- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 15 Şub 2008
- Mesajlar
- 1,694
- Tepkime puanı
- 5
- Puanları
- 38
Soru 1 : «Felsefe» sözünün kaynağı ve anlamı nedir?
«Felsefe» sözü eski yunancadan arapçaya ve bu dilden türkçeye geçmiştir. Bu sözün yunanca aslı «pihilosophia» dır ve iki kelimeden meydana gelmiştir. «Philia» kelimesi «sevgi» anlamına gelir; «sophia» ise «bilgelik» ya da genel olarak «bilgi» demektir, öyleyse, «philosopihia», «bilgeliği - sevmek» ya da «bilgi - sevgisi» anlamına geliyor. «Philosophos» (filozof), «bilgeliği -seven», «bilgeliği arayan ve ona ulaşmak isteyen kişi» dir; bilgi ve hakikat âşığıdır. Eski yunancadaki «sopihia» kelimesinin, sadece kuru ve soyut bilgi anlamına değil; akıllıca hareket etmek, aşırılıktan kaçınmak, kendine egemen olmak ve kötü durumlara göğüs germeyi bilmek anlamına geldiğini de belirtmeliyiz. Demek ki, filozof, hayatın anlamını bulmaya ve bu anlama uygun şekilde yaşamaya çalışan kimsedir. Felsefenin amacı, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda doğru davranışlarda bulunmamızı sağlamak, ahlâklı yaşamanın yollarını öğretmektir. Eski yunan düşüncesi bilgi ile bilgelik; bilmek ile işlemek (ahlâk) arasında sıkı bir ilinti görüyordu. Sokrates, bundan ötürü, «kimse bilerek kötülük işlemez» diyordu. Demek ki, «felsefe» kelimesini başlangıçta taşıdığı anlam içinde ele alırsak, sadece bilme¬nin değil, ahlâka uygun ve mutlu bir hayat yaşamanın da söz konusu olduğunu; «felsefe» denince, sağlam bilgiler edinilme çabası kadar, doğru, ahlâklı ve mutlu yaşama çabasının da kastedildiğini görürüz.
Kelimenin taşıdığı bir başka anlam özelliği de, «philosophia» nın, bilgeliğe karşı duyulan «sevgi» ya da «dostluk» oluşudur. «Philosophos» yani filozof, kesin bilgilere yada mutlak hakikatlere sahip olduğunu sanan kimse degildir. Bilgeliği ve bilgiyi seven, arayan, ele geçirmek için çaba harcayan kimsedir. «Philosophos» kelimesini, ilk olarak İsa'dan önce altıncı yüzyılda yaşayan eski yunan filozofu Pylhagoras'ın kendisi için kullandığı söylenir. Pythagoras, kendisinin, mutlak doğruları elde etmiş bir kimse degil, bilgi arayıcısı ve bilgelik âşığı olduğunu söylemek isliyordu. Demek ki, filozof, mutlak bilgileri ve hakikatleri bulduğunu düşünerek mutluluk duyan bir kimse değildir. Ama hiç bir şeyin bilinemeyeceğini düşünerek koyu bir şüpheciliğe düşen kimse de değildir. Filozof, edinmiş olduğu bilgileri yetersiz bulan, tedirginlik duyan, eleştirmelere tlirişen ve arayan kimsedir. İnançlarına körükörüne bağlı kimse, bilgiye ve hakikate sahip olduğundan şüphe etmez. Filozof ise, kendisine sunulan bilgileri, hakikatleri ve inançları eleştirir; irdeler; doğru olanı, gerçek bilgiyi, bilgeliği arar; insanoğlunun hayatını anlamlı kılacak, yaşanmaya dcjğer hale getirecek ve mutluluğa ulaştıracak ilkeleri ve kuralları bulmak ister; bunlara uygun olarak yaşamaya çalışır. Bu ilkeleri ve kuralları, iyice araştırılıp akıl yoluyla bulunmuş temeller üzerine kurmaya çalışır. Felsefî düşünce, eleştirici bir tavır takınmaktır; eylem (ahlâk) alanında, peşîn hükümlerden, içinde, yaşadığımız çevrenin bize kabul ettirdiği inançlardan, tutkulardan, duygulardan ve alışkan¬lıklardan sıyrılıp uzak durmak, onlara dışardan bakmak, onları irdelemek ve eleştirmektir. Kısacası, bilginin temeli olacak doğrulara ve davranışımızı yönetecek ilkelere ulaşmak çabasıdır; arayışıdır, sevgisidir.
Tarih boyunca çeşitli filozoflar gelip geçmiş, farklı felsefe sistemleri kurulmuştur. Hatta, bu sistemlerin bazıları, uzun ya da kısa süreler boyunca, mutlak bir hakikat fllbi kabul edilmiş; insan düşüncesini ve hayatını etkilemiştir. Bununla birlikte, gerçek felsefenin özünde, yukarda açıkladığımız «philosophia» sözünün ilk anlamı, her zaman varolagelmiştir. Yani, gerçek felsefeler, her zaman, bir eleştirme, bir hakikat sevgisi ve arayışı; bir yaşayış, davranış ve ahlâk meselesi olarak, bu amaçlara yönelmiş bir çaba olarak ortaya çıkmıştır. Sistemlerin ve çeşitli felsefî düşünüşlerin derinine inilince, bu sevgiyi, arayışı ve çabayı görmek her zaman mümkündür.
Soru 2 : Felsefe ile din arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Yukarda söylediklerimizden anlaşılacağı gibi, felsefe ve din, birbirine karşıt iki düşünüş ve davranış biçimidir. İlkel dînlerde olduğu gibi gelişmiş dînlerde (Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık) de, inanç yani îman temeldir. Herhangi bir dini benimseyen kişi, evren (kâinat) ve insanoğlunun hayatı hakkında belli birtakım görüşleri ve yargıları (hükümleri) kabul etmiş; bunlara inanmış kimsedir. Başka bir deyişle, hakikatin kendisine verilmiş olduğunu ve hakikate sahip bulunduğunu sanan kimsedir; evreni ve insanoğlunu bu hükümler, bu dogmalar (naslar) açısından gören kimsedir. Dinde, «bu, acaba böyle midir?» diye sorulmaz. Çünkü dinde, her şeyin cevabı verilmiş ve inanç sahibi kimse, bu cevaplara inanmış; onları doğru diye bellemiş ve benimsemiştir. Evreni kim yaratmıştır? insanoğlu nereden ve nasıl türemiştir? İnsanoğlunun dünyadaki yeri, tanrı ve hemcinsleri ile ilişkileri nelerdir? İnsanoğlu mutluluğa nasıl ulaşabilir? «İyi» ve «kötü» nedir? Ölümden sonra ruhlarımız ne olacaktır? giibi sorulara, dinlerde (özellikle, gelişmiş dinlerde) inceden inceye cevap verilmiştir. Bunlar, her dinin kutsal kitabında ve din öğretisinde açıklanmıştır. Dindar kimse, bu sorulara verilecek cevapları hazır olan kimsedir. Oysa felsefe, bunlara ve bunlara benzer bütün öteki sorulara, mantığa ve akılgücüne dayanarak eovap vermeye çalışır. Hazırlop cevapların hiçbirini kabul
edemez; dinleri, inançları, peşin hükümleri, gelenekleri sürekli olarak irdeler ve eleştirir, işte bundan ötürü, bu iki tavır, yani din ile felsefenin tavırları, birbirleriyle bağdaşması mümkün olmayan iki ayrı düşünce tarzıdır. Dinin, neden, nasıl ve ne için ortaya çıktığını ve neden ötürü etkili olduğunu felsefe araştırabilir ve açıklayabilir. Bu tür bir Inceleme, din felsefesinin konusunu teşkil eder. Ama din ve dinî düşünüş, felsefeyi kapsayamaz ve açıklayamaz. Dîn, felseye karşı, sadece, belirli bir tavır takınır. Felsefenin, «dinsizlik» olduğunu, insan aklının, tanrı ye evren hakkında bilgi edinemeyeceğini, felsefeyle uğraşmanın gereksiz ve beyhude bir çaba olduğunu söyler.
