefenin askerleri gibi canla başla hizmet görmüşlerdir.
c) Ulusçuluk: Bu ilke, toplumun değişik öğelerinin, kültürel ve eğitimsel amaçlar çerçevesinde bütünleşmesine yol açmıştır. Ulusçuluk, eğitim olgusunun da ulusal bir nitelik kazanmasını sağlamıştır. Ulusçuluk ilkesi, ulusal bilinçlenmeyi amaçlamıştır. Bu husus eğitime de yansımıştır. Örneğin dilde yenileşme bu konudaki göstergelerden biridir. Bu kavram, eğitimin amaçları ve programlarına coğrafî ve lâik sınırlamalar çerçevesinde yansımıştır.
d) Devletçilik: Bu ilke, eğitimi iki yönde etkilemiştir.
aa) Devlet işletmeleri, bürokratik eğitim merkezleri olarak etkin olmuşlardır. Bu işletmelerden yetişenler daha sonra, büyük özel kesimlerin kuruculuğunu yapmıştır.
bb) Yüksek öğretim kurumlarından bazıları programlarını bu işletmelerin insan gücü ihtiyacına dönük olarak yenilemiştir.
Bu ilke aynı zamanda, çevre kalkınmasını da amaçlayarak, çeşitli işletmelerin açılmasını sağlamıştır. Bunlar çevre kalkınması, halk eğitimi ve sanat eğitimi merkezleri olarak da hizmet etmişlerdir.
e) Lâiklik ilkesi: Eğitim sistemini en fazla etkileyen lâiklik ilkesidir.
Eğitim sisteminin tümünü, amaçlarını ve süreçlerini geniş ölçüde etkilemiştir. Atatürk yeni bir eğitim sistemini Batılılaşmanın ilk koşulları arasında gördüğünden bu sistemin lâikleştirilmesine önem vermiştir.
Atatürk lâiklik ilkesini, geniş kapsamlı olarak ele almış, onun siyasal, toplumsal, kültürel programlarda ortak bir ilke olarak uygulanmasına önem vermiştir. Bu çerçevede eğitim programlarında da lâikliğe yer vermiştir. Ona göre eğitimde lâiklik, eğitimin dinsel otoritelerin etkisinden kurtarılarak devletin denetimi altına alınmasını ifade ettiği gibi, eğitim ve öğretimin amaçlarının, içeriğinin dünyevî gereklere uygun olarak yeniden düzenlenmesi anlamını da taşır. Bu çerçevede medreseler kapatılmış, zorunlu öğretim yaşında olan tüm Türk çocukları, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı ilkokullara devamları zorunlu kılınmıştır.
Prof. Dr. Mahmut Tezcan
Yararlanılan Kaynaklar:
-Bozdağ, İsmet., Atatürk’ün Evrensel Boyutları, s. 32.
-Alkan, Cevat., “Atatürk Felsefesinde İnsan Kavramı”, Eğitim ve Bilim, Sayı 46.
- Tütengil, CO., “Atatürk’ü Anlamak ve Tamamlamak, s. 214.
-Akay, İ., Atatürkçülüğün İlkeleri, s. 264.
-Koç, Şükrü., “Atatürk’ün Eğitim Felsefesi”, Atatürkçülük Nedir? s. 70 vd.
-Koç, a.g. yazı, s. 72.
-Akarsu, B., Felsefe Terimleri Sözlüğü.
-Tunalı, t., Felsefe, s. 54.
-Timur, T., Türk Devrimi, s. 114.
-Timur, a.g.e., s. 114.
-Savcı, B., Atatürk Düşünü’nün Felsefe ve Toplumsal Özü Üzerine. Türk Dili, Sayı 278,s. 853.
-Savcı, a.g. yazı, s. 853.
-Tütengil, CO., Atatürk’ü Anlamak ve Tamamlamak, s. 213.
- Tütengil, CO., a.g.e., s. 214.
- Perin, Cevdet., Atatürk Kültür Devrimi, s. 17.
- Mumcu, Ahmet, Atatürkçülükte Temel İlkeler, s. 125.