Soru 3 : Felsefe ile bilimler arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Felsefenin, sağlam bilgiler edinmeyi amaç, edindiğini, hakikati bulup ortaya koymaya çalıştığını söyledik. Ama, bütün bilimlerin ortak amacının da bu olduğunu biliyoruz. Bilimler de, kendi araştırma alanlarında doğrulara ulaşmak amacını güderler. Demek ki, amaç bakımından, felsefe ile bilimler arasında fark yoktur, öyleyse fark nerededir? Fark, bilimlerin, ele aldıkları olaylar arasındaki ilişki ve bağıntıları belirtmekle yetindikleri halde, felsefenin bu ilişkilerin daha derinine gitmeye çalışmasındadır. Bilim, duygularımızın ve deneylerimizin bize tanıttığı olayların birbirlerini «nasıl» izlediklerini, hangi kanunlara uyarak ortaya çıktıklarını belirtmekle ve açıklamakla yetiniyor. Oysa felsefe bu olayların «ne» olduklarını bulmaya çalışıyor. Meselâ, toplumbilimi, toplumsal olayların arasındaki ilişkiyi, bu olayların ortaya çıkışlarının hangi kanunlara uyduğunu bul¬maya çalışıyor. Oysa felsefe, toplumun «ne» olduğunu soruyor. Biyoloji, bayat olaylarının; psikoloji ruh olaylarının ilişkilerini inceliyor. Oysa felsefe, hayatın ve ruhun «ne» olduğunu soruyor, bunların özünü açıklamaya çalışıyor.
Bilimlerin hepsi, hakikatleri bulmaya çalışıyorlar, ama hakikatin ne olduğunu sadece felsefe araştırıyor. Böylece, felsefe, bilimlerin ele almadıkları en genel sorulara cevap vermek istediği gibi, vardıkları sonuçları da inceleyerek bir araya getirmek ve bunlardan genel sonuçlar çıkarmak istiyor. Demek ki felsefe, bilimlerin kendi özel inceleme alanlarında elde edilen sonuçları bir araya ge¬tirmek, bütünlemek, toplu bir bilgi ortaya koymak istiyor; evren hakkında, bize, toplu ve kapsayıcı bir görüş vermek istiyor. Burada, felsefî düşüncenin temel bir özelliğinin ortaya çıktığını görüyoruz. Felsefe, bilimler gibi, belıirli bir yöntemle belirli ve sınırlı bir alanda bilgiye ulaşmaya yönelmiyor. Felsefe, daha çok, edinilmiş bilgi üzerinde sorular sormaya, düşünmeye yöneliyor. Demek ki, felsefî düşünce, zihnin kendisi üzerine dönen, kendisine yönelen bir içdüşünme (teemmül-reflexion) olarak ortaya çıkıyor.. Bilgilerimiz hakkında bir soruşturma, araştırma, eleştirme olarak beliriyor. Bilimlerin gittikçe ilerlemesi ve genişlemesi, felsefî düşüncenin bu özelliğini daha da belirginleştirmîştir.
Soru 4 : Bilimler felsefeden ne zaman ayrıldı?
ilkçağda, felsefe ile bilimler arasında kesin farklar yoktu. Felsefe, bütün bilimleri kapsıyordu ve bilimler, kendi özel araştırma alanlarını ve metotlarını henüz ortaya koymamışlar ve felsefeden ayrılıp bağımsız hale gelmemişlerdi. Ama bilimler, evrensel bir bilgi olarak kabul edilen felsefeden zamanla ayrıldılar. İlk önce geometri ve daha sonra mekanik bilimleri bağımsız hale geldi. Geometrinin bağımsız hale gelmesine Eukleides (İ.Ö. III. yy), mekanik biliminin bağımsızlaşmasına da aynı çağda yaşamış olan Arkhimedes önayak oldu. Fizik bilimi, Galileo (1564-1642) ve Newton (1643-1727) tarafından felsefeden bağımsız olarak kuruldu. Daha sonra XVII. yy. da Lavoisier ile kimya, XIX, yy. da Claude Bernard ile biyoloji bağımsız, bilimler haline geldi. Psikoloji ve sosyoloji bilimleri insanla ilintili konuları ve problemleri kendi özel metotları ile ele alarak incelediler. Tabiat bilimleri gibi, insanla ilintili bilimler de, inceledikleri olayları ölçüye vurup nicelik (kemiyet) olarak kesin bilgiler halinde dile getirmeye çalıştılar. Bilimin bu ilerleyişi, bir zamanlar bütün bilgilerı kapsayan evrensel bir bilim olarak kabul edilen felsefenin alanını gittikçe daralttı. Hatta, bilimlerin, inceledikleri olaylar ve bu olayların bağlı olduğu kanunlar hakkında sağlam bilgiler verdikleri, ama felsefenin bu çeşit bilgilere ulaşamadığı ve bundan ötürü artık aşılmış bir düşünce tarzı olduğu ileri sürüldü. Bilimlerin yanı sıra felsefenin gereği olmadığı savunuldu. Hele felsefenin, varlık, tanrı ve insan ruhu hakkında bilgi vermek iddiasında olan bölümünün yani metafizik'in hiçbir bilimsel değer taşımadığı söylendi.
Soru 5 : Metafizik nedir?
Metafizik, felsefenin belirli bir bölümüdür. Bu bölüm¬de, «Varlık nedir?», «Bir dış dünya var mıdır?», «Vücut ile ruh arasındaki ilişkiler nelerdir?», «Tanrı var mıdır?», «Ruh ölümlü müdür, ölümsüz müdür?» gibi sorulara cevap aranır. Ayrıca bilgimizin nereden geldiği; neleri bilmemiz mümkün olduğu ıgiıbi problemler de ele alınır. Filozoflar, tarih boyunca, metafizik kelimesini çeşitli biçimlerde kul-lanmışlardır; metafizikten yana olmuşlar ya da metafiziği eleştirmişler ve yermişlerdir. «Metafizik» kelimesi ilk olarak isa'dan önce birinci yüzyılda, Rodoslu Andronikos tarafından ortaya atılmıştır. Andronikos, büyük yunan filozofu Aristoteles'in (İ.Ö. 384-322) eserlerini bir araya getirdiği zaman, fizikle ilgili bölümden sonraya gelen esere «metafizik» yani «fizikten - sonra - gelen» ya da «fizik -ötesi» adını vermiştir. Daha sonraları Aristoteles'in bu eserinde incelediği konular, metafiziğin konuları olarak kabul edilmiştir. Metafizik konular deyince, duyularımızı ve algılarımızı (idraklerimizi) aşan konular kastedilmiştir. Aristo-
teles, bu kitabında incelenen konulara «ilk felsefe» diyordu. İlk felsefe yani metafizik, varlığı varlık olarak inceliyor; genel olarak varlığın şartlarını, kaç çeşit «neden» (illet) oldu¬ğunu, bütün varlıkların kaynağını yani tanrıyı açıklıyordu. Ortaçağın sonuna kadar, klasik, felsefertin temel konusunu metaıfizik teşkil etmişti. Bilimlerin ilerlemesiyle, felsefe içinde, metaıfiziğe karşı eleştirici bir tavır ortaya çıktı. Duyularımızı ve algılarımızı aşan konuları inceleyen metafiziğin, sağlam bilgiler veremeyeceği ileri sürüldü. Bilgilerimizin kaynağının ve değerinin araştırılması gerektiği ileri sürüldü. Böylece modern çağlarda, felsefenin ağırlık noktası, metafizikten, bilginin kaynağını, imkânlarını ve değerini araştıran «bilgi teorisi» ne kaydı. Bundan ötürü, modern çağlar felsefesi, eleştirici bir tutumu benimseyerek, felsefe (philosophia) kelimesinin ilk anlamına ' yeniden döndü, ilerde, felsefe tarihîni kısaca gözden geçirirken, felsefeyi geniş anlamda ele alarak çeşitli filozofların hem metafizik alanında, hem de felsefenin öteki kollarında ileri sürdükleri görüşleri bir arada vermeye çalışacağız.
Soru 6 : Felsefenin bölümleri nelerdir?
Felsefenin ele aldığı konular, çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır. Meselâ, liselerde genel felsefe öğretiminde, felsefe boş ayrı kolda ele alınır: Metafizik, mantık, bilgi teorisi, etik (ahlâk felsefesi), estetik (sanat felsefesi). Mantık'ın tıpkı psikoloji gibi bağımsız bir bilim olarak kabul edilip felsefeden ayrı tutulduğu da görülür.Bunun tersine, kimi zaman psikoloji, felsefeye dahil edilerek, onun içinde ögretilir, gerçekten de, bugün mantık bilimi, düşüncenin muhteva dışındaki şeklî işleyişini inceleyen «formel mantık» ve bilimlerin metotlarının dayandığı kuralları inceleyen " metotoloji" ve son zamanlarda yaygın ve etkili hale gelen "sembolik mantık" yada «lojistik» gibi bölümleriyle, felsefeden bagımsız bir bilgi kolu haline gelmiştir. Felsefe, bu bilgi dalının kendisini degil de dayandığı ilkeleri ve temelleri bilgi teorisi içinde inceler. Böylece, yukarki sınıflama şu şekle girmiş olur: metafizik, bilgi teorisi, etik, estetik. Ama öğretim alanında kesin ve değişmez bir sınıflama yoktur. Sınıflamalar ülkelere ve öğretim anlayışına göre değişiklik gösterir.
Felsefeyi, araştırma alanları bakımından ele alarak çeşitli kollara ayırmak da mümkündür. Böylece, metafizik (varlık, tanrı, ruh gibi konuların araştırılması); bilgi teorisi (aklın ve düşüncenin dayandığı ilkelerin, bilginin kaynağının, imkânının ve değerinim incelenmesi); ahlâk felsefesi (eylemlerimizin, «iyi» ve «kötü»nün incelenmesi), sanat felsefesi («güzel»in ve sanat yaratışının incelenmesi); tabiat felsefesi (tabiatın incelenmesi), tarih felsefesi, toplum felsefesi, dil felsefesi, din felsefesi v.b., gibi farklı bölümler ortaya konabilir.
Bir başka sınıflamaya göre felsefe, genel olarak varlığın ne olduğunu araştıran «ontoloji» (varlıkbilim), bilgiyi ve hakikati inceleyen «gnozeoloji» ve «iyi», «kötü», «güzel» gibi değerleri inceleyen aksiyoloji'ye (değerler felsefesi) ayrılır. Çeşitli açılardan yapılan bu sınıflamaların altında, felsefî düşüncenin özünün bulunduğunu ve bu bölümlerin hepsinde ortak noktayı bu özün teşkil ettiğini unutmamak gerekir.
Soru 7 : «Felsefe» ve «feylesof» kelimeleri, dilimizde, ne gibi anlamlara gelir?
Günlük dilde «felsefe yapmak», derin ve anlaşılması güç sözler söylemek anlamına gelir. Kimi zaman da, sadece küçültücü ve alaycı bir anlamda kullanılır. Yani, anlaşılmaz şeyler söylemek, mugalata yapmak anlamını taşır. «Feylesof» kelimesi ise «felsefeyle uğraşan kimse» den başka, «dünyayı umursamayan kişi» ve «dinsiz» anlamına gelir. «Dünyayı umursamayan kişi» anlamında, yunanca «sopihos» yani «bilgi» kavramının kalıntılarını görmek mümkündür.
Çünkü bilge sözünün temeldeki anlamlarından biri de, «başına gelenlere göğüs gerebilen, aldırmayan kimse» dir. Ayrıca, dilimizdeki günlük kullanılışın taşıdığı bu anlamda, «dünya işlerine ve değerlerine önem vermeyen kimse» anlamı da bulunmaktadır. Nitekim «philosophos» da, yaşadığı çevrede kabullenilmiş düşüncelere ve değerlere karşı eleştirici tavır takınan; gerçek değerleri bulmaya çalışan, onları gözönünde tutan kimsedir. «Dinsiz» anlamında da, felsefenin inanca değil akıla dayanması özelliğinin dile geldiği görülüyor. Feylesofun, dinî inançlardan çok akla dayandığı, imana değil akla ve düşünceye yönelmiş olduğu belirtiliyor. Osmanlıcada, bilge karşılığı «bakîm» ve bilgelik karşılığı «hikmet» sözleri de kullanılır, islâm felsefesinde, filozofları belirtmek için «felâsife» dendiği gibi «hükema» yani «hakimler» (bilgeler) de deniyordu. Osmanlıcadaki «Hakîm», «feylesof»tan daha geniş kapsamlıydı ve «her şeyde üstün tedbirli tanrı», «çok bilgili», «feylesof» ve «bekim» anlamlarına geliyordu. «Hikmet» kelimesi de «felsefe», «gizli ve bilinmeyen nokta», «sebep», «ahlâka ait kısa söz» anlamını taşıyordu. Demek ki, «hikmet» kelimesi, «felsefe» den daha geniş anlamlıydı ve hem dinî hem de ahlakî kavramları kapsıyordu.
Soru 8 : Felsefe, günümüzde ne gibi anlam ve önem taşır?
Felsefe kelimesinin sözlük .anlamını ele alarak, her şeyden önce, «bilgiyi ve bilgeliği sevmek, doğru olanı araştırmak, doğru ve sağlam bilgilere ulaşarak davran ıslarımızı ve eylemlerimizi dogruya uygun olarak gerçekleştirmek»
anlamına geldiğini söyledik. Felsefenin soyut ve kuru bir bilgi değil, aynı zamanda bir yaşama ve davranma tarzı, bir bilgelik ve mutluluğu gerçekleştirmek isteği olduğunu söyledik.
Felsefenin, uzun bir süre; varlık, tanrı, insan ruhunun alınyazısı, hayatın anlamı gibi soruları ele aldığını yani metafizik adı altında bu en genel ve derin konuları
araştırdığını, bunlara cevaplar getirdiğini belirttik. Bilimlerin geliştiğini ve kendi alanlarında, felserfenin sağladığından daha güvenilir ve doğrulanabilir bilgiler verdiklerini ve bundan ötürü felsefenin yine eski «bilgi - severlik» e; bilginin ne olduğu, kaynağının nereden geldiği, ne gibi imkânlara sahip bulunduğu ve ne değer taşıdığı sorularına yöneldiğini; eleştirici bir tutum benimsediğini söyledik. Ayrıca, felsefenin yeni bilgiler bulup ortaya koymaktan çok, (elde edilmiş bilgilere eğilerek onları eleştirmek ve irdelemek olduğu üzerinde durduk. Bundan başka, bilimlerin sağladığı sağlam bilgilerin sonuçlarını bir araya getirerek, evren hakkında kapsayıcı ve toparlayıcı bir açıklama, bütünleyici bir anlayış ve görüş sağlamaya çalıştığını belirttik. Böylece, felsefenin bütün çağlarda; aydınlığa, açıklığa, düşüncenin ve bilginin kendi hakkında daha apaçık bir anlayış ve kavrayışa ulaşmak için gösterdiği bir çaba olduğunu anlatmak istedik. Gerçekten de, felsefenin özü ve ölümsüz yanı, tarih boyunca kurulup, zamanla ve şartlar değiştikçe yıkılan sistemlerin kendisinde değil, bu sistemleri yaratan yöneliş ve çabadadır. Felsefe, yeni gerçeklere açık olan; onları irdeleyen, bilgiyi ve doğruları kökünden ele alarak aydınlığa kavuşturmak isteyen derinlemesine düşüncenin çabasıdır. Bu açıdan, eski önemini, başka bir biçim içinde sürdürmektedir. Felsefe tarihi boyunca kurulmuş olan sistemlerde ulaşılmış olduğu sanılan şeylerin hiçbiri değişmeyen ve geçerliğini ebediyen koruyan şeyler değildir. Varlığın tümü gibi, felsefenin bulguları ve açıklamaları da sürekli olarak değişikliğe uğrayan, ortaya çıkıp kaybolan şeylerdir. Ama bütün bunların altında, süregîden ve kalan bir şey de vardır. Bu, tarih boyunca çeşitli felsefe sistemlerini yaratarak ilerleyen ve kendi kendini daha açıklığa ve bilince kavuşturan insan düşüncesidir; insan düşüncesinin, kendi ürünü olan bilgiler ve buluşlar üzerinde sürekli olarak de-rinleşmesidir. Felsefe tarihini kısaca gözden geçirirken, insan ziihrtinin kendi ürünlerini ve kendi düşüncesini kavramak için harcadığı bu sürekli çabayı göreceğiz.
Soru 9 : Bugünkü anlamıyla felsefe nerede ve nasıl başlamıştı?
Fikir ve felsefe tarihi konusunda bugün sahip olduğumuz bilgilere dayanarak, felsefenin eski Yunanda başlamış olduğunu söylemek zorundayız. Gerçekten de, felsefenin cevaplarını vermeğe çalıştığı, «evrenin temeli ve kaynağı nedir?», «insan hayatının anlamı ve amacı nerededir?» gibi sorulara, akla dayanarak cevap vermeye çalışan ilk düşünürler eski Yunanistan'da yetişmiştir.
Eski yunan filozofları, dinlerin ve mitosların (efsanelerin), bu çeşit sorulara ver dikleri cevapla yetinmemişler; akla ve kavramlara dayanan bilimsel - felsefî cevaplar vermeye çalışmışlardır, kaynakları ister Çin, Hint, önasya ya da Yunanistan olsun, mitoslar, bu çeşit sorulara cevap verirken dinî düşüncenin kendine has özelliklerini taşımaktan kurtulamıyorlardı. Yani bu mitosların, en genel soruları (meselâ «evren nereden gelmiştir?») bir inanç konusu olarak kalıyordu. Mitoslarda, bütün peşin hükümlerden ye inançlardan uzak hür bir düşüncenin işleyişi görülmez. Üstelik, mitoslar, kavramlarla degil imajlarla (Imgelerle) iş görüyorlardı. Yani açıklamalarında kavramları (genel ve soyut düşünceleri) değil, somut varlıkları ve bunların insan zihnindeki yansılarını kullanarak açıklama yapıyorlardı. Yani mitoslar, insan gibi düşündükleri (İnsan suretinde kavradıkları) bazı güçleri
yani çeşitli tanrıları işin_içine karıştırarak evrenin
ortaya çıkışını açıklamaya çalışıyorlardı. Mitoslar, ev-
reni ve bütün tabiat olaylarını, kişi haline getirdikleri ve kişi
olarak tasavvur ettikleri kuvevetlerle açıklamak çabasından
başka şey değildi. Meselâ türk mitolojisi evrenin yaradılışını
şöyle açıklıyordu: «daha_yer ve gök yaratılmadan
önce, her şey sudan ibaretti. Ne toprak, ne gök, ne güneş,
ne de ay vardı. 'Bütün tanrıların en büyüğü. her_varlığın
başlangıcı ve insan oğlunun atası Tanrı Kara - Han, önce
kendisine benzer bir mahlûk yarattı ve ismimine Kişi dedi.
Kara - Han ve Kişi, iki siyah kaz gibi, rahatça, su üzerinde
uçuşuyorlardı. Fakat Kişi, bu mesut sükûnetten memnun
değildi. O Kara-Han'dan daha yükseğe uçmak istiyor-
du..»_J[Bk. «100 Soruca Mitologya», Behçet Necatiglil,
Gerçek Yayınevi). Felsefe, Türkistan'da, Çin'de, Hint'te,
Mısır'da ve eski Yunanistan'da örneklerine bol bol rastladı¬
ğımız bu mitolojik düşüncenin eleştirilmesinden ve imaj¬
ların yerine bilimsel - felsefî kavramların ve açıklamaların
konmaya çalışılmasından doğmuştur. (Bk. «Felsefe Tarihi»,
Macüt Gökberk, Bölüm l.) Böylece, felsefe, dinlere kaynak-
lık etmiş olan ve özü bakımından dinden farklı olmayan
mitolojilerin aşılmasıyla , evrenin kaynağı ve insan hayatının
anlamı gibi genel meselelere, dinî düşüncenin etkisinden
kurtularak. kavramlarla ve _akı yürüterek cevap verilmesiyle
birlikte ortaya çıkmıştır. Bu çeşit ilk cevaplara ise, yukarda
belirttiğimiz gibi eski Yunan'da rastlıyoruz.
Soru 10 : Eski Yunan'dan önce, felsefî ve bilimsel düşünce yok muydu?
Eski Çin, Hint ve iran dinlerinde ve mitoslarında, hem tabiat hem de insan hayatı hakkında derin felsefî düşünceler bulunduğu bir gerçektir. Hatta Çin ve İran dinlerinde, varlıkları ve olayları karşıtlıklarla ve birbiriyle çatışan gerçeklerle açıklama eğilimi de vardı.
Yani eski doğu düşüncesinde, diyalektik görüşün ilkel bir şekline rastlandığı bile söylenebilir. («Diyalektik Düşüncenin Tarihi,» S. Hilâv, Sosyal Yayınlar). Bununla birlikte, burada, din düşüncesinin, hür bir araştırma, irdeleme ve eleştirme olan felsefî düşünce karşısında ağır bastığı da bir gerçektir. Başka bir deyişle, eski doğu düşüncesinde, felsefe, dinden tamamen sıyrılarak bağımsızlığını elde edememiş ve kendini sadece akla dayanan bağımsız bir araştırma çabası olarak ortaya koyamamıştır. Nitekim, yunan düşünürleri, felsefî düşünceleri olduğu gibi bazı bilgileri de Doğudan aldıkları halde bu bilgileri bambaşka bir biçimde düzenlemiş ve geliştirmişlerdi. Meselâ, Mısır geometrisi, Nil ırmağının belli zamanlarda doğurduğu su baskınlarını önlemek vo bu amaçla kanallar açmak zorunluğundan doğmuştu. Yani pratik bir amacı gözönünde tutuyordu. Ve bu pratik amaçlardan hiç bir zaman sıyrılamamış, bağımsız ve derli toplu yani sistemli bir bilgi haline gelememişti; bölük - pörçük olarak kalmıştı. Oysa, yunan düşünürleri ve özellikle Eukleides, sadece teknik ve pratik bir özellik taşıyan bu bilgileri, sistemli ve teorik bir bilim haline getirmek başarısını göstermişlerdi. Aynı şeyi, Babillilerin dinî amaçları gözetmekten doğan astronomileri için de söyleyebiliriz. Bu bilgi dalıda, eski yunan düşünürlerinin ve bilginlerinin elinde derlitoplu, düzenli ve sadece pratik amaçlara değil ama teorik amaçlara yönelmiş yani sadece bilmek için bilmek istegine cevap veren bir bilim haline gelmişti. Yunan düşünürleri, felsefe alanında da, aynı başarıyı sağlamışlar, felsefi düşünceyi din çerçevesinden çıkararak, tek başına ve bagımsız bir teorik bilgi haline getirmişlerdir. Felsefeyi, dini yada sadece pratik amaçlara yararlı bir çaba olarak degil, hakikati sırf hakikat olduğu için arayıp bulmaya çalışan bir çaba olarak benimsemişlerdir. Bundan ötürü, «bilgi ve bilgelik sever> düşünür tipine yani bilimsel açıklamalar yapmaya çalışan bir hür filozofada, ilk olarak eski Yunanda rastlıyoruz (bk. «felsefe tarihi», M. Gökberk, Bölüm I.).
«Felsefe» sözü eski yunancadan arapçaya ve bu dilden türkçeye geçmiştir. Bu sözün yunanca aslı «pihilosophia» dır ve iki kelimeden meydana gelmiştir. «Philia» kelimesi «sevgi» anlamına gelir; «sophia» ise «bilgelik» ya da genel olarak «bilgi» demektir, öyleyse, «philosopihia», «bilgeliği - sevmek» ya da «bilgi - sevgisi» anlamına geliyor. «Philosophos» (filozof), «bilgeliği -seven», «bilgeliği arayan ve ona ulaşmak isteyen kişi» dir; bilgi ve hakikat âşığıdır. Eski yunancadaki «sopihia» kelimesinin, sadece kuru ve soyut bilgi anlamına değil; akıllıca hareket etmek, aşırılıktan kaçınmak, kendine egemen olmak ve kötü durumlara göğüs germeyi bilmek anlamına geldiğini de belirtmeliyiz. Demek ki, filozof, hayatın anlamını bulmaya ve bu anlama uygun şekilde yaşamaya çalışan kimsedir. Felsefenin amacı, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda doğru davranışlarda bulunmamızı sağlamak, ahlâklı yaşamanın yollarını öğretmektir. Eski yunan düşüncesi bilgi ile bilgelik; bilmek ile işlemek (ahlâk) arasında sıkı bir ilinti görüyordu. Sokrates, bundan ötürü, «kimse bilerek kötülük işlemez» diyordu. Demek ki, «felsefe» kelimesini başlangıçta taşıdığı anlam içinde ele alırsak, sadece bilme¬nin değil, ahlâka uygun ve mutlu bir hayat yaşamanın da söz konusu olduğunu; «felsefe» denince, sağlam bilgiler edinilme çabası kadar, doğru, ahlâklı ve mutlu yaşama çabasının da kastedildiğini görürüz.
Kelimenin taşıdığı bir başka anlam özelliği de, «philosophia» nın, bilgeliğe karşı duyulan «sevgi» ya da «dostluk» oluşudur. «Philosophos» yani filozof, kesin bilgilere yada mutlak hakikatlere sahip olduğunu sanan kimse degildir. Bilgeliği ve bilgiyi seven, arayan, ele geçirmek için çaba harcayan kimsedir. «Philosophos» kelimesini, ilk olarak İsa'dan önce altıncı yüzyılda yaşayan eski yunan filozofu Pylhagoras'ın kendisi için kullandığı söylenir. Pythagoras, kendisinin, mutlak doğruları elde etmiş bir kimse degil, bilgi arayıcısı ve bilgelik âşığı olduğunu söylemek isliyordu. Demek ki, filozof, mutlak bilgileri ve hakikatleri bulduğunu düşünerek mutluluk duyan bir kimse değildir. Ama hiç bir şeyin bilinemeyeceğini düşünerek koyu bir şüpheciliğe düşen kimse de değildir. Filozof, edinmiş olduğu bilgileri yetersiz bulan, tedirginlik duyan, eleştirmelere tlirişen ve arayan kimsedir. İnançlarına körükörüne bağlı kimse, bilgiye ve hakikate sahip olduğundan şüphe etmez. Filozof ise, kendisine sunulan bilgileri, hakikatleri ve inançları eleştirir; irdeler; doğru olanı, gerçek bilgiyi, bilgeliği arar; insanoğlunun hayatını anlamlı kılacak, yaşanmaya dcjğer hale getirecek ve mutluluğa ulaştıracak ilkeleri ve kuralları bulmak ister; bunlara uygun olarak yaşamaya çalışır. Bu ilkeleri ve kuralları, iyice araştırılıp akıl yoluyla bulunmuş temeller üzerine kurmaya çalışır. Felsefî düşünce, eleştirici bir tavır takınmaktır; eylem (ahlâk) alanında, peşîn hükümlerden, içinde, yaşadığımız çevrenin bize kabul ettirdiği inançlardan, tutkulardan, duygulardan ve alışkan¬lıklardan sıyrılıp uzak durmak, onlara dışardan bakmak, onları irdelemek ve eleştirmektir. Kısacası, bilginin temeli olacak doğrulara ve davranışımızı yönetecek ilkelere ulaşmak çabasıdır; arayışıdır, sevgisidir.
Tarih boyunca çeşitli filozoflar gelip geçmiş, farklı felsefe sistemleri kurulmuştur. Hatta, bu sistemlerin bazıları, uzun ya da kısa süreler boyunca, mutlak bir hakikat fllbi kabul edilmiş; insan düşüncesini ve hayatını etkilemiştir. Bununla birlikte, gerçek felsefenin özünde, yukarda açıkladığımız «philosophia» sözünün ilk anlamı, her zaman varolagelmiştir. Yani, gerçek felsefeler, her zaman, bir eleştirme, bir hakikat sevgisi ve arayışı; bir yaşayış, davranış ve ahlâk meselesi olarak, bu amaçlara yönelmiş bir çaba olarak ortaya çıkmıştır. Sistemlerin ve çeşitli felsefî düşünüşlerin derinine inilince, bu sevgiyi, arayışı ve çabayı görmek her zaman mümkündür.
Soru 2 : Felsefe ile din arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Yukarda söylediklerimizden anlaşılacağı gibi, felsefe ve din, birbirine karşıt iki düşünüş ve davranış biçimidir. İlkel dînlerde olduğu gibi gelişmiş dînlerde (Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık) de, inanç yani îman temeldir. Herhangi bir dini benimseyen kişi, evren (kâinat) ve insanoğlunun hayatı hakkında belli birtakım görüşleri ve yargıları (hükümleri) kabul etmiş; bunlara inanmış kimsedir. Başka bir deyişle, hakikatin kendisine verilmiş olduğunu ve hakikate sahip bulunduğunu sanan kimsedir; evreni ve insanoğlunu bu hükümler, bu dogmalar (naslar) açısından gören kimsedir. Dinde, «bu, acaba böyle midir?» diye sorulmaz. Çünkü dinde, her şeyin cevabı verilmiş ve inanç sahibi kimse, bu cevaplara inanmış; onları doğru diye bellemiş ve benimsemiştir. Evreni kim yaratmıştır? insanoğlu nereden ve nasıl türemiştir? İnsanoğlunun dünyadaki yeri, tanrı ve hemcinsleri ile ilişkileri nelerdir? İnsanoğlu mutluluğa nasıl ulaşabilir? «İyi» ve «kötü» nedir? Ölümden sonra ruhlarımız ne olacaktır? giibi sorulara, dinlerde (özellikle, gelişmiş dinlerde) inceden inceye cevap verilmiştir. Bunlar, her dinin kutsal kitabında ve din öğretisinde açıklanmıştır. Dindar kimse, bu sorulara verilecek cevapları hazır olan kimsedir. Oysa felsefe, bunlara ve bunlara benzer bütün öteki sorulara, mantığa ve akılgücüne dayanarak eovap vermeye çalışır. Hazırlop cevapların hiçbirini kabul
edemez; dinleri, inançları, peşin hükümleri, gelenekleri sürekli olarak irdeler ve eleştirir, işte bundan ötürü, bu iki tavır, yani din ile felsefenin tavırları, birbirleriyle bağdaşması mümkün olmayan iki ayrı düşünce tarzıdır. Dinin, neden, nasıl ve ne için ortaya çıktığını ve neden ötürü etkili olduğunu felsefe araştırabilir ve açıklayabilir. Bu tür bir Inceleme, din felsefesinin konusunu teşkil eder. Ama din ve dinî düşünüş, felsefeyi kapsayamaz ve açıklayamaz. Dîn, felseye karşı, sadece, belirli bir tavır takınır. Felsefenin, «dinsizlik» olduğunu, insan aklının, tanrı ye evren hakkında bilgi edinemeyeceğini, felsefeyle uğraşmanın gereksiz ve beyhude bir çaba olduğunu söyler.
Soru 3 : Felsefe ile bilimler arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Felsefenin, sağlam bilgiler edinmeyi amaç, edindiğini, hakikati bulup ortaya koymaya çalıştığını söyledik. Ama, bütün bilimlerin ortak amacının da bu olduğunu biliyoruz. Bilimler de, kendi araştırma alanlarında doğrulara ulaşmak amacını güderler. Demek ki, amaç bakımından, felsefe ile bilimler arasında fark yoktur, öyleyse fark nerededir? Fark, bilimlerin, ele aldıkları olaylar arasındaki ilişki ve bağıntıları belirtmekle yetindikleri halde, felsefenin bu ilişkilerin daha derinine gitmeye çalışmasındadır. Bilim, duygularımızın ve deneylerimizin bize tanıttığı olayların birbirlerini «nasıl» izlediklerini, hangi kanunlara uyarak ortaya çıktıklarını belirtmekle ve açıklamakla yetiniyor. Oysa felsefe bu olayların «ne» olduklarını bulmaya çalışıyor. Meselâ, toplumbilimi, toplumsal olayların arasındaki ilişkiyi, bu olayların ortaya çıkışlarının hangi kanunlara uyduğunu bul¬maya çalışıyor. Oysa felsefe, toplumun «ne» olduğunu soruyor. Biyoloji, bayat olaylarının; psikoloji ruh olaylarının ilişkilerini inceliyor. Oysa felsefe, hayatın ve ruhun «ne» olduğunu soruyor, bunların özünü açıklamaya çalışıyor.
Bilimlerin hepsi, hakikatleri bulmaya çalışıyorlar, ama hakikatin ne olduğunu sadece felsefe araştırıyor. Böylece, felsefe, bilimlerin ele almadıkları en genel sorulara cevap vermek istediği gibi, vardıkları sonuçları da inceleyerek bir araya getirmek ve bunlardan genel sonuçlar çıkarmak istiyor. Demek ki felsefe, bilimlerin kendi özel inceleme alanlarında elde edilen sonuçları bir araya ge¬tirmek, bütünlemek, toplu bir bilgi ortaya koymak istiyor; evren hakkında, bize, toplu ve kapsayıcı bir görüş vermek istiyor. Burada, felsefî düşüncenin temel bir özelliğinin ortaya çıktığını görüyoruz. Felsefe, bilimler gibi, belıirli bir yöntemle belirli ve sınırlı bir alanda bilgiye ulaşmaya yönelmiyor. Felsefe, daha çok, edinilmiş bilgi üzerinde sorular sormaya, düşünmeye yöneliyor. Demek ki, felsefî düşünce, zihnin kendisi üzerine dönen, kendisine yönelen bir içdüşünme (teemmül-reflexion) olarak ortaya çıkıyor.. Bilgilerimiz hakkında bir soruşturma, araştırma, eleştirme olarak beliriyor. Bilimlerin gittikçe ilerlemesi ve genişlemesi, felsefî düşüncenin bu özelliğini daha da belirginleştirmîştir.
Soru 4 : Bilimler felsefeden ne zaman ayrıldı?
ilkçağda, felsefe ile bilimler arasında kesin farklar yoktu. Felsefe, bütün bilimleri kapsıyordu ve bilimler, kendi özel araştırma alanlarını ve metotlarını henüz ortaya koymamışlar ve felsefeden ayrılıp bağımsız hale gelmemişlerdi. Ama bilimler, evrensel bir bilgi olarak kabul edilen felsefeden zamanla ayrıldılar. İlk önce geometri ve daha sonra mekanik bilimleri bağımsız hale geldi. Geometrinin bağımsız hale gelmesine Eukleides (İ.Ö. III. yy), mekanik biliminin bağımsızlaşmasına da aynı çağda yaşamış olan Arkhimedes önayak oldu. Fizik bilimi, Galileo (1564-1642) ve Newton (1643-1727) tarafından felsefeden bağımsız olarak kuruldu. Daha sonra XVII. yy. da Lavoisier ile kimya, XIX, yy. da Claude Bernard ile biyoloji bağımsız, bilimler haline geldi. Psikoloji ve sosyoloji bilimleri insanla ilintili konuları ve problemleri kendi özel metotları ile ele alarak incelediler. Tabiat bilimleri gibi, insanla ilintili bilimler de, inceledikleri olayları ölçüye vurup nicelik (kemiyet) olarak kesin bilgiler halinde dile getirmeye çalıştılar. Bilimin bu ilerleyişi, bir zamanlar bütün bilgilerı kapsayan evrensel bir bilim olarak kabul edilen felsefenin alanını gittikçe daralttı. Hatta, bilimlerin, inceledikleri olaylar ve bu olayların bağlı olduğu kanunlar hakkında sağlam bilgiler verdikleri, ama felsefenin bu çeşit bilgilere ulaşamadığı ve bundan ötürü artık aşılmış bir düşünce tarzı olduğu ileri sürüldü. Bilimlerin yanı sıra felsefenin gereği olmadığı savunuldu. Hele felsefenin, varlık, tanrı ve insan ruhu hakkında bilgi vermek iddiasında olan bölümünün yani metafizik'in hiçbir bilimsel değer taşımadığı söylendi.
Soru 5 : Metafizik nedir?
Metafizik, felsefenin belirli bir bölümüdür. Bu bölüm¬de, «Varlık nedir?», «Bir dış dünya var mıdır?», «Vücut ile ruh arasındaki ilişkiler nelerdir?», «Tanrı var mıdır?», «Ruh ölümlü müdür, ölümsüz müdür?» gibi sorulara cevap aranır. Ayrıca bilgimizin nereden geldiği; neleri bilmemiz mümkün olduğu ıgiıbi problemler de ele alınır. Filozoflar, tarih boyunca, metafizik kelimesini çeşitli biçimlerde kul-lanmışlardır; metafizikten yana olmuşlar ya da metafiziği eleştirmişler ve yermişlerdir. «Metafizik» kelimesi ilk olarak isa'dan önce birinci yüzyılda, Rodoslu Andronikos tarafından ortaya atılmıştır. Andronikos, büyük yunan filozofu Aristoteles'in (İ.Ö. 384-322) eserlerini bir araya getirdiği zaman, fizikle ilgili bölümden sonraya gelen esere «metafizik» yani «fizikten - sonra - gelen» ya da «fizik -ötesi» adını vermiştir. Daha sonraları Aristoteles'in bu eserinde incelediği konular, metafiziğin konuları olarak kabul edilmiştir. Metafizik konular deyince, duyularımızı ve algılarımızı (idraklerimizi) aşan konular kastedilmiştir. Aristo-
teles, bu kitabında incelenen konulara «ilk felsefe» diyordu. İlk felsefe yani metafizik, varlığı varlık olarak inceliyor; genel olarak varlığın şartlarını, kaç çeşit «neden» (illet) oldu¬ğunu, bütün varlıkların kaynağını yani tanrıyı açıklıyordu. Ortaçağın sonuna kadar, klasik, felsefertin temel konusunu metaıfizik teşkil etmişti. Bilimlerin ilerlemesiyle, felsefe içinde, metaıfiziğe karşı eleştirici bir tavır ortaya çıktı. Duyularımızı ve algılarımızı aşan konuları inceleyen metafiziğin, sağlam bilgiler veremeyeceği ileri sürüldü. Bilgilerimizin kaynağının ve değerinin araştırılması gerektiği ileri sürüldü. Böylece modern çağlarda, felsefenin ağırlık noktası, metafizikten, bilginin kaynağını, imkânlarını ve değerini araştıran «bilgi teorisi» ne kaydı. Bundan ötürü, modern çağlar felsefesi, eleştirici bir tutumu benimseyerek, felsefe (philosophia) kelimesinin ilk anlamına ' yeniden döndü, ilerde, felsefe tarihîni kısaca gözden geçirirken, felsefeyi geniş anlamda ele alarak çeşitli filozofların hem metafizik alanında, hem de felsefenin öteki kollarında ileri sürdükleri görüşleri bir arada vermeye çalışacağız.
Soru 6 : Felsefenin bölümleri nelerdir?
Felsefenin ele aldığı konular, çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır. Meselâ, liselerde genel felsefe öğretiminde, felsefe boş ayrı kolda ele alınır: Metafizik, mantık, bilgi teorisi, etik (ahlâk felsefesi), estetik (sanat felsefesi). Mantık'ın tıpkı psikoloji gibi bağımsız bir bilim olarak kabul edilip felsefeden ayrı tutulduğu da görülür.Bunun tersine, kimi zaman psikoloji, felsefeye dahil edilerek, onun içinde ögretilir, gerçekten de, bugün mantık bilimi, düşüncenin muhteva dışındaki şeklî işleyişini inceleyen «formel mantık» ve bilimlerin metotlarının dayandığı kuralları inceleyen " metotoloji" ve son zamanlarda yaygın ve etkili hale gelen "sembolik mantık" yada «lojistik» gibi bölümleriyle, felsefeden bagımsız bir bilgi kolu haline gelmiştir. Felsefe, bu bilgi dalının kendisini degil de dayandığı ilkeleri ve temelleri bilgi teorisi içinde inceler. Böylece, yukarki sınıflama şu şekle girmiş olur: metafizik, bilgi teorisi, etik, estetik. Ama öğretim alanında kesin ve değişmez bir sınıflama yoktur. Sınıflamalar ülkelere ve öğretim anlayışına göre değişiklik gösterir.
Felsefeyi, araştırma alanları bakımından ele alarak çeşitli kollara ayırmak da mümkündür. Böylece, metafizik (varlık, tanrı, ruh gibi konuların araştırılması); bilgi teorisi (aklın ve düşüncenin dayandığı ilkelerin, bilginin kaynağının, imkânının ve değerinim incelenmesi); ahlâk felsefesi (eylemlerimizin, «iyi» ve «kötü»nün incelenmesi), sanat felsefesi («güzel»in ve sanat yaratışının incelenmesi); tabiat felsefesi (tabiatın incelenmesi), tarih felsefesi, toplum felsefesi, dil felsefesi, din felsefesi v.b., gibi farklı bölümler ortaya konabilir.
Bir başka sınıflamaya göre felsefe, genel olarak varlığın ne olduğunu araştıran «ontoloji» (varlıkbilim), bilgiyi ve hakikati inceleyen «gnozeoloji» ve «iyi», «kötü», «güzel» gibi değerleri inceleyen aksiyoloji'ye (değerler felsefesi) ayrılır. Çeşitli açılardan yapılan bu sınıflamaların altında, felsefî düşüncenin özünün bulunduğunu ve bu bölümlerin hepsinde ortak noktayı bu özün teşkil ettiğini unutmamak gerekir.
Soru 7 : «Felsefe» ve «feylesof» kelimeleri, dilimizde, ne gibi anlamlara gelir?
Günlük dilde «felsefe yapmak», derin ve anlaşılması güç sözler söylemek anlamına gelir. Kimi zaman da, sadece küçültücü ve alaycı bir anlamda kullanılır. Yani, anlaşılmaz şeyler söylemek, mugalata yapmak anlamını taşır. «Feylesof» kelimesi ise «felsefeyle uğraşan kimse» den başka, «dünyayı umursamayan kişi» ve «dinsiz» anlamına gelir. «Dünyayı umursamayan kişi» anlamında, yunanca «sopihos» yani «bilgi» kavramının kalıntılarını görmek mümkündür.
Çünkü bilge sözünün temeldeki anlamlarından biri de, «başına gelenlere göğüs gerebilen, aldırmayan kimse» dir. Ayrıca, dilimizdeki günlük kullanılışın taşıdığı bu anlamda, «dünya işlerine ve değerlerine önem vermeyen kimse» anlamı da bulunmaktadır. Nitekim «philosophos» da, yaşadığı çevrede kabullenilmiş düşüncelere ve değerlere karşı eleştirici tavır takınan; gerçek değerleri bulmaya çalışan, onları gözönünde tutan kimsedir. «Dinsiz» anlamında da, felsefenin inanca değil akıla dayanması özelliğinin dile geldiği görülüyor. Feylesofun, dinî inançlardan çok akla dayandığı, imana değil akla ve düşünceye yönelmiş olduğu belirtiliyor. Osmanlıcada, bilge karşılığı «bakîm» ve bilgelik karşılığı «hikmet» sözleri de kullanılır, islâm felsefesinde, filozofları belirtmek için «felâsife» dendiği gibi «hükema» yani «hakimler» (bilgeler) de deniyordu. Osmanlıcadaki «Hakîm», «feylesof»tan daha geniş kapsamlıydı ve «her şeyde üstün tedbirli tanrı», «çok bilgili», «feylesof» ve «bekim» anlamlarına geliyordu. «Hikmet» kelimesi de «felsefe», «gizli ve bilinmeyen nokta», «sebep», «ahlâka ait kısa söz» anlamını taşıyordu. Demek ki, «hikmet» kelimesi, «felsefe» den daha geniş anlamlıydı ve hem dinî hem de ahlakî kavramları kapsıyordu.
Soru 8 : Felsefe, günümüzde ne gibi anlam ve önem taşır?
Felsefe kelimesinin sözlük .anlamını ele alarak, her şeyden önce, «bilgiyi ve bilgeliği sevmek, doğru olanı araştırmak, doğru ve sağlam bilgilere ulaşarak davran ıslarımızı ve eylemlerimizi dogruya uygun olarak gerçekleştirmek»
anlamına geldiğini söyledik. Felsefenin soyut ve kuru bir bilgi değil, aynı zamanda bir yaşama ve davranma tarzı, bir bilgelik ve mutluluğu gerçekleştirmek isteği olduğunu söyledik.
Felsefenin, uzun bir süre; varlık, tanrı, insan ruhunun alınyazısı, hayatın anlamı gibi soruları ele aldığını yani metafizik adı altında bu en genel ve derin konuları
araştırdığını, bunlara cevaplar getirdiğini belirttik. Bilimlerin geliştiğini ve kendi alanlarında, felserfenin sağladığından daha güvenilir ve doğrulanabilir bilgiler verdiklerini ve bundan ötürü felsefenin yine eski «bilgi - severlik» e; bilginin ne olduğu, kaynağının nereden geldiği, ne gibi imkânlara sahip bulunduğu ve ne değer taşıdığı sorularına yöneldiğini; eleştirici bir tutum benimsediğini söyledik. Ayrıca, felsefenin yeni bilgiler bulup ortaya koymaktan çok, (elde edilmiş bilgilere eğilerek onları eleştirmek ve irdelemek olduğu üzerinde durduk. Bundan başka, bilimlerin sağladığı sağlam bilgilerin sonuçlarını bir araya getirerek, evren hakkında kapsayıcı ve toparlayıcı bir açıklama, bütünleyici bir anlayış ve görüş sağlamaya çalıştığını belirttik. Böylece, felsefenin bütün çağlarda; aydınlığa, açıklığa, düşüncenin ve bilginin kendi hakkında daha apaçık bir anlayış ve kavrayışa ulaşmak için gösterdiği bir çaba olduğunu anlatmak istedik. Gerçekten de, felsefenin özü ve ölümsüz yanı, tarih boyunca kurulup, zamanla ve şartlar değiştikçe yıkılan sistemlerin kendisinde değil, bu sistemleri yaratan yöneliş ve çabadadır. Felsefe, yeni gerçeklere açık olan; onları irdeleyen, bilgiyi ve doğruları kökünden ele alarak aydınlığa kavuşturmak isteyen derinlemesine düşüncenin çabasıdır. Bu açıdan, eski önemini, başka bir biçim içinde sürdürmektedir. Felsefe tarihi boyunca kurulmuş olan sistemlerde ulaşılmış olduğu sanılan şeylerin hiçbiri değişmeyen ve geçerliğini ebediyen koruyan şeyler değildir. Varlığın tümü gibi, felsefenin bulguları ve açıklamaları da sürekli olarak değişikliğe uğrayan, ortaya çıkıp kaybolan şeylerdir. Ama bütün bunların altında, süregîden ve kalan bir şey de vardır. Bu, tarih boyunca çeşitli felsefe sistemlerini yaratarak ilerleyen ve kendi kendini daha açıklığa ve bilince kavuşturan insan düşüncesidir; insan düşüncesinin, kendi ürünü olan bilgiler ve buluşlar üzerinde sürekli olarak de-rinleşmesidir. Felsefe tarihini kısaca gözden geçirirken, insan ziihrtinin kendi ürünlerini ve kendi düşüncesini kavramak için harcadığı bu sürekli çabayı göreceğiz.
Soru 9 : Bugünkü anlamıyla felsefe nerede ve nasıl başlamıştı?
Fikir ve felsefe tarihi konusunda bugün sahip olduğumuz bilgilere dayanarak, felsefenin eski Yunanda başlamış olduğunu söylemek zorundayız. Gerçekten de, felsefenin cevaplarını vermeğe çalıştığı, «evrenin temeli ve kaynağı nedir?», «insan hayatının anlamı ve amacı nerededir?» gibi sorulara, akla dayanarak cevap vermeye çalışan ilk düşünürler eski Yunanistan'da yetişmiştir.
Eski yunan filozofları, dinlerin ve mitosların (efsanelerin), bu çeşit sorulara ver dikleri cevapla yetinmemişler; akla ve kavramlara dayanan bilimsel - felsefî cevaplar vermeye çalışmışlardır, kaynakları ister Çin, Hint, önasya ya da Yunanistan olsun, mitoslar, bu çeşit sorulara cevap verirken dinî düşüncenin kendine has özelliklerini taşımaktan kurtulamıyorlardı. Yani bu mitosların, en genel soruları (meselâ «evren nereden gelmiştir?») bir inanç konusu olarak kalıyordu. Mitoslarda, bütün peşin hükümlerden ye inançlardan uzak hür bir düşüncenin işleyişi görülmez. Üstelik, mitoslar, kavramlarla degil imajlarla (Imgelerle) iş görüyorlardı. Yani açıklamalarında kavramları (genel ve soyut düşünceleri) değil, somut varlıkları ve bunların insan zihnindeki yansılarını kullanarak açıklama yapıyorlardı. Yani mitoslar, insan gibi düşündükleri (İnsan suretinde kavradıkları) bazı güçleri
yani çeşitli tanrıları işin_içine karıştırarak evrenin
ortaya çıkışını açıklamaya çalışıyorlardı. Mitoslar, ev-
reni ve bütün tabiat olaylarını, kişi haline getirdikleri ve kişi
olarak tasavvur ettikleri kuvevetlerle açıklamak çabasından
başka şey değildi. Meselâ türk mitolojisi evrenin yaradılışını
şöyle açıklıyordu: «daha_yer ve gök yaratılmadan
önce, her şey sudan ibaretti. Ne toprak, ne gök, ne güneş,
ne de ay vardı. 'Bütün tanrıların en büyüğü. her_varlığın
başlangıcı ve insan oğlunun atası Tanrı Kara - Han, önce
kendisine benzer bir mahlûk yarattı ve ismimine Kişi dedi.
Kara - Han ve Kişi, iki siyah kaz gibi, rahatça, su üzerinde
uçuşuyorlardı. Fakat Kişi, bu mesut sükûnetten memnun
değildi. O Kara-Han'dan daha yükseğe uçmak istiyor-
du..»_J[Bk. «100 Soruca Mitologya», Behçet Necatiglil,
Gerçek Yayınevi). Felsefe, Türkistan'da, Çin'de, Hint'te,
Mısır'da ve eski Yunanistan'da örneklerine bol bol rastladı¬
ğımız bu mitolojik düşüncenin eleştirilmesinden ve imaj¬
ların yerine bilimsel - felsefî kavramların ve açıklamaların
konmaya çalışılmasından doğmuştur. (Bk. «Felsefe Tarihi»,
Macüt Gökberk, Bölüm l.) Böylece, felsefe, dinlere kaynak-
lık etmiş olan ve özü bakımından dinden farklı olmayan
mitolojilerin aşılmasıyla , evrenin kaynağı ve insan hayatının
anlamı gibi genel meselelere, dinî düşüncenin etkisinden
kurtularak. kavramlarla ve _akı yürüterek cevap verilmesiyle
birlikte ortaya çıkmıştır. Bu çeşit ilk cevaplara ise, yukarda
belirttiğimiz gibi eski Yunan'da rastlıyoruz.
Soru 10 : Eski Yunan'dan önce, felsefî ve bilimsel düşünce yok muydu?
Eski Çin, Hint ve iran dinlerinde ve mitoslarında, hem tabiat hem de insan hayatı hakkında derin felsefî düşünceler bulunduğu bir gerçektir. Hatta Çin ve İran dinlerinde, varlıkları ve olayları karşıtlıklarla ve birbiriyle çatışan gerçeklerle açıklama eğilimi de vardı.
Yani eski doğu düşüncesinde, diyalektik görüşün ilkel bir şekline rastlandığı bile söylenebilir. («Diyalektik Düşüncenin Tarihi,» S. Hilâv, Sosyal Yayınlar). Bununla birlikte, burada, din düşüncesinin, hür bir araştırma, irdeleme ve eleştirme olan felsefî düşünce karşısında ağır bastığı da bir gerçektir. Başka bir deyişle, eski doğu düşüncesinde, felsefe, dinden tamamen sıyrılarak bağımsızlığını elde edememiş ve kendini sadece akla dayanan bağımsız bir araştırma çabası olarak ortaya koyamamıştır. Nitekim, yunan düşünürleri, felsefî düşünceleri olduğu gibi bazı bilgileri de Doğudan aldıkları halde bu bilgileri bambaşka bir biçimde düzenlemiş ve geliştirmişlerdi. Meselâ, Mısır geometrisi, Nil ırmağının belli zamanlarda doğurduğu su baskınlarını önlemek vo bu amaçla kanallar açmak zorunluğundan doğmuştu. Yani pratik bir amacı gözönünde tutuyordu. Ve bu pratik amaçlardan hiç bir zaman sıyrılamamış, bağımsız ve derli toplu yani sistemli bir bilgi haline gelememişti; bölük - pörçük olarak kalmıştı. Oysa, yunan düşünürleri ve özellikle Eukleides, sadece teknik ve pratik bir özellik taşıyan bu bilgileri, sistemli ve teorik bir bilim haline getirmek başarısını göstermişlerdi. Aynı şeyi, Babillilerin dinî amaçları gözetmekten doğan astronomileri için de söyleyebiliriz. Bu bilgi dalıda, eski yunan düşünürlerinin ve bilginlerinin elinde derlitoplu, düzenli ve sadece pratik amaçlara değil ama teorik amaçlara yönelmiş yani sadece bilmek için bilmek istegine cevap veren bir bilim haline gelmişti. Yunan düşünürleri, felsefe alanında da, aynı başarıyı sağlamışlar, felsefi düşünceyi din çerçevesinden çıkararak, tek başına ve bagımsız bir teorik bilgi haline getirmişlerdir. Felsefeyi, dini yada sadece pratik amaçlara yararlı bir çaba olarak degil, hakikati sırf hakikat olduğu için arayıp bulmaya çalışan bir çaba olarak benimsemişlerdir. Bundan ötürü, «bilgi ve bilgelik sever> düşünür tipine yani bilimsel açıklamalar yapmaya çalışan bir hür filozofada, ilk olarak eski Yunanda rastlıyoruz (bk. «felsefe tarihi», M. Gökberk, Bölüm I.